Karşılıklı çıkarları zedelendiği vakit birbirleriye kıyasıya dalaşan siyaset kurumunun ve medyanın asla ve kat’a cenkleşmediği şey ise 12 Eylül rejimi...
Bugün 12 Eylül’ün yıldönümü...
Türkiye nüfusunun yüzde 70’i 35 yaşın altında...
Onun için 12 Eylül diyince bunun ne demek olduğunu, bir kez daha o klasik tabloyla bu genç insanlara anlatmakta yarar var...
Felaketin klasikleşmiş bilánçosu şöyleydi:
‘Türkiye, 12 Eylül 1980 sabahına, Silahlı Kuvvetler’in, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren komutasında yönetime el koyduğu haberiyle uyandı. Askeri yönetim döneminde 650 bin kişi gözaltına alındı, 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. Darbeyle birlikte açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı, 7 bin kişi için idam istendi, 517 kişiye idam cezası verildi, 50 kişi idam edildi. 98 bin 404 kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı. Darbe sonrası 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarılırken, 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi. Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirirken, 144 kişi kuşkulu biçimde ölü bulundu. 937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı, 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu. 3 bin 854 öğretmen, 120 öğretim üyesi ve 47 hákimin görevine son verildi. Darbe sonrasında gazetecilere toplam 3 bin 315 yıl altı ay hapis cezası kesildi. 31 gazeteci cezaevine girerken, 300 gazeteci saldırıya uğradı. Üç gazeteci suikast sonucu öldürüldü. Gazeteler toplam 300 gün yayın yapamadı.’
* * *
Tabii ki 12 Eylül rejimi sadece yaşanmış bu acılarından ibaret değil...
Bugünkü devlet rejiminin tek parti rejiminden gelen ruhu 12 Eylül rejimi ile verniklenmiş durumda.
Değişime uğramış olsa da Anayasanın özünü ve ruhunu 12 Eylül askeri darbesi oluşturmakta...
Bir türlü Türk toplumunun sorunlarını çözemeyen siyaset kurumunu oluşturan siyasi partiler yasası 12 Eylül’den yadigár...
Seçim yasası keza...
Parlamentonun demokratik bir çalışma platformuna dönüşmesini engelleyen TBMM iç tüzüğü de...
* * *
Ayrıca...
12 Eylül’den kalma 600 yasa ve onun uzantısı her türlü hukuksal mevzuat da yaşamı denetleyip durmakta...
Düşünün ki 28 yıldır parlamentoda hiçbir iktidar cuntacıların yargılanmasını engelleyen 82 Anayasası’nın geçici 15. maddesiyle bile hesaplaşmadı...
Medya da bu konuda ısrarlı bir şekilde tavana bakıp durdu.
Bunun demokrasi açısından ne kadar büyük bir skandal olduğunu anlamak için 1967 yılında Yunanistan’daki darbecilerin durumuna bakmak yeterli.
Orada, ömrü vefa edenler hala hapishane de...
Düşünün ki birbiriyle dalaşan iki çok önemli kurum, siyaset ve medya, bugün bile Yunanistan’ın 40 yıl gerisinde.
* * *
AK Parti, yüzde 47 oy alıp yeniden iktidara geldiğinde bize sivil Anayasa vaat etmişti.
Hatta bunu hükümet programına da koymuştu.
O zaman 12 Eylül rejiminin sonu geldi diye umutlanmıştım.
12 Eylül rejimi tüm kurum ve kurallarıyla...
Hatta darbecileriyle ortalıkta dururken...
Bundan güç alan askeri otoriteler de ‘buranın esas patronu biziz’ mesajlarıyla ortalıkta dolaşırken...
Yaşamakta olduğumuz siyaset-medya kavgasının günlük çıkar kavgaları dışında bir kavga olduğuna inanmak ne kadar mümkün?
* * *
Bundan böyle benim açımdan tek bir samimiyet sınavı var:
12 Eylül rejimi ile demokratik bir hesaplaşma...
Neden mi?
Çünkü bugüne kadar birçok kez siyaset-medya kavgasına şahit olduk...
Medya-medya kavgasına da...
Ama hiçbiri 12 Eylül ile hesaplaşmaya ve kavgaya girişmedi.
* * *
Medya ve siyaset kavga edince...
Ya da medya-medyayla kapışınca, mevcut yapının mide bulandırıcı bütün çirkinliklerini açıkça görüyorsunuz.
Ama ne var ki...
Ne bu ilişkiler değişiyor, ne de 12 Eylül’le hesaplaşılıyor.
Avara kasnak misali biz hep aynı filmi seyreder gibi dönüp dönüp duruyoruz.
Bugün 12 Eylül’ün yıldönümü...
Türkiye nüfusunun yüzde 70’i 35 yaşın altında...
Onun için 12 Eylül diyince bunun ne demek olduğunu, bir kez daha o klasik tabloyla bu genç insanlara anlatmakta yarar var...
Felaketin klasikleşmiş bilánçosu şöyleydi:
‘Türkiye, 12 Eylül 1980 sabahına, Silahlı Kuvvetler’in, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren komutasında yönetime el koyduğu haberiyle uyandı. Askeri yönetim döneminde 650 bin kişi gözaltına alındı, 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. Darbeyle birlikte açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı, 7 bin kişi için idam istendi, 517 kişiye idam cezası verildi, 50 kişi idam edildi. 98 bin 404 kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı. Darbe sonrası 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarılırken, 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi. Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirirken, 144 kişi kuşkulu biçimde ölü bulundu. 937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı, 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu. 3 bin 854 öğretmen, 120 öğretim üyesi ve 47 hákimin görevine son verildi. Darbe sonrasında gazetecilere toplam 3 bin 315 yıl altı ay hapis cezası kesildi. 31 gazeteci cezaevine girerken, 300 gazeteci saldırıya uğradı. Üç gazeteci suikast sonucu öldürüldü. Gazeteler toplam 300 gün yayın yapamadı.’
* * *
Tabii ki 12 Eylül rejimi sadece yaşanmış bu acılarından ibaret değil...
Bugünkü devlet rejiminin tek parti rejiminden gelen ruhu 12 Eylül rejimi ile verniklenmiş durumda.
Değişime uğramış olsa da Anayasanın özünü ve ruhunu 12 Eylül askeri darbesi oluşturmakta...
Bir türlü Türk toplumunun sorunlarını çözemeyen siyaset kurumunu oluşturan siyasi partiler yasası 12 Eylül’den yadigár...
Seçim yasası keza...
Parlamentonun demokratik bir çalışma platformuna dönüşmesini engelleyen TBMM iç tüzüğü de...
* * *
Ayrıca...
12 Eylül’den kalma 600 yasa ve onun uzantısı her türlü hukuksal mevzuat da yaşamı denetleyip durmakta...
Düşünün ki 28 yıldır parlamentoda hiçbir iktidar cuntacıların yargılanmasını engelleyen 82 Anayasası’nın geçici 15. maddesiyle bile hesaplaşmadı...
Medya da bu konuda ısrarlı bir şekilde tavana bakıp durdu.
Bunun demokrasi açısından ne kadar büyük bir skandal olduğunu anlamak için 1967 yılında Yunanistan’daki darbecilerin durumuna bakmak yeterli.
Orada, ömrü vefa edenler hala hapishane de...
Düşünün ki birbiriyle dalaşan iki çok önemli kurum, siyaset ve medya, bugün bile Yunanistan’ın 40 yıl gerisinde.
* * *
AK Parti, yüzde 47 oy alıp yeniden iktidara geldiğinde bize sivil Anayasa vaat etmişti.
Hatta bunu hükümet programına da koymuştu.
O zaman 12 Eylül rejiminin sonu geldi diye umutlanmıştım.
12 Eylül rejimi tüm kurum ve kurallarıyla...
Hatta darbecileriyle ortalıkta dururken...
Bundan güç alan askeri otoriteler de ‘buranın esas patronu biziz’ mesajlarıyla ortalıkta dolaşırken...
Yaşamakta olduğumuz siyaset-medya kavgasının günlük çıkar kavgaları dışında bir kavga olduğuna inanmak ne kadar mümkün?
* * *
Bundan böyle benim açımdan tek bir samimiyet sınavı var:
12 Eylül rejimi ile demokratik bir hesaplaşma...
Neden mi?
Çünkü bugüne kadar birçok kez siyaset-medya kavgasına şahit olduk...
Medya-medya kavgasına da...
Ama hiçbiri 12 Eylül ile hesaplaşmaya ve kavgaya girişmedi.
* * *
Medya ve siyaset kavga edince...
Ya da medya-medyayla kapışınca, mevcut yapının mide bulandırıcı bütün çirkinliklerini açıkça görüyorsunuz.
Ama ne var ki...
Ne bu ilişkiler değişiyor, ne de 12 Eylül’le hesaplaşılıyor.
Avara kasnak misali biz hep aynı filmi seyreder gibi dönüp dönüp duruyoruz.