3 yeni kitap raflarda!..
Doğan Kitap'tan çıkan Yavuz Ekinci'nin "Cennetin Kayıp Toprakları", Atila Özer'in "Fena" ve Günhan Kuşkanat'ın "Beni Çocukluğumdan Öp" kitapları raflarda yerini aldı.
(Cnnturk.)
Beni Çocukluğumdan Öp
Günhan Kuşkanat'tan aşka, ihanete, insanın kendini arayışına dair tutkulu bir roman...
İçinde büyüttüğü sevdaya kendini hapseden bir adam... Rüyalarındaki masalcıyı arayan genç bir kız... Hem kavuşturan hem koparan bir aşk...
İnci, annesi ve babasıyla yaşayan, iyilik dolu, bir kızdır. Eczacılık fakültesinden yeni mezun olmuştur. Bir gün en yakın arkadaşı Dilek'le gittiği sinemada Üsteğmen Nejat Kuzkoner'le tanışır. Nejat kimsesizdir, ailesini çok küçük yaşlarda kaybetmiştir.
İki genç kısa süre sonra nişanlanırlar. İnci ve Nejat nişanlandıktan sonra Kore Savaşı başlar. Nejat, Kore'ye gönderilir ve gittikten birkaç ay sonra esir düşer. Hayatta kalmak için Çinli askerlerin çizmelerini öpmeyi bile kabul eder.
Bu arada Ahmet adında başka bir askerle birlikte kamptan kaçar. Tekrar İnci'nin karşısına çıktığında aradan yıllar geçmiştir. Ve artık Nejat'ın hayatı kaçak yılların arkadaşı Ahmet'le karışmış, farklı bir yol kazanmıştır. İnci ile ilişkileri bu gizemden nasıl etkilenecektir?
Günhan Kuşkanat, akıcı, etkileyici bir dille alışılmadık bir aşk hikayesini anlatıyor Beni Çocukluğumdan Öp'te.
Kitaptan...
Günler kısaldı... Havada kömür kokusu... O, kömür kokusunu sevdiğini söylemişti. Kimsenin özlemeye tenezzül etmediği şeyleri özlediğini söylemişti. Bazen durup dururken öyle şahane şeyler söylerdi ki, kimsenin aklına gelmeyen, öyle şiir gibi işte, tuhaf ama güzel şeyler... Yani suskun suskun dururken, İnci onu konuşmaya zorlardı ama öyle çok değil, konuşmazsa hiç ses etmezdi. Bir defasında, aklının cevapsız sorularla özürlü olduğunu, muhteşem bir sessizlikle yenildiğini söylemişti. Kitaplardaki kadar güzel sözler... Şimdi yok... İnci resimlere de hiç bakamıyor... Ne yazık, bütün bunlara değdi mi gitmek? Gelip konuşsana aptal, ya da yine sus! Ama yine öyle kendin gibi, senin susuşun kadar, öyle eşsiz sus... Deliye bak! Gittin de iyi mi oldu şimdi böyle sanki?
Hepsi yarım kaldı.
Konuşsan neler neler söylerdin; sesin, serin sular gibi usul akardı, bilmediğim güzel şarkılar gibi... Benim de içimde diyemediğim bir sürü şey kaldı, edilmedik o kadar söz, hem o kadar çok ki şaşarsın... Hepsi yine şiir gibi. Hep senin yüzünden... Bari söyleseydim de öyle gitseydin...
284 sayfa, 18 TL
Fena
Atila Özer, sarsıcı bir manifesto niteliğindeki romanı Fena'da, bir yandan zevkin ve ahlakın sınırlarını kolaçan ederken, diğer yandan tüketim toplumuna ve reklam spotlarına dönüşen modern hayata sağlam bir tokat atıyor.
Theo Vanderblint yirmi dört yaşında, paranın sağlayabileceği her şeye sahip, eserleri astronomik fiyatlara satılan bir ressamdır.
Sanat çevreleri, Vanderblint'in postmodern sanat çağını sonlandırıp, "pornografik sanat" olarak adlandırılan tamamen farklı bir ekol yarattığı görüşündedir.
Genç sanatçı her ne kadar her şeyin kolaylıkla elde edilip bir o kadar da çabuk tüketildiği bu sahte ortamda küstah ve yaramaz genç ressam rolünü başarıyla oynasa da, en derinde yaşamını sorgulamaktadır.
Theo, merakla beklenen cinsellik temalı sergisinin gala günü, Sylenn Rosenquist isimli bir genç kadınla tanışır ve hemen ona âşık olur. Ancak Sylenn'in sürpriz ihaneti, kanla sonlanacaktır.
Bu olaydan sonra, kişisel bunalımlarının da etkisiyle münzevi bir yaşama geçer Theo. Ve gün gelir, artık birbirine tam karşıt iki varoluşu aynı anda sürdürmeye başlar. Artık tek bir Teo Vanderblint yoktur; bir yanda nihilist sanatçı Theo Vanderblint, diğer tarafta ise Taşeron kod adıyla Tanrı'nın İradesi isimli örgütün üst düzey elemanı olan Theo vardır.
Fena, tüketim toplumunun ikonu olmuş bir ressamın ikili yaşantısının ve çevresinin ayrıntılarıyla konu edildiği "Günümüzde sanat nedir?", "Sanatçının konumu nedir?" gibi soruları biraz da kara mizah katarak irdeleyen çağdaş bir roman.
Kitaptan...
Para'yı, Seks'i, Zevahir'i seçmiştim.
Bir anda hepsini fırlatıp attım.
İsyan'ın başladığı zamanlardı. Dünyanın her yerinde, gençler "Zevk Toplumu"nu reddediyorlardı.
Ahlakın çöküşünden bu yana insanlar sadece zevke inanıyorlardı.
Tüm Sistem onun üzerine kurulmuştu. Zevk hayatın amacıydı. Zevk çokuluslu şirketlerin, hükümetlerin, entelektüellerin, sanatçıların dogmasıydı. Zevk parayı, para iktidarı, iktidar düzeni, düzen etkinliği, etkinlik tüketimi, tüketim ise yine zevki doğuruyordu.
23 TL, 372 sayfa
Cennetin Kayıp Toprakları
Yavuz Ekinci, ikinci romanı "Cennetin Kayıp Toprakları"nda, üç kuşağın "coğrafya kaderdir" dedirten hikâyesini anlatıyor.
Yaşadıkları coğrafyanın acılarına hapsolmuşların, aile olmanın ölümcüllüğünü taşıyanların ve cennetin gelmesini yüzyıllarca bekleyenlerin hikâyesi bu.
Yerinden yurdundan edilmiş, dilinden, dininden, kimliğinden, insanı insan eden her şeyden yoksun bırakılmış Almast'lar, aynı yazgıyı "başka bir dil"de okumak zorunda bırakılmış oğullar ve torunlar Cennetin Kayıp Toprakları'na doğru bitmeyen yolculuğa çıkıyor. Yolculuğun sonunda ise doksan yıl sürmüş, kalp ile dudak arasına sıkışmış bir aşk var.
Kitaptan...
Oysa adını tıpkı kocam Hasan'ın salavat getirdiği gibi içimden tekrarlayıp dururdum her gece. Öyle ki kimi geceler nefesimi bile "Aram! Aram!" diye aldığım oluyordu. Fakat bunca yıldır ne hiç kimse kanayan yaramı ne de yüreğimde durmadan büyüyen ve içimi yakıp kavuran bekleme çölümün kuraklığını görebildi.
Aram, sen tiksinerek baktığım çeyizimde, başımı yaslayıp daldığım kenarı işlemeli yastığımda, pencerenin önüne kurulup baktığım ovada, her sonbaharda elbiselerimin arasına koyduğum narda, saf bir umutla açtığım kapının kolundaydın. Sen her yerdeydin ve hep yanımdaydın. O huzursuz ve bitmeyen gecelerde Hasan sırtını ceset gibi bana dönüp ağzı açık horlayarak uyurken, ben yerimden silkinip, yaz güneşinin altında şişen ve pis kokan zehirlenmiş bir ineğin leşine bakar gibi iğrenerek ve tiksinerek bakıyordum ona.
Sırf bana sarılıp uyumasın diye çoğu geceler ondan kaçarak gidip yaşama umudum olan zavallı oğlum Mirza'ya sarılıyordum. Yataktan kaçıp Mirza'ya sıkı sıkı sarıldığım o gecelerde hayallerden birinin gelip beni alıp götürmesi için saatlerce tavana bakıp beklerdim. Bütün bu gecelerde oğluma o kadar çok sarıldım ki zamanla o da benim gibi içine kapanık, korkak, ürkek, üzgün, huzursuz ve suskun birine dönüştü.
CNNTÜRK