elma şekeri
Daimi Üye
Hepimizin başından, hafızamızda bir anı, albümlerimizde bir fotoğraf, video filmlerinde bir görüntü veya günlüklerimizde bir satır olarak kaydettiğimiz olaylar geçmiştir. Pek çoğumuzun da bu olaylara ilişkin “yıldönümlerimiz” vardır. Evlilik yıldönümleri, doğum günleri, mezuniyet günleri gibi özel, dini ve milli bayram günleri, anneler günü, babalar günü gibi toplumsal olarak yaşattığımız günler, bu tür yıldönümlerindendir. Eğer bu anları bizimle paylaşmış veya paylaşmasını istediğimiz kişilerle birlikteysek, söz konusu günleri bir şenlik havasında kutlarız. Ama o insanlar acı bir olayla aramızdan ayrılmışlarsa, içimizde bir burukluk oluşur. Kederleniriz.
Hatırlamayı ve hatırlanmasını neredeyse hevesle beklediğimiz bu yıldönümlerinin yanında, 17 Ağustos 1999 da olduğu gibi, dünyanın beklenmedik bir anda sarsılarak, sevdiklerimizi bizden aldığı bazı olayların da yıldönümleri vardır. Bu yıldönümlerinde de olayın yaşandığı anlardaki duygularımıza benzer duyguları yeniden yaşarız. Mutluluk veren bir olayın yıldönümünde yaşadığımız mutluluğu nasıl hiç sorgulamıyorsak, hayatımızda önemli kayıplara yol açan bir olayın yıldönümünde de o olay anındaki kadar şiddettle yaşadığımız acı, korku, öfke, pişmanlık, suçluluk gibi duygularımızı da doğal karşılamalıyız.
İster olumlu, ister olumsuz olsun, hayatımızda önemli bir yer tutan olaylar sırasında, çevremizde bulunan her şey, biz farkında olmadan hafızamıza kaydedilir. Bu yüzden de aynı şeyler, bir başka zamanda da bizleri, o olay sanki yeniden oluyormuşçasına etkileyebilir. Deprem gibi hayati tehlike içeren bir olay sırasında da hafızamız o olay öncesindeki ve anındaki herşeyi kaydettiğinden, farklı bir zamanda ve mekanda bile, benzer şeyler yeniden gündeme geldiğinde (havanın sıcaklığı, denizin durumu, ayın rengi, hatta üzerimize giydiğimiz bir giysi veya taktığımız bir takı), bize o olayı hatırlatma gücüne sahip olur. Yeniden o deprem anındaki duygusal tepkileri ve davranışları gösterebiliriz.
Bu tür tepkiler, olay taze iken daha sık olarak ortaya çıkar, zamanla seyrekleşebilir. Olayın yıldönümlerinde ise olayın olduğu ay, gün, saat ve dakikada, hafızamızdaki anılar yeniden canlanır. Bu yüzden de olayın yıldönümlerinde psikolojik olarak çok etkilenebilir, olay anında yaşamış olduğumuz duygularımızı aynı şiddette yaşayabiliriz.
17 Ağustos yaklaşırken, içimizde bir huzursuzluk, sinirlilik, kaygı ve korku gibi duygular yaşayabiliriz. Yakınlarını, arkadaşlarını, güven duygusunu, bazı uzuvlarını, evini, eşyalarını ya da işini kaybetmiş, harabolması nedeniyle doğup büyüdüğü yerleri neredeyse tanıyamayacak hale gelmiş olanlarımız için ise, bu kayıpların yası halen sürüyor olabilir.
Geçmişteki bu olayları kabullenip geleceğe yönelebilmek için bir kaç ay yetmez. Yapılan araştırmalar, insanların bu tür kayıplarından sonra yaşadıkları yasın aynı şiddette, birbuçuk, iki, hatta üç yıl bile sürebildiğini göstermektedir. Bazılarımız ise bu yas tepkilerini geçiştirmiş, yok saymış ya da ertelemiş ve sonuçta tam manasıyla yaşayamamış olabilir. Yıldönümleri, bu yas tepkilerinin de herkes için alevlendiği dönemlerdir.
Pek aklımıza gelmese de araştırmalar, bu tür yıldönümlerinin bir yandan da hayatta kalanların duygusal yaralarının iyileşmesi için bir fırsat olabildiğini göstermektedir. Bu yıldönümlerinde, yaşadığımız duyguların farkına vararak, ifadesine izin vererek, bu doğal yas sürecinde, daha ileriye ve “yeniden yapılanma”ya doğru çok önemli adımlar atabiliriz.
Yıldönümleri aslında insanların psikolojik ihtiyaçlarından ortaya çıkan, önemli günlerdir. Başımızdan geçen o olayı anarak, geride bıraktığımız yılı gözden geçirerek, ileriye dönük planlar yaparak yeniden dengeye dönme ihtiyacımıza cevap verirler. Dünya üzerinde insanın varolduğu zamandan bu yana, pek çok kültürde ve dinde “yıldönümleri” vardır ve çeşitli bireysel ve toplumsal törenlerle idrak edilir. Toplumun ihtiyaçlarına bağlı olarak bu törenler yıllarca devam edebilir. Örneğin 1906 San Fransisco depreminden sağ kalanlar, her yıl Nisan ayının 18’inde, sabaha karşı 5:12 de “yıldönümleri” için bir araya gelmektedirler.
Afet yıldönümleri çoğumuzda bazı psikolojik tepkilere yol açar. Bu tepkiler beklenmediği ve açıklanamadığı için kişilerde ek kaygı ve sıkıntı yaratabilir. KORKMAYIN. Bu duygusal “artçı şoklar” bir “geriye gidiş” değildir. Bunlar iyileşme ve yaraların sarılması sürecinin doğal, doğal olduğu kadar da gerekli bir parçasıdır. Bu psikolojik tepkilerden bazıları aşağıda belitilmiştir:
Olaylar ve kişilerle ilgili anılar, rüyalar, düşünceler, duygular
Depremin yıldönümü yaklaşırken, kendimizi o olayı düşünmekten alıkoyamayız. Çok uzun zamandır düşünmediğimiz şeyleri yeniden düşünmeye başlayabiliriz. Çocuklarımızın yeniden depremle ilgili konuşmaya başladığını tanık olabilir; depremle ilgili rüyalar görebiliriz.
Olayla ilgili anıları ve duyguları herşey yeniden oluyormuşçasına canlı yaşayabiliriz. Deprem sahneleri gözümüzde canlanabilir. Çeşitli bedensel tepkiler yaşayabilir, çaresizlik, umutsuzluk, ya da bu felaketten sağ kurtulmuş olmayla ilgili bir buruk bir rahatlık hissedebiliriz.
Keder, üzüntü ve pişmanlıklar
Olayın yıldönümünde kaybettiğimiz kişi ya da kişilerin neleri sevdiğini, neleri yapamadan kaldığını, yaşamımızdaki yerini hatırlar, yokluğuna alışamamanın kederini, üzüntüsünü yaşarız. Yaralarımızın tam kapanmaya başladığını düşünürken, yıldönümüyle birlikte, yeniden açıldığını acıyla farkederiz.
Sadece sevdiğimiz birinin kaybı değil, güven duygumuzun, alışkanlıklarımızın, evlerimizin kaybı ile ilişkili üzüntüler de yıldönümlerinde yoğunlaşabilir. Özellikle geçici konutlarda yaşayanlarımız, evlerini ne kadar özlemiş olduklarını farkedebilirler. Geçici konutlarının eksiklikleri daha çok gözlerine batabilir. Yeni bir eve çıkmış olanlarımız eski evlerini hatırlayabilir; başka bir yere taşınmış olanlarımız yoğun bir sıla özlemi içine girebilirler. Kaybedilen eşyalar da hatırlandığında üzüntü yaratabilir. Özellikle, “keşke saklayabilseydim ya da kurtarabilseydim” diye düşünülen, fotoğraf albümü gibi bizim için yoğun anısı olan eşyalar..
Bir kısmımız için ilk yıl, yaşadığımız olayın yasını bile tutmamıza izin vermeyecek kadar yoğun ve zorlu geçmiş olabilir. Çadır yaşantısı, zor günler, çözülmesi gereken pek çok sorun nedeniyle, kendimizi dinlemeye, kayıplarımızın yasını ve üzüntüsünü yaşamaya fırsat bulamamış olabiliriz. Yıldönümü vesilesiyle ortaya çıkan keder duyguları, gecikmiş yasımızı yaşamamıza olanak vcrdiği için, bir yandan da rahatlatıcı olabilir. Kimimiz, belki de ilk kez, doyasıya ağlama fırsatı bulabiliriz.
Korku, kaygı ve stres
Pek çoğumuzun yaşadığı korku ve kaygı, afetten birkaç ay sonra yatışmaya başlayabilir. Ancak olayın yıldönümünde bu duygular yeniden ortaya çıkabilir. En ufak bir seste, harekette, yerlerimizden sıçrayabilir, gerginleşip, tetikte olma durumuna geçebiliriz.
Olayı çok ağır yaşamış olanlarımızda ise bu korku, zaten birinci yılın sonunda henüz kaybolmadığından, yıldönümü nedeniyle şiddetli bir şekilde alevlenebilir. Kabuslar ve depremi hatırlatan belirli yerlerle ilgili panik duyguları, yeniden ortaya çıkabilir.
Öfke
Yıldönümleri, afet ile ilgili kırgınlıkları ve öfkeleri yeniden körükleyebilir. Haksızlık olarak algıladığımız şeyleri tekrar tekrar hatırlarız. Kendimizi rahatsız eden şeyleri, kaybettiklerimizi, yaralarımızın sarılma aşamasındaki bürokrasiyi, yeniden yapılanma ve iyileşme sürecinin yavaşlığını, daha sık ve yoğun olarak hatırlayabiliriz. Bir türlü tamamlanamamış işler daha çok gözümüze batabilir.
Yaşamlarımıza henüz istediğimiz gibi bir çekidüzen verememiş olduğumuzu düşünerek, yetersizlik duyguları içine girip, kendimize de öfkelenebiliriz. Yaşattıkları nedeniyle depremin kendisine bile öfkelenebiliriz.
Çeşitli nedenlerle başarısızlık duygularımız yeniden alevlenebilir. İlişkilerimizde ortaya çıkan sorunlar daha çok gözümüze batabilir. Birbirimizi daha çok suçlayabiliriz.
Hatırlamayı ve hatırlanmasını neredeyse hevesle beklediğimiz bu yıldönümlerinin yanında, 17 Ağustos 1999 da olduğu gibi, dünyanın beklenmedik bir anda sarsılarak, sevdiklerimizi bizden aldığı bazı olayların da yıldönümleri vardır. Bu yıldönümlerinde de olayın yaşandığı anlardaki duygularımıza benzer duyguları yeniden yaşarız. Mutluluk veren bir olayın yıldönümünde yaşadığımız mutluluğu nasıl hiç sorgulamıyorsak, hayatımızda önemli kayıplara yol açan bir olayın yıldönümünde de o olay anındaki kadar şiddettle yaşadığımız acı, korku, öfke, pişmanlık, suçluluk gibi duygularımızı da doğal karşılamalıyız.
İster olumlu, ister olumsuz olsun, hayatımızda önemli bir yer tutan olaylar sırasında, çevremizde bulunan her şey, biz farkında olmadan hafızamıza kaydedilir. Bu yüzden de aynı şeyler, bir başka zamanda da bizleri, o olay sanki yeniden oluyormuşçasına etkileyebilir. Deprem gibi hayati tehlike içeren bir olay sırasında da hafızamız o olay öncesindeki ve anındaki herşeyi kaydettiğinden, farklı bir zamanda ve mekanda bile, benzer şeyler yeniden gündeme geldiğinde (havanın sıcaklığı, denizin durumu, ayın rengi, hatta üzerimize giydiğimiz bir giysi veya taktığımız bir takı), bize o olayı hatırlatma gücüne sahip olur. Yeniden o deprem anındaki duygusal tepkileri ve davranışları gösterebiliriz.
Bu tür tepkiler, olay taze iken daha sık olarak ortaya çıkar, zamanla seyrekleşebilir. Olayın yıldönümlerinde ise olayın olduğu ay, gün, saat ve dakikada, hafızamızdaki anılar yeniden canlanır. Bu yüzden de olayın yıldönümlerinde psikolojik olarak çok etkilenebilir, olay anında yaşamış olduğumuz duygularımızı aynı şiddette yaşayabiliriz.
17 Ağustos yaklaşırken, içimizde bir huzursuzluk, sinirlilik, kaygı ve korku gibi duygular yaşayabiliriz. Yakınlarını, arkadaşlarını, güven duygusunu, bazı uzuvlarını, evini, eşyalarını ya da işini kaybetmiş, harabolması nedeniyle doğup büyüdüğü yerleri neredeyse tanıyamayacak hale gelmiş olanlarımız için ise, bu kayıpların yası halen sürüyor olabilir.
Geçmişteki bu olayları kabullenip geleceğe yönelebilmek için bir kaç ay yetmez. Yapılan araştırmalar, insanların bu tür kayıplarından sonra yaşadıkları yasın aynı şiddette, birbuçuk, iki, hatta üç yıl bile sürebildiğini göstermektedir. Bazılarımız ise bu yas tepkilerini geçiştirmiş, yok saymış ya da ertelemiş ve sonuçta tam manasıyla yaşayamamış olabilir. Yıldönümleri, bu yas tepkilerinin de herkes için alevlendiği dönemlerdir.
Pek aklımıza gelmese de araştırmalar, bu tür yıldönümlerinin bir yandan da hayatta kalanların duygusal yaralarının iyileşmesi için bir fırsat olabildiğini göstermektedir. Bu yıldönümlerinde, yaşadığımız duyguların farkına vararak, ifadesine izin vererek, bu doğal yas sürecinde, daha ileriye ve “yeniden yapılanma”ya doğru çok önemli adımlar atabiliriz.
Yıldönümleri aslında insanların psikolojik ihtiyaçlarından ortaya çıkan, önemli günlerdir. Başımızdan geçen o olayı anarak, geride bıraktığımız yılı gözden geçirerek, ileriye dönük planlar yaparak yeniden dengeye dönme ihtiyacımıza cevap verirler. Dünya üzerinde insanın varolduğu zamandan bu yana, pek çok kültürde ve dinde “yıldönümleri” vardır ve çeşitli bireysel ve toplumsal törenlerle idrak edilir. Toplumun ihtiyaçlarına bağlı olarak bu törenler yıllarca devam edebilir. Örneğin 1906 San Fransisco depreminden sağ kalanlar, her yıl Nisan ayının 18’inde, sabaha karşı 5:12 de “yıldönümleri” için bir araya gelmektedirler.
Afet yıldönümleri çoğumuzda bazı psikolojik tepkilere yol açar. Bu tepkiler beklenmediği ve açıklanamadığı için kişilerde ek kaygı ve sıkıntı yaratabilir. KORKMAYIN. Bu duygusal “artçı şoklar” bir “geriye gidiş” değildir. Bunlar iyileşme ve yaraların sarılması sürecinin doğal, doğal olduğu kadar da gerekli bir parçasıdır. Bu psikolojik tepkilerden bazıları aşağıda belitilmiştir:
Olaylar ve kişilerle ilgili anılar, rüyalar, düşünceler, duygular
Depremin yıldönümü yaklaşırken, kendimizi o olayı düşünmekten alıkoyamayız. Çok uzun zamandır düşünmediğimiz şeyleri yeniden düşünmeye başlayabiliriz. Çocuklarımızın yeniden depremle ilgili konuşmaya başladığını tanık olabilir; depremle ilgili rüyalar görebiliriz.
Olayla ilgili anıları ve duyguları herşey yeniden oluyormuşçasına canlı yaşayabiliriz. Deprem sahneleri gözümüzde canlanabilir. Çeşitli bedensel tepkiler yaşayabilir, çaresizlik, umutsuzluk, ya da bu felaketten sağ kurtulmuş olmayla ilgili bir buruk bir rahatlık hissedebiliriz.
Keder, üzüntü ve pişmanlıklar
Olayın yıldönümünde kaybettiğimiz kişi ya da kişilerin neleri sevdiğini, neleri yapamadan kaldığını, yaşamımızdaki yerini hatırlar, yokluğuna alışamamanın kederini, üzüntüsünü yaşarız. Yaralarımızın tam kapanmaya başladığını düşünürken, yıldönümüyle birlikte, yeniden açıldığını acıyla farkederiz.
Sadece sevdiğimiz birinin kaybı değil, güven duygumuzun, alışkanlıklarımızın, evlerimizin kaybı ile ilişkili üzüntüler de yıldönümlerinde yoğunlaşabilir. Özellikle geçici konutlarda yaşayanlarımız, evlerini ne kadar özlemiş olduklarını farkedebilirler. Geçici konutlarının eksiklikleri daha çok gözlerine batabilir. Yeni bir eve çıkmış olanlarımız eski evlerini hatırlayabilir; başka bir yere taşınmış olanlarımız yoğun bir sıla özlemi içine girebilirler. Kaybedilen eşyalar da hatırlandığında üzüntü yaratabilir. Özellikle, “keşke saklayabilseydim ya da kurtarabilseydim” diye düşünülen, fotoğraf albümü gibi bizim için yoğun anısı olan eşyalar..
Bir kısmımız için ilk yıl, yaşadığımız olayın yasını bile tutmamıza izin vermeyecek kadar yoğun ve zorlu geçmiş olabilir. Çadır yaşantısı, zor günler, çözülmesi gereken pek çok sorun nedeniyle, kendimizi dinlemeye, kayıplarımızın yasını ve üzüntüsünü yaşamaya fırsat bulamamış olabiliriz. Yıldönümü vesilesiyle ortaya çıkan keder duyguları, gecikmiş yasımızı yaşamamıza olanak vcrdiği için, bir yandan da rahatlatıcı olabilir. Kimimiz, belki de ilk kez, doyasıya ağlama fırsatı bulabiliriz.
Korku, kaygı ve stres
Pek çoğumuzun yaşadığı korku ve kaygı, afetten birkaç ay sonra yatışmaya başlayabilir. Ancak olayın yıldönümünde bu duygular yeniden ortaya çıkabilir. En ufak bir seste, harekette, yerlerimizden sıçrayabilir, gerginleşip, tetikte olma durumuna geçebiliriz.
Olayı çok ağır yaşamış olanlarımızda ise bu korku, zaten birinci yılın sonunda henüz kaybolmadığından, yıldönümü nedeniyle şiddetli bir şekilde alevlenebilir. Kabuslar ve depremi hatırlatan belirli yerlerle ilgili panik duyguları, yeniden ortaya çıkabilir.
Öfke
Yıldönümleri, afet ile ilgili kırgınlıkları ve öfkeleri yeniden körükleyebilir. Haksızlık olarak algıladığımız şeyleri tekrar tekrar hatırlarız. Kendimizi rahatsız eden şeyleri, kaybettiklerimizi, yaralarımızın sarılma aşamasındaki bürokrasiyi, yeniden yapılanma ve iyileşme sürecinin yavaşlığını, daha sık ve yoğun olarak hatırlayabiliriz. Bir türlü tamamlanamamış işler daha çok gözümüze batabilir.
Yaşamlarımıza henüz istediğimiz gibi bir çekidüzen verememiş olduğumuzu düşünerek, yetersizlik duyguları içine girip, kendimize de öfkelenebiliriz. Yaşattıkları nedeniyle depremin kendisine bile öfkelenebiliriz.
Çeşitli nedenlerle başarısızlık duygularımız yeniden alevlenebilir. İlişkilerimizde ortaya çıkan sorunlar daha çok gözümüze batabilir. Birbirimizi daha çok suçlayabiliriz.