Anne-Babanın en başta gelen vazifesi
İslami Konular Çocuklarına Kur’ân-ı Kerim’i okumayı öğretmek, anne-babanın en başta gelen vazifelerindendir. Bu aynı zamanda anne-babanın da lehine olan bir durumdur. Çünkü Ebû Hureyre (R.A.)’den rivayete göre Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:
“Dünyada çocuğuna Kur’ân-ı Kerim’i öğreten kimseye, kıyamet günü cennette bir taç giydirilir ki, cennet ehli onu, bu taç ile, bu şahıs çocuğuna dünyada Kur’ân-ı Kerim’i öğreten kimse diye tanıyacaklardır” buyurdu. Enes b. Malik (R.A.)’den rivayete göre Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:
“Çocuğuna Kur’ân-ı Kerim’i yüzüne okumayı öğreten kimsenin geçmiş ve gelecek günahı mağfiret edilir. Çocuğunu hafız yapan kimseyi de Cenâb-ı Hakk, kıyamet gününde ayın ondördü gibi parlak bir surette diriltir. Çocuğuna: “Oku” denilecek. Çocuğu bir ayet okudukça ALLAH Teâlâ da babasının makamını bir derece yükseltir. Bu durum ezberlediği Kur’ân-ı Kerim’i sonuna kadar okuyuncaya devam eder” buyurdu.
Sehl b. Muaz el-Cühenî’nin babası Muaz (R.A.)’den rivayet ettiği diğer bir hadis-i şerifte de Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:
“Kur’ân-ı Kerim’i okuyan ve hükümleriyle amel edenin anne ve babasına kıyamet günü bir taç giydirilir ki, bu tacın ışığı -güneşi evlerimizin içinde farzetseniz- dünya evlerindeki güneş ışığından daha güzeldir. O halde Kur’ân-ı Kerim’i bizzat öğrenen hakkında ne düşünürsünüz? Onun sevabını da siz takdir ediniz” buyurdu. (Ebu Davud)
Evet, işte Kur’ân-ı Kerim’i bu şekilde okuyup gereğince amel edenlerin ana ve babalarına, çocuklarına bu güzel hasleti kazandırmalarına bir mükafat olarak kıyamet günü bir taç giydirilecektir. Hadis-i şerifteki Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin ifadesine göre bu taç çok parlak olacaktır. Efendimiz (S.A.V.) bu parlaklığı şu şekilde temsil buyurmuştur: Şayet güneş gökyüzünde değil de bir evin içinde olsa, bu tacın ışığı güneşin o eve vereceği ışıktan daha güzel, daha aydınlık olacaktır. Taçlar genellikle zümrüt, yakut v.s. gibi mücevherlerle süslü olacağı için Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz bu benzetmeyi yaparken “Daha parlak, daha aydınlık veya daha nurlu” gibi ifadeler kullanmamıştır. “Daha güzel” sözünü tercih buyurmuştur.
Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Kur’ân-ı Kerim’i okuyup içindekilerle amel edenin ana-babasına verilecek mükafatı beyan etmekle birlikte, bizzat okuyanın kendisine verilecek mükafatı açıkça ortaya koymamış, sadece, “Bu işi yapanın kendisi hakkında ne düşünürsünüz? Onun mükafatını da siz takdir edin” buyurmakla iktifa etmiştir. Bu ifade Kur’ân-ı Kerim’i okuyup, Kur’ân-ı Kerim’le amel edene verilecek mükafaatın üstünlüğünü ifade yönünden, mükafaatı ismen söylemekten çok daha beliğdir.
Kur’ân-ı Kerim, İslâmî hayatın temel kaynağı olarak inanan insanlara bir takım sorumluluk ve görevler yüklemektedir. O’nun bize yüklediği temel görevleri beş madde hâlinde hülâsa etmek mümkündür:
1- Kur’ân-ı Kerim’in Hakk katından gelmiş ilâhi bir kelâm olduğuna inanmak: Müslümanların Kur’ân-ı Kerim’e karşı en temel görevi budur. Diğerleri hep bunun üzerine kurulmuş hususlardır. Bu inanç olmadan Kur’ân-ı Kerim’e bakışımızın, Kur’ân-ı Kerim’in istediği ölçüde olması mümkün değildir.
2- Kur’ân-ı Kerim’in lâfzını tanımak ve okumak: Kur’ân-ı Kerim, okunuşuyla insanları ibadet sevabına ulaştıran bir kitaptır. Bu yüzden Kur’ân-ı Kerim bağlısının, Kur’ân-ı Kerim’le tanışarak O’nu lâfzıyla okuyabilecek bir konuma gelmesi beklenir. Kulu ALLAH’a en çok yaklaştıran ibadetlerden biri namazdır. ALLAH Resûlünün gözümün nuru diye övdüğü namazın temel rükunlarından biri kıraat; yani Kur’ân-ı Kerim okumaktır. Mazerete mebni diğer farzlar düşse bile sağırların dışında namazda Kur’ân-ı Kerim okuma görevi, hiç kimseden düşmez. Bu durum, bu farzın önemini gösterir.
3- Kur’ân-ı Kerim’in mânâsını ve mesajını anlamaya çalışmak Kur’ân-ı Kerim’le tanışan; O’nu orijinal harfleriyle okumayı öğrenen bir Müslümanın O’nun ilâhi nasihatlarını ve öğütlerini de anlayıp öğrenmesi gerekir. Çünkü Kur’ân-ı Kerim anlaşılsın; tebligatı bilinsin diye indirilmiştir.
Hattâ Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin üsve-i hasene ve tebliğci olarak en büyük fonksiyonu Kur’ân-ı Kerim’in daha iyi anlaşılmasını sağlamaktır. Nitekim şu âyet-i kerime bu konuya işâret etmektedir.
“Ve sana da Kur’ân-ı Kerim’i indirdik ki insanlara, kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasın ve onlar da düşünüp öğüt alsınlar. Belki düşünürler.” (Nahl Sûresi: 44)
Kur’ân-ı Kerim’i anlamak için tefsirini okumak, sünnetteki uygulamalarını görmek ve İslâmî tatbîkattan haberdar olmak gerekir. Mushafı okumak, meâlini mütâlaa ve ardından tefsir ve sünnet bilgisi bu işin en kestirme yoludur.
Hz. Osman (R.A)’nun şu sözü Kur’ân-ı Kerim ile olan ilgiyi teşvik etmektedir. “Seven sevgilisinin kelâmından doymaz.” Kur’ân-ı Kerim, sevgiliden gelen bir mektupsa O’nu okumak kadar anlamak, anlamak kadar istenileni yapmak da önemlidir. Bu yüzden Kur’ân-ı Kerim’i anladıktan sonra üzerimize düşen, emredilene uymak; yâni onu yaşamaktır.
4- Kur’ân-ı Kerim’in emir ve tavsiyeleri istikametinde Müslümanca yaşamak: Kur’ân-ı Kerim’in insanlar için kurmayı hedeflediği güzel dünyanın model insanı Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizdir. Kur’ân-ı Kerim nizâmını, O’nun uyguladığı üslup ile rahmet ve şefkat unsurlarıyla yaşamak gerekir. Kur’ân-ı Kerim:
“Ve muhakkak Sen, elbette yüce bir ahlâk üzeresin” (Kalem (Nûn) Sûresi: 4) âyet-i kerimesiyle O’nun ahlâkını övdüğü gibi, Hz. Aişe (R.Anha) validemiz kendisine O’nun ahlâkını soranlara:
“O’nun ahlâkı Kur’ân-ı Kerim’di” (Müslim; Müsafirun: 139, ) sözüyle, O’nun canlı Kur’ân-ı Kerim olduğunu anlatmak istemiştir. ALLAH Teâlâ, O’nun uygulamalarının model olduğunu, dolayısıyla emir ve yasaklarına uyulması gerektiğini vurgulamaktadır:
“Peygamber size ne verirse onu alın; size neyi yasakladıysa ondan da sakının, geri durun.” (Haşr Sûresi:7)
Kur’an-ı Kerim, bu model ile uygulanarak ahkâmı hayata geçirilecektir. Çünkü Mâide Sûresinde, 44, 45 ve 47. âyet-i kerimelerde: “ALLAH’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kâfir, zâlim ve fâsık” olarak nitelenmektedir. Kur’an ne ölü kitaptır, ne de ölüler kitabı. O dipdiri, mesajları ile bir hayat kitabıdır. Nitekim merhum Akif:
“Ya açar Nazm-ı Celîl’in, bakarız yaprağına
Yahud üfler geçeriz bir ölünün toprağına
İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için” (Safahat, 155, İkinci kitab.)
İfadeleriyle bu gerçeği anlatır.
Kur’an-ı Kerim bir deryâdır; herkes O’ndan elindeki kap kadar istifâde eder. Kur’an-ı Kerm bir güneştir; her toprak O’ndan kabiliyeti ölçüsünde yararlanır.
5- Kur’an-ı Kerim’in mesajını insanlık alemine duyurmak.
İnanan insanların Kur’ân-ı Kerim’e karşı en önemli görevlerinden biri de insanlığı, O’nun gerçekleriyle tanıştırmaktır. Kur’ân-ı Kerim’in korunması, aslında ALLAH’ın teminat altına aldığı bir husustur. Ancak O’nun mesajının insanlığa ulaştırılması insâni bir görevdir. ALLAH Teâlâ bu görevi öncelikle Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin omuzlarına yüklemiştir.
“Biz sana bu kitabı, hakkında ayrılığa düştükleri şeyleri onlara açıkça anlatman için ve iman edecek bir topluma da doğru yol rehberi ve rahmet olarak indirdik.” (Nahl Sûresi: 64)
Yazar: Mehmet Talu
İslami Konular Çocuklarına Kur’ân-ı Kerim’i okumayı öğretmek, anne-babanın en başta gelen vazifelerindendir. Bu aynı zamanda anne-babanın da lehine olan bir durumdur. Çünkü Ebû Hureyre (R.A.)’den rivayete göre Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:
“Dünyada çocuğuna Kur’ân-ı Kerim’i öğreten kimseye, kıyamet günü cennette bir taç giydirilir ki, cennet ehli onu, bu taç ile, bu şahıs çocuğuna dünyada Kur’ân-ı Kerim’i öğreten kimse diye tanıyacaklardır” buyurdu. Enes b. Malik (R.A.)’den rivayete göre Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:
“Çocuğuna Kur’ân-ı Kerim’i yüzüne okumayı öğreten kimsenin geçmiş ve gelecek günahı mağfiret edilir. Çocuğunu hafız yapan kimseyi de Cenâb-ı Hakk, kıyamet gününde ayın ondördü gibi parlak bir surette diriltir. Çocuğuna: “Oku” denilecek. Çocuğu bir ayet okudukça ALLAH Teâlâ da babasının makamını bir derece yükseltir. Bu durum ezberlediği Kur’ân-ı Kerim’i sonuna kadar okuyuncaya devam eder” buyurdu.
Sehl b. Muaz el-Cühenî’nin babası Muaz (R.A.)’den rivayet ettiği diğer bir hadis-i şerifte de Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:
“Kur’ân-ı Kerim’i okuyan ve hükümleriyle amel edenin anne ve babasına kıyamet günü bir taç giydirilir ki, bu tacın ışığı -güneşi evlerimizin içinde farzetseniz- dünya evlerindeki güneş ışığından daha güzeldir. O halde Kur’ân-ı Kerim’i bizzat öğrenen hakkında ne düşünürsünüz? Onun sevabını da siz takdir ediniz” buyurdu. (Ebu Davud)
Evet, işte Kur’ân-ı Kerim’i bu şekilde okuyup gereğince amel edenlerin ana ve babalarına, çocuklarına bu güzel hasleti kazandırmalarına bir mükafat olarak kıyamet günü bir taç giydirilecektir. Hadis-i şerifteki Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin ifadesine göre bu taç çok parlak olacaktır. Efendimiz (S.A.V.) bu parlaklığı şu şekilde temsil buyurmuştur: Şayet güneş gökyüzünde değil de bir evin içinde olsa, bu tacın ışığı güneşin o eve vereceği ışıktan daha güzel, daha aydınlık olacaktır. Taçlar genellikle zümrüt, yakut v.s. gibi mücevherlerle süslü olacağı için Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz bu benzetmeyi yaparken “Daha parlak, daha aydınlık veya daha nurlu” gibi ifadeler kullanmamıştır. “Daha güzel” sözünü tercih buyurmuştur.
Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Kur’ân-ı Kerim’i okuyup içindekilerle amel edenin ana-babasına verilecek mükafatı beyan etmekle birlikte, bizzat okuyanın kendisine verilecek mükafatı açıkça ortaya koymamış, sadece, “Bu işi yapanın kendisi hakkında ne düşünürsünüz? Onun mükafatını da siz takdir edin” buyurmakla iktifa etmiştir. Bu ifade Kur’ân-ı Kerim’i okuyup, Kur’ân-ı Kerim’le amel edene verilecek mükafaatın üstünlüğünü ifade yönünden, mükafaatı ismen söylemekten çok daha beliğdir.
Kur’ân-ı Kerim, İslâmî hayatın temel kaynağı olarak inanan insanlara bir takım sorumluluk ve görevler yüklemektedir. O’nun bize yüklediği temel görevleri beş madde hâlinde hülâsa etmek mümkündür:
1- Kur’ân-ı Kerim’in Hakk katından gelmiş ilâhi bir kelâm olduğuna inanmak: Müslümanların Kur’ân-ı Kerim’e karşı en temel görevi budur. Diğerleri hep bunun üzerine kurulmuş hususlardır. Bu inanç olmadan Kur’ân-ı Kerim’e bakışımızın, Kur’ân-ı Kerim’in istediği ölçüde olması mümkün değildir.
2- Kur’ân-ı Kerim’in lâfzını tanımak ve okumak: Kur’ân-ı Kerim, okunuşuyla insanları ibadet sevabına ulaştıran bir kitaptır. Bu yüzden Kur’ân-ı Kerim bağlısının, Kur’ân-ı Kerim’le tanışarak O’nu lâfzıyla okuyabilecek bir konuma gelmesi beklenir. Kulu ALLAH’a en çok yaklaştıran ibadetlerden biri namazdır. ALLAH Resûlünün gözümün nuru diye övdüğü namazın temel rükunlarından biri kıraat; yani Kur’ân-ı Kerim okumaktır. Mazerete mebni diğer farzlar düşse bile sağırların dışında namazda Kur’ân-ı Kerim okuma görevi, hiç kimseden düşmez. Bu durum, bu farzın önemini gösterir.
3- Kur’ân-ı Kerim’in mânâsını ve mesajını anlamaya çalışmak Kur’ân-ı Kerim’le tanışan; O’nu orijinal harfleriyle okumayı öğrenen bir Müslümanın O’nun ilâhi nasihatlarını ve öğütlerini de anlayıp öğrenmesi gerekir. Çünkü Kur’ân-ı Kerim anlaşılsın; tebligatı bilinsin diye indirilmiştir.
Hattâ Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin üsve-i hasene ve tebliğci olarak en büyük fonksiyonu Kur’ân-ı Kerim’in daha iyi anlaşılmasını sağlamaktır. Nitekim şu âyet-i kerime bu konuya işâret etmektedir.
“Ve sana da Kur’ân-ı Kerim’i indirdik ki insanlara, kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasın ve onlar da düşünüp öğüt alsınlar. Belki düşünürler.” (Nahl Sûresi: 44)
Kur’ân-ı Kerim’i anlamak için tefsirini okumak, sünnetteki uygulamalarını görmek ve İslâmî tatbîkattan haberdar olmak gerekir. Mushafı okumak, meâlini mütâlaa ve ardından tefsir ve sünnet bilgisi bu işin en kestirme yoludur.
Hz. Osman (R.A)’nun şu sözü Kur’ân-ı Kerim ile olan ilgiyi teşvik etmektedir. “Seven sevgilisinin kelâmından doymaz.” Kur’ân-ı Kerim, sevgiliden gelen bir mektupsa O’nu okumak kadar anlamak, anlamak kadar istenileni yapmak da önemlidir. Bu yüzden Kur’ân-ı Kerim’i anladıktan sonra üzerimize düşen, emredilene uymak; yâni onu yaşamaktır.
4- Kur’ân-ı Kerim’in emir ve tavsiyeleri istikametinde Müslümanca yaşamak: Kur’ân-ı Kerim’in insanlar için kurmayı hedeflediği güzel dünyanın model insanı Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizdir. Kur’ân-ı Kerim nizâmını, O’nun uyguladığı üslup ile rahmet ve şefkat unsurlarıyla yaşamak gerekir. Kur’ân-ı Kerim:
“Ve muhakkak Sen, elbette yüce bir ahlâk üzeresin” (Kalem (Nûn) Sûresi: 4) âyet-i kerimesiyle O’nun ahlâkını övdüğü gibi, Hz. Aişe (R.Anha) validemiz kendisine O’nun ahlâkını soranlara:
“O’nun ahlâkı Kur’ân-ı Kerim’di” (Müslim; Müsafirun: 139, ) sözüyle, O’nun canlı Kur’ân-ı Kerim olduğunu anlatmak istemiştir. ALLAH Teâlâ, O’nun uygulamalarının model olduğunu, dolayısıyla emir ve yasaklarına uyulması gerektiğini vurgulamaktadır:
“Peygamber size ne verirse onu alın; size neyi yasakladıysa ondan da sakının, geri durun.” (Haşr Sûresi:7)
Kur’an-ı Kerim, bu model ile uygulanarak ahkâmı hayata geçirilecektir. Çünkü Mâide Sûresinde, 44, 45 ve 47. âyet-i kerimelerde: “ALLAH’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kâfir, zâlim ve fâsık” olarak nitelenmektedir. Kur’an ne ölü kitaptır, ne de ölüler kitabı. O dipdiri, mesajları ile bir hayat kitabıdır. Nitekim merhum Akif:
“Ya açar Nazm-ı Celîl’in, bakarız yaprağına
Yahud üfler geçeriz bir ölünün toprağına
İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için” (Safahat, 155, İkinci kitab.)
İfadeleriyle bu gerçeği anlatır.
Kur’an-ı Kerim bir deryâdır; herkes O’ndan elindeki kap kadar istifâde eder. Kur’an-ı Kerm bir güneştir; her toprak O’ndan kabiliyeti ölçüsünde yararlanır.
5- Kur’an-ı Kerim’in mesajını insanlık alemine duyurmak.
İnanan insanların Kur’ân-ı Kerim’e karşı en önemli görevlerinden biri de insanlığı, O’nun gerçekleriyle tanıştırmaktır. Kur’ân-ı Kerim’in korunması, aslında ALLAH’ın teminat altına aldığı bir husustur. Ancak O’nun mesajının insanlığa ulaştırılması insâni bir görevdir. ALLAH Teâlâ bu görevi öncelikle Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin omuzlarına yüklemiştir.
“Biz sana bu kitabı, hakkında ayrılığa düştükleri şeyleri onlara açıkça anlatman için ve iman edecek bir topluma da doğru yol rehberi ve rahmet olarak indirdik.” (Nahl Sûresi: 64)
Yazar: Mehmet Talu