AŞK…
Her zaman söylemişimdir. Aşk, sadece kimyasal bir tepkimedir. Bu yüzden de evlilik aşkı öldürüyor cümlesine hiçbir zaman katılmadım. Çünkü Aşk aslında ölmüyor sadece yerini daha kuvvetli ve sevgi denilen erişilmesi zor bir duygu seline emanet ediyor kalbi.
Eğer, onu her görüşünüzde ilk günkü gibi kalbinizin atacağını, kendinizi onun yanında hiç aç hissetmeyeceğinizi, elini tuttuğunda terleyeceğinizi, kalbinizin her an yerinden çıkacak gibi yüksek ritimlerde atacağını düşünüyorsanız aşkı bilmiyorsunuz ya da hiç gerçek dünyayı görmemişsiniz demektedir.
Aşk, beden dili ile konuşur ve karşınızdaki insanın kaşına, gözüne, boyuna posuna vs.. görünüşe dair ne varsa onları seçer. Karşınızdaki insanı tanıdıkça da onun kalbinde yer alan hisleri ve düşünceleri sizi ona bağlar yada o gördüğünüz kişinin beyaz atlı prens/prenses olmadığını kavrarsınız ve büyük bir ihtimalle yıkım yaşayarak aşka küsersiniz. Pop ya da arabesk sizi ifade edebilecek her şarkıyı dinlersiniz ve hayata olan küskünlüğünüz artar.
Oysa hayatın bir suçu yoktur. Aşkın da öyle. Sadece beklentilerinizdir sizi hayal kırıklığına uğratan.
Şöyle düşünün; bir arkadaş ortamında veya partide olduğunuzu. Ya da hadi mekanı siz seçin. Gözlerinizi kapatıp canlandırın. Belirlediğiniz o mekanda karşısınıza o kadar yakışıklı/güzel biri çıktı ki gözleriniz kamaşmaya başladı, kalbiniz deli gibi atıyor engel olamıyorsunuz. Sanki kalp atış sesiniz tüm şehirde duyuluyor gibi yüzünüz kızarmış. Boğazınıza oturmuş bir yumruk var konuşamıyorsunuz. Oldukça heyecanlısınız.
Bir şekilde tanıştınız bu heyecanı yaşatan kişiyle. (Buradaki tanışma sahneniz size özel olmalı, hayal gücünüze sığınıyorum) Eve doğru gitme vakti geldi, numaralar alındı. Heyecanınız had safhada. O yol sanki çiçekli yemyeşil ağaçlarla dolu. Oysa taş beton arasındasınız değişen bir şey yok. Ama bulutların üzerinde hayatınızın aşkını bulduğunuzu fısıldayan o aşk perisinin sesini kulaklarınızdan silemiyorsunuz.
İlk mesajlaşmalar başlıyor ardından… İlk kelime oldukça özenle seçiliyor. Bir yandan ilgilendiğinizi belli edecek, bir yandan ise ters teperse kıvırabilecek zeki bir kelime seçiyorsunuz. Hım… Biraz düşünelim. Mesela ne olabilir?..!! Buldum!!
Evet, buldunuz. İlk mesaja hemen başlayalım; “selam, bugün çok keyifliydi, sezen aksuyu çok sevdiğini söylemiştin, aklıma geldi de biz arkadaşlarla konserine gideceğiz bu hafta sonu. Ne dersin? Gelir misin?”
Waw!! Çok iyiydi. Önce neler konuştuğunuzun özeti aklınızdan geçerken can alıcı noktaları yakaladınız ve hemen aklınıza gelen hain planı uygulamaya koydunuz, çok şükür ki artık internet var. Hemen sezen aksu’nun bir konserini bulup arkadaşları da bilet parasını ödeyeceğinizi söyleyerek ikna ettiniz ve iş şimdi mesaja cevap gelmesinde.
Evet… Şimdi bekleyiş zamanı. Sanki asırlar geçmiş gibi. Oysa henüz 1 – 2 dakika oldu. Bu ne heyecan böyle? Şimdi düşüp ölecekmiş gibi hissettiriyor aşk insana. Ah aşk, sen nelere kadirsin. Ama dur bir dakika? Ya hayır derse? O zaman hem para gidecek hem o duygusal eşsiz şarkıları tek başına dinleyeceksin… Gerçi para umurunda değil, ya gururun! Hemen kafandan at o düşünceleri. Hemen!
Beklemek… Ne zordur değil mi? Belki müsait değil, belki uyuyor. Bu düşünceler hiç aklınıza gelmez ama. Zordur çünkü bekleyiş. Sonu ne olacak diye düşünmek kahreder adamı. Anlamsız bir iç geçirirsiniz bir sigara daha yakarsınız ardından. Duman altı olur küçücük odanız. Farkına bile varmazsınız, sanki birden bire yaşlanmış gibi hissedersiniz. Derken, bir ses gelir telefondan. Birkaç saniye algılamaz beyin bunu. O kadar alıştırmıştır ki kendini kötü sona. Mutlu bir şey beklemez. Kalbine komutlar verip durmuştur sürekli. En kötü senaryoya hazırlamıştır yüreğini .
Ve nihayet kendini toparlayıp korka korka elin uzanır telefona. İşte ölmek veya yaşamak arasında gidip gelinen o noktadasınızdır. Bir nefes daha alırsınız sigaranızdan. Veeee…
Gelen mesaj açık ve nettir; “ Harika olur… Beni davet etmene sevindim. Detayları yarın konuşuruz fazla müsait değilim”
İşte bu beklediğiniz yanıttı. Daha da iyisiydi. Biraz tedbirli olduğu kesindi. Adımlar sağlam atılıyordu. Ancak sesinizi duymak için bir kapı araladığını atlamamanız lazımdı.
İlk buluşmanız çok önemlidir. Ah o kalp sizi nasıl parmağında oynatır nasıl sömürür sizi, eminim siz de çok iyi bilirsiniz. Mutlaka yeni bir şeyler alınmalıdır sizi en iyi gösteren ne ise o olmalıdır. Hemen alışverişe başlanır, yeni bir kot pantolon mesela, bir sweet, bir bluz… Ne olursa… ama en güzeli olmalı. Sizden etkilenmeli, tüm güzelliğiniz/yakışıklılığınız ortaya çıkmalı.
Tüm bu koşuşturmalı hengâmeden sonra sıra o ana gelir… Buluşma anına… Onunla gözlerinizin tekrar buluşması, tüm bedeninizin onun çekim alanına girmesi, açlığınızın susuzluğunuzun dinmesi.. Dünyanın en ulaşılmaz hissi sayarsınız bu dakikaları. İçinizden deli bir kız/çocuk çıkacak ve ona sımsıkı sarılarak dünyanın yaşanma nedeninin bir tek o olduğunu haykırmak isteyecek adeta.
Ve ardından en sevdiğiniz sanatçı onun sevdiği sanatçı olacak… Onunla birlikte söyleyeceksiniz “ada vapuru yandan çarklı” diye… Aklınıza aşkın deli deli yaşanacağı adalar gelir. “Evet, mutlaka adalara da gitmeliyiz” diye geçer zihninizden… Derken eğlenceli bir gecenin ardından yine vedalaşma vaktidir kapıyı çalan.
Gözler buğulanır, kalbe bilinmeyen bir kütle çarpmışçasına sancılı gecelerin geleceği beyine duyurulur. Veda sonrası sessizlik hakimdir. Bir garipsinizdir işte… Aslında çok iyi biliyorsunuz ki aşıksınızdır.
Acınız da mutluluğunuz da tarifsizdir. Size özeldir. En büyük AŞK, sizinkidir.
Peki ya sonra dediğinizi duyar gibiyim.
Sonrası mı? Bırakalım da herşey dilediğiniz gibi gitsin. Buluşmalar devam etsin, hatta birbirinize ilanı-ı aşk edin. Ve biz gelin direkt bir kaç ay sonrasına gidelim.
Aaa! Çok pardon! Tamam, tamam… Hayalini bölmek istemezdim, hadi ben bir kahve molası verirken sen en güzel aylarını bir hayal et, yada geçmişe dönüp düşün. Ben hemen geleceğim…
***
Evet, nerde kalmıştık… Tamam buldum, çoğunlukla teyzelerin ve amcaların söylediği gibi CİCİM Ayları sona ermiştir.
Siz hala mutlusunuz, sevdiğinize karşı en güzel hisleri besliyorsunuz. Herşey yolunda. Ama farkına vardığınız , büyük bir değişim vardır yaşamınızda.
Mesela sevgiliniz artık yanınızda absürt şeyler yapabilir hale gelmiştir. Paspal giyinmek, gaz çıkarmak, kürdanla diş karıştırmak… Yani o güzeller güzeli kadın yada beyaz atlı prensiniz olan adam yok olmuştur. Ancak içinizde onun bu doğallığına karşı sunduğunuz, hissettiğiniz bitmeyen bir sevginiz onu bu haliyle daha çok bağlar size. Yalan yoktur, kendini beğendirme çabası, yerli yersiz korkular yoktur. Çünkü artık bütünleşmişsinizdir. Onun giyimi, onun konuşmaları, sinirliyken takındığı agresif ruh hali… Hiçbiri sizin ona sunduğunuz sevgiyi yok edemeyecektir.
Ama yalan da söylememek lazım değil mi? Yoksa aşkınız bitti mi? Elleriniz titremiyor, kalbinizin sesini mi duyamıyorsunuz? Şimdi de mutlusunuz, ama fark ne?... Düşünceler kafa karıştırdı değil mi?
Ben size dememiş miydim? Aşk, kimyasal bir tepkime diye. Vücutlar birbirini gördü beğendi, arzuladı. Bakışlarla sevişti. Ve bir süre sonra aşk yerini alışkanlığa bıraktı. Bu sürede ortaya çıkan ve saklanması uzun sürmeyen insan karakteri meyvelerini tek tek size sunarak sizi tadıyla ya kendine bağladı ya da aşkın ölümsüz olduğunu düşünen size sevgiye ulaşamadan aşkı öldürmenizi sağladı.
Gerçek sevgiler, aşkın ardından karakterlerle bir bütün oluşturur ve sen-ben çizgisi sonsuz bir evrende bize dönüşür. Aşk, ölür evet. Ama sevgi baki kalır…Aşkın sevgiye dönüşmemiş halini istemeyin!! Aşkı sevgiye dönüştürüp onu yaşamış olmanın hazzıyla yüreğinizde büyütün.
Bırakın gökyüzünde kayan yıldızların ardından bakmayı, dilek tutmayı. Siz dünyaya sizin için gönderilmiş ruh ikizinizi bulun ve sonsuz yolculuğunuza birlikte “siz” olarak çıkın…
Aşk, ölür dostlar… Önemli olan ona saygıyı da katarak sevgiyi elde etmektedir…
Aşk < Sevgi (bence)
Yazan: Pembe modunuz Duygu
Sevgilerimle...:findikim:
Her zaman söylemişimdir. Aşk, sadece kimyasal bir tepkimedir. Bu yüzden de evlilik aşkı öldürüyor cümlesine hiçbir zaman katılmadım. Çünkü Aşk aslında ölmüyor sadece yerini daha kuvvetli ve sevgi denilen erişilmesi zor bir duygu seline emanet ediyor kalbi.
Eğer, onu her görüşünüzde ilk günkü gibi kalbinizin atacağını, kendinizi onun yanında hiç aç hissetmeyeceğinizi, elini tuttuğunda terleyeceğinizi, kalbinizin her an yerinden çıkacak gibi yüksek ritimlerde atacağını düşünüyorsanız aşkı bilmiyorsunuz ya da hiç gerçek dünyayı görmemişsiniz demektedir.
Aşk, beden dili ile konuşur ve karşınızdaki insanın kaşına, gözüne, boyuna posuna vs.. görünüşe dair ne varsa onları seçer. Karşınızdaki insanı tanıdıkça da onun kalbinde yer alan hisleri ve düşünceleri sizi ona bağlar yada o gördüğünüz kişinin beyaz atlı prens/prenses olmadığını kavrarsınız ve büyük bir ihtimalle yıkım yaşayarak aşka küsersiniz. Pop ya da arabesk sizi ifade edebilecek her şarkıyı dinlersiniz ve hayata olan küskünlüğünüz artar.
Oysa hayatın bir suçu yoktur. Aşkın da öyle. Sadece beklentilerinizdir sizi hayal kırıklığına uğratan.
Şöyle düşünün; bir arkadaş ortamında veya partide olduğunuzu. Ya da hadi mekanı siz seçin. Gözlerinizi kapatıp canlandırın. Belirlediğiniz o mekanda karşısınıza o kadar yakışıklı/güzel biri çıktı ki gözleriniz kamaşmaya başladı, kalbiniz deli gibi atıyor engel olamıyorsunuz. Sanki kalp atış sesiniz tüm şehirde duyuluyor gibi yüzünüz kızarmış. Boğazınıza oturmuş bir yumruk var konuşamıyorsunuz. Oldukça heyecanlısınız.
Bir şekilde tanıştınız bu heyecanı yaşatan kişiyle. (Buradaki tanışma sahneniz size özel olmalı, hayal gücünüze sığınıyorum) Eve doğru gitme vakti geldi, numaralar alındı. Heyecanınız had safhada. O yol sanki çiçekli yemyeşil ağaçlarla dolu. Oysa taş beton arasındasınız değişen bir şey yok. Ama bulutların üzerinde hayatınızın aşkını bulduğunuzu fısıldayan o aşk perisinin sesini kulaklarınızdan silemiyorsunuz.
İlk mesajlaşmalar başlıyor ardından… İlk kelime oldukça özenle seçiliyor. Bir yandan ilgilendiğinizi belli edecek, bir yandan ise ters teperse kıvırabilecek zeki bir kelime seçiyorsunuz. Hım… Biraz düşünelim. Mesela ne olabilir?..!! Buldum!!
Evet, buldunuz. İlk mesaja hemen başlayalım; “selam, bugün çok keyifliydi, sezen aksuyu çok sevdiğini söylemiştin, aklıma geldi de biz arkadaşlarla konserine gideceğiz bu hafta sonu. Ne dersin? Gelir misin?”
Waw!! Çok iyiydi. Önce neler konuştuğunuzun özeti aklınızdan geçerken can alıcı noktaları yakaladınız ve hemen aklınıza gelen hain planı uygulamaya koydunuz, çok şükür ki artık internet var. Hemen sezen aksu’nun bir konserini bulup arkadaşları da bilet parasını ödeyeceğinizi söyleyerek ikna ettiniz ve iş şimdi mesaja cevap gelmesinde.
Evet… Şimdi bekleyiş zamanı. Sanki asırlar geçmiş gibi. Oysa henüz 1 – 2 dakika oldu. Bu ne heyecan böyle? Şimdi düşüp ölecekmiş gibi hissettiriyor aşk insana. Ah aşk, sen nelere kadirsin. Ama dur bir dakika? Ya hayır derse? O zaman hem para gidecek hem o duygusal eşsiz şarkıları tek başına dinleyeceksin… Gerçi para umurunda değil, ya gururun! Hemen kafandan at o düşünceleri. Hemen!
Beklemek… Ne zordur değil mi? Belki müsait değil, belki uyuyor. Bu düşünceler hiç aklınıza gelmez ama. Zordur çünkü bekleyiş. Sonu ne olacak diye düşünmek kahreder adamı. Anlamsız bir iç geçirirsiniz bir sigara daha yakarsınız ardından. Duman altı olur küçücük odanız. Farkına bile varmazsınız, sanki birden bire yaşlanmış gibi hissedersiniz. Derken, bir ses gelir telefondan. Birkaç saniye algılamaz beyin bunu. O kadar alıştırmıştır ki kendini kötü sona. Mutlu bir şey beklemez. Kalbine komutlar verip durmuştur sürekli. En kötü senaryoya hazırlamıştır yüreğini .
Ve nihayet kendini toparlayıp korka korka elin uzanır telefona. İşte ölmek veya yaşamak arasında gidip gelinen o noktadasınızdır. Bir nefes daha alırsınız sigaranızdan. Veeee…
Gelen mesaj açık ve nettir; “ Harika olur… Beni davet etmene sevindim. Detayları yarın konuşuruz fazla müsait değilim”
İşte bu beklediğiniz yanıttı. Daha da iyisiydi. Biraz tedbirli olduğu kesindi. Adımlar sağlam atılıyordu. Ancak sesinizi duymak için bir kapı araladığını atlamamanız lazımdı.
İlk buluşmanız çok önemlidir. Ah o kalp sizi nasıl parmağında oynatır nasıl sömürür sizi, eminim siz de çok iyi bilirsiniz. Mutlaka yeni bir şeyler alınmalıdır sizi en iyi gösteren ne ise o olmalıdır. Hemen alışverişe başlanır, yeni bir kot pantolon mesela, bir sweet, bir bluz… Ne olursa… ama en güzeli olmalı. Sizden etkilenmeli, tüm güzelliğiniz/yakışıklılığınız ortaya çıkmalı.
Tüm bu koşuşturmalı hengâmeden sonra sıra o ana gelir… Buluşma anına… Onunla gözlerinizin tekrar buluşması, tüm bedeninizin onun çekim alanına girmesi, açlığınızın susuzluğunuzun dinmesi.. Dünyanın en ulaşılmaz hissi sayarsınız bu dakikaları. İçinizden deli bir kız/çocuk çıkacak ve ona sımsıkı sarılarak dünyanın yaşanma nedeninin bir tek o olduğunu haykırmak isteyecek adeta.
Ve ardından en sevdiğiniz sanatçı onun sevdiği sanatçı olacak… Onunla birlikte söyleyeceksiniz “ada vapuru yandan çarklı” diye… Aklınıza aşkın deli deli yaşanacağı adalar gelir. “Evet, mutlaka adalara da gitmeliyiz” diye geçer zihninizden… Derken eğlenceli bir gecenin ardından yine vedalaşma vaktidir kapıyı çalan.
Gözler buğulanır, kalbe bilinmeyen bir kütle çarpmışçasına sancılı gecelerin geleceği beyine duyurulur. Veda sonrası sessizlik hakimdir. Bir garipsinizdir işte… Aslında çok iyi biliyorsunuz ki aşıksınızdır.
Acınız da mutluluğunuz da tarifsizdir. Size özeldir. En büyük AŞK, sizinkidir.
Peki ya sonra dediğinizi duyar gibiyim.
Sonrası mı? Bırakalım da herşey dilediğiniz gibi gitsin. Buluşmalar devam etsin, hatta birbirinize ilanı-ı aşk edin. Ve biz gelin direkt bir kaç ay sonrasına gidelim.
Aaa! Çok pardon! Tamam, tamam… Hayalini bölmek istemezdim, hadi ben bir kahve molası verirken sen en güzel aylarını bir hayal et, yada geçmişe dönüp düşün. Ben hemen geleceğim…
***
Evet, nerde kalmıştık… Tamam buldum, çoğunlukla teyzelerin ve amcaların söylediği gibi CİCİM Ayları sona ermiştir.
Siz hala mutlusunuz, sevdiğinize karşı en güzel hisleri besliyorsunuz. Herşey yolunda. Ama farkına vardığınız , büyük bir değişim vardır yaşamınızda.
Mesela sevgiliniz artık yanınızda absürt şeyler yapabilir hale gelmiştir. Paspal giyinmek, gaz çıkarmak, kürdanla diş karıştırmak… Yani o güzeller güzeli kadın yada beyaz atlı prensiniz olan adam yok olmuştur. Ancak içinizde onun bu doğallığına karşı sunduğunuz, hissettiğiniz bitmeyen bir sevginiz onu bu haliyle daha çok bağlar size. Yalan yoktur, kendini beğendirme çabası, yerli yersiz korkular yoktur. Çünkü artık bütünleşmişsinizdir. Onun giyimi, onun konuşmaları, sinirliyken takındığı agresif ruh hali… Hiçbiri sizin ona sunduğunuz sevgiyi yok edemeyecektir.
Ama yalan da söylememek lazım değil mi? Yoksa aşkınız bitti mi? Elleriniz titremiyor, kalbinizin sesini mi duyamıyorsunuz? Şimdi de mutlusunuz, ama fark ne?... Düşünceler kafa karıştırdı değil mi?
Ben size dememiş miydim? Aşk, kimyasal bir tepkime diye. Vücutlar birbirini gördü beğendi, arzuladı. Bakışlarla sevişti. Ve bir süre sonra aşk yerini alışkanlığa bıraktı. Bu sürede ortaya çıkan ve saklanması uzun sürmeyen insan karakteri meyvelerini tek tek size sunarak sizi tadıyla ya kendine bağladı ya da aşkın ölümsüz olduğunu düşünen size sevgiye ulaşamadan aşkı öldürmenizi sağladı.
Gerçek sevgiler, aşkın ardından karakterlerle bir bütün oluşturur ve sen-ben çizgisi sonsuz bir evrende bize dönüşür. Aşk, ölür evet. Ama sevgi baki kalır…Aşkın sevgiye dönüşmemiş halini istemeyin!! Aşkı sevgiye dönüştürüp onu yaşamış olmanın hazzıyla yüreğinizde büyütün.
Bırakın gökyüzünde kayan yıldızların ardından bakmayı, dilek tutmayı. Siz dünyaya sizin için gönderilmiş ruh ikizinizi bulun ve sonsuz yolculuğunuza birlikte “siz” olarak çıkın…
Aşk, ölür dostlar… Önemli olan ona saygıyı da katarak sevgiyi elde etmektedir…
Aşk < Sevgi (bence)
Yazan: Pembe modunuz Duygu
Sevgilerimle...:findikim: