ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUK ANILARI
BÜYÜK KURTARICI
Atatürk'ün kız kardeşleri Makbule ile Naciye tartışıyordu.
Naciye: Abla, son günlerde annem ve babamın konuşmalarından şu sonuca ulaştım: Osmanlı kötüye gidiyor ve önlem alınmazsa sonumuz bir felaket.
Bunun üzerine Makbule: Doğrudur. Bir kötü gidişat var ama önlem alınmıyor. Saray yabancı kadınlarla doluymuş. Padişahın annesi yabancıymış. Annemiz Zübeyde Hanım bir Türk. Biz de Türküz diyoruz. Annemiz fransız veya rus olsaydı, biz de fransız ve rus olurduk. Fransa'ya ve Rusya'ya hizmet ederdik. Türkleri kendimize düşman bilirdik.
Naciye: Abla, sen bunları biliyorsun. Sadrazam ve vezirler de biliyor. Önlem alsalar ya.
Makbule: Naciye, biliyorsun, ben Osmanlı tarihini araştırdım. Belli bir dönemden sonra kaç tane Türk sadrazam ve vezir adı söyleyebilirsin?
Naciye: Çoğu başka milletlerden, aralarında Türk yok gibi.
Makbule: Bunlardan Osmanlı Devleti yıkılmasın demesini bekleyemezsin.
---------------------------------------------------------------------
BEN BEBEK MİYDİM?
Yıl 1872. Evde oturmaktan canı sıkılan Fatma'yı annesi Selanik sokaklarında gezmeye çıkardı. Sokaklar bomboştu, Arada bir tek tük adamlar geçiyordu. Bu Selanik'te kadın yok muydu? Çocuklar evet çocuklar hani neredeydi? Neden eve kapatılmıştı? Bu durum Fatma'nın kafasına takıldı. Annesine şöyle bir soru sordu: Yemeklerimi yemiyordum ya o zaman ben bebek miydim? Zübeyde Hanım derinden etkilendi. Bilmem kaç zaman önce Fatma ile böyle bir fikir alışverişi olmuştu. Fatma, yemeklerini neden yemiyorsun, demişliği vardı ama Fatma'nın bunu hatırlaması olanaksızdı. Zübeyde Hanım, Fatma'sına sıkıca sarıldı.
Daha sonra sahile çıktılar. Boylu boyunca Ege Denizi önlerinde uzanıyordu. Vur patlasın, çal oynasın eğlenen, günün yirmi dört saati etkinliğini gösteren sahil gazinolarında ermeni, rum, yunan ve diğerleri coşku doluydu. Zübeyde Hanım kızı Fatma'nın elini sıkıca tuttu. Eve doğru yöneldi. Ali Rıza Bey işten dönmüş ve yorgun olmalıydı. O geldiğinde mutfakta olmamak yakışık almazdı.
---------------------------------------------------------------
BİR TORBA BALIK
Ali Rıza Bey ile oğlu Ahmet o sabah erkenden kalktı. Akşamdan sözleşmişlerdi, yarınki balık tutma işi için. Önceleri Zübeyde Hanım karşı çıkmıştı. Ne gereği var canım, sabah erken kalkmanın. Biraz uykunuzu alıp bir iki saat geç kalksanız da olur. Sanki Ege Denizi'nin balıkları Ali Rıza Bey ile Ahmet gelecek ve biz onların oltasına ilk takılan olacağız, mı diyecekler dediyse de dinletemedi. Zübeyde Hanım onları sabah erkenden yolcu etti.
Ali Rıza Bey ile Ahmet çok hırslıydı. Ellerinde birer olta ve gelsindi balıklar, atılsınlardı oltaya, bakalım kim, kaç balık yakalayacaktı?
Aradan saatler geçti. Ali Rıza Bey ve Ahmet saatlerdir denize olta atıyordu. Oltanın ucundaki yem yeniyor ama balık yakalanmıyordu. Kavanoz içinde getirilen yemler bitmiş ama ortada balık yoktu.
İkindi vaktini geçmişti. Ali Rıza Bey ve Ahmet, bu balıklar bizi sevmedi. Yem yiyor ama kaçıyorlar. Anneni ben severim, sen de seversin. Dönerken balık alalım, annen de sevinsin ama aramızda sır. Aradan yüz yıl geçse bile anneye söylemek yok.
Bunun üzerine Ahmet, merak etme baba. Bizim balık almamızın kimseye zararı yok.
Ali Rıza Bey ile Ahmet, akşamüstü bir torba balıkla eve giriş yaptı. Zübeyde Hanım onları coşkuyla karşıladı. Akşam yemeğinde bol bol balık yediler.
---------------------------------------------------------------------------
ALİ RIZA BEY'İN ÇOCUKLUĞU
Ali Rıza on dört yaşındaydı. Arkadaşı Osman'la komşu köye gitmiş ve yalnız geri dönüyordu. Gök gürlemeye başladı. Belli yağmur geliyordu. Ali Rıza adımlarını hızlandırdı. Köyüne daha yol vardı. Bir saçak altı, bir girdap bulup yağmurun dinmesini beklemeliydi. Karşıda bir çınar ağacı gördü. Onların yüzlerce yıl yaşayanı vardı. Ne fırtınalar, yağmurlar atlatırlardı. Hem bu çınar ağacı tam bir saçak altıydı. Oraya sığınırsa yağmurun damlası değmezdi. Aniden gökyüzünde bir şimşek çaktı. Sonrasında uzaklara yıldırım düştü. İleride gökyüzü daha karaydı. Kısa bir süre sonra doğa gerçek gücünü gösterip yağmur damlalarını ağırlaştırırdı. Pek çok şimşek çaktırıp yıldırım düşürür ve bazı canlıların yaşamlarını sonlandırırdı. Ali Rıza oralarda bir çukur bulup içine sindi. Zaten sırılsıklam ıslanmıştı. Yağmurdan korkusu yoktu. O'nun düşüncesi yıldırımdı. Her şimşek çakışında korkmuyordu ama ürperiyordu.
Al Rıza bir anlık zaman diliminde başını yukarı kaldırıp ileri baktı. Adamın biri hızla gelerek çınarın altına sığındı. Saniyesinde şimşek çaktı ve yıldırım düştü. Boğuk bir feryat duyuldu ve adam yere yığıldı.
Ali Rıza: Vay anasını, demek ben oraya önce varsaydım yıldırım bana düşecekti. Beni bu hayattan silip süpürecekti. Ben bu hayatta var olmalıyım ve en azından çocuklarım olmalı.
Sonradan yağmur dindi. Ali Rıza çukurdan çıktı, çınarın altına gitti. Yıldırım adamı yakmış ve ikiye bölmüştü. Daha sonra köyüne doğru yöneldi. Köy kahvesinde olanları anlattı ve yardım etmelerini istedi.
Ali Rıza evine vardığında annesi Ayşe Hanım olanları dinleyince çok şaşırdı. O, insan hayatının doğa tarafından bu kadar kolay yok edilemeyeceği düşüncesindeydi. Kulaktan dolma değerlerle hayatı şekillendirirdi. Ali Rıza'nın anlattığı bu olay ve yorumu hayatına değişik bir bakış açısı kazandırmıştı.
Ali Rıza bir süre daha hayata devam edebileceği düşüncesindeydi. Belki bir gün evlenir, çocukları olurdu. Eğer çocukları olursa, onları çok sevecekti.
--------------------------------------------------------------------------
GAGASI OLMAYAN KARTAL
Atatürk'ün abileri Ahmet 9, Ömer 8 yaşındaydı. Kardeşleri 2 yaşındaki Mustafa'nın elinden tutarak mutfağa gittiler. Annelerinden bir hikaye anlatmasını isteyeceklerdi ama anneleri mutfakta yoktu. Odalara baktılar, evde yoktu. Yatak odasına yöneldiler. Babaları Ali Rıza Bey orada olmalıydı. Kapıyı çaldılar, içeriden buyurun, gelin denince içeri girdiler.
Ali Rıza Bey: Krallarım benim, şahlarım, padişahlarım! Siz üçünüz bir anda tarih sahnesinden silinseniz, ben kime oğlum derim? Kim benim adımı tarih karşısında yargılar? Kim benim adımı tarihe sabitler? Siz üç oğlumdan en az biri büyük işler başarsın ve benim adım da bu O'nun babasıdır diye anılsın. Tarihe geçsin. Yüzyıl sonra yeniden dünyaya gelsem ve adım kitaplarda yoksa hakkımı helal etmem bilmiş olun.
Bunun üzerine Ahmet: Baba, yüzyıl sonra bizim adımızdan yola çıkarak tarih kitaplarında bolca varsan ne diyeceksin?
Ali Rıza Bey: O kadar mutlu olurum ki herhalde kanatlanıp gökyüzüne uçarım.
Sonrasında derin bir sessizlik oldu.
Ömer: Annem mutfakta yoktu. Hikaye anlatmasını isteyecektik. Şimdi buraya geldik. Baba, bize bir hikaye anlatır mısın?
Ali Rıza Bey: Canım oğullarım, siz isteyin ben size sabaha kadar on tane hikaye anlatırım, dedi ve bir hikaye anlatmaya başladı:
Kendini gökyüzünün hakimi sanan bir kartal vardı. Çok büyüktü. Kanat açıklığı on metreyi buluyordu. Aslanlar, kaplanlar ondan korkardı. Pençelerine yakalanan hiçbir canlı sağ kurtulamazdı.. Yaşlanan kartalın gagası düşüyordu ya işte bu kartal da yaşlanınca gagası düştü. Gagası olmayan bu kartal yeni bir gaga çıkması için, aylarca bekledi. Sonunda beklemekten sıkıldı. Timsah dolu bir nehre atladı ve timsahlar onu yedi. Hikayemiz burada bitti.
Ahmet sordu: Baba, bu anlattığınız hikayeden nasıl bir ders çıkarmalıyız?
Ali Rıza Bey: Hikaye anlatmamı istediniz, işte hikaye anlattım. Varın ötesini de siz hesap edin. Ne anladıysanız onu anlatmışımdır.
------------------------------------------------------------------------
ALİ RIZA İLE ZÜBEYDE'NİN AŞKI
Ali Rıza memur olmuştu. Kazancı iyiydi. Mahalle arkadaşları, tanıdıkları, amca çocukları evlenmişti. Arkadaşlarından ikinciye çocuğu olan vardı. Düğünlerde kızlarla dans eder, şarkı söylerdi. Aşkın ve aşığın yaşatılması taraftarıydı.
Babası ve annesi nice zamandır Ali Rıza'ya kız buluyor, Ali Rıza kızı görüyor ve evlenilecek nitelikte bulmuyordu. Ali Rıza'ya kız beğendirmek çok zordu. Yaşın otuz oldu, evlen artık Ali Rıza, diyorlardı.
Günlerden bir gün babası işten dönmemişti, annesi oğlunu karşısına aldı: Bak Ali Rıza, komşular dediydi, sarı saçlı, mavi gözlü, dünya güzeli bir kız var. Adı Zübeyde. Gittim, gördüm. Terbiyeli, saygılı. Baban, sen, ben evlerine gidelim, kızı bir de sen gör.
Ali Rıza: Olur anne, istersen yarın gidelim, ne dersin?
Annesi: Tamam, yarın gidelim.
Ertesi gün Ali Rıza, annesi ve babası, Zübeyde'nin evine gitti. Ali Rıza, Zübeyde'yi görünce beyninden vurulmuşa döndü.
Bu kız geçen gece rüyasında gördüğü kızdı.
Selanik'te bu kadar güzel bir kız varmış da benim haberim yokmuş, diye kendi kendine hayıflandı. Ali Rıza'nın babası Ahmet Efendi, isterseniz gidin bahçede bir gezin gelin, dedi ve gençler bahçeye çıktı. Ali Rıza, Zübeyde ile ağaçlardan, çiçeklerden bahsederek bahçenin sonuna kadar gitti. Dönüş yolunda Zübeyde'ye evlenme teklif etti: Zübeyde, benimle evlenir misin? dedi.
Zübeyde: Niyetli olmasaydım buraya gelmezdim, dedi. Ali Rıza öylece kalakaldı. Bundan sonra ne yapması gerektiğini bilemedi.
Daha sonraki günlerde Ali Rıza ile Zübeyde, Selanik sokaklarında gezdiler, dolaştılar. Zübeyde'nin evinde nişan töreni yapıldı. Zübeyde düğün istemedi. Ali Rıza, seninle olduğum her gün bana düğün dedi ve Zübeyde'den tarafa çıktı.
Aradan günler, aylar, yıllar geçti. Onların altı tane çocukları oldu. Hepsi birbirinden değerliydi. Mustafa da bunlardan biriydi. Daha sonra Mustafa Kemal adını alacak ve yurdu istila edilen Türk'ün Kurtuluş Savaşı'nı başlatacaktı.
--------------------------------------------------------------------------------
GERÇEK OLAN NEDİR?
Ali Rıza ile Zübeyde nişanlanalı bir ay olmuştu ki bunlar Selanik sokaklarında gezmeye çıktı.
Ali Rıza: Zübeyde istersen şurada oturalım. Ege Denizi önümüzde, Selanik arkamızda biz hayattan başka ne bekleriz?
Bunun üzerine Zübeyde: Ali Rıza, hayattan istenecek çok şey var ama hayat bunları bir anda bize vermiyor. Kısım kısım veriyor. Bazen hiç vermez.
Ali Rıza: Bilirim Zübeyde, bilirim. Onun öyle olduğunu bilirim.
Zübeyde: Biz hayat olsak hayatı kurgulasak. Hayat kötü olsa iyi insanları kötülüğe yönlendirse işsiz bıraksa soygun yaptırsa sen buna iyidir diyebilir misin?
Ali Rıza: Annesi hasta olan genç adam işsizdi, parası yoktu. Bu genç eczaneye girdi. Eczacıya reçeteyi gösterdi, gerekli olan ilaçları aldı. Dört kutu ilaç. Para vermeden çıkıp gitti. Zübeyde, sen hakim olsan bu genci hapse atabilir misin? Belki annesi ertesi gün kalkıp yürüyecek. Zaten eczacı şikayetçi olmamış.
Zübeyde: Bak Ali Rıza, bunlar göreceli kavramlar. On kişi olsa beşi evet der, beşi karşı çıkar. Herkes akıl fikir düzeyi, zeka seviyesi açısından fikir ileri sürüp yorum yapar. Ama gerçek olan nedir?
-----------------------------------------------------------------------------------
DÜĞÜNE DÖRT GÜN KALDI
Ali Rıza ile Zübeyde için, gündüz nikah, gece düğün törenine dört gün kalmıştı. Bunlar yine bir fırsatını bulup yalnızlığa adım atmıştı.
Ali Rıza: Zübeyde sen böyle konuları konuşmaktan hoşlanmazsın ama ben yine de sormak istiyorum. Biz evlenince kaç çocuğumuz olsun istersin?
Zübeyde: Aman Ali Rıza, hele bir çocuğumuz olsun, ben onu el bebek, gül bebek beslerim. Araştırdım ve buldum. Yeni evli çiftlerin ilk çocukları yüzde yetmiş ihtimalle kız oluyormuş. Belki yüz yıl sonra bu yüzde seksene çıkarmış. Ali Rıza, ilk çocuğumuz kız olsa sen bundan rahatsız olur musun?
Ali Rıza: Böyle bir şey kesinlikle söz konusu değil. Zübeyde, sen beni iyi tanımamışsın. Kızım olsun, oğlum olsun onu bağrıma basarım.
Sonunda o dört gün geçti. Ali Rıza ile Zübeyde evlendi. İlk çocukları Fatma oldu. Ali Rıza ile Zübeyde onu bağrına bastı. Gelecekte onları mutlu günler bekliyordu.
Aradan yıllar geçti. Fatma dördüncü yaş gününü kutluyordu. Zübeyde Hanım yaptığı pastanın üstüne dört mum dikmişti. Fatma mumları üfledi ve dört yaşına girdi. Önünde uzun bir yaşam vardı ve O bu şansını sonuna kadar kullanırdı.
-----------------------------------------------------------------------------
ALİ RIZA BEY'İN ÇOCUKLUĞU
Ali Rıza Bey, Selanik'te dünyaya geldi. İlkokulu Mahalle Mektebi'nde okudu. 12 yaşına gelince arkadaşları arasında parmakla gösterilirdi. Çok iyi tekmük oynardı. ( Şimdiki futbol maçı ) Mahalle maçlarında başı önde sahadan hiç ayrılmamıştı. Maç başlayınca geri gelir, kendini kaybettirir, sonradan ileri çıkar, ataklara katılırdı. Takımı ileri çıkmışken, rakip takım savunması buna önem vermez, defans elemanları yanında olmazdı. Top, Ali Rıza'yı severdi. Rakip kale önünde boş pozisyonda durur ve topun gelmesini beklerdi. Hata affetmez ve soğukkanlı bir vuruşla golü atardı. Gool diye öyle bir bağırır ve kaçardı ki, en hızlı koşan arkadaşı O'na yetişemezdi.
Günlerden bir gün Ali Rıza evde ders çalışıyordu. Kapı çalındı. Ali Rıza yan pencereden baktı. İki arkadaşı bekliyordu. Annesi Ayşe Hanım kapıyı açtı. Çocuklardan biri atıldı: Ali Rıza evde mi? Maçımız var da. O'nu çağırmaya geldik. Arkadaşlar bekliyor.
Ayşe Hanım: Ali Rıza'nın dersleri çokmuş. Yarın imtihanı varmış. Boşuna beklemeyin gelemez.
Aradan dakikalar geçti. Ali Rıza odanın içinde dört döndü. Eğer arkadaşlar gitmezse ben giderim, diye düşündü. Dönmeye devam etti. Ali Rıza sonradan yan pencerenin perdesini aralayıp kapı önüne baktı. Arkadaşları gitmemiş ve bekliyordu. Demek ki iş ciddiydi. Maç iddialıydı. Ali Rıza odadan çıktı. Mutfakta duran annesinin yanına gitti: Anne, arkadaşlar kapıda bekliyor. Derslerimi bitirdim. İmtihana hazırım ve en yüksek notu ben alacağım. Maça gideyim ha, ne dersin?
Annesi olur deyince Ali Rıza bir sevindi ki sormayın.
Maçın oynanacağı yere merdivenli yokuştan inilirdi. Ali Rıza yokuşun başında görününce arkadaşları arasında bir dalgalanma oldu. İşte Ali Rıza gelmişti ve bu maç kazanılırdı. Karşı takımın golcüsü Necdet uzun boyluydu ve elleri belinde bekliyordu. Ali Rıza'ya baktı. O'nu küçük görmedi ama büyük de görmedi. Arkadaşlarının neden Ali Rıza'ya bu kadar önem verdiğini anlamadı. Her zaman olduğu gibi gollerini birbiri ardına sıralar maçı kazanırdı.
Maç başlayalı on dakika olmuştu ki Necdet ikinci golünü attı. Sonrasında takımı rehavete kapıldı ve Ali Rıza sahneye çıktı. Şahlanan takım arkadaşlarıyla ileri atıldı. Ali Rıza'nın attığı dört golle maç 4-2 galibiyetle sonuçlandı.
Ali Rıza iddia gazozunu içerken, kimseyi alaya almadı. Daha sonra arkadaşlarından ayrılıp eve gelince annesi sordu: Ali Rıza maçı kazandınız mı?
Ali Rıza: Evet anne, kazandık. Onlar iki attı, ben dört attım ve maçı kazandık.
Annesi: Böyle olacağı belliydi. Ben senin kaybettiğini hiç duymadım.
-------------------------------------------------------------------------------
BİR ALİ RIZA BEY HİKAYESİ
Mustafa 2 yaşında, abileri Ahmet 9, Ömer 8 yaşındaydı. Üç kardeş annelerinin yanına gitti ve bir hikaye anlatmasını istedi. Anneleri Zübeyde Hanım başının ağrıdığını söyleyerek çocukları babalarına yönlendirdi ve şunu ekledi: Aman, dikkat çocuklar, ben size genelde insanlar hakkında hikaye anlattım. Babanız tilkili, kuşlu, ördekli hikaye anlatır ve hikayenin sonu tahminlerin dışındadır. Şok olursunuz. Dağılıp da gelirseniz sizi toplayamam bilmiş olun.
Ahmet: Sen bizi merak etme anne. Ben ve Ömer dağılmam, Mustafa hiç dağılmaz. Anlatsın bakalım babam hikayesini ve bizi şok etsin görelim.
Kardeşler, babalarının yanına geldiğinde Ali Rıza Bey kafasını elleri arasına almış, düşünceye dalmıştı. Ahmet olanları anlatınca hiç şaşırmadı. İnsanoğlunun çözülemeyen sorunları olunca dönüp dolaşacağı yer benim diyordu. Sonrasında Ali Rıza Bey şu hikayeyi anlattı: Bir ördek vardı. Yaşadığı çağa göre, ileri düzeyde zeka sahibiydi. Ördekler etrafında toplanır, oyunlar oynardı. Bu oynadıkları oyunlar eğlence içindi. Bizim ördekle ilgisi yoktu. Bizim ördek hayatı kendi kurgulamak isterdi. Bir kader yapıcının var olduğunu düşünmezdi. Yaşadığın kader oluyor derdi. Bir gün bu ördek üç ileri, bir geri yürürken etrafını tilkiler sardı. Onlarla söz düellosuna girdi ve onlara sorular sordu. Siz tilkisiniz ama kurttan ne farkınız var? İki tilki bir kurt eder diyorlar. Bir tilki bir kurt neden etmesin? İnsanlar hayvanat bahçesi yapıyor ve tilkiyi kafese kapatıyor. Neden tilkiler insanat bahçesi yapmıyor ve insanı tutsak etmiyor?
Aradan zaman geçtiği halde ördeğin sorduğu sorular bitmiyordu. Sonunda tilkiler, sensin, dedi ve ördeği bir tilkiden yüz kat daha zeki tilkiler kralının huzuruna çıkardı. Ördek tilkilere anlattıklarını tilkiler kralına da anlattı. Onunla söz düellosuna girdi. Bu durum tilkiler kralını rahatsız etti. Şu ördek de kimdi ve tilkiler dünyasına hücum etmişti? Bunlardan yüz tanesini toplasan bir tilki etmezdi. Tilkiler kralı, on yıllık krallığının son bombasını patlattı: -- Siz ördekler, kanatlarınız var uçuyorsunuz. Kanatlarınızı tilkilere verseniz, tilkiler dünyaya hakim olurdu. Neden dünyaya hakim olamıyorsunuz? Sizi engelleyen nedir?
-- Tilkiler kralı, biz dünyaya hakim olamıyoruz, siz de hakim olamıyorsunuz. O zaman gücünüzü kurtlara verin de kurtlar dünyaya hakim olsun, dedi. Bunu duyan kurtlar harekete geçti ve dünya yönetimini aldı.
Çocuklar, işte bundan dolayıdır ki, hiçbir kurdu evcileştiremezsin. Sirklerde gösteri yapan aslanlar, kaplanlar evcilleştirilmiştir. Ben bunca yıllık yaşamım boyunca hiçbir kurdun sirkte gösteri yaptığını duymadım.
Ali Rıza Bey sözlerini tamamladığında oğulları şok halindeydi. Bildik bilginin dışına çıkılmış ve kendilerine bilinmedik bilgi verilmişti. Babalarının yanında ayrılırken, biraz daha özgür ve mutluydular. Tam özgürlük Ali Rıza Bey'in hikayelerinde saklıydı.
Atatürk'ün Çocukluğu - Ezgi Yayınları - Yayın Yılı: Aralık 1994
BÜYÜK KURTARICI
Atatürk'ün kız kardeşleri Makbule ile Naciye tartışıyordu.
Naciye: Abla, son günlerde annem ve babamın konuşmalarından şu sonuca ulaştım: Osmanlı kötüye gidiyor ve önlem alınmazsa sonumuz bir felaket.
Bunun üzerine Makbule: Doğrudur. Bir kötü gidişat var ama önlem alınmıyor. Saray yabancı kadınlarla doluymuş. Padişahın annesi yabancıymış. Annemiz Zübeyde Hanım bir Türk. Biz de Türküz diyoruz. Annemiz fransız veya rus olsaydı, biz de fransız ve rus olurduk. Fransa'ya ve Rusya'ya hizmet ederdik. Türkleri kendimize düşman bilirdik.
Naciye: Abla, sen bunları biliyorsun. Sadrazam ve vezirler de biliyor. Önlem alsalar ya.
Makbule: Naciye, biliyorsun, ben Osmanlı tarihini araştırdım. Belli bir dönemden sonra kaç tane Türk sadrazam ve vezir adı söyleyebilirsin?
Naciye: Çoğu başka milletlerden, aralarında Türk yok gibi.
Makbule: Bunlardan Osmanlı Devleti yıkılmasın demesini bekleyemezsin.
---------------------------------------------------------------------
BEN BEBEK MİYDİM?
Yıl 1872. Evde oturmaktan canı sıkılan Fatma'yı annesi Selanik sokaklarında gezmeye çıkardı. Sokaklar bomboştu, Arada bir tek tük adamlar geçiyordu. Bu Selanik'te kadın yok muydu? Çocuklar evet çocuklar hani neredeydi? Neden eve kapatılmıştı? Bu durum Fatma'nın kafasına takıldı. Annesine şöyle bir soru sordu: Yemeklerimi yemiyordum ya o zaman ben bebek miydim? Zübeyde Hanım derinden etkilendi. Bilmem kaç zaman önce Fatma ile böyle bir fikir alışverişi olmuştu. Fatma, yemeklerini neden yemiyorsun, demişliği vardı ama Fatma'nın bunu hatırlaması olanaksızdı. Zübeyde Hanım, Fatma'sına sıkıca sarıldı.
Daha sonra sahile çıktılar. Boylu boyunca Ege Denizi önlerinde uzanıyordu. Vur patlasın, çal oynasın eğlenen, günün yirmi dört saati etkinliğini gösteren sahil gazinolarında ermeni, rum, yunan ve diğerleri coşku doluydu. Zübeyde Hanım kızı Fatma'nın elini sıkıca tuttu. Eve doğru yöneldi. Ali Rıza Bey işten dönmüş ve yorgun olmalıydı. O geldiğinde mutfakta olmamak yakışık almazdı.
---------------------------------------------------------------
BİR TORBA BALIK
Ali Rıza Bey ile oğlu Ahmet o sabah erkenden kalktı. Akşamdan sözleşmişlerdi, yarınki balık tutma işi için. Önceleri Zübeyde Hanım karşı çıkmıştı. Ne gereği var canım, sabah erken kalkmanın. Biraz uykunuzu alıp bir iki saat geç kalksanız da olur. Sanki Ege Denizi'nin balıkları Ali Rıza Bey ile Ahmet gelecek ve biz onların oltasına ilk takılan olacağız, mı diyecekler dediyse de dinletemedi. Zübeyde Hanım onları sabah erkenden yolcu etti.
Ali Rıza Bey ile Ahmet çok hırslıydı. Ellerinde birer olta ve gelsindi balıklar, atılsınlardı oltaya, bakalım kim, kaç balık yakalayacaktı?
Aradan saatler geçti. Ali Rıza Bey ve Ahmet saatlerdir denize olta atıyordu. Oltanın ucundaki yem yeniyor ama balık yakalanmıyordu. Kavanoz içinde getirilen yemler bitmiş ama ortada balık yoktu.
İkindi vaktini geçmişti. Ali Rıza Bey ve Ahmet, bu balıklar bizi sevmedi. Yem yiyor ama kaçıyorlar. Anneni ben severim, sen de seversin. Dönerken balık alalım, annen de sevinsin ama aramızda sır. Aradan yüz yıl geçse bile anneye söylemek yok.
Bunun üzerine Ahmet, merak etme baba. Bizim balık almamızın kimseye zararı yok.
Ali Rıza Bey ile Ahmet, akşamüstü bir torba balıkla eve giriş yaptı. Zübeyde Hanım onları coşkuyla karşıladı. Akşam yemeğinde bol bol balık yediler.
---------------------------------------------------------------------------
ALİ RIZA BEY'İN ÇOCUKLUĞU
Ali Rıza on dört yaşındaydı. Arkadaşı Osman'la komşu köye gitmiş ve yalnız geri dönüyordu. Gök gürlemeye başladı. Belli yağmur geliyordu. Ali Rıza adımlarını hızlandırdı. Köyüne daha yol vardı. Bir saçak altı, bir girdap bulup yağmurun dinmesini beklemeliydi. Karşıda bir çınar ağacı gördü. Onların yüzlerce yıl yaşayanı vardı. Ne fırtınalar, yağmurlar atlatırlardı. Hem bu çınar ağacı tam bir saçak altıydı. Oraya sığınırsa yağmurun damlası değmezdi. Aniden gökyüzünde bir şimşek çaktı. Sonrasında uzaklara yıldırım düştü. İleride gökyüzü daha karaydı. Kısa bir süre sonra doğa gerçek gücünü gösterip yağmur damlalarını ağırlaştırırdı. Pek çok şimşek çaktırıp yıldırım düşürür ve bazı canlıların yaşamlarını sonlandırırdı. Ali Rıza oralarda bir çukur bulup içine sindi. Zaten sırılsıklam ıslanmıştı. Yağmurdan korkusu yoktu. O'nun düşüncesi yıldırımdı. Her şimşek çakışında korkmuyordu ama ürperiyordu.
Al Rıza bir anlık zaman diliminde başını yukarı kaldırıp ileri baktı. Adamın biri hızla gelerek çınarın altına sığındı. Saniyesinde şimşek çaktı ve yıldırım düştü. Boğuk bir feryat duyuldu ve adam yere yığıldı.
Ali Rıza: Vay anasını, demek ben oraya önce varsaydım yıldırım bana düşecekti. Beni bu hayattan silip süpürecekti. Ben bu hayatta var olmalıyım ve en azından çocuklarım olmalı.
Sonradan yağmur dindi. Ali Rıza çukurdan çıktı, çınarın altına gitti. Yıldırım adamı yakmış ve ikiye bölmüştü. Daha sonra köyüne doğru yöneldi. Köy kahvesinde olanları anlattı ve yardım etmelerini istedi.
Ali Rıza evine vardığında annesi Ayşe Hanım olanları dinleyince çok şaşırdı. O, insan hayatının doğa tarafından bu kadar kolay yok edilemeyeceği düşüncesindeydi. Kulaktan dolma değerlerle hayatı şekillendirirdi. Ali Rıza'nın anlattığı bu olay ve yorumu hayatına değişik bir bakış açısı kazandırmıştı.
Ali Rıza bir süre daha hayata devam edebileceği düşüncesindeydi. Belki bir gün evlenir, çocukları olurdu. Eğer çocukları olursa, onları çok sevecekti.
--------------------------------------------------------------------------
GAGASI OLMAYAN KARTAL
Atatürk'ün abileri Ahmet 9, Ömer 8 yaşındaydı. Kardeşleri 2 yaşındaki Mustafa'nın elinden tutarak mutfağa gittiler. Annelerinden bir hikaye anlatmasını isteyeceklerdi ama anneleri mutfakta yoktu. Odalara baktılar, evde yoktu. Yatak odasına yöneldiler. Babaları Ali Rıza Bey orada olmalıydı. Kapıyı çaldılar, içeriden buyurun, gelin denince içeri girdiler.
Ali Rıza Bey: Krallarım benim, şahlarım, padişahlarım! Siz üçünüz bir anda tarih sahnesinden silinseniz, ben kime oğlum derim? Kim benim adımı tarih karşısında yargılar? Kim benim adımı tarihe sabitler? Siz üç oğlumdan en az biri büyük işler başarsın ve benim adım da bu O'nun babasıdır diye anılsın. Tarihe geçsin. Yüzyıl sonra yeniden dünyaya gelsem ve adım kitaplarda yoksa hakkımı helal etmem bilmiş olun.
Bunun üzerine Ahmet: Baba, yüzyıl sonra bizim adımızdan yola çıkarak tarih kitaplarında bolca varsan ne diyeceksin?
Ali Rıza Bey: O kadar mutlu olurum ki herhalde kanatlanıp gökyüzüne uçarım.
Sonrasında derin bir sessizlik oldu.
Ömer: Annem mutfakta yoktu. Hikaye anlatmasını isteyecektik. Şimdi buraya geldik. Baba, bize bir hikaye anlatır mısın?
Ali Rıza Bey: Canım oğullarım, siz isteyin ben size sabaha kadar on tane hikaye anlatırım, dedi ve bir hikaye anlatmaya başladı:
Kendini gökyüzünün hakimi sanan bir kartal vardı. Çok büyüktü. Kanat açıklığı on metreyi buluyordu. Aslanlar, kaplanlar ondan korkardı. Pençelerine yakalanan hiçbir canlı sağ kurtulamazdı.. Yaşlanan kartalın gagası düşüyordu ya işte bu kartal da yaşlanınca gagası düştü. Gagası olmayan bu kartal yeni bir gaga çıkması için, aylarca bekledi. Sonunda beklemekten sıkıldı. Timsah dolu bir nehre atladı ve timsahlar onu yedi. Hikayemiz burada bitti.
Ahmet sordu: Baba, bu anlattığınız hikayeden nasıl bir ders çıkarmalıyız?
Ali Rıza Bey: Hikaye anlatmamı istediniz, işte hikaye anlattım. Varın ötesini de siz hesap edin. Ne anladıysanız onu anlatmışımdır.
------------------------------------------------------------------------
ALİ RIZA İLE ZÜBEYDE'NİN AŞKI
Ali Rıza memur olmuştu. Kazancı iyiydi. Mahalle arkadaşları, tanıdıkları, amca çocukları evlenmişti. Arkadaşlarından ikinciye çocuğu olan vardı. Düğünlerde kızlarla dans eder, şarkı söylerdi. Aşkın ve aşığın yaşatılması taraftarıydı.
Babası ve annesi nice zamandır Ali Rıza'ya kız buluyor, Ali Rıza kızı görüyor ve evlenilecek nitelikte bulmuyordu. Ali Rıza'ya kız beğendirmek çok zordu. Yaşın otuz oldu, evlen artık Ali Rıza, diyorlardı.
Günlerden bir gün babası işten dönmemişti, annesi oğlunu karşısına aldı: Bak Ali Rıza, komşular dediydi, sarı saçlı, mavi gözlü, dünya güzeli bir kız var. Adı Zübeyde. Gittim, gördüm. Terbiyeli, saygılı. Baban, sen, ben evlerine gidelim, kızı bir de sen gör.
Ali Rıza: Olur anne, istersen yarın gidelim, ne dersin?
Annesi: Tamam, yarın gidelim.
Ertesi gün Ali Rıza, annesi ve babası, Zübeyde'nin evine gitti. Ali Rıza, Zübeyde'yi görünce beyninden vurulmuşa döndü.
Bu kız geçen gece rüyasında gördüğü kızdı.
Selanik'te bu kadar güzel bir kız varmış da benim haberim yokmuş, diye kendi kendine hayıflandı. Ali Rıza'nın babası Ahmet Efendi, isterseniz gidin bahçede bir gezin gelin, dedi ve gençler bahçeye çıktı. Ali Rıza, Zübeyde ile ağaçlardan, çiçeklerden bahsederek bahçenin sonuna kadar gitti. Dönüş yolunda Zübeyde'ye evlenme teklif etti: Zübeyde, benimle evlenir misin? dedi.
Zübeyde: Niyetli olmasaydım buraya gelmezdim, dedi. Ali Rıza öylece kalakaldı. Bundan sonra ne yapması gerektiğini bilemedi.
Daha sonraki günlerde Ali Rıza ile Zübeyde, Selanik sokaklarında gezdiler, dolaştılar. Zübeyde'nin evinde nişan töreni yapıldı. Zübeyde düğün istemedi. Ali Rıza, seninle olduğum her gün bana düğün dedi ve Zübeyde'den tarafa çıktı.
Aradan günler, aylar, yıllar geçti. Onların altı tane çocukları oldu. Hepsi birbirinden değerliydi. Mustafa da bunlardan biriydi. Daha sonra Mustafa Kemal adını alacak ve yurdu istila edilen Türk'ün Kurtuluş Savaşı'nı başlatacaktı.
--------------------------------------------------------------------------------
GERÇEK OLAN NEDİR?
Ali Rıza ile Zübeyde nişanlanalı bir ay olmuştu ki bunlar Selanik sokaklarında gezmeye çıktı.
Ali Rıza: Zübeyde istersen şurada oturalım. Ege Denizi önümüzde, Selanik arkamızda biz hayattan başka ne bekleriz?
Bunun üzerine Zübeyde: Ali Rıza, hayattan istenecek çok şey var ama hayat bunları bir anda bize vermiyor. Kısım kısım veriyor. Bazen hiç vermez.
Ali Rıza: Bilirim Zübeyde, bilirim. Onun öyle olduğunu bilirim.
Zübeyde: Biz hayat olsak hayatı kurgulasak. Hayat kötü olsa iyi insanları kötülüğe yönlendirse işsiz bıraksa soygun yaptırsa sen buna iyidir diyebilir misin?
Ali Rıza: Annesi hasta olan genç adam işsizdi, parası yoktu. Bu genç eczaneye girdi. Eczacıya reçeteyi gösterdi, gerekli olan ilaçları aldı. Dört kutu ilaç. Para vermeden çıkıp gitti. Zübeyde, sen hakim olsan bu genci hapse atabilir misin? Belki annesi ertesi gün kalkıp yürüyecek. Zaten eczacı şikayetçi olmamış.
Zübeyde: Bak Ali Rıza, bunlar göreceli kavramlar. On kişi olsa beşi evet der, beşi karşı çıkar. Herkes akıl fikir düzeyi, zeka seviyesi açısından fikir ileri sürüp yorum yapar. Ama gerçek olan nedir?
-----------------------------------------------------------------------------------
DÜĞÜNE DÖRT GÜN KALDI
Ali Rıza ile Zübeyde için, gündüz nikah, gece düğün törenine dört gün kalmıştı. Bunlar yine bir fırsatını bulup yalnızlığa adım atmıştı.
Ali Rıza: Zübeyde sen böyle konuları konuşmaktan hoşlanmazsın ama ben yine de sormak istiyorum. Biz evlenince kaç çocuğumuz olsun istersin?
Zübeyde: Aman Ali Rıza, hele bir çocuğumuz olsun, ben onu el bebek, gül bebek beslerim. Araştırdım ve buldum. Yeni evli çiftlerin ilk çocukları yüzde yetmiş ihtimalle kız oluyormuş. Belki yüz yıl sonra bu yüzde seksene çıkarmış. Ali Rıza, ilk çocuğumuz kız olsa sen bundan rahatsız olur musun?
Ali Rıza: Böyle bir şey kesinlikle söz konusu değil. Zübeyde, sen beni iyi tanımamışsın. Kızım olsun, oğlum olsun onu bağrıma basarım.
Sonunda o dört gün geçti. Ali Rıza ile Zübeyde evlendi. İlk çocukları Fatma oldu. Ali Rıza ile Zübeyde onu bağrına bastı. Gelecekte onları mutlu günler bekliyordu.
Aradan yıllar geçti. Fatma dördüncü yaş gününü kutluyordu. Zübeyde Hanım yaptığı pastanın üstüne dört mum dikmişti. Fatma mumları üfledi ve dört yaşına girdi. Önünde uzun bir yaşam vardı ve O bu şansını sonuna kadar kullanırdı.
-----------------------------------------------------------------------------
ALİ RIZA BEY'İN ÇOCUKLUĞU
Ali Rıza Bey, Selanik'te dünyaya geldi. İlkokulu Mahalle Mektebi'nde okudu. 12 yaşına gelince arkadaşları arasında parmakla gösterilirdi. Çok iyi tekmük oynardı. ( Şimdiki futbol maçı ) Mahalle maçlarında başı önde sahadan hiç ayrılmamıştı. Maç başlayınca geri gelir, kendini kaybettirir, sonradan ileri çıkar, ataklara katılırdı. Takımı ileri çıkmışken, rakip takım savunması buna önem vermez, defans elemanları yanında olmazdı. Top, Ali Rıza'yı severdi. Rakip kale önünde boş pozisyonda durur ve topun gelmesini beklerdi. Hata affetmez ve soğukkanlı bir vuruşla golü atardı. Gool diye öyle bir bağırır ve kaçardı ki, en hızlı koşan arkadaşı O'na yetişemezdi.
Günlerden bir gün Ali Rıza evde ders çalışıyordu. Kapı çalındı. Ali Rıza yan pencereden baktı. İki arkadaşı bekliyordu. Annesi Ayşe Hanım kapıyı açtı. Çocuklardan biri atıldı: Ali Rıza evde mi? Maçımız var da. O'nu çağırmaya geldik. Arkadaşlar bekliyor.
Ayşe Hanım: Ali Rıza'nın dersleri çokmuş. Yarın imtihanı varmış. Boşuna beklemeyin gelemez.
Aradan dakikalar geçti. Ali Rıza odanın içinde dört döndü. Eğer arkadaşlar gitmezse ben giderim, diye düşündü. Dönmeye devam etti. Ali Rıza sonradan yan pencerenin perdesini aralayıp kapı önüne baktı. Arkadaşları gitmemiş ve bekliyordu. Demek ki iş ciddiydi. Maç iddialıydı. Ali Rıza odadan çıktı. Mutfakta duran annesinin yanına gitti: Anne, arkadaşlar kapıda bekliyor. Derslerimi bitirdim. İmtihana hazırım ve en yüksek notu ben alacağım. Maça gideyim ha, ne dersin?
Annesi olur deyince Ali Rıza bir sevindi ki sormayın.
Maçın oynanacağı yere merdivenli yokuştan inilirdi. Ali Rıza yokuşun başında görününce arkadaşları arasında bir dalgalanma oldu. İşte Ali Rıza gelmişti ve bu maç kazanılırdı. Karşı takımın golcüsü Necdet uzun boyluydu ve elleri belinde bekliyordu. Ali Rıza'ya baktı. O'nu küçük görmedi ama büyük de görmedi. Arkadaşlarının neden Ali Rıza'ya bu kadar önem verdiğini anlamadı. Her zaman olduğu gibi gollerini birbiri ardına sıralar maçı kazanırdı.
Maç başlayalı on dakika olmuştu ki Necdet ikinci golünü attı. Sonrasında takımı rehavete kapıldı ve Ali Rıza sahneye çıktı. Şahlanan takım arkadaşlarıyla ileri atıldı. Ali Rıza'nın attığı dört golle maç 4-2 galibiyetle sonuçlandı.
Ali Rıza iddia gazozunu içerken, kimseyi alaya almadı. Daha sonra arkadaşlarından ayrılıp eve gelince annesi sordu: Ali Rıza maçı kazandınız mı?
Ali Rıza: Evet anne, kazandık. Onlar iki attı, ben dört attım ve maçı kazandık.
Annesi: Böyle olacağı belliydi. Ben senin kaybettiğini hiç duymadım.
-------------------------------------------------------------------------------
BİR ALİ RIZA BEY HİKAYESİ
Mustafa 2 yaşında, abileri Ahmet 9, Ömer 8 yaşındaydı. Üç kardeş annelerinin yanına gitti ve bir hikaye anlatmasını istedi. Anneleri Zübeyde Hanım başının ağrıdığını söyleyerek çocukları babalarına yönlendirdi ve şunu ekledi: Aman, dikkat çocuklar, ben size genelde insanlar hakkında hikaye anlattım. Babanız tilkili, kuşlu, ördekli hikaye anlatır ve hikayenin sonu tahminlerin dışındadır. Şok olursunuz. Dağılıp da gelirseniz sizi toplayamam bilmiş olun.
Ahmet: Sen bizi merak etme anne. Ben ve Ömer dağılmam, Mustafa hiç dağılmaz. Anlatsın bakalım babam hikayesini ve bizi şok etsin görelim.
Kardeşler, babalarının yanına geldiğinde Ali Rıza Bey kafasını elleri arasına almış, düşünceye dalmıştı. Ahmet olanları anlatınca hiç şaşırmadı. İnsanoğlunun çözülemeyen sorunları olunca dönüp dolaşacağı yer benim diyordu. Sonrasında Ali Rıza Bey şu hikayeyi anlattı: Bir ördek vardı. Yaşadığı çağa göre, ileri düzeyde zeka sahibiydi. Ördekler etrafında toplanır, oyunlar oynardı. Bu oynadıkları oyunlar eğlence içindi. Bizim ördekle ilgisi yoktu. Bizim ördek hayatı kendi kurgulamak isterdi. Bir kader yapıcının var olduğunu düşünmezdi. Yaşadığın kader oluyor derdi. Bir gün bu ördek üç ileri, bir geri yürürken etrafını tilkiler sardı. Onlarla söz düellosuna girdi ve onlara sorular sordu. Siz tilkisiniz ama kurttan ne farkınız var? İki tilki bir kurt eder diyorlar. Bir tilki bir kurt neden etmesin? İnsanlar hayvanat bahçesi yapıyor ve tilkiyi kafese kapatıyor. Neden tilkiler insanat bahçesi yapmıyor ve insanı tutsak etmiyor?
Aradan zaman geçtiği halde ördeğin sorduğu sorular bitmiyordu. Sonunda tilkiler, sensin, dedi ve ördeği bir tilkiden yüz kat daha zeki tilkiler kralının huzuruna çıkardı. Ördek tilkilere anlattıklarını tilkiler kralına da anlattı. Onunla söz düellosuna girdi. Bu durum tilkiler kralını rahatsız etti. Şu ördek de kimdi ve tilkiler dünyasına hücum etmişti? Bunlardan yüz tanesini toplasan bir tilki etmezdi. Tilkiler kralı, on yıllık krallığının son bombasını patlattı: -- Siz ördekler, kanatlarınız var uçuyorsunuz. Kanatlarınızı tilkilere verseniz, tilkiler dünyaya hakim olurdu. Neden dünyaya hakim olamıyorsunuz? Sizi engelleyen nedir?
-- Tilkiler kralı, biz dünyaya hakim olamıyoruz, siz de hakim olamıyorsunuz. O zaman gücünüzü kurtlara verin de kurtlar dünyaya hakim olsun, dedi. Bunu duyan kurtlar harekete geçti ve dünya yönetimini aldı.
Çocuklar, işte bundan dolayıdır ki, hiçbir kurdu evcileştiremezsin. Sirklerde gösteri yapan aslanlar, kaplanlar evcilleştirilmiştir. Ben bunca yıllık yaşamım boyunca hiçbir kurdun sirkte gösteri yaptığını duymadım.
Ali Rıza Bey sözlerini tamamladığında oğulları şok halindeydi. Bildik bilginin dışına çıkılmış ve kendilerine bilinmedik bilgi verilmişti. Babalarının yanında ayrılırken, biraz daha özgür ve mutluydular. Tam özgürlük Ali Rıza Bey'in hikayelerinde saklıydı.
Atatürk'ün Çocukluğu - Ezgi Yayınları - Yayın Yılı: Aralık 1994