Atatürk’ün yaşam öyküsünü anlatan bir çok yayın vardır. Bunların hepsinde, sosyal ve iktisadi konulara sürekli ilgisinin gençlik yıllarında başladığı ve yaşamı boyunca sürdüğü ısrarla yazılıdır. İlerletme olanağını bulduğu Fransızca’sı ile, devrinin iktisat ve iktisadi düşünce tarihi üzerinde yazılmış bazı eserleri Fransızca aslından okuduğu gibi, bu alanda Türkçe’ye çevrilmiş yabancı, özellikle İngilizce kitapları izlediği anlaşılmaktadır.
Bilindiği gibi, sosyal bilimlerin ve iktisadın laboratuvar niteliğinde kullandığı tek kaynak, tarihtir. Atatürk’ün genellikle tarihe, çeşitli ulusların tarihinin yanı sıra, özellikle Osmanlı tarihine ağırlıklı önemle merak duyması, iktisadi düşüncesinin oluşmasında ve ulusların tarihinde iktisadın taşıdığı önemi algılamasında büyük etken olmuştur. Atatürk iktisatçı değildi. Ancak, iktisadı n önemini açıkça görebilecek bir fikir oluşumuna sahipti, diyebiliriz. Bunu gerek sözlerinde, gerek tutum ve davranışlarında görmek olanaklıdır.
Atatürk, yalnız bizim değil, insanlık tarihinin de en büyük isimlerinden biridir. Dünya tarihinde bir çok büyük adam vardır. Bunlar, devlet adamıdır, komutandır, devrimcidir ya da dünya egemenliğine göz dikmiş cihangirdir.
Hepsi çeşitli açılardan büyüktür ve tarihte yerlerini almışlardır. Atatürk de bunlardan biridir. Yalnız, tarihin bu büyükleri toplu olarak ele alındığında, Atatürk’ün bir özelliği belirgin biçimde ortaya çıkar. Bu değişik özellik, diğer büyüklerin bir küçümsenmesi ya da Atatürk’ün bu “büyük”ler içinde “en büyük” olduğunun ileri sürülmesi anlamına alınmamalıdır. Sadece bir “olgu”nun belirtilmesidir.
Bu ayrılık şudur: Atatürk mücadelesine deyim yerindeyse bir bakıma sıfırdan başlamış, arka arkaya savaşlardaki sürekli yenilgilerle gücünü ve daha önemlisi moralini tüketmiş bir halkı yeniden atılıma geçirmiş, giderek artan gücünün sınırını daima en gerçekçi biçimde saptamış, kesinlikle düş ve serüvene kapılmamış, inanılmaz zorluklar ve olanaksızlıklar içinde yeni bir devletin temellerini atmış, hep ileriye bakarak bu yeni devletin çağın gereklerine uyarak uygarlık düzeyini yükseltmesini amaçlamış, çağımızın büyük gerçeği azgelişmiş ülkelerin gerek ulusal, gerek uluslararası planda yoksulluk çemberini nasıl kıracaklarını bir “bütün” içinde göstermeye çalışmıştır. Atatürk’ün değişik büyüklüğü, iktisadi ve sosyal olayları etki ve tepki örgüsü içinde görmesi, karşılıklı bağlarını sezmesi ve bu tür olayları “izole” olarak ele almamasıdır. Kısacası, bütün bu olayların gerisinde ya da temelinde ekonomi’nin yattığını kesinlikle görmesi ve belirtmesidir.
Ana Amaç: İktisadi Kalkınma. Bütün çabalar, iktisadi kalkınmanın gerçekleştirilmesine ve çağdaş uygarlı k düzeyine ulaşabilmesine yöneliktir. Çünkü, “Büyük davamız, en uygar ve en kalkınmış ulus olarak varlığı mızı yükseltmektir.” (1937) Bu alanda başarısızlık, ulusu nereye götürür? “Zaferinin aracı yalnız kılıçtan oluşan bir ulus, bir gün girdiği yerden kovulur, aşağılanır, yoksul ve peri şan olur. Öyle ulusların yoksulluğu, perişanlığı o kadar büyük ve acı olur ki, kendi ülkesinde bile mahkûm ve tutsak kalabilir.” Bu nedenle, özgür, bağımsız, daha güçlü ve daha gönençli bir Türkiye’nin yaratılması, iktisadi kalkınmasına bağlıdır. Çünkü, “İktisadi kalkınma, bağımsız ve özgür Türkiye’nin, daima daha güçlü, daima daha gönençli Türkiye idealinin belkemiğidir.” (1937)
Türkiye, idealini belirlemiştir. Her şey bu ideale yönelik olacaktır, olmalıdır. Bütün faaliyetlerde amaç tektir: “Yurdumuzu dünyanın en bayındır ülkeleri düzeyine çıkarmak, ulusumuzu en geniş gönenç yolu ve kaynaklarına sahip kılmaktır.”
Ulusal Alanda İktisadi Kalkınma Atatürk’ün iktisadi yaklaşımını rahatlıkla ortaya koyabilmek, iktisadi düşüncesinin ağırlık merkezini ve ana niteliğini sergileyebilmek için, iktisadi kalkınma olayını nasıl gördüğünü, bu konuda amaç-yöntem-araç olarak nasıl bir tutum ve davranış içinde olduğunu belirtmek gerekir. Atatürk’ü düşünce ve eylem planında incelerken ortaya çıkan tutarlı, çağdaş ve insancıl yaklaşım gerçekten şaşırtıcıdır.
Ulusal alanda ana amaç, ülkenin iktisadi kalkınmasını gerçekleştirmektir. Bütün çabalar, bu ana amaca yönelik olacaktır. Ancak, iktisadi kalkınma, bir bütün’dür.
Karmaşık bir yapıya sahip olan ekonominin, etki-tepki örgüsü içinde, sorunlarını bir bütün olarak görmek ve bir bütün olarak ele almak zorunluluğu açıktır. Bu zorunluluğu gözetmeden yapılacak herhangi bir müdahalenin nasıl sonuç vereceğini kestirmek güçtür. Ülkelerde uygulanan iktisat siyasetlerinin başarı derecesinin düşük olmasında en büyük etken, bu olgu’nun unutulmasıdır.
Çeşitli kesimler, ekonominin bütünlüğü içinde yer alır. Bu kesimlerin birlikte gelişmesini sağlayacak çabalara yönelirken, aralarındaki etki-tepki mekanizmasının varlığı daima hatırlanmalıdır. Gelişmeleri birlikte ele alınması gereken kesimler nelerdir? Sırasıyla görmeye çalışalım: Atatürk’ün tarıma verdiği önem son derece büyüktür.
Ülkenin içinde bulunduğu yoksulluk ve felaketin tek nedeni, tarımın ihmal edilmesi ve kendi ifadesiyle, “Türkiye’nin asıl sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür ” gerçeğinin bilinmemesidir. Azgelişmiş bir ekonomide tarım kesiminin ağırlıklı önemini belirten Atatürk, ayrıca, tarım faaliyetlerini küçümseyen, tarımda çalışanları hor gören yerleşmiş ve yaygın anlayışa bütün gücüyle karşı çıkmıştır. Atatürk’ün bu alandaki düşünce ve uyarıları dört ana grupta toplanabilir:
• Topraksız çiftçi bırakmamak;
• İş araçlarını artırmak, iyileştirmek ve korumak;
• Tarım bölgelerine göre özel önlemler almak;
• Çok iyi ve ucuz ürün elde etmek,
Ancak, tarım kesimine verdiği büyük öneme rağmen, Atatürk’te ülke kalkınmasının sanayileşmeye bağlı olduğu düşüncesi ağır basar. Hatta, tarımdaki gelişmenin “tarımsal sanayi” biçimine dayanacağını 1924 yılında açıkça vurguluyordu.
Tarımın büyük önem taşıması karşısında sanayileşme, ülke kalkınması için bir zorunluluktur. Sözleri son derece açıktır: “En başta vatan savunması olmak üzere, ürünlerini değerlendirmek ve en kısa yoldan, en ileri ve refahlı Türkiye ülküsüne ulaşabilmek için bu zorunluluktur.” Ana düşüncesinin temel noktalarını açıklamak zor değildir. şöyle ki:
• Sanayileşme, her şeyden önce bir zorunluluktur;
• Büyük, küçük her çeşit sanayiye ülkenin gereksinmesi vardır;
• Bu sanayi kuruluşları kurulacak ve işletilecektir.
• Bu kuruluşların kullanacakları elemanlar (ham madde, işçi, vb.) ülkede bulunmalıdır.
• Ve nihayet, sanayileşme en ileri ve refahlı Türkiye’ye ulaşmak için en kısa yoldur. Vatan savunması da buna bağlıdır.
Atatürk, bir yandan sanayileşmenin gerçekleşmesinde izlenecek yolu belirtmiş, diğer yandan da bu yolda Devlet’in öncülük etmesi gereğini ileri sürmüştür. Sanayileşmenin planlı biçimde ele alınması için beş yıllık sanayi planları hazırlanmış ve uygulamaya konmuştur.
Yöntem olarak planlı sanayileşme seçilmiştir. Planlı sanayileşmenin gerçekleşmesinde kullanılan araç ise İktisadi Devlet Teşekkülleri’dir. Böylece, devlet müdahalesinin iktisadi içeriğini planlı sanayileşme ve kamu iktisadi teşebbüsleri oluşturur.
Uygulamaya konulan ilk 1. Beşyıllık Sanayi Planı’nın tarihi 1934’tür. 2. Beşyıllık Sanayi Planı ise 1937 tarihini taşır. Burada, çok önemli iki özelliğin belirtilmesi gerekir. Birincisi, bu planları, iktisadi kalkınma tarihinde, azgelişmiş ülkelerin kullandıkları “ilk plan” olarak nitelemek gerekir. Bu abartılmış bir yargı değildir.
İkincisi, zamanından önce bitirilmesi nedeniyle, ikincisi 1939 değil 1937 tarihini taşır.
Burada gözden kaçmaması gereken çok önemli bir nokta daha vardır. Ekonomide kamu kesimi-özel kesim’in beraberliği daima söz konusu olacaktır. Kamu kesiminin veya özel kesimin mutlak egemenliği kesinlikle yoktur.
İktisadi kalkınmanın bunalım ve darboğazlara düşmeden sağlıklı yürümesini sağlayacak temel koşulların başında yeterli ve dengeli bir altyapı’nın varlığı yeralır.
Özellikle gelişmekte olan ülkelerde yetersiz bir altyapıdan kaynaklanan ve ekonomiyi zora sokan sıkıntıların sık sık ortaya çıkması bilinen, yaygın bir olgudur. Atatürk’ün bu konudaki anlayışı şaşırtıcıdır: “Ekonominin gelişmesinde en başta gerekli olan yollar, demiryolları, limanlar, kara ve deniz ulaşım araçları, ulusal varlığın maddi ve siyasi kan damarlarıdır. Refah ve güç araçlarıdır.” Altyapıya ekonomik geleceğin güvencesi olarak bakmakta ve bu nedenle alınacak önlemlerin iktisadi düzenlemenin başında sayılması gerektiği inancını belirtmektedir.
Bilindiği gibi, iktisadi kalkınma ile eğitim arasındaki ilişki açık ve kesindir. Atatürk’ün eğitime verdiği önem yanında asıl dikkati çeken özellik, eğitimin iktisadi kalkınmaya olan olumlu ve vazgeçilmez etkisini ısrarla belirtmesidir: “Şimdiye kadar izlenen eğitim ve öğretim usullerinin ulusumuzun gerileme tarihinde en önemli bir neden olduğu kanısındayım,” diyen Atatürk’ün eğitimden neler beklediği açıktır;
“Eğitim, bir ulusu ya özgür, bağımsız, onurlu, yük sek bir topluluk biçiminde yaşatır ya da bir ulusu tutsaklık ve yoksulluğa götürür.” Bunun sebebi de açıktır: Çünkü, “Eğitimde hızla yüksek bir düzeye çıkacak bir ulusun yaşam savaşında maddi ve manevi bütün güçlerinin artacağı kesindir.” Bunu sağlayacak eğitimin temel niteliklerini Atatürk, iki noktada toplar.
• Sosyal hayatımızın gereksinmesine uygun olması;
• Yüzyılın gereklerine uyması.
Ve nihayet, eğitimin uygulamalı olması ve eğitim gören kızlarla erkeklerin beceri sahibi kılınması daima ön planda gözetilmelidir.
Atatürk’te temel kural ve amaç, çağdaş olmaktır.
Bunun da yolu bilim ve teknikten geçer; “Dünyada her şey için, uygarlık için, hayat için, başarı için en gerçek yol gösterici bilimdir, tekniktir.” Bu konuda kesin kararlıdır: “Ulus, bugünkü uygar ulusların yaşam düzeyi ve araçlarını, içerik ve biçim açısından olduğu gibi kabul etmeye kesin olarak karar vermiştir.” Uluslar ayrı olmasına karşın, uygarlık dünyası bir’dir. Bu dünyaya katılmak, bu uygarlık alanında yaşamak gerekir. Onun için, “Uygarlığa girmeyi arzulayıp, Batı’ya yönelmemiş bir ulus gösterilemez.” Bütün bu sözlerde, iki büyük özelliği belirtmek gerekir.
Birincisi, çağdaş olmak, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak. Ancak, burada bir noktanın aydınlanması gerekir.
Atatürk, Batı’cı değildir. Amaçladığı çağdaş uygarlıktı. Batıyı uygar dünya olarak benimsemesi nedeniyle kimi kişilerin kendisini batıcı olarak yorumlaması, bu önemli özelliğin gözden kaçmasının bir sonucudur.
İkinci özellik ise, “Uygar ulusların yaşam düzeyi ve araçlarını, içerik ve biçim açısından olduğu gibi kabul etmeye” kesin kararlı olduğunu 1925 yılında söylerken, gerçekleştireceği çeşitli devrimlerin ilk belirtilerini de vermiş olmasıdır.
İktisadi kalkınmanın gerçekleştirilmesi yolunda girişilen bütün çabalar, halkın katkısını kazanmadıkça, halkta heyecan yaratmadıkça başarılı ve istenilen sonuçları veremez. İktisadi gelişme ve kalkınma, her şeyden önce bir inanç işidir. Halkın bunu duyması ve inanması gerekir. Bu nedenle, halkta kalkınma bilincinin yaratılması, hareketin itici gücünü oluşturur. Halkta bu yolda bir zihniyet değişikliği uyanmamışsa, uğruna uğraşılagelen bütün çabaların sonuçları, kısır ve güdük kalmaya mahkûmdur. Zihniyet değişikliği, iktisadi kalkınmanın temel ve öncelikli koşuludur. Atatürk, bu gerçeği yakından görmüştür. Çünkü savaşta da benzer durum vardır.
Savaş, ulusun bütün varlığını ortaya koymasını gerektirir.
Büyük Nutuk’ta şu kesin anlatım dikkati çeker: “Onun için bütün Türk ulusunu cephede bulunan ordu kadar, düşünce, duygu ve eylem yönünden ilgilendirmeliydim.” Kalkınma Modelinin Temel Nitelikleri Buraya kadarki açıklamalarla, iktisadi kalkınma modelinin temel nitelik ve özelliklerini kapsayan çerçeve ana çizgileriyle ortaya çıkmıştır diyebiliriz. Kısa ve toplu olarak beliren ilkeleri sergilemek mümkündür.
Müdahalecidir; az gelişmiş bir ülkenin iktisadi kalkınmasını gerçekleştirmesinde, devlet müdahalesi bir zorunluluktur. Ancak, bu müdahale gelişigüzel yapılmamalı dır. Bu nedenle, Plancıdır; bütün çabalar etkin biçimde koordine edilmeli, kısıtlı kaynaklar israfa uğramamalıdır.
Gerçekçidir; eldeki olanaklar daima gözönünde tutulmalı, hayal peşinde koşulmamalı, enflasyonun kişiyi ve toplumu yanıltan ve aldatan ortamından uzak durulmalı dır.
Eklektiktir; kamu ve özel kesim iktisadi kalkınma hareketinde birlikte yer almalı, kamu veya özel kesim, ekonominin tümüne egemen olmamalıdır.
Eşitlikçidir; kişi çıkarlarının “aynı derecede ve aynı eşitlik duyguları ile sağlanmasına çalışılmalı, ulusal servetin dağıtımında daha mükemmel bir adalet ve emek harcayanların daha yüksek refahı” ulusal birliğin korunmasında koşul sayılmalıdır.
Bağımsızlıkçıdır; ulusal bağımsızlık hem amaç olarak hedef alınmalı, hem de korunması için ulusun bilinci duyarlı ve uyanık tutulmalıdır.
Açık rejimcidir; özgürlükçü ve demokratik ilkelerin yer aldığı siyasal içerik, açık rejimin alternatifi bile olmayan unsurları sayılmalıdır.
Hümanisttir; insan sevgisi temel alınmalı, insanı yüceltmeli ve barışçı olmalıdır.
İçte ve dışta sömürüye karşıdır; tam bir açıklıkla gerek sınıf emperyalizmine gerek ulus emperyalizmine karşı çıkılmalı, her iki alanda emeğin üstünlüğü benimsenmelidir.
Bununla beraber, Uluslararası işbirliği ve dayanışma’dan kesinlikle kaçılmamalı, dünya bir bütün, çeşitli uzuvların oluşturduğu bir “vücut” sayılmalıdır.
İktisadi sistemlerin iktisadi kalkınma ile ilgili gelişmeleri ve eğilimleri dikkate alınırsa model:
• Kalıcıdır, geçici değildir.
• Aynı zamanda, dinamik ve çağdaştır. Günümüzdeki sistemlerin ulaştıkları nokta, modelin dinamik niteliğini göstermekte, çağın dışında kalmadığını açıklamaktadır.
Atatürk, ilk cumhurbaşkanı seçildikten sonra şöyle der: “Milletin teveccühünü daima dayanak noktası sayarak, hep beraber ileri gideceğiz. Türkiye Cumhuriyeti, mutlu, başarılı ve muzaffer olacaktır.” Ve bütün bunlar, kişiye saygıyı amaçlayan, kişinin kişiliğini sağlayan, ırk, din, dil ve cinsiyet ayırımı gözetmeyen, hak ve özgürlüklere dayalı bir ortamda, demokrasi dediğimiz açık rejimde gerçekleştirilecektir.
Bugün dünyada iktisadi kalkınmasını açık rejimle beraber yürüten tek ülke Türkiye’dir. Sadece Atatürk Türkiyesi, dünyada bu onur’a sahiptir. A. Toynbee, herhalde bunun için Atatürk hakkında şu ifadeyi kullanır; “Bir insan ömrünün boyutları içinde Fransız ihtilali ve Sanayi ihtilali çakışmıştır.”
alıntı
Bilindiği gibi, sosyal bilimlerin ve iktisadın laboratuvar niteliğinde kullandığı tek kaynak, tarihtir. Atatürk’ün genellikle tarihe, çeşitli ulusların tarihinin yanı sıra, özellikle Osmanlı tarihine ağırlıklı önemle merak duyması, iktisadi düşüncesinin oluşmasında ve ulusların tarihinde iktisadın taşıdığı önemi algılamasında büyük etken olmuştur. Atatürk iktisatçı değildi. Ancak, iktisadı n önemini açıkça görebilecek bir fikir oluşumuna sahipti, diyebiliriz. Bunu gerek sözlerinde, gerek tutum ve davranışlarında görmek olanaklıdır.
Atatürk, yalnız bizim değil, insanlık tarihinin de en büyük isimlerinden biridir. Dünya tarihinde bir çok büyük adam vardır. Bunlar, devlet adamıdır, komutandır, devrimcidir ya da dünya egemenliğine göz dikmiş cihangirdir.
Hepsi çeşitli açılardan büyüktür ve tarihte yerlerini almışlardır. Atatürk de bunlardan biridir. Yalnız, tarihin bu büyükleri toplu olarak ele alındığında, Atatürk’ün bir özelliği belirgin biçimde ortaya çıkar. Bu değişik özellik, diğer büyüklerin bir küçümsenmesi ya da Atatürk’ün bu “büyük”ler içinde “en büyük” olduğunun ileri sürülmesi anlamına alınmamalıdır. Sadece bir “olgu”nun belirtilmesidir.
Bu ayrılık şudur: Atatürk mücadelesine deyim yerindeyse bir bakıma sıfırdan başlamış, arka arkaya savaşlardaki sürekli yenilgilerle gücünü ve daha önemlisi moralini tüketmiş bir halkı yeniden atılıma geçirmiş, giderek artan gücünün sınırını daima en gerçekçi biçimde saptamış, kesinlikle düş ve serüvene kapılmamış, inanılmaz zorluklar ve olanaksızlıklar içinde yeni bir devletin temellerini atmış, hep ileriye bakarak bu yeni devletin çağın gereklerine uyarak uygarlık düzeyini yükseltmesini amaçlamış, çağımızın büyük gerçeği azgelişmiş ülkelerin gerek ulusal, gerek uluslararası planda yoksulluk çemberini nasıl kıracaklarını bir “bütün” içinde göstermeye çalışmıştır. Atatürk’ün değişik büyüklüğü, iktisadi ve sosyal olayları etki ve tepki örgüsü içinde görmesi, karşılıklı bağlarını sezmesi ve bu tür olayları “izole” olarak ele almamasıdır. Kısacası, bütün bu olayların gerisinde ya da temelinde ekonomi’nin yattığını kesinlikle görmesi ve belirtmesidir.
Ana Amaç: İktisadi Kalkınma. Bütün çabalar, iktisadi kalkınmanın gerçekleştirilmesine ve çağdaş uygarlı k düzeyine ulaşabilmesine yöneliktir. Çünkü, “Büyük davamız, en uygar ve en kalkınmış ulus olarak varlığı mızı yükseltmektir.” (1937) Bu alanda başarısızlık, ulusu nereye götürür? “Zaferinin aracı yalnız kılıçtan oluşan bir ulus, bir gün girdiği yerden kovulur, aşağılanır, yoksul ve peri şan olur. Öyle ulusların yoksulluğu, perişanlığı o kadar büyük ve acı olur ki, kendi ülkesinde bile mahkûm ve tutsak kalabilir.” Bu nedenle, özgür, bağımsız, daha güçlü ve daha gönençli bir Türkiye’nin yaratılması, iktisadi kalkınmasına bağlıdır. Çünkü, “İktisadi kalkınma, bağımsız ve özgür Türkiye’nin, daima daha güçlü, daima daha gönençli Türkiye idealinin belkemiğidir.” (1937)
Türkiye, idealini belirlemiştir. Her şey bu ideale yönelik olacaktır, olmalıdır. Bütün faaliyetlerde amaç tektir: “Yurdumuzu dünyanın en bayındır ülkeleri düzeyine çıkarmak, ulusumuzu en geniş gönenç yolu ve kaynaklarına sahip kılmaktır.”
Ulusal Alanda İktisadi Kalkınma Atatürk’ün iktisadi yaklaşımını rahatlıkla ortaya koyabilmek, iktisadi düşüncesinin ağırlık merkezini ve ana niteliğini sergileyebilmek için, iktisadi kalkınma olayını nasıl gördüğünü, bu konuda amaç-yöntem-araç olarak nasıl bir tutum ve davranış içinde olduğunu belirtmek gerekir. Atatürk’ü düşünce ve eylem planında incelerken ortaya çıkan tutarlı, çağdaş ve insancıl yaklaşım gerçekten şaşırtıcıdır.
Ulusal alanda ana amaç, ülkenin iktisadi kalkınmasını gerçekleştirmektir. Bütün çabalar, bu ana amaca yönelik olacaktır. Ancak, iktisadi kalkınma, bir bütün’dür.
Karmaşık bir yapıya sahip olan ekonominin, etki-tepki örgüsü içinde, sorunlarını bir bütün olarak görmek ve bir bütün olarak ele almak zorunluluğu açıktır. Bu zorunluluğu gözetmeden yapılacak herhangi bir müdahalenin nasıl sonuç vereceğini kestirmek güçtür. Ülkelerde uygulanan iktisat siyasetlerinin başarı derecesinin düşük olmasında en büyük etken, bu olgu’nun unutulmasıdır.
Çeşitli kesimler, ekonominin bütünlüğü içinde yer alır. Bu kesimlerin birlikte gelişmesini sağlayacak çabalara yönelirken, aralarındaki etki-tepki mekanizmasının varlığı daima hatırlanmalıdır. Gelişmeleri birlikte ele alınması gereken kesimler nelerdir? Sırasıyla görmeye çalışalım: Atatürk’ün tarıma verdiği önem son derece büyüktür.
Ülkenin içinde bulunduğu yoksulluk ve felaketin tek nedeni, tarımın ihmal edilmesi ve kendi ifadesiyle, “Türkiye’nin asıl sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür ” gerçeğinin bilinmemesidir. Azgelişmiş bir ekonomide tarım kesiminin ağırlıklı önemini belirten Atatürk, ayrıca, tarım faaliyetlerini küçümseyen, tarımda çalışanları hor gören yerleşmiş ve yaygın anlayışa bütün gücüyle karşı çıkmıştır. Atatürk’ün bu alandaki düşünce ve uyarıları dört ana grupta toplanabilir:
• Topraksız çiftçi bırakmamak;
• İş araçlarını artırmak, iyileştirmek ve korumak;
• Tarım bölgelerine göre özel önlemler almak;
• Çok iyi ve ucuz ürün elde etmek,
Ancak, tarım kesimine verdiği büyük öneme rağmen, Atatürk’te ülke kalkınmasının sanayileşmeye bağlı olduğu düşüncesi ağır basar. Hatta, tarımdaki gelişmenin “tarımsal sanayi” biçimine dayanacağını 1924 yılında açıkça vurguluyordu.
Tarımın büyük önem taşıması karşısında sanayileşme, ülke kalkınması için bir zorunluluktur. Sözleri son derece açıktır: “En başta vatan savunması olmak üzere, ürünlerini değerlendirmek ve en kısa yoldan, en ileri ve refahlı Türkiye ülküsüne ulaşabilmek için bu zorunluluktur.” Ana düşüncesinin temel noktalarını açıklamak zor değildir. şöyle ki:
• Sanayileşme, her şeyden önce bir zorunluluktur;
• Büyük, küçük her çeşit sanayiye ülkenin gereksinmesi vardır;
• Bu sanayi kuruluşları kurulacak ve işletilecektir.
• Bu kuruluşların kullanacakları elemanlar (ham madde, işçi, vb.) ülkede bulunmalıdır.
• Ve nihayet, sanayileşme en ileri ve refahlı Türkiye’ye ulaşmak için en kısa yoldur. Vatan savunması da buna bağlıdır.
Atatürk, bir yandan sanayileşmenin gerçekleşmesinde izlenecek yolu belirtmiş, diğer yandan da bu yolda Devlet’in öncülük etmesi gereğini ileri sürmüştür. Sanayileşmenin planlı biçimde ele alınması için beş yıllık sanayi planları hazırlanmış ve uygulamaya konmuştur.
Yöntem olarak planlı sanayileşme seçilmiştir. Planlı sanayileşmenin gerçekleşmesinde kullanılan araç ise İktisadi Devlet Teşekkülleri’dir. Böylece, devlet müdahalesinin iktisadi içeriğini planlı sanayileşme ve kamu iktisadi teşebbüsleri oluşturur.
Uygulamaya konulan ilk 1. Beşyıllık Sanayi Planı’nın tarihi 1934’tür. 2. Beşyıllık Sanayi Planı ise 1937 tarihini taşır. Burada, çok önemli iki özelliğin belirtilmesi gerekir. Birincisi, bu planları, iktisadi kalkınma tarihinde, azgelişmiş ülkelerin kullandıkları “ilk plan” olarak nitelemek gerekir. Bu abartılmış bir yargı değildir.
İkincisi, zamanından önce bitirilmesi nedeniyle, ikincisi 1939 değil 1937 tarihini taşır.
Burada gözden kaçmaması gereken çok önemli bir nokta daha vardır. Ekonomide kamu kesimi-özel kesim’in beraberliği daima söz konusu olacaktır. Kamu kesiminin veya özel kesimin mutlak egemenliği kesinlikle yoktur.
İktisadi kalkınmanın bunalım ve darboğazlara düşmeden sağlıklı yürümesini sağlayacak temel koşulların başında yeterli ve dengeli bir altyapı’nın varlığı yeralır.
Özellikle gelişmekte olan ülkelerde yetersiz bir altyapıdan kaynaklanan ve ekonomiyi zora sokan sıkıntıların sık sık ortaya çıkması bilinen, yaygın bir olgudur. Atatürk’ün bu konudaki anlayışı şaşırtıcıdır: “Ekonominin gelişmesinde en başta gerekli olan yollar, demiryolları, limanlar, kara ve deniz ulaşım araçları, ulusal varlığın maddi ve siyasi kan damarlarıdır. Refah ve güç araçlarıdır.” Altyapıya ekonomik geleceğin güvencesi olarak bakmakta ve bu nedenle alınacak önlemlerin iktisadi düzenlemenin başında sayılması gerektiği inancını belirtmektedir.
Bilindiği gibi, iktisadi kalkınma ile eğitim arasındaki ilişki açık ve kesindir. Atatürk’ün eğitime verdiği önem yanında asıl dikkati çeken özellik, eğitimin iktisadi kalkınmaya olan olumlu ve vazgeçilmez etkisini ısrarla belirtmesidir: “Şimdiye kadar izlenen eğitim ve öğretim usullerinin ulusumuzun gerileme tarihinde en önemli bir neden olduğu kanısındayım,” diyen Atatürk’ün eğitimden neler beklediği açıktır;
“Eğitim, bir ulusu ya özgür, bağımsız, onurlu, yük sek bir topluluk biçiminde yaşatır ya da bir ulusu tutsaklık ve yoksulluğa götürür.” Bunun sebebi de açıktır: Çünkü, “Eğitimde hızla yüksek bir düzeye çıkacak bir ulusun yaşam savaşında maddi ve manevi bütün güçlerinin artacağı kesindir.” Bunu sağlayacak eğitimin temel niteliklerini Atatürk, iki noktada toplar.
• Sosyal hayatımızın gereksinmesine uygun olması;
• Yüzyılın gereklerine uyması.
Ve nihayet, eğitimin uygulamalı olması ve eğitim gören kızlarla erkeklerin beceri sahibi kılınması daima ön planda gözetilmelidir.
Atatürk’te temel kural ve amaç, çağdaş olmaktır.
Bunun da yolu bilim ve teknikten geçer; “Dünyada her şey için, uygarlık için, hayat için, başarı için en gerçek yol gösterici bilimdir, tekniktir.” Bu konuda kesin kararlıdır: “Ulus, bugünkü uygar ulusların yaşam düzeyi ve araçlarını, içerik ve biçim açısından olduğu gibi kabul etmeye kesin olarak karar vermiştir.” Uluslar ayrı olmasına karşın, uygarlık dünyası bir’dir. Bu dünyaya katılmak, bu uygarlık alanında yaşamak gerekir. Onun için, “Uygarlığa girmeyi arzulayıp, Batı’ya yönelmemiş bir ulus gösterilemez.” Bütün bu sözlerde, iki büyük özelliği belirtmek gerekir.
Birincisi, çağdaş olmak, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak. Ancak, burada bir noktanın aydınlanması gerekir.
Atatürk, Batı’cı değildir. Amaçladığı çağdaş uygarlıktı. Batıyı uygar dünya olarak benimsemesi nedeniyle kimi kişilerin kendisini batıcı olarak yorumlaması, bu önemli özelliğin gözden kaçmasının bir sonucudur.
İkinci özellik ise, “Uygar ulusların yaşam düzeyi ve araçlarını, içerik ve biçim açısından olduğu gibi kabul etmeye” kesin kararlı olduğunu 1925 yılında söylerken, gerçekleştireceği çeşitli devrimlerin ilk belirtilerini de vermiş olmasıdır.
İktisadi kalkınmanın gerçekleştirilmesi yolunda girişilen bütün çabalar, halkın katkısını kazanmadıkça, halkta heyecan yaratmadıkça başarılı ve istenilen sonuçları veremez. İktisadi gelişme ve kalkınma, her şeyden önce bir inanç işidir. Halkın bunu duyması ve inanması gerekir. Bu nedenle, halkta kalkınma bilincinin yaratılması, hareketin itici gücünü oluşturur. Halkta bu yolda bir zihniyet değişikliği uyanmamışsa, uğruna uğraşılagelen bütün çabaların sonuçları, kısır ve güdük kalmaya mahkûmdur. Zihniyet değişikliği, iktisadi kalkınmanın temel ve öncelikli koşuludur. Atatürk, bu gerçeği yakından görmüştür. Çünkü savaşta da benzer durum vardır.
Savaş, ulusun bütün varlığını ortaya koymasını gerektirir.
Büyük Nutuk’ta şu kesin anlatım dikkati çeker: “Onun için bütün Türk ulusunu cephede bulunan ordu kadar, düşünce, duygu ve eylem yönünden ilgilendirmeliydim.” Kalkınma Modelinin Temel Nitelikleri Buraya kadarki açıklamalarla, iktisadi kalkınma modelinin temel nitelik ve özelliklerini kapsayan çerçeve ana çizgileriyle ortaya çıkmıştır diyebiliriz. Kısa ve toplu olarak beliren ilkeleri sergilemek mümkündür.
Müdahalecidir; az gelişmiş bir ülkenin iktisadi kalkınmasını gerçekleştirmesinde, devlet müdahalesi bir zorunluluktur. Ancak, bu müdahale gelişigüzel yapılmamalı dır. Bu nedenle, Plancıdır; bütün çabalar etkin biçimde koordine edilmeli, kısıtlı kaynaklar israfa uğramamalıdır.
Gerçekçidir; eldeki olanaklar daima gözönünde tutulmalı, hayal peşinde koşulmamalı, enflasyonun kişiyi ve toplumu yanıltan ve aldatan ortamından uzak durulmalı dır.
Eklektiktir; kamu ve özel kesim iktisadi kalkınma hareketinde birlikte yer almalı, kamu veya özel kesim, ekonominin tümüne egemen olmamalıdır.
Eşitlikçidir; kişi çıkarlarının “aynı derecede ve aynı eşitlik duyguları ile sağlanmasına çalışılmalı, ulusal servetin dağıtımında daha mükemmel bir adalet ve emek harcayanların daha yüksek refahı” ulusal birliğin korunmasında koşul sayılmalıdır.
Bağımsızlıkçıdır; ulusal bağımsızlık hem amaç olarak hedef alınmalı, hem de korunması için ulusun bilinci duyarlı ve uyanık tutulmalıdır.
Açık rejimcidir; özgürlükçü ve demokratik ilkelerin yer aldığı siyasal içerik, açık rejimin alternatifi bile olmayan unsurları sayılmalıdır.
Hümanisttir; insan sevgisi temel alınmalı, insanı yüceltmeli ve barışçı olmalıdır.
İçte ve dışta sömürüye karşıdır; tam bir açıklıkla gerek sınıf emperyalizmine gerek ulus emperyalizmine karşı çıkılmalı, her iki alanda emeğin üstünlüğü benimsenmelidir.
Bununla beraber, Uluslararası işbirliği ve dayanışma’dan kesinlikle kaçılmamalı, dünya bir bütün, çeşitli uzuvların oluşturduğu bir “vücut” sayılmalıdır.
İktisadi sistemlerin iktisadi kalkınma ile ilgili gelişmeleri ve eğilimleri dikkate alınırsa model:
• Kalıcıdır, geçici değildir.
• Aynı zamanda, dinamik ve çağdaştır. Günümüzdeki sistemlerin ulaştıkları nokta, modelin dinamik niteliğini göstermekte, çağın dışında kalmadığını açıklamaktadır.
Atatürk, ilk cumhurbaşkanı seçildikten sonra şöyle der: “Milletin teveccühünü daima dayanak noktası sayarak, hep beraber ileri gideceğiz. Türkiye Cumhuriyeti, mutlu, başarılı ve muzaffer olacaktır.” Ve bütün bunlar, kişiye saygıyı amaçlayan, kişinin kişiliğini sağlayan, ırk, din, dil ve cinsiyet ayırımı gözetmeyen, hak ve özgürlüklere dayalı bir ortamda, demokrasi dediğimiz açık rejimde gerçekleştirilecektir.
Bugün dünyada iktisadi kalkınmasını açık rejimle beraber yürüten tek ülke Türkiye’dir. Sadece Atatürk Türkiyesi, dünyada bu onur’a sahiptir. A. Toynbee, herhalde bunun için Atatürk hakkında şu ifadeyi kullanır; “Bir insan ömrünün boyutları içinde Fransız ihtilali ve Sanayi ihtilali çakışmıştır.”
alıntı
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.