rüzgar gülü
Daimi Üye
Hayatı anlamlandırma çabası, insanoğlunun en kadim meselesidir.
Herkes kendi durduğu yerden, baktığı pencereden hayatı okumaya çalışır.
Her görüşün, her inancın, her ideolojinin, hayata bakışı farklıdır.
Hayata yüklediği anlam farklıdır.
Öyle ki; giyimi, kuşamı yediği, içtiği her şey bir ölçüde düşüncelerini yansıtır.
Hatta bazen insanın teninin rengine, yüzünün ifadesine nakşolunmuştur hayatı nasıl değerlendirdiği.
Hayata bakarken bardağın dolu tarafını görenlerin, daha sevecen, daha hayat dolu olduğunu, yüzlerinin de daha aydınlık olduğunu sanırım sizlerde müşahede etmişsinizdir.
Giyim tarzı, insanın hem karakterini hem de ideolojisini yansıtır. Yansıtmalıdır da bir ölçüde.
Sadece giyim tarzımı? Değil elbette. Kullandığı kelimelerden tutunuz, evinin sergisi de dâhil beslenme alışkanlıkları bile bir insanı tanımak için ipuçları verebilir. İpuçları diyorum. Çünkü bugünlerde bir tarz oluşturmak, prensip sahibi olmak modern dünyanın insanının, üzerinde kafa yormadığı şeyler.
Bazen bir insanın görünüşüne bakarak çok yanıltıcı sonuçlara ulaşabilirsiniz.
Lüks yaşamakta bir beis görmeyen, marka tutkunu insanlara bakarak onların ilim-irfan sahibi olmadıkları kanısına kapılabileceğiniz gibi; çok havalı, absürt giyinmiş birine bakarak, onun da sosyal statüsünün ileri seviyelerde olduğunu düşünebilirsiniz.
Aslında olması gereken nedir, diye soracak olursanız bunun çok basit bir cevabı var: Herkes kendisi gibi olmalı. Başkasının kılığına girmemeli. Başkası gibi olmaya/görünmeye çalışmamalı.
Başkası gibi olmaya çalışmak veya öyle görünmekten hoşlanmak, kendisini beğenmediğinin, kendi halinden utandığının bir göstergesidir.
Şahsiyet sahibi bir insan-hangi görüşe, düşünceye mensup olursa olsun-tevazudan/alçak gönüllülükten, sadelikten taviz vermemelidir. Ona bakan rahmet esintilerini hissetmelidir her hareketinde, her sözünde.
Yüzü ışıl ışıl parlamalıdır, kendisine bakanlara inşirah vermelidir.
Yaptığı işler kendisine yakışmalıdır.
‘Ben yaptım oldu’, mantığıyla hareket edemez bir insan. Hele de yaptığı iş inancına/ ideolojisine mal ediliyorsa daha bir dikkatli ve titiz olmalıdır.
Son zamanlarda bazı düğün törenlerine katılıyoruz. İnanın kimin ne yaptığı belli değil. Hele de dindar görünümlü insanların kendilerine yakışmayan törenler düzenlemeleri ‘ bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu’ dedirtiyor.
Daha düne kadar haremlik-selamlık tartışması yapanların, bugünkü sergiledikleri tutum ve davranışlar beni derinden düşünmeye itiyor.
Ve ‘bizlere ne oldu?’ dedirtiyor.
Sadece dindar olanlarında değil, toplumun her kesiminde bir vurdumduymazlık hâkim.
Alabildiğine lüksün ve israfın olduğu bu törenlerde, statü/makam bahane edilerek işlenen cürümlere kılıf giydirilmeye çalışılıyor.
Şunu bilesiniz ki; mızrak çuvala sığmıyor
Bir nehrin akıntısına kapılmış gibi veya rüzgârın önündeki kuru yaprak gibi olamaz şahsiyetli bir insan.
Neyi, niçin yaptığının bilincindedir. İnsanların kendisini örnek alabileceğinin veya taklit edebileceğinin farkındadır. Bir toplumda veya bir sosyal çevrede yaşayan insanlar, ‘ben istediğim gibi yaşarım, kimse bana karışamaz’ diyemez. Neden? Çünkü, bir toplumda sınıfsal farklılıklar oluşmuşsa, bunların çatışmaması mümkün değildir. Aralarında kin ve nefretin oluşmaması için, varsa da izale edilebilmesi için mümkün mertebe sınıf farkı oluşmasının önüne geçmeliyiz.
Sınıf atlayanlar veya atladıklarını zannedenler evlerini genişletiyorlar, ardından arabalarının markasını değiştiriyorlar.
Hitler Almanya’sını hatırlatan gettolar oluşuyor, kuş uçurtulmayan siteler sayesinde…
Farklı ekonomik seviyedeki insanların birbirleriyle teması imkânsızlaşıyor. Böylece toplumda kamplaşmalar meydana geliyor.
Bütün bu olup bitenleri sessizce seyretmek toplumsal sorumluluk sahibi insanlara yakışmıyor.
Hiçbir konuda ‘ bana ne’ diyemeyiz. Çünkü insanız.
Nihal İlimen
Herkes kendi durduğu yerden, baktığı pencereden hayatı okumaya çalışır.
Her görüşün, her inancın, her ideolojinin, hayata bakışı farklıdır.
Hayata yüklediği anlam farklıdır.
Öyle ki; giyimi, kuşamı yediği, içtiği her şey bir ölçüde düşüncelerini yansıtır.
Hatta bazen insanın teninin rengine, yüzünün ifadesine nakşolunmuştur hayatı nasıl değerlendirdiği.
Hayata bakarken bardağın dolu tarafını görenlerin, daha sevecen, daha hayat dolu olduğunu, yüzlerinin de daha aydınlık olduğunu sanırım sizlerde müşahede etmişsinizdir.
Giyim tarzı, insanın hem karakterini hem de ideolojisini yansıtır. Yansıtmalıdır da bir ölçüde.
Sadece giyim tarzımı? Değil elbette. Kullandığı kelimelerden tutunuz, evinin sergisi de dâhil beslenme alışkanlıkları bile bir insanı tanımak için ipuçları verebilir. İpuçları diyorum. Çünkü bugünlerde bir tarz oluşturmak, prensip sahibi olmak modern dünyanın insanının, üzerinde kafa yormadığı şeyler.
Bazen bir insanın görünüşüne bakarak çok yanıltıcı sonuçlara ulaşabilirsiniz.
Lüks yaşamakta bir beis görmeyen, marka tutkunu insanlara bakarak onların ilim-irfan sahibi olmadıkları kanısına kapılabileceğiniz gibi; çok havalı, absürt giyinmiş birine bakarak, onun da sosyal statüsünün ileri seviyelerde olduğunu düşünebilirsiniz.
Aslında olması gereken nedir, diye soracak olursanız bunun çok basit bir cevabı var: Herkes kendisi gibi olmalı. Başkasının kılığına girmemeli. Başkası gibi olmaya/görünmeye çalışmamalı.
Başkası gibi olmaya çalışmak veya öyle görünmekten hoşlanmak, kendisini beğenmediğinin, kendi halinden utandığının bir göstergesidir.
Şahsiyet sahibi bir insan-hangi görüşe, düşünceye mensup olursa olsun-tevazudan/alçak gönüllülükten, sadelikten taviz vermemelidir. Ona bakan rahmet esintilerini hissetmelidir her hareketinde, her sözünde.
Yüzü ışıl ışıl parlamalıdır, kendisine bakanlara inşirah vermelidir.
Yaptığı işler kendisine yakışmalıdır.
‘Ben yaptım oldu’, mantığıyla hareket edemez bir insan. Hele de yaptığı iş inancına/ ideolojisine mal ediliyorsa daha bir dikkatli ve titiz olmalıdır.
Son zamanlarda bazı düğün törenlerine katılıyoruz. İnanın kimin ne yaptığı belli değil. Hele de dindar görünümlü insanların kendilerine yakışmayan törenler düzenlemeleri ‘ bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu’ dedirtiyor.
Daha düne kadar haremlik-selamlık tartışması yapanların, bugünkü sergiledikleri tutum ve davranışlar beni derinden düşünmeye itiyor.
Ve ‘bizlere ne oldu?’ dedirtiyor.
Sadece dindar olanlarında değil, toplumun her kesiminde bir vurdumduymazlık hâkim.
Alabildiğine lüksün ve israfın olduğu bu törenlerde, statü/makam bahane edilerek işlenen cürümlere kılıf giydirilmeye çalışılıyor.
Şunu bilesiniz ki; mızrak çuvala sığmıyor
Bir nehrin akıntısına kapılmış gibi veya rüzgârın önündeki kuru yaprak gibi olamaz şahsiyetli bir insan.
Neyi, niçin yaptığının bilincindedir. İnsanların kendisini örnek alabileceğinin veya taklit edebileceğinin farkındadır. Bir toplumda veya bir sosyal çevrede yaşayan insanlar, ‘ben istediğim gibi yaşarım, kimse bana karışamaz’ diyemez. Neden? Çünkü, bir toplumda sınıfsal farklılıklar oluşmuşsa, bunların çatışmaması mümkün değildir. Aralarında kin ve nefretin oluşmaması için, varsa da izale edilebilmesi için mümkün mertebe sınıf farkı oluşmasının önüne geçmeliyiz.
Sınıf atlayanlar veya atladıklarını zannedenler evlerini genişletiyorlar, ardından arabalarının markasını değiştiriyorlar.
Hitler Almanya’sını hatırlatan gettolar oluşuyor, kuş uçurtulmayan siteler sayesinde…
Farklı ekonomik seviyedeki insanların birbirleriyle teması imkânsızlaşıyor. Böylece toplumda kamplaşmalar meydana geliyor.
Bütün bu olup bitenleri sessizce seyretmek toplumsal sorumluluk sahibi insanlara yakışmıyor.
Hiçbir konuda ‘ bana ne’ diyemeyiz. Çünkü insanız.
Nihal İlimen