_emos_
Daimi Üye
Bir adam gözlerini açtığında kendisini labirente benzer bir yerde buldu. Çok şaşırdı. Etrafına bakındı. Kimseleri göremedi. Biraz korktuğunu hissetti. Kalktı, öteye beriye koşturmaya başladı.
Fakat ne bir kimseye rastlıyordu, ne de bir çıkış görebiliyordu.
Başka yönlere doğru korkuyla, heyecanla koşmaya başladı. Ancak yine bir çıkış bulamadı. Çaresizce bir çıkış yolu aramaya devam etti. Hiçbir şey bulamadı. Üstelik nereden geldiğini, nereye gideceğini de kestiremiyordu artık. Kaybolmuştu. Burada ne işi vardı?!. Buradan nasıl kurtulacaktı?!. Yardım edecek kimse de yoktu…
Dışında çıkış vermez duvarlar; kimi yerde betondan, kimi yerde ağaçlardan, kimi yerde kayalardan duvarlar vardı. İçindeki duvarlar ise daha çetindi; korkudan, endişeden, meraktan, ümitsizlikten örülü duvarlardı bunlar… Sıkışıp kalmıştı adamcağız.
Koşturması onu kurtarmıyor, aksine içindeki korku duvarlarını daha da büyütüyordu. Ruhu, kurtulmaya çalıştıkça sıkılaşan bir düğümün içinde gibiydi.
Telâş içinde aranırken, birden önüne birisi çıkıverdi. Öyle şaşırdı, öyle sevindi ki, kalbinin bir duyguyu bu kadar derinden hissedeceğini tahmin bile edemezdi.
O sevinçle, o ümitle, o yalvarmayla öyle sarıldı ki ona, alıp içine sokmak istedi.
Biraz şaşkınlığını atıp, çölde susuzluktan yanmış bir insanın su istemesi gibi sordu: “Neredeyim?!. Nasıl kurtulacağım buradan?!. Ne tarafa gitmeliyim?!. Biliyor musun, yalvarıyorum söyle bana!..”
Karşısına çıkan sadece evet anlamında başını salladı.
Olsun bu da yeterdi ona. Kabul etti ya… Başını salladı ya… Demek ki yardım edecekti.
Adam bir daha sordu. “Ne olur söyle, ne tarafa gitmeliyim, nasıl kurtulurum buradan?!.”
Karşısında duran eliyle de işaret ederek tarif etti:
“Bak şimdi!……..”
Fakat o kadar hızlı söyledi ki, adam hiçbirini anlayamadı.
Bir daha yalvarır gibi sordu.
Karşısındaki tekrar aynı şekilde cevap verdi:
“Bak şimdi!……..”
Adam yine hiçbir şey anlayamadı.
Ne hazindi ki, çıkışı bilen birini bulmuştu, ama söylediklerini anlayamıyordu. Kendini daha da çaresiz hissetti. Ona bir daha sarılmak geldi içinden; ama bu sefer boğazına sarılıp onu sarsmak içindi. Yavaş konuş, anlaşılır söyle, niye böyle kelimeleri yutarak, anlaşılmaz konuşuyorsun demek için, onu tutup silkelemek istedi. Ama yutkundu, nefes aldı, sakin kalmaya çalışarak sordu:
“Bak,” dedi, “buradan kurtulmalıyım, çıkışı biliyorsun belli, ama ne olur tane tane söyle, dediklerini anlayabileyim emi?..”
Karşısındaki yüzüne garipseyerek baktı, “ama biz seninle hep böyle konuşuruz, hep böyle anlaşırız” dedi.
Adam duraladı. Daha önce karşılaştıklarını hatırlamak istedi. Fakat hatırlayamadı. Sordu:
“Seninle daha önce konuştuk mu, seni niye bilmiyorum.”
Karşısına çıkan, “elbette konuştuk, seninle her gün konuşuruz,” diye cevap verdi.
Adam ne diyeceğini bilemiyordu. Aklına onun kim olduğunu sormak bile zor gelmişti. Ancak bu sorusuna aldığı cevap onu daha da şaşırttı:
“Ben senin namazınım.”
alıntı
Fakat ne bir kimseye rastlıyordu, ne de bir çıkış görebiliyordu.
Başka yönlere doğru korkuyla, heyecanla koşmaya başladı. Ancak yine bir çıkış bulamadı. Çaresizce bir çıkış yolu aramaya devam etti. Hiçbir şey bulamadı. Üstelik nereden geldiğini, nereye gideceğini de kestiremiyordu artık. Kaybolmuştu. Burada ne işi vardı?!. Buradan nasıl kurtulacaktı?!. Yardım edecek kimse de yoktu…
Dışında çıkış vermez duvarlar; kimi yerde betondan, kimi yerde ağaçlardan, kimi yerde kayalardan duvarlar vardı. İçindeki duvarlar ise daha çetindi; korkudan, endişeden, meraktan, ümitsizlikten örülü duvarlardı bunlar… Sıkışıp kalmıştı adamcağız.
Koşturması onu kurtarmıyor, aksine içindeki korku duvarlarını daha da büyütüyordu. Ruhu, kurtulmaya çalıştıkça sıkılaşan bir düğümün içinde gibiydi.
Telâş içinde aranırken, birden önüne birisi çıkıverdi. Öyle şaşırdı, öyle sevindi ki, kalbinin bir duyguyu bu kadar derinden hissedeceğini tahmin bile edemezdi.
O sevinçle, o ümitle, o yalvarmayla öyle sarıldı ki ona, alıp içine sokmak istedi.
Biraz şaşkınlığını atıp, çölde susuzluktan yanmış bir insanın su istemesi gibi sordu: “Neredeyim?!. Nasıl kurtulacağım buradan?!. Ne tarafa gitmeliyim?!. Biliyor musun, yalvarıyorum söyle bana!..”
Karşısına çıkan sadece evet anlamında başını salladı.
Olsun bu da yeterdi ona. Kabul etti ya… Başını salladı ya… Demek ki yardım edecekti.
Adam bir daha sordu. “Ne olur söyle, ne tarafa gitmeliyim, nasıl kurtulurum buradan?!.”
Karşısında duran eliyle de işaret ederek tarif etti:
“Bak şimdi!……..”
Fakat o kadar hızlı söyledi ki, adam hiçbirini anlayamadı.
Bir daha yalvarır gibi sordu.
Karşısındaki tekrar aynı şekilde cevap verdi:
“Bak şimdi!……..”
Adam yine hiçbir şey anlayamadı.
Ne hazindi ki, çıkışı bilen birini bulmuştu, ama söylediklerini anlayamıyordu. Kendini daha da çaresiz hissetti. Ona bir daha sarılmak geldi içinden; ama bu sefer boğazına sarılıp onu sarsmak içindi. Yavaş konuş, anlaşılır söyle, niye böyle kelimeleri yutarak, anlaşılmaz konuşuyorsun demek için, onu tutup silkelemek istedi. Ama yutkundu, nefes aldı, sakin kalmaya çalışarak sordu:
“Bak,” dedi, “buradan kurtulmalıyım, çıkışı biliyorsun belli, ama ne olur tane tane söyle, dediklerini anlayabileyim emi?..”
Karşısındaki yüzüne garipseyerek baktı, “ama biz seninle hep böyle konuşuruz, hep böyle anlaşırız” dedi.
Adam duraladı. Daha önce karşılaştıklarını hatırlamak istedi. Fakat hatırlayamadı. Sordu:
“Seninle daha önce konuştuk mu, seni niye bilmiyorum.”
Karşısına çıkan, “elbette konuştuk, seninle her gün konuşuruz,” diye cevap verdi.
Adam ne diyeceğini bilemiyordu. Aklına onun kim olduğunu sormak bile zor gelmişti. Ancak bu sorusuna aldığı cevap onu daha da şaşırttı:
“Ben senin namazınım.”
alıntı