Beni Kalbine Yaz (Yazan : Nk83)

Hikayeyi nasıl buldunuz?


  • Kullanılan toplam oy
    2

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.523
Tepki
84.169
Puan
113
Konum
İstanbul
Geçmişin Gölgesinde'yi ve Son Mektup'u siteye eklemekten vazgeçtim. Onlar 85. ve 104. bölümlerde final yapmıştı ve bu da yazımı devam eden Beni Kalbine Yaz'ı çok bekletmeme neden olacaktı (Yan hikaye çünkü) Okuyanlar tarafından yorum yazılmadığı için de takip edilmediklerini düşündüm bu da kaldırmamı daha da kolaylaştırdı. Beni Kalbine Yaz'da o hikayelerden sahneler de olacak merak eden kenarından köşesinden BKY'da da okuyabilir. Bir de bu sitede blog tanıtımları vardı oraya eklediğim kitap blogumda GG ve SM var okumak isteyen oradan da bakabilir.

ghkchgkparlakforumtipi.png

KünyeHikayenin Adı : Beni Kalbine Yaz
Yazan : nk83
Tür : Romantik, Mizah, Hüzün (Aslında her şeyden biraz biraz var :D )
Yazım Tarihi: 2015

Bağlantılı Olduğu Hikayeler : Son Mektup (Ahmet'in öncesi) ve Geçmişin Gölgesinde (Eylül'ün öncesi)

Her hakkı saklıdır. Yazardan izin almadan kopyalanıp çoğaltılamaz.Atahan Kozmetik adı reklam değildir. Karakterlerin soyadı olduğu için o şekilde kullandım çünkü bir isim uydursaydım o isme sahip bir firmayla benzeşebilirdi bu yüzden soyadı daha risksiz geldi.

nMorbBjhgjh.gif

Ana Karakterler / Oyuncular
Ahmet Atahan : Daniel Gillies
Eylül Acar : Phoebe Tonkin


bbb.jpg

Yan Karakterler / Oyuncular
Derya Üstündağ : Lyndsy Fonseca
Buğra Çelik : Colin Farrell
Selim Atahan : Paul Wesley
Meral Tekin : Kristen Stewart
Tolga Gürsoy : Stephen Amell
Ela Yılmaz : Shelley Hennig
Mine Arman : Alexis Bledel
Kenan Gürsoy : Nathaniel Buzolic
Dede Selim Atahan : Christopher Plummer
Haluk Atahan : Terry O'Queen
Lana Parrilla : Belma Acar
Dr.Sinan Öztürk : Patrick Dempsey


Künye.gif


Not : Eylül ve Ahmet birbirinden farklı iki hikayemde yer alan karakterlerdi. Ancak ikisi de oralarda bir türlü mutlu olamayınca ben de ikisini tanıştırıp yepyeni bir hikaye yazmaya karar verdim. Bakalım bu iki karakter diğer hikayelerde yakalayamadıkları mutluluğu birbirlerinde bulabilecekler mi :)
df.gif


•●●·٠•●●•٠·
˙Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linktenyorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.523
Tepki
84.169
Puan
113
Konum
İstanbul
Beni Kalbine Yaz'dan önce neler yaşanmıştı? (Okunmalı)

PkqZqO.gif

Karakter Tanıtımları

"Geçmişin Gölgesinde" adlı hikayeme 4.sezonda dahil olmuş olan : Eylül Acar


Aşk acısının ne demek olduğunu bilir misin? Ben bilmezdim. Hatta itiraf edeyim böyle şeylere inanmazdım da. İnanmazdım çünkü kimsenin bana böylesine güçlü duygular yaşatmaya gücünün yetmeyeceğini düşünüyordum. Ta ki onu tanıyana dek... Yani Buğra'yı.

Şu an adını söylemek bile bütün sinirlerimi yay gibi germeye yetiyor. Hayatıma öyle garip bir şekilde girdi öyle de kötü bir şekilde çıktı ki anlatmaya nereden başlayacağımı bile bilemiyorum. Hani anlatılmaz yaşanır denir ya işte ikimizin karşılaşması da aynen öyle oldu.

Buğra bir süre önce şu an can dostum olarak adlandırdığım Ela ile evlendi. Maalesef hâlâ evliler. Ancak onların evliliği pek normal bir evlilik değil. Hani şu kağıt üstünde denilen zoraki yapılmış evliliklerden. Ela uzun zamandır kızının babasıyla birlikte birçok zorluğa göğüs germeye çalışıyor. Sevdiği adamla yani Tolga ile evlenecekleri gün ortak aile geçmişleriyle ilgili çok önemli bir sır öğrendiği için nikahını terk etmişti. Ben de Ela'nın hayatına o sırada dahil olmuştum.

Onu sokak ortasında üzerinde gelinliğiyle ne yapacağını bilemez bir halde ağlarken bulmuştum. O gün benim için de hiç iyi bir gün değildi çünkü Doğrucu Davut'luğum yüzünden işimden kovulmuştum ve annemin yanına İzmit'e geri dönüyordum. Ela'yı üzgün bir halde görünce yanına gittim ve neyi olduğunu sordum. Bir süre konuştuk. Gideceği bir yer olmadığı için ona benimle birlikte annemin İzmit'te bulunan evine gelmesini ve kendisine bir düzen kurana kadar da bizimle kalmasını teklif ettim. Geldi ve biz birbirimize gerçekten çok alıştık. Yavaş yavaş arkadaşlığımız da ilerledi. Artık onu hiç sahip olamadığım kız kardeşim gibi görüyorum.

Sonra işler yeniden kötü bir hâl almaya başladı. Ela'nın hamile olduğunu öğrendik. Bazı özel durumlardan ötürü terk etmek zorunda kaldığı nişanlısına bebek beklediğini de söyleyemedi. İşte Buğra da o arada devreye girdi. Onlar çocukluk arkadaşıydı ve Buğra Ela'nın ortadan kaybolduğunu öğrendiği andan itibaren bıkmadan usanmadan her gün Ela'yı arayıp nerede olduğunu öğrenmeye çalıştı. Ona başta söylemedik ama bir gün Ela kafede otururken fenalaştı ve onu hastaneye götürmek zorunda kaldık. Düşük yapma riski vardı ve moralman çok kötü bir durumdaydı.

Ela teyzesine de Tolga'ya da ulaşmak istemediği için benim ısrarımla mecburen Buğra'yı aradı. Endişelenmesin diye hastanede olduğunu söyleyememiş tabii. Ona annemin işlettiği kafeye gelmesini söylemiş. O da hiç vakit kaybetmeden hemen geldi. Buğra'yı ilk gördüğümde doğal olarak birbirimizi hiç tanımıyorduk. İçeriye sıradan bir müşteri gibi girdi. O ilk görüşte yayılan elektriklerimiz de bugün yaşanan olayların habercisiydi sanki. Ondan etkilendiğimi saklayamam. Etkilenmez olsaydım!

Etrafa arar gözlerle bakınca onun beklediğimiz kişi olabileceğini düşünmüştüm ve sorduğumda yanılmadığımı da gördüm. Aslında Ela'nın nerede olduğunu öğrenmeye çalışırken bana biraz ters davranmıştı. Sonra özür diledi ama bu tavrı hiçbir zaman düzelmedi. Hoşlanmayacağı bir şey duyduğunda kabalaşıp gerçekten çok yaralayıcı konuşmalar yapabiliyor ama arkasından da hep özür diliyor. Tabii her kırgınlıkta bir kuru özürle düzelmiyor.

Hamilelik durumu ortaya çıktığında Ela ile etraflıca konuştular. Buğra Ela'ya bir teklifte bulundu. Madem İzmir'e ailesinin yanına dönmek istiyor ama aynı zamanda onlara bebekle ilgili hiçbir açıklama da yapmak istemiyor o zaman evlenmelerinin en doğru karar olacağını söyledi. Ela en başta kabul etmek istemedi. Kardeşten öte sevdiği Buğra'nın hayatını bu şekilde mahvetmek istemiyordu. Ancak Buğra onu bir şekilde ikna etti. Sadece bebek doğana kadar evli kalacaklardı ve sonra da anlaşamıyoruz diyerek boşanacaklardı.

Of! İşler hiç de sanıldığı gibi olmadı çünkü onlar evlenerek İzmir'e geldiklerinde Tolga'da oradaydı ve bu işin peşini bırakmadı. Bunda zeka küpü olan kardeşi Kenan Gürsoy'un da parmağı var tabii. Adam insanın kulağına kar suyu kaçırmayı çok iyi biliyor. Kafasında daha önceden yaşanan birkaç detayı birleştirince bebeğin babasının ağabeyi olma olasılığının çok yüksek olduğu tezini ortaya attı ve haliyle Tolga'da Ela'nın peşinden ayrılmadı. İyi ki de ayrılmadı çünkü şu an sorunlarını bir nebze de olsun aşmış durumdalar. Hatta Ela doğum yaptığı gün Tolga'ya bebeğin ikisinin olduğunu da itiraf etti. Ne yazık ki Ela doğum yaptığı sırada ben orada değildim ama kızlardan o gün çok duygusal anlar yaşandığını öğrendim. Tolga'yı da en az Ela kadar severim. O yüzden mutlu olmalarını da can-ı gönülden istiyorum.

04E6rD.gif


Şimdi de hayatlarındaki her olumsuzluğa rağmen el ele gönül gönüle kalmak için çaba harcıyorlar. İşte burada yine Buğra devreye giriyor çünkü onların bir araya gelebilmesi için Ela ile boşanmaları gerekiyor. Ama boşanamıyorlar. Neden mi? İşe bakın ki bu Buğra uyuzu meğerse Ela'ya zaten yıllardır aşıkmış! Ela'yı sevdiği için ve bu evlilik gerçekte olsa sahte de olsa sevdiği kadın hep yanında olsun diye onunla evlenmiş. Kızın haberi var mı diye merak ediyorsun değil mi? Hayır tabii ki! Yıllarca ruhu bile duymamış çünkü bu Buğra Efendi ona bir türlü söylemeye cesaret edememiş. Ela'da her ne kadar Buğra'nın kendisine karşı olan düşkünlüğünü bilse de bir yandan da onu kardeşi gibi gördüğü için böyle bir şeyi ona hiç konduramamış.

Şimdi son durumları ise Ela boşanmak için çabalarken Buğra tam aksi şekilde asla gerçek olmayacak olan evliliklerini kurtarmaya çalışıyor. İşin kötüsü Ela'ya boşanmak istemediğini söylediğinde onu yıllardır sevdiğini de itiraf etti ve arkadaşlıkları da büyük bir yara aldı. İşte bir ne olduysa bundan sonra oldu da o ara oldu.

Buğra'nın inadı Ela ile Tolga'ya epeyce zorlu anlar yaşatmaya başladı çünkü Buğra'nın aşkı saplantıya dönüştü. Ela ne kadar Tolga'yı sevdiğini ve onunla olmak istediğini söylese de Buğra bunun yanlış bir karar olduğunu söyleyip ikisinin bir araya gelmesine kati suretle engel oluyor. Ela'nın bir gün muhakkak kendisini sevmeye başlayacağından o kadar emin ki onlara huzur vermeye hiç niyetli değil. Sahneyi benim devralmam da o esnalarda oldu.

Buğra ile en yakın iletişim kurabilen kişi bendim çünkü bir süre sonra tüm dostlarını kırıp kendisinden uzaklaştırmaya başlamıştı. Beni de kırıyordu ama ben ona sırtımı dönemiyordum. Nedenini tahmin edersin herhalde. Onu tanıdığım günden itibaren içimde benden bile gizli yavaş yavaş büyüyen bir sevgi oluşmuştu. Ona aşık oluyordum. Neden bilmiyorum ama bir gün kendimle yüzleştiğimde ona karşılıksız bir aşk beslediğimi fark ettim. Önce bu garip geldi ama bir süre sonra kabullenip bunu Ela ile paylaştım. İkimiz adına çok sevindi çünkü Buğra'ya kızıyor olsa da bir yandan da onun gerçek bir aşk yaşayıp mutlu olmasını da istiyordu. Kendisini unutup hayatına devam etmeliydi. Açıkçası ben de Buğra'yı bu saplantılı aşktan çekip çıkarmak ve kendi hikayemizin baş kahramanı yapmak istiyordum.

Biliyor musun? Biz onunla gerçekten çok mutlu olabilirdik. Ben buna çok inanmıştım çünkü bir süre sonra karşılık almaya da başlamıştım. Onunla dertleşirken konuşurken ve şakalaşırken aynı zamanda yavaş yavaş yakınlaşıyor gibiydik. O anlarda gözlerinde başka bir kadını zorla kendisine bağlamaya çalışan hastalıklı adam bakışları yoktu. O anlarda karşımda halinden mutlu son derece sakin ve ara sıra bana takılıp gülümsememize neden olan bir adam vardı. Bu da beni mutlu ediyordu. Benim sevdiğim Buğra o Buğra'ydı çünkü.


ıoıu.gif


Hani sana zeka küpü diye bahsettiğim bir kardeş vardı ya... Hatırladın mı? İşte Buğra'nın işleri çok fazla tırmandırdığı bir dönem de bu kardeşle yani Kenan ile bir plan yaptık. Ela'yı Buğra'dan kurtarmak adına yapılan bir plandı bu. Buğra ile yakınlaşıp aklını karıştırmaya başladım. İlgisini Ela'dan çekip tamamen kendime doğru yönlendirdim yani. O sırada Kenan'ın tabiriyle evlilik temeline dinamit koyacak nitelikte olan fotoğraflar çektik.

Yanlış anlama bunlar sadece onu öptüğüm ve onun da beni öptüğünü gösteren fotoğraflardı. Bu Ela'nın boşanma davası açtığında işine çok yarayacaktı çünkü aldatıldığını belgelemiştik. Buğra'nın arkasından iş çevirmek hoşuma gitmiyordu ama herkesin iyiliği için bunu birinin yapması gerekiyordu. Sonuçta Ela kızının babasına kavuşacaktı ben de Buğra'yı bu esaretten kurtararak yeni bir hayata başlamasına ve bunu da gerçekten onu seven biriyle yapmasını sağlayacaktım.

İlk başta her şey yolundaydı ama sonra işler istediğimiz gibi ilerlemedi. Buğra tam sonunda ikna olup Ela'yı unutmayı kabul ederek bana gelmişti ki Kenan ile yaptığımız plan ortaya çıktı. Tabii öğrenince bana olan tüm bakış açısı değişti. Bana çok ağır şeyler söyledi. Sözleri hâlâ kulaklarımda...

"İşte Ela'yı bu yüzden seviyorum. Bu yüzden ona aşığım anlıyor musun? O benimle hiçbir zaman oynamadı. Üzülmeme neden olsa da kalbinde ne hissediyorsa bunu bana bütün dürüstlüğüyle söyledi. Bu açık yürekliliğini bildiğim için onun beni sevmesini sabırla bekledim. Biliyor musun? Bir süredir seninle aramızda geçen şeylere rağmen beklemeye de devam edeceğim çünkü o bunu hak ediyor! Ela eğer bir gün bana gelirse bunu gerçekten istediği için yapacak. Gelişi asla yalandan olmayacak. Beni sevdiğini söylerken aynı zamanda arkamdan işler çevirmeyecek! Ama sen..."

v5gRMR.gif


Bu "Ama sen"in devamını ondan duyamadım çünkü bunu söylemeye tenezzül bile etmediğini bana bakışlarıyla çok net bir şekilde belli etti. Bunları söylemesine çok üzülmüştüm. Bu konuşma daha ağır söylemler ile devam etti ve beni daha da çok kırarak Ela'ya olan aşkından bir kez daha emin olmasını sağladığım için bana kinayeli bir teşekkür edip artık zerre kadar umurunda olmadığımı da söyleyerek kapıyı vurup çıktı. Yani henüz kazanamadığım kalbini sonsuza dek kaybetmiştim.

Çok ağladım ama ben onun gibi olamayacağımı biliyordum. Ben böyle bir insan değildim çünkü. Asla onun Ela'ya yaptığı gibi bana ait olmayan bir kalbin peşinden koşamam. İşittiğim ağır lafların ardından içimdeki Buğra tamamen ölmüştü. Bitirmiştim. Bitirmek de zorundaydım. Hissettiğim duyguları tamamen yok edecek ve hayatıma sil baştan devam edecektim.

Ama mutluluğu yakalayacağım bir anda hayat bana öyle bir çelme takacaktı ki Buğra ile istesek bile birbirimizden kopamayacaktık. Ah! Bu da bana hayatımın en büyük dersi oldu tabii. Ağır bir ders hem de...

Sana önemli bir tavsiye vereyim mi?

Kalbinde başka bir kadının kırıntılarını taşıyan ama buna rağmen yine de sana gelmeyi tercih eden bir adama asla aşık olmaya kalkma. Sakın duygularından emin olmak için seni kullanmasına izin verme çünkü bu yapıp yapabileceğin en büyük hatalardan biri olur. Gördüğün gibi başıma geldi de biliyorum.

Şu an çok gencim. Eminim ki ilerleyen zamanlarda hayatıma sevebileceğim biri illaki girecek. Ama bu sefer akıllandım. Hayatıma girecek kişi her kim olursa olsun onun "Beni Kalbine Yaz"dığından emin olmadan ben onu kalbime yazmayacağım!

........::::::::____::::::::........

kBkykq.gif


"Son Mektup" adlı hikayeme 2.sezonda dahil olmuş olan : Ahmet Atahan

Tesadüflere inanır mısın? Ne cevap verdiğini bilmiyorum ama ben inanmam. Yaşanılan her şeyin bir sebebi olduğunu düşünüyorum. Kadere inanan bir doktorum ve buna inanmam için sebeplerim de var. Bu sebeplerden en can sıkıcı olanları da maalesef beni görevimin başındayken bulanlar oluyor.

Bazen iyileşme yönünde yüksek yüzdeler verip her şeyin mükemmel seyrettiği ameliyatlar gerçekleştiriyorum. Ancak kader denen şey tam da orada kendisini belli ediyor çünkü tam "Harika bir işti çocuklar! Hastayı kapatıyoruz müziğin sesini açıyoruz!" dediğim sırada beklenmedik bir komplikasyon gerçekleşiyor. Yani hastanın kaderi "Siz elinizden geleni yaptınız ama şimdi kenara çekilme zamanı çünkü sıra bende" diyerek sahneyi ele geçiriyor. Başıma nadiren gelse de böyle anlar yaşamaktan nefret ediyorum dememe gerek yoktur herhalde.

"Hayatta önüne geçemeyeceğimiz ya da müdahale edemeyeceğimiz olaylar da vardır.
Bunu kabullenmeyi öğrenmemiz gerek"


Sanırım ben elimden geleni sonuna kadar yapıp neticeyi her hâlükârda kabullenmeyi öğrenmiş biriyim. Ama herkes benim gibi değil. Annemi yani Zülal Atahan'ı yıllar önce kaybettik. Zor zamanlardı. Hele ki bir doktor ve aynı zamanda bir evlatsanız. Her neyse! Bu kabullenme temalı düşüncemi de annemi andığımız gece yemek sofrasındayken "Keşke elimde sihirli bir değneğim olsaydı da o güne geri dönüp babaannemi kurtarabilseydim" diyen yeğenime söylemiştim. Aslında tam olarak ona dediğimde söylenemezdi. Bu sözü bilinçli olarak yıllardır küs olduğum babasına yani kardeşime küçük bir laf çarpma niyetiyle söyledim. Ama dilimdeki kemiksizlik bakışlarımdaki ima ile birleşince çarpmanın etkisi de büyük oldu.

Selim zeki bir adamdır. Bu yüzden lafın muhatabını daha ağzımı açtığım anda anladı ve yeğenimin üzerinden "Bu amcanın profesyonel kimliğini ön plana aldığı düşüncesi tabii" diyerek bana karşı atağa geçti. Bu da sert bakışlarımızın birbirine döndüğü minik bir ağız dalaşının startını verdi.

Xo07M3.gif


"Bu benim profesyonel kimliğimin düşüncesi ise peki senin profesyonel olmayan kimliğinin düşüncesi ne Selim?"

"Ne olduğunu çok iyi bildiğini düşünüyorum. Hatırlarsan bunu seninle enine boyuna konuşmuştuk. Tekrar açmak yersiz olur"


Haklıydı. Bu konuyu açmak o an yersizdi çünkü profesyonel olmayan kimliğinin düşüncesini ben de biliyordum yumruğunun tadına bakan çenemde biliyordu. Bu konuşma haliyle ortamı biraz gerdi ve babamızın araya girip masada hanımların olduğunu hatırlatmasıyla bıçak gibi kesilerek son buldu.

Halbuki ben Selim'i bilerek kızdırmaya çalışıyorum. Bilerek üstüne gidiyorum. Sinirlensin ve kendisine hakim olamasın istiyorum. Bunun bir nedeni var elbette. Yıllardır içinde tuttuğu kinini serbest bırakıp onu içinden yok edene kadar bana saldırsın ve bütün nefretini akıtsın istiyorum. Bunu yapsın ki gücü de öfkesi de bittiğinde iki kardeş gibi sakince konuşmaya başlayabilelim. Ancak henüz bir başarıya ulaşamadım çünkü halen karşımda Atahan şirketinin girişindeki dedemin büstü gibi durup o otokontrollü tavrını koruyor. Ama bir gün kontrolünü kaybedecek. İşte o zaman o da rahatlayacak ben de.

Belki de bunu yapmasını Meral sağlar. Meral'i her ne kadar küçük kız kardeşim gibi görsem de ona karşı samimiyet sınırlarını bazen bilinçli olarak geçiyorum ve bu da Selim'in adeta çıldırmasına neden oluyor. Bir şey de diyemiyor ama onu biraz daha zorlarsam söyleyeceği üç beş bir şey olacağına eminim. Bu arada ne kadar şaşkınım affedersin sana Meral'in kim olduğundan bahsetmeyi unuttum. Kardeşimin gönlünü fena halde kaptırdığı gizemli asistanı ve benim de bir süredir hayati tehlikesi en üst noktada olup kırmızı alarmları da çın çın öten nazik hastam.

m5b7D2.gif


Ama Selim bunu bilmiyor. Ne Meral'in hastalığından ne de ağabeyinin aslında onunla sadece hasta doktor ilişkisi olduğundan haberdar. Buna seneler öncesine atıfta bulunan bir nevi Deja Vu diyebiliriz. Öğrendiğinde ikimizin de canına okuyacağından adım gibi eminim. Şimdi sen bir doktorsun kardeşine hasta haklarında tıbbi verilerin gizliliği ve mahremiyeti hakkındaki maddeden bahsedip rahatlıkla işin içinden sıyrılabilirsin diyor olmalısın. Ama o dediğin o kadar da kolay değil. Hele ki karşındaki kişi Selim ise. Ben kardeşimi tanıyorum hem de çok iyi tanıyorum. Ona böyle bir şeyi en son söylediğimde daha birkaç dakika önce sana da bahsettiğim yumruğu suratıma geçirip dudağımı patlatmıştı. Bu bilgilendirme onun üstünde işe yaramaz yani.

Artık bunu da zamanı gelince doğaçlama konusundaki üstün yeteneğimi devreye sokarak geçiştirmeye çalışırım. Tabii Meral'i o zorlu beyin ameliyatından sonra yaşatmayı başarırsam kendime de konuyu kaynatma konusunda daha rahat bir ortam sağlayabilirim. Aksi olursa ne yaparım bilemiyorum. Düşünmek dahi istemiyorum. Sevdiğiniz birinin hayatının sizin elinizde olduğunu bilmek berbat bir duygu. Hele ki söz konusu olan daha önce başka doktorların çok riskli buldukları için gerçekleştirmeye pek de yanaşmadıkları bir ameliyatı üstlenmekse bu o berbat hissini de otomatikman ikiye katlayan bir şey oluyor.

Maalesef %50'lik bir şansımız var. Yani siyahları ve beyazları çarpıştırıyoruz ara renklerimiz yok. Ekibim ben ve Meral elimizden gelenin en iyisini yaptığımızda ya kader sahneye çıkıp selamını verecek ve alkışları toparlayacak ya da perdeleri sonsuza kadar kapatıp bizlerin de toplu halde kabullenme aşamasına geçmemizi sağlayacak. Umarım alkışı kapar çünkü kardeşimin yeniden aynı acıyı tatmasını istemiyorum. Ayrıca Selim'in bir daha Meral gibi onun ruhunu tamamlayabilecek birini bulabileceğini de hiç sanmıyorum. Mutlu olmalarını istiyorum. Hem Meral'in hem de Selim'in...

Benim ruhumu tamamlayan biri olup olmadığını merak ediyor musun? Sana biraz magazinel içerikli haberler vermeme ne dersin? Benim dikkatimi de uzun süredir üzerine toplayan biri var. Derya... Derya Üstündağ!

ljy0vl.gif


Tatlı kız... Ona tatlı kız derken kendim bile inanamıyor olacağım ki bunu söylerken yüzümde hınzır bir gülümseme beliriyor. Onu tanıyanlar da ne kadar despot ne kadar katı ve ters bir kadın olduğunu söyleyip duruyor. Ben ise onun bu halini oldukça çekici buluyorum. Gerçi Meral pek öyle düşünmüyor sanırım çünkü aralarında henüz nedenini öğrenemediğim bir gerilim olduğunu hissediyorum. Aslında enerji alanlarının birbirlerini itmesini anlayabiliyorum çünkü Meral ne kadar sakin uysal ve geçimli bir kızsa Derya'da onun tam aksi bir karakter.

Derya uzun yıllardır Atahan şirketinde çalışıyor. Bir nevi Selim'in sağ kolu diyebiliriz. Babamız annemizi kaybetmenin acısını iki kere kalp krizi geçirerek hafifletmeye çalışınca şirketteki tüm yük Selim'in omuzlarına kaldı. Aslında kardeşim de o dönem pek iyi değildi. Annemin ardından dağılmış büyük bir boşluğun içine düşmüştü. Onu o karanlıktan çıkarıp omuz veren kişi de Derya oldu. Ona bu konuda müteşekkirim çünkü kardeşimin yanında olamadığım zamanlar benim yokluğumu aratmayacak şekilde onunla ve şirketle ilgilendi. Dedemin babama bıraktığı babamın da mecburi emeklilik yüzünden Selim'e bıraktığı yıllara dayanan markamızı Derya ile birlikte hiçbir fire vermeden ayakta tutmayı başardılar. Kararlı ve yenilgiyi kabul etmeyen güçlü kadınları severim. Bu özelliğiyle her geçen gün beni kendisine çekmeye devam ediyor

Tabii karşılaştığımızda sözlü olarak girdiğimiz laf dalaşlarını es geçmek de olmaz.

Bazen birbirimize üslup kuralları dahilinde demediğimiz kalmıyor ama finali her zaman benim hoş bir iltifatım onun da buna karşılık gözlerini devirerek gülümsemesi yapıyor.

Benimle atışmayı seviyor. Ben de onunla...

Belki işleri ilerletip gerçekten de iyi bir ikili olabiliriz ne dersin?

Bunu öğrenmek için sanırım ikimizin de biraz daha zamana ihtiyacı var.

Kalbinden gelen o her zamankinden farklı sesin kaderin kulağına "İşte onu buldun sakın kaybetme" diye fısıldadığı ses olduğunu biliyor muydun? Bilmiyorsan da artık biliyorsun. Bu sesi duyduğunda artık yapman gereken tek şey karşına çıkan o özel kadını kalbine kazıyıp hayatını kendisine adamaya hazır olduğuna dair onu ikna etmek olmalıdır.

O halde neden Derya'yı bunca zamandır ikna edemedin diyor olmalısın. Etmedim çünkü henüz o sesi duyamadım. Ama inanıyorum... Yakında o sesin kulağıma fısıldanışına şahit olacağım. Ve işte o zaman sen de bambaşka bir Ahmet ile tanışacaksın. Sevdiği kadın için kendi hayatını bile ikinci plana atabilecek mutluluğunu da onun mutlu olmasına bağlı tutabilecek bir Ahmet tanıyacaksın.


Feridun Düzağaç - Alev Alev

Alev alev yanıyorum
Buzlarım çözülüyor aşka
Gardım düşüyor, tutamıyorum
Korkuyorum bakışların çarpınca bana
Elijah_und_Hayley.gif

Birbirimize birkaç aşk kadar geç kalmış olmasaydık
Hep yanlış gidenlerin ardından yorulmasaydık

Alev alev yandığım doğru
Küllerinden doğar mıyım sana doğru
Kendimi arıyorken olmaktan korktuğum yerdeyim sendeyim.

Al beni ne yaparsan yap
Al beni ne yaparsan yap

Sen ışığını arayan, güzel günebakan
Ben tozuna dumanına hasret, bir enkaz

Hayley-and-Elijah-deleted-scene-of-s4-the-originals-tv-show-35466927-245-170.gif


Alev alev yandığım doğru
Küllerinden doğar mıyım sana doğru
Kendimi arıyorken olmaktan korktuğum yerdeyim sendeyim..
Al beni ne yaparsan yap
Al beni ne yaparsan yap

tumblr_n3ook744VN1qaphito8_250.gif


•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linktenyorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.523
Tepki
84.169
Puan
113
Konum
İstanbul
15e4ce41fafe488d116315428157.png


1.Bölüm : Kalbimden de aklımdan da hayatımdan da çık git artık!

........::::::::__Eylül / İzmir__::::::::........

Bütün gece düşünmekten gözüme uyku girmedi. Biraz da kendime kızdım galiba. Başta acaba Buğra haklı olabilir mi diye geçti içimden. Onun da dediği gibi amaç ne olursa olsun arkasından iş çevirmiş pozisyona düşmüştüm çünkü. Ama sonra vazgeçtim kendime kızmaktan. Benim gerçekten kötü bir niyetim yoktu. Tek derdim herkesin kendisini gerçekten seven kişinin yanında olmasını sağlamaktı. Tren raydan çıkar ya işte bir nevi raydan çıkan treni doğru yola sokmaktı bu müdahale. Ama ters tepti. Keşke bu ters tepiş canımı bu denli yakmasaydı.

Sabaha karşı bir karar verdim ve salonda uyuyan Kenan'ın yanına gittim. Kenan ile Mine beni bu halde bırakmamak için dün gece yanımda kaldılar ve şu anda da üçlü koltuğuma kıvrılmış uyuyorlardı. O perişan hallerine rağmen o kadar güzel görünüyorlardı ki anlatamam. Tolga Ela'sını buldu Kenan'da Mine'sini... Ben ise elimde bir kırık kalple kapı önünde kaldım. Hay ben bu aşk denen nanenin... Neyse ağzımı bozmayacağım!

Mine'yi uyandırmamaya çalışarak birkaç kez Kenan'a seslendim ama beni duymadı. Artık nasıl derin uyuduysa... Seslenmelerim fayda etmeyince Kenan'ı ayağından dürttüm ve bu sayede yattığı yerden sıçrayıp bana da "O nasıl bir uyandırma şekli ya!" deyiverdi. Ne yapayım o da adını seslendiğimde uyansaydı.

"Kenan gelsene konuşalım biraz"

"Geliyorum ama açılmam için bana bir iki saniye izin ver"

Mutfağa döndükten sonra ikimiz için kahve koymaya başladım. Kulağıma ilişen ayak sesleri adım adım yakınlaşırken arkamı döndüm ve kapıdan içeriye giren Kenan'a yaklaşıp fincanı eline tutuşturarak "Ben gidiyorum" dedim. Önce sessiz kaldı sonra da beni anlamış olacak ki hiç itiraz etmeden "Nereye? İzmit'e mi?" diye sordu. Annem İzmit'te yaşıyor ama ne yalan söyleyeyim ben şu an bu haldeyken annemin yanına gitmek istemiyorum. Ben bir üzülüyorsam o beni bu halde görüp iki kat üzülürdü çünkü. Kendimi toparlamadan İzmit'e dönmeyi pek de düşündüğüm söylenemez.

"Buğra'yı göremeyeceğim herhangi bir yere gitmek istiyorum desem?"

"Keşke bunu daha önceden yapsaydın derim"

"Laf çarpmasak?"

"Laf çarpmaya mahal vermesek?"

"Konuya dönelim"

"Bence de"

"Onu bir daha hiçbir sebepten ötürü görmek istemiyorum Kenan. Hayatıma bir şekilde onsuz devam etmem lazım"

"O halde gidince yeğenimi benim için öp ve amcan seni çok özlemiş de"

"Ne?"

"Adresin belli Eylül... İstanbul yolcusu kalmasın!"

"Bu iyi bir fikir mi sence?"

"Daha iyisi varsa söyle. Hem kaçak çiftimizde orada sana alışma sürecinde destek olurlar. İş konusunu da sakın kafana takma. Sen sadece Kenan ben şurada çalışmak istiyorum de ben de dileğini tek bir telefonla gerçekleştireyim"

"Lamba cini misin sen?"

"Kenan Gürsoy'un açamayacağı kapı yoktur demeyi tercih ediyorum"

gfhgfhgf.gif


"Maymuncuksun yani"

"Biliyor musun gerçekten sana çok iyi niyetlerle yaklaşmıştım ama kapıya yanlış anahtar takmaya çalışıp kilide zarar verdiğin için iyi niyetim de büyük bir hızla karanlığa karıştı. Bu yüzden hangi kariyeri seçersen seç işe tuvalet temizliğinden başlamanı sağlayacağım"

Normal şartlarda ona kızmam ve bir dünya şey söyleyip tatlı tatlı tartışmamız gerekiyor biliyorum ama bunu yapmak gelmiyor içimden. Kenan benim için çok kıymetli biri. Birbirimizle ne kadar uğraşsakta didişsekte bir o kadar da sevgi beslediğimizi biliyorum. O her zaman yanımda oldu ve inanıyorum ki olmaya da devam edecek. Fincanımı tezgaha bıraktıktan sonra Kenan'ın yanına yaklaştım ve elimi omzuna koyarak "Tüm iğneleyici laflarına rağmen seninle tanışmak büyük bir ayrıcalıktı Kenan. Beni sinir ettiğin ve bazen içimden sana türlü türlü işkence fikirleri geçtiği doğru ama yine de hayatımda olduğun için kendimi çok şanslı hissediyorum. Umarım hep de olursun" dedim. Gözleri ışıldadı. Sesindeki burukluğa rağmen ifadesini hiç bozmadı ve "Hislerimizin her anlamda karşılıklı olması ne büyük tesadüf" dedikten sonra ayağa kalkıp bana sarıldı.

"Ne zaman gideceksin Eylül?"

"Hemen gitmemi sağlayabilir miyiz?"

"Özel uçak mı istiyorsun? Hiç sorun değil hemen halledebilirim"

"Aslında ekonomide de gidebilirim gösteriş yapmaya gerek yok"

"Bu İzmir'in kızlarındaki ülkedeki sayılı zenginlere karşı antipati neden oluşmuş hiç anlamıyorum"

"Ben Ankaralıyım Kenan"

"Tamam düzeltiyorum siz kızların bizimle sorunu ne Allah aşkına?"

"Mine'ye sorsana sana şımarık zengin bebesi diyen o"

"Hâlâ mı diyor?"

"Fırsatını bulduğunda hiç sekmeden ağzından çıkan tek şey bu oluyor"

"Küçük Chucky! Sorarım ben ona"

"Onu hiç üzme olur mu? Mine sana çok aşık sakın onun kalbini kıracak bir şey yapma"

"Merak etme o küçük cadıya kendimden bile daha çok önem veriyorum. Onu asla üzecek bir şey yapmam"

"Ona da seni üzmemesini söyleyeceğim çünkü Mine gibi sen de benim için çok değerlisin"

"Müteşekkir kalırım. Onu öptüğümde bana tokat atmamasını da söylersen çok sevinirim"

"Tamam söylerim"

"Bir de tekme atmasın"

"Peki"

"Isırma olayını da kaldırsın tabii..."

"Kenan..."

"Beni ortalık yerde serseme çevirip toz da olmasın. Bak en önemlisi de bu..."

"Kenan!"

"Ne?"

"Kurabiye?"

"Olur"

Konuşmamız sırasında mutfağa Mine geldi ve biz onu ortamıza alıp durumu açıkladık. Gideceğimi öğrenince çok üzüldü ama böyle olması gerektiği için bir şekilde beni de anlamaya çalıştı. Sonra kahvaltıya oturduk ve Kenan da benim bilet işimi en hızlı şekilde halletti. Kahvaltı sonrası Mine ile birlikte eşyalarımı topladık. Buradan gidecek olmak her ne kadar içimi sızlatsa da ne yalan söyleyeyim sanki doğru bir şey yaptığımı da içten içe hissetmiştim.

Her şey hazır olduktan sonra Kenan ile Mine eşyalarımı taksiye götürmeye başladı ben de yanlarına geleceğimi söylemek için Ela'yı aradım. O ana kadar gerçekten çok iyi idare etmiştim ama Ela'nın sesini duyar duymaz gözlerimdeki yaşlar istemsizce gözlerimden süzülmeye başladı. Haliyle ağladığımı da anında anladı.

"Eylül ne oldu neden ağlıyorsun? Hadi canım söyle bana neyin var?"

"Acı çeken bir kalbim var Ela"

"Ben... Ben anlayamıyorum"

"Buğra..."

"Tolga ile beraber İstanbul'da olduğumu mu öğrendi yoksa? Bizimle alakalı bir sorun yaşamadınız değil mi?"

"Hayır sizinle alakası yok. Sorun kimsede değil Ela bütün sorun o taş kafalıda!"

"Sen şu anda neredesin yanında biri var mı?"

"Evdeyim. Mine ile Kenan dün akşam burada kaldı. Şimdi de eşyalarımı arabaya koyuyorlar"

"Eşyalarını mı? Eylül neden eşyalarını toparladın?"

"Buradan gitmem gerek Ela bana kaldıramayacağım kadar ağır şeyler söyledi. Ben burada daha fazla kalamam. Onu görmeyi bırak aynı havayı bile solumak istemiyorum"

"Aman Allah'ım siz bu hale nasıl geldiniz Eylül?"

Bu hale nasıl geldiğimizi düşünerek ağlarken içeriye Kenan girdi. Beni böyle aciz bir durumdaymışım gibi görmekten hiç hoşlanmıyordu. Ben herkese göre onun kadın versiyonuydum ve Kenan Gürsoy'un bu hayattaki hiçbir versiyonunun hata yapma ya da yaptıysa da bu hatanın altında ezilme lüksü yoktu. Üstelik bu yaşadığım olay da ona göre resmen bile bile lades demiş biriydim. Beni Buğra konusunda o kadar uyarmasına rağmen yine de bildiğimi okuyup sonunda tepetaklak olmuştum.

Yine de onun hakkını yiyemem çünkü Kenan aptal gibi içine düştüğüm bu durum karşısında her ne kadar bana kızmış olsa da bir yandan da yanımda olmayı seçerek beni koruyup kollamaya devam etti. Böyle yaparak beni şaşırtmadı dersem yalan olur. İnsanlara karşı her ne kadar sert ve umursamaz gibi gözükse de hayatına giren insanları istesinler veya istemesinler koruma çemberinin içine alan bir adamdı o. Artık o çemberin içindekilere bendeniz de dahildim ve sanırım bundan şikayet etmekten çok mutlu oluyordum. Kenan beni ağlarken görünce hızla yanıma gelip elimdeki telefonu aldıktan sonra Ela ile konuşmaya başladılar. Ben de o sırada gözyaşlarımı silmeye çalışıp onları dinliyordum.

"Ela öğrendiklerimden sonra gerçekten sakin kalmaya çalışıyorum ama bana okeyi verdiğin anda seni birkaç dakika içerisinde dul bırakabilirim! İzin ver şu Buğra'yı İzmir'in girişine asayım hem benim sinirim geçsin hem Eylül'ün intikamı alınsın hem de sen sırtındaki yükü atıp gerçek ailenle mutlu ol. Ah! Kenan Gürsoy'dan yılın en şık hareketi! Bir taşla vurulan üç kuş!"

"Kenan benimle açık konuşun. Buğra ne yaptı?"

"Bu kızı kaybederek hayatının en büyük hatasını yaptı Ela. Ama işe bak ki onun aksine Eylül onun gerçek yüzünü görerek hayatının en büyük yanlışından dönmüş oldu"

"Neden açıkça söylemiyorsunuz?"

"Bence geldiğinde bunu Eylül ile yüz yüze konuşursunuz"

"Eylül buraya mı geliyor?"

"Evet birazdan onu havaalanına bırakacağım. Sen de biricik tatlı yeğenimin babasına söyle bir zahmet Eylül'ü karşılamaya gitsin"

"Tabii ki söylerim. İyi yapmış çok iyi yapmış biz onun toparlanmasına yardım ederiz"

"Benim de sizden beklentim bu. Ela şimdi kapatmam gerek aşağıda taksi bekliyor"

"Tamam canım siz çıkın. Hiç merak etmeyin Eylül burada çok daha iyi olacak"

"Umarım. Görüşürüz Ela ağabeyime sevgilerimi ilet"

Bu telefon görüşmesinin ardından Kenan ve Mine ile birlikte havaalanına gitmek üzere evden ayrıldık. Yol boyunca arabanın içinde sessizce oturup Mine'nin moralimi yükseltmeye yönelik olan sözlerini dinledim. Ona gerçekten çok teşekkür ederim ama ne yazık ki bunu yapmasının üzerimde hiçbir faydası olmadı. Bu konuşmayı benimle birkaç gün sonra yapsa belki etkili olabilirdi ama şu an her şey o kadar taze ki söylediklerine odaklanamıyorum bile.

Kalbimin bir erkek yüzünden bu kadar kırılabileceğine ihtimal bile veremezken şu an hissettiğim acı yüzünden binbir parçaya ayrılmışım ve bir daha da parçalarımı asla bir araya getiremeyecekmişim gibi hissediyorum. Ama bu hisse rağmen yine de çabalayıp Buğra'dan önceki Eylül'ü yeniden ayağa kaldırmayı başarmanın bir yolunu bulacağım. Evet yapacağım bunu. En azından var gücümle deneyeceğim.

Havaalanına girip artık gitme vaktim geldiğinde bizim yer cücesiyle yani Mine ile içime oturan bir vedalaşma yaşadım. Birbirimize sıkıca sarıldığımızda "Mine ağlamak yerine sevinmelisin çünkü Eylül onu tanıdığımdan beri ilk defa doğru bir şey yapıyor" diyen Kenan'ın eline sertçe vurup "Karışma Kenan! Elalar giderken de doğru dürüst ağlatmadın zaten hemen susturdun beni gidişleri içimde patladı!" deyip hâlâ ağlıyordu.

Mine'yi anlayabiliyorum çünkü önce arkadaş olarak Buğra'yı sonra da İstanbul'a gitmek zorunda kalan Tolga ile Ela'yı kaybetti. Şimdi de ben gidiyorum ve iyice yalnız kalacak. Artık yanında sadece Kenan ve Yelda var. Yelda evli ve sevgili kaynanatörü ile işi başından aşkın yani kendine bile hayrı yok desem yeridir. Kenan'ın da işi gücü evi her şeyi İstanbul'da. Elbet onlar içinde ayrılık çanları kısa bir süre sonra çalmaya başlayacak. Gerçi Kenan bu onun ne yapacağı önceden kestirilemez. Belki Küçük Şirine'sine kıyamayıp o gösterişli lüks hayatını elinin tersiyle iterek İzmir'e bile yerleşebilir. Ya da hepimizi şok ederek Mine'yi de Gürsoy ailesine katıp yanında gitmeye ikna edebilir. Yapar mı yapar.

Mine'nin ardından vedalaşmak için Kenan'a doğru döndüm. Karşı karşıya geldiğimizde gözlerimin dolmak üzere olduğunu görünce hemen müdahale edip ellerini dur dercesine bana doğru uzattı ve "Aaa! Sakın ağlamaya kalkma Pembe Panter yoksa dönüşte acısını Müfettiş Gadget'dan çıkarmak zorunda kalırım" dedi. Buğra'yı kastediyor. Bana taktığı Pembe Panter lakabı gibi bazı zamanlar Buğra'dan da Müfettiş Gadget diye bahseder.

Gözlerimin dolmasını engellemeye çalışıp zoraki bir şekilde tebessüm ettikten sonra Kenan ile sarıldık. O sırada ona yaptığı her şey için teşekkür ederken o da bana "Git ve aynı benim yaptığım gibi sen de içindeki gerçek Eylül'ü bulup çıkaracak birine aşık ol. Emin ol ki buradaki Eylül sen değildin. Sen olmadığın için bu kadar üzüldün ve çaresiz kaldın" dedikten sonra geri çekilip omuzlarımı tutarak gözlerimin içine baktı ve "Bu arada işle ilgili teklifim hâlâ geçerli. Yalnız bana yer bildirimi yapmadan önce tuvaletlerinin durumunu kontrol etsen iyi olur çünkü o konudaki sözüm de hâlâ geçerli" dedi. Deli bu çocuk!

Kötü haber şu ki sırf bana gıcıklık olsun diye bu dediğini büyük bir zevkle yapacağından adım kadar eminim. Manalı bir bakışla tavsiyesi için teşekkür edip kendi işimi "Gürsoy torpili" olmadan da bulabileceğimi söyledikten sonra aramızda bir sessizlik yaşandı. Üçümüz de buruk bakışlarla birbirimize bakarken bir kolumu Mine'nin diğer kolumu da Kenan'ın boynuna dolayıp onları çok sevdiğimi ve birbirlerine dikkat etmelerini söyleyerek sıkıca sarıldım. Onlar da aynı şekilde bana sarıldı. Mine'nin sulu zırtlak haline rağmen gülümsemeye çalışarak beni kesinlikle merak etmemelerini çünkü iyi olmak için elimden geleni yapacağımı söyleyip işlemlerimi yapmaya gittim. Onlarda ben içeriye girene kadar aynı yerde bekleyip ben onlara baktıkça da el salladılar. İkisine de son kez tebessüm edip el salladıktan sonra uçağa doğru yürümeye başladım.

Aramızda yaşanan bu buruk vedanın ardından içimde kırılıp dökülmeme yol açan duygularla birlikte uçağa binip yerime yerleştim. O anla birlikte hem İzmir ile hem de Buğra ile aramda geri dönüşü olmayan bir mesafe oluştu sanki. Uçak havalanıp İzmir semalarından uzaklaştıkça da aramızdaki mesafe hızla açılmaya başladı. Bu olurken sanki hissizleşmişim gibiydi ama bir ara yaşadıklarımız gözümün önünden bir film şeridi gibi geçmeye başlayınca gözyaşlarıma hakim olmakta epeyce güçlük çektim. Kazanan kim mi oldu? Aslında tek bir damlasına bile değmeyecek olan o adam için akmaya başlayan gözyaşlarım oldu.

Yolculuk boyunca gözümden sessiz sedasız akan o yaşlar eşliğinde Buğra ile aramızdaki ne olduğu belli olmayan ilişkinin muhakemesini yaptım. Bu hiç de kolay olmadı. Ama Buğra defterini kapatabilmem için tüm duygularımla yüzleşmem ve sonunda da kendimi ondan azat edebilmem gerekiyordu. Bunu yapmak içinde kısacık bir zamanım vardı. İstanbul'a adım attıktan sonra yepyeni bir hayatım olacak ve ben kendime mutlu olabilmem için bir şans daha vereceğim. Belki hemen olmayacak ama olması için elimden geleni yapacağım. Ben güçlü bir kadınım ve bunu başaracağımdan da adım gibi eminim. Yeni hayatıma başladığımda artık bende Buğra'dan tek bir iz dahi kalmasını istemiyorum. Bu uçaktan indiğimde artık o benim için bir yabancıdan öteye gitmeyecek. Bitecek. Bitireceğim!

nbnb.png


........::::::::__Ahmet - İstanbul__::::::::........

Zihnen ve bedenen oldukça yorucu bir gündü. Ameliyat bir yana odama geldiğimden beri de hastaların biri geliyor biri gidiyor verecek kısacık bir mola vakti bile oluşmuyordu. Yine de birilerine faydamın dokunduğunu bilmek yorgunluğumu geri plana atmamı sağlayabiliyor. Hastamı geçirdikten sonra bilgisayarımın ekranına odaklanıp yarım kalan işlerimi halletmeye başladım. Tam bu sırada telefonum çaldı. O an ile birlikte düşüncelerim de kesintiye uğradı. Kim arıyor merakıyla telefonu elime aldığımda yüzümde tebessüm oluştu çünkü Meral arıyordu. Kim bilir ne oldu?

"Ah! İşte en sevdiğim hastam!"

"Ahmet Bey müsaitsiniz değil mi? Sizinle çok acil bir şey konuşmam lazım"

"Sana da merhaba Meral"

"Ah! Özür dilerim telefonu açar açmaz direkt konuya girdim değil mi?"

"Biraz öyle oldu ama sorun değil. Konumuz ne?"

"Derya Hanım"

"Ne olmuş Derya'ya?"

"Bizi beraber görmüş. Yani ameliyatımın nasıl olacağını konuşmak için çıktığımız yemekte beni ağlarken sizi de beni teselli ederken görmüş ama..."

"Ama yanlış anlamış"

"Hem de çok yanlış anlamış. Bana Atahan kardeşlerden hangisini tercih ettiğine artık bir karar ver dedi. Bu dediğine inanabiliyor musunuz? Sizin güçlü kadınlardan etkilendiğinizi ve ben de ne bulduğunuzu anlayamadığına dair saçma sapan bir sürü şey söyledi"

"Beni kıskanmış mı yoksa bana mı öyle geliyor?"

"Ahmet Bey konumuz bu değil! Selim'e söyleyeceğini ima ederek beni köşeye sıkıştırmaya çalışıyor"

"Meral sen de biliyorsun ki az önce bir ameliyattan çıktım ve inan bana kafam kazan gibi"

"Özür dilerim biliyorum ama o kadar panikledim ki akşama kadar bekleyemedim"

"Hayır hayır! Özür dileme. Benim sadece kafamı toparlamaya ihtiyacım var. Ayrıca biraz da acıktım galiba"

"Acıktınız mı? Bu durumdayken mi? Ahmet Bey ne olduysa zaten sizin acıkmanız yüzünden oldu"

"Harika! Gündüzleri hayat kurtarmaya çalışıyorum akşamları da sıklıkla nöbete kalıyorum. Düzenli bir hayatım yok ama bu önemli değil çünkü ben zaten bir robotum öyle değil mi? Yiyemem içemem uyuyamam gezemem tozamam bla bla blaaa..."

"Affedersiniz öyle söylemek istemedim"

"Biliyorum Meral sadece nazımı çekeceğini bildiğimden sana takılıyordum"

"Ne yapabiliriz peki?"

"Ben Derya'yı arayıp yemekte bana eşlik edip edemeyeceğini öğreneyim sonra da senin peşini bırakmasına yönelik çalışmalara başlayayım. Uygun mu?"

"Hem de çok uygun"

"Tamam o halde"

"Çok sağ olun Ahmet Bey! Böyle bir şey Selim'in kulağına giderse ne yaparım bilmiyorum. Ona aramızda sadece hasta doktor ilişkisi olduğunu da söyleyemiyorum ve sorup da öğrenemediği her şey onu çıldırtıyor"

"Merak etme elimden geleni yapacağım. Bu arada sen iyisin değil mi? Bir sorun yok yani"

"İyiyim ama bu iş çözülürse çok daha iyi olacağım"

"Tamam endişelenme artık senin stres yapmaman lazım. Ben yemek dönüşü seni ararım"

"Peki sizden haber bekliyorum o zaman"

"Hoşça kal Meral kendini fazla yorma"

"Hoşça kalın Ahmet Bey"

Meral ile yaptığım görüşmenin ardından arkama yaslanıp başımı geriye attım ve bir süre bomboş tavana bakarak düşündüm. Derya gibi sabit fikirli bir kadını bu düşüncesinden nasıl vazgeçirebilirim ki? Hem de düşündüğünün aksine Meral'in sadece doktoru olduğumu söylemeden. Bunu nasıl yapabilirim ben bile merak etmiyor değilim.

Parmaklarımı senkronize bir şekilde masama vururken midemden gelen "Hey doktor beni unuttun!" sinyalini alınca tekrardan telefonumu elime alıp Derya'nın numarasını tuşladım. Her zaman yaptığı gibi yine çalar çalmaz telefonunu açmadı. İnsanları bekletip ulaşılmaz olduğunu göstermeyi çok sever. Benim de yapmayı sevdiğim bir şeyler var tabii. Onun bu yönünü bildiğim için her zaman telefonunu çaldırır çaldırır tam açtığını anladığım sırada da kapatıp onun geri aramasını beklerim. Ararsa ne âlâ... Ama çoğunlukla merakına yenilip beni geri arar. Bu konuda beni yine şaşırtmadı.

"Telefonu yüzüme kapattın Ahmet"

"Öyle mi? Zamanında açmamışsın demek ki"

"Ne istiyorsun?"

"Yemek yiyeyim diyorum"

"Ye o zaman"

"Yiyeceğim zaten"

"Beni neden aradın peki? Eğer sana restoran önerisi yapmamı istiyorsan..."

"Hayır öneri istemiyorum. Bana eşlik etmeni istiyorum"

"Olmaz"

"Olur olur"

"Ahmet!"

"Hadi ama Derya kabul edeceğini ikimiz de biliyoruz. Hem seninle konuşmak istediğim bir şey var"

"Neymiş o?"

"Yemek teklifimi kabul edersen öğrenirsin. Çok önemli demiş miydim?"

"Tamam dediğin gibi olsun. Nereye geleyim?"

"Ben seni alırım"

Telefonu kapatırken aynı anda da ayağa kalktım. Masamdaki dosyaları kapatıp çekmeceme attıktan sonra da ceketimi giyerek hemen odamdan çıktım. Çıkar çıkmaz da "Ahmet Hocam birkaç dakikanız var mı?" diyerek önüme fırlayan Koray ile burun buruna geldim. Bu çocuk bir gün yüreğime indirecek. Aslında bana Meral'in ameliyatına girmek istediğini söyleyeceğini tahmin edebiliyorum ama bu konuyu ayaküstü konuşmak için pek vaktim yok. Tabii hevesini de kırmak olmaz.

Gözlerimi kısıp "Yürürken konuşabilir misin?" diye sorduğumda heyecanlanıp "Elbette! Siz yeter ki kabul edin amuda kalkıp arkanızdan bile koştururum" dedi. Evet yapar. Ondan şu an o ışığı aldım gerçekten. Söylediğini ister istemez gözümde canlandırarak "Yavaş Koray!" dedikten sonra onu şöyle bir süzüp bu kadar istekli olması karşısında da "Hadi o zaman acele et" dedim. Hızıma yetişmekte biraz sorun yaşasa da bundan pek şikayetçi değil gibiydi. Aslında bu bir ilk çünkü genelde beraber yürüdüğüm insanlar çabuk havlu atarlar.

"Ee! Koray anlat bakalım"

"Hocam kulağınıza geldi mi bilmiyorum ama..."

"Gelmez mi?"

"Gerçekten mi?"

"Hakkındaki kulis dedikoduları aldı başını gidiyor Koray. Benden duymuş olma ama bu aralar bizim katta çok popülersin"

"Nasıl yani? Ne deniyor ki?"

"Asistanım Gözde'ye yazılıyormuşsun"

"Ne! Hayır hocam yok öyle bir şey"

"Koray!"

"Tamam sadece geçen akşam saat geç olunca onu evine bıraktım o kadar. Yolumun üstüydü"

"Öyle demiyorlar ama ertesi günde..."

"Ertesi günde biraz yoğundu ve ben de buradan ayrılamadığı için ona yemek getirdim. İnsaniyet namına yani"

"İnsaniyet namına kısmından biraz şüpheliyim"

"Hocam yapmayın"

"İşin aslını anlat o zaman"

"Şey..."

"Koray cevap verme süren dolmak üzere iyi düşün yoksa bu konuda verdiğin eksik bir bilgi sana hiç ummadığın bir anda olumsuz yansıyabilir"

"Tamam hakkımdaki tüm suçlamaları kabul ediyorum! Bir süredir sizin ameliyatlarınıza girebilmek için büyük bir çaba harcıyordum ve duyduğuma göre..."

"Gözde'den duyduğuna göre..."

"Evet hocam. Şey... Gözde'den duyduğuma göre yakında çok önemli bir ameliyat gerçekleştirecekmişsiniz"

"Yani?"

"Düşündüm de o zamana kadar konuyla alakalı yeteri kadar bilgi sahibi olursam belki beni de en azından gözlemci asistanınız olarak ekibe dahil edebilirsiniz"

"İyi düşünmüşsün"

"Tamam mı yani?"

"Tamam demedim. Dedim mi?"

"Demediniz"

"Ama düşüneceğim"

"Sağ olun hocam! Çok sağ olun"

"Bu arada blöf yapmıştım çok çabuk düştün. Hakkında konuşulduğu falan yok rahatlayabilirsin"

"Ama hocam!"

"Bir sonraki sefere asistanımdan uzak dur. Bilgi alacağım derken kızın başını da yakacaksın durduk yere"

"Özür dilerim hocam bir daha ki sefere direkt size gelirim"

"Yavaş demiştim Koray yavaş!"


Otoparka indikten sonra arabama geçip trafiğe yakalanmadan şirketin önüne geldim. Derya'ya aşağıda olduğumu haber verdikten sonra da araçtan çıkarak ellerim ceplerimde bir halde giriş kapısına bakarak beklemeye başladım. Bakalım Derya Üstündağ beni ne kadar bekletecek. Her seferinde kendi rekorunu kıran bir kadınla karşı karşıyayım da...

Telefonumla oyun oynamaya dalmışken yaklaşık "27" dakika sonra yanıma yaklaşan topuklu ayakkabı sesiyle birlikte Derya'nın teşrif ettiğini anlayıp başımı telefonumdan kaldırmadan "Öğle yemeğine çıkacağımızı sanıyordum. Akşam yemeği olduğunu bilseydim daha nezih bir yerden masa ayırtırdım" dedim. Bunu laf çarpar gibi söyleyince hemen gardını alıp "Bir dahaki sefere şirkete yaklaştığında haber verirsen gereksiz yere beklemek zorunda kalmazsın" dedi. Cevap vermeden gülümsedim. Derya da ellerini önünde kavuşturarak önümde durduktan sonra "Hadi gitmiyor muyuz?" diyerek dik dik bakmaya başladı. Ben ise oyunumu oynamaya devam ediyordum. "Tamam şu levelı geçeyim gideriz" dediğimde sinir oldu ve tam da ondan beklediğim gibi bir tavır göstererek telefonu "Aa! Bitti bile" diyerek elimden aldı. Göz göze gelsek de onu baştan aşağıya incelemekten geri kalmadım. Yine tüm güzelliği üstündeydi.

Çatık kaşlarıyla telefonu kapatıp bana geri uzatırken "Beni sinir etmeye bayılıyorsun değil mi?" deyince evet dercesine gülümsedim. Beni iyi tanıyor ve bu da hoşuma gidiyor. Telefonumu "Biliyor musun? Beni çok beklettin ama sanırım buna değdi. Her zamankinden daha büyüleyici gözüktüğünü kabul etmek zorundayım" diyerek elinden aldım ve ceketimin iç cebine koydum. Derya yarım ağızla teşekkür ederek yaklaşırken de arabanın kapısını açıp kulağına doğru yaklaşarak "Ayrıca rujunun rengine de bayıldım. Dudaklarının kusursuzluğunu ön plana çıkarmış" dedim. Tam arabaya binecekken bunu söylememle birlikte aniden durdu ve yüzüme bakmadan gülümseyip "Yine formundasın Ahmet. Sanırım ben de her şeye rağmen iltifatlarından etkilendiğimi kabul etmek zorundayım" dedikten sonra içeriye geçti.


asdfghj.gif


Kapısını kapatıp direksiyon başına geçtikten sonra yemek yiyeceğimiz mekana doğru hareket ettik. Restoran seçimini işimi kolaylaştırması adına Meral ile beraber geldiğimiz restorandan yana kullandım. Böylece konuya daha rahat giriş yapabilecektim. Ancak mekanın önüne geldiğimiz anda Derya konuya benden önce giriş yapıp "Bu aralar burası favori mekanın galiba" dedi. Birbirimize yan gözle bakarken yüzündeki imalı bakış resmen Meral'i kastediyorum diye bağırıyordu.

"Evet sıcak bir atmosferi var. Ayrıca deniz ürünleri konusunda da çok başarılılar. Arkadaşlarımla yemek yiyeceğim zamanlar genelde ilk tercihim burası oluyor"

"Buraya sadece arkadaşlarını mı getiriyorsun?"

"İma seziyorum"

"Sezgilerin kuvvetliymiş"

"Evet buraya sadece arkadaşlarımla geliyorum"

"Ben senin arkadaşın mıyım Ahmet?"

"Bilmem. Sahi sen benim neyimsin Derya? Adını bir türlü koyamıyorum da"

"Uzun yıllardır aile şirketinizde çalışıyorum. Sanırım bu uzun birlikteliğin sonucunda Atahanların aile dostu olma şerefine erişmiş durumdayım"

"Atahanların aile dostu demek. Bu da biraz genel oldu sanki"

"Şimdilik böyle"

"Şimdilik..."

Derya'nın kapısını açıp inmesine yardım ettikten sonra anahtarı valeye teslim ederek restorana girdik ve bize gösterilen masaya oturduk. Siparişler verilip yemeklerimiz gelene kadar da genel bir sohbet içerisindeydik ama servis bittikten sonra garsonlar bizden uzaklaşır uzaklaşmaz Derya bana uzun uzun bakıp "Neden buraya geldik Ahmet? Bu ani yemek davetinin sebebi ne? Önemli demiştin" dedi. Düşünürken bir yandan da çatalıma biraz balık alıp "Önemli mi demiştim?" diye sordum. Elindeki çatalı tabağının kenarına bıraktı ve "Evet öyle demiştin" dediğinde ağzımdaki lokmayı yutup bir yudum su alarak "Gelmen için demiş olmalıyım" dedim.

Gözlerini üzerime dikip belli belirsiz gülümsemeye başladı. Ben de içinde su olsa da temsili olarak önümdeki kadehi ona doğru kaldırarak "Gergin görünüyorsun. Biraz rahatla ve bir kere olsun başka hiçbir şey düşünmeden bu güzel anın tadını çıkart. Ben öyle yapıyorum ve gerçekten işe yarıyor" dedim. Derin bir nefes alıp o da kadehini kaldırınca tokuşturup birkaç yudum aldık. Sohbet sırasında yavaş yavaş gardını indirdiğini görmek de esas konumuza girmek için beni cesaretlendiriyordu.

"Şirkette işler nasıl?"

"Bilmem kardeşine sorsana"

"Neden böyle söyledin?"

"Selim nedenini anlayamadığım bir şekilde beni şirkette pasifleştirmeye çalışıyor"

"Seni mi pasifleştirmeye çalışıyor? Mümkün olamayacağını bile bile"

"Mümkünleştirdi ama"

"Nasıl yani?"

"Yetkilerimi kısıtladı. Tanıtım gecesinin mükemmel olabilmesi için tüm detaylarla kendisi ilgilenecekmiş. İnanırsan tabii"

"Neden böyle bir şey yapsın ki?"

"Bir bilsem"

"Kardeşimi kızdırdın mı Derya? Bak doğru söyle yoksa gider ona sorarım"

"Yıllardır yüzüne bile bakmıyor Ahmet sana söyleyeceğini mi düşünüyorsun?"

"Bence Selim'in bu gerginliği sadece sana değildir. Üstüne alma"

"Sana da mı patladı?"

"Bana patlasa rahatlayacak ama henüz benimle konuşmaya yanaşmıyor. Geçen gün hastaneden çıkıp yine buraya gelmiştim asistanıyla karşılaştım. Neydi adı..."

"Meral mi?"

"Ah! Evet Meral. Şirketten çıkmadan önce Selim'in gazabına uğramış. İki gözü iki çeşme ağlıyordu"

"Tam üstüne denk geldin yani?"

"Öyle oldu. Neyse ki Selim'in aslında kötü biri olmadığını sadece konu iş olunca dilinin biraz acılaşabileceğini anlatmaya çalışıp onu sakinleştirmeyi başardım. Artık kıza ne dediyse içine oturtmuş ayakta zor duruyordu"

"Hmm... Sen de iyi niyet elçiliğine soyundun"

"Atahan şirketinin düzenini korumak diyelim. Sonuçta orası aile şirketimiz değil mi? Bir sorun varsa karşıdan bakmak olmazdı. Özellikle de böylesine özel bir geceye hazırlanırken çalışanların motivasyonunu düşürmemek lazım"

"Sadece o kadar diyorsun yani"

"Evet sadece o kadar... Başka ne olabilirdi ki?"

"Mesela biri görse sizi yanlış anlayabilirdi"

"Şu an seninle beni görseler yanlış mı anlarlar?"

"Bakış açısına göre değişir"

"Doğru değişir. Fikrin neyse zikrin de odur derler değil mi? İşte her şeyi kötüye yormamak lazım. Dünyaya biraz daha pembe gözlükler ile bakmak hayat kurtarır"

"Bir doktor tavsiyesi galiba"

"Nasıl alırsan"


bnb.png


........::::::::__Eylül - İstanbul__::::::::........

Uçağım İstanbul'a iniş yaptığı anda çok garip bir şey hissettim. Sanki duygularım kapanmıştı ve artık konuyla alakalı hiçbir şey hissedemiyordum. İçim bomboştu. Ne düşünmem gerektiğini ne hissetmem gerektiğini bilemiyordum. Anladığım kadarıyla beni kendime getirecek güçlü bir tokat yemeye ihtiyacım vardı. Camdan dışarıya doğru bakarken tüm yolculuk boyunca yanında ağladığım kadın elini omzuma koyarak "İyi misiniz?" diye sordu. Elini hisseder hissetmez ona doğru baktım. Bilmiyordum. İyi miyim yoksa kötü müyüm kestiremiyordum. Ne olmuştu ki birdenbire...

"İyiyim galiba"

"Dalmışsınız. Herkes çıktı isterseniz siz de yavaş yavaş kalkın. Yardımcı olmamı ister misiniz?"

Etrafa bakınıp gerçekten de tek tük insanlar kaldığını görünce şaşkın bir ifadeyle ayağa kalkarak "Dalmışım gerçekten. Uyarınız için teşekkür ederim" dedim. Çantamı omzuma asıp yanına geldiğimde bana elini uzatıp "Bu arada tanışamadık. Ben Gizem Ertuna" dedi. Evet sürekli ağladığım için etrafımda olup bitenlere çok da adapte olamamıştım ama ara sıra bana uzattığı mendiller için kendisine teşekkür etmiştim. Yani ettim herhalde.

Bana doğru uzattığı elini tutup "Ben de Eylül Acar memnun oldum" dedikten sonra adının Gizem olduğunu öğrendiğim bu genç hanımla birlikte uçaktan indim. O kısacık sürede sizi bizi bir kenara bırakıp biraz da sohbet ettik. Yolculuk boyunca sürekli ağladığım için konuşma fırsatımız olmamıştı ama anladığım kadarıyla iyi birine benziyor.

"İstanbul'a geliş amacın ne Eylül? Aile ziyareti mi iş mi?"

"Kaçış amaçlı desek daha doğru olur. Ya sen?"

"Yıllar önce buradan kaçar gibi gitmiştim. Şimdi de geri dönüyorum"

"Böyle mi oluyor?"

"Efendim?"

"Gün geliyor ve aslında hâlâ kaçtığın yere ait olduğunu anlayıp geri dönmek mi istiyorsun?"

"Kalbini kaçtığın yerde bıraktığını anlayıp hayatına devam edemiyorsan evet geri dönmek istiyorsun"

"Aşk acısı demek"

"En yakın arkadaşıma sırılsıklam aşık olmuştum. Olmayacak bir şeydi"

"Kulübe hoş geldin"

"Ama ona hiç söylemedim"

"En güzeli! Ben söyledim de ne oldu?"

"Ne oldu?"

"Ne olacak? Katil oluyordum!"

"Ne?"

"Hiç iyi şeyler olmadı ve ben de ondan uzaklaşmayı seçtim. Neyse beni boş ver sen ne yapacaksın? Yıllar sonra gecikmiş bir itirafta bulunmak için geldiysen aman diyeyim sakın böyle bir şey yapma"

"Buna cesaret edebilir miyim bilmiyorum. Önce ailemin yanına uğrayıp onlarla biraz vakit geçireceğim. Belki daha sonra onu görmeye giderim"

"Bol şans o zaman"

"Sana da..."

Gizem ile birbirimize iyi şanslar diledikten sonra ayrıldık. Yolcu çıkışına gelip o kalabalık insan grubunun içinde aranırken Tolga'yı görüp beni fark etmesi için elimi kaldırdım. Buruk bir gülümsemeyle bir araya gelince sıkıca sarıldık. Tolga kan çanağına dönmüş olan gözlerime merakla bakıp "Hoş geldin Eylül yolculuk nasıl geçti?" diye sorunca ona kötü şeylerden bahsetmek istemedim ve "Arınmayla geçti. Önce bütün toksinlerimi paraşütle bir bir İzmir semalarına bıraktım sonra da detoks programına geçerek kendime yapılacaklar ve yapılmayacaklar şeklinde sıkı bir liste hazırladım" dedim.

Böyle söylesem de yine de bu kadar çabuk toparlanamayacağımı o da biliyordu ve omzumu destek olma amaçlı tutarak bana Ela ile birlikte her hâlükârda yanımda olacaklarını söyledi. Bunu zaten biliyordum ama bir kere de ondan duymak iyi geldi galiba. Havaalanından çıktıktan sonra çantalarımı arabaya yerleştirmeye başladık.

"Eylül eve gitmeden önce bir yerlerde oturup kahve içelim mi?"

"Olur tabii ama neden? Bir şey mi oldu?"

"Sadece olup biteni öğrenmek ve Ela'ya ne kadarını söylememiz gerektiğini kararlaştırmak istiyorum. Bu aralar çok tedirgin ve en ufak bir şey bile endişelenmesine yol açıyor. Onun gerginliği Rüya'yı da etkiliyor tabii"

"Haklısın. Tamam gidelim o zaman"

Bir yer bulup kahvelerimizi söyledikten sonra Tolga'ya benim için bazı özel olan detayları atlayarak hemen hemen her şeyi anlattım. En azından bilmesi gereken şeyleri öğrenmişti. Öğrendiklerinden sonra da tedirgin olduğu açıktı. Artık arada ben olmadığıma göre Buğra'yı frenleyebilecek biri kalmamıştı. İkimiz de biliyorduk ki Buğra'nın şu an tek yoğunlaşacağı şey Ela olacaktı. Ben hayatındayken onun gündemini değiştirip Ela'nın peşine düşmesini engelliyordum ama şimdi bunu yapacak biri yoktu. Eğer Ela'nın İzmir'de olmadığını öğrenirse kıyamet kopabilirdi ki Kenan'da ona bu konuda pek hoş bir ortam sağlamazdı. Birbirlerine girmeleri an meselesiydi çünkü Buğra ağabeyi İstanbul'a gittiği için Ela'yı gizleme görevini Kenan'ın üstlendiğini düşünüyordu. Yani gırtlağına sarılacağı ilk kişi Kenan olacaktı.

"Eylül şimdilik Ela'yı bu konuda fazla endişelendirmeyelim olur mu?"

"Merak etme zaten bu konuları konuşmaya pek niyetli değilim"

"Fark ettim. Soğukkanlı gözüküyorsun"

"Garip bir şey oldu Tolga. Zihnim Buğra ile ilgili bir şey hissetmemi engelliyor sanki"

"Düzelecek Eylül her şey yoluna girecek"

"Umarım öyle olur"

"Ela'yı meraklandırmadan kalkalım mı?"

"Tamam olur"

Ben çantamı alıp toparlanırken Tolga da hesabı istedi ama bir anda gülümseyerek ayağa kalkıp "Selim! Seni görmeyi beklemiyordum. Nasılsın?" dedikten sonra yanına gelen genç adamla birbirlerine sarıldılar. Onlar selamlaşırken Selim Bey'in yanındaki kız da elini bana doğru uzatıp "Merhaba" dedi. Ben de ona aynı şekilde karşılık verdim ve Tolga'nın onları masaya davet etmesiyle yeniden yerime oturdum. Samimiyetlerine bakılacak olunursa çok eskiden tanıştıkları ortadaydı. Adının Meral olduğunu öğrendiğim kız da Selim Bey'in asistanıymış. Halbuki ben de içimden ne hoş bir çift diye geçirmiştim. Yanıldım galiba...

"Nasıl oldun Tolga? Daha iyi misin?"

"İyiyim Selim bir sıkıntı yok. Bu arada Meral Hanım'a teşekkür edemedim. Ela ile çok yakinen ilgilenmişsiniz. Onun ne kadar korktuğunu tahmin edebiliyorum. Yanında olduğunuz ve onu yalnız bırakmadığınız için ne kadar minnettar olduğumu bilemezsiniz"

Evet Tolga bir süre önce hastaneye kaldırılmıştı çünkü İzmir'de olduğu dönemde Buğra ile yaptıkları bir kavga sonucunda yaralanmış ama onun başını belaya sokmamak için yarasını ev ortamında tedavi ettirmişti. Bir süre sonra da haliyle bu yara enfeksiyon kaptı ve İstanbul'a geldikleri gibi acilen hastaneye yatmak zorunda kaldı. O gün oğlu attan düşüp bileğini çatlattığı için Selim Bey'de oradaymış ve Meral'de eli ayağı birbirine giren Ela'ya çokça destek olmuş.

Meral çekingen bir tavırla "Önemli bir şey yapmadım ki olması gereken buydu. Sağlığınıza yeniden kavuştuğunuz için çok sevindim Tolga Bey umarım siz ve aileniz bir daha böyle şeyler yaşamak zorunda kalmazsınız" dedi. Tolga teşekkür ettikten sonra yeniden kahveler söylendi ve koyu bir sohbet başladı. Beyler iş konularına dalınca teklifler de havada uçuşmaya başladı. Selim Bey önce Tolga'dan sınırlı bir sayıda çıkacak olan özel parfümlerinin tanıtım fotoğraflarını çekmesini istedi sonra da iş nasıl oraya geldi pek anlayamadım ama Tolga'nın bunu memnuniyetle kabul etmesinin ardından Selim Bey bana da o tanıtımda yer alacak mankenlerden biri olmamı teklif etti. Bu teklif hem ben de hem de Meral'de küçük çaplı bir şok etkisi yarattı tabii. Çünkü ikimizi de kapsıyordu.

"Eylül Hanım simanız hiç yabancı gelmedi daha önce hiç modellik yaptınız mı?"

"Aslında bir ajansa kaydolmuştum ama geri dönüş olmamıştı"

"Peki o geri dönüşü şimdi ben yapsam ne dersiniz?"

"Nasıl yani?"

"Sınırlı bir sayıda çıkması planlanan parfümümüz farklı bir dizayna sahip. Tasarımcısı ortaya öyle bir fikir sundu ki aynı şişede kullanılacak iki farklı parfüm yarattık. Bu iki ayrı parfümün biri gündüzü diğeri ise geceyi temsil ediyor. Ben düşündüm de belki de bu iki tarzı iki ayrı modelle sunmak çok daha hoş bir etki yaratabilir"

westrdyfygu.png


Düşünceli gözlerle suyumu yudumlarken Selim Bey Tolga'ya dönüp "Yani kabul ederlerse birini Eylül Hanım diğerini ise Meral tanıtabilir" deyiverdi. Bunu duyduğumuz anda Meral ile aynı anda içtiğimiz suları genzimize kaçırıp "Ne?" dedik. Aslında durum açıktı. Taşı toprağı altın olduğu konusunda etrafta garip rivayetler dolanan İstanbul'a gelir gelmez mükemmel bir iş fırsatı yakalamıştım. Ama bu işi "Gürsoy torpili" ile bulduğum Kenan'ın kulağına asla gitmemeliydi. Onun diline düşmektense yüz üstü çamura düşmeyi yeğlerim çünkü.

Kısa bir süre sonra meraklanmaya başlayan Ela'nın aramasıyla izin isteyip kalkmak zorunda kaldık. Hayat bir yerden çelme takıp düşürüyor ama bir yerden de düşerken canın acımasın diye yere minder seriyor gibi. Bu iş kafamı dağıtmama yardımcı olacağı gibi Buğra'yı düşünüp acı çekmeme de engel olacak sanki. İşe bak Eylül Acar yıllara dayanan önemli bir firmanın tanıtım yüzü olacak. Şaka gibi!

Arabaya geçtikten sonra eve doğru yol aldık. Ara sıra ister istemez durgunlaşsam da İstanbul'un havası bana iyi gelmişti. Bunu Tolga'da hemen fark etti. Kısa bir süre sonra çok güzel bir evin önünde durduk. Evin yanı sıra bahçesi adeta cennet gibiydi. Birbirinden güzel çiçekler vardı ve sanki evin etrafını o hoş kokularıyla sarıp sarmalamış gibiydiler.

Tolga ile arka taraftan çantalarımı alırken "Bu evi sattığına inanamıyorum Tolga! Delirmiş olmalısın" dedim. Tolga gülümseyerek "Eğer Ela'ya eski karımla oturduğum eve yerleşmeyi teklif etseydim işte o zaman gerçekten delirmiş olurdum. Şimdiden diken üstünde gibi duruyor bir an önce yeni bir ev bulmam lazım" dedi. Bu bahsi geçen eş hayatta değil. Tolga yıllar önce acı bir şekilde eşini kaybetmiş ve o zamandan beri de bu eve hiç gelememiş. Ee! Aşk başka bir şey tabii. Yıllardır ayak basılamayan yere sevdiği kadının huzuru için bir şekilde o ayağı bastırıyor işte.

"Kime sattın? Evin kıymetini bilecek biri mi bari?"

"Selim'in ağabeyine sattım. Ahmet Atahan'a yani"

"Yabancıya gitmemiş"

"Evet öyle oldu. O ev arıyordu ben de evimi satıyordum"

"Güzel denk gelmiş"

"Evet Bora sağ olsun hemen aracı olup birbirimizden haberdar olmamızı sağladı"

"İyiymiş"

"Hadi gidelim Ela meraktan ölmüştür"

Eve yaklaşmamızla birlikte hemen kapı açıldı. Herhalde Ela bizim geldiğimizi pencereden görmüş. Kapıyı açar açmaz beni karşısında görünce "Eylül seni çok merak ettim" diyerek sıkıca sarıldı. Ben de aynı şekilde ona sarılıp "Merak etme iyiyim" dedim. O sırada Tolga da çantalarımı yukarıya çıkardı. Ela beni hemen içeriye alıp yolculuğumun nasıl geçtiğini sormaya başlarken ben de ceketimi çıkarıp biraz zor geçtiğini ama burada olmaktan çok memnun olduğumu söyledim.

Salona doğru geçerken merakla "Rüya uyuyor mu Ela? Uyurken bir öpüp koklasaydım uyanınca cırlar şimdi" dediğimde yeni uyandığını söyledi ama o sırada merdivenlerden hızla inen Tolga'yı görünce "Çıkıyor musun Tolga?" diye sordu. Tolga'nın yüzü biraz garipti sanki. Ne olduğunu pek anlayamadım ama bu ifadeyi tanıyorum. Pek hayra alamet bir yüz ifadesi değil bu.

"Ben geldim diye gitmiyorsun değil mi? Düzeninizi bozmayı hiç istemem"

"Olur mu Eylül aşk olsun! Ela'ya söylemiştim Bora'ya gidiyorum. Yemeğe yetişmeye çalışırım siz de rahat rahat konuşup dertleşin"

"Tamam sonra görüşürüz o zaman"

Ela onu geçirdikten sonra yanıma geldi. Onun da yüzü düşmüştü. Ne olduğunu sorar gibi bakmamla birlikte de derin bir nefes alıp "Bilmiyorum Eylül ama bana söylemek istemediği bir şey var sanki. Bora ile konuşmak istediğine göre konu ailesi olabilir" dedi. Kollarımızı güç almak için birbirimizin omzuna atıp salona geçtiğimizde Rüya Hanım'da pusetinin içinde kıpır kıpır bir halde agucuk gugucuk yapıyordu. Şaşkın gözlerle ufaklığa baktıktan sonra dikkatli bir şekilde kucağıma alıp "Gel bakalım Eylül teyzoşuna! Ela kocaman olmuş bu ne ile besliyorsun Allah aşkına?" dedim. Ela kızının başını okşarken Rüya sorumun ardından bir anda üzerime kusunca yüzümü ekşitip "Anladım Rüyacığım sütmüş ama keşke görsel bir sunum yapmasaydın" dedikten sonra "Ah! Al annesi seni istiyor" diyerek apar topar ufaklığı Ela'nın kucağına tutuşturdum. Çocuklarla özellikle de bebeklerle aram hiçbir zaman iyi olmadı zaten...

"Ela ben üstümü nerede değiştirebilirim?"

"Yukarıya çık Eylülcüğüm. Sağdaki ilk odayı senin için hazırladık"

"Tamam canım sağ ol"

Çantamı alıp merdivenleri çıktıktan sonra tarif ettiği üzere sağdaki ilk odaya girdim. Çantalarımda bir köşede duruyordu. İçinden giyecek birkaç parça eşya çıkardıktan sonra üzerimi değiştirip odanın penceresini açarak dışarıyı izlemeye başladım. Aklımdan da bir sürü şey geçiyordu. Dalmış bir halde bahçedeki yaşlı adamın ağaçları budamasını izlerken bir an ağzımdan "Acaba gittiğimi fark etti mi?" diye saçma sapan bir soru çıktı. Kendime geldiğim anda "Saçmalama Eylül! Fark etse de etmese de artık bu umurunda bile olmamalı. Buğra senin için öldü. Üzerine toprağı attın ve bulunduğu yeri terk ettin. Unut onu... O artık yok" deyip pencereyi kapatarak içeriye girdim.

Nefesim düzensizleşmişti. Böyle düşünmek beni çok kızdırdı. Yatağa oturup düşünürken çantamı önüme çekerek içinden telefonumu çıkardım ve rehberden Buğra'nın numarasını buldum. Birkaç saniye ismine baktıktan sonra elim tam arama tuşuna gidiyordu ki kendime hakim olup seçeneklerden "Sil" kısmını bularak basmak ve basmamak arasında gidip gelmeye başladım. Niye kafam karışmıştı ki sanki. Sonuçta onu bir daha aramam gerekmeyecekti değil mi? Silecektim ve gidecekti. Bu kadar basit! İçimden "Bas Eylül bas!" derken kahretsin ki yapamayacağımı anladım ve telefonu yatağın üzerine attım.

rtfyu.gif


"Senden nefret ediyorum Buğra!

Kalbimden de aklımdan da hayatımdan da çık git artık!

Çık git!!!"

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.523
Tepki
84.169
Puan
113
Konum
İstanbul

VaVWyB.png

2.Bölüm : Umut olmadan yaşanır mı?

........::::::::__Eylül__::::::::........

Elimde telefon bir yandan Kenan'ı bir yandan Mine'yi arıyorum ama ikisi de açmıyor. Hiç böyle bir şey yapmazlardı halbuki. Telefonu da yanıma alıp Ela'nın yanına gittim. O da odasını toparlıyordu. Endişelenmemeye çalışarak "Ela sen Mine ile en son ne zaman konuştun?" dediğimde elindeki yatağın üzerine bırakıp bana doğru döndü ve kısacık bir düşünmenin ardından "Seni havaalanına bıraktıktan sonra merak etmeyeyim diye aramıştı. Ne oldu?" diye sordu. Şu an endişelendim işte.

"Ne Kenan ne de Mine telefonlarını açmıyorlar"

"Beraber olduklarını sanmıyorum. Hulki amca bu kadar geç bir saatte Mine'nin dışarıya çıkmasını pek onaylamıyor. Hele ki Kenan'dan sonra sıkı yönetimi iyice arttırdı"

"Belli ki bir sorun oldu. Aynı anda telefonlarını açmamaları biraz garip değil mi?"

"Kavga mı ettiler acaba?"

"Olabilir aslında. Kenan kesin magazin sayfalarına manşetten girmiştir Mine'de telefonunu bunu bana nasıl yaparsın deyip o koca kafasına atıp kırmıştır"

"Deme çocuğa öyle uslandı artık gözü Mine'den başkasını görmüyor"

"Göreceğini görmüş o zamanında dua etsin Mine eski kirli çamaşırlarını öğrenmesin"

"Geçip gitti onlar. Hem Mine'den önceki hayatı değil Mine'den sonraki hayatı önemli ve itiraf edecek olursam Kenan sadakatiyle bırak beni Tolga'yı bile şaşkına çeviriyor"

"Öyle de devam etsin. Mine'yi üzerse hep beraber canına okuruz. Ama gerçekten çok merak ettim ben Buğra ile dalaşmasınlar sakın"

"Haklısın. Dur ben bir Nezoş'u arayayım evdeyse de çıkar ortaya şimdi"

"Tarihi eser sayılacak yaşa gelmiş bir kadına da Nezoş demiyor musunuz beni benden alıyorsunuz"

"İstersen bir kere Nezaket teyze de anlarsın neden öyle dediğimizi. Şaka bir yana Mine'nin anneannesi çok tatlı ve yaşı olmayan bir kadın sen de birkaç kez gördün zaten"

"Gördüm gördüm hatta o muhteşem limonatasının tadı hâlâ damağımda. Ah! Olsa da içsem canım nasıl da çekti"

"O gün Mine'yi deli etmiştin hatırlıyor musun?"

"Hatırladım tabii getirdiği limonatayı bakışlarıyla boğazıma dizmişti. O günün akşamı nasıl ağlaya zırlaya Kenan'ı sevdiğini itiraf etti ama! İşte böyle tutuştururum ben adamı"

"Kenan ile birlikte olduğunuzu sanınca cidden çok kıskanmıştı. Onu ilk defa öyle gördüm"

"Halbuki onları bir araya getirmek için Kenan'ı ona doğru itekleyip duruyordum haberi yok"

"Öyle gerçekten... Bir saniye Eylül"

Ela açılan telefonun ardından "Nezoş benim Ela" dedikten sonra telefonu kulağından biraz uzaklaştırmak zorunda kalıp bana da yüzünü ekşiterek "Unuttun bizi hiç arayıp sormuyorsun diye kızıyor" dedi. Ben de kadıncağızın sesini dinleyip bir yandan da Ela'ya başka ne diyor dercesine bakıp gülümsüyordum. Ela ne durumda olduklarını belli etmeden uygun bir şekilde cevaplar verip Mine'nin evde olup olmadığını sorduktan sonra sonunda onu telefona rica etti.

Ancak bir sorun var gibiydi. Mine geldikten sonra Ela telefonlarını neden açmadıkları konusunda sıkıştırmaya başlayıp sonra da konuşmasını bıçak gibi keserek bana doğru baktı. Mine her ne söylediyse Ela'nın beklemediği bir şey olduğu kesindi. Tabii konuşmaya benim de dahil olabilmem için hemen telefonunu umuma açmak zorunda kaldı.

"Kenan sana evlenme mi teklif etti? Şaka yapıyorsun Mine!"

"Ela bırak şaşırmayı falan! Mine sen de geveleyip durma ne cevap verdin ondan haber ver çatladık burada!"

"Hayır dedim"

"Ne!"

"Hayır mı demiş?"

"Hayır dedim ama sonra boynuma hikayesi de olan çok güzel bir kolye taktı ben de dayanamadım bastım eveti!"

"Ne yani bu yer mantarı bir kolyeye mi tav olmuş Ela?"

"Dur Eylül anlamaya çalışıyorum. Mine sen ne diyorsun Allah aşkına?"

"Ne bileyim Ela sanki Kenan'ı bilmiyorsun! Hayır diyorum hayırımı evet yapıyor olmaz diyorum olmazımı olduruyor sevimsiz şey! Ama bu gece ona ayrı bir aşık oldum sanki. Bana çok güzel şeyler söyledi rüya gibi bir geceydi"

"Çok sevindik Mine her şey gönlünüzce olsun da Kenan'da senin gibi telefonunu açmıyor bir şey mi oldu?"

"Hayır olmadı. Beni eve bıraktıktan sonra o da kendi evine gitti"

"Mine..."

"Efendim Eylül?"

"Eve gittiğinden emin misin çünkü ben evi de birkaç kez aradım açmadı"

"Bana eve gidiyorum dedi. Kızlar ne oluyor?"

catsextrcytvy.jpg


Ne olduğunu maalesef ki çok sonra öğrendik. Meğerse eve dönerken Buğra da kapısının önünde Kenan'ın eve geri dönmesini bekliyormuş. Nedeni açık... Ben sahneden çekilir çekilmez o da eski takıntılarına geri dönmüş ve şimdi de Ela'nın yerini öğrenmek istiyordu. Kenan'ın ağzı çok sıkıdır. Ona tek kelime etmediği için bu karşılaşma sonrasında ikisi büyük bir kavgaya tutuşup bir gecede ortadan kayboldu. Sonrası daha fena! Olaylar olaylar olaylar...

Neyse ki hiç ummadığım ve hiç istemediğim bir anda karşıma yeniden çıkacak olan Buğra'nın şokunu o an yanımda olan kişinin sayesinde bir nebze daha çabuk atlatacaktım. Bunu da zamanı geldiğinde anlatırım artık.


g.png


........::::::::__Çekim Günü__::::::::........

Atahanların özel olarak piyasaya sunacağı parfümün tanıtımları bugün çekilecek. Heyecanım tavanla buluştuğu için yapıp yapamayacağım konusunda çok muallaktayım ama fotoğrafçımızın Tolga olması o tedirginliğimi bir nebze olsun baskılamama yardımcı oluyor. Ayrıca tek acemi mankenin ben olmayacak olmam da yüreğime biraz su serpmiyor değil. Resmen al beni vur Meral'e durumundayız. Onun da bu taraklarda hiç bezi yok gibi. Ömrü hayatında ilk defa modellik yapacağı çok açık çünkü o da en az benim gibi bu teklifi korkuyla ve endişeyle karşılamıştı. Umarım günün sonunda Tolga bizim yüzümüzden saçını başını yolup emekliliğini istemez.

Evden Tolga ile beraber çıktık. Arabada giderken suskundum ve bu yüzden sadece ara sıra Tolga'nın yönlendirdiği kısa kısa sohbetler ettik. Beni biraz cesaretlendirmeye çalışıp benden daha beter modellerle de çalıştığından bahsederek birkaç anıyla yüzümü güldürmeyi başardı. Çekim mekanına en erken gelenlerden biri de bizdik çünkü Tolga'nın hazırlıklarını çok önceden tamamlaması gerekiyordu. O işlerini hallederken ben de etrafta boş boş gezinip neyin içine düştüğümü anlamaya çalıştım. İçeride öyle bir hareketlilik vardı ki daha ilk dakikadan başım dönmeye başladı. Seçilen kıyafetler bir o yana bir bu yana gidiyor ışıkla ve dekorla uğraşan görevliler de ortalıkta koşuşuyordu. Herkes full konsantre işine adapte olmuş vaziyetteydi yani.

"Eylül Hanım!"

Kulağımı tırmalayan bu sesle istisnasız her muhatap kaldığımda olduğum yerden sıçradım. Biri ya bu kızın ses tellerine bir ayar çekmeli ya da bana bir kulak tıkacı bulmalı! Yanımda beliren kız bana bu çekimde Tolga'nın asistanlığını yapacağını söyleyip hemen ardından da kuaförümüzle tanıştırdı. Masmavi saçları ve kaşında da kurukafa temalı piercing olan garip tavırlı bir adamdı. Onunla pek anlaşamadığımızı söylemek zorundayım. Hatta tanışır tanışmaz aniden yanımda bitip izin bile almadan ellerini saçlarımın arasına sokunca ben de o anlık reflekse boğazına sarıldım. Ümüğünü sıkmak denir ya... İşte aramızda ümük nasıl sıkılır bunun küçük bir canlandırması yaşandı. İnsan önce bir saçlarınızın kalitesine bakmak istiyorum deyip müsaade alır değil mi? Ama almadı ve haliyle etrafımızdakiler de bizi zor ayırdı. Neyse en azından artık yanıma desturla gelmesi gerektiğini öğrenmiş oldu.

Kostümcüsü makyözü kuaförü derken bir süre sonra bana afakanlar basmaya başladığı için dışarıya çıkıp biraz hava almak istedim. Stresten elim belimde bir o yana bir bu yana gidip gelirken kendi kendime de heyecan yapmamam için bir dizi telkin vermeye çalıştım ama ne mümkün. Neyse ki çok geçmeden Meral de geldi. O taksiden inerken ben de hızla yanına gidip selamlaştıktan sonra "Kaçmak için hâlâ şansımız var ve inan bana kaçma konusunda çok iyiyimdir. İstersen Ela'ya da sorabilirsin. Ne dersin gidelim mi?" diye sordum.

Ela'ya sor derken ona ciddi bir kaynak sunmuştum. Sonuçta onu bir kez gelinlikleriyle bir kez de kızıyla birlikte Buğra'ya yakalanmadan hastaneden kaçırıp Tolga'ya teslim ettim. Bu konularda profesyonelim yani. Kaçma teklifim sonrası Meral'in yüzünde çok şaşkın bir ifade belirdi. Hemen ardından da bunu neden söylediğimi anlayamamış bir halde gülümsedi. O gülünce dayanamayıp ben de güldüm. Kız beni kaçık sanmasa bari.

Ona içerisinin durumunu anlatıp bir de üstüne ne demek istediğimi gözleriyle görünce bana kaçma teklifimi kabul eder gibi baktı. Ancak şans bizden yana değildi çünkü kapıya doğru gitmek için arkamızı döndüğümüzde az önce bahsettiğim cırtlak sesli asistan kız ellerini birbirine çarparak "Modelleri hemen makyaja alıyoruz!" diye bağırdı. Yakalanınca mecburen paşa paşa gidip makyaj masalarımızın önüne oturduk tabii. Hoş zaten Tolga'yı da Selim Beyi de yüz üstü bırakacak değildik ama mümkün olduğunca o ortamdan uzaklaşıp heyecanımızı perdelememiz gerekiyordu.

Çekim başladığında çok şükür ki benden önce Meral'in deneme çekimleri yapıldı. Eminim o da tam tersinin olmasını can-ı gönülden isterdi ama bu konuda şans benden yana oldu. Nasıl durmam ve nasıl bakmam gerektiğini öğrenmek istediğim için gözlerimi dört açıp onları izledim. Aceminin de acemisiyiz sonuçta.

Meral'in ardından sıra bana da geldi tabii. Ancak hiç de tahmin ettiğim kadar zor olmadı. Tolga zaten çok nazik ve son derece sakin bir adam olduğu için insanı germeden işini layıkıyla yapıp karşısındakini de istediği kalıba rahatlıkla sokabiliyor. Açık konuşmak gerekirse bu işi sevdim. Özellikle de zaman geçip iyice alıştıktan ve çekilen fotoğrafların güzelliğini gördükten sonra ciddi ciddi de heveslenmeye başladım.

wasedr.gif


Deneme çekimlerinin bitmesine yakın asıl patron geldi. Yani Selim Bey... Hatta elinde şık da bir kutu vardı. Onu asistanlara teslim ettikten sonra çekimlere onun içinden çıkan şu meşhur parfüm eşliğinde devam ettik. Hiç abartmıyorum şaheser bir şeydi ve ben daha önce hiç böyle bir tasarımla karşılaşmamıştım. Kokuları da ayrı bir olaydı tabii. Meral'in tanıttığı gündüz kullanıma uygun olan parfüm oldukça hafif ve insana mutluluk hissi veren nitelikteydi. Benim tanıttığım geceyi temsil edeni hele hiç sorma epey kışkırtıcı bir şeye benziyordu. Bir taraf olabildiğine masumken diğer taraf ben biraz yaramazım diyordu sanki.

Biraz dedikodu yapmak istiyorum o yüzden ses tonumu bir miktar kısacağım. Oturduğum yerden etrafı gözlemliyorum da içimden gelen bir ses Meral'in Selim Bey için bir asistandan çok daha özel bir konumda olduğunu söylüyor. Hani öyle böyle değiller. Bakışlar fena! Selim Bey'in çaktırmamaya çalışarak Meral'i hayranlıkla izlediği anlarda Meral'in de bunu hissetmiş gibi tebessüm edip sonra da utangaç bir tavırla belli belirsiz ona bakması aman canım bırak çekimi falan resmen karşında yılın aşkı ödülünü alabilecek Oscar'lık sahneler cereyan ediyor dedirtiyor. Sevdim doğrusu aralarında güzel bir enerji olduğu belli.

Ne hissediyorum biliyor musun? Bence bu yaratılan parfümün masum tarafı Meral'i yaramaz tarafı da Selim Bey'i temsil ediyor. Olur mu olur.


........::::::::__Eylül Tanıtım Gecesi__::::::::........

Çekimlerin ardından o göz alıcı gecenin tüm hazırlıkları günden güne tamamlandı. Bu akşam da tanıtımlarında yer aldığım İki Hayal Tek Bir Şişede parfümü görücüye çıkıyor. Bu sabah uyandığımda o kadar karmaşık duygular içerisindeydim ki nasıl bir ruh haline bürünmeliyim buna bile karar veremedim. Bir yanım bu gece için mutlu ve heyecanlıyken diğer yanım henüz geride bırakamadığım anılarımın matemini tutuyordu sanki. Yani sol yanımda cenaze namazım kılınıyorken sağ tarafımda onun aksine nikahım kıyılıyor gibiydi. Bu da böyle garip bir benzetme oldu işte. Ama ruh halimdeki çelişki dışarıya tam anlamıyla bunu yansıtıyor.

Meral ile ikimizin kıyafetleri özel olarak hazırlandığı için neyse ki bu konuda ne giysem krizi yaşamadım. Saç ve makyajımızda mekana gittiğimizde yine uzman ellerden çıkacakmış. Benim yapmam gereken tek şey de spor bir kıyafet giyip çantamı ve özel kılıfında olan elbisemi alarak evden çıkmak sonra da hadi değiştirin beni etim sizin kemiğim benim diyerek kendimi profesyonel ellere teslim etmek olacak.

"Eylül hazırsan aşağıya gel canım araba geldi"

Ela'nın ne dediğini algılayamasam da sesini duyduğumda kendimi aynanın önüne geçmiş boş gözlerle yüzüme bakarken buldum. Karşımda duran kadına acıyarak baktığımı fark etmem de ekstra vurucu olmadı değil. Bu fark edişin ardından da aynadaki görüntümü baştan aşağıya süzüp biraz da kızarak "Bakma öyle melül melül! Hayat devam ediyor etmeye de devam edecek. Ona kapılıp aynı hızla gitmeyi başaramazsan hep geri de kalırsın. Toparlan ve o hıza ayak uydur. Eski Eylül olmak istiyorsan başka çaren yok" dedikten sonra duruşumu düzeltip omuzlarımı dikleştirdim ve gözlerimi de hafifçe kısarak "Aferin kızıma!" demekten de kendimi alamadım.

Bu aferini geri almama neden olacak bir mimikte bulunmadan hemen çantamı ve elbisemi alarak odamdan çıktım. Aşağıya indiğimde Ela da koltuğa oturmuş Rüya'yı emziriyordu. Maalesef o bu gizlilik olayları yüzünden bu gece bizimle olamayacak ama Tolga gecenin belli bir kısmına kadar halihazırda bulunacak.

"Elacığım ben çıkıyorum"

"Tamam canım geçiremiyorum kusura bakma"

"Mühim değil siz takılın ana kız... Tolga nerelerde?"

"Henüz gelmedi. Bu arada Selim Bey senin için araba göndermiş"

"Sahi mi?"

"Evet sana seslendiğimde de söylemiştim"

"Anlayamadım demek ki. Neyse dönünce görüşürüz"

"İyi eğlenceler canım"

"İyi geceler"

Dışarıya çıktığımda arabanın önünde bekleyen şoför beni görür görmez yanıma gelerek elimdeki elbiseyi aldı ve beraber arabaya doğru yürürken de "İyi akşamlar Eylül Hanım beni Selim Atahan bizzat gönderdi. Adım Kemal. Sizi tanıtım mekanına götürmek ve işiniz bittiğinde de evinize geri getirmekle sorumluyum. Bir isteğiniz olduğunda bana söylemeniz kâfi" diyerek arka kapıyı açtı. Ee! Bana bir kal geldi haliyle. Böyle şeylere alışık olmadığım için bunu biraz yadırgadım doğrusu.

Bu zengin hayat mevzuları hiç bana göre olmamıştır zaten. Neden bilmiyorum ama bana böyle hizmet edilip sizli bizli konuşulunca kendimi banknotların arasında sıkışıp kalmış madeni para gibi hissediyorum. Bunu değersizlik anlamında söylemiyorum. Madeni para olmaktan da gayet memnunum. Sadece ait olmadığım bir yerdeymişim gibi geliyor. Yerimi yadırgıyorum desem daha uygun olacak herhalde.

Kapımı açan Kemal adındaki genç adama teşekkür edip arabaya geçtiğimde o da kapımı yavaşça kapatıp önce elbisemi diğer tarafa astı sonra da ön tarafa geçti. Göz açıp kapayana kadar da mekanın önüne geldik. Kapım yeniden şoför tarafından açılınca dışarıya çıkıp belli belirsiz bir tebessümle "Teşekkür ederim. Elbiseyi ben alırım içeriye kadar taşımanıza gerek yok" dedikten sonra elbisemi vermesiyle merdivenleri çıkıp içeriye girdim.

O devasa kapıdan içeriye girdiğimde beni kapının önünde yer alan tanıtım görüntülerimiz karşıladı. Ekran teknik açıdan kontrol edildiği için sık sık kesintiye uğrasa da gözlerimi üzerinden ayıramadım. Böyle olacağını hiç beklemiyordum. Her kareye dikkatle bakarken yaptığımız işten gerçekten gurur duydum. Ne Meral'in ne de benim acemiliğimiz asla belli olmuyordu. Ortaya bu kadar harika bu kadar profesyonel bir işin çıkmış olmasına çok şaşırdım. Parfüm de zaten tek başına gecenin starı benim dedirtiyordu. İyi ki bu teklifi geri çevirmek gibi saçma sapan bir şey yapmamışım. Sanırım verdiğim en doğru kararlardan biri de bu işin içinde var olmakmış. Aferin Eylül! Her ne kadar depresyonun eşiğinde de olsan mantıklı kararlar verebiliyormuşsun.

Yüzümdeki mutlu tebessümle içeriye geçtikten sonra bir görevli yakalayıp giyineceğimiz odaların nerede olduğunu sordum. Onu öğrenirken aynı zamanda Meral'in de az önce geldiğinin tüyosunu aldım. Neyse ki tek başıma oturup sıkılmak yerine iki çift laf edecek biri daha oldu hayatımda. Bu kızı sevdim gerçekten. Yani Meral'i. Ben iyi biriyim diye bas bas bağıran tertemiz bakışları ve insanları kırmaktan korkan da narin bir yapısı var. Keza Selim Bey'de öyle. Dürüst ve güvenilir bir adama benziyor. Tolga'nın Atahan ailesiyle ilgili konuşurken onları çok candan bir şekilde anlatması da bu sebepten olmalı.

Ben birine baktığımda iyi ya da kötü rengini bilmek isterim. Ya siyahsındır ya da beyaz... Ara renkler arasında gidip gelen insanlara hele ki işine göre ebrulileşen insanlara hiç tahammülüm yok. Güveniyorum ama bu insan beni kullanıyor olabilir mi kaygısı yaşamaktan da nefret ederim ve bu tarz insanlar öyle ya da böyle hayatımda pek yer edinemezler. Buğra gibi değil mi? O da bir yer edinemedi. Belki o da yerini yadırgamıştır kim bilir. Kalbini kırıyor diye üzülme belki de hak etmediği yerden çıkmaya çalışıyordur derler ya... Buğra'da yok etmem gereken bir iz bıraksa da kırdı döktü ve hak etmediği yerden çıktı gitti işte.

Bunları düşünerek keyifsiz bir halde kapının önüne geldikten sonra içeriye bu halde girip Meral'in de keyfini kaçırmamak için hemen evdeki gibi duruşumu düzelttim ve derin bir nefes alıp "Merhabalar! Gecikmedim değil mi?" diyerek içeriye enerjik bir giriş yaptım. Bir anda o depresif halden çıkışımı fark etmek de doğru bir adım attığımı hissettirdi. Ben içeriye böyle girince Meral de hemen oturduğu yerden kalkıp yüzündeki hoş gülümsemeyle "Merhaba Eylül ben de az önce geldim" diyerek bana sarıldı. Elbisemi onun elbisesinin yanına astıktan sonra da yanındaki boş yere geçip oturdum.

"Nasılsın?"

"İyi diyelim iyi olalım. Sen nasılsın Meral?"

"Bence de iyi diyelim iyi olalım"

"Neyin var?"

"Biraz gerginim sanki"

"Merak etme yarın sabah uyandığında bunların hepsi yok olacak ve sen de kendini tüm günü sıcacık yatağında geçirirken bulacaksın"

Bunu söylediğimde yüzü öyle kötü bir hâl aldı ki bir an söylediğim şeyleri yeniden kontrol etmek zorunda hissettim. Kötü bir şey dememiştim aslında sadece tüm bu gerginlik tedirginlik yorgunluk bitecek manasında bir şey söylemiştim ama o sanki yarın topluca ölüyoruz Meral hazırla kendini demişim gibi algıladı sanki.

Onu nedenini anlayamadığım bir şekilde üzdüğümü düşünürken Meral de "Senin neyin var?" diye sordu. İyi diyelim iyi olalım dediğim için sorma gereği duydu herhalde. Tek bir noktaya bakıp saçımla oynarken dertleşme gereği duymuş olacağım ki "Kırılıp un ufak edilmiş bir kalbim var" dedim ve hemen ardından da Meral'e bakıp başaramasam da tebessüm etmeye çalışarak "Nasıl iyileştirileceği hakkında bir fikrin var mı?" diye sordum. Bu soru olaya biraz muzurluk katıp kendimi hızla o buhranlı havadan kurtarabilmek içindi ve sağ olsun Meral'de bunu anlayıp pasıma en iyi şekilde yanıt vererek "Alternatif tıbba yatkınımdır ama bence sen bu işlerde ehil olan bir doktora görünmelisin. Şansa bak ki bu geceki davetlilerin arasında yakışıklı bir doktorumuz mevcut" dedi. İkimizin de güldüğünü söylememe gerek var mı bilemedim.

rMp021.gif


"Sahi mi? O halde sen bana sadece kim olduğunu göster tanışma bahanesini ben yaratırım"

"Ben bahaneye ihtiyacın olacağını pek sanmıyorum"

"Bu da bir çeşit alternatif tıp galiba"

"Nasıl yani?"

"Baksana bana resmen çiviyi çiviyle sökme kürü öneriyorsun"

"Kür mü? Ahmet Bey onu kür olarak önerdiğimi duymamalı"

"Kim?"

"Ahmet Bey... Kendisi hem bir doktor hem de bir Atahan. Büyük ihtimalle de bu gece zaten tanıştırılacaksınız"

"Hmm... Derdime derman olacak olan doktorum ayağıma geliyor desene"

"Öyle oluyor galiba"

"Bunu dediğimi de duymasın Meral"

"Bence de duymasın Eylül"

Biz neşemizi yerine getirip gülüşürken kapı tıklatıldı ve içeriye makyözler eşliğinde kuaförler girdi. Meral ile birbirimize el mahkum yapacak bir şey yok şeklinde bakışlar attıktan sonra aynaların karşısına oturduk. Değişim başladı yani. Bu defa işimiz biraz daha uzun sürdü çünkü makyaj öncesinde ciltlerimize maske uygulaması da yapıldı. Işıldayıp gözlerimi kamaştırmamız gerekiyormuş ne bir sürü bir şeyler anlattılar işte.

Gerçi o sırada Meral'in beni çokça korkuttuğunu belirtmek isterim. Defalarca seslenmeme rağmen beni bir türlü duymadı ve ancak kolunu tutup biraz sarstığımda kendine gelebildi. Yorgunluktan uyuyakalmıştır diye düşünüyorum ama gözlerini açtığında biraz garip gözüküyordu. Verdiğim suyu içip ayağa kalkarken de biraz sendeledi. Makyözümüzün hızlıca kolundan yakalamasıyla da iyi olduğunu ve sadece biraz hava alması gerektiğini söyleyerek pencerenin önüne gitti. Tuhaf gözüküyordu. Onda bir haller var sanki. Umarım bu sadece yoğun tempodan kaynaklı bir şeydir.

İkimiz de hazırlandıktan sonra odadan çıktık. O sırada telefonuma bakıyordum ve annemin aradığını fark ettim. Meral'e telefon etmem gerektiğini söyleyip iznini istedikten sonra annemi arayarak sakin bir yere geçtim. Uzun uzun çaldıktan sonra nihayet telefon annem tarafından açıldı.

"Eylülcüğüm"

"Nasılsın anne? Aramışsın ama hazırlanırken duyamadım"

"İyiyim kızım önemli bir şey yok seni merak ettim sadece"

"Bugün arayamadım seni özür dilerim"

"Sen iyi misin peki? Sesin biraz donuk geliyor"

"Hayır hayır! Gayet iyiyim. Yorgunum o kadar"

"Akşam üstüne doğru Buğra ile konuştum Eylül"

Bunu duyduğum anda buz kestim. Kaşlarımı çatarak zorlukla yutkunup "Ne yaptın?" diye sorarken annem de "Onun sesi de aynı senin gibiydi. Moralin mi bozuk diye sordum iş güçle uğraşıyorum Belma abla deyip geçiştirdi" dedi. Hiçbir şey söyleyemeden olduğum yerde kaldım. Ben sessizliğimle baş başayken annem "Senin gittiğinden bile haberi yoktu. Ben Eylül nasıl hiç konuştunuz mu telefonla ulaşamıyorum diyorum o bana bilmem ya Mine'ye gitmiştir ya da evde takılıyordur herhalde diyor. Aranızda küskünlük mü var kızım?" diye sorunca bunu duymak çok ağır geldi be! Bu adamın gittiğimden nasıl haberi olmaz? İzmir'de olmadığımı nasıl anlayamaz? Kaç zamandır hiç mi sorgulamadı bu kız nereye gitti iyi mi kötü mü başına bir iş mi geldi diye! Yazıklar olsun ne diyeyim.

"Eylül..."

"İstanbul'da olduğumu söyledin mi anne?"

"O bana buralardadır herhalde deyince seninle konuşmadan bir şey söylemedim"

"Boş ver senden duymasın. Biz Buğra ile biraz tartıştık ve ben İstanbul'a geldiğimi ona söyleme gereği duymadım"

"Siz arkadaşsınız Eylül yapmayın böyle"

"Artık arkadaş falan değiliz anne. Sen de herhangi bir şey olduğunda artık onu arama lütfen"

"İyice koptunuz yani?"

"Evet"

"Bu hale nasıl geldiniz peki?"

"Bitti gitti konuşmak istemiyorum"

"Eylül bir araya gelmez konuşmazsanız sorunlarınızı çözemezsiniz ki"

"Çözemeyeceğimiz bir sorun oldu ve biz de daha beter olmadan görüşmeme kararı aldık"

"Ela ne diyor? Buğra onu sever dinler aranıza köprü olsa belki barışırsınız"

"Anne lütfen bu konuyu kapatalım"

"Ama kızım..."

"Anne ne olur şu an hiç de Buğra konuşacak havamda değilim. Tanıtım gecesi birazdan başlayacak ve benim davetlilerin arasına geçmem gerekiyor"

"Peki ne yapalım. Görüşürüz kendine dikkat et"

"Ederim"

Ederim mi? Çok dikkat ettim aferin bana! Eylül Acar'a yakasına takabileceği bir adet kırmızı kurdele lütfen. Of! Kadıncağız aramızda neler olup bittiğini bir duysa arkadaşsınız barışırsınız demek yerine gider Buğra'yı bir güzel paylardı herhalde.

vb.png


........::::::::__Ahmet Tanıtım Gecesi__::::::::........

"Enteresan"

"Enteresan olan şey ne?"

"Derya Üstündağ o yoğun programının arasında vakit ayırıp beni arar mıydı diye düşünüyorum da..."

"Düşünüyorsun ve ne oluyor?"

"Bir anlamı olmalı diyorum"

"Var tabii ki"

"Şaşırmışa benzemiyorum"

"Bu gece bana eşlik eder misin diye soracaktım"

"Sor o zaman"

"Sormuş olmadım mı?"

"Olmadın"

"Beni zorluyorsun Ahmet"

"Pekala o halde cesaretini toplayınca yeniden ararsın cevabını o zaman veririm"

"Dur kapatma!"

"Cesaretlendik bakıyorum"

"Bana bu gece eşlik eder misiniz Ahmet Atahan?"

"Zevkle ederim Derya Üstündağ"

"Ama ben seni salonda göremiyorum. Hâlâ hastanede misin?"

"Bugün acil biraz karışıktı geç çıkmak zorunda kaldım ama trafik yoğun değil gibi gelişim fazla uzun sürmez"

"Güzel! O zaman gelince görüşürüz"

"Görüşürüz"

Telefonu kapatırken dikiz aynasından kendimi gördüm de yüzümde manasız bir tebessüm vardı. Derya'nın beni arıyor olması pek de olası bir durum olmadığı için biraz şaşırdım. Arayıp soran taraf her zaman ben olurdum çünkü. İşte bu gerçekten enteresandı. Kendi kendime "Neler planlıyorsun Derya Üstündağ?" derken bir yandan da keyifli bir halde radyoyu açtıktan sonra sıklıkla yaptığım gibi sesi yükseltip alttan alttan usul usul başlayan şarkının büyüsüne kapılıp gittim.


Alev alev yanıyorum
Buzlarım çözülüyor aşka
Gardım düşüyor, tutamıyorum
Korkuyorum bakışların çarpınca bana
Birbirimize birkaç aşk kadar geç kalmış olmasaydık
Hep yanlış gidenlerin ardından yorulmasaydık
Alev alev yandığım doğru
Küllerinden doğar mıyım sana doğru
Kendimi arıyorken olmaktan korktuğum yerdeyim sendeyim...
Al beni ne yaparsan yap
Al beni ne yaparsan yap


Bu şarkıyı nedensizce çok severim. Hatta şu an bu şarkının da içinde bulunduğu albüm arabamın torpido gözünde duruyor. Aklıma estikçe de takar takar dinlerim. İnsana şarkı mı dinliyorum yoksa bir aşk hikayesinin kahramanından yaşadıklarını birebir mi dinliyorum dedirten bir şarkı bu. Aslında güzel olduğu kadar hüznü de çaresizliği de içinde barındırıyor. Şarkıda da dendiği gibi kendimden bile vazgeçip al beni ne yaparsan yap diyebileceğim kadar güçlü bir aşk yaşar mıyım bilemiyorum ama beni şöyle küllerimden kendisine doğru doğmamı sağlayacak bir aşka da hayır demem doğrusu.

Bir yandan şarkıyı mırıldanıp bir yandan da yolu takip ederken nihayet tanıtımın yapılacağı mekana geldim. Arabamı park edip radyoyu kapattıktan sonra da yan koltuktaki ceketimi alarak aracımdan çıktım. Bir yandan ceketimi giyip bir yandan da yürürken kapının önünde Meral'in olduğunu fark etmem de pek uzun sürmedi. Bu halde dışarıya çıktığına göre belli ki benim kendisini fırçalamamı bekliyordu. Ben ona kendine dikkat et dedikçe o neden tersini yapıyor buna gerçekten bir mana veremiyorum.

Beni görünce hemen yerinden doğrulup "Hoş geldiniz Ahmet Bey" dedi. Ona bakıyorum da gerçekten çok hoş görünüyor. Meral'i hep spor ya da iş münasebetiyle resmi kıyafetler içinde görmeye alıştığım için bu şık hali bana çok değişik geldi. Selim'in sahnede olacağı esnada onun görüş alanına girmese iyi olur yoksa kardeşim tüm dikkatini kaybedip kekeleyerek hayatının en utanç verici konuşmasına imza atabilir.

Ellerim ceplerimde olarak merdivenleri ağır ağır çıkarken bu sırada Meral'e de takılmayı ihmal etmeyip "Tanışıyor muyuz? Aslında pek sanmıyorum çünkü tanışmış olsaydık sizi unutmam mümkün olmazdı" dedim. Bunu söyledikten sonra yüzündeki ifadeyi gördüğüm için dayanamayıp istemsizce sırıttım. Benim ardımdan o da bir hanımefendiye yakışır ölçüde belli belirsiz bir halde tebessüm etti. Tanımamış gibi davranma oyununu tadında bırakıp daha samimi bir tavırla gülümseyerek "Nasılsın Meral?" diye sorduğumda bana "Bugün bu soruya verilebilecek çok iyi bir cevap öğrendim" dedi. Şaşırdım ve bunu da bakışlarımla belli ederek "Neymiş o?" diye sordum. Kısacık bir an durdu ve sağ elini kaldırıp işaret parmağını da zarifçe havada çevirerek "İyi diyelim iyi olsun" dedi. Hmm... Benim ara sıra karamsarlık batağına saplanan hassas dengelere sahip hastam doğru enerjiyi yakalamışa benziyor. Aferin ona!

"Pozitif bir yaklaşım"

"Evet öyle. Hem bu sayede iyiyim diyerek yalan da söylememiş oluyorum"

"İyi değilsin yani"

"Nasıl olabilirim ki? Bugün aynı zamanda buradaki son günüm"

"Bu kadar efkarlanma. Geri döndüğünde de bugün buradaki hatta hayatımdaki ilk günüm dersin"

"Umut verici konuştunuz"

"Umut olmadan yaşanır mı?"

"Yaşanmaz"

"Benim umudum duvardaki saate bakmak zorunda kalana dek hep bir yerlerden bana el sallar"

"Saate bakmak zorunda kalmak mı? Bu ne anlama geliyor?"

"Bu hastayı kaybettiğimiz anlamına geliyo... Ama benim bunu sana söylememem gerekiyordu tabii"

"Bence de söylememeniz gerekiyordu. Aman Allah'ım! Lütfen ameliyathanedeki saatleri benim göremeyeceğim bir yere koymalarını söyleyin"

"Çok özür dilerim seni korkutmak istememiştim. Hemen konu değişimi yapıyorum"

"Sevinirim"

"Pekala söyle bakalım neden soğukta duruyorsun? Görünce kızayım diye mi?"

"Çok gerginim ve biraz hava almak istedim"

"Bu gibi durumlar için de endişelenme her şey olacağına varır derler. Gerilme bu kadar bırak ne yaşaman gerekiyorsa onu yaşa"

"Elimde değil ki bugün Selim'e her baktığımda içimde bir şeyler kopuyor sanki"

Beraber ağır adımlarla içeriye girerken Meral'e yan gözle bir bakış atıp "Aşk birleştirici bir güçtür Meral öyle kopup gitmelere izin vermez" dedikten sonra önüme dönmem ve parfümün tanıtım fotoğraflarını görerek çarpılmam bir oldu. Evet yaşadığım şey kesinlikle çarpılmaktı. Beni bu kadar etkileyen şey neydi bilmiyorum ama olduğum yere çivilenirken gözlerimi o dönüp duran fotoğraflardan bir türlü ayıramadım.

Aynı resimlere defalarca bıkıp usanmadan bakarken Meral'in bir şey söylediğini algıladım ama bir türlü dönüp ne dediğini soramadım. Lâl olmuş konuşamaz bir hale gelmiştim sanki. Meral'in de bu halime şaşkınlıkla bakıyor olduğu tarafımca hissediliyordu. Az önce rahat rahat konuşup aşkın birleştirici bir güç olduğundan bahseden adama saniyeler içinde ne olduğunu merak ediyor olmalı. Açıkçası ben bile ne olduğunu bilemiyorum. Tek bildiğim şey beni adeta hipnotize eden o fotoğraflara bakmak ve kendimi o resimlerde ne bulduğumu ararken kaybetmek istediğimdi. Bakışlarım benden bağımsız olarak yeniden kilitlendi o güzelliğe.

"Çok güzel olmuş değil mi?"

PkNXYv.gif


Tuhaf bir hisle karşımdaki kadının gözlerine bakıp "Evet çok güzel" dedim. Güzel dedim ama daha fazlasını hak ettiğini söylemek isterim. Sadece uygun kelimeyi bulmak biraz zordu. Kifayetsizleşen kelimeler yüzünden güzel demekle yetinmiştim ama belli ki daha da fazlasıydı.

"Çekimler yorucuydu ama yine de tahminimden daha keyifli geçti. Hem Eylül'de çok tatlı bir kızmış beraber epey eğlendik"

Onca kelime arasından Meral'in sadece Eylül dediğini işitmem de enteresandı. Ama en enteresanı da bu ismi ilk kez duymuyor ve duyduğum anda da istemsizce dudaklarımı oynatıp "Ey-lül" diyerek hecelemiyor olmamdı. Bunu daha öncede yapmıştım. Sadece o an farkında değildim. Nereden bilebilirdim ki o kadının beni alev alev yakacağını. Al beni ne yaparsan yap dedirteceğini. En önemlisi de kulağıma "Beni buldun sakın kaybetme" diye fısıldayacağını...

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.523
Tepki
84.169
Puan
113
Konum
İstanbul
15e4cf61a7f79801379868258794.png

3.Bölüm : Onu Tanıyor musun?

........::::::::__Eylül - Tanıtım Gecesi__::::::::........

Annemle yaptığım görüşmenin ardından söyledikleri kulaklarımda çınlaya çınlaya moralsiz bir halde salona geri döndüm. Yalan söylemeyeceğim şu an kendimi dipsiz bir kuyunun içindeymişim gibi hissediyorum. Ayaklarımın hangi vakit yerle temas edeceğini bilmeden aşağıya düşmeye de devam ediyorum. Buğra'nın gittiğimden dahi haberi olmaması canımı çok yaktı ama daha da kötüsü bunu hâlâ umursuyor olmamdı. İşte bu da hissettiğim acıyı ikiye katlamama yol açtı.

Kendi kendime kızıp "Bırak Eylül ya! Peşine düşse arayıp sorsa seni tekrar kırsa daha mı iyi olurdu?" diye söylene söylene etrafıma baktığımda o kalabalığın içinde kendimi pek de iyi hissedemeyeceğimi anlayıp hava almak için terasa çıktım. Çıkar çıkmaz da yüzüme çarpan sert rüzgarla birlikte gözlerimi kapatıp öldürmeyen ama süründüren bir çizik daha alan kalbime merak etmemesini ve her şeyin düzeleceğini söyledim. Umursadı mı bilmem ama hâlâ için için yanmaya devam ediyor sanki.

Kendi derdimle boğuşurken kulağıma da anlam veremediğim bazı sesler gelmeye başladı. Görünen o ki terasta tek başıma değilmişim. Terasın en güzide yerini kıyı köşe kumruları kapmış fısıldaşıyorlardı. Ama ne fısıldaşmak...

"Neden anlamama konusunda direniyorsun? Bunu yaparsam aramızdaki bütün ipleri koparmış olurum"

"Hadi ama konuşmuştuk bunları!"

"Beni bir kenara bırak kendi başına nasıl bir bela alabileceğinin farkında mısın sen?"

"Nasıl bir sonuç doğuracağı umurumda bile değil! O serinin içeriğini ne pahasına olursa olsun istiyorum"


Ooo! Fısıltı gazeteme an itibarıyla bombavari bir haber düştü gibi görünüyor ama tarafların kim olduğunu bilememek biraz sıkıntı verici. Keşke Buğra uyuzuna kafa yoracağıma gözümü kulağımı açsaydım da şu konuşmanın başını kaçırmamış olsaydım.

Belli belirsiz gelen seslere doğru baktığımda uzun boylu esmer bir adam kafasında görümce topuzu olan bir kadına "Duygusal davranma aklını kullan. Bu iki taraf için de çok kârlı bir anlaşma olacak" dedikten sonra elini cebine attı ve "Şimdi söyle bakalım. Bu cazip teklifimi kabul ediyor musun?" diye sorarak bir çek uzattı. Kadın bir süre çeke doğru bakıp kaldı. Hani "Amma düşündün be! Bütün kariyerini gözden mi geçiriyorsun?" denir ya... İşte yüzündeki ifade onun tipik bir örneğiydi. Yalan yok şu an aklından neler geçtiğini bilmek isterdim.

Kadın sert bakışlarını adama çevirip çeki aldıktan sonra muhtemelen üzerinde yazan rakamı görmek için şöyle bir baktı ve hemen ardından da "Benden istediğin şeyin bedeli bundan daha fazla" dedi. Böyle söyleyince adamda gülümsemeye başladı. Bunu diyeceğini önceden tahmin etmiş herhalde. Ellerini ceplerine sokup manzaraya karşı dururken "Merak etme bu sadece seni biraz teşvik etmek için sunduğum önemsiz bir rakam. Dediğimi yaparsan emin ol ki seni bu konuda oldukça tatmin edecek bir teklifim olacak" dedi. Kadının yüzünde hem öfke hem de tereddüt vardı.

"Bana biraz zaman ver"

"Ne için?"

"Eğer bu gece düşündüğüm şey olursa gözüm hiçbir şey görmez de ondan! Duygusallığımı tamamen kenara bırakıp aklımı kullanırım ve gereği ne ise onu yaparım. Ayağımı kaydırmaya çalışanları alaşağı etmekten bir an bile olsun tereddüt etmem bilirsin"

"Anlaştık"


İkisi arasında anlaşma sağlanınca pencereden sarkan meraklı komşu gibi yakalanmamak için hemen sessizce geri çekilip terastan çıktım. Bana da bravo yani nerede bir aksiyon var hemen oradayım. Bela çekici miyim ne! Kahretsin merakta ettim. Bu kadınla adamın kim olduklarını öğrenirsem düğüm çözülür herhalde. Bana da iş çıktı durduk yere. Duyduklarımı farklı teoriler üreterek düşünürken bir yandan da hızlı hızlı yürümeyi sürdürüyordum. Ta ki koridorun diğer ucundan bana doğru yürümekte olan adamla göz göze gelene kadar. O anla birlikte hem adım adım yavaşladım hem de kafamın içindeki sesler tuhaf bir şekilde suskunlaştı.

Bu nasıl oldu bilmiyorum ama bu suskunluk pek uzun sürmedi. Garip bir şekilde birbirimize bakarak o koca koridorda yürürken yaklaştı yaklaştı ve bana bakmayı sürdürerek yanımdan geçip birkaç saniye içinde de koridorda büyük bir gümbürtü patlattı. Nasıl mı? Tamam bu konuda dürüst olacağım çünkü olayı eksik anlatmak istemiyorum. Yanımdan geçtiğinde parfümünün o muhteşem kokusuna kayıtsız kalamayıp istemsizce gözlerimi kapatmıştım. Bir anda tokat gibi çarptı desem yalan olmaz. O kadar hoş bir kokuydu ki ben de uyandırdığı güzel his yüzünden onu evimde oda parfümü olarak bile kullanabilirdim.

Affedersin bölüyorum ama yanlış anlaşılma olmaması için bu çarpılmanın adamdan dolayı değil parfümün etkisinden dolayı olduğunun altını çizmek zorundayım. Yani adamın son derece yakışıklı ya da etkileme dozu yüksek bir karizmatiklikte olmasının bu çarpılma da herhangi bir etkisi yok. Az önce saçmaladım. Bunu kayıtlardan çıkaralım. Her neyse sıradan bir parfümdü işte! Ne anlatıyordum ben? Ne anlatıyordum!

Tamam tamam telaşa mahal yok çünkü hatırladım. Yanımdan geçip gittiğinde gözlerimi kapatıp olduğum yerde kaldım ve saniyeler içinde gelen gümbürtüyle arkamı döndüğümde de az önce yanımdan kırmızı halı şıklığıyla George Clooney etkisi bırakarak geçip giden adamı çarpıp düşürdüğü garsonun tepsisini toparlayarak telaşla özür dilerken buldum. Tabii o an verebileceğim en doğal tepkiyi vererek hallerine gülmeye başladım. Açık olacağım. Ben düşmekten nefret ederim ama bu şekilde düşen biri gördüm mü net gülerim. Kendimi toparlamam da biraz zaman alır çünkü aklıma geldikçe kendime hakim olamam. Ne komiktir ki bu sahneyi bu gece birkaç kez daha yaşayacaktım. Ne diyeyim sen bu haldeyken bile beni güldürdün Allah da seni güldürsün yabancı.

Bu sahnenin ardından arkamı döndüm ve hızla yürümeyi sürdürüp merdivenlerden aşağıya indim. O kadar kalabalıktı ki bir an gözüm korkmadı değil. Etrafa şöyle bir göz gezdirirken Selim Bey'in ailesiyle konuşup masalarından ayrılmak üzere olan Tolga'yı görünce derin bir oh çekerek yanına gittim. O da beni görünce gülümseyip "Çok şık olmuşsun" dedi. Teşekkür edip birlikte etrafa bakınırken dayanamayarak "Annemle konuştum. O da Buğra ile konuşmuş" dedikten sonra içinde öfke de barındıran kırılmış bir ifadeyle "Adam gittiğimden bile bihaber inanabiliyor musun? İzmir'de olmadığımı fark etmemiş bile" dedim.

Tolga'nın yüzünde sevimsiz bir ifade vardı. Kesin hoşuma gitmeyen acı bir gerçekle beni yüz yüze getirecek. Bunu yapsın diye mi ona böyle bir şey söylüyorum bilmiyorum. Belki de yüzüme vursun istiyorumdur. İzmir'de olduğumda Kenan nasıl yüzüme her şeyi pat pat söylüyorsa şimdi de birileri bunu yapsın ki Buğra'yı kendi içimde aklayacak herhangi bir açık yakalayamayayım. Of! Neler söylüyorum ben!

"Gittiğini fark etmemiş olmasını neden bu kadar umursuyorsun?"

"Haklısın neden kalbimi acımasızca söküp ellerime veren bir adamı umursuyorum ki?"

"Ona kalbinin yerini gösteren de sendin unutma"

"Acıtması mı gerekirdi?"

"Hayır gerekmezdi ama o en başından beri böyle bir adamdı Eylül. Bunu hepimiz biliyoruz"

"Bunu en son benim öğrenmiş olmam ne acı"

"Biliyor musun ikinizi bir arada düşünemiyorum. Sizi aynı karenin içine bile alamıyorum"

"O kadar alakasızız yani"

"Onda ne bulduğunu düşünüyorum da..."

"Söyle hadi"

"Bulamıyorum. Acı çekmekten mi hoşlanıyorsun yoksa?"

Bakışlarımı Tolga'ya doğru çevirip alaycı bir tonlamayla "Beni yakaladın! Evet acı çekmekten büyük bir zevk alıyorum" dediğimde ikimizde bu söylediğim şeyin saçmalığıyla aynı anda tebessüm ettik. Keyifsizce iç çektiğim sırada Tolga son derece içten bir tavırla "Merak etme bu böyle sürmeyecek. Şu an seni acıtan inciten kıran her ne varsa yakında bir bir geçecek. Kısa bir süre sonra küllerinden yeniden doğacaksın ve tüm bunlar olurken Ela'da ben de her zaman yanında olacağız" dedi.

Bunu duymak iyi geldi. Her ne yaşarsam yaşayayım yanımda olacaklarına zaten tüm kalbimle inanıyorum. Onların dostluğuna sahip olduğum için gerçekten çok şanslıyım. İnsanın düştüğünde hatta düşmek üzere olduğunda bunu hissederek kendisini havada yakalamaya çalışan arkadaşları olması o kadar büyük bir ayrıcalık ki... İşte ben o ayrıcalığa sahip olan insanlardanım. İyi ki hayatımdalar...


........::::::::__Ahmet__::::::::........

Tanıtım görsellerinin üzerimde yarattığı beklenmedik şoktan sonra Meral'in yanından ayrılıp o koca salonun içinde Derya'yı aramaya başladım. Aslında bu noktada bir itirafta bulunmam gerek. O salonun içinde yana yakıla Derya'yı mı arıyordum yoksa insanı birkaç saniye içinde büyüleyip kendisine hapseden tanıtımlardaki o güzeller güzeli kadını görmek için mi çırpınıyordum belli değildi.

Hadi hazır başlamışken itirafa devam edeyim. Aklımı başımdan alan o buğulu gözler zihnimden bir türlü silinmedi. Kime baksam içten içe o gözleri eşleştirmeye çalışıyormuşum gibiydi. Tuhaf bir şekilde onu görmek istedim. Deliler gibi istedim bunu. Bu gecenin ailem açısından önemini göz ardı edebilsem herhalde çoktan mikrofonu kapmış "Eylül!" diye seslenerek bu salonu inletiyor olurdum. O da çıkıp gelse ve "Ne istiyorsun?" dese ne yapardım bilmiyorum. Büyük ihtimalle ona bakmaktan karşısında tutulur kalırdım.

Salondan bir netice çıkmayınca üst kata bakmak için merdivenlere yöneldim. Derya o kadar mükemmeliyetçi bir kadın ki eminim yine kimsenin fark edemeyeceği bir yerlerde eksik kusurlar bulup görevlileri de istekleriyle çileden çıkarıyordur. Seri adımlarla merdivenleri çıkıp koridora yöneldiğimde beklenen eşleşme en beklenmedik anda gerçekleşti. Zihnime yer etmiş olan o muazzam gözler hiç ummadığım bir anda sahibini buldu. İşte orada. Aslında doğru mu görüyordum emin olamadım doğrusu. Belki de hayaldi ve sadece onu bu kadar çok görmek istediğim için görünüyordu bana...

Adımlarım onu görme süremi uzatmak için ister istemez yavaşlarken koridorun diğer bir ucundan bana doğru yürüyen bu muhteşem kadının büyüsüne kapılmam da pek uzun sürmedi. Karşılıklı olarak birbirimize doğru yaklaşırken attığım her adımda fotoğraflarından çok daha güzel olduğu gerçeğiyle yüzleştim. Bu her bir fark ediş de sanki ıslak bir elle prize dokunuyormuşum gibi bir hissiyat verdi bana. Sadece biraz sert bakışlara sahipti. Ona nasıl bakıyorum bilmiyorum ama belki de bakışlarımdaki derinlik kızmasına neden olmuştur.

ewasrt.jpg


Onu geçip gitmeme birkaç adım kala o koridorun başına geri dönmek istedim. Birazdan gözden kaybolacak ve ben de gerçek dünyaya geri döneceğim. Ama dönmek istemiyorum ki. Şu an nereye giderse gitsin yanında olmak ve hiç konuşmadan sadece onu izlemek istiyorum. Çok saçma bir istek değil mi? Yani bir insanla hiçbir iletişim kurmadan sadece onu izlemek istemek...

Beklenen oldu ve gözlerimiz olabileceği en yakın mesafeye ulaşmışken ikinci bir çarpılma yaşayıp yanından o güçlü sarsılmayla birlikte geçip gittim. Ancak kahretsin ki o çarpılma sonucunda gözlerimi istemsizce kapattığım için bir aksilik oldu ve burnuma ulaşan kokunun etkisinden çıkmaya çalışırken aynı anda da elinde kadeh dolu bir tepsi bulunan genç garsonun üzerine resmen kapaklandım. Çarptım demek isterdim ama bu biraz hafif kalırdı. İnan bana kapaklanmak şu durum açısından çok daha doğru seçilmiş bir kelime. Ama bu tamamen benim suçum değil yanımdan geçen hanımefendinin kullandığı parfümün suçu. Sanki yeteri kadar etkileyici değilmiş gibi bir de ne diye güzel kokar ki bir insan! Karşısındakini daha da savunmasız bırakmak için mi?

Rezil olduğumla kaldım çünkü hızla ayağa kalkarak bir yandan çocuğun tepsisini toparlamaya çalışıp bir yandan da özür dilerken onun bize doğru bakıp güldüğünü gördüm. Kahretsin gülüşü de pek bir fenaymış! Bu kadın bu gece beni kendisine aşık etmeden rahat etmeyecek anlaşıldı. Bir gözüm tepside bir gözümde onun üzerindeyken zarif bir şekilde arkasını dönüp merdivenlere doğru yürümeye başladı. Yürüyüşü de güzelmiş...

Ardından bakarken aniden elimdekileri bırakıp "Gitme" diye fısıldadım. Tabii bu isteğim yanlış kişiye ulaştı ve az önce üzerine düştüğüm garson çocuk "Özür dilerim ama gitmem gerek efendim. Davetlilere içecek servisi yapmalıyım" dedi. Sanki ona demişim gibi ne diye üstüne aldıysa. Tuhaf bir bakışmanın ardından koluna minik bir dokunuş yapıp tekrardan özür dileyerek yanından uzaklaştım. Birkaç adım sonrası da aniden durup tam buraya neden geldiğimi düşünüyordum ki Derya'nın "Sonunda gelmişsin?" dediğini duyarak o unuttuğum nedeni şıp diye hatırlayıverdim. Doğru ya Derya'yı arıyordum.

Yüzüme yerleşen muzur bir gülüş eşliğinde sese doğru dönüp Derya'yı baştan aşağıya incelerken onu biraz sinirlendirmekten zarar gelmez diye düşünerek "Derya Üstündağ'ın gözlerini yollarda mı bırakmışım yoksa bana mı öyle geliyor? Ne o Sindirella'nın Külkedisi'ne dönüşmeden önce balodan erken mi ayrılması gerekiyormuş?" diye sordum. Her zamanki sert tavrıyla gözlerini kısarak bakıp "Ben o bahsettiğin masalın içinde var olacaksam Külkedisi olmam Ahmet" dedikten sonra yanıma yaklaşıp gözlerime dik bir şekilde bakarak "İyi yürekli şirin bir prenses olmak mizacıma epeyce ters çünkü..." dedi. Haklı.

Dudaklarımı büzüp ona bakarken bu sefer ne hikmetse durumu bir iltifatla taçlandırıp güzel bir şekilde noktalayamadım. Sadece kolumu ona doğru uzatıp çekici bakışlarımı kullanarak "Gidelim mi kötü kalpli kraliçem?" diye sordum. Koluma girerken dayanamayıp tebessüm ettiğine göre bana kızmamış. Kızmasın da zaten...

asdzfghjk.png


........::::::::__Eylül __::::::::........

Gece son derece kusursuz ilerliyor. Belli ki bir sorun çıkmaması için epey özen gösterilmiş ama yine de bunalıyor insan. Ne zaman kalabalığın üstüme üstüme gelmeye başladığını hissetsem kafamı dinlemek için kendimi hemen kuytu köşelere attım. Aynı şimdi de yaptığım gibi. Mekanın balkon katına çıkıp sessizce aşağıya doğru bakıyorum ama gördüğüm şey gerçeğinden biraz daha farklı.

Kahrolası aklım sanki sabrımı test etmeye çalışıyormuş gibi Buğra ile ilgili sorular üretip beni zıvanadan çıkarmaya çalışıyor. Ben ise bu sorulara cevap yetiştirmek yerine gönül rızamla bu hallere nasıl düştüğümü düşünüp kendi kendime birbirinden yaratıcı hakaretler yağdırmaya çalışıyorum. Belki de bu seslere maruz kalmamak için yalnız kalmamam gerekiyordur. İşe bak ki tam bunu düşünürken Meral'in yanıma doğru yaklaştığını fark ettim. Harika bir zamanlama...

Asık yüzümü saniyeler içinde toparlayıp gülümseyerek ona manalı manalı bakmaya başladım. Bu bakışımın tabii ki de şu kapıdan günün en önemli adamının yani Selim Atahan'ın kolunda girmesiyle çok ilgisi var. Sonunda beraber olduklarını etkili bir girişle cümle aleme deşifre ettiler. Ben anlamıştım. Hep anlarım zaten öyle bir özelliğim vardır benim ama bir kendime hayrım dokunmaz nedense.

Onlar beklenmedik bir şekilde salona giriş yaparken insanların da yüzünü görmen lazımdı. Bu görüntü bazılarını gülümsetti bazılarını hasetlendirdi bazılarını ise imrendirdi. Ben hangi kesimdeyim? Tabii ki gülümseyip onlar adına mutlu olan kesimdeyim. Meral bu bakışlarımın nedenini henüz anlayamamış olacak ki bana uzaylıymışım gibi bakıp yanıma geldi ve yan yana durup birbirimize manasızca gülümsediğimiz anda da "Ne oldu Eylül neden gülüyorsun?" diye sorup cevap vermemi merakla bekledi.

"Anlamıştım desem?"

"Neyi anlamıştın?"

"Çekim günü patronla ikinizin kaçamak kaçamak attığınız bakışlarınızdan aranızda bir şeyler olduğunu anlamıştım"

"O kadar belli oluyor muydu?"

"Birbirinize bakmadığınız sürece durumu iyi idare ediyorsunuz ama gözleriniz birbirine değdiği an tam seyre dalmalıksınız"

"Şaka yapıyorsun"

"Hayır yapmıyorum. Hatta sen son kostümünü giyip içeriye o deriiin sırt dekoltenle afet gibi geldiğin zaman Selim Bey'in bakışlarını görmüş ve içimden saniye bile tutmuştum"

"Ne saniyesi?"

"Kaçıncı saniyede yanına gelip seni artistik bir şekilde öpeceğiyle ilgili bir saniye"

"Eylül!"

"Bakma öyle! Bence yapmamış olsa da kesinlikle aklından geçirdi. Dakikalar boyunca seni o elbisenin içinde son derece çekici pozlar verirken görünce adamın aklı yerinden oynamıştır herhalde. Belki de ondan sürekli su içip duruyordu. Hararet bastı tabii"

Aaa! Utandı. Meral'in kaşı gözü sürekli yer değiştirirken ben de onun bu haliyle çok eğlendim doğrusu. Halbuki neden bu kadar telaş yaptı ki sonuçta seviyor ve sevdiği kişi tarafından da seviliyor bundan güzel bir şey var mı Allah aşkına? Aklından ne geçiyor bilmiyorum ama çekinerek yüzünü ekşitince omzuna doğru minik bir dokunuş yapıp "Ay hemen de utandı. Sen de aynı Ela gibisin onu da böyle sıkıştırınca renkten renge giriyor. Utangaç aşıklar sizi!" dedim. Bunu söylememle birlikte biraz rahatlar gibi olup gülümsemeye başladı. Gülsün tabii şimdi gülmeyecek de ne zaman gülecek sanki...

"Niye sen öyle değil misin?"

"Nasıl? Utangaç aşık mı?"

"Evet"

"Değilim. Gözüm karadır benim"

"Bu gözü karalığın sonunda kesinkes üzüleceğini bilsen de devam eder mi?"

"Evet eder"

"Hiç düşünmedin"

"Düşünmeme gerek yok çünkü etti. Yanıp kavrulacağımı bile bile kendimi sevdiğim adam için ateşe attım ben. Doğru olduğunu bilsem de onun için yapılan hiçbir uyarıya kulak asmadan sadece aptal kalbimin sesini dinleyerek ona doğru yürüdüm çünkü ikimize çok inanmıştım. Onu değiştirebileceğimi düşünmüş beraber her şeye sıfırdan başlayabileceğimizi sanmıştım"

"O ne yaptı peki?"

"Tam bize bir şans verip elimi tutacağını hissettiğim anda yolumdan çekilmeyi tercih etti çünkü onun gitmek istediği yön bambaşkaydı. Bir sonu olmayan ama gitmekte de ısrarcı olunan yol da onun yoluydu. O da yanacağını bile bile ateşe yürüyor. O da onun olmayanı istiyor"

Bu konuşma buraya nasıl geldi anlayamadım ama bu sözlerin ağzımdan çıkışı içimi alev alev yakmaya yetti. Meral söylediklerimden etkilenmiş bir edayla "Kimi istiyor Eylül?" diye sorunca bunu söylemek de çok ağır geldi be! Söyleyeceğim şeyin verdiği rahatsızlıkla ellerimi ovuştururken "Ela'yı istiyor" dedikten sonra mühim değil der gibi gülümsemeye çalışıp sonra da başaramayınca yüzümü astım. Meral de sessizce beni izliyordu.

O bir şey demeyince içimde kalmasın diye düşünmüş olacağım ki kaldığım yerden devam ederek "O en yakın arkadaşıma deli divane aşık. İşin kötüsü onu Tolga'dan söküp almak için yapmayacağı şey yok. İşte kalbimin aptal oluşu da buradan ileri geliyor çünkü onca insan varken gidip de böyle abuk sabuk bir adama aşık oldu" dedim. Bu sözlerden sonra Meral ile birbirimize bakıp kaldık. Ne düşünüyor bilmiyorum ama kafasının karıştığı açık.

Dikkatimi dağıtmak adına etrafa göz atarken Meral de elini kolumun üzerine koyup gayet samimi olduğunu düşündüğüm bir tavırla "Kalbini kıran adam bence seni kaybederek hayatının en büyük hatasını yapmış" dedi. Böyle düşündüğün için teşekkür ederim bile diyemedim. Ona tebessüm etmekten başka bir şey yapamadım. Ne garip... Ela neler olduğunu sorduğunda aynı şeyi Kenan'da söylemişti. Bu kadar değerli miyim bilemedim doğrusu. Yani beni kaybetmek hayatta yapılan en büyük hataya mı tekabül eder emin değilim galiba. İşte bu kadar değersiz hissettirdi bu adam bana kendimi...

"O kaybetti ama ben kırılıp dökülmeme rağmen bir şekilde kazanmış oldum değil mi? Sonuçta görmüş oldum ki kendi hikayeme baş kahraman yapmaya çalıştığım adam meğerse hikayemin figüranı bile olmaya layık biri değilmiş"

"Eylül?"

"Efendim?"

"Ne zaman oldu bunlar?"

"Seninle tanıştığımız gün uçaktan yeni inmiştim. Bir gün öncede Buğra ile tartışıp tüm iplerimizi koparmıştık. İzmir'de kalamadım. Onu görmek de sesini duymak da istemedim. Onun izlerini hayatımdan tamamen silmem lazım"

"Onu hâlâ seviyor musun?"

Ve en can alıcı soru gelmekte de gecikmedi. Onu hâlâ seviyor muyum? Ne diyeceğimi de bilemedim ki. Evet de diyemiyorum hayır da diyemiyorum. Saçma sapan bir haldeyim. Sanki kazara evet desem biri "Sen daha akıl olmadın mı?" diyerek kafama küreği indirecekmiş gibi hissediyorum. Hayır desem de buna kendimin de inanmakta zorlanacağını düşündüğüm için keyifsiz bir hisle kaplanacakmışım gibi geliyor.

Kısa bir an bu sorunun gerçek cevabının ne olabileceğini düşünüp durdum ve hemen ardından da başımı olumsuzca iki yana sallayarak "Sevmemem gerektiğini biliyorum. Kendi iyiliğim için ondan ve ona ait olan iyi ya da kötü tüm duygularımdan kurtulmam gerek" dedim. Evet en uygun cevap kesinlikle buydu. Durduk yere adımı yalancıya çıkarmanın bir manası yoktu zaten.

"Eylül ben bunu en kısa zamanda başaracağından eminim"

Her şeye rağmen güçlü durmaya çalışırken bir an böyle durumlarda yapılan şu kız sarılmalarından bir adet de bizim yapacağımızı sandım ama neyse ki böyle bir şey olmadı çünkü olsaydı büyük ihtimalle o güçlü duruşum temelinden sarsılabilirdi. Bunu yapacakmış gibi olup sonra da her ne olduysa aniden vazgeçtiği için çok sevindim. Bu kız karşısındakinin ruh halini çözümlemekte çok başarılı gerçekten.

Bu konuşmayı daha fazla uzatmadık ama garip bir şekilde Meral ile konuşmak bana iyi de geldi. Sanki hislerim konusunda çok daha açık olsam yani kendime bile söylemekten çekindiğim şeyleri dile getirsem beni asla yargılamayacak sadece anlamaya çalışacakmış gibi geldi. Galiba dostlarımın arasına yeni biri daha katılıyor.

Bu konuşma sonrası Meral ile birlikte sessizce aşağıda olup bitenleri izlemeye daldık. Belli ki henüz ikimizin de aşağıya inesi yoktu. Bu sessizlik iyi de geldi aslında vücudumun biraz olsun dinlendiğini hissettim. Meral de hiç ses çıkarmayınca bir ara yan gözle iyi olup olmadığını anlamak için ona doğru baktım. Malum hazırlık sürecimizde beni biraz korkutmuştu. Ama endişe edecek bir şey yoktu. Sadece tek bir noktaya kilitlenmişti. Merak edip bakışlarını takip ederek nereye baktığını anlamaya çalışırken durum ortaya çıktı. Aaa! Bakın orada kim varmış? Hatta kimler varmış desem daha iyi olur.


sdfhgvjbn.gif


Şampanyasını yudumlayan adamı işaret edip "Onu tanıyor musun?" diye sorduğumda Meral hemen başını sallayıp gayet olumlu bir tavırla da "Evet tanıyorum" dedi. Gülümsediğine göre iyi tanıdığı biri olmalı diye düşünürken "Sana bu geceki davetlilerin arasında olacağını söylediğim yakışıklı doktorumuz o" demez mi? İyi de bu adam nasıl doktor anlayamadım. Bu gece ne zaman karşılaşsak birilerinin hayatını tehlikeye attı çünkü...

"Demek Ahmet Atahan o"

"Evet ta kendisi. Aslında ben çoktan tanışmışsınızdır diye düşünmüştüm"

"Birkaç kez karşılaştık ama konuşamadık"

"Konuşamadınız mı? Neden diliniz mi tutuldu?"

Ne dedi! Dilim ne olmuş? Bu dediğini duyar duymaz ağır çekimde Meral'e doğru döndüm. Gülüyordu. Bana gülüyordu! Ama hakkını vermek lazım ki lafı iyi oturttu. Kısacık bir an bu soruyu sindirmeye çalışıp sonra da istemsizce gülerek "Az önce seni sıkıştırdığım için intikam mı alıyorsun Meral?" dedim. "Belki de..." deyip önüne döndü. Hâlâ gülümsüyordu ve ben de ne zaman gülmeyi bırakacak diye ona odaklanıp doktoru kastederek "O halde bence bunu ona sormalısın çünkü gözlerini üzerimden ayıramayan kendisiydi" dedim. Tam önüme dönmüştüm ki bu sefer de "Hmm... Bu detayı ona bakmadan nasıl fark ettin merak ettim doğrusu" deyiverdi. Etrafta garson marson bir şey yok mu? Boğazım fena kurudu da...

"Biliyor musun insanı köşeye sıkıştırma konusunda hiç de fena değilsin"

"Sıkıştın yani?"

"Tamam kabul ediyorum! Hoş bir adam ve bakışlarındaki samimiyetten de biraz olsun etkilenmiş olabilirim ama şu an bunun devamlılığı olmasa iyi olur diye düşünüyorum"

"Neden?"

"Çünkü içimden bir ses kalbinin dolu olduğunu söylüyor. Yanılıyor muyum?"

"Bunu nasıl anladın?"

"Hmm... Haklıyım yani?"

"Ooo! Bu hileli bir soruydu değil mi?"

"Evet her zamanda tutar. Kadeh tokuşturduğu hatuna bakacak olursak aradaki elektrikte epeyce hissedilir ölçüdeymiş"

"Ben karşılığı olduğunu sanmıyorum Eylül"

"Öyle ya da böyle üzgünüm ama sevgili doktorumuz "Bunları sakın yapma!" listemdeki ilk ve en önemli kurala harfi harfine uyum sağlıyor"

"Hangi kural?"

Gayet ciddi bir tavır takınarak işaret parmağımı havaya kaldırdım ve "Kalbinde başka bir kadının kırıntılarını taşıyan ama buna rağmen yine de sana gelmeyi tercih eden bir adama "asla" aşık olmaya kalkma kuralı" dedikten sonra gözlerimi devirerek sözüme devam edip "Yani gördüğün gibi en baştan patlayarak var olup olmadığını bile bilmediğim şansımızı kaybettik" dedim. Tebessüm ederek birbirimize bakıp kaldık.

Meral ne düşünüyor bilmiyorum ama zaten ben şans peşinde koşmaya pek niyetli değilim. Bu sıralar şu aşk acısı denen o lanet şeyden çekiyorum ve başka birinin varlığını kabul edebilmem de pek mümkün gözükmüyor. Aa! Şakasını yaparım o ayrı... Yapıyorum da bu bana da eğlenceli geliyor ama gerçeğe dönüşeceğini hissettiğim anda işler benim açımdan gerçekten içinden çıkılmaz bir hâl alabilir. O yüzden yelkenlerimin yeni aşklara kapalı bir dönemde olduğunu belirtmek isterim.

Meral uzun uzun düşündü ve birazdan söyleyeceği şeye gerçekten de çok inanıyormuş gibi "Bence sen yine de çok kesin konuşma zira karşındaki adam olmayacak şeyleri oldurma konusunda tam bir mucize yaratma uzmanıdır. Eğer kaderiniz sizi aynı yolda buluşturmaya karar verdiyse de hiç endişelenme çünkü Ahmet Bey bir insanın sahip olup olabileceği en güvenilir yol arkadaşıdır" deyiverdi.

Tuhaf bir şekilde söylediği şeye inandım.

İçimde en ufak bir şüphe kırıntısı bile oluşmadı.

Belki de Meral'e ve ağzından çıkacak sözlere güvendiğim içindir bilmiyorum.

Ancak tam ağzımda bir şeyler geveleyecekken aniden bundan vazgeçerek bakışlarımı engel olamadığım bir şekilde ona doğru çevirdim.

Yani doktora...

9o3MnO.gif


O da bana bakıyordu.

Belki de hissetmiştim bana doğru baktığını.

O bakışlardaki anlam veremediğim güç beni kendisine bakmaya zorlamıştı.

"Hadi ama bak artık!" demesine kayıtsız kalamadım.

Bakmamam onunla göz göze gelmemem imkansızdı sanki.

Neden böyle oldu bilmiyorum.

Bu bakış neden beni rahatsız etmedi onu da bilmiyorum.

Sadece bu adamla daha çok karşılaşacakmışız gibi hissediyorum.


•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.523
Tepki
84.169
Puan
113
Konum
İstanbul
15e5c6fe31e5993c974689485586.png


4.Bölüm : Cilveli Köstebek

........::::::::__Eylül__::::::::........

"Peki doktorun konuştuğu şu siyahlı kadın kim? O da bir Atahan değil herhalde"

Yüzüme söylesem mi söylemesem mi dercesine çelişkili bir ifadeyle bakarken sonunda ne diyeceğine karar vermiş gibi başını iki yana da yavaşça sallayıp "Hayır o bir Atahan değil. Umarım hiçbir zaman da olmaz. Derya Hanım uzun yıllardır Selim ile birlikte çalışıyor. Adeta sağ kolu gibi" dedi. Bir dakika bir dakika! Sağ kol derken... Bayan Görümce Topuz mu sağ kol?

Ooo! Bu hatunun bir işler çevirdiği ortada. Demek Atahanlarla çalışıp bir yandan da korsan yayın yapmacılık he! Fısıltı gazetem bu bilgi ışığında basıma hazır gibi görünüyor. Bana da bu haberi altına imzamı atıp ana sayfadan patlatmak düşüyor tabii. Terastaki şu kıyı köşe kumrularının yaptığı ayak kaydırmalı satışı düşünürken bir yandan da gözlerimi kısarak "Bak sen şu maskeli baloların kimliği belirlenemeyen şaibeli davetlisine! İkili oynuyor yani?" dedim. Meral bunu duyar duymaz bana doğru döndü ve şaşırarak "Maskeli mi? Neden böyle bir şey söyledin?" diye sordu.

Meral bunu sorarken bir ara Tolga ile yaptığım ayak üstü konuşmayı düşündüm. Yanıma geldiğinde gergin gözüküyordu ve nedenini sorduğumda bana bir davetliyi işaret ederek durumu anlatmaya başladı. Birkaç dakika öncesinde o adam ve Meral yanlışlıkla çarpışmışlar ama Meral özür dileyip yoluna gitmek istemesine rağmen adam buna hiçbir şekilde müsaade etmemiş. Sanırım biraz da rahatsızlık verecek şekilde Meral'e karşı samimi tavırlar içerisine girmiş. Kız çok tedirgin olmuş tabii. Bu durumu uzaktan gören Tolga'da adamı daha önceden tanıdığı ve Selim Bey ile aralarındaki husumetten haberdar olduğu için bundan hoşlanmayacağını düşünüp hemen müdahale ederek Meral'i o adamın yanından uzaklaştırmış. Ama en bombası geliyor. Bil bakalım o adam kimdi?

"Hani sana çarpan bir adam vardı ya... Tolga söyledi Emir mi Demir mi ne öyle bir şey..."

"Evet ne olmuş Emir Bey'e?"

"Valla senin patronun sağ kolunu kendi sol koluna transfer etmiş galiba"

"Eylül ben hiçbir şey anlamıyorum"

"Bir ara hava almak için terasa çıkmıştım. O ikisi de oradaydı. Sessizce konuşmaya dalmışken benim geldiğimi fark edemediler"

"Ne konuşuyorlardı?"

"Bir seriden bahsettiler ama o sırada çok odaklanmadığım için tüm konuşmayı anlayamadım"

"İki Hayal Tek Bir Şişede'nin serisi olabilir mi?"

"Olabilir ama emin değilim. Bu Emir denilen adam sizin Bayan Sağ Kol'a teklifini kabul edip etmediğini sorduktan sonra bir çek uzattı"

"Derya Hanım çeki aldı mı?"

"Aldı ama istediği şeyin bedelinin bundan daha fazla olduğunu söyledi"

"Sen ciddi misin? Ama o adam ezelden beri Atahanların rakibiymiş"

"Ooo! O halde bir ara Selim Bey'e çıtlat da şirketindeki Cilveli Köstebek'e dikkat etsin"

Cilveli dedim çünkü deminden beri izliyorum da kadın biraz daha zorlasa doktorun ağzının içine gönül rızasıyla düşüverecek gibi görünüyor. Haah! Doktorda pek memnun maşallah kadın ona göz süzdükçe keyiften dört köşe oluyor. Her neyse... Meral bu duyduklarına inanmakta epeyce zorluk çekti. Aklından neler geçiyor bilmiyorum ama sanki allak bullak olmuş gibi. Belki de bunları Selim Bey'e uygun bir dille nasıl anlatacağını düşünüyordur.

Bir süre ikimiz de sessiz sedasız düşüncelere daldık. Aşağıdaki kalabalığı izlerken "Meral inelim artık?" diye sorduğumda bana biraz daha burada kalmak istediğini söyleyince onu yalnız bırakıp aşağıya indim. Davetlilerin arasına karışacakken de günün adamıyla yani Selim Bey ile yüz yüze geldim. Gözleri parıldayarak yukarıya doğru bakıyordu. Meral'i arıyor olmalı. Beni görünce hoş bir tebessümle "Meral'e bakmıştım. Yukarıda değil mi?" diye sordu.

"Evet yukarıda az önce yanındaydım"

"Güzel! Onu tekrardan kaybetmemek için yanına çıksam iyi olacak"

"Selim Bey..."

"Efendim Eylül?"

"İkiniz adına çok sevindim. Mutluluklar dilerim"

"Teşekkür ederim çok naziksin"

"Ben sizi tutmayayım"

"O halde sonra görüşürüz"

"Görüşmek üzere"


edfr.png


........::::::::__Ahmet__::::::::........

"Seni biraz yalnız bıraksam sorun olur mu Ahmet?"

"Nereye gittiğini bilirsem sorun olmaz"

"Sen hangi ara böyle bir adam oldun?"

"Böyle bir adam derken... Ne gibi?"

"Maço tavırlı. Hiç hoşlanmam bilirsin"

"Oysaki bunu söylerken kibar bir dil kullandığımı düşünüyordum"

"Bunu yansıtmakta güçlük çekmişe benziyorsun"

"Bu gece için sana eşlik etmemi istemiştin ben de bunun gereğini yerine getiriyorum. Kendisine karşı sorumlu hissettiğim bir kadına ihtiyaç anında hemen ulaşabilmem benim için önemlidir. Sen de bunu bilirsin"

Keyifsiz bir halde "Biliyorum ve itiraf etmem gerekir ki bu özelliğini çok takdir ediyorum" dediğinde ona şöyle bir bakıp genel hali dolayısıyla da "Gergin görünüyorsun. Bir sorun mu var?" diye sordum. Gerginliği devam etti. Elini kolumun üzerine koyup bu sorumu yanıtsız bırakarak "Selim'in birazdan yapacağı konuşma için tüm hazırlıklar tamam mı diye bakmam gerekiyor. Perde arkasında olacağım yani... Kime sorsan gösterir" dedi. Elini yavaşça çekerek giderken onu yan gözle takip ettim. Dalgın görünüyor. Canını sıkan bir şey olmuş sanki.

Gözden kaybolana dek düşünceli bir halde ardından baktıktan sonra salondan çıkıp bugün yatış yapmış olan bir hastamın ne durumda olduğunu sormak için telefonumu çıkardım. Konuşurken de hangi ara mekanın dışına çıktım bilmiyorum ama iyi ki de çıkmışım diyorum. Bu aralar sözlerimi ısrarla kulak arkası eden laf dinlemez hastam yine firar etmişe benziyor. Ah Meral ah!

"Meral ben sana ne demiştim! Bu soğukta neden yine dışarıdasın sen?"

Söylediklerimi duyarak arkasını dönerken ben de merdivenlerden iniyordum. Ne oldu bilmiyorum ama çok endişeli görünüyor. Düşmemek için eteklerini tutarak yanıma doğru geldikten sonra korkuyla karışık telaşlı bir ifadeyle "Ahmet Bey iyi ki geldiniz" deyince sağlığı itibarıyla onun iyi olup olmadığını anlamaya çalışıp bir yandan da "Neyin var senin bir şey mi oldu? Yoksa kendini kötü mü hissediyorsun?" diye sordum. Başını iki yana sallayıp durumun kendisiyle alakalı olmadığını söylerken bir yandan çıkardığım ceketimi omuzlarına bıraktım bir yandan da "Peki sorun ne?" diye sordum.

Ceketi sıkıca tutup teşekkür ettikten sonra gözlerime yardım edin dercesine bakarak "Selim'i çok merak ettim onu bir türlü bulamıyorum. Rica etsem siz de gidebileceği yerlere bakar mısınız?" dedi. Şaşırdım tabii. Ne yani Selim'i bulamadığı için mi bu kadar telaşlanmış. Sonuçta kardeşim koskoca bir adam buralarda bir yerlerdedir herhalde.

"Önce sakin ol ve bana ne olduğunu en başından itibaren anlat. Neden Selim'i merak ediyorsun?"

"O Emir Bey ile beraberdi. Konuşacaklardı ama bir anda ikisi de ortadan kayboldu"

"Bunun için mi bu kadar telaşlandın? Salona geçmişlerdir Meral eminim ki endişe etmeni gerektirecek bir durum yoktur"

"Ben tartıştıklarını düşünüyorum ama..."

"Tartıştıklarını mı? Öyle bir izlenim mi aldın?"

"Selim ona çok sinirlendi. Kızgın bir şekilde benden salona dönmemi istedikten sonra da ikisi bir daha görünmedi"

"Selim neden sinirlendi ki?"

"Şey..."

"Söyle Meral"

"Emir Bey bana karşı biraz haddini aştı da"

"Hmm... Anladım. O halde Selim'in de ona karşı sınırı biraz aşmasında bir sakınca yok"

"Siz yapmayın bari"

"Tamam bir şey yaptığım yok. Sen şimdi içeriye gir ben de etrafa bakıp onları bulmaya çalışayım"

"Teşekkür ederim"

"Meral içeriye gir derken ciddiydim. Bak yüzün bembeyaz olmuş ameliyat öncesi hasta olup başıma iş açacaksın. Hadi..."

"Peki gidiyorum merak etmeyin"

Meral'in yanından ayrıldıktan sonra mekanın diğer tarafına geçerek Selim'in gidebileceğin yerlere bakmaya başladım ama netice pek olumlu olmadı. Nereye baksam kime sorsam kardeşimle ilgili herhangi bir ipucu yakalayamadım. Aslında biraz tedirgin de olmadım değil. Meral'e olan ilgisi de sevgisi de o kadar üst noktadaki Emir denen adamın yaptığı saygısızlığın çok sert bir şekilde geri dönüşü olmuş olabileceğine inanıyorum. Tek temennim bu geceyi olumsuz etkileyecek bir şey yaşanmaması. Bakılması gereken her yere baktıktan sonra ön kapıya doğru yürümeye başladım.

Kardeşimi neden bulamadığımda o an belli oldu çünkü Meral'i bıraktığım noktada ikisi bir araya gelmiş konuşuyorlardı. Selim kaşlarını çattığına göre araları biraz limoni galiba. Onlara doğru bakarak yürürken Selim beni fark edip ters ters bakmaya başladı. O an anladım ki Meral ile ilgili onun üstüne fazlaca gittiğimden dolayı elindeki bardak dolmuş hatta taşma noktasına gelmiş. Hani şakayı da tadında bırakmak gerek denir ya... Sanırım doğruymuş.

O rahatsız edici sessizliğin içinde Meral'e doğru bakıp kardeşimi kastederek "Onu bulmuşsun" dediğimde Selim'de bir bana bir de Meral'in omuzlarındaki ceketime bakıp hiçbir şey söylemeden içeriye girdi. O an Meral ile göz göze geldik. Bana öyle bir bakışı vardı ki sanki bir şeyler onlar açısından olumsuza doğru gitmeye başlamış gibiydi. Bu beni üzdü. Meral'in uzun zamandır nelerle boğuştuğunu çok yakinen biliyorum ve bu yaşadıklarını başkalarıyla paylaşamadığı için bu kadar arada derede kalıyor olması da canımı çok sıkıyor. Keşke o zorlu ameliyattan önce inadını kırıp Selim'e her şeyi itiraf edebilse. Yanımda ol. Korkmamam için elimi tut çünkü benim sadece buna ihtiyacım var diyebilse. Ama yapamıyor. Kardeşimi mahvetmemek için kendi acısını ikiye katlamaya razı geliyor.

Bu bakışın ardından Meral ağlamaklı bir halde kardeşimin ardından içeriye girdi. Ben de bir süre dışarıda bekledim çünkü biraz hava almam gerekiyordu. Ona söylüyorum ama ben de çok gerginim. Meral ameliyat hazırlıklarına başlayabilmemiz için bir an önce hastaneye yatmak zorunda. Bu gece onun açısından Selim'e bir veda niteliği taşıyor yani. Ne kadar olumlu düşünmeye çalışsam da birbirlerini belki de son kez görmüş olacaklar. Üzerimde büyük bir sorumluluk var. Ne yapıp edip bu kızı kurtarmam lazım. Hayatını tehdit eden o tümörü hiçbir hasar bırakmadan çıkarmalı ve onu Selim'e geri getirmem lazım.

Dalgın bir halde öylece dururken mekanın içinde bir yandan diğer bir yana doğru giden Eylül'ü gördüm. Gözlerim ister istemez ona takıldı. İnsanda merak uyandıran gizemli bir duruşu var. Sert bakışları ve mesafeli bir tavrı olmasına rağmen bazı anlarda aslında ne kadar yumuşacık olabileceğini açık etmekten de kurtulamıyor. Özellikle Meral ve Tolga ile konuşurken belli oluyor bu. Belki de onların yanında rahat hissettiği için kendisini gizlemiyordur. Sanırım Meral'den küçük bir yardım isteyip bizi bir an önce tanıştırmasını sağlamalıyım.

Bu düşüncelerle birlikte içeriye girdiğimde ileride Meral'i ve kardeşimi görüp yanlarına yaklaştım. Selim beni görür görmez elinde tuttuğu ceketimi almam için bana doğru uzattı. İkimiz de sessiz kaldığımız için Meral hemen suskunluğu bozarak "Teşekkür ederim Ahmet Bey hem ceket için hem de yardımınız için" deyince mühim olmadığını söyleyip ceketimi giymeye başladım.

Beraber salona girdiğimizde yanımıza Derya geldi ve Meral'e doğru anlam veremediğim garip bir bakış atıp kardeşime de yapacağı konuşma için her şeyin hazır olduğunu söyledi. Demek şu eşi benzeri olmayan parfüm artık göz önüne çıkmaya hazır. Selim yadırgamama neden olacak soğuklukla Derya'ya hemen geleceğini söyledikten sonra Meral'e doğru döndü ve oldukça hoş bir şekilde çenesine dokunup "Seni rahatça görebileceğim bir yere geç olur mu? Mümkünse en önde ol" dedi. Meral önce şaşırsa da sonradan tebessüm etmeye başladı. Bunu kendisinden neden istediğini sorduğunda da Selim sessiz olmaya çalışarak "Sen dediğimi yap ve sahneden baktığımda bu eşsiz güzellikteki kadını görmemi sağla" dedi. Ooo! Çok daha sessiz olmalıydı çünkü onu duydum. Bu arada kardeşim kendisini aşmaya başlamışta haberim yokmuş. Aferin ona...

Meral ardından baka kalınca başımı ona doğru uzatıp "Bakıyorum Selim ile işleri bayağı ilerletmişsiniz" dedim. Gerçekten de öyle olmuş. Kardeşimin bir kadına bu denli aşık dolu bakıp etkileyici sözler söylemesine pek alışkın değilim. Bu konularda hiçbir zaman kendisini karşı tarafa tamamen teslim eden biri olmadı. Araya koyduğu mesafe dışarıdan bakınca hemen anlaşılabilirdi. Ama Meral'e karşı tüm duvarlarını yıkmış gözüküyor. Güzel bir şey bu. Hele ki bunu sonuna kadar hak eden bir kadına karşı yapması çok daha güzel.

Söylediğim şeyin ardından Meral gözlerini devirerek "Bu geceki bir ileri iki geri durumumuzu saymazsak evet bayağı ilerlettik" deyince ister istemez gülümsedim ve dilime hakim olamayarak "Alınma ama bu asabiyetle bu adamı senden başka hiç kimse çekmez zaten" deyiverdim. Tabii bunu der demez neden öyle diyorsunuz aşk olsun dercesine bas bas bağıran çatık kaşlı gözlerini bana doğru çevirip "Ahmet Bey!" dedi.

Kahretsin ki bu konuşmanın hemen ardından yine bir aksilik daha doğrusu bir talihsizlik yaşandı. Tam Meral'in bana karşı olan ters bakışlarına karşılık muzurca gülümseyip "Öyle ama..." diyerek yanından gidiyordum ki arkamı döner dönmez hiç beklemediğim bir şekilde Eylül denen o güzeller güzeli varlıkla burun buruna geldim. Bu yaşanan talihsizliğin tartışmasız en güzel kısmıydı. O kocaman buğulu bakışlı gözleriyle bu kadar yakinen tanışmak ayrı bir vurucu oldu tabii. Gözlerinin ışıltılı ela tonuna hapsoldum diyebilirim. Gözleri de güzelin birkaç tık ötesindeymiş.

bDPvOn.png


Göz göze geçirdiğimiz zaman ne kadar sürdü emin değilim ama saniyelik bir şey ise de o saniyelerin çok ama çok yavaş aktığı kesindi. Keşke şu an bir sette olsaydık da yönetmen ayağa kalkıp "Sahneyi baştan alıyoruz!" diye bağırsaydı. Sonra bir daha bir daha ve tekrar bir daha. Bir kadını tekrar tekrar yaşamak isteyebileceğim kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Ama getirtti. O bana ben de ona bakarken o kadar yakın durmamıza rağmen ikimiz de bir diğerimize temas etmemeye özen göstererek birbirimizin yanından adeta süzülür gibi geçtik. Kahretsin ki şu noktada kara bahtım kem talihim devreye girdi. Nasıl mı? O tam bir hanımefendi gibi durumu hemen toparlayıp Meral'in yanına geçerken ben onun aksine tam bir aptal gibi yıldırımı yine aynı yere düşürdüm ve ona bakayım derken arkamdan geçen garsona çarptım. Evet yine garson ve yine ben! Neyse ki bu sefer tepsisi boştu. Aman Allah'ım sevindiğim şeye bak!

İçten içe kendime kızıp çarptığım garsondan da özür dilerken kulağıma sinir bozucu bir kıkırtı geldi. Meral mi o? Evet o! Sese doğru dönüp işaret parmağımı ona doğru uzatarak dişlerimi sıka sıka "Gülme!" dedim ve yan gözle de artık bu rutinleşen durumuza hiçbir tepki vermeyen Eylül'e bakıp hızla oradan uzaklaştım. O da haklı tabii neden gülsün ki? Tamam başta bu çarpmalarım komik ya da sempatik gelmiş o da bu yüzden gülmüş olabilir ama artık iş aptallığa dönüşmeye başladı.

Neden tam üzerinde iyi bir etki bırakacakken final hep hüsranla sonuçlanıyor anlamıyorum.

Herhalde yaptığım bunca sersemlikten sonra hakkımda pek de hoş şeyler düşünmemeye başlamıştır.

Kahretsin! Bir onun bende bıraktığı etkiye bak.

Bir de benim onda bıraktığıma!

rdtfyhg.png


........::::::::__Eylül__::::::::........

"Değerli konuklarımız öncelikle Atahan Kozmetik'in 60. yılına özel düzenlenen bu önemli gecesinde bizlerle birlikte olduğunuz için sizlere tek tek teşekkürlerimi sunmak istiyorum"

Selim Bey hazırlanan sahnedeki yerini alıp açılış konuşmasına başlarken bizler de onu pür dikkat dinliyorduk. Bir ara dedesi Selim Atahan tarafından temelleri atılan şirketleriyle alakalı konuşurken kafamda küçük bir hesaplama yapıp bir hayli de şaşırarak "Şirkete bak o tarihte beni bırak daha annem bile doğmamış" deyiverdim. Bu sözlerim de gecenin ciddiyetine çok uydu gerçekten. Meral de bana bakıp söylediğime gülerek tekrardan Selim Bey'e doğru baktı. Daha doğrusu ona doğru bakarken gözleri o sırada bambaşka bir gözle daha buluştu. Şu doktorun yanında duran kadının gözlerine yani.

Düşünceli bakışlarımı ikisi arasında gezdirirken kadının tavrında bir sıkıntı hissederek kaşlarımı çattım ve kendime engel olamayarak "Meral bu Bayan Sağ Kol'un seninle bir derdi mi var? Kadın nahoş bakışlarını bir türlü üzerinden çekemedi. O değil şimdi dayanamayıp ne bakıyorsun arkadaşım diyeceğim o olacak" dedim. Söylediğim şey yüzünden tebessüm edip "Sakın böyle bir şey yapma" deyince aynı şekilde gülümseyip kelimeleri uzata uzata "Şansını zorlamasa iyiii edeeer" dedim. Gerçekten de öyle. Bu kadın beni çok rahatsız ediyor. Belki de küçük oyununu öğrendiğim için otomatikman bir tepki oluşturmuşumdur bilmiyorum ama şu kısacık zamanda tüylerimi diken diken eden biri olmayı başardı.

"Derya Hanım karşısındaki kişiye dişini geçirmeyi sever. Bence onunla hiç muhatap olma seninle uğraşmasını istemezsin"

Dalmış bir halde kadının sert bakışlarına aynı değerde karşılık verirken Meral'in bu söylediğini duyup tek kaşımı kaldırarak ona şöyle bir baktım ve onun da bana bakmasıyla birlikte "Onun atarı ben de işe yaramaz merak etme. Bana diş geçirmeye çalışanın dişlerini söküp eline veririm ben. Yazık olur gül cemaline... Sonra rahat rahat kırıtamaz da doktor beye" dedim. Doktoru ne diye karıştırdım bilmiyorum ama hakkını vermek gerekir ki tam da yerine oturdu. Bu arada Meral'in yüzü de görülmeye değerdi doğrusu. İşin garibi bu sahneye şahit olmak istediği de gözlerindeki heyecandan epeyce belli oluyordu. Aralarının bozuk olduğu çok belli. Aynı şirkette çalıştıklarına göre kim bilir neler yaptı bu kıza!

Meral ile konuşmamız sonlanırken Selim Bey'de İki Hayal Tek Bir Şişede adlı parfümlerinin geçirdiği süreci büyük bir özenle hazırlanmış görsellerle anlatmaya başladı. O dev ekranda akıp giden onca emeği görünce insan yaptıkları şeye daha da çok saygı duyuyor. Dışarıdan bakınca aman canım parfüm işte denebiliyor ama yok öyle değilmiş. Geçirdiği gelişim takdire şayan gerçekten. Meral'e bakıyorum da o da çok etkilenmiş bir halde ekrana kilitlenip kalmış. Belki ki sevdiği adamın başarısı yüzündendir bu gözlerindeki doluluk. Parfümün kağıt üzerinden üretime geçilene kadar ki değişiminin yansıtıldığı ekran aniden karardı. Ne olduğuna dair saniyelik bir şaşkınlığın ardından da sahnenin tam da ortasında duran standın üzerinde bir ışık belirdi. Üzeri kapalı olsa da altında bir cevher sakladığı açıktı.

Herkes merakla olacakları beklerken Selim Bey yakasına takılan mikrofonun ardından "Bu gece edindiğim izlenimlere göre gizemli tasarımcımızın da en az parfümümüz kadar merak uyandırmış olduğunu gördüm. Bence artık bu merakın giderilmesi gerek" diyerek standın yanına geldi. O an bana tuhaf gelen bir şey oldu. Şu Bayan Görümce Topuz sanki kendisinden bahsedilecekmiş gibi büyük bir özgüvenle sahneye doğru yaklaşırken Meral'de üzgün bir halde koluma dokunup dikkatimi kendisine doğru çektikten sonra "Ben birazdan dönerim" dedi. Ne oldu anlayamadım.

Tam nereye gideceğini sormak üzereyken de daha enteresan bir durum yaşandı. Selim Bey'in "60. yılımıza özel olarak üretilen İki Hayal Tek Bir Şişede parfümümüze eşsiz tasarımıyla hayat veren Meral Tekin'i sizlerin huzurunda sahneye davet ediyorum" demesiyle Meral hiçbir yere gidemeden olduğu yerde kaldı.

Ne oluyor Allah aşkına? Benim biraz kafam karıştı sanki. O tasarım Meral'e mi aitmiş yani? Ama bundan hiç bahsetmedi. Ayrıca tasarım Meral'in ise neden bu Bayan Sağ Kol bu kadar bozuldu ki? Kadın resmen büyük bir hezimete uğramış gibi bakıyor. Dur bakayım... Sinirden gözü mü seğiriyor onun? Ay çok şirin! Bak şimdi keyfim yerine gelmeye başladı işte. Meral yaşadığı şokun ardından arkasını dönüp Selim Bey ile göz göze gelerek mutlu bir halde sahneye doğru yürürken kadın resmen nefret tohumlarıyla şarjörünü doldurup silahını ona doğru tuttu. Bakışlarından bahsediyorum ortada polisiye dizi tadında bir aksiyon yok yani.

Burnu düşse yerden almaya bile tenezzül etmeyecek olan bu kadını şu halde gördüm ya başka bir şey istemem herhalde. Dikkatimi ondan alıp sahneye verdiğimde Selim Bey en az Meral kadar mutlu bir ifadeyle bakıp "Bu gece sizler tarafından aldığım olumlu yorumların büyük bir bölümünü hak eden tasarımcımız fark ettiğiniz üzere ricamı kırmayıp İki Hayal Tek Bir Şişede adlı parfümümüzün tanıtımlarında da yer alan modellerimizden biriydi. Bu da demek oluyor ki birazdan canlı canlı da göreceğiniz bu eşi benzeri olmayan parfümün aynı kendisi gibi eşsiz bir güzelliğe sahip olan yaratıcı tasarımcısı aslında tüm gece zaten gözlerinizin önündeydi" dedikten sonra standın diğer tarafına geçip "Ayrıca şunu da belirtmek isterim ki Meral Tekin bugünden sonra tasarım departmanımızın başına geçip yaratıcılıkta sınırları bir hayli aşan tasarımlarıyla üreteceğimiz tüm parfümlerimize bir nevi hayat vermeye de devam edecek. Kendisini tebrik eder ve aramıza katılmasından ötürü büyük bir mutluluk duyduğumuzu bilmesini isteriz" dedi. Bunları söylerken de yanındaki kadına yani Meral'e bir bakışı vardı ki insan gerçekten imreniyor. Aralarındaki aşkın ne denli büyük olduğu bu bakışlarda gizli. Meral şanslı bir kız...

Sonrası da su gibi aktı gitti. Birlikte standın üzerindeki kadife örtüyü kaldırdılar ve bir yandan patlayan flaşlar bir yandan da salonda yankılanan alkışlar eşliğinde bu özel parfümü gün yüzüne çıkardılar. Hiçbir aksilik yaşanmadan gerçekleşen harika bir sunumdu. Selim Bey ve Meral bir süre sonra sahneden inip tebrikleri kabul ederek ailelerinin yanına geçti. Nedenini o an anlayamadım ama Meral ve ailesi arasında çok duygusal bir an yaşandı. Acaba görüşmüyorlar mıydı? Meral'in yüzünü göremedim ama babasının kızına sarılırken ki ifadesi içimi acıttı sanki. Belki de aralarında bir sorun vardı ve bu gecenin vesilesiyle o sorun ortadan kalkmıştı. Umarım onlar açısından her şey yolundadır.

Bu nedeni gecenin sonunda tesadüfen öğrenip büyük bir şok yaşayacağımı hiç tahmin etmemiştim. Meğerse kızın derdi büyükmüş...

Gecenin sonlarına doğru Selim Bey'in ailesi kalktı. Doktor ve kardeşi zar zor yürüyen dedelerinin kollarına girip yürümesine yardımcı olurken Selim Bey'in oğlu da amcasının yanından ayrılmayıp her ne söylüyorsa onun gülümsemesine neden oluyordu. Aralarının iyi olduğu belli. Güzel bir görüntüydü. Onların ardından bir süre Meral ve ailesini izledim. Birbirlerine çok düşkün oldukları o kadar belli ki. Bir an burulmadım dersem yalan olur. Benim bu hayatta bir tek annem var. O da tek başına İzmit'te yaşıyor ama birkaç akrabamız halen orada. İzmit'te doğmuş orada büyümüş ve şimdi de küçük bir kafe işletiyor. Babam da yıllar önce vefat etti. Ben aslen Ankaralıyım. Kendimi bildim bileli orada yaşadık ama babamın ani ölümü annemi orada yaşayamaz hale getirdi. İzmit'e geri dönmek istedi. O bize bir düzen kurdu ama ben orada kalamadım. Yaşayamadım boğuldum sanki. İzmir'e geldim ki iyi ki de gelmişim çünkü bu vesileyle harika dostlar kazandım. Tabii sonra da İstanbul'a geldim ve şimdi de burada bu güzellikleri yaşama şansını elde ettim. Burada olmak bir tesadüf mü yoksa kaderim de mi vardı bilmem ama şu an bana iyi gelen bir yerdeyim. Sanırım önemli olan da bu...

Meral'in sürekli kapıya doğru bakıyor olmasından dolayı meraklandığımı gizleyemem. Bu merakta beni yanına sürükledi tabii. Ama yine aksiyon var gibi görünüyor çünkü şu Derya denen kadın bir anda Meral'in yanından sert adımlarla ona bir şey söyleyerek geçip gitti. Kızın da anında yüzü düştü. Masaya gelip ailesine selam verdikten sonra hemen Meral'e dönüp "Arkandan geçerken ne dedi o sana?" diye sordum.

"Konuşmak istiyor"

"Sen istiyor musun?"

"Hayır ama bir yandan da ne derdi var öğrenmek istiyorum"

"O halde git ve öğren"

"Tamam gidiyorum. Selim geldiğinde beni sorarsa makyajımı tazelemeye gittiğimi söyle olur mu?"

"Peki söylerim"

Meral bir hayli huzursuz bir halde kadının ardından giderken içimden gelen sese kulak verip "Meral!" diye seslendim. Hemen sesime doğru döndü. O kadının karşısında güçsüz ve çaresiz durmasını istemedim. Meral ile birbirimize bakarken onu biraz yüreklendirerek "Karşısında tedirgin durma ve sana diş geçirmesine de izin verme. Şu an eli güçlü olan sensin bunu sakın unutma. Gerekirse resti çek herkes yerini bilsin" dedim. Kısacası baktın durum aleyhine işliyor sen de şu Atahanların arkasından dalavere çevirerek serilerini yürütme işini vur yüzüne demek istedim. Bunu söylemem ona iyi gelmiş olacak ki o huzursuz halden hızla sıyrılıp bakışlarını toparlayarak "Teşekkür ederim" dedikten sonra salondan çıktı.

Çıkış da o çıkış!

Ben kendime boşu boşuna laf olsun torba dolsun diye bela çekiciyim demiyorum.

Meral uzun süre geri dönmeyince merakıma yenilip yanına gidecek ve kendimi tam bir kaosun içinde bulacaktım.

Hem de ne kaos!

Sanki bütün belalar bir araya gelmek için bugünü bulmuştu.

Bayan Sağ Kol'u kendime düşman etmem yetmeyecekmiş gibi doktor ve kardeşinin arasında yaşanan sert tartışma sonrası öyle bir şey öğrenecektim ki bu da gözyaşlarımın acı bir şekilde akmasına neden olacaktı.

Bu geceki bu olayda hayatımın bir başka kırılma noktasıydı.

Çünkü bu sayede doktorun bambaşka bir yönüyle tanışıp ona insani olarak büyük bir güven duyacaktım.

Meral onun için Ahmet Bey bir insanın sahip olup olabileceği en güvenilir yol arkadaşıdır derken haklıymış galiba.

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.523
Tepki
84.169
Puan
113
Konum
İstanbul
15d5859fabca1b11564832025917.png


5.Bölüm : Güzel olan sadece yüzün gülüşün sesin ya da yürüyüşün değilmiş...

........::::::::__Ahmet__::::::::........

Selim ile birlikte babamları araçlarına kadar geçirdik. Yeğenim Kaan'ın da uyku saati gelmişte geçmişti bile. Dedemiz deseniz bıraksak sabaha kadar yanımızda kalabilirdi ama maalesef ki artık sağlığı bunu yapabilmesine pek imkan tanımıyor. Oldukça yaşlandı ve bu da hareketlerini kısıtladığı kadar yaşam kalitesinde de noksanlıklar yaratmaya başladı.

Dedemi küçüklüğümden beri çok severim. Selim'de sever. Birlikte babaannemizin ve dedemizin yanına gitmişliğimiz de yaz tatillerinde evlerinde kalmışlığımız da çoktur. Biz daha çok dede kültürüyle büyümüş evlatlarız. Hayat adına ne biliyorsak onun sayesindedir. Temelimizi oluşturan en önemli Atahan'ımızın şimdi bu şekilde elden ayaktan düşme noktasına gelmesi de eminim beni olduğu kadar kardeşimi de babamı da derinden etkiliyordur.

Neyse ki bu hayat enerjisini yitirmeye yetmedi. Bana çokça takılır hatta demediğini de bırakmaz. Doktor kimliğimin verdiği yetkiyle etrafında pervane olmamdan dolayı da çok şikayetçi. Ama ben buna takılmıyorum çünkü nazını sadece bana geçirebildiği için böyle davrandığını düşünüyorum.

Bir de kardeşimi geri kazanabilsem her şey çok daha iyi olacak. Aramızda yıllardır süregelen ve artık bahsi geçmediği için de üstünü kapalı olarak tuttuğumuz bir gerginlik var. Bu sorunu aşmak istesem de o buna bir türlü yanaşmıyor. Hatta zorunlu haller haricinde beni görmezden gelmeyi tercih ediyor. Ben de aramızdaki bu durumu artık doğal akışına bıraktım galiba.

Ailelerimizin ardından Selim her zaman ki gibi yanımda bir dakika bile durmadan içeriye girdi. Keşke kalsaydı demeyeceğim çünkü muhtemelen yine tartışacak bir ortam yaratırdık. O içeriye geri döndükten sonra ben de biraz hava almak için dışarıda kaldım. Etrafta kimse kalmamıştı ve o kargaşanın ardından gelen sessizlikte bana çok iyi gelmişti. Tabii rahatımı bozacak şeyler olmazsa da şaşardım. Yorgun bir halde boynumu esneterek rahatlatırken başımı kaldırmamla birlikte terasta bir hareketlenme olduğunu fark ettim. Açıkçası şu an terasta gözlerime inanmakta zorlandığım bir sahne cereyan ediyordu. Meral terasın demir korkuluklarına dayanmış Derya'da ona oldukça yakın duruyordu. Tartıştıklarını düşünmek dahi istemiyorum ama neden bu halde olabileceklerine de uygun bir cevap bulamıyorum.

Onları görür görmez koşarak içeriye girdim. Son derece hızlı olmaya çalışarak merdivenleri çıktıktan sonra da terastan içeriye adım atar atmaz "Derya!" diye seslendim. Gördüğüm şey yüzünden belki ses tonumu ayarlayamamış olabilirim ama gerçekten de aralarında bir sorun yaşanıyor gibiydi. Derya bu seslenişimle birlikte hemen geri çekilirken bir an Meral'in dengesini kaybederek onun kolunu tuttuğunu fark ettim ve telaşla yanlarına koştum. O sırada neyse ki Derya düşmeden önce Meral'i yakalamayı başardı.

"İyi ki geldin Ahmet ben de Meral'i bu halde bulunca ne yapacağımı bilemedim"

Ona inanmalı mıyım emin olamadım çünkü bana yardım ediyormuş gibi hissettirmedi. O sırada Meral gözlerini kapatıp nefesini düzenlemeye çalışırken bir yandan da "İyiyim ben bir şeyim yok. Sadece aşağıya bakınca başım döndü" dedi ama ona da inandığımı söyleyemeyeceğim. Meral'den gözlerini açıp tek bir noktaya bakmasını istedikten sonra Derya'yı buradan uzaklaştırmak için de "Tansiyonu düşmüş olmalı. Bize biraz su getirir misin Derya?" dedim. Şu an ne olduğunu bilmediğim için bu sahneye şahit olmasını istemedim. Eminim Meral'de benimle aynı fikirdedir.

Derya gider gitmez üzerimdeki montu Meral'in omuzlarına koyup "Şimdi bana tutunarak kalkmaya çalış Meral" diyerek onu doğrulttum. Asıl niyetim dengesini sağlayabiliyor mu onu görmekti. Bir yandan destek almak adına koluma girip bir yandan da bana telaş yapmamam için "Tamam gerçekten geçti. Sorun yok" demeye başladı. Burada doktor olan benim yani iyi mi değil mi ben karar veririm.

"Başının dönmesi geçmiş olabilir ama hâlâ donmaya devam ediyorsun. O yüzden de lafımı dinleyip hemen içeriye gidiyorsun bir oda bulup dinleniyorsun. Ben de bir yerlerden bir tansiyon aleti falan bulayım"

"Siz burada olduğumuzu nasıl bildiniz?"

"Aşağıda huzur içinde hava alıyordum ama terastan sarkan bir adet Meral bir adette Derya görünce koşup ne olduğuna bir bakayım dedim"

"Ahmet Bey sizinle hemen konuşmamız gerek"

"Tamam konuşuruz ama sonra..."

"Sonra olmaz Derya Hanım bizi görmüş"

"Görmüş derken yine ne görmüş?"

"Ameliyat yönteminizi konuşmak için beni yemeğe çıkardığınızda gördüğünü zaten biliyorduk ama daha da kötüsü hastaneye sık sık gelişlerimi de orada gizli saklı buluşmamıza yormuş"

"Ne demek oluyor bu?"

"Bu beni Selim'e söylemekle tehdit ediyor demek oluyor"

"Derya böyle bir şey yapmaz. Sen yanlış anlamış olabilir misin?"

"Hayır çok net bir şekilde bana eğer onu destekleyici bir şekilde Selim ile konuşmazsam sizinle aramızda bir şeyler olduğunu Selim'e söylemekle tehdit etti. Ondan önce davranmamız lazım. Selim en doğru haliyle bizden duymalı"

"Selim ile konuşmanı neden istiyor?"

"Derya Hanım'dan istifasını vermesini istemiş"

"Neden?"

"İş anlamında güvenini sarsacak hareketlerde bulunduğu için olduğunu düşünüyorum. Bence haklı da"

"Onu haklı bulmana ne sebep oldu?"

"Gerçekten öğrenmek istiyor musunuz?"

"Hayır ama bilmeliyim"

"Derya Hanım Emir Saygıner'e serinin içeriğini satacak"

Uzun bir sessizlik oldu ve bu sessizliğin oluşmasına sebep olan da bendim. Duyduklarıma inanamadım daha doğrusu inanmak istemedim. Derya'yı çok uzun yıllardır tanıyorum ve ona böyle bir ihaneti konduramıyorum. Onun daha önce de Meral'e ikimiz adına imalarda bulunduğunu elbette biliyorum ama bu son duyduğum şey olmadı. İçimde ne var ne yoksa kırıp döktü masalar da havada uçuştu sanki. Gönlüm kırık aklım da hâlâ bir yanlışlık olmalı derdinde olduğu için çaresizce bir çıkış yolu arıyor.

O Selim ile birlikte aile şirketimizi ayakta tutabilmek için canını dişine taktı. Şimdi bunu yapmasına neden olabilecek ne olmuş olabilir ki? Aslına bakılacak olunursa sebep de önemli değil çünkü bunu yapmasını mazur gösterebilecek hiçbir şey olamaz. İtiraf etmeliyim ki bu ağır oldu. Çok ağır oldu.

Duyduklarımı hazmetmeye çalışırken suskunluğum devam etti ve Meral de az önce söylediği şeyi biraz daha açıklama gereği duyarak "Eylül o an ne anlama geldiğini bilmese de ikisini bunları konuşurken duymuş. Derya Hanım'ın Atahanlarla çalıştığını öğrenince de şaşırıp bana duyduklarını anlattı. Emir Bey içeriği getirmesi karşılığında Derya Hanım'a bir çek vermiş ve ikisi anlaşmış ama bunu şu an gerekmedikçe kimseye söylemeyeceğim. Hem zaten Selim de yollarını ayırma kararı almış daha fazla budaklandırmaya gerek yok ama yine de siz de bilin istedim. Ben yokken olur da Selim yine Derya Hanım'a karşı yumuşarsa onu bu konuda dikkat etmesi için uyarırsınız" dedi. Bu söylediği o kadar zor ki. Ben hâlâ bunu nasıl yapabildin Derya kısmındayım.

Henüz öğrendiklerimi hazmetme konusunda bir ilerleme kaydedememişken yine de yaşadığım şoku ustaca kapatmaya çalışarak tam "Bunu geç de olsa öğrenmem iyi oldu. Tam bana karşı bir şeyler hissettiğini düşündüğüm anda..." demiştim ki terasa girip bizi baş başa konuşurken bulan kardeşimin beni yanlış anlayarak "Sana karşı bir şeyler hissettiğini düşündüğün anda ne oldu Ahmet? Meral'i bu gece kardeşinin kolunda görünce hayal kırıklığına mı uğradın?" demesiyle lafımı tamamlayamadan hızla ona doğru döndüm. Kahretsin! Bunları Meral'e söylediğimi sanarak beni yanlış anladı. Hem de fena halde yanlış anladı.

m590q4.gif


"Selim yanlış anladın ortada sandığın gibi bir durum yok"

"Nasıl bir durum var peki? Ben gelmeden az önce Meral'e her ne diyorsan o sözünü tamamla da ortada ne varmış ben de öğreneyim"

"O söylediklerimin Meral ile bir ilgisi yoktu. Bambaşka bir konu konuşuyorduk"

Bunu söylerken Meral'in kolumdan usulca çıktığını fark eden kardeşim bizi baş başa görmesinin yanı sıra bir de kol kola olmamıza fazlaca kızdı ve sinirle bana doğru yaklaşıp "Neden seni sürekli Meral'in etrafında görüyorum Ahmet! Ne zaman arkamı dönsem seni onun yanında buluyorum. Neden!" diye bağırdı.

Meral korkuya kapılıp ortamıza geçerken "Anlamadan etmeden hüküm vermeye kalkma. Sana yanlış anladığını söyledim bekle açıklayayım" dedim ve Selim'de bu sözlerimden sonra gözlerinden alevler çıkararak "Tamam açıkla bekliyorum!" dedi. Şu duruma düştüğüme gerçekten inanamıyorum ama öz eleştiri yapmam gerekirse buna zemin hazırlayan da ben oldum. Bu noktaya gelebileceğini nereden bilebilirdim ki?

Meral endişe içinde bize ne olur yapmayın der gibi bakarken ona "Meral hadi sen içeriye gir artık" dedim ama kardeşim buna bile kızdığını bana bakışlarıyla çok net bir şekilde belli etti. Sanki "Sen kimsin de ona böyle bir şey söyleyebiliyorsun?" der gibi bakması canımı sıkmadı değil. Ancak bu umurumda bile değil çünkü bu kızın sağlığı benim için her şeyden önce gelir. Bu kadar stres yaşaması da bu kadar soğukken açık bir havada durması da benim risk olarak görebileceğim şeyler. Üzgünüm ama bu noktada Selim'in bana karşı olan tavırlarını yok saymak zorundayım.

Meral bana doğru gitmek istemediğini belli edercesine başını sallarken Selim önce "Meral bizi biraz yalnız bırakır mısın?" dedi sonra da Meral'in "Hayır gitmek istemiyorum" demesiyle daha otoriter bir tavır takınarak "Meral içeriye gir! Lütfen" dedi. Ona öyle sert baktı ki Meral'in kalmak gibi bir lüksü yok gibiydi. O da hiç istemese de ısrarcı olamadan mecburen yanımızdan ayrılıp terastan çıktı.

Sanırım benim de yıllardır olmasını beklediğim konuşma bu vesileyle artık gün yüzüne çıkacak. Selim o kadar kızgın ki yıllardır içinde biriktirdiği bütün nefretini üzerime kusacak gibi görünüyor. İşin garibi bunu yapmasını o kadar çok istiyorum ki! Sonunda onunla kozlarımızı paylaşıp tozlu raflar ardında kalan sorunlarımızı yok etmeyi o kadar çok istiyorum ki. Görünen o ki bu gece bana bu imkanı verecek.

waesdrtf.png

........::::::::__Eylül__::::::::........

Meral uzun süre geri dönmeyince merakıma yenildim ve onu bulmak için salonun dört bir köşesini gezdim. Bulamadım tabii ki. Açıkçası şu Bayan Sağ Kol ile olan konuşması nasıl geçti çok merak ediyorum. Umarım kızı sakin görüp üste çıkarak ona çıkışmıyordur yoksa itinayla saçlarını elime dolayıp onu duvardan duvara çarpabilirim. Terasın yakınına geldiğimde ileride bir hareketlilik vardı. Neler olduğunu anlamaya çalışırken de kulağıma bazı konuşmalar çalındı.

"Ooo! Sanırım bana gerek kalmadan Selim sizi çoktan baş başa yakalamış bile"

"Gider misiniz lütfen! Hayatımı yeteri kadar zorlaştırıyorsunuz zaten"

"Bakıyorum yine küstahlığı ele aldın. Benimle düzgünce konuşmayı öğreneceksin Meral yoksa ben sana öğretmesini bilirim"

"Hadi öğretin! Gerçekten nasıl öğreteceğinizi çok merak ediyorum. Hadi bekliyorum!"

"Şirkete geldiğin günden beri canımı çok fena sıkıyorsun Meral!"

Bizim Bayan Sağ Kol kızgın bir halde Meral'in üzerine yürüyünce dayanamayıp "Biliyor musun Meral bu Cilveli Köstebek'te bu salona ayak bastığından beri benim canımı çok fena sıkıyor. Neden böyle oldu acaba?" diyerek yanlarına gittim ve gitmem yetmiyormuş gibi bir de elimde tuttuğum şampanya kadehini "yanlışlıkla" şu Derya denen hatunun üzerine boca ettim. Artık kenara çekilmesinin vakti geldi diye düşünmüş olmalıyım. Böyle anlarda bedenim benden bağımsız hareket edip bu tarz "yanlışlıklar" yapabiliyor. Yani tamamen istemsizce yapılan bir hareketti bu.

Kadın şaşkınlık içinde üstüne başına bakarken Meral'in şok dolu bakışlarına aldırmadan üzülmüş gibi davranarak "Aaa! Affedersin elimden kaydı "galiba" neyse canım üzülme zaten geceye cenaze levazımatçısı gibi simsiyah katıldığın için davetliler üzerindeki lekeyi fark etmeyecektir. Sen asıl referansına işlenmesi muhtemel olan diğer lekeni temizlemeye bak" deyiverdim.

Ah bu çenem yok mu bu çenem... Kopsun diyeceğim sandın değil mi? Ne münasebet canım! Tabii ki de bu ara sıra ayarı elden kaçan ama lafı da çoğunlukla gediğine oturtan çenem iyi ki var.

Kadın mahvolan elbisesi için tasalanmayı bırakıp hemen bana doğru döndü. Ama ne dönüş! Sanırsın arenaya çıkmış iki kızgın boğayız ve birbirimize kırmızı bir bayrak sallıyoruz. Kafa kafaya gelmemiz an meselesi yani. Valla kollasın kendisini zira kafam oldukça sağlamdır. Fena üzerim dokunmaya teşebbüs edeni!

Kadın Meral'i tamamen bırakıp bu sefer de benim üzerime doğru yürüyerek "Sen kim olduğunu sanıyorsun da Derya Üstündağ ile böyle konuşmaya cesaret edebiliyorsun!" deyince özür dilerim ama gülmeden edemedim. Kendisinden Derya Üstündağ diye mi bahsediyor? Ah! Bütün ciddiyetim gitti görüyor musun?

Burnumun dibine kadar girdiğinde gözlerimi kısarak "Ben Eylül Acar'ım da bence bu soruyu uzman bir görüş eşliğinde asıl sana sormak lazım. Belli ki burada kendisini üstün bir varlık gibi gören bir tek sen varsın. Bu hastalıklı bir durum biliyorsun değil mi? Gömleğinin kollarını arkandan bağlayıverirler haberin bile olmaz" dedim. Aaa! Kızdı. Dişlerini sıkarak "Hadsiz!" derken bir saniye bile beklemeden Atahanların arkasından iş çevirip onları satışa getirmeye çalışmasını kastederek "Seyyar satıcı!" dedim ve hemen ardından da alaycı bir tavırla "Mecazı anlamda yani" demeyi de ihmal etmedim.

Şu çalkalayıp çalkalayıp mantarı hızla çıkarılan şampanyalar gibi köpürdü kadın. Huyum kurusun iyi de çalkalarım. Sanırım bu konuşma sonrası benim Meral kadar narin bir kız olmadığımı da böyle lafların altında kalamayacağımı da anlamıştır. Anlamadıysa da ben bir ara hızlandırılmış olarak ona anlatırım.

ertfyg.gif


Kıpkırmızı olmuş bir yüzle bir Meral'e bir de bana bakıp elindeki su bardağını bir kenara bıraktı ve bana doğru dönüp tehditkar bir tavırla gözlerini kısarak "Bunu kenara yazdım Eylül Acar! Seninle yeniden karşılaşacağız ve inan bana bu karşılaşma hiç hoşuna gitmeyecek" dedikten sonra yanımızdan ayrıldı. Ateş olsan ne kadar yer yakardın? Neyse metrekare hesabını bir kenara bırakıp bahsettiği karşılaşmanın gerçekleştiği sırada bunu ona bizzat sorarım.

Onun söyleyişiyle "Derya Üstündağ" yanımızdan giderken bana da arkasından "Su verenlerin çok olsun tatlım!" diye seslenip getirdiği suyu da bir dikişte içmek kaldı tabii. O değil de fena ayar oldum ben bu Bayan Sağ Kol'a yalan yok. Bunu da suyu içtikten sonra Meral'e dönüp "Taktım ben bu kadına elimden çekeceği var. Şansına tam da depresyonun eşiğinde olduğum döneme denk geldi. Allah yardımcısı olsun" diyerek belli ettim.

Bunu söyledikten hemen sonra da Meral'in endişeli bakışlarını takip ederek terasa doğru baktım. Ne olduğunu anlayamadım ama doktor ve Selim Bey de tartışıyor gibiydi. Meral ile birkaç adım yaklaşıp iki kardeşin konuşmasını izlerken "Onlara ne oldu?" diye sorduğumda tam Meral "Durum çok karışık ne sen sor ne de ben söyleyeyim" diyordu ki doktor hiç beklenmedik bir itirafa imza atıp kardeşine "Meral ile aramızda düşündüğün gibi ne bir aşk ne bir duygusal yakınlık hiçbir şey olmadı olamaz da çünkü ben sandığının aksine onu değil uzun zamandır Derya'yı seviyorum. Anladın mı şimdi?" diyerek bombayı patlattı. Hepimiz anladık galiba.

Bir itirafta da ben bulunayım mı? Aramızda kalacak ama. Kayıt dışı niteliği taşıyan bir itiraf bu. Doktorun ağzından bunu duyduğum anda gözlerimin önünden bu geceki karşılaşmalarımız geçip gitmeye başladı. O uzun koridorda birbirimize bakarak yürüyüşümüz Meral ile konuşurken aniden arkasını dönüp göz göze gelişimiz ve birbirimize temas etmemeye çalışarak geçip gidişimiz... Hepsi birer film şeridi gibi kırmızı alarm çala çala konvoy halinde ilerliyordu. Bu neden oldu emin değilim ama söylediği şeyin benim üzerimde negatif bir etki bıraktığı kesindi.

Onların arasında da bizim aramızda da derin bir sessizlik oldu. Ne itirafmış arkadaş herkesi sus pus etti. Donuklaşan bakışlarımla iki kardeşi daha doğrusu doktoru izlerken kendime engel olamayıp buruk bir ses tonuyla da "Ooouv! Gecenin itirafı doktordan geldi" dedim. Garip bir andı. Meral ne düşüneceğini bilemez bir halde yan gözle bana bakıp "Ahmet Bey ile ilgili seni yönlendirmeye çalıştığım için özür dilerim. Ben sanmıştım ki..." dediğinde bize aracı olmaya çalıştığı için çok üzüldüğünü hissettim ve benim açımdan bir sorun olmadığını belli etmek için hafifçe tebessüm ederek "Sıkma canını Meral ben zaten kimseyle ilgili beklenti içine girecek durumda değilim. Benim hâlâ kendi içimde çözmem gereken şeyler var" dedim.

Bunu dedim de o bana karşı çok mahcup oldu sanki. Ama olmasın. Onun ne suçu var ki? Gönül bu nereye konacağını kestiremiyor işte. Baksana onca gül papatya menekşe varken gitmiş kaktüse konmuş. Bu saatten sonra saygı duymaktan başka yapacak bir şey yok gibi görünüyor. Gönül bu gibi durumlarda o kaktüsün üzerindeki dikenler canını yakmadan laf dinlemiyor maalesef. Bir kaktüszede olarak söylüyorum ki umarım bu cesur yürek bu sevdayı en az hasarla atlatır.

"Derya mı?"

"Evet Derya"

"Ben sanmıştım ki..."

"Her ne sandıysan yanılmışsın Selim. Ben Meral'e asla düşündüğün anlamda bakmadım bakmayacağım da. En başından beri onun seni senin de onu sevdiğini bilmiyor muyum sanıyorsun? Ben Meral'e hayatımda değer verdiğim bir arkadaşım ve aynı zamanda da kardeşimin sevdiği kadın olarak yer verdim. İçini rahatlatacaksa söyleyeyim. İki dünya bir araya bile gelse biz Meral ile ağabey kardeş ilişkisinden öteye bir adım dahi gidemeyiz. Adım kadar eminim o da benimle aynı düşüncededir"

Onları dikkatle dinlerken bu söylediği şeyi takdir ederek "Ne kadar sakin ve net konuşuyor. Kardeşinin kızgın olduğunu bildiği için alttan alarak tansiyonu da düşürüyor. Bu iyi bir şey..." dedim. Yangına körükle giden insanların aksine yangına bir kova suyla gitmiş olması ne yalan söyleyeyim hoşuma gitti. Ta ki Selim Bey "Neden bunca zaman aksini düşünmeme sebep olacak şekilde davrandın o zaman?" diyene kadar. Az önce takdir ettiğim adam kardeşine dik dik bakıp sert bir tonlamayla da "Kız diye! Bu bahaneyle sinirden küplere binip üstüme gel ve artık benimle yüzleş diye! Onca yıl biriktirdiğin tüm nefretini üzerime kus bağır çağır istersen yine vur ama şu anlamsız kinini artık bitir de hayatımıza devam edebilelim diye!" demez mi? Ne oluyor Allah aşkına?

Bu beklenmedik çıkışla resmen şok oldum. Bunu ister istemez ifademe de yansıtıp kaşlarımı çatarak "Ne diyor bu ya! Ay nazar değdirdim yangına körükle gitmek bu olsa gerek. Resmen gözümüzün önünde elindeki bir kova suyla yangın çıkardı adam!" dedim ve konuşmanın devamını dinlemek için bakışlarımı Meral'in üzerinden çekip tekrardan onlara doğru döndürdüm. İkisi de çok sinirli gözüküyordu. Gerçekten de yılların öfkesi çıkıyor olmalı.

"Anlamsız mı? Sen hâlâ neye sebep olduğunun farkında değilsin değil mi? Üzerinden bunca yıl geçti ama bu süre içinde beni birazcık anlamaya çalışıp yaptığın şeyi de bir kere bile olsun sorgulamadın değil mi!"

"Biz seninle olaylara aynı pencerelerden bakmayı başaramıyoruz Selim! Ben doğru olanı yaptığımı biliyorum sen ise anlayamadığım bir şekilde aksini düşünüyorsun!"

"Anlamadın anlamayacaksın da çünkü sen annemiz için elinden geleni yapmıştın Ahmet!"

"Bunu biliyorsan bu öfke niye o zaman?"

"Bu öfke niye söyleyeyim de o profesyonel kimliğinin bakış açısını biraz genişlet! Sen elinden geleni yaptın ama ben annem için hiçbir şey yapamadım. Annemin ölümü içimde hep bir soru işareti hep bir acaba ile gömülü kaldı. Onun için çabalamama bile izin vermedin. Onun için elimden geleni yapmama ya da yapabilecek birini bulmaya çalışmama olanak tanımadın. Beni içimde acaba annemi zamanında kurtarmak için elimden bir şey gelebilir miydi sorularıyla yaşamaya mahkum ettin!"

A77DYL.gif


"Böyle olmasını annem istedi Selim! Hasta olduğunu bilmenizi istemedi"

"Ne olursa olsun bana söylemeliydin! Ben olsaydım bu hakkını elinden almazdım. Bir oğul olarak görevlerini yapmana mani olmazdım"

"Özür dilerim!"

"Özrün bizi o günlere geri döndürmedi görüyor musun? Döndürmeyecekte! Hasta olduğundan bile haberdar olmadığım annem senin değil benim kollarımda öldü Ahmet ve sen bunun ne demek olduğunu hiçbir zaman anlayamayacaksın!"

"Ne yapmamı istiyorsun peki?"

"Benden uzak dur Ahmet... Benden uzak dur!"

Selim Bey son sözlerinin ardından sert adımlarla bize doğru yaklaşıp yanımızdan bir hışımla geçip giderken doktor da olduğu yerde kaldı. Bu konuşma ona epeyce ağır gelmişe benziyor. Meral'de ondan pek farklı değil. Yüzünde öyle garip bir ifade var ki sanki duydukları onu yıkıp geçmiş gibi. Kazara dokunsam kırılacak dökülecek binbir parçaya ayrılacakmış gibi görünüyor. O neden bu kadar etkilendi acaba?

Bir onun halini bir de terasın korkuluklarına tutunarak aşağıya doğru bakan doktoru izlerken ne düşünmem ya da ne yapmam gerektiğini bilemedim. Sadece Meral'in çok kötü bir halde olduğunu görüp zorlukla yutkunmaya başladığını fark edince kendisine gelsin diye kolunu tuttum ve hemen ardından da "Selim Bey iyi görünmüyordu bence arkasından gitmelisin Meral" dedim. Sanki deminden beri buz kesmişti de bunu söylemem onu yavaş yavaş çözüyor gibiydi. Ağır hareketlerle bana doğru dönüp boş boş baktıktan sonra başını salladı ve yan gözle doktora bakıp "Güçlü durmaya çalışıyor ama aslında değil. Onunla kalır mısın?" dedi. Kim? Ben mi! Nasıl yani benim ne faydam dokunur ki ona? Onu tanımıyorum bile...

Benden istediği şey sonrası gözlerimi kaçırıp bunun doğru olup olmayacağını düşündüm ama sonra bu düşünceleri başımdan savarak tekrardan Meral'e baktım. Gerçekten çok kötüydü ve gözleri dolmuş bir halde benden bir cevap vermemi bekliyordu. Uzatmanın bir manası olmadığını düşündüğüm için başımı tamam dermiş gibi sallayıp "Merak etme onu yalnız bırakmam" dediğimde Meral de ağlamaklı bir halde bana teşekkür ettikten sonra hemen Selim Bey'in ardından gitti.

Yalnız bırakmam dedim ama onun için ne yapabilirim hiçbir fikrim yok. Garip bir hisle sırtı bana dönük olan adama baktıktan sonra gözlerimi üzerinden ayırmadan sessizce yanına doğru yaklaşmaya başladım. Elbet söyleyecek ufak tefek bir şeyler bulurum herhalde. En kötü ihtimalle büyük saçmalarım bu da zaten gülmesine neden olur. Belli bir mesafede durduktan sonra dudaklarımı kemirerek beklemeye başladım. Kendisini iyi hissetmesini sağlayacak o sihirli sözleri bir türlü bulup çıkaramıyorum ve bu da canımı sıkıyor. Neyse bir yerden başlayayım da sonu bir yere varır herhalde.

wertyuy.gif


"Hayat sevdikleriyle sınarmış insanları...

Ne kadar dayanıklısınız ne kadar bağlısınız test etmek istermiş.

Görmek istermiş sunacağı güzellikleri hak edip etmediğinizi.

Her şeye rağmen hâlâ bir umut taşıyorsanız ve aranızdaki o bağa sıkı sıkıya tutunuyorsanız da sizinle uğraşmaktan vazgeçip rahat bırakırmış.

Bence iki kardeş olarak yaptığınız bu konuşma ve şu an ki üzgün halleriniz o bağın hâlâ sağlam olduğuna işaret ediyor.

Benden uzak dur demesi de sakın yıldırmasın seni çünkü bunca zamandan sonra birbirinizi yok saymayıp açılabildiğinize göre sizin için de hâlâ umut var demektir.

Aslında kızmadı da sana...

Anla beni diye haykırdı.

Acı çektim hâlâ daha çekiyorum ve ne yaparsam yapayım yok olmuyor demek istedi.

Belki de bunu sana şimdi söylüyorum çünkü bu duyguyu tek başıma nasıl yok ederim bilmiyorum demeye çalıştı.

Yardım et demek istedi belki de..."

ahamer.png


........::::::::__Ahmet__::::::::........

Terasın demirlerini sıkıca tutup kardeşimin gidişini üzgün bir halde izlerken bu sözleri işittim. Kalbimde sıra dışı bir hareketlenme olduğunu gizleyemem. Bu seçilen kelimelerden mi kaynaklandı yoksa kulağıma ulaşan sesin o hoş tınısından mı kaynaklandı bilmiyorum ama her neyse ben de bir karşılığı olduğu açıktı. Bu sözlerin üzerimde yarattığı etkiyle arkamda kimin olduğunu anlamak için döndüğümde ise sorularım cevap buldu çünkü tam karşımda onun olduğunu gördüm. Yani Eylül'ün. Onu beklemediğim bir anda görmenin şaşkınlığıyla o güzel yüzüne uzun uzun bakarken aklımdan geçen tek şey "Sesi de güzelmiş" oldu. Evet onca şeyden sonra aklıma ilk düşen şey bu oldu.

Eylül ise bu düşüncelerimden habersiz huzursuz ama bir o kadar da duru bir tavırla kardeşimi kastederek "Üzülme... Sadece haklı olduğunu düşünsen bile onun da neden böyle hissettiğini anlamaya çalış" dedikten sonra cam gibi parlayan gözleriyle gözlerime bakarak "Her zaman tek bir doğru yoktur be doktor! Senin doğrunla bir başkasının doğrusu aynı noktada birleşmez bazen. Bir fotoğraf görmüştüm yerde bir rakam yazılıydı. İki adam karşılıklı durmuş ona doğru bakıyordu. Düşün bir kere sen o yerde yazan rakamın altı olduğuna bu kadar eminken o da dokuz olduğuna bir o kadar eminken hanginiz haklı çıkabilir ki bu durumdan? Çıkamazsınız. Karşınızdakinin inadını neden kırmadığını ya da neden düşüncesini bu kadar körü körüne savunduğunu anlamak için o yerdeki rakama bulunduğunuz noktadan çıkıp bir kez de birbirinizin yerinden bakmanız gerekir. Kendi gözlerinizle değil onun gözleriyle görmeniz lazım bazen de" dedi. Hiçbir şey söyleyemeden birkaç adım yanına yaklaştım ve söylediklerini düşünerek ona hayranlıkla bakıp "Empati yap diyorsun yani" dedim. Tebessüm eder gibi oldu ve görmemem içinde başını başka yöne çevirip "Çok uzattın iki kelimeyle de anlatabilirdin diyorsun yani" dedi. Her hareketini dikkatle inceleyip "Ama itiraf etmeliyim ki o zaman bu kadar etkileyici olmazdı" dediğimde gözlerimiz tekrardan buluştu.

Böyle olunca da tekrardan ciddileşip sözlerine "Meral ile ilgili olan sorun netliğin sayesinde çözülmüşe benziyor ama annenizle ilgili olan konuda biraz çabalamalısın. Hatta gözünü korkutmak istemem ama çok fazla çabalaman gerektiğini de söylemem gerek. Kardeşinin tarafından bakmayı öğrenip onu anlamaya çalışman lazım. En önemlisi de onu anlamaya gönüllü olman lazım" diyerek devam etti. Derin bir nefes alırken başım ister istemez eğildi ve o anla beraber hiç düşünmeden "Ona aynı şeyi tekrardan yaşatabilirim" dedim. Bunu dememem gerekiyordu.

Doğal olarak Eylül'ün bakışlarında bir değişim oldu ve bana neden böyle söylediğimi sordu. Ona Meral de hasta ve durumunun şansa kaldığını aynı annem gibi Selim'den saklıyor ben de doktoru olarak onun kararına saygı duymak zorunda kalıyorum diyemem ki.

Bu sorusunu cevaplamadan birkaç saniye sessiz kalıp sonra da "Aramızdaki sorunu çözmek için elimden geleni yapacağım. Başarabilmem için dua eder misin? Bu benim için çok önemli" dedim. Bakışlarımdan bir mana çıkarmaya çalışsa da bunu başaramamış olacak ki kaşları düşünceli olduğunu belli edercesine çatıldı.


........::::::::__Eylül__::::::::........

"Neden benim dua etmem bu kadar önemli?"

Bu kadar önemli bir konuda neden benden medet umuyor ki? Beni tanımıyor bile. Sorumu yanıtlamasını beklerken doktor dudağını hoş bir tavırla büzüp "Uğurun olduğuna inanmak istiyorum diyelim" dedi. Söylediklerini düşünüp şaşırarak bakarken "Edecek misin?" diye sorunca kısılan gözlerimi bir iç çekerek normalleştirip "Kendini iyi hissetmene neden olacaksa... Evet ederim. Hem de tüm kalbimle ederim" dedim. Bunu söylememin ardından aramızdaki mesafeyi belli bir düzeyde tutan o son birkaç adımı da atıp tam önümde durdu. Normalde bu hareket sonrası onu biraz geri itip "Hop! Ağır ol bakalım" demem gerekiyordu ama nedense bunu yapamadım. Belki de bakışlarındaki samimiyetten dolayı bir tehdit hissetmediğim içindir.

Gözlerimiz birbirimizin gözlerinde özgürce gezinirken çok etkileyici bir ses tonuyla "Güzel olan sadece yüzün gülüşün sesin ya da yürüyüşün değilmiş" dedikten sonra ne demek istediğini anlayamamış gibi bakmam üzerine tebessüm edip sözlerine devam etti ve işaret parmağıyla kalbimin üzerine bir iki yumuşak dokunuş yapıp "Korumaya al onu... İncinmesine kirletilmesine yıpratılmasına izin verme. Camdan bir fanustaymış gibi sakla her türlü kötülükten. Yerini de kimseye söyleme. Bırak sadece içindeki güzelliği gerçekten fark edebilen bulup açsın kapılarını. O zaman da kulağına fısıldanan sözlere güven ki değer bulacağı gönüllerde atmaya devam edip hak ettiği güzellikleri yaşasın" dedi. Elini geri çekerken hâlâ birbirimize bakıyorduk. Kahretsin! Etkilendim galiba.

gfhj.jpg


Engellemeyi başaramadığım bir şekilde gülümsememi sağlayan bu hareket sonrası bakışlarını benden alarak başka yöne çevirdi.

Hakkını vermek gerekir ki birine kalbinin güzel olduğunu belirtmek için oldukça hoş bir yoldu.

Yapma bunu be doktor!

Kalbimde çarşı pazar çok karışık...

Şimdi yapma.

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linktenyorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.523
Tepki
84.169
Puan
113
Konum
İstanbul
j83m6D.png

6.Bölüm : Ah be doktor! Bir tutamadın o mübarek çeneni

........::::::::__Eylül__::::::::........

Doktorun sarf ettiği bu hoş sözlerin etkisinden çıkmayı bir türlü başaramadım. Seçtiği kelimeleri ve onları özenle yan yana dizişini düşündükçe yüzümdeki gülümseme de iyice derinleşmeye başladı. Ancak bu gülüş fazla uzun sürmedi çünkü doktor başını diğer tarafa çevirdikten sonra kaşlarını çatarak aşağıya doğru bakmaya başladı. Ne olduğunu anlamak için yanına gidip aşağıya baktığımda Selim Bey gidiyor Meral'de donup kalmış gibi hiç kıpırdamadan ardından bakıyordu. Neden gitmesine izin verdi ki?

"Ne olmuş olabilir? Hey doktor!"

"Bilmiyorum ama Meral ile ben ilgilenirim. Sen içeriye geçip durumu idare et Eylül"

"Hayır ben de geleceğim"

"Kalsan daha iyi olur"

"Ama..." dememe kalmadan hızla terastan çıkınca Meral'e bir kez daha baktım. Ters giden bir durum olduğu ortadaydı. Hiç düşünmeden eteklerimi toparlayarak "Hey bekle!" diye seslenip doktorun ardından terastan çıktım. Koridordan hızla geçip merdivenleri de aynı serilikle indikten sonra neyse ki doktora yetişmeyi başardım. İkimiz de koşar adım Meral'e doğru yürüdükten sonra onda bir tuhaflık olduğunu anladık. Hareketsiz mankenler gibiydi. Hâlâ Selim Bey'in gittiği yola doğru bakıyordu ve gözleri de dolu dolu olmuştu. Şoka girdi herhalde.

Doktor hemen önüne geçip kendisine bakması için çenesinden tuttu. Meral sanki kendisinde değilmiş gibi donuk bir ifadeyle "Gitti... Konuşamadık. Ona veda edemedim" dedi. Veda mı? Neden Selim Bey'e veda edecek ki? Çok daha ilginci doktorda aynı Meral gibi hüzünlendi. Ne oluyor Allah aşkına! Biri bana şu vedanın nedenini tez elden açıklasın lütfen.

Neler döndüğünü anlamaya çalışarak ikisini izlerken doktor sessizce "Bunu bir veda olarak düşünme. Tekrardan bir araya gelmeniz için elimden geleni yapacağım. Selim'i yeniden görmeni sağlayacağım Meral. Güven bana" dedi. Kafam o kadar karıştı ki toparlayabilene aşk olsun! İki dakika önce Selim Bey ile boğaz boğaza gelmek üzere olan adam şimdi sanki araları güllük gülistanlıkmış gibi Meral ve kardeşini bir araya getirebileceğini mi iddia ediyor yani? Bunu nasıl yapacak gerçekten çok merak ettim. Gerçi bunu dememe kalmadan artık her ne olduysa doktor bir anda telaşlanıp "Hey hey sakin ol!" diyerek Meral'i düşmeden önce yakaladı. Bayıldı mı o?

Meral'i yere yığılmış bir halde görünce paniğe kapılıp "Ne oldu ona neden bayıldı? Söylesene!" diye sormaya başladım ama o bana bir cevap vermek yerine ceketinin cebinden çıkardığı araba anahtarlarını elime tutuşturur gibi verip "Soru sorma Eylül sadece arabamı buraya getir. Acele et!" dedi. Yüzündeki endişeyi görünce sesimi çıkaramadan başımı sallayıp koşarak arabaların bulunduğu yere gittim. Elimde telaştan tir tir titriyordu. Anahtarı arabaların üzerine doğru tutup doktorun arabasının hangisi olduğunu anlamak için farlarının yanmasını beklerken neyse ki ikinci basışımda arabası "Buradayım!" dercesine bana bir sinyal gönderdi.

Hızla koşup arabaya bindikten sonra aracı büyük bir telaşla Meral'i kucaklayıp bana doğru yaklaşmaya başlayan doktorun yanına çektim. Dışarıya çıkıp kapıyı açtığımda Meral'i başına dikkat ederek koltuğa yatırdı ve diğer tarafa geçip bana da "Arabayı sen kullan" dedi. İyi de ben buraların yabancısıyım onu ne yapacağız?

"Bence arabayı sen kullanmalısın çünkü ben İstanbul'a daha yeni geldim. Yol bilmez iz bilmez sözü tam da benim için biçilmiş kaftan yani"

"Ben sana tarif ederim. Hadi Eylül!"

Paldır küldür arabaya geçip iki ayağım bir pabuca girmiş bir şekilde aracı çalıştırdıktan sonra mekanın açık otoparkından çıktım ama bir gözümde dikiz aynasından arka tarafa kaydı. Doktor efendi doktorluğunun hakkını verecek ölçüde Meral ile ilgileniyor bir yandan da bana yol tarifi yapıyordu. Hızlı ama bir yandan da temkinli bir şekilde gaza basmış giderken Meral gözlerini aralayıp bir şeyler söylemeye başladı. Fısıltı şeklinde olduğu için ne dediğini istesem de anlayamadım.

"Ne diyor?" diye sorduğumda dikiz aynasından göz göze geldiğim doktor da üzgün bir ifadeyle "Selim'i sayıklıyor" dedi. Anlık bir şekilde arkamı dönüp Meral'e baktıktan sonra "Tamam o zaman hadi kardeşini arayıp haber ver ne duruyorsun?" dediğimde sessizlik oldu. Aynadan arka koltuğa baktığımda o da tereddütte kalmış gibi Meral'e bakıyordu. Ne oluyor bir anlasam! Tamam belki bir gerginlik yaşandı ve Selim Bey gitti ama arayıp da "Meral'i hastaneye götürüyoruz hemen gelmen lazım" desek "Hayır gelemem" diyecek hali yok. Hatta telefonu kapatmadan o merakla çoktan hastaneye varmış bile olur ama neden hâlâ arayıp aramamakta ikilem yaşıyor bunu bir türlü anlayamadım.

"Hey doktor!"

"Olmaz arayamam"

"Neden arayamazmışsın?"

"Yani telaşlandırmaya gerek yok anlamında söyledim. Sonuçta basit bir bayılma gibi görünüyor. Sen düz devam et sonra da ışıklardan sağa gir"

"Tamam gireriz de bu giz niye?"

"Giz falan yok"

"Nasıl yok? Birincisi neden Meral sanki bir daha hiç görüşemeyeceklermiş gibi Selim Bey'e veda edemediğinden bahsetti? İkincisi neden sonrasında bayıldı ve hâlâ ayılmadı? Üçüncüsü neden kimseye özellikle de Selim Bey'e haber veremiyoruz? Dördüncüsü neden tekrardan bir araya gelmeleri için elinden geleni yapıp Selim Bey'i görmesini sağlayacağını söyledin? Beşincisi ve de en önemlisi nereden girecektim ben!"

"Sağdan!"

"Tamam tamam hallettim! Altıncısı..."

"Eylül sakinleşir misin lütfen!"

"Yapamıyorum! Bu kız bugün gözlerimin önünde bembeyaz bir suratla dengesini kaybedip yere kapaklanıyordu ve şimdi de kendisinde değil! Ona ne olduğunu bilmek istiyorum"

"Ne zaman oldu bu?"

"Makyajdan önce maske uygulaması yapılmıştı. O sırada Meral dinlenirken sızıp kaldı. Seslendim ama bir türlü cevap vermedi. En sonunda sarsarak uyandırdığımda kötü görünüyordu. Ayağa kalkar kalkmaz da gözü kararmış gibi sendeledi. Zor tuttular"

"Bana hiç bahsetmedi"

"Bu kızın neyi var doktor?"

"Eylül bağırmasan mı acaba?"

"Bağırıyor muyum ben?"

"Evet!"

"Telaşlı olduğumda ses tonumu ayarlayamamak gibi saçma sapan bir reaksiyon verebiliyorum"

"Ne hoş!"

"Hoş mu? Neden hâlâ gelmedik şu hastaneye!"

"Geldik ya Eylül! Düz git direkt acilden giriş yap"

"Acil girişi neresi?"

"İleride kocaman "ACİL" yazan kırmızı bir tabela var görmüyor musun?"

"Gözlerimde astigmat var benim gece görüşümde pek iyi değil tamam mı!"

"Ve bunu bana şimdi mi söylüyorsun? Dikkat et!"

"Hey hey! Tırsma hemen o aracı ben de gördüm o kadar da değil. Ayrıca ben sana sen kullan demiştim dinleseydin"

"Bana çift dikiş gördüğünden bahsetmemiştin"

"Sorsaydın"

"Haklısın! Şu durumdayken sağlık raporunu istemeliydim"

Ukalalığı iyice ele alan doktor beye sert bir bakış atıp sonra da dediği gibi acilden giriş yaptım. Araba durur durmaz dışarıya fırladı ve tok bir sesle "Sedye getirin!" diye bağırıp yeniden arabanın içine eğildi. Meral'i son derece dikkatli bir şekilde çıkardıktan sonra da gelen sedyeye yatırdı.

Tabii o sırada beni de unutmadı. Bir yandan onlarla gidip bir yandan da bana "Eylül sen eve git arabam da sende kalsın. Ben yarın erken bir saatte gelir alırım" dedi. Haaah! Gideceğimi falan düşünüyor herhalde. Eğer öyleyse çok yanılıyor çünkü huyum kurusun pek de laf dinleyen bir kişilik değilimdir. Hatta bana bir kez daha kazara "Git" desin hastanenin önüne kazık çakarım o da her sabah ayağımın üstünden zıp zıp atlayarak içeriye geçmek zorunda kalır o kadar diyorum yani!

Meral'i apar topar götürüşlerini izledikten sonra arabayı uygun bir yere park edip tabii ki de doğama uyum sağlamak adına laf dinlemeyerek peşlerinden gittim. Ancak acile ayak bastığım anla beraber işin ciddiyetini de daha çok hissetmeye başladım çünkü basit bir bayılma olarak söylenen şey hiç de öyle değil gibiydi. Doktorun muayene sırasında yüzünün aldığı ciddiyeti ve gözlerine yansıyan endişeyi çok net gördüm. O "şakacı" adamdan eser yoktu diyebilirim.

Bir süre sonra madem bana ne olduğunu söylemiyor ben de gidip kendim öğrenirim diyerek nereye giderlerse gitsinler peşlerine takıldım. Ama bu noktada bir aksilik oldu. Uzaktan uzağa neler olduğunu anlamaya çalışırken kahretsin ki doktor gitmediğimi ve hâlâ hastanede olduğumu fark etti.

İşte o anla birlikte onun beni eve gönderme benim de orada Meral ile kalmak isteme çabalarım start verdi. Biraz inatlaştık tabii. En kötüsü de yanlış anlamadıysam eğer hastanede ufak çaplı bir sıkı yönetimde başlattı. Meral'in neyi olduğunu kime sorsam doktoru açıklama yapacak deyip beni başından savdı. Doktor desen bıçağın bile açamadığı o mübarek ağzını ancak "Hadi evine Eylül" konseptli çıkışlarında açıyor.

Hadi bunlar neyse de yanına gelen diğer doktorla da arasında beni korkutmaya başlayan diyaloglar yaşanmaya başladı. Anladığım kadarıyla Meral'in durumundaki bir hastanın gözlem altında tutulması gerekiyormuş. Tabii onun durumundaki bir hastanın derken bundan ne mana çıkarmalıydım pek emin olamadım. Olduğum yerde dikilmiş onlara doğru bakarken doktor suratı sirke satar bir halde yanıma geldi. Ancak bu defa taktik değiştirip konuya biraz daha kibar bir üslupla giriş yaptı.

"Eylül endişe etmene gerek yok. Lütfen artık evine dön"

"Orada dur bakalım! Bir sorun olduğu açık ve ben bunun ne olduğunu öğrenmek istiyorum"

"Bak Meral gayet iyi sadece biraz sarsılmış ve bedenen zayıf düşmüş. Tedbir amaçlı olarak da onu bu gece gözlem altında tutmayı düşünüyorum. Ben bütün gece buradayım zaten senin de kalmana gerek yok"

"Bu kızın neden burada kaldığına dair gerçek gerekçen ne doktor?"

"Tedbir amaçlı dedim ya"

"Tamam öyle dedin ama ben "gerçek" nedeni soruyorum"

r3MrZM.gif


"Eylül!"

"Doktor!"

"Titizlikte çığır açmış bir doktorum ve onu buradan göndermeden önce hiçbir sağlık sorunu olmadığına ikna olmak istiyorum. Tamam mı?"

"Sana güvenebilir miyim?"

Al işte! Şu şaibeli bakışı bile "Hayır şu an bana güvenme" diyor sanki. Ellerimi belime koyduğumda gözlerime dikkatle bakarak "Güvenebilirsin" dedikten sonra üzerime de şöyle bir bakıp "Bence gerçekten gitsen iyi olur çünkü kıyafetinle sen burası için fazla gösterişlisiniz ve işe bak ki magazinel açıdan oldukça aktif bir hastaneyiz. Bir saate kalmaz tüm hastanece tanınıp parmakla gösterilmeye başlanabilirsin" dedi. O ne demek ya?

Yalnız elbiseme bakıyorum da gerçekten de burası için biraz fazlayım. Kırmızı kırmızı alev alev yanıyorum resmen. Aslında onun lafını dinleyip tıpış tıpış eve gitmiş gibi de gözükmek istemiyorum ama durumum da ortada. Başımı dikleştirip "Tamam ama üzerimi değiştirip tekrar geleceğim" dediğimde doktor da beni yavaşça ilerleterek "Gelirsin gelirsin" demeye başladı. Bir de kulağımdan tutsaydı tam olacaktı. Bu adam gerçekten tepemi attırıyor!

"Ahmet bir bakar mısın?"

Sesle beraber arkamızı döndüğümüzde doktor kendisini çağıran arkadaşına hemen geldiğini söyleyip bana da altını çize çize "Yarın görüşürüz" dedi. Beni sınıyor herhalde ama her denemesinde mayına basıyor haberi yok. O böyle yapınca ben de bir şeylerin altını çizeyim dedim ve ona dik dik bakarak "Bana emrivaki yapma çünkü bu tavırlar bana işlemez. Yarım saat bilemedin kırk dakikaya görüşürüz!" dedim.

Yüzüme karşı kendisine hakim olamamış gibi gülüp arkasını döndü ama tam uzaklaşırken de aniden durdu. Gidip gitmediğimi kontrol edecek herhalde diye düşünüp ters bir bakışla ellerimi yeniden belime koyarken de bana doğru dönüp kabul etmeliyim ki oldukça hoş bir gülümsemeyle "Bu arada tanıştığımıza sevindim Eylül. Umarım hislerimiz karşılıklıdır" dedi. Ellerimi belimden yavaşça indirirken tebessümünü saklama gereği duymadan önüne dönüp uzaklaştı. Adam acayip bir adam. Böyle insanı tam zıvanadan çıkayım dedirtirken bir anda ne yapacağını unutturuveriyor.

Bu arada tanıştığımıza mı dedi o? Ooo! Doğru ya onunla daha bugün tanıştık. Hatta bugün bile değil saatler önce tanıştık. Şaşırmam doğal çünkü birkaç görüşmede yaşanabilecek olayları sıkıştırılmış program halinde tek bir günde yaşamış olduk. Onunla tanıştım dertleştim iş birliği yaptım bir de üstüne tartıştım. Ee! Birkaç saat daha kalırsam kesin birer kahve içip sonrasında da boğaz boğaza geliriz daha ne olsun?

Ardından baktığım sırada onu az önce kendisine seslenen doktor arkadaşıyla birlikte odaya girerken gördüm. Kapı açık olduğu için bulunduğum yerden bizim doktor beyin bilgisayar başına geçtiğini rahatça görebiliyordum. Meral'in sonuçları mı çıktı acaba? Şimdi gidip sorsam beni diğer doktorun yanında "Sen hâlâ gitmedin mi?" diyerek madara eder. Ee! Ben de boynumu bükmem tabii... Benim de kafam atar "Hastane giriş çıkışlarında senden izin kağıdı mı alacağım?" derim hep birlikte rezil kepaze oluruz.

Şansımı daha fazla zorlamadan koridorda ağır adımlarla yürümeye başladım. Bir yandan da Meral'e ne olmuş olabileceğini düşünüyordum ama asansörü çağırdığım esnada koridorda bir hareketlenme oldu. O yöne baktığımda doktor ve arkadaşı da odada görünmüyordu.

Gelen asansörün kapısını açmasını umursamadan sese doğru gittim. Çok şükür Meral ile ilgili bir durum değildi ama solunum zorluğu yaşayan bir hasta oldukça zorlu anlar yaşıyordu. Neyse ki başka doktorlar hemen müdahale etmeye başlamıştı. Tanımıyor olsam da o her kimse iyi olup olmadığından emin olmak için kapının önünde bekledim.

O sırada da kulağıma beni endişelendirecek bazı şeyler gelmeye başladı. Duyduklarım hiç de hoş şeyler değildi. Anladığım ve de kapı ucundan gördüğüm kadarıyla bizim doktor ve arkadaşı bir tomografi filmini inceliyorlardı. Başta birçok tıbbi terim kullanıp beni afallattılar ama sonrası gayet anlaşılırdı.

"Ahmet bak yaşatma olasılığının zorluğunu da geçtim. Sen bu tümörü hastada hiçbir kalıcı hasar bırakmadan çıkarabileceğine inanacak kadar iyi niyetli misin gerçekten?"

"Olumluya odaklanan biri olduğumu bilirsin. Başarının ilk şartı inanmaktan geçer"

"İnancına saygım sonsuz ama gerçekçi olmak gerekirse bu hastanın o masadan kalkması bile imkansız"

"Biz doktorlar imkansızı mümkünleştirmek için varız unutma"

"O halde acele etmelisin çünkü bu tümöre bir an önce müdahale edilmesi gerekiyor gibi görünüyor"

"Süreci başlattık. Ameliyatı çok kısa bir süre içinde gerçekleştirmeyi planlıyorum"

"Bu durumdaki bir hastayı yaşatmayı başarırsan kariyerinde altın bir çağ başlatabilirsin"

"Kariyerim umurumda bile değil. Bu kız yaşamak zorunda"

"Onu tanıyor musun?"

"Evet tanıyorum. O kardeşimin geleceği"

gfdgfd.gif


Duyduklarımı algılamakta daha doğrusu kabullenebilmekte güçlük yaşadığımı söylemek zorundayım. Lütfen biri çıkıp da bana "Eylül bu konuşmayı tamamen yanlış anlamışsın. Git biraz uyu kendine gel malum yerinin üstünü örtmeyi de sakın unutma" desin. Bizim doktor bahsi geçen hasta için "kardeşimin geleceği" dedi öyle değil mi? Yani Selim Bey'in... Onun geleceği olduğu söylenen kız da otomatikman Meral oluyor o zaman. Aman Allah'ım! Mümkün kılınması gereken o imkansız durum başarıya ulaşmazsa Meral ölecek yani.

Şu an ilk defa o car car işleyen çenemin sonsuza dek kapandığını hissediyorum. Dil tutulması denen şey bu olmalı. Kendimi o kadar kötü hissediyorum ki sanki o ikisi ailemden biri hakkında konuşuyormuş gibi sarsıldım. Bu kadar kısa bir zamanda meğerse ne çok benimsemişim Meral'i.

Duyduklarımın şokuyla geri geri giderken doktorun radarına hemen yakalandım. Gitmediğim gibi bu konuşmaya da şahit olduğum için çok rahatsız olduğu açıktı. Yerinden kalkıp yanıma doğru gelirken geri geri gitmeye devam edip oradan daha hızla uzaklaşmak için arkamı döndüm. Açık havaya çıkıp derin bir nefes almam lazım yoksa halim gerçekten haraptı.

Arkamı döndüm ama doktor hızıma yetişip kolumdan yakalayarak beni seri bir şekilde kenara çekti. Eğer bu normal bir an olsaydı beni kenara çekme teşebbüsü çok ağır bir karşılıkla sonlanabilirdi ama şimdi ben Eylül olmaktan çıktım gibi hissediyorum. Tek düşündüğüm şey bana az önce duyduklarımla ilgili doğru düzgün bir açıklama yapılması.

Beni kendisine doğru döndürdükten sonra korkulu gözlerime dikkatle bakarak "Ne zamandır buradasın?" diye sorunca ne diyeceğimi bilemedim. Benim gibi bir kızın küçük dilini yutmasına yetecek kadardır buradayım işte. Endişesi benim ne yapacağını bilemez gibi bakan gözlerimle buluşurken aklımdan da diğer doktorun söylediği sözler geçmeye başladı. Tümör dedi öyle değil mi? Masadan kalkamaz da dedi. Kalksa bile kalıcı bir hasar oluşabileceğini ima etti. Bu nasıl olur aklım almıyor. Hele ki Meral'in bu durum karşısında nasıl ayakta kaldığını hiç anlayamıyorum. O çok tatlı ve çok masum bir kız. Hem de çok aşık... Nasıl başa çıkacaklar bu durumla hiç bilmiyorum.

Donuk bir ifadeyle duyduklarımı sindirmeye çalışırken doktorun benden bir şeyler söylememi istediğini duyunca hiç düşünmeden "Meral'i... Onu kurtarabilir misin gerçekten?" diye sordum. Bu sorumun ardından gelen o "Bilmiyorum" bakışı herhalde hafızamdan hiç silinmeyecek. Ona dikkatle bakıp bana iyi bir şeyler söylemesini umarken o da birkaç saniye sessiz kalıp sonra da kendisine oldukça güvenen bir tavırla "Kurtarabileceğime inanıyorum" dedi. Bunu söylediğinde birbirimize bakıp kaldık. Sanırım inancının gücünü gözlerinden okumak istedim. Evet inancı tam ama görünen o ki şartlar elverişsiz...

z3lbjD.png

Of! Bu hastaneden Meral'i görmeden gitmek istemiyorum. Bu kadar zor bir durumdayken kendisini yalnız hissetmemeli. Onunla konuşmak ve taşıdığı bu ağır yükü yanında olduğumu söyleyerek hafifletmek istiyorum. Doktor da eğer canı kıymetliyse sakın bana karşı çıkmasın yoksa o kıymetli canına fena okurum!

Öğrendiklerimden sonra etrafa bakarken soğukkanlılığımı zor da olsa korumaya çalışarak "Bana şu halimden kurtulmak için uygun bir kıyafet lazım. Böyle hasta ziyaretine değil de birazdan doktorlar gecesinde Türk Sanat Müziği icra etmek için sahneye çıkacakmışım gibi duruyorum. Var mı bana göre bir şeyler?" diye sordum. Boş boş bakmaya başladı. Sanki çok garip bir şey sormuşum gibi ne diye şaşırıyorsa!

Dolmasını engellemeye çalıştığım gözlerimi kısarak "Ne bakıyorsun öyle? Sen demedin mi magazinel anlamda bir hayli aktif bir hastaneyiz bir saate kalmaz manşetten giriş yaparsın diye? Eğer bunun olmasını istemiyorsan koş bana bir tane 36 beden hastabakıcı kıyafeti bul" dediğimde bana şöyle bir bakıp siniri bozulmuş gibi tebessüm etmeye başladı. Hayır yani gülmenin sırası mı şimdi? Tabii ki değil! Deli bu adam!

Gitmeyeceğimi anlayıp beni bileğimden tutarak "Gel benimle inatçı keçi!" deyince ben de ne diyor bu diye düşünsem de yine de bileğimi kurtarmaya çalışıp bir yandan da "Keçi sensin düzgün konuş benimle valla doktor demem yuttururum o yaka kartını sana!" demeye başladım. Pek ciddiye de alınmadım galiba. Beni kendisiyle aynı hızda yürütmeye çalışırken bir yandan da tek dediği şey "Bu içi boş bir tehdit oldu Eylül senden çok daha yaratıcı bir şey beklerdim" oldu. Cinnet geçirirsem bunun tek müsebbibi bu adamdır!

Koridor boyunca didişip sonunda giyinme odalarının önüne geldik. Beni içeriye alıp dolaplardan birinin önüne gitti. Onun dolabı olduğunu da anahtarını çıkarıp kapağı açtığında anladım. Bana kendi kıyafetlerini verecek değildir herhalde.

O anlarda gözlerim etrafı tarıyordu ama dolap kapağını içten görünce dikkatim tamamen oraya kaydı. Çocuk hastalarından gelmiş olduğunu düşündüğüm el boyaması resimler komik ve rengarenk rozetlerle birlikte dolabını süslüyordu. Selim Bey'in oğlu Kaan ile çekilmiş eğlenceli bir fotoğrafta tam göz hizasındaki yerini almıştı. Verdiği pozu değerlendirecek olursak doktor bey bayağı zıpır bir tip galiba.

Dalmış bir halde resimlere bakarken dolabın kapağını kapatıp bana büyükçe bir hediye paketi uzatmasıyla kendime geldim. Bu kez de boş boş bakan ben oldum. Bu pakete bir mana veremeyince bir ona bir de pakete bakıp alaycı bir tavırla "Ne kadar öngörülü bir insansın daha tanışmadan bana hediye mi aldın?" diye sordum. Verdiği cevap sinirime dokunmadı değil.

Paketi elime tutuşturup "Kime niyet kime kısmet diyelim. Sen üstünü değiştir ben de kapının hemen önünde bekliyorum" dedikten sonra bana belli belirsiz göz kırpıp kapıya doğru gitmeye başladı. Kısmet ben oldum da niyet kimeydi acaba? Soramadım da iyi mi!

Doktor odadan çıkınca onun hemen ardından paketi açtım. İçinden Brigitte Bardot tarzı marullanan hasır bir şapka rahat bir sandalet ve uzun efil efil de bir elbise çıktı. Hani şu rüzgar gördü mü canlanıp uçuş uçuş uçuşanlardan. Kime almış ki bunları? Umarım düşündüğüm kişiye değildir. Elbiseyi giymek için elime alırken şapkanın bandına iliştirilmiş bir not olduğunu fark ettim. Kısa bir an baksam mı bakmasam mı ikileminde kalsam da tabii ki de merakıma yenik düştüm. Hem görmemi istemeseydi bana içinden bir kart çıkacak ona sakın bakma derdi bence. Yani herhangi bir uyarıda bulunmadığına göre bakmamda bir sakınca olmadığını düşünüyorum.

Gözüm kapıda olarak şapkayı elime aldıktan sonra kartı çıkarıp yazılana baktım. Üzerinde "Hava çok güzel pikniğe gideyim diyorum. Ne dersin?" yazıyordu. Ne garip bir davet diye düşünmeden edemedim doğrusu. Bizim oralarda buna cevaben "Gidersen git bana ne soruyorsun?" derler adama. Gerçi böyle bir hediye aldığına göre bu zat pek de öyle diyecek biri değil galiba. Hadi içimdekini saklamayayım. Bu hediyenin muhatabı Cilveli Köstebek olmalı. Bu hayatta kötü kalpli olmak varmış arkadaş! Öyleleri daha kıymetli oluyor demek ki.

Aklım karta yazılan nota takılsa da hızlı bir şekilde üstümü değiştirip odadan çıktım. Doktorda arkası dönük bir şekilde kapının önünde bodyguard gibi duruyordu. İçeriye giren olmasın diye kapıyı öyle bir örtmüş ki ben giyinene kadar etrafta kuş uçurtmadığı ortada.

Kapı sesiyle birlikte dönüp bana şaşırmış gibi baştan aşağıya bakarken tam "Çok yakış.." diyordu ki lafını tamamlayamadan onu bölmek durumunda kaldım. Birazdan laf çarpacağım çünkü iltifat duyarsam yumuşarım ve bunu etkili bir şekilde yapamam. Üzerine kart iliştirilmiş hasır şapkayı göğsüne dayayıp tutmasını sağlayarak yanından giderken bir yandan da imalı bir tavırla "Git bence ama şapkayı takmayı unutma sonra başına güneş müneş geçer neme lazım" dedim. Şu an ne yapıyor bilmiyorum ama onu orada bırakıp Meral'in yanına doğru giderken "Tavsiye için teşekkürler" demesiyle ister istemez tebessüm ettim. Ben ona laf çarpıyorum o bana teşekkür ediyor. Cidden deli bu adam...

j83nnJ.png


........::::::::__Ahmet__::::::::........

Bu kız kaçık! Ama sorun değil çünkü kaçıkları severim. Eğlenceli insanlardır hayatı renklendirirler. Eylül'ün ne umutlarla aldığım o elbisenin içinde salına salına gidişini hayranlıkla izledikten sonra elimdeki hasır şapkaya şöyle bir bakıp üzerindeki kartı elime aldım.

Hafta sonunda Derya gibi bir kadına piknik şoku yapma planım bu gece itibarıyla suya düşmüş görünüyor. Meral'in anlattıklarından sonra bir daha ona güvenebilir miyim emin olamıyorum. Derya'nın kardeşimin arkasından iş çevirip bunca zamandır emek verdiği Atahan markasına zarar verme düşüncesinde olabileceğini kabul edemiyorum. Ama bir yandan da Meral'in asla yalan söylemeyeceğini de biliyorum. Bana en ağır gelen şey de bu ya zaten... Onu kendi içimde ben bile aklayamıyorum. Neden yaptın Derya demekten başka bir şey yapamıyorum.

Hasır şapkayı dolabıma koyduktan sonra Eylül'ün kıyafetini kuru temizlemeye göndermelerini isteyip Meral'in yanına döndüm. Sonrası malum... Hassasiyet rekoru kıran narin hastam odasına alınmış dinleniyordu. Onunla ilgili böyle latife ederek konuşuyorum ama çok bitkin gözüküyor. Bir süredir tanıtım gecesinin hazırlıklarıyla ilgilenirken kendisini boş vermiş gibiydi. Yemesine içmesine de hiç dikkat etmiyordu. Uyarılarıma kulak asmamış olması canımı sıkmadı değil. Ayrıca ameliyatı için uygun bütçeyi ayarlamak isterken çok da vakit kaybetti. Keşke bu konuda ona yardım etmeme izin verseydi.

Neyse ki arkasında aslanlar gibi bir kardeşi var. Paraya ne için ihtiyacı olduğunu bilmese de ablası için arabasını satıp yine de hızır gibi yetişti. Onu bu halde görmeye gerçekten dayanamıyorum. Selim yanında olamadığı için de kendimi Meral'e karşı iki kat daha sorumlu hissediyorum. Zamanı geldiğinde kardeşimin karşısında gönül rahatlığıyla durup kıymetlisine gözüm gibi baktığımı ona hissettirebilmeliyim.

........::::::::____::::::::........

Şu an Eylül ile birlikte Meral'in iki yanına oturmuş uyanmasını bekliyoruz. Bedenen biraz gevşemesi ve o anksiyete halinin ortadan kalkması için serumuna sakinleştirici de eklemelerini söylemiştim. Bu da onun bir süre dinlenmesini sağladı. Ama uyanır uyanmaz yine Selim'i görmem lazım diye tutturacağından adım gibi eminim. Acilde uyanık olduğu anlarda bu konu üzerinden başımızın etini yedi desem herhalde mübalağa etmiş olmam.

Meral'in uyanmasını beklerken boş boş durmadık. Eylül'e her şeyi anlatmak zorunda kaldım çünkü duymaması gereken şeyler duyup bu konuya hiç beklemediğimiz bir şekilde çoktan dahil olmuştu. Meral ile nasıl tanıştığımızı hastalığını nasıl öğrendiğimi ve onu ikna edip bu zorlu ameliyata nasıl hazırlandığımızı her ama her şeyi anlattım. Haliyle neden hastalığını ailesinden ve Selim'den saklamak istediğini anlayamadı. Ama ben anlıyorum galiba. Onun bu keskin tavrı bana hiç yabancı gelmiyor çünkü. Yıllar önce Meral gibi düşünen bir başka kadınla daha benzer konuları konuşmuştum. O kadın Zülal Atahan'dı. Yani annem...

Meral'e baktığımda ve onunla bu konuları konuştuğumda o günlere küçük bir yolculuk yapmıyor değilim. Kafa anlamında birbirlerine o kadar benziyorlar ki bazen karşımda Meral değil de annem varmış gibi hissediyorum. Bunu tek hisseden de ben değilim. İnanıyorum ki başta dedem olmak üzere Atahan ailesindeki her birey onda annemin izlerini görüyordur. Belki de Meral'i bu yüzden bu kadar çabuk benimsemişizdir kim bilir. İşte uyanıyor...

Meral gözlerini aralayıp nerede olduğunu anlamaya çalışırken bir yandan da bizi şaşırtmayarak "Selim'i görmek istiyorum. Onu görmem gerek!" demeye başladı. Aaaa! Yine başa sarıyoruz. Yattığı yerden kalkmak istediğinde bir omzundan Eylül bir omzundan da ben tuttum. Ancak o hâlâ Selim'in yanına gitmek istediğini söyleyip duruyordu. Durulmasını sağlamak zor oldu ama sonunda ısrarlarının faydasız olacağını anlayıp sessizce ağlamaya başladı. Böyle olmasını ben de istemezdim ama şu haldeyken onu hastaneden çıkaramam.

Eylül uzaktan uzaktan "Bir şey yap konuşmalarını sağla!" diyerek sessiz sedasız dikkatimi çekmeye çalışırken ben de yanına yaklaşıp "Bizi biraz yalnız bırakır mısın? Meral ile özel konuşmam gerek" dedim. O da bir Meral'e bir de bana doğru bakıp "Kızı daha fazla ağlatma bak geri döndüğümde yüzü gülüyor olsun yoksa külahları değişiriz" diyerek bana gözüm üzerinde işareti yaptıktan sonra odadan çıktı. Aklımı kaçırtacak bana. Sanırım bu kaçık kızın bana posta koymasını da sevmeye başladım. Onda seveceğim bir şey daha olduğunu fark ettiğim sırada Meral'in hıçkırık sesini duydum ve yanına doğru yaklaşıp sandalyeye oturdum. Ona komodinin üzerindeki peçeteyi uzatıp ağlamamasını isterken bana adeta yalvarır gibi bakıyordu. Üzgünüm ama istediğini yapamam.

"Nasıl hissediyorsun?"

"Perişan"

"Meral sana özel bir soru sorabilir miyim?"

"Cevap verirsem Selim'e gitmeme izin verecek misiniz?"

"Hayır"

"Bu hiç teşvik edici olmadı ama"

"Ben sorumu sorayım cevap verip vermemek sana kalsın"

"Pekala"

"Hasta olduğunu kimseye söylemek istemeyişin biraz da sevdiklerinin senin için üzüldüğünü görmek istememenden kaynaklanıyor değil mi? Onların bu hastalık karşısında senin kadar güçlü bir duruş sergileyemeyeceklerini biliyorsun çünkü. Bu da seni ruhen kötü etkileyecek. Belki de kendinden çok onları düşünmek seni yıpratıp zayıflatacak. Bu yüzden bilmelerini istemiyorsun. Yani onların bunu kaldıramamasından çok aslında sen onları perişan bir halde görmeye dayanamayacağını düşünüyorsun"

"Ahmet Bey yapmayın"

"Dedem haklı... Annemle her yönden birbirinize o kadar çok benziyorsunuz ki Meral"

"Ağlamamı istemiyorsanız lütfen devam etmeyin"

"Ama gerçek bu"

"Zülal Hanım... O da mı böyle düşünüyordu?"

"Annem çok güçlü bir kadındı. Aynı senin gibi bir zorlukla karşılaştığında korkup kaçmayı değil sonucunda ne olursa olsun savaşmayı tercih ederdi. Ama herkesin bir zayıf noktası olduğu gibi onun da vardı"

"Ailesi..."

"Evet biz. Ben bu yönden biraz daha anneme benzerim. Herhalde doktor olmamın da bir getirisi buydu ama babam ve Selim... Onlar bununla baş etmek konusunda pek başarılı olamayabilirlerdi. Baş edemediler de. Annem de böyle olacağını biliyordu. Bence dimdik durup mücadelesini son damlasına kadar vermeye çalışırken bir yandan da onlara her baktığında belli etmemeye çalışsalar da gözlerindeki çaresizliği okumayı istemiyordu. Onun hüzne değil umuda ihtiyacı vardı. Bu yüzden de hastalığıyla tek başına yüzleşti"

"Tek başına değilmiş ki siz varmışsınız. Aynı şimdi benim yanımda olduğunuz gibi"

"Ama bu yeterli gelmedi. Onu kurtarmaya yetmedi"

"Zülal Hanım'ın neyi vardı Ahmet Bey?"

"Kalp yetersizliğinin ileri evresindeydi. İlk başlarda ciddi bir sorun yaşayana kadar belirti görülmemiş. Belki de annem belirtileri önemsemeyip üstünde durmadı ya da bir doktora görünmeyi hep erteledi bilmiyorum. Ondaki değişimleri yavaş yavaş fark etmeye başlayınca ters giden bir şeyler olduğunu anladım ama bu kadar ciddi olabileceğini düşünmek istememiştim. Sonra annemi zar zor ikna edip o dönem aynı hastanede çalıştığım doktor arkadaşımı görmeye götürdüm. Doktor Ali Turalı'da benim gibidir. Hastaları söz konusu olduğunda gözü hiçbir şeyi görmez. Yenilikçi ve araştırmacı biridir. Ayrıca dış bağlantıları da oldukça kuvvetli bir doktor. Yani tam aradığım kişiydi. Ali'nin gerekli tetkikleri yapmasını bekledik. Durumu iyi bir seyirde değildi. Hemen tedaviye başlandı ama yanıtları pek olumlu olmadı. Bir süre sonra Ali son tedavide de istediği cevabı alamazsa nakili gündemimize almamız gerekebileceğini söyledi. Ama olmadı işte..."

"Bunları yaşadığınızı bilmiyordum. Çok üzüldüm"

"Meral bana bir söz vermeni istiyorum"

"Ne sözü?"

"İster şimdi ister ameliyat esnasında isterse de sonra ne zaman olursa olsun ne şartlar altında olursa olsun her şeyin sonuna geldiğini düşünsen bile ben bitti demeden pes etmeyeceksin"

"Neden siz demeden?"

"Çünkü ben asla bitti demeyeceğim. Söz mü?"

"Söz"

GRqDQ6.gif


Birbirimize sarıldığımız anda hâlâ kapının önünde olduğunu düşündüğüm için "Eylül gelebilirsin!" diye seslendim. Tabii Meral'de hemen ona gerçeği söyleyip söylemediğimi kurcalamaya başladı. Ona yalan söyleyip Eylül'ün bir şeyden haberi olmadığını söyledim. Meral'e göre Eylül onun sadece yoğun iş temposundan dolayı yorgun düştüğünü biliyordu. Sanırım şimdilik bu yalanın ardına saklanabiliriz.

Eylül de ne konuştuğumuzu bilmediği için içeriye yüzümüzden bir şeyler okumaya çalışarak girdi. Tam oturması için ona yer verecekken de Meral elimi tutup içimi burkacak bir tonlamayla "Ahmet Bey yalvarırım Selim'i görmeme izin verin. Onunla tahmin edemeyeceğiniz kadar kötü ayrıldık. Bu şekilde devam edemem ne olur size verdiğim sözü tutabilmem için kendimi daha güçlü hissetmeme yardım edin" dedi. Onu üzmek bana zevk vermiyor ama yeni yatış yapmış bir hastanın hastaneden çıkmasına nasıl göz yumarım? Hem durumu da ortada. Onların görüşmesini sağlayabilmem için Selim'in buraya gelmesi gerekir ki Meral de buna razı gelmez. Seri bir şekilde düşünürken devreye Eylül girdi.

"Hadi ama doktor şu kıza izin ver de şaşırt beni!"

"Harika! İkiniz bir oldunuz aynı anda mı üzerime geleceksiniz?"

"İstersen teke tek de hallederiz sorun değil. Hem Meral'i de yormayalım değil mi?"

"Olmaz"

"Olur"

"Eylül!"

"Bırak görsünler birbirlerini ne konuşacaklarsa da konuşsunlar şu olaya neden bu kadar düz bakıyorsun anlayamıyorum"

"Düz mü bakıyorum?"

"Evet sadece doktor olarak değerlendirme yapıyorsun. O ikisini terasta gördün. Aşağıya indiğimizde bu kız ne haldeydi hatırlasana! Eminim kardeşinde şu an ondan farklı değildir"

Selim'i hatırlatmasının ardından Meral'de diğer bir yandan bastırmaya başladı. Saniyeler içinde makineli tüfek gibi konuşan iki kadının arasında kaldım. Eylül'ün baskın duruşunun etkili olmaya başlaması Meral'i de şahlandırdı. Sesi soluğu çıkmayan uysal kızı da bozdu resmen! En garibi de çift taraflı olarak öyle bir üstüme geldiler ki kendimi bir anda onlara "Tamam tamam yeter ki susun artık!" derken buldum.

İkisi de sanki bunu dememi aportta bekliyormuş gibi bir anda ayaklandılar. Eylül bir yandan bana serumu çıkarttırırken bir yandan da Meral'e kıyafet ayarlamak gerektiğinden bahsediyordu. Kahretsin ki bu iki kadın bana her dediklerini yaptırdılar. Bizim nöbete kalan hemşire kızlardan kıyafet ayarladığım yetmiyormuş gibi bir de bana hasta kaçırmamda yardım etmelerini istedim.

Neyse ki sadece iki saatliğine olduğunu öğrenince bunu kabul etmeleri daha kolay oldu. İnsan ilişkilerim güçlü olduğu içinde şanslıyız. Beni ne hallere soktuklarından hiç haberleri yok. Bunu yaptığım ortalığa bir yayılırsa başım büyük belaya girer. Sonuç olarak Meral'i çaktırmadan hastaneden çıkarıp bir taksiye bindirdik. Şimdi de beklemek zorundayız ki geri dönsün...

V0aYYV.png


........::::::::__Eylül__::::::::........

"Beni kandırdı. Hayır hayır! Sadece o kandırmadı. Beni ikiniz kandırdınız"

Kafeteryadan aldığım sandviçi afiyetle yerken bir yandan da doktorun odanın içinde fır dönmesini hayretle izliyordum. Yahu iş işten geçmiş artık geçti Bor'un pazarı sür eşeğini Niğde'ye aşamasındayız adam hâlâ beni kandırdınızın derdini yanıyor. Geçti doktorcuğum artık önündeki maçlara bakma zamanı desem çok mu yersiz olur? Evet doktorcuğum dersem yersiz olur ben de sonradan fark ettim.

Sandviçimden bir ısırık daha alırken gayet rahat bir tavırla "Sakinleşsene biraz! Giden gitti debelenme artık" dedim. Yüzünü komşu gezmesine zorla götürülmüş çocuk gibi ekşitip yanıma oturdu. Gerginliği de tarafımca epey hissedilir ölçüdeydi. Ona yan gözle bakıp diğer sandviçi işaret ederek "Hadi sen de ye doktor" dediğimde bir sandviçe bir de bana bakıp "Epey iştahlı görünüyorsun onu da yemeyeceğinden emin misin?" diye sordu. Ağzımdaki lokmayı yutup tebessümle birlikte "Aslında yerim de ağzın doluyken söylenmeye biraz ara verirsin diye umut ediyorum" dedim. Eline aldığı sandviçin kağıdını açarken bana da ters ters bakıyor ama umrumda mı? İçsel olarak hemen test ediyorum. Çıkan sonuç tabii ki değil!

"Huzursuz olma sen iyi bir şey yaptın"

"Efendim?"

"Meral'i diyorum. Selim Bey'i görmesine izin vererek iyi bir şey yaptın. Eğer o kızın çırpınmalarını gözardı etseydin sanırım seninle ilgili hiç iyi şeyler düşünmezdim"

"Şimdi iyi şeyler düşünüyorsun yani"

"Lafı çarpıtma!"

"Çarpıttım bile"

"Tamam şimdi en azından duygularını kaybetmiş robotik bir doktor olmadığını düşünüyorum"

"Robotik?"

"Kusura bakma ben aklına geleni tartmadan ağzına düşüren biriyimdir"

"Fark ettim"

"Seni tanımıyorum o yüzden sormak zorundayım. Bunu iyi anlamda mı söyledin yoksa kötü anlamda mı? Ona göre tepki vereceğim"

"Kesinlikle iyi anlamda söyledim. Herhangi bir kinaye yok yani"

"İyi"

Sandviçimi bitirip kağıdını çöpe atarken doktor da bana "Eylül senin burada kalmana gerçekten hiç gerek yok. Bak Meral zaten her halükarda tanıtım gecesinin ardından hastaneye yatış yapacaktı. Her şey buna göre ayarlanmıştı. Şimdi tek yapmamız gereken Meral'i ameliyata en iyi şekilde hazırlamak olacak. Sen de evine git bu gecenin yorgunluğunu üzerinden at iyice dinlen. İstersen yarın tekrar gelirsin. Hatta gelirsen ve Meral ile biraz sohbet edersen de çok sevinirim" dedi.

Söylediklerini düşünüyorum da haklı galiba. Bu gece benim yapabileceğim pek de bir şey yok. Bir sonraki gelişimde Meral'e daha faydalı olabilirim. Hem Meral de iki saatliğine diye söz verdi ama eminim ki Selim Bey'in yanından ayrılmamak için ekstra zaman talebinde bulunacaktır. Ben olsam kesin öyle yapardım çünkü...

"İyi madem gidelim bakalım. Bu arada ben elbisemi giyinme odasında bıraktım galiba onu da almam lazım"

"Sen elbiseyi kafana takma ben onu hallettim"

"Nasıl hallettin?"

"Bizim kızlardan elbiseni kuru temizlemeye göndermelerini rica ettim. Elbise temizlenir temizlenmez eline ulaşır merak etme"

Yiğidi öldür ama hakkını da ver demişler o yüzden de doktorun hakkını hemen teslim ediyorum. Çok ince bir harekette bulunduğunu kabul etmem gerekiyor çünkü. Birbirimize bakarken bugün bana karşı olan "Hadi Eylül eve!" tavırlarını gözden geçirip sempatik bir üslupla ona takılarak "Elbisemi kuru temizlemeye göndermeni bir iyi niyet göstergesi olarak mı algılamalıyım?" diye sorduğumda ondan hiç de beklemediğim bir karşılık aldım.

Benim aksime oldukça ciddi bir tavırla gözlerimin içine derin derin bakarak "Dürüst olmam gerekirse eğer ufak tefek şeylerle bile olsa seni etkilemeye çalışıyorum. Onca sakarlığımın üzerine işe yarıyor mu bilmiyorum ama umarım yarıyordur. Umarım dikkatini çekmeyi biraz olsun başarıyorumdur Eylül Acar" dedi. Ne yapıyormuş?

Bunu söylediğinde birkaç saniye birbirimize manasızca bakıp kaldık. Ben de dürüst davranacağım. Şu an gözlerimi kısmış doktorun kafasının iyi olup olmadığını düşünüyorum. Bana böyle bir şey söylediğine göre pek de iyi değil gibi görünüyor. Ah be doktor! İyisin hoşsun da bu söylenecek şey miydi şimdi?

Ona ne diyeceğimi de bilemedim. Her şeyi yok sayıp aklımdakini dilime yansıtarak yaptığının hoş bir hareket olduğunu söylesem bunun bana ne gibi bir geri dönüşü olur kestirebiliyorum. Onu tanımıyorum ve tanımadığım birine de bana karşı bu tavrını sürdürebilmesi için cesaret vermek istemiyorum. Öte yandan da tuhaf bir şekilde öfkelendiğimi hissediyorum. Ne yalan söyleyeyim açık sözlülüğünü bu yönde kullanmasından pek hoşlanmadım.

Meral'in onun hakkında söylediği güzel şeylerin hatrına ters bir tepki vermemek içinde derin bir nefes aldıktan sonra "Ben çıkmadan önce bir ellerimi yıkayayım" dedim. Evet o beni etkilemeye çalıştığını söylerken ben ona ellerimi yıkamaktan bahsettim. Yapabileceğim bir şey yok. Bana şu aralar söylenmemesi gereken sözlerden birini söyleyip atılmaması gereken adımlardan da birini atmaya teşebbüs etti.

Malum bir süredir Buğra vesilesiyle erkek cinsine savaş açmış ve de kalben topunun köküne kibrit suyu dökme mantığını benimsemiş durumdayım. Doktor da belki iyi niyetli belki de kurunun yanındaki yaş konumunda ama bu onu şimdilik kurtarmıyor maalesef ki.

Bir dakika ya ne iyi niyetlisi! Hem ben niye iyi tarafından bakıyorum ki? Belki de daha ilk günden bir kıza böyle laflar edebiliyorsa o da al birini vur ötekine denilebilecek biridir. Haah! Bu arada dikkatimi çekmeye çalıştığını söyleyen adam daha birkaç saat önce de şu Bayan Sağ Kol'a aşık olduğunu itiraf etmemiş miydi? Ayran gönüllü ne olacak! Kabul etmelisin ki çok hızlı ve ayarsız gittin doktor! Bu hızla gidersen tabii ki toslarsın.

Kendimi içten içten kurup onu öylece bırakarak odanın içinde bulunan banyoya girdim. Ellerimi yıkarken aynı anda da aynada kendime bakıyordum. Yüzüm duyduğum şeyden hoşlanmadığını alenen belli etmiş ve içim neyse dışımda o diyerek fena halde düşmüştü. Halbuki bu gece yaşanılan şeylerden sonra onunla alakalı gayet olumlu şeyler düşünmüştüm. Of! Niye böyle bir şey yaptı ki? Ah be doktor! Bir tutamadın o mübarek çeneni!

R0k2d7.png

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.523
Tepki
84.169
Puan
113
Konum
İstanbul
tutu.png


7.Bölüm : Seni kara kaplı defterime yazdım haberin olsun!

........::::::::__Eylül__::::::::........

Çenesini tutamaz tabii çünkü adamın şirazesi kayık! Şiraze denen şey kitap yapraklarını belli bir düzende tutmaya yarayan ince örülmüş bir şerittir ya... Belli ki doktorda içindeki duyguları derli toplu tutamadığı için bir Cilveli Köstebek'e doğru kayıyor bir de görünen o ki bana doğru kaymaya meyilleniyor. Ama bana daha ilk dakikadan böyle yaklaşırsa ben onun ayağını kaydırırım haberi yok!

Of! Kafamı da çok karıştırdı. Onunla her ne kadar atışsak da söylenildiği gibi güvenilir biri olduğunu düşünmüştüm. Meral için yaptıkları ve kardeşine rağmen hâlâ onun yanında durması bana sırtını hiç düşünmeden dayayabileceğin biri izlenimi vermişti. İnsanı satışa getirmez onunla yola nasıl çıkıldıysa aynı şekilde de varış noktasına ulaşılır sanmıştım.

Yanılmışım çünkü adam daha aşkına sahip çıkamıyor. Madem seviyorsun aşığım diyorsun bu kadın Bayan Sağ Kol gibi biri dahi olsa bir dur arkadaş! Önce bir anlamaya çalış. Neden böyle yapmış neden kardeşinin arkasından iş çevirmeye kalkmış senin için artık bir önemi kalmasa da git usulen bir sor kadına açıklama fırsatı ver defteri öyle kapat. Ama yok! Bunları yapmadığı gibi bir de neyse canım o olmadıysa bu olur taktiğine başvurdu. Hani şu bir dalı tutmadan diğer dalı bırakmamacılık! Çok sinirlendim daha fazla konuşmamam lazım.

Boynumu bir sağa bir sola doğru oynatıp kütürdettikten sonra omuzlarımı titreterek dikleştirip kapının kolunu tuttum ve sanki beni etkilemeye çalıştığını hiç söylememiş gibi normal davranarak yanına geldim. Odanın ortasında öylece duruyordu. Sanki yanlış bir şey yapmış ve bunun da farkında olan bir çocuk gibi bakarak sessizliğini koruyordu. Böyle olunca da tek kaşım benden bağımsız hareket edip havalanarak doktora ters ters bakmamı sağladı. Ne kadar normal davranmaya çalışsam da gıcığı kapmıştım bir kere sözlü ya da fiziksel bir tepki vermesem içimde patlardı.

İşin kötüsü çıkmadan önce çantamı alırken telefonumun ortada olmadığını fark ettim. Elime en son ne zaman almıştım onu da hatırlayamıyorum ki. Kafeteryaya indiğimde merak etmesin diye Ela ile konuşmuştum ama sonra ne yaptım bilmiyorum. Acaba ödemeyi yapıp sandviçleri alırken telefonumu kasanın yanında mı unuttum? Bak bunu yapmış olabilirim işte...

Etrafa boş boş bakınırken doktor da meraklı gözlerle bakışlarımı takip edip "Bir şey mi oldu?" diye sordu. O bunu sorarken ben hâlâ kara kara düşünüyordum. Beni kendime getirmek için garip bir tonlamayla "Ey-lüül..." diye seslenince oflayarak "Telefonumu nerede bıraktığımı düşünüyorum ama hatırlayamıyorum" dedim. Meral'in yatağına doğru yaklaşıp çarşafın aralarına bakarak altını üstüne getirirken doktor da tepeme dikilmiş güya bana yardım etmek için yastığın altına bakıyordu. Telefon bahane! Etrafımda dolanıp dikkatimi çekmeye çalışmıyorsa ben de Eylül Acar değilim.

Bir gözüm onda olarak eğilip yatağın altına da baktıktan sonra yerden hızla kalkıp doğruldum ama böyle yapınca da doğal olarak dengemi kaybederek ona doğru kaydım. Ona çarpmamla birlikte doktor da beni tutup "Hop hop yavaş ol! Öyle kalkılır mı Eylül? Dikkat et" diyerek uyarmak zorunda kaldı. Of! Ben ne yaptığımı biliyor muyum Allah aşkına? O telefon bana lazım. Onu hiçbir şekilde kaybedemem. Öyle bir lüksüm yok!

Onu kendimden uzaklaştırıp "Çok saçma kalktım farkındayım. Telaşa mahal yok tekrarı olmayacak" diyerek daha önceden oturduğum koltuğun etrafına bakmaya başladım. Bu sırada bana "İstersen benim telefonumdan çaldırabilirsin. En azından bir yere düştüyse de nerede olduğunu anlamış oluruz. Tabii başka bir yerde unuttuysan da yakınındaki biri açıp bize bilgi verebilir" deyince hızlıca düşünüp çaresizce de ona doğru döndüm ve hiçbir şey demeden telefonunu vermesi için elimi uzattım. O da belli belirsiz tebessüm ederek daha önceden komodinin üzerine bıraktığı telefonunu alıp bana doğru uzattı. O tebessümden de huylanmadım değil. İçimden gelen bir ses bunu yapma diyor ama mecbur yapacağım artık.

Gözüm üzerinde olarak numarayı yazdıktan sonra aramaya başladım ama ne olsa beğenirsin? Telefonum odanın içindeydi ve orada ne aradığını bilmediğim bir yerde kuzu kuzu yatıyordu. Telefonun çıkardığı melodiyle birlikte kaşlarımı çatarak doktora bakmaya başladım çünkü ses tam olarak ondan geliyordu.

Telefonunu kapatıp ellerimi belime koyarak ters ters bakarken o da ceketinin iç cebinden telefonumu çıkarıp resmen safa yatarak "Aaa! Bu telefon senin miydi? Ben de Meral'in sanmış kaybolmasın diye de iç cebime koymuştum" dedi. İnandım mı? Hemen test ediyorum bekleyin... TABİİ Kİ HAYIR!

İfadesi ne kadar renk vermemeyi başarıyorsa gözleri de bu konuda bir o kadar beceriksizdi. İçten içe bu "muzip" şakasına sırıttığını hissedebiliyorum ve bu beni gerçekten deli ediyor! Gözlerimden alevler saçarak telefonumu elinden sertçe aldıktan sonra "Bu yaptığını asla unutmam doktor! Seni kara kaplı defterime yazdım haberin olsun" dedim. Verdiğim bu sert tepki sonrası kızgınlığımın geçmesini beklerken aramızda da saçma sapan bir sessizlik oldu. Tam da bu noktada beni çıldırtacak ikinci bir falsoya imza atması gerekmiyor muydu?

ld1ZOk.gif


Neden sustuğunu anlayamadığım sırada gayet sakin bir tonlamayla "Beni kara kaplı bir defter yerine kalbine yazmanı tercih ederdim" dedikten sonra gözlerini hafifçe kısıp belli belirsiz bir şekilde de tebessüm ederek "Böylece istesen de beni unutman mümkün olmazdı" deyince beni de ikinci kez ne yapacağımı bilemez bir halde bıraktı.

Gözlerimi onun "Bu konuda gerçekten dürüstüm" der gibi bakan gözlerinde gezdirirken bir yandan da söylediği şey zihnimde dönüp durmaya devam ediyordu. Bir yanım samimi olduğuna inanmak üzere olabilir ama diğer yanım ısrarla kibrit suyu arayışına girip beni de saf olmamam konusunda dürtüklemekle meşgul oluyordu. Sanırım bu rahatsız edici dürtüşü dikkate alacağım çünkü bu hayatta ikinci kere aptallık yapmaya hiç niyetim yok.

Bu gece her ne yaşanılırsa yaşanılsın kalbinde başka bir kadının aşkını henüz soğutamamış bir adamı ne şimdi ne de daha sonra ciddiye almam imkansız. Tabii benim kalbimin de şu sıralar su kaynattığını düşünecek olursak eğer bu tarz girişimlere karşı pek de yenilikçi yaklaşmadığımı anlamak zor olmaz diye düşünüyorum. Doktor da söylediklerinde samimiyse bile bunun için çok üzgünüm çünkü onca yaşadığım şeyden sonra bu duyduklarım ne kadar hoş şeyler olsa da beni diken diken etmekten başka bir işe yaramıyor.

Hiçbir şey söylemeden odadan çıkıp koridorda seri adımlarla yürürken içimden de "Uğraşma benimle doktor!" diye söylenip duruyordum. O da sanki beni duymuş "Uğraşacağım" dercesine peşimden geliyordu. Onunla ilgilenmeden asansöre binip giriş katına basacakken de benden önce davranıp elini butona uzattı. Ben de kollarımı önümde kavuşturup asansörün kata inmesini bekledim.

Normalde neden peşimden geldiğini sormam gerekiyordu ama bunu yapmak istemedim çünkü söyleyeceği herhangi bir şey ile beni üçüncü kez şaşkına çevirmesine izin vermek istemedim. Malum ağzı iyi laf yapıyor. Çok kısa bir süre içinde de kapı açıldı. Ses etmeden bana önden yol verip arkamdan gelmeyi de sürdürdü. Hâlâ bir şey söylemiyorum ama bu nereye kadar sürecek merak da etmiyor değilim.

Hastaneden çıkar çıkmaz artık daha fazla dayanamadım ve hızla arkamı dönüp "Neden peşimden geliyorsun?" diye sordum. Hayır yani izin versem benimle birlikte salonuma kadar gelecek diyeceğim ama salon benim salonum değil. İşin garibi ev resmi anlamda onun olduğu için doğal olarak salonda onun. Aaah! Kalacak başka yer bulamadınız mı be Tolga!

"Burada yapacak bir işim yok. Önce seni evine bırakırım sonra da biraz oyalanıp Meral'i de alır hastaneye geri dönerim"

"Ben kendi kendime giderim. Sen yolunu uzatma bence"

"Gideceğinden eminim ama bu şekilde gitmene izin veremem"

"Affedersin ama ne varmış şeklimde!"

"Anlatmaya kelimeler yetmez ki"

"Ne?"

"Sen buraların yabancısıyım demedin mi?"

"Dedim çünkü öyleyim"

"Taksi şoförü bunu anlarsa seni trafik var şuradan gidelim buradan gidelim diyerek dolaştırır da dolaştırır"

"Yabancıyım dedim aptalım demedim. Bende o dalgaya düşecek göz var mı sence?"

"Dürüst olmak gerekirse sende daha çok sana bakanı o dalgaya düşürecek göz var Eylül"

"Nasıl yani? Üçkağıtçıymışım gibi mi bakıyorum?"

"Hayır hayır! Sadece fazla güzel bakıyorsun demek istedim. İnsan o kocaman ela gözlerine bakarken boşluğa düşmüş gibi hissediyor. Tabii bundan şikayetçi olduğumu düşünmemen için bunun ne kadar hoş bir his olduğunu da belirtmem gerek"

hqdefault.jpg


Üç etti doktor! Kısa aralıklarla sarf ettiğin bu etkileme odaklı sözlerle doz aşımına neden oluyorsun haberin yok. Ama bu doz aşımının ona mı zararı olur yoksa daha çok bana mı emin olamadım. İstanbul'a gelirken bundan sonraki hayatımla alakalı o kadar büyük laflar ettim ki bu adamla mı sınanıyorum anlayamadım doğrusu. Belki de "Buğra Çelik'ten Yakayı Kurtarma Sınavı"ndan geçmem de bu sınanmaya bağlıdır.

Ona cesaret vermemeye hâlâ kararlıyım bu yüzden de derin bir nefes alıp işi şakaya dökerek "Harika! Şimdi de eşek gözlü oldum. İncelik yapacağım derken kopacaksın doktor dikkat et" deyip elimi kaldırarak yoldan geçen taksiye durması için işaret yaptım. Adam görür görmez yanımıza doğru gelmeye başladı ama sonra ne oldu bilmiyorum tam duracakken bir anda yön değiştirip uzaklaştı. Neden böyle oldu ki? Doktorun da dediği gibi şeklimde bir gariplik olmalı.

İkinci hatta üçüncü taksi denemem de aynı şekilde sonuçlanırken bu defa sonuncusunda durumu çaktım. Önüme düşen garip gölgeyle arkama baktığımda bu doktor efendi çağırdığım taksilere çaktırmadan eliyle git git yapıyordu. Ama o böyle yaparsa benim elimden bir kaza çıkar engel de olamam!

"Affedersin ama sen ne yaptığını zannediyorsun acaba öğrenebilir miyim?"

"Benimle gelmen için uygun ortam yaratıyorum"

"Seninle gelmeyeceğim doktor!"

"Geleceksin Eylül"

"Gelmeyeceğim"

Gelen taksiyi fark edip işaretimi gönderdikten sonra doktorun adamın gitmesine yönelik olan çabalarını engellemek için de tam taksiye git diyecekken koluna bir dirsek attım. O da bu yaptığımla birlikte kolunu bile kaldıramadı. Haaah! Ben kazandım yani!

Ancak taksiye doğru yaklaşıp kapıyı açtığımda adam bana ne dese beğenirsin? Yolcu alamazmış çünkü vardiya değişimi olacağı için tüm taksiler durakta toplanıyormuş. Anlayacağın buralarda bir taksi bulabilmek için vardiya değişiminin bitmesini beklemem gerekecek.

Kapıyı kapattıktan sonra taksici hızla uzaklaştı ben de bildiğin orta yerde kaldım. Arkamdan da imalı bir öksürük sesi geliyordu. Hay aksi! Kuyruğumu kıstırıp ona doğru dönemedim de. İması da hoşuma gitmedi çünkü resmen "Ben buradayım Eylül tükürdüğünü yalamak için hâlâ vaktin var" diyor gibiydi. Ne zaman büyük konuşsam başıma bir iş geliyor. Buna bir son verip çeneme hakim olmak zorundayım. Yeni bir taksi bulma umuduyla bakınırken "Hadi ama bu kadar belli etme" demesiyle neden bahsettiğini anlayamayıp ona doğru baktım. Ne saçmalıyor Allah aşkına?

"Neyi belli ediyormuşum?"

"Senin de benden etkilendiğini ve bunu bana belli etmemeye çalıştığını anlayabiliyorum"

"Anlayışın biraz kıt galiba. Senden etkilendiğim falan yok doktor içi boş hayallere kapılma"

"Ben öyle düşünmüyorum"

"Sen ne düşünüyorsun acaba?"

"Baksana benimle aynı arabaya binmeye bile çekiniyorsun. Bunun bir anlamı olmalı"

"Ben mi çekiniyorum?"

"Evet çekinmeseydin seni eve bırakmama izin verirdin"

"Unuttuysan hatırlatayım bu hastaneye aynı arabayla geldik"

"Bir hatırlatma da ben yapmak isterim çünkü o sırada bir kriz ortamı vardı ve Meral'i hastaneye getiriyorduk. Şartlar başkaydı yani"

"Her lafa da bir cevabın var"

"Hadi ama Eylül bal gibi korktun kabul et"

"Korkmadım"

"Korktun"

"Ters psikoloji yapıyorsun değil mi?"

"İşe yarıyor mu?"

"Söyleyeceğimi mi sanıyorsun?"

Yüzüme baka baka gülüp "Yaramış!" deyince olduğum yerde ayaklarımı yere vurarak "Gerçekten de tahammül edilmesi zor birisin!" dedim ve onun "Sen de ikna edilmesi zor birisin ben bir şey diyor muyum?" demesiyle de "Tamam arabana biniyorum ama ben kullanacağım!" deyip arabasına doğru yürümeye başladım. Ayak sesinin gelmediğini fark edince şaşırıp arkamı döndüğümde o da tuhaf bir ifadeyle bana bakıp "Gece görüşün hakkında çekincelerim var" dedi. Kabul etmeliyim ki şu an gülmemek için kendimi zor tutuyorum. Doktoru bu çift görüşlü halimle biraz korkuttum galiba.

Gözlerimi kocaman açıp "Korkuyor musun yani?" diye sorduğumda hemen inkar edip bunun trafiğe çıkma açısından sakıncalı bir durum olduğunu anlatmaya başladı. Korktuğunu gizlemeye çalışıp buna kılıf uydururken ki ciddiyeti de beni öldürecek. Onu içten içe kahkahalar atarak dinlerken çok fazla uzatmasıyla araya girip "Hadi ama doktor bal gibi de korktun kabul et" dedim. Ben adamı böyle kendi lafıyla vururum işte. Ee! Kısasa kısas derler.

Yüzünü gözünü ekşiterek bana bakarken elindeki anahtarı isteksizce havaya atıp "Dikkatli kullan!" dedi. Korkmadığını ispat ederken çenemle de yarışamayacağını anlamış olmalı. Aferin ona. Attığı anahtarı havada yakalayıp "Merak etme bu arabadan tek parça halinde inmeni sağlarım. Yani bunu yapabilirim herhalde" dedikten sonra bana ters ters bakması eşliğinde "Bakma öyle hadi bin doktor! Birazdan hayatının en eğlenceli eve dönüş macerasını yaşayacaksın" deyip arabaya bindim.

Bu defa gülümsememi engelleyemedim çünkü arabaya binişi birkaç saniyeyi bulurken yerine oturur oturmaz da hemen emniyet kemerini sıkıca bağlayıp kapıya tutundu. Neyse ona bu korku da yeter.



4PlGNL.png

........::::::::__Ahmet__::::::::........

"Arabadaki tek doktorsun varış noktasına kadar kalp krizi geçirmemeye çalış. Hazır mısın?"

Az önce iyice emin oldum ki bu kız gerçekten kaçıkmış! Umarım ona canımı emanet ederek hata yapmıyorumdur. Derin bir nefes aldıktan sonra başımı sallayıp "Hazırım" dediğimde o da başını bana doğru uzatarak "Rengin mi attı senin?" diye sordu. Ne münasebet! Öyle bir şey olmadığını söyledikten sonra arabayı çalıştırmasını isteyip radyoyu kurcalamaya başladım. Böyle yaparak belki dikkatim dağılır da nereye çarpacağımızdan çok Eylül'e odaklanabilirim.

Arabayı sert bir şekilde tekleterek çalıştırdıktan sonra bana yandan bir bakış atıp dalga geçer gibi "Affedersin elimden kaçtı" deyince başımı geriye yaslayıp gözlerimi kapatarak "Meral'in ameliyatını üstlenmeyi kabul eden tek doktor olduğumu unutma başka bir şey istemiyorum" dedim. Eminim bu onu durdurmaya yetecektir.

Öyle böyle ama hakkını teslim etmeliyim ki arabayı gayet iyi ve dikkatli kullanıyor. Hatta kurallara benden bile daha çok dikkat ettiğini söyleyebilirim. Az önce yaptığı "şirinlikleri" de sırf beni tedirgin etmek için yaptığı ortaya çıktığında nihayet rahatladım ve ona yolu tarif ederek bir yandan da "Neden daha önce hiç karşılaşmadık?" diye sordum. Şaşırdı ve bunu bakışlarıyla da destekleyerek "Efendim?" dedi.

Bir cevap beklediğini belli edince sorumu biraz daha açarak "Modelsin ve aile şirketimiz adına kardeşimle çalışıyorsun. Meral'i de yakinen tanıyorsun ama bu kadar ortak ortamlarımız olmasına rağmen biz seninle hiç karşılaşamadık" dedikten sonra ileriden sola girmesini istedim. Sol tarafa yanaştıktan sonra yola bakmayı sürdürerek "Aslen Ankaralıyım ama bir süredir İzmir'de yaşıyordum. Kısa bir süre önce de aniden İstanbul'a gelmeye karar verdim. Gürsoylardan Tolga yakın arkadaşımdır. Uçaktan indiğimde beni o karşıladı. Eve geçmeden önce birer kahve içerken de Selim Bey ve Meral ile karşılaştık. O sırada nasıl oldu bilmiyorum kardeşin bir anda Meral'e ve bana Tolga'nın fotoğraflarını çekeceği parfümü tanıtacak mankenler olmamızı teklif etti. Açıkçası burada tutunabilmek için bir işe çok ihtiyacım vardı ve bu işi de Tolga gibi güvenilir bir arkadaşımın vasıtasıyla alınca çok da düşünmeye gerek duymadan kabul ettim. Normalde modellik yapmıyorum. Bu da ilk profesyonel işimdi. Meral ile de bu iş sebebiyle tanıştık ama onu arkadaş olarak da çok sevdim. O kadar temiz kalpli ve kırılgan ki insan iç güdüsel olarak zarar görmesin üzülmesin diye önüne geçip ona siper olmak istiyor" deyince onun Meral hakkında söylediklerini tebessümle dinleyip "İzmir'e birçok kez gittim. Tam yaşanılacak bir yer olduğunu düşünüyorum. O güzellikleri bırakıp İstanbul'a gelmeye nasıl karar verdin?" diye sordum.

Yanlış bir soru sorduğumu hissediyorum çünkü yüzü düştüğü yetmezmiş gibi aniden suskunlaşıp dudaklarını kemirmeye başladı. Sorumdan rahatsız olduğuna göre daha fazla kurcalamadan konular arasında hızlı bir geçiş yapmam gerekiyor. Hassas olduğunu düşündüğüm bir noktaya değindiğimden dolayı biraz yüzü gülsün diye "Susuyorsun yoksa İzmir'de büyük olay çıkardın da İstanbul'a mı kaçmak zorunda kaldın? Eğer öyleyse beni asıl o zaman korkutmaya başlarsın Eylül Acar" dediğimde minik bir tebessüm edip kısaca "Sen dedektif olmalıymışsın doktor bakıyorum hemen çözdün olayı" dedi. Söylediğiyle gülümsedim ama bir yandan da ona bakarken kendimi çok kötü hissettim çünkü sorduğum soruyla onu gerçekten üzdüğümü düşünüyorum. O kocaman güzel gözleri bile küçüldü sanki.

Benim tarafımdan da sessizlik olunca yan gözle şöyle bir bakıp "Peki senin İzmir'de ne işin vardı?" diye sordu. Benim İzmir'de ne işim vardı? Güzel soru ama verilmesi gereken cevap onu etkileme çalışmalarımın üzerinde sıkıntılı sonuçlar doğurabilir. Derya'nın ailesi İzmir'de yaşıyor ve o da onları sıklıkla ziyarete gidiyor. Ben de bunu bildiğim için kendime tesadüfi görünen bilinçli karşılaşmalar yaratıyorum işte. Şimdi bunu Eylül'e bu şekilde söylersem de kendi ayağıma sıkmaktan başka bir iş yapmış olmam. Bu arada ona ne söyleyeceğimi düşünürken de epey vakit kaybettim.

"Susarak beni işkillendirdiğinin farkında mısın? Zaman aleyhine işliyor ve ben de ister istemez İzmir'de ince işler çevirdiğini düşünmeye başlıyorum"

"Hayır hayır! Dediğim gibi İzmir'in havasını da suyunu da severim. Ayrıca orada yaşayan tanıdıklarım var. Gidiş gelişlerim daha çok o hoş havayı solumak ve ziyaret amaçlı oluyor"

"Çok zorladın be doktor hadi itirafa geç!"

"Ne itirafı?"

"İzmir kızlarının güzelliği dillere destandır. Sakın haberim yok duymadım deme... Yutmam!"

5gLJ7z.gif


"Gecemi aydınlatan ateş böceğim misin?" diye bir şarkı vardır. Bu şarkıyı şu an Eylül'e armağan etmek istiyorum çünkü "Yutmam" derken ki o seksi göz süzüş ve savurduğu o muazzam gülüş yarattığı hoşlukla gözlerimde adeta flaşlar çaktırdı. Ah! Ne kadar güzel bir kadın o öyle.

Ona bakıp gülümserken ağzımdan da hiç planlamadığım bir şey çıktı ve "Gördüğüm kadarıyla o kulaktan kulağa yayılan güzellikleri Ankaralı kızların eline su dökecek kadar destansı değilmiş" dedim. Bana doğru bakacakken vazgeçip yeniden yola doğru baktı. Bu defa kızmadı. Aksine söylediğim şey hoşuna gitmişe benziyor. İşte bu! Sonunda onu etkileme konusunda bir seviye atladım galiba. Demek ki planlı değil doğaçlama takılmam gerekiyormuş.

Hoş bir tavırla bana işaret parmağını sallayarak "Bak bu başarılıydı işte. Ama bir daha yapma!" deyip sonra da yolun buradan sonrasını bildiğini söyledi. Sözünün üstüne söz söylemek istemedim. O yüzündeki bir görünüp bir kaybolan gülüş bir daha görünmemek üzere yok olmasın ben de onu yol boyunca kesintisizce izleyeyim istedim.

Dakikalar sonra evin önüne geldik. Arabayı durdurup kemerini çözdükten sonra kısacık bir an durup sonra da bana dönerek "Sözümü tuttum. Gördüğün gibi ikimiz de hâlâ tek parçayız" dedi. İkimiz tek bir parçayız... O bunu başka bir anlamda söylese de kendi düşündüğüm mana çok daha hoşuma gitti. Emniyet kemerimi çözüp "Sayende sevinçlerim bile enteresanlaştı. Mesela arabadan sağ inebildiğine sevinen bir adama dönüşüyorum. Birine söylesen doktor demez deli gömleğini geçiriverir sırtıma" diyerek dışarıya çıktıktan sonra arabanın etrafından dolanıp Eylül'ün yanına geldim.

Gülümsemesini görmemi engellemek için eliyle dudaklarını kapatıyordu ama açıkta kalan gözleri aşağıda neler olup bittiğini o dev ekrana aynen yansıtıyordu. Yanına geldiğimi fark eder etmez elini çekip "Dikkatli kullan" diyerek arabamın anahtarını havaya attı. Gözlerimin önünde yükselen anahtarı uzanıp tutarken de "İyi geceler doktor!" deyip eve doğru yürümeye başladı. Kapıyı tıklatıp açılmasını beklerken de "İyi geceler" diye seslenmemle birlikte omzunun ucundan bana doğru bakıp sanırım gülümsedi.

Sanırım diyorum çünkü hem karanlıktan hem de aramızdaki mesafeden ötürü yüzünü çok net seçemiyorum. Güldüğünü düşünmek işime geldi yani. İkinci çalışında da kapı açıldı ve içeriye girdi. Girmeseydi keşke... O kapı hiç açılmasaydı da sabaha kadar bana doğru her baktığında acaba gülümsedi mi yoksa ben mi yanlış anladım arasındaki ayrımı yapmaya çalışıp onu izleseydim. Ama açıldı. Tüh! Şansızlığım diz boyu.

Arabaya geçip saate baktığımda Meral'in dönmesine daha vakit olduğunu görünce oradan ayrılıp çevrede biraz turladım. Yiyecek bir şeyler aldıktan sonra da kendimi yine Eylül'ü bıraktığım noktada yani yakın bir zamanda Tolga'dan satın aldığım evin önünde buldum. Bekleme noktası olarak neden burayı seçtim hiçbir fikrim yok ama iyi ki gelmişim çünkü evi tüm ışıkları sönmüş bir halde bulacağımı düşünürken Eylül'ü balkona çıkmış etrafı izlerken buldum. Durgun ve düşünceli oluşu dikkatimden kaçmadı. Ne düşünüyor bilmek isterdim. Aslında daha çok bugünü ve beni düşünüyor olmasını isterdim ama bu da şimdilik çok hayali bir düşünceye benziyor.

hgfy.jpg


Bulunduğum yerden beni görmesi biraz zordu ama ben onu çok net görebiliyordum. Uzunca bir süre onu izledim. Aklımdan da Eylül'ü tanıtım fotoğraflarında gördüğüm ilk an ve sonrası geçiyordu. Gerçeği söylemek gerekirse beni kendisine çeken ilk şey o çarpıcı güzelliği oldu. Gerçi daha çok o devasa gözleri desem daha doğru olur. Hayatım boyunca hiç bu kadar muazzam gözlere sahip bir kadın görmemiştim. Bir ressamın en iyiyi bulmak için yıllarını verip resmettiği kadar özenle çizilmiş gibiler. Şu dış görünüş önemli değil esas gönlü güzel olsun diyen insanlardan değilim. İkisi de olsun canım neden o mu bu mu diye karar vermeye çalışıp azla yetinmek zorundayım ki diyenlerdenim. Üzgünüm ama durum bu. Ne yalan söyleyeyim Eylül'de bu iki özelliğinde en üst noktada olması ilgimi ekstra cezbetmeye yetiyor.

........::::::::____::::::::........

İki saat dolduğundan beri belli aralıklarla Meral'i arayıp durdum ama telefonunu bir türlü açmadı. Hastanede bana Meral'i çıkarmam konusunda yardım eden kızlara da sordum onlar da henüz dönmediğini söylediler. Böyle bir şey yapacağını tahmin ediyordum ama bir yandan da yapmaz diye umuyordum. Selim'in yanındayken bırak saati kendisini bile unutur o. Israrla aramayı sürdürmem neticesinde en nihayetinde telefonunu açtı. Ona mesafeli bir tavırla "Beni kandırdın" dediğimde birkaç saniye sessiz kalıp sonra da özür diledi. Kabul oldu mu? Tabii ki olmadı.

"Hadi tamam söz verdiğin gibi gelmedin ama bari telefonunu aç Meral"

"Gerçekten çok özür dilerim. Telefonum montumun cebinde kalmış duymadım ama çok iyiyim ne olur beni merak etmeyin"

"Nasıl merak etmeyeyim? Daha birkaç saat öncesi bizi ne kadar korkuttuğunu hatırlamıyorsun herhalde"

"Tamam haklısınız ama gerçekten kendimi çok iyi hissediyorum. Hem Selim yanımda o bana bir şey olmasına izin vermez"

"Ne zaman geleceksin peki?"

"Şey... Gelmek zorunda mıyım?"

"Gelmeyeceksin değil mi?"

"Ahmet Bey lütfen izin verin burada kalayım. Söz veriyorum sabah erkenden hastanede olacağım"

"Beni çok zor bir durumda bırakıyorsun Meral"

"Bana bu iyiliği yapın Ahmet Bey yemin ederim bir daha sözünüzden çıkmayacağım"

"Of Meral of!"

"Tamam mı?"

"Peki tamam ama kendine çok dikkat et"

"Teşekkür ederim binlerce kez teşekkür ederim. Bu arada Eylül nasıl?"

Ey-lüül! Sihirli kelimeyi söyleyip modumu bir anda değiştirdi. Bu soruyla birlikte gökyüzünde yalnız gezen bir yıldız gibi balkonda tek başına duran Eylül'e bakıp derin düşüncelere dalarken "Çok güzel" diyerek iç çektim ve hemen arkasından da kendimi kaybedip "Kendisine has büyüleyici bir havası var. İnsanı böyle..." deyince Meral de gülerek araya girdi ve bana "Ben o anlamda sormamıştım. Keyfi nasıl yani" dedi. Kahretsin! Resmen boş bulundum. Bunu kullanmasına fırsat vermemek için ciddi bir tavırla öksürüp "Aa! İyi iyi. Onu Tolga ile Ela'nın yanına bıraktım. Her şey yolunda" dediğimde telefonun diğer ucundan imalı bir "Hımm..." sesi geldi.

"Ne hımm?"

"Benden sonra Eylül ile baş başa ne konuştuğunuzu çok merak ettim"

"Ben de saatlerdir Selim ile baş başa ne yapıyorsunuz onu merak edeyim mi Meral?"

"Ahmet Bey!"

"Kahretsin attım tuttu!"

"Gerçekten yanlış anladınız biz hiçbir şey yapmıyoruz! Birazdan da yatacağız zaten... Amaan! Yatacağız derken uyumak için demek istiyorum. Ayrı ayrı yani... Of! Ben yine çok konuşmaya başladım galiba saçmalıyorum"

"Bence telefonu kapat Meral bundan sonrasını toparlayamayacağız"

"Olur"

"Dur dur!"

"Ne oldu?"

"Aaaah! Özür dilerim ama doktorun olarak seni uyarmak zorundayım"

"Niçin?"

"Sakın ameliyat öncesi son kontrollerini yaparken bana küçük bir Atahan sürprizi yapmayın"

Bir süre ses gelmedi ama sonrasında utangaç bir ses tonuyla bana "Ahmet Bey!" deyince ben de bu tuhaf konuşmayla ne yapacağımı bilemeyip telaşla "Kapat Meral!" dedim. Tahminim şu ki ikimiz de aynı şeyler hissederek telefonu eş zamanlı olarak kapattık. Meral ile bu tarz bir konuşma yaptığımıza gerçekten inanamıyorum ama onu uyarmak zorundaydım. Hayır yani ateşle barut dip dibe şu an! Bahsettiğim durumla karşı karşıya gelirsek ne ameliyat olabilir ne de ilaç kullanabilir. Bu da kendi adına zamanı aleyhine bir şekilde durdurmaktan başka bir işe yaramaz. İş işten geçmeden önce uyarımı yapmak zorundaydım yani.

Meral'in geri dönmeyeceği belli olunca burada daha fazla durmamı gerektirecek bir bahanem kalmadı. Hastaneye tek başıma dönmek için kemerimi taktıktan sonra son bir kez daha Eylül'e baktım ama biraz kötü göründüğünü fark edince aracımı çalıştırmadan bir süre daha orada kaldım. Telefonla konuşuyor daha doğrusu konuşmuyor sadece karşı tarafı dinliyor gibiydi. Sıkıntılı olduğunu buradan bile görebiliyorum. Beden dili bu doğrultuda o kadar çok şey anlatıyor ki...

Telefonu kapattıktan sonra ellerini saçlarının arasına geçirip balkonda huzursuz bir halde turlamaya başladı. Ama öyle böyle değil sanki nefes alamıyor gibi çok seri hareket ediyordu. Telefondaki kişi kimdi acaba?

Neden böyle olmuş olabileceğini düşünürken de aynı hızla perdeyi sertçe iterek içeriye girdi. Ne durumda olduğunu merak ettiğim için hemen telefonuma sarılıp onu aramaya başladım ama telefonu da açılmadı. O hızla çıkınca balkonda bırakmış olmalı. Bu saatte gidip "Geçerken uğradım" diyerek kapılarını da çalamam ki. Sesli bir şekilde "Hadi Eylül geri çık!" diye söylenerek balkona bakarken Eylül tam aksi bir şekilde evin kapısından çıktı. Ceketini giymeye çalışırken de bahçeden bir hışımla çıktı ve sinirli bir halde sokak boyunca yürüyüp köşeyi dönerek gözden kayboldu.

Neden bu kadar bekledim bilmiyorum ama aklım başıma gelir gelmez arabadan çıkıp peşine takıldım. Bu saatte bu kadar sinirli bir halde nereye gidebilir gerçekten anlamıyorum. Koşarak köşeyi döndüğümde onu hem seri adımlarla yürüyüp hem de kendi kendisine "Ayıkken ne hayrını gördük ki sarhoşken görelim! Geri zekâlı sanki aramız güllük gülistanlıkta benden başka arayıp dertleşecek birini bulamamış!" diye söylenirken buldum. O kimden bahsediyor?

Hızlanıp "Eylül bekle!" diyerek kolunu tuttuğumda ondan hiç beklemeyeceğim tarzda bir karşılık aldım. Kendisine dokunmamla birlikte kim olduğuma bile bakmadan kıvrak bir manevrayla kolunu kurtarıp beni de oldukça sert bir şekilde duvara yapıştırdı. Evet resmen yapıştırdı. Hatta çarpmanın etkisiyle duvarda izimin kalmış olabileceğini düşünüyorum. O da en az benim kadar şaşkındı. Göz göze geldiğimizde hiçbir şey söyleyemeden karşısındakinin ben olduğuma inanamıyormuş gibi bakmaya başladı. Ben ise bir yandan öfkeli gözlerine bakıp bir yandan da sızlayan kemiklerimin yasını tutuyordum. Kahretsin! Eli de epey ağırmış.

soneyah.gif


•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız

 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.523
Tepki
84.169
Puan
113
Konum
İstanbul
15e5c5f116dab791512037349190.png


8.Bölüm Adama bak ya! Kendi boğuluyor ya illa gelip beni de boğacak

........::::::::__Eylül__::::::::........

Eve döndükten sonra yatmak için odama çıktım ama her ne kadar yorgun olsam da gözüme uyku girecek gibi değildi. Durum böyle olunca üzerimi değiştirip biraz hava almak için balkona çıktım. İçimdeki huzursuzluk yetmiyormuş gibi rahatsız edici de bir sessizlik vardı. Gecenin bir suçu yok tabii ki. Bu rahatsızlığın asıl sebebi başka bir şeye odaklanamayıp düşünmemem gereken şeyleri düşünmemden kaynaklanıyordu.

Kendime o kadar kızıyorum ki anlatamam. Gün içinde yaşadığım onca aksiyona rağmen az önce kendimi "Ne yapıyor acaba?" diye sorup Buğra'yı düşünürken yakaladım ve buna o kadar sinir oldum ki mutfaktan bir kabak oyacağı alıp beynimdeki o "Buğraaaa! Buğraaa!" diye zırvalayan gereksiz parçayı oradan söküp atmak istedim. Onu düşünmüyor hatta biri ezkaza Buğra dese bile onun Buğra Gülsoy'dan bahsettiğini zannedip "Oyunculuğuna bayılırım şahane aktör" demem gerekiyor.

Onu bir an önce zihnen öldürmem şart diye düşünürken saniyeler içinde iti an çomağı hazırla sözü vuku buldu. İyi insan lafının üzerine arar demek isterdim ama o konuda şaibe olduğu için diyemiyorum maalesef. Şu an telefonum çalıyor ve bendeniz Eylül Acar doğru mu görüyorum yoksa doktor gece görüşümden korkmakta haklı mı diye düşünüp ekrana boş boş daha doğrusu aval aval bakıyorum. Gözlerime inanmakta zorlansam da ekranda Buğra'nın adı yazıyor. Bu saatte neden arıyor ki? Aa! Aslında doğru soru neden beni arıyor ki olacaktı.

Telefonuma bakarken adeta kendimle savaştım. Asla açmayacağım desem de sanki bir anda uzanıp bu lafımı yutacakmışım gibi hissediyorum. Hayır hayır! Bana ne diyeceğini merak etmiyorum. Sesini de özlemedim. Onu duymak da istemiyorum. Umurumda da değil. Onunla ilgili hiçbir şey bilmek de duymak da istemiyorum. Derin derin nefes alırken beni aramayı bıraktı ve yeniden o rahatsız edici sessizlik etrafımı sardı. Açmadım değil mi? Direndim ve açmadım. Aferin kızıma!

Hayır geri alıyorum aferin falan değil çünkü şimdi de neden aradığını merak edip onu geri arama isteğime karşı koymaya çalışıyorum. Bunu yapmamalıyım. Ne demiştim ben? Kalbimle tetris oynar gibi oynayan bu adamı hayatımdan çıkaracağım. Buğra benim için öldü. Onu yeniden diriltemem. Yapamam bunu. Kahretsin! Telefonumun sesi de korku filmlerindeki o ürkünç tonlamayla yine "Aç beni Eylüüül!" demeye başladı.

Ancak bu defa az önceki gibi değil. Telefonu elime aldığımda bir tane sesli mesajım olduğunu gördüm. Neden yapıyor ki bunu? Kalbini henüz söküp atmadım hâlâ avuçlarımda sıkı sıkı tutuyorum demeye mi çalışıyor? Eğer öyleyse ben de senin o taş kafanı ellerimde tutuyorum bir kııırt dememe bakar demeye çalışsam mı acaba? Aah yaptım işte! Düşüncelerime odaklanırken elim istemsizce mesajı açtı bile...

"Berbat durumdayım Eylül...
Etrafımda konuşabileceğim hiç kimse kalmadı.
Mine bile Gürsoy zehirlenmesi yaşadığı için ne zaman karşılaşsak bana nefretle bakıyor.
Boğuluyorum!
fchghj.jpg

Hani geri gelecekti? Bana birkaç hafta izin ver kendimi toparladıktan sonra teyzemin yanına geleceğim demişti.
Daha kaç hafta beklemem gerekiyor?
Onun olmadığı her gün yavaş yavaş öldüğümü nasıl anlayamıyor?
Söyle ona yapmasın bunu bana...."


Sarhooş! Ne bekliyordum ki zaten? Beni ayık kafayla hiç arar mı o odun! Allah bilir insanlık edip yarın onu geri aramış olsam "Dün gece çok kötüydün şimdi iyi misin?" desem bir de utanmadan bana "Beni bir daha arama!" diyerek posta koyar telefonu da suratıma kapatır bu uyuz eşek! Berbat durumdaymış beyzade bir de boğuluyormuş. Beter olsun inşallah!

Mesajın devamını dinlemeden kapatıp daha sonra dinleme ihtimalime karşı da telefonumdan tamamen sildim. İstemiyorum arkadaş! Bu saplantılı bencil herifin karşısındakinin duygularını zerre kadar önemsemeyip "Ela'da Ela Ela'da Ela" diye tutturmasını duymak istemiyorum. Ela'ya da bana da yazık değil mi? Onun yakasından düşmediği gibi beni de hâlâ bu olayın içinde sürükleyip üçümüzü birbirimize kelepçelemeye çalışıyor. Kusura bakmasın ama ne Ela ne de ben ona bağlı kalamayız. Artık kilit milit tutmayız biz.

Güçlü bir kadın olduğumu biliyorum ama bazı durumlarda beni güçsüzleştirmeye yönelik olan düşüncelerimi kontrol edememekten nefret ediyorum. Ellerimi saçlarımın arasından geçirerek aklımın Buğra'yı bana zorla düşündüren o gerzek kısmını zapturapt altına almaya çalışıp bir o yana bir bu yana gitmeye başladım. Adama bak! Kendi boğuluyor ya illa gelip beni de boğacak!

Bir anlık düşünceyle kapıya yaklaşıp perdeyi sertçe iterek odaya girdim. Üzerime bir ceket ve biraz da para alarak odadan çıktıktan sonra merdivenleri de inip kendimi hemen dışarıya attım. Nefes alabilmek için çok daha geniş bir alana ihtiyacım vardı çünkü bu balkon beni pek kesmedi. Bu arada bu lanet olası ceketin kolu nerede? Ben giyemeyeyim diye özel mi imal etmişler anlamadım ki!

Bahçeden apar topar çıkarken istemsizce söyleniyordum. Ama öyle böyle değil maşallah o anlarda dilim bir kemiği olmadığının gayet farkındaydı. Bu konuda yapabileceğim bir şey yok çünkü ancak bu şekilde ağzımı bozarak rahatlayabiliyorum. Böyle durumlarda şarjörümü iyice boşaltmadan beni susturmak da pek hayra alamet olmaz. Bu yüzden de saat geç oldu demeden evde duramayıp kendimi sokaklara vurdum.

Sağıma soluma önüme arkama bakmadan sokağı hızla geçip kıza kıza köşeyi döndüm. Ayaklarımı yerle sertçe temas ettirerek yürürken de bir an yine kontrolümü kaybettim ve "Ulan Buğra! Şimdi karşımda olacaktın ki bak ben sana ne yapıyordum!" dedikten sonra telefonda söylediklerini düşünüp çeneme hakim olamayarak "Ayıkken ne hayrını gördük ki sarhoşken görelim! Geri zekâlı sanki aramız güllük gülistanlıkta benden başka arayıp dertleşecek birini bulamamış!" dedim.

Bunu söyledim ama birkaç saniye içinde eceline susadığını düşündüğüm biri beni kolumdan tutunca o anlık sinir ve refleksle kendimi tek hamlede kurtarıp bana dokunmaya cüret eden o talihsiz kişiyi de bileğini ters çevirerek tüm gücümle duvara çarptım. Bir ben çarptım bir de duvar çarptı desem hiç de yalan olmaz. Deli kuvveti denen şey bu olmalı.

Öfkem şaha kalkıp bu konuda da zirveye oynarken gazabıma uğrayan kişinin bizim doktor olduğunu görünce yeniden doğru görüp görmediğim konusunda muallakta kaldım. O da en az benim kadar şaşkındı. İkimiz de burun buruna ve de nefes nefese bir halde birbirimize bakıp az önce ne olduğunu anlamaya çalışıyorduk. Hay aksi! Buğra'ya olan kızgınlığımın faturası da ona çıktı iyi mi!


gbfd.png

Kolumu doktorun nefes almaya çalışırken bir aşağıya bir yukarıya doğru yükseltip yükseltip indirdiği göğsüne dayamış ve kıpırdamasına olanak tanımayacak ölçüde de onu resmen duvara çivilemiştim. O kadar kızgındım ki elimin ağırlığını ayarlayabilmem pek mümkün olamadı. Hele ki onu görmeme rağmen hâlâ istifimi bozmamışsam durum bir hayli vahim gözüküyordu.

Birbirimize şok dolu gözlerle bakmayı sürdürürken doktorun sanki böyle bir şey yapmam hoşuna gitmiş gibi "Vaaaooouuv!" demesiyle kendime gelir gibi oldum. Doğru mu duydum? Ben onu duvarla tek vücut yapıyorum ama o bana diyecek başka şey bulamamış gibi "Vaaaooouuv!" mu diyor yani? Şaka gibi!

"Eylül..."

"Ne!"

"Biraz sakinleştin mi?"

"Ben zaten sakinim!"

"Ne yani bu normal sayılan halin mi?"

"Normal olmayan halimi de görmek ister misin? Hemen şimdi!"

"Hop hoop! Tamam sakinleş dedim"

"Bana sakin ol deyip durma!"

Ellerini havaya kaldırıp imalı bir tavırla "Pekala benim hatam özür dilerim. Neden sakin olmadığını düşündüm inan bilmiyorum" dedikten sonra masum bir bakışla gözlerimin içine bakarak "Bak her ne kadar şu an sana bu kadar yakından bakabilme şansı elde ettiğim için sevinsem de bir yandan da göğsümün üzerine çöken ağırlığın acısını da ta derinlerden hissedip son nefesimi vermek üzere olduğumu hissediyorum. Belki de acımı biraz hafifletebilirsin" dedi.

Evet ben de tam şu anda kendime iyice geldiğimi hissediyorum çünkü bunu dediği anda göğsünün üzerinde duran koluma bakınca o üzerine çöken ağırlığın sebebini daha iyi anladım. Yumruğumu bir daha açmamak üzere sıkmış tüm gücümü de koluma vererek onu neredeyse nefessiz bırakmıştım. O ise bana karşı koymuyordu bile. Aman Allah'ım ne yapıyorum ben? O Buğra değil ki.

Bu kendine gelişle birlikte hemen kolumu üzerinden çektim. Doktora tuhaf tuhaf bakarken bir yandan da deli gibi çarpan kalbime odaklanmaya çalışıp "Sen hâlâ ne arıyorsun burada? Çoktan evine gittiğini düşünmüştüm" dediğimde dudağını büktü ve hoş bir tonlamayla "Gidemedim. Belki de seni bir kez daha görmeden gözlerimi kapatmayacağımı hissetmişimdir" dedikten sonra belli belirsiz tebessüm ederek "Gerçi sen gözlerimi sonsuza dek kapatmaya niyetlenmiştin ama olsun yine de son gördüğüm kişinin sen olacak olman içimi epey ferahlatmıştı" dedi. Neden bana böyle şeyler söylemekte ısrar ediyor ki? Keşke yapmasa.

gyjgjj.gif


Sözleri bittikten sonra gözlerimi ondan ayıramadım. Hiçbir şey de düşünemedim. Sanki biri çıkıp da kafamın içindeki kargaşanın tam ortasına geçerek "Hadi dağılın gözüm görmesin sizi!" demiş gibiydi. Bu kişinin kim olduğu da bellidir herhalde. Of! Sakin olmamama rağmen ona sakinim dedim ama şu an ona bakarken gerçek anlamda sakinleşmeye başladığımı hissediyorum. Doktora başından beri gardımı alarak yaklaşsam da o bana enteresan bir şekilde iyi geliyor galiba.

Hakkında yanılıyor olabilir miyim? Belki de tüm o olumsuz düşünceleri zerre kadar hak etmeyen ve Meral'in de dediği gibi hayatında ne şekilde bulunursa bulunsun güvenebileceğin biridir. Bir şeylerden emin olamamak beni gerçekten çıldırtıyor. Bu hep böyle mi devam edecek acaba? Hiç geçmeyecek Buğra'nın laneti de bir karabasan gibi hayatım boyunca üstümde mi olacak? Beni zerre kadar önemsemeyen bir adamın üzerimde böyle bir etki bırakması ne sinir bozucu! Onun yüzünden kimseye inancım kalmayacak diye korkmaya başladım.

Gözlerimizi birbirimizin gözlerinde gezdirirken aklımdan geçen bu düşünceler yüzünden hiçbir şey söyleyemeden onu orada bırakarak yürümeye devam ettim. Bu defa peşimden geldiğini belli eden ayak seslerini duyabiliyorum.

"Git desem de gitmeyeceksin değil mi?"

"İyi olduğunu düşünseydim de gitmezdim ama en azından gittiğimi düşünmeni sağlayabilirdim"

"İyi olduğumu düşünmüyorsun yani?"

"Sen söyle... İyi misin Eylül?"

Dudaklarımı kemirerek yürürken bir yandan da oflayıp "Hayır!" dediğimde o da bir adım arkamdan gelerek "Peki konuşmak ister misin?" diye sordu. İstemediğim hâl ve hareketlerimden belli olmuyor herhalde. Hızımı hiç kesmedim. Kaşlarımı çatıp omzumun ucundan ona doğru bakarak "Cevabımın hep hayır olacağı sorular soruyorsun doktor" dedikten sonra bana "Tamam o zaman bir şeyler yiyelim çünkü yemek yemek insana her zaman iyi gelir" demesiyle sanki bunu sormasını bekliyormuşum gibi büyük bir istekle arkamı döndüm ve "Bingoo! Buna evet denir işte! Midye yiyelim çünkü ben gergin olduğumda hep midye yerim. Aslında Kenan ile birlikte yerdim ama o burada olmadığına göre yerini sen doldurabilirsin diye düşünüyorum. Sonuçta ikinizde beni deli etmekten zevk alıyormuş gibi görünüyorsunuz yani yeme hızımı engelleyeceğini sanmam" dedim. Yüzüme acayip bir ifadeyle bakmaya başladı. Çok mu seri konuştum neden böyle yaptı?

Ona ne oldu der gibi bakınca da ıkındı sıkındı ve sonunda ağzındaki baklayı çıkararak "Kötü haber! Deniz ürünlerine aşığımdır ama midyeyi hiç sevmem" deyince ona bakıp kaldım. Sistem hata verdi hemen reset atıyorum bekleyin. Deniz ürünlerine aşık biri midyeyi nasıl sevmez aklım almadı. Denizlerin incisidir incisi!

Bu konuda ne yapabileceğimizi düşünürken midye yeme isteğimin çok yoğun olduğunu hissedince doktorun koluna minik bir teselli vuruşu yapıp "Tamam sen de ben yerken midyelerime limon sıkarsın o zaman" dedikten sonra onun "Bu hiç adil değil! Ben ne olacağım peki? Tek acıkan sen değilsin" demesiyle de istemsizce gülümseyip "Sana da yoldan simit alırız" dedim. Arkamdan gelirken simitle doymayacağı konusunda mırıl mırıl söyleniyordu ama umurumda oldu mu? Yiyeceğim midyeleri düşünüyorum bekleyiiiin... Hayır elbette olmadı. Üzgünüm doktor! Günün streslisi ben olduğum için benim dediğim olacak.

5757.png

........::::::::__Ahmet__::::::::........


"Dokuz... Bekle kaş göz arasında on oldu!"

"Lokmalarımı saymayı bıraksana! Ben senin her ısırışında döktüğün susam tanelerini sayıyor muyum?"

"Bir dakika içinde on midyeyi... Bekle on bir oldu. On bir midyeyi gömünce insanın dikkati ister istemez... Şimdi de on iki oldu. Biraz yavaş yer misin lütfen ne söylemeye çalıştığımı unutuyorum!"

"Olamam çünkü benim düşünmemi engellemem gerek. Hem ne bir dakikası Allah aşkına senin saatin kağnı hızıyla ilerliyor herhalde"

Elimdeki simitten bir lokma ısırıp Eylül'ün bana doğru uzattığı midyeyi limonlarken gülümsemeden edemedim. Onu bilmem ama ben bugünün bitmesini hiç istemiyorum. Saatler önce onu ilk gördüğümde konuşabileceğimizi bile sanmazken şimdi beni çarpılmaktan beter eden bu kaçık kızın midyesini limonluyor olmak bana gerçekten çok garip hissettirdi.

Tanışmamızın üzerinden daha bir gün bile geçmedi ama sanki onunla yıllardır tanışıyormuşuz yıllardır didişiyormuşuz yıllardır da buraya gelip ayak üstü karnımızı doyuruyormuşuz gibi hissediyorum. Aslında bu hale nasıl geldiğimizi de anlayamıyorum. Ayarlasan olmaz denir ama ben bunun kadersel anlamda ayarlandığını düşünüyorum. Doğru zaman doğru yer ve doğru insan üçlemesinde boşlukları doldurup ortaya bir ışık hüzmesi çıkmasına neden olduk gibi görünüyor. En azından ben böyle olduğunu düşünmek istiyorum. Aramızda ne türden bir yakınlık olur şu an bununla alakalı kesin konuşmak için çok erken ama Eylül Acar gibi renkli bir karakterin daha şimdiden hayatıma imzasını attığını kabul etmek zorundayım.

Onu izlerken dalıp gittiğimin farkında değildim. Bunu ancak elini gözlerimin önünde gezdirip "Hey doktor! Sayım yaparken için geçmiş gibi davranma fena papaz oluruz" deyince fark ettim. Ne sayımı? Neden bahsettiğini anlayamamışım gibi bakarken kaşlarını havaya kaldırmasıyla eline doğru baktım ve hemen ardından küçük bir aydınlanma yaşayıp "Elindeki on dokuzuncu midye olmalı" dedim. Şaşırdı. Eline bakıp sonra da tekrardan bana bakarak "Nereden bildin? Daldın sanıyordum" dediğinde ellerimi silip "Attım tuttu" dedim. Tahmin konularında şanslıyımdır. Atarım ve genelde de tutar.

"İlginçmiş. Gidelim mi artık?"

"Yirminciyi de yersin öyle gideriz diye düşünüyordum"

"Hayır on dokuzda kalacağım çünkü bir tane daha yersem eve dönüş yolunda sıkıntılı anlar yaşayabilirim. Sorun yaşamak istemiyorsan nefsine hakim olup dur demesini bileceksin doktor"

Centilmenlik yapıp ödemeyi üstlenmek isterken bana öyle bir "Sakın!" bakışı attı ki elimi ceketimin cebine soktuğum gibi geri çıkarmak zorunda kaldım. Tecrübeyle sabittir ki onun gibi ters bir kadına ısrar etseydim kesin kavga ederdik ve sonunda da beni elimde limonla birlikte burada bırakıp çekip giderdi. Ama şimdi ne oldu? Keyifle yemeğimizi yedik şu anda da eve birlikte dönüyoruz.

İkimizde ellerimiz ceplerimizde bir halde yürürken az önce söylediği söze istinaden "Sanırım hayatıma bana bu konuda destek olacak birini almalıyım. Bana gerektiğinde dur diyebilecek ve yaşayabileceğim sıkıntıları önceden görüp beni uyarabilecek birinden bahsediyorum" dediğimde beni yan gözle şöyle bir süzüp kendisinden bahsettiğimi anladığı için de minik bir laf çarparak "Senin çevren geniştir bence kendine bir yaşam koçu bul. İddia ediyorum iki güne kalmaz öyle bir aydınlanma yaşarsın ki kendini bu konuda edindiğin tecrübeleri yazıya dökmüş hayranlarına kitabını imzalarken bulursun" dedi.

Alenen dalga geçiyor ama bir yandan da o kadar güzel gülümsüyor ki dudağının kenarındaki o bir görünüp bir kaybolan hoş kıvrımlar aklımdan canıma kastedecek şeyler geçmesine neden oluyor. Şimdi "Hayatımdaki yaşam koçu sen olur musun?" diyerek onu şaşırtsam sonra da bu şaşkınlık esnasında fırsattan istifade ederek onu öpsem herhalde beni tokat manyağı yapar değil mi? Sırtım hâlâ sızlarken bunu düşünebilmem bile ne kadar cesaretli biri olduğumu belli ediyor olmalı.

Kendimi yeme ihtimalimin yüksek olduğu o kaçınılmaz tokata ruhen hazırlamaya çalışırken Eylül'ün aniden bana doğru dönüp "Neden bana bakıp gülümsüyorsun?" demesiyle içimde bir anda "Kendine gel Ahmet! Bu kız daha ona yaklaşamadan gözünün yaşına bakmaz şuracıkta öldürür seni" sesleri yükselmeye başladı.

Benden bir cevap beklediği için hazır cevap davranıp "Sorun yaşamak istemiyorsan çenene de hakim olup kendine dur demesini bileceksin Eylül" dediğimde yüzüme neden bahsettiğimi anlayamamış gibi baktı ve gözlerini kısarak "Kızacağım bir şey söyleyecektin değil mi?" diye sordu. Aslında söylemekten ziyade yapacaktım desek daha doğru olur.

Önüme dönüp dudağımı bükerek "Can güvenliğimi tehlikeye atan bir şey olduğunu fark edip o düşüncemden ani bir kararla vazgeçtim. Yani şimdilik..." deyince her ne kadar ters ters baksa da başını olumlu bir tavırla salladı ve "Akıllı adamsın ama can güvenliğinin devam etmesini istiyorsan o bahsettiğin şey her ne ise onu bir daha düşünmemek üzere kafandan silsen iyi olur. Emin ol ki şimdi kızacağım bir şey ise zaman fark etmez... Kesin sonra da kızarım" dedikten sonra ikimiz de sessizliğimizi koruyarak evin önüne kadar geldik. Bu bana sürekli diklenen hırçın haliyle o düşüncenin kaybolmasına olanak tanımadığını bilmiyor tabii.

Bahçe kapısını tutup Eylül'e geçmesi için yol açtığımda tam önümden geçerken aniden durdu ve o şiirlere de konu olabilecek güzellikteki devasa gözleriyle bana baktı. Zamanı durdurmak için ne kadar da uygun bir an. Bana baktığı esnada kulaklarıma da bir kurşun sesi gelir gibi oldu. Vuruldum galiba. Hay aksi! Yakından çok daha güzelmiş...

tgujyfgııgy.png


Zihnimde tam onu öpmek üzereyken ne yazık ki Eylül'ün o ağır eliyle suratıma bir tokat çarptığını düşünerek kendime geldim. Hayalken bile Eylüllüğünü yapıyor ya ne diyeyim. Ama elimde değil... İnsan ona birkaç saniye bakınca aklından başka bir şey geçiremiyor. Hayali olarak yediğim tokatın beni sersemletmesiyle aynı anda Eylül'ün de alışık olmadığım bir sakinlikle "Teşekkürler" dediğini duydum. Bu da beni ikinci kez sersemletti. Bana neden teşekkür ediyor anlayamadım.

Tek kelime etmeden ona bakmayı sürdürünce bu söylediğini açıklaması gerektiğini düşünmüş olacak ki bana "Evden çıkarken barut gibiydim. Nedenini sorma çünkü bu konuşmak istemediğim bir konu. Neyse... Sana o kadar ters davranmama rağmen bunu hiç sorun etmedin. Şimdi o gerginliği üzerimden atmış bir halde eve giriyorum ve bana göre bunu sağladığın hatta sevmemene rağmen midyelerimi de limonladığın için içten bir teşekkürü hak ediyorsun" dedi. İyi bir şey söyledi herhalde tam olarak algılayamadım da.

Hâlâ bir şey diyemeden gözlerine bakınca gülümseyerek "Bu sefer gerçekten iyi geceler" deyip eve doğru yürümeye başladı. Ardından bakarken hâlâ sessizliğimi koruyordum. Bana hissettirdiği şeyin ne olduğunu tam anlamıyla anlayabilmek için eve girdiği son saniyeye kadar ona bakmak istedim. Hiçbir şey söylemeden hiçbir şey yapmadan sadece hissetmek istedim o kadar.


aestrdfy.jpg


Ve az önce anahtarlarını kullanarak eve girdi.

Girdi ve içimde onu yeniden görme isteğiyle beni baş başa bıraktı.


•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.523
Tepki
84.169
Puan
113
Konum
İstanbul
11-tilegrhr.png


9.Bölüm : Erkeğin çok bilmişi de bir can sıkar hani!

........::::::::__Ahmet__::::::::........

Eylül'ü bıraktıktan sonra aklım onda kalsa da evin önünden arabamı alıp hastaneye geri döndüm. Çok şükür ki herhangi bir sorun yoktu. Bizim kızlar yokluğumuzda ortalığı iyi idare etmişler. Onlara yine borçlandım ama buna değdi gibi görünüyor yoksa büyük sıkıntı çıkabilirdi. Meral malum yerde yani kardeşimin yanında olunca ben de biraz dinlenmek için odama geçtim.

fsedgh.gif


Bir süre içinde Meral'in de olduğu risk grubundaki hastalarımın dosyalarını inceleyip sonra da çağrı cihazımı yanıma alarak kahve içmek için aşağıya indim. Seri adımlarla yürürken de aklıma düşen bir fikirle beraber ani bir manevrayla yönümü değiştirip soluğu giriş katında bulunan hasta kabuldeki kızların yanında aldım. Onların küçük bir yardımı gerekiyor çünkü.

Aaaa! Orada kimleri görüyorum? İki ay sonra anne olacak olan duygusal gelgitli Dilara ve süsüne püsüne meraklı Çıtır... Pardon Itır. İsmini hep dil sürçmesinden dolayı yanlış söylüyorum sonra da bu başıma bela oluyor. Bu yanlışlığı yanındayken yapmadığım için şanslı günümde olmalıyım.

Yanlarına en sempatik en tatlı halimle yanaşıp kolumu bankoya dayadıktan sonra "Hastanemizin en güzel hasta kabul kızları nasıllar bakalım?" diye sordum. Itır her zamanki gibi kıvırcık saçlarını savurup güler bir yüzle "İyiyiz hocam sizi sormalı" derken Dilara her tipik hamile gibi yine ayaklarının şiş olduğundan başlayıp yaşadığı sıkıntıları bir bir anlatmaya başladı. Vurun beni! Gerçekten vurun.

Size benden bir tavsiye hamile birini görürsen sakın "Nasılsın?" diye sormayın. Hatta hiçbir şey sormayın hemen oradan uzaklaşın çünkü o bir şekilde yaşadığı zorlukları anlatmanın bir yolunu bulup sizi kendisine esir etmeyi başaracaktır. Alın size canlandırmalı minik bir örnek...

"Onca zorluk yaşıyorum ama beni kimse anlamıyor"

"Olur mu hiç Dilara? Ben anlıyorum Itır'da anlıyordur. Değil mi Itır?"

"Evet hocam ben de söylüyorum ama fayda etmiyor"

"Sağ olun siz de olmasanız yüzüme bakanım yok"

"Kızlar bu arada benim sizden küçük bir rica...."

"Lafınızı balla kestim hocam özür dilerim ama çok doluyum. Kocam bana bu sabah ne dedi biliyor musunuz?"

"Ne dedi Dilara?"

"Ağır vasıta! Koridorda yürürken yavaşlığım ve enim dolayısıyla beni geçmeyi bir türlü başaramayınca bana "Ağır vasıta kenara çek çünkü işe geç kalıyorum" dedi. Şu çocuğu bir fırtlatayım görecek o ağır vasıtayı!"

"Ağır ayıp etmiş. Sen ne dedin?"

"Yolu trafiğe kapadım"

"Nasıl yani?"

"Yere oturup ağlayarak tabii ki. Sonra da servise geç kaldığımı fark edip ayağa kalkmak istedim ama yerden bir türlü kalkamadım çünkü çok şişmanım!"

Itır ile beraber çift taraflı olarak Dilara'ya peçete uzatırken morali düzelsin diye "Kendine çok haksızlık ediyorsun. Sen gördüğüm en güzel en şirin hamilesin. İki ay sonra intikamını kocanı gaz çıkarma ve bez değiştirme görevine getirerek alırsın üzülme" dediğimde o da gözyaşlarını ve burnunu silip "Teşekkür ederim Ahmet Hocam aynen dediğiniz gibi yapıp canından bezdireceğim ben o patavatsızı!" dedi. Aklı verenin ben olduğumu söylemesinde sıkıntı yok.

Aaa! Buraya gelme nedenimi az kalsın unutuyordum. Son kez peçete desteğinde bulunup "Kızlar size bir konuda ihtiyacım var. Bana sizden başka kimse yardım edemez" dediğimde Dilara ruh halindeki dalgalanmaya ayak uydurarak kendi derdini unuttu ve heyecanla "Ne oldu hocam gizli görev mi? Bayılırım!" dedi. Az önce ağlıyorken şimdi James Bond'luğa soyundu. Bunu hamile olmasına veriyor ve hemen konuya geçiyorum yoksa onunla fena uğraşırdım.

Gözlerimi ikisinin arasında gezdirirken ciddileşip Eylül'ü kastederek "Acilde dolaşan kırmızı kıyafetli meçhul güzel haberi basıma geçmiş mi?" diye sorduğumda Itır'ın biraz kıskanmış gibi burun büküp gözlerini devirerek "Adı Eylül diyorlar. Kızı gören bütün asistanların dibi düştü. Bir ara kafeteryaya inmiş herkes arkasından kahve alma bahanesiyle kuyruğa girdi. Sayesinde kahve stoğu tükenmiş perişanız" demesiyle ne yalan söyleyeyim biraz bozuldum.

Minik bir öksürükle sesimi toparlayıp "O kuyruktakilerin tam listesini istiyorum!" dediğimde Dilara da kendinden geçmiş bir halde "Ay! Ahmet Hocam kız arkadaşınız mıydı yoksa?" deyiverdi. Hamileye malum olur derler. Eğer gerçekten öyleyse bir yıllık bebek bezi stoğunuz benden Dilara ve Çetin çifti!

Söylediği şey kulağıma çok hoş geldiği için tam "kuyruk" acım yüzünden kızmışken tebessüm edip "Kız arkadaşım değil ama o yöndeki çalışmalarım halen sürmekte ve bu konuda sizden yardım almam gerekiyor" dedim. Kıskanç Itır bu işe pek gönüllü olmasa da "Biz ne yapabiliriz ki?" diyen Dilara'nın istekliliği yeterliydi. Ekip başı bu şekilde kendisini belli edince hemen yamacına yanaşıp "Siz akşam ekibindesiniz. Eylül hastanenin kapısında gözüktüğü anda bana haber vermenizi istiyorum. Kabul mü?" diye sordum. Bunu sorarken bir yandan da peçetelerden birini elime alıp evirip çevirerek çiçek formu verdim ve Dilara'ya uzattım. Göz boyama konusunda başarılı olunca da iyice eridi tabii.

Itır kollarını önünde kavuşturup "Olur da..." derken bir an ikisi de birbirlerine bakıp "Bu işte bizim kârımız ne olacak?" diye sordular. Şaşırmadım çünkü burada işler böyle yürür. Bir iyilik yapacaksan iyilik de görmen gerekiyor. Yalana gerek yok çünkü bunu bazı zamanlar ben de yapıyorum. Hatta geçen ay bu işten epey karlı çıktığım bir gerçek. Ancak şu an tek korkum iki canlı depresif ajan Dilara'nın ne isteyeceğinde. Umarım benden Çetin'in can güvenliğini tehdit edecek bir şey istemez.

"Sizin kârınız ne mi olacak? Mesela ne olsa kendinizi kâra geçmiş hissedersiniz?"

"Hastane yemekleri midemi kaynatıyor"

"Yemek! Uzmanlık alanımdan giriş yaptın Dilara devam et"

"İsim vermek istemiyorum ama duyduğuma göre bazıları özel bir firmadan sağlıklı öğle yemeği paketi alıyormuş"

"Kabul!"

"Üç aylık"

"İki ay sonra doğuracaksın Dilara hastanede bile yoksun"

"Olsun evime gönderirsiniz"

"Sıkı pazarlık ediyorsun"

"Bunun için beni suçlayamazsınız. O da kabul mü?"

"Kabul anlaştık!"

Oradan ayrılırken yüzümü ekşitiyor olsam da itiraf etmeliyim ki akıllıca bir istekti. Şimdi sıra sabah ekibini ayarlamaya kaldı. Kafeteryaya girdiğimde bizim hastanenin gıybet timi de her zamanki yerlerini almış kazan kaynatıyordu. Normal şartlarda onları ne zaman bu halde görsem muhakkak haber başlıklarını alır "Elinize düşenin vay haline" diyerek yanlarından geçer giderim. Ancak bu defa onlara yanaşasım hiç gelmedi çünkü kafeteryaya girdiğim anda fısıldaşma ne kelime beni gördükleri saniye birbirlerine ölümüne dirsek atmaya başladılar. Bu da demek oluyor ki günün flaş haberi Eylül ve ben olmuşuz.

Onlarla göz temasında bulunmadan selam verip sandviçlere bir göz atarken bizim Hasan ağabeye de her zamanki kahvemden istediğimi söyledim. Onunla biraz sohbet edip hazır olan kahvemi aldıktan sonra bizimkilerin masasının yanından geçerken beklenen soruyla muhatap kalmam da gecikmedi. Neyse ki iddialara verilecek cevabım her zaman vardır.

"Ahmet Hocam sizinle ilgili duyduğumuz haberlerin doğruluğunu öğrenmek için bir iki şey sorabilir miyim?"

"Sor Bulut sor"

"Ufukta başınızı bağlayacak bir durum mu söz konusu? Bunu en çok da hastanemizin bekar kız kesimi merak ediyor"

"Bana daha çok sen merak ediyormuşsun gibi geliyor. Hayırdır Bulut? Gözde bekarlar koltuğumda gözün mü var yoksa?"

"Estağfurullah hocam sonuçta bizim de kendi çapımızda bir karizmamız var. Bu arada neden cevap vermediniz? Soranlara açıklama yapmadı demek ki kabul ediyor diyeyim mi?"

"Soruyu bir daha sor"

"Kırmızı renk tez zamanda anlamına gelir. Ufukta başınızı bağlayacak bir durum mu söz konusu?"

"Bu işler kısmet işidir. Bir kızı bin kişi "kuyrukta" bekler bir kişi alır gider. Neden o kişi ben olmayayım değil mi?"

"Helal hocam!"


........::::::::__Ertesi Gün__::::::::........

Gece sıkıntısız geçti ama aynı şeyi sabah için söyleyemeyeceğim. Meral kardeşimin yanından ayrılıp hastaneye yaklaştığını haber verdikten sonra onu karşılamak için aşağıya indim. Yaklaşık beş altı dakika sonra taksiden inip yanıma gelerek uzatmalı iznim için bana teşekkür etti. Bir daha olmamasını isteyip içeriye geçtikten sonra asansöre binip dördüncü kata çıktık ama canımı sıkan bir şey fark ettim. Bu da Meral'in kötü gözüküp titriyor oluşuydu. O an bir şey söylemedim ama odaya geçer geçmez endişemin yersiz olmadığını ve Meral'in başıma iş açtığını anladım.

Muayene sonrası sonuçları elime ulaşan akciğer filmi de can sıkıntımı ikiye katladı. Şüphem doğru çıkmış ve Meral başka derdimiz yokmuş gibi bir de üzerine zatürre olmuştu. Bu da demek oluyor ki bir çuval incir heba oldu! Hastanemizin güzide doktorlarından biri olan göğüs hastalıkları uzmanı Jale Güder ile birlikte durumu değerlendirip Meral'in tedavisinin onun kontrolünde olarak hemen başlamasını sağladık. Bu noktada Meral ona emanet olacak yani. Gün boyunca ateşi çok yüksek seyrettiği için sık sık Meral'in yanına uğrayıp onu kontrol etmem gerekti. Çok bitkin ve solgun görünüyordu.

Şaka gibi! Onu iyi olması için gönderdim ama o daha beter bir halde geri döndü. Artık iyileşene kadar şu hastaneden burnunun ucunu bile çıkaramaz. Bitti o anlayışlı doktor Ahmet Bey hallerim!

Acil girişli bir hastamla ilgilendikten sonra gece geç bir vakitte Meral'in yanına çıktım. Odaya gayet resmi bir tavırla girip sandalyeyi yanına sürükledikten sonra hiçbir şey söylemeden oturdum ve hemşiresinin gün boyunca aldığı notlara şöyle bir göz gezdirdim. Aslında en ince ayrıntıdan bile haberdarım ama yalan yok Meral'i bu sessizliğimle biraz germek istedim. Başardım gibi gözüküyor çünkü şu an karşımda tam bir süt dökmüş kedi görüntüsü sergiliyor.

Bir sonraki sayfaya bakarken mesafeli bir tavırla "Yaptığını beğendin mi Meral?" diye sordum. O an yüzüne bakmıyordum ama sessizlik olunca cevap beklediğimi belli etmek için bakışlarımı ona doğru çevirdim. Çok tedirgindi ve "Hangi yaptığımı?" derken bu ses tonuna da yansıyordu. Hangi yaptığımı da güzel bir soru aslında. İnsan hangi birinden başlasam diye düşünüyor ama şu an için konumuz belliydi. Sapmak olmaz.

"Bu hale gelmene neden olandan bahsediyorum"

"Ahmet Bey ben..."

"Sen sanki başka sıkıntımız yokmuş gibi bir de üstüne zatürre oldun Meral farkında mısın?"

"Zatürre mi? Ben sadece üşüttüm sanmıştım"

"Sadece basit bir üşütme değilmiş değil mi?"

"İnanın ben böyle olacağını bilemedim"

"Halbuki seni defalarca uyarmıştım"

"Evet uyarmıştınız"

"Bana söz vermene rağmen tanıtım gecesini bahane ederek bir süredir kendini çok boşladın. Dinlenmiyorsun iki kilo kaybettin çünkü belli ki gıdana da dikkat etmiyorsun. Dün geceyi hiç katmıyorum çünkü sana soğukta durma demekten dilimde tüy kalmadı"

"Özür dilerim. Çok özür dilerim"

"Özür dilemenizin bir faydası yok Meral Hanım. Ameliyatınız için her şeyin kusursuz olmasını sağlayıp tüm prosedürlerin tamamlanması için bu kadar özenle hazırlandıktan sonra şu an karşıma bu halde geldiğiniz için canım bir hayli sıkılmış vaziyette"

"Neden benimle sizli bizli konuştunuz?"

"Resmi bir dille yaklaşırsam hem doktorun olduğumu hem de olayın ciddiyetini daha iyi kavrarsın diye düşündüm. Bunu bir süredir unutmuş gözüküyorsun çünkü"

"Anladım ama bana bu kadar kızmayın lütfen. Hem ameliyat sırasında burnumu çekmek gibi ya da öksürmek gibi bir reflekse ihtiyacım olmayacak ki"

"Evet ameliyat sırasında hapşırmayacaksın ya da köh köh öksürmeyeceksin"

"Yani bu açıdan çok da önemli bir durum yok"

"Sözümü bitirmemiştim"

"Affedersiniz"

"Hapşırmayacaksın öksürmeyeceksin ya da ateşlenmeyeceksin çünkü ameliyat sırasında bu tarz belirtiler veren bir hastalığının olmamasını sağlayacağız"

"Harika! İnsanı bir iki gün içinde iyileştiren ilaçlar olduğunu bilmiyordum"

"Yok zaten! Dikkatsizliğin yüzünden ameliyatını bu sabah ileri bir tarihe ertelemek zorunda kaldım"

"Ne! Ama neden?"

"Vücut direncin bu kadar düşmüşken beyninin içinde fink atacağımı düşünmedin herhalde"

"Yani bu..."

"Yani bu göğüs hastalıkları uzmanımızın başlattığı uygun tedavi sayesinde en az iki hafta sahalardan uzak kalacağın anlamına geliyor"

"Ahmet Bey yapmayın"

"Ben bir şey yapmadım ki Meral! Sen ne yaptıysan kendi kendine yaptın"

"Bir dakika bir dakika! Bu Selim'i de en az iki hafta daha göremeyeceğim anlamına mı geliyor?"

"Meral ameliyat olman gerekirken zatürre oldun diyorum tek derdin Selim'i görüp göremeyecek olman mı Allah aşkına?"

"Evet şu an tek derdim bu"

"Tamam bu süre içinde telefonla konuşabilirsiniz ama bu sefer beni kandırman sonucunda sana iznin vermiş olsam bile bu hastaneden dışarıya adımını dahi atmamanı sağlayacağım. Daha fazla risk alamam Meral üzgünüm"

"Ama Selim iki hafta boyunca bana ulaşamazsa çıldırır"

"Alışır ya da..."

"Ya da ne?"

"Selim'e söylersin o da buraya gelir ve bu iki hafta boyunca sana destek olur"

"Olmaz bunu yaparsam ona ameliyat olacağımı da söylemem gerekir"

"Çoktan söylemeliydin zaten!"

Sesimi yükselttiğimin farkındayım. Bunun için de üzgünüm ama gerçekten bu son dakika golü tüm planlarımı alt üst ettiği için sinirlerime hakim olmakta bir miktar zorluk yaşıyorum. Her şey yeterince sıkıntılı ilerlemiyormuş gibi bir de ekstra engeller çıkmıyor mu? İşte o an o olumlu o pozitif Ahmet birkaç dakikalığına nefes almak için ortadan yok oluyor.

Bu duruma Meral'de çok üzülüyor biliyorum. Hatta belki de benden bile daha çok üzülüyor çünkü o bu iki haftalık gecikmenin üstüne bir de kardeşimden uzak kalmak zorunda olacak. Halbuki şu inadını bir kırsa Selim'e her şeyi anlatıp yanına çağırsa belki de hiç düşündüğü gibi olmayacak. Bunu da Meral'e bu konuda çanak tutan kişi olarak benim söylüyor olmam ne enteresan oldu değil mi? Biliyorum ve buna rağmen susuyorum. Selim bunları öğrenince beni öldürecek!

Uzun bir sessizliğin ardından o iyi niyetli Ahmet geri döndü çünkü Meral'i bu kadar üzgün bir halde görünce daha fazla dayanamadı. Elimdeki dosyayı aldığım yere bırakıp konuyu değiştirerek "Buraya gelirken Selim'e ne dedin Meral?" diye sordum. Neden susuyor anlayamadım. Halbuki gayet basit bir soru sorduğumu düşünüyorum. Gözlerimi üzerine diktiğimde konuşmaya karar vererek "Bir süre buralarda olamayacağımı belirttiğim bir not bıraktım" dediğini resmen öksürüğünün ardında gizlemeye çalıştı.

Duyduğum şeyi algılamaya çalışırken gülmeye başladım çünkü belli ki bana şaka yapıyordu. Sandalyemde biraz daha rahat bir tavırla oturup "Tamam hadi artık normale dönelim. Gerçekten ne söyledin onu duymak istiyorum" diye sorduğumda yüzüme "Söyledim ya" der gibi bakınca ona kilitlendim. Çünkü bu bakışın o bakış olmadığına kendimi ikna etmeye çalışıyorum. O ise gözlerini kaçırıp huzursuz bir halde parmağını pikesine dolayıp "Bir şey söylemedim. Dediğim gibi çıkmadan önce salondaki sehpanın üzerine bir not bıraktım" dedi. Not mu bırakmış! Sadece o kadar mı? Bunu duyar duymaz doğrulup "Doğru mu duydum?" der gibi bakarak "Şaka yapıyorsun değil mi? Meral rica ediyorum bana şaka yaptığını söyle" dedim. Pek şaka yaptığı söylenemezdi.


5VL5ol.png


"Karşısına geçip de Selim ben gidiyorum diyemezdim. Bunun nedenini sorgulardı ve bu da benim ağlayıp aslında durumun ne kadar ciddi olduğunu belli etmeme neden olurdu"

"Bu haksızlık! Selim'e bunu yapamazsın. Dün gece konuşulanları duymadın mı? Aynı şeyleri ona bir daha mı yaşatacaksın Meral? Selim'in yıllardır içten içe neler yaşamış olduğunu bilirken ona bir hoşça kalı çok mu göreceksin yani?"

Hay aksi! Hoşça kal mı? Ona böyle bir şey dememeliydim. Yüzü saniyeler içinde o kadar kötü bir hal aldı ki kendimi "Aferin Ahmet! Kızın zaten on gram inancı vardı onu da yerle bir ettin" derken buldum. Bunun düzeltmem lazım. Kötü gözükmesine rağmen soğukkanlı görünmeye çalışıp "Aynı şeyleri yaşatmak derken öldüğüm takdirde mi demek istiyorsunuz? Ama hani sonu olumsuza yelken açan cümleler kurmuyorduk? Yükseltmeye çalıştığımız yüzdelerim yavaş yavaş düşüyor mu yoksa?" dediğinde kendimi büyük bir çam devirmişim gibi hissettim. Nasıl bu kadar aptalca bir söz söyleyebildim gerçekten anlayamıyorum. Bunu yorgunluğuma vermek istiyorum.

Mahcup bir tavırla başımı iki yana sallayarak "Öyle demek istemedim" demek zorunda kaldım. Aslında onu demek istedim ama bunu içimden demem gerekiyordu. Ama gerçekçi olmak gerekirse durum da bu... Üzgünüm. Ağlayıp ağlamamak arasında gidip geldikten sonra burukça gülümseyip "Ama dediniz" deyince Meral'e bakıp kaldım. Hiçbir şey söyleyemedim. Ne söyleyeceğimi de bilemedim. Sanki ne desem bu onu daha iyi hissettirmeyecek gibiydi. Lanet olsun! Bazen ne dediğimin gerçekten farkında olmuyorum.

Meral önüne bakarak benimle göz temasına geçmeyince ona doğru yaklaşıp elini avuçlarımın arasına aldım. Bana güven demek istedim belki de. Ona dikkatle bakarak "Meral bana izin vermeni istiyorum" dediğimde sonunda o da kaçırdığı bakışlarını bana doğru çevirdi. Bu iznin manasını düşünürken "Size ne için izin vermem gerekiyor?" diye sorunca kabul etmeme olasılığının yüksek oluşu sebebiyle dişlerimi sıkıp "İzin ver gidip Selim ile konuşayım. Ona uygun bir dille ne aşamada olduğumuzu ve bundan sonra nasıl bir yol izleyeceğimizi anlatırım sonra da kendisini hazır hissettiğinde buraya yanına getiririm" dedim. Beni şaşırttı çünkü hiçbir şey söylemedi. O da bunu istiyor ama yapamıyor. Onu tutan bir şey var sanki.

Sessizlik sırasında "Böyle bir şey yapmanızı istemiyorum" diyeceğini anladığım anda lafını kesip "Hemen cevap verme biraz düşün. Kardeşimi senden daha iyi tanıyorum Meral ve onu neyin daha çok üzeceğini emin ol senden daha iyi biliyorum" dedikten sonra ayağa kalktım. Arkamı döndüğümde de yerde bir köşeye sıkışmış paket olduğunu fark ettim. Meral'e "Bu senin mi?" diyerek elime aldığımda da ses çıkmadı. Cevap vermediği için ona doğru dönüp daldığını görünce de "Meral sana diyorum" demek zorunda kaldım. Şaşırmış gibi bakmaya başladı. Daldığı ve beni duymadığı belliydi.

Elimdeki paketi gösterip "Yere düşmüş bu senin mi?" diye sorduğumda düşünceli gözlerle bakıp elini uzattı. Yanına gidip serum dolayısıyla tek elini kullanabildiği için paketi açmasına yardım ettim ama o da ne? İçinden bir defter ve el yazısıyla yazılmış bir not çıktı.

Sana "Bana ne yapıyorsun böyle?" diye sormuştum hatırladın mı?
Şimdi bunu neden söylediğimi daha anla diye ilk günden bugüne üzerimde nasıl bir iz bıraktığını içimde nasıl büyük bir hızla büyüdüğünü sana göstermek istiyorum.
Seni seviyorum
Selim


Üzgünüm Meral ama aramız her ne kadar bozuk olsa da burada kardeşimi ayakta alkışlamak zorundayım. Burada yokken bile varlığını sevdiği kadına hissettirişi ve kararlarını etkileyebilecek hareketlerde bulunması gerçekten hoşuma gitti. Ayrıca kimin kardeşi!

İster istemez gülümseyip defteri Meral'in ellerine bıraktım ve "Hmm... Sanırım kardeşim farkında olmadan seni nasıl ikna edeceğini bulmuş bile. Aferin ona!" dedikten sonra ima içeriği yüksek bir bakışla "Sen şimdi rahat rahat oku kritiğini sonra yaparız" deyip odadan çıktım. Odadan çıkar çıkmaz da aklıma gelen tek şey bu işe artık el atılması gerektiği oldu. Ama bunu yalnız yapamam. Sanırım birinin yardımına daha başvurmam gerekecek. Sesini duymak için can attığım birinin...

fghgfd.jpg

........::::::::__Eylül__::::::::........

"Durgunsun Eylül"

Gözlerimi Rüya'dan alıp Ela'ya çevirdiğimde bana endişeyle bakıyordu. Ona Buğra'nın aradığını söyleyemiyorum çünkü Tolga ile önceden konuşup anlaştık ve hassas bir döneminde olduğu için Ela'nın bilmesini gerektirecek önemde bir şey olmadığı sürece ona Buğra'dan ya da canını sıkacak herhangi bir şeyden bahsetmemeye karar verdik. Sonuçta İstanbul'a biraz nefes alıp sorunlardan uzaklaşmak ve kendisini toparlamak için geldi. Ona yardımcı olmak gerekiyor. Ayrıca bu aralarda epey sıkıntılı durumdalar. Boşanma olayından dolayı bir avukatla konuştular ve avukatları da Ela'nın bebeğiyle beraber Buğra'dan habersiz kaçar gibi uzaklaşmasının sıkıntı yaratacağını söylemiş.

Kısacası Ela öyle ya da böyle İzmir'e geri dönmek zorunda kalacak. Bu sebeptendir ki şimdi bu durgunluğumu açıklayacak Buğra dışında bir bahane bulmam gerekiyor. Düşünüyorum da aklıma da şu sıralar hayatımdaki tek yenilikten başka bir şey gelmiyor. Konuşulacak hali hazırda pek de fazla konum yok yani.

"Aslında durgun değil de biraz şaşkınım sanki"

"Bu şaşkınlığının sebebi ne?"

"Sebebi şey..."

"Sen iyi misin?"

"İyiyim Ela bunaltma insanı!"

"Eylül konuyu açan sensin"

"Evet ben açtım haklısın. Tamam söylüyorum. Bu evi satın alan adamla tanıştım"

"Ahmet Atahan"

"Ben ona kısaca "Doktor!" demeyi tercih ediyorum"

"Hmm... Konu başlıkların arasında onu ismen dikkat çekici bir hale getirerek sabitledin yani"


tumblr_nlbcucJZWf1rtocego2_250-tile.jpg


"Duvara sabitlemişliğim var. Sayılır mı?"

"Ne?"

"Öyle bir şey yapmadım diyorum"

"Yapmışsın. Neden ona adıyla hitap etmiyorsun peki?"

"Ne bileyim ben! İlk anda ağzımdan doktor diye çıktı öyle de devam etti. Hem ne mana şimdi? Senin yaptığına da resmen öküzün altında buzağı arıyor denir Ela!"

"Eylül..."

"Efendim?"

"Ne yaptı da kızdırdı seni?"

"Hayatıma sızıyor"

"Bundan rahatsız mısın?"

"Belli olmuyor mu?"

"Niye bunu yapmasına izin veriyorsun o zaman?"

"Sızmak Ela! Gizlice belli etmeden ortama yayılmak içeriye Truva atı yollamak anlamına gelir"

Ela bir anda gülerek "Çok alemsin Eylül! Sızmayı bu şekilde ancak sen anlatabilirdin zaten" demeye başlayınca olaya yeterince ciddiyet göstermediği için kafam attı. Hayır yani gülecek ne var anlamadım! Ayağa kalkıp salonu turlayarak kitaplıklara üstünkörü bakarken Ela'nın pusetinde uyuyan Rüya'yı kontrol edip bana da "Ahmet Bey'i burada misafir ettiğimizde gayet efendi biri olduğu izlenimi aldım. Ayrıca Tolga ile araları da gayet iyi. Hoş sohbet ve oldukça da kaliteli bir adam. Bence aile dostu olarak görüşüp kaynaşılabilecek biri keza ailesi de öyle. Sen neden ona karşı negatifsin anlayamadım" demesiyle gözlerimi devirdim. Ne yani o mükemmel de ben mi arızayım?

Ela gözlerimi devirdiğimi fark edince "Sana göre nasıl biri peki?" diye sordu. Aaa! Bu sorunun devamında sıkıntı çıkacağını ve Ela'nın da bu sızma girişimlerinde etkili bir rol oynamaya çalışacağını düşünüyorum ama atı içeriye almasına izin veremem. Kendimi koltuğa bırakıp "Konu kilit Ela! Az önce yoruma kapattım" dediğimde gülümsemeye devam ederek "Pekala dediğin gibi olsun. Ben bir duş alsam sen de Rüya'nın yanında kalır mısın? Uyuyor zaten" dedi. Of ya! Şu işi Tolga varken yapsaya!

"Uyanana kadar gelirsin değil mi? Ela beni bu küçük cadıyla yine yalnız bırakma ne olur"

"Eylül kızımdan bir canavarmış gibi bahsetme lütfen"

"Ne bileyim ya kalabalık ortamda iyi de yalnız kalınca korkuyorum ben bu bebeklerden"

"Neden?"

"Elektriğimiz tutmuyor işte! Ağlar şimdi susturamam da"

"Bir şey olmaz. Ağlarsa kucağına alıp sırtını bastırmadan hafif hafif ovuşturursun baktın işe yaramıyor hemen o her zaman mırıldandığım ninniyi söylersin tekrar dalar"

"Ben ninni falan söyleyemem"

"O an ki korkundan arya bile söylersin Eylül merak etme"

"Sağ ol Ela içimi rahatlattın!"

"Korkma benim minicik kızım yemez seni ben de hemen dönerim"

Ela merdivenleri çıkarken ufaklığa şöyle bir bakıp "Uyu teyzem sen bakma bu annene o hâlâ lohusa kafasında ne dediğini bilmiyor" dedikten sonra ses çıkarmamak için büyük bir özen göstererek koltuğa geri oturdum. Derginin sayfaları da hışırtı yapınca boş boş oturmaktan başka bir şey de yapamadım. Bebişe bak bacak kadar bile olmayan boyuyla karşısında mum etti beni!

Bu arada Ela'nın her zaman mırıldandığı ninni neydi ki? Şimdiden afakanlar bastı. Nefes almak için pencereyi de açamıyorum çünkü içeride bebe var! Gözlerim Ela'nın aşağıya inme olasılığına karşı merdiveni kollarken dakikalar sonra telefonum çalmaya başladı. Hay aksi! Yerimden hızla kalkıp telefonumu çantamın içinden çıkarmaya çalışırken de doğal olarak Rüya ses yüzünden uyanıp ağlamaya başladı. Çıkan sesin cırtlaklığını duymadığına sevinmelisin.

Telefonu kimin aradığına bile bakmadan açıp "Bir saniye!" dedikten sonra onu bir kenara bırakıp zırıl zırıl ağlayan Rüya'yı yüzümü ekşiterek kucağıma aldım. Öyle de bir ağlıyor ki sanırsın etinden et koptu. Senin de alacağın olsun Rüya hep annen yokken yapıyorsun yapacağını! Of! Elim ayağımda birbirine girdi. Ne yapıyorduk şimdi? Arya söyleyip çocuğu ters mi çeviriyorduk ne yapıyorduk! Tamam tamam telaşa mahal yok hemen odaklanıyorum. Ninni artı sırt sıvazlıyorduk olay şipşak bitiyordu.

"Dandini dandini dastana danalar girmiş bostana kov bostancı danayı yemesin lahanayı. Arkadaş ne biçim ninni bu ya çocuğun aklı bir tarafına kaçacak! Lahana yiyen dananın ne işi var el kadar bebenin ninnisinde!"

Hâlâ ağlıyor bu çocuk! Ninninin yeniden modernize ettiğim alt yapısını mı sevmedi ne etti anlayamadım. Odanın içinde telaşla dört dönüp Rüya'yı pışpışlarken gözüme açık halde duran telefonum çarptı. Kimin aradığını anlamak için elime alıp kulağıma götürdüğümde "Eylüüül!" diye seslenen doktorun sesini duydum. Bu saatte neden beni arıyor ki? Kolumda Rüya elimde telefonla salonu turlamaya devam ederken "Ne var!" dediğimde doktor da bana "Kucağında Rüya mı var?" diye sordu. Hayır hayır! Rüya tatlı mı tatlı minnak bir bebek ama bu resmen bir canavar!

fdhdf.gif


Doğru tahmin ettiğini ve Rüya'nın kucağımda cırladığını söylediğimde duruma biraz taktiksel yaklaşarak "Tamam şimdi sakinleş çünkü bu Bayan Panik halinle bebeği daha çok korkutuyor olmalısın. Ayrıca sakın bir daha ninni söylemeye kalkma çünkü benim bile aklım bir yerlere kaçtı aman diyeyim" dedikten sonra gözlerimi devirip "Onu bunu bırak da nasıl susturacağım ben bu çocuğu onu söyle doktor! Eğer parlak bir fikrin yoksa da bugün yarın gel!" dememle birlikte "Önce sakinleş sonra da Rüya'yı kucağındayken hafifçe sağa yatırarak yavaş yavaş salla ve kulağına doğru yumuşak bir tonlamayla da uzun uzun "Şşşşşşşşşşt" de. Bu bebeğe anne karnındaki ortamını hatırlatır" dedi.

Erkeğin çokbilmişi de bir can sıkar hani! Deneyelim bakalım doktor efendinin yöntemlerini. Beklemesini isteyip dediklerini harfiyen uyguladım ve bilin bakalım birkaç saniye içinde ne oldu? Bu küçük cadı sustu!

"Eylül işe yaradı mı?"

"Ses kesildi ama boncuk boncuk etrafa bakınıyor. Yine ağlar mı?"

"Bilmem ama pozisyonunu bozmadan onu biraz dolaştırsan iyi edersin"

"Tamam onu da yapıyorum. Bu arada her ne kadar senin yüzünden ağlasa da yine de yardımın için teşekkür ederim. Sen olmasan Ela gelene kadar cıyak cıyak bağırırdı herhalde"

"Fazla gerginsin Rüya da bunu hissediyor olmalı"

"Bebekler konusunda pek bir bilgi birikimin yok. O yüzden de sana bu konuda güvenmek zorundayım. Bu arada sen neden aramıştın Meral iyi mi? Uyuduğu için gelme demiştin ama ihtiyaç varsa gelebilirim"

"Az önce biraz konuştuk ona zatürre olduğunu ve ameliyatını en az ki hafta ertelemek zorunda kalacağımızı söyledim"

"Nasıl karşıladı?"

"Bana Selim'i iki hafta göremeyecek miyim diye sordu. Ben ona ne diyorum o bana Selim bana iki hafta ulaşamazsa çıldırır diyor. Bu kız sağlığını ikinci plana atıyor. Varsa yoksa Selim!"

"Ne bekliyordun?"

"Ne?"

"Adı üstünde "Aşık" işte! Herhalde varsa yoksa birbirleri olacak"

"Giderken Selim'e hiçbir şey söylememiş sadece not bırakmış"

"Nasıl yani? Tamam ameliyat olacağını saklamak isteyebilir ama en azından bir bahane uydurup bir süre neden ona ulaşamayacağını söylemesi gerekiyordu"

"Ama söylememiş"

"Ee! Ne olacak şimdi?"

"Meral'den bana Selim ile konuşmam ve ona uygun bir dille durumu açıklamam için izin vermesini istedim"

"O ne dedi?"

"Sustu"

"Kararsız yani"

"Aynen öyle. Bir yanı istiyor ama bir yanı buna karşı çıkıyor"

"Şimdi ne olacak?"

"Bana yardım edebileceğini düşündüm"

"Nasıl bir yardım bu?"

"Hadi ama Eylül! Kadın kadının dilinden anlar gel de ikna et şu kızı arayıp çağırsın Selim'i!"

"Ben nasıl ikna edeyim ya!"

"Bilmiyorum ama yanında benden başka kimse yok. Bence ona bu konuda ikinci bir göz olup yol gösterebilirsin"

"Yolunu kaybetmiş birinden yol tarif etmesini bekliyorsun doktor!"

"Bir kere terzi kendi söküğünü dikemez ama başkasına faydası olur. Hem belli mi olur belki biri çıkar o da sana gitmen gereken yolu tarif eder. Sana hiç navigasyon anlamında iyi olduğumu söylemiş miydim? Neyse bu geniş konuyu yemeğe çıktığımızda konuşuruz"

"Hangi yemeğe?"

"Refakatçi olmayı ve Meral ile konuşmayı kabul ettiğin için seni teşekkür manasında çıkaracağım yemekten bahsediyorum"

"Seninle yemeğe falan çıkmam unut bunu!"

"Midye yemiştin ama"

"O ayaküstü atıştırmalık bir şeydi. Yemekten sayılmaz"

"On dokuz adet midye yemekten sayılmaz mı? Neyse tamam bunun tartışmasını da yemek sırasında yaparız"

"Doktor!"

"Bağırma istersen çünkü bebeği ağlatırsan yine başa dönersin"

"Seninle ilgili ne hissettiğimi söyleyeyim mi?"

"Çok isterim"

"Kafamı bozuyorsun!"

"Bu negatif düşünceyi düzeltmem için bir fırsat ver o zaman"

"Öyle bir fırsatın olmayacak"

"İddia kabul edildi"

"Ne? Ben seninle iddiaya falan girmedim"

"Girdin"

"Doktor!"

"Eylül!"

"Kahretsin! Rüya mızıldıyor kapat!"

"Tamam!"

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.523
Tepki
84.169
Puan
113
Konum
İstanbul
VPMb3j.png


10.Bölüm Seninle değil yemeğe asansörle üst kata bile çıkmam doktor

........::::::::__Ahmet__::::::::........

"Kendini nasıl hissediyorsun Meral?"

Bu soruyu soruyorum çünkü ben odasından çıktıktan sonra her ne olduysa bu Meral'in ciddi bir atak geçirmesine neden oldu. Çağrı cihazımın sesine mümkün olabildiği kadar çabuk cevap vermeye çalışarak kısacık bir sürede Meral'in yanına gittiğimde nefes alamıyordu ve bu sebeptendir ki büyük bir panik yaşıyordu. Onu o halde görmenin berbat bir his olduğunu söylemek zorundayım. Yaşadıklarından dolayı yoğun stres altında olduğu için anksiyete problemi olduğunu biliyorum. Ne yazık ki bunun üzerine bir de zatürreden kaynaklı olarak ekstra bir nefes darlığı yaşamak zorunda kalıyor. İkisi birleşince de haliyle ortaya böyle can sıkıcı bir tablo çıktı.

Tahmin edilebileceği üzere Meral neyi olduğunu anlayamadığı için korkuya kapılmıştı ve bundan dolayı da can hıraş bir halde çırpınıyordu. Ben de bir yandan soruna müdahale etmeye çalışıp bir yandan da onu sakinleştirerek bir şeyi olmadığını birazdan rahatça nefes alabileceğini anlamasını sağlıyordum ama o an dinleyen kim modundaydık. Meral için zor geçen dakikalardı ama sonunda durum kontrol altına alındı ve Meral de nefes alabildiğini hissedince yavaş yavaş sakinleşmeye başladı.

Sakinleşmesine iki kat sevindim çünkü farkında değildi ama rahatlayana kadar elini gırtlağımdan çekmedi. Bir an beni öldürecek sandım. Şaka bir yana o kadar da korkmuştu ki hâlâ ağlıyordu. Neyse geçti gitti ve şimdi gayet iyi. Verdiğimiz sakinleştiriciler sayesinde de güzel bir uyku çekti. Yani çektiğini düşünüyorum. Birazdan öğrenirim zaten.

"Bana her ne yaptıysanız işe yaramış. Peki siz nasılsınız? Umarım o korkuyla sizi fazla hırpalamamışımdır"

"Göründüğün kadar narin değilmişsin. Ortak bir kavgaya girsek beni koruyabileceğini düşünüyorum. Bence darp raporu almadığıma sevinmelisin"

"Özür dilerim. Gerçekten istemeden oldu"

"Biliyorum sadece takılıyordum. Sonuçta senin elinde olan bir şey değildi"

"Kendimi daha önce hiç bu kadar kötü hissetmemiştim"

"Yaşadığın şeyleri düşününce böyle bir reaksiyon göstermen normal sayılabilir ama ben yine de tetikleyiciyi merak ediyorum. Ne oldu birdenbire?"

"Selim ile konuşuyorduk"

"Bir saniye! Şimdi benim içeriye girdiğimde gördüğüm o dehşet verici sahneye Selim'de telefondan mı şahit oldu demek istiyorsun?"

"Hayır ona yansıdığını sanmıyorum. Soluğum kesilip konuşmaya devam edemeyince bir sorun olduğunu anlamasın diye telefonu kapattım"

"Tetikçimiz Selim'di yani"

"Tetikçi demesek?"

"Tamam ama sen de hemen korumaya başlama şu huysuz adamı"

"Ahmet Bey!"

"Of! Senin yanında da Selim'e bir şey denmiyor"

"Çünkü huysuz diye itham ettiğiniz o adamı seviyorum"

"Farkındayım ve ister inan ister inanma bu beni çok mutlu ediyor"

"Gerçekten mi?"

"İki değer verdiğim insansınız. Neden mutlu olmayayım ki?"

"Selim'e birkaç hafta görüşemeyeceğimizi ama bu süre içinde onu arayacağımı söylediğimde bana ne dedi biliyor musunuz?"

"Ne dedi?"

"Beni sadece yanına gelmemi istediğin zaman ara dedi. Daha doğrusu ona bunu mesaj yoluyla iletmeliymişim çünkü diğer aramalarımı canı ne kadar yanarsa yansın sesimi duymaya ne kadar ihtiyacı olursa olsun cevaplamayacağını söyledi. Kısacası onun sesini duymak istiyorsam yanımda olmasına da izin vermem gerekiyormuş"

"Ooo! Çok iyi demiş"

"Ahmet Bey siz kimden yanasınız?"

"Seni ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun ama bu konuda Selim'i haklı buluyorum Meral"

"Ne zamandan beri kardeşinizi bu konularda haklı buluyorsunuz peki?"

"Aklımı başıma getirdiğinden beri"

"Şimdi de benim aklımı mı başıma getirmeye çalışıyorsunuz?"

"Bunun için bana ihtiyacın var mı?"

"Benim Selim'e ihtiyacım var ama bu haldeyken onu görürsem de... Of! Neden böyle oluyor bilmiyorum ama doğru düşünemiyorum galiba"

"Senin yerine düşünmemi ister misin?"

"Bunu yaptığınızda ortaya ne çıkacağını biliyorum. Siz onun burada olması gerektiğini düşünüyorsunuz"

"İyi günde ve kötü günde ölüm bizi ayırana dek sözü sana neyi anımsatıyor Meral?"

"Yüzdelerimin hızla düşmekte olduğunu"

"Hmm... Bunu söylemen de bana sürekli bardağın boş tarafına bakan pesimist biri olduğunu düşündürüyor"

"Bardağın dolu tarafı da mı var?"

"Al işte! Nerede benim o küçücük umuduna bile sıkı sıkıya sarılan güçlü hastam? Söyle hadi! Ne yaptın ona?"

"O güçlü olduğu için sürüden ayrılıp Selim'in yanında kalmayı tercih etti"

"O halde kardeşimden onu bir an önce buraya getirmesini istemeliyim"

Yine ses çıkarmadı. Selim'in yanında olmasını ne kadar istiyorsa bunun sonuçlarından da bir o kadar korkuyor gibi bir hali var. Bunu yapmanın yanlış olduğunu düşünüyor olmalı. Ona daha ılımlı bir tavırla yaklaşıp tam az önceki sözümü açıklamaya çalışarak "İyi günde ve kötü günde ölüm bizi ayırana dek sözü yani ne yaşarsak yaşayalım sonucu ne olursa olsun eğer birbirimizin..." diyordum ki odanın kapısı açıldı ve içeriye tabiatında hırçınlık saklı olan yakıcı bir güneş doğdu. Eylül geldi yani. Gelişi de neden bu kadar uzun sürdü anlayamadım. Halbuki Meral'in yanına gelmeden önce ulaklarım tarafından bana hastaneye giriş yaptığı söylenmişti.

Biraz da bunalmış galiba çünkü içeriye girer girmez yarıda kestiği lafımı tamamlayıp "Eğer birbirinizin iyi günlerini hak etmek istiyorsanız kötü günlerinize de can-ı gönülden iştirak etmeniz gerektiği çünkü ancak bu şekilde tam bir bütün olabileceğinizi anlatmaya çalışıyor. Konuşmanızın bitmesini beklerken kapıda ağaç oldum da doktor lafı daha fazla uzatmadan içeriye girip söyleyeceklerinin özetini geçeyim dedim. Malum kendisi konuşmayı pek bir seviyor" diyerek sonunda da bana lafını sokuşturdu.

Onu çağırırken biraz sinirlendirmiştim. Bu onun asabiyeti olmalı ama bence bunu yapmazsa rahat da edemiyor. Yani bana laf etmezse demek istiyorum. Neyse ki ben onun bu kendine güvenli ve bir o kadar da atarlı olan hallerini seviyorum. İnsan onunla ağız dalaşına mı girsin yoksa geçsin karşısına o kocaman açtığı gözlerinin güzelliği mi izlesin karar veremiyor.

Hınzırca gülümseyip Meral ile göz göze geldikten sonra baş parmağımla tam arkamda duran Eylül'ü işaret ederek kinayeli bir tonlamayla "Hemen hemen böyle bir şey söyleyecektim ama lafı "bu kadar çok" uzatmayacaktım" deyip başımı geriye yasladım ve Eylül'e bakarak "Bu arada geciktin" dedim. Kahretsin! Tersten bakıldığında da çok güzel görünüyormuş. Boynumun tutulması pahasına gözlerimi ondan uzaklaştıramayacağım gibi görünüyor.

1dLvP5.gif


"Ben bir kadınım! Gecikirsem değil gecikmezsem şaşır"

"O halde refakatçi olmayı kabul ettiğin için sana borçlandığım teşekkür yemeğine yarım saat geç gelsem sorun olmaz"

"Seninle değil yemeğe asansörle üst kata bile çıkmam doktor. Unut bunu"

"Bence bunu şaraplarımızı yudumlarken tartışalım. Şu an yeri değil hastayı rahatsız ediyoruz"

Hasta halinden memnun gözüküyor da refakatçiyi kızdırdım galiba. Eylül o aşık olunası gözlerini devirip "Nöbet değişimi öneriyorum! Senin ilgilenmen gereken hastaların yok mu?" diyerek bana doğru eğilince o bahsi geçen gözler gözlerimle aynı hizaya geldi ve doğal olarak tüm dikkatimi üzerine çekerek bir cevap vermemi imkansız kıldı. Ona bakarken gülümsememi de engelleyemedim. Fark eder etmez bunun için de bir fırça atacağından eminim. Ama bu an için değerdi.

Eylül rahatsız olmuşçasına aniden gözlerini kaçırınca gerilmesin diye rahat davranıp ayaklarımı kaldırarak üst üste bir şekilde Meral'in yatağına dayadım ve "Ben zaten ilgilenmem gereken hastamın yanındayım. Ayrıca çağrı cihazım da yanımda sorun olursa bana oradan ulaşabilirler ama yine de ilgilenip sorduğun için teşekkür ederim" deyip oturması için koltuğu işaret ettim. Bakışlarından anladığım kadarıyla beni öldürecek sonra diriltip bir daha öldürecek.

Meral ile bakışırken Eylül de hırsını ceketinden çıkararak "Madem hastanın başından ayrılmayacaktın beni neden çağırdın be adam!" dedikten sonra hızla bana dönüp "Sesli düşündüm cevap vermezsen sevinirim" dedi. Aaa! Bunu yapamam çünkü neden burada olduğunu unutmuşa benziyor.

"Neden çağırdığımı bir hatırlamaya çalış"

Gözlerimi dikmiş Eylül'e bakarken o da dikkatini bana verip "Bir anda hatırlayıverdim desem?" dedi. Araya Meral'in girmesi gecikmedi çünkü neden bahsettiğimizi anlayamadı. Bir bana bir de Eylül'e bakıp "Ne? Neyi hatırladın?" dediğinde kendimi geri çekip Eylül'ü öne sürercesine bir bakış savurdum ve o da önce ne diyeceğini şaşırsa da hemen toparlanıp "Senin moralini yükseltmek için geldim ama başını şişirdim galiba. Gerçi bu tamamen onun suçu sen de gördün" dedi. Döndü dolaştı yine bana laf çarptı. Benden hoşlandığını bu şekilde belli ettiğini düşünmeye başlasam mı acaba? Böyle yaparak bana ümit veriyor çünkü.

Dalgın bir halde sessizce dururken bir an Meral'in "Ben iyiydim aslında" dediğini duydum. Evet iyiydi ama iyi olana kadar az daha beni öldürüyordu. Konuya giriş yapma vaktimin geldiğini düşünüp "Evet doğru söylüyor. Hatta o kadar iyi ki sen gelmeden önce atak geçirip beni öldürmeye teşebbüs etti. Tuhaf bir şekilde başarıyordu da" dediğimde Meral şok oldu Eylül'de gülümsemeye başladı. Sanırım bunu söylerken tuhaf bir tonlama kullandım ondan böyle oldu.

"Aşk olsun Ahmet Bey! Siz bana önemli değil zaten senin elinde olan bir şey değildi demediniz mi?"

Eylül bu dediğiyle epey şaşırarak "Bu gerçekten yaşandı mı? Ben şaka yapıyor sanmıştım" dediğinde hemen mağdura yatarak boynumdaki kızarıklıkları ve tırnak izleri gösterip "İnsanlara bu tırnak izlerini nasıl açıklayacağımı bilmiyorum. Stajyerler daha şimdiden arkamdan bahis oynamaya başlamışlardır bile" dedim. Umarım pansuman yapma talebinde bulunur diyeceğim ama o sırada Meral'in yarım bıraktığı işi Eylül'ün tamamlamasından biraz çekiniyorum. Malum elinin ayarında ciddi bir sıkıntı var. Ancak şöyle elinde pamuk varken burnumun dibinden bana "Acıyor mu?" diye sorup tatlı tatlı bakmasına da değer sanki.

Ben romantik bir pansuman hayali kurarken Eylül fısır fısır Meral'e bir şeyler söyleyip nedeni merak uyandıran bir gülüşle de ayağa kalktı. Umarım benim adıma olumlu bir şey söylemiştir. Belki de bana ne kadar kızsa da aslında çok hoş biri olduğumu düşünüyordur. Aklımda deli sorular kol geziyor. Eylül içecek almaya gideceğini söyleyince ben de odadan çıkar çıkmaz Meral'i sıkıştırmaya başladım. Az önce Eylül'ün gülümseyerek ona ne dediğini bilmek istiyordum ama ne kadar çabalasam da Meral tek kelime etmedi. Artık emin oldum. Kesin benimle ilgili bir şey dedi ondan söylemiyor. Kadın değiller mi birbirlerini koruyorlar tabii.


........::::::::__Eylül__::::::::........

"İnsanlara bu tırnak izlerini nasıl açıklayacağımı bilmiyorum. Stajyerler daha şimdiden arkamdan bahis oynamaya başlamışlardır bile"

Doktorun bu sözleri karşısında çeneme hakim olmakta zorlandım ve Meral'e doğru eğilip kısık bir ses tonuyla "Ben olsam bütün paramı Cilveli Köstebek'e yatırırdım" dedikten sonra sırıtarak ayağa kalktım. Doktor fısıldaşıyor olmamız sebebiyle oturduğu yerde kaynarken de içecek almaya gideceğimi söyleyerek odadan çıktım.
Aynı katta bulunan kahve makinesinin yanına gittiğimde benden önce davrananlar olduğu için önce onların seçim yapmalarını beklemek zorunda kaldım. İleride de bir grup genç doktor aralarında sohbet ediyordu. Ne konuşuyorlarsa bu onları epey eğlendiriyor gibi gözüküyor. Burası da hastane mi tatil köyü mü belli değil. Herkes pek bir neşeli. Gerçi bu kadar iç bunaltıcı bir mekanın böyle enerjik insanlarla donatılması hiç de fena fikir değil.

Normalde hastane ortamlarından nefret ederim hatta on yedi yaşlarımdayken böbrek taşı düşürmeye çalışmış ve o kadar ağrı çekmeme rağmen hastaneye gitmemek konusunda direnmiştim. Tabii annem de beni gecenin bir yarısı kolumdan tuttuğu gibi zorla acile götürmüştü. Onun zoru olmasa ölsem gitmezdim o kadar sevmem yani hastaneleri... Ama bir dakika yan tarafta tuhaf bir muhabbet dönmeye başladı. Konuşmaya ara verip o tarafa doğru kulak misafiri olmam lazım. Ben niye bu kadar dedikodu meraklısıyım ya!

"Ooo! Ahmet Hoca'yı da kaybediyormuşuz!"

"Hangi Ahmet Hoca bu? Dinçer mi Atahan mı Ekinciler mi?"

"Ekinciler ve Dinçer evli barklı çoluk çocuk sahibi ne yaptın? Herhalde Atahan"

"Neden kaybediyormuşuz peki?"

"Az önce duydum. Bulut başınızı bağlayacak bir durum mu söz konusu diye sormuş o da yalanlamayıp herkesin içinde kabul etmiş"

"Hayatta inanmam!"

"Hatırı sayılır şahitler var"

"Kendi kulaklarımla bile duysam inanmam. Ahmet Hoca'dan bahsediyoruz farkında mısınız? O adam başını bağlatır mı ya? Bu iddiayı bir beyin süzgecinizden geçirin ne kadar saçma olduğu ortaya çıksın. Adam hastanenin en flörtöz cerrahı kızlar etrafında lunaparklardaki balerinler gibi fır dönüyor. Kesin Bulut ile kafa bulmuştur o"

Bu konuşan beyaz önlüklü her kimse doktorun flörtöz olduğu konusunda sonuna kadar haklı. Gerçi ben yine de ona ayran gönüllü demeyi tercih ederim çünkü o tanıma daha çok uyuyor. Kollarımı önümde birleştirip ister istemez konuşmalarına kulak misafiri olduğum için dikkatlerini çektim herhalde çünkü gören görmeyeni uyardı ve az önce doktor efendinin flörtöz olduğundan dem vuran kişi aniden ağız değiştirip "Bakmayın siz bana canım latife yapıyorum. Ahmet Hoca hiç flörtöz olur mu? Adam işten eve evden işe başını kaşıyacak fırsatı yok. Tam evlenilecek adam bekar kızlar acele etsin" deyiverdi.

Bunu beni fark ettikten sonra demesi de enteresandı. Acaba bizi beraber görmüştü de bu konuşmayı doktora yetiştireceğimi mi sandı? Olabilir ama yetiştirmeyeceğim. Olanı konuşuyorlar sonuçta doktor efendi de karşı çıkıyorsa gelsin de gözümün içine baka baka yalanlasın sıkıyorsa. Tedirgin bir halde bana doğru bakan gruba karşı elimle ağzıma fermuar çekip rahat olmalarını işaret ederek kahveleri aldım. Ağzımı sıkı tutacağımı anlayınca rahatlamışlardır herhalde. Elimde kahve olduğu için odanın önüne gelince sırtımla kapıya yaslanıp ittirerek içeriye girdim.

"Kahveler geldi!"

Elimdeki bardakları yemek tablasına koyarken üzerimdeki garip bakışlı gözlerin eşliğinde kahvelerden birini doktorun tarafına uzattım ve bir açıklama yapmam gerektiğini hissederek uzun süre burada kalacağımız için birbirimize sırayla kahve taşımamız gerekeceğini söyledim. Yani altında ekstra bir mana aramaya gerek yok.

Doktor bu yaptığıma şaşırmış gibi bakıp teşekkür ederken Meral'in yanına geçerek kahvemden bir yudum aldım ama almaz olaydım. Ne biçim bir şey bu ya! Kahve makinesine kahve yerine mazot mu koymuşlar Allah aşkına! Kokusu da pek bir fena içilecek gibi değil. Ancak doktor benim gibi düşünmüyor olacak ki kahvesinden içerken bir yandan da bana "Harika! Tam benim içtiğim gibi nasıl bildin?" dedi. Bu kadar berbat bir damak zevki olduğunu nereden bilebilirim ki? Atsam tutmaz.

Çok beğendiyse benimkini de içebilir diye düşünerekten kendi kahvemi onun tarafına doğru koyup kendimden uzaklaştırdım. Ama işe bakın ki kahveyi ne ben içebildim ne de doktor içebildi. Kapı tıklatıldıktan sonra içeriye giren kat hemşiresi telaşla "Ahmet Hocam haber verin demiştiniz. 312'deki hasta..." dediğinde daha lafını bile tamamlayamadan doktor elindeki kahveyi bırakıp "Geliyorum" diyerek hızla kalktı ve odadan apar topar çıktı. Meral'de ben de ne olduğunu anlayamadık. İnşallah müdahale edilemeyecek kadar ağır bir tablo yoktur.

"Meral oda çok havasız kalmış camı aralamam da bir sakınca var mı?"

"Tabii ki yok istediğini yap"

Pencereyi açtıktan sonra temiz havayı içime çektim çünkü midemde ciddi bir dalgalanma meydana geldi. Ne oluyor ya!Kendimi iyi hissetmeye başladığımda oradan uzaklaşıp Meral'in yatağının ucuna oturdum. Birbirimize gülümserken Meral aniden elimi tutunca ne olduğunu anlayamadım ama o da beni merakta bırakmadan hemen söze girip "Ahmet Bey sana söyledi değil mi?" diye sordu. Valla doktor bana bir sürü şey söyledi. Meral hangisini kastediyor acaba?

Boş boş bakarak "Neyi söyledi mi?" diye sorduğumda aldığım cevap şaşırtıcı oldu. Nasıl anladı bilmiyorum ama bana huzursuz bir halde "Hasta olduğumu" dediğinde ona ne diyeceğimi şaşırdım. Kıvırmam lazım. Dudaklarımı kemirerek bir süre düşündükten sonra diğer elimi de ellerimizin üzerine koyup "Evet söyledi. Zatürre olmuşsun ve inan bana bundan hiç hoşnut değildi" dedim. Umarım bunu kastediyorsundur Meral yoksa kıvırmakta çok zorlanırım.

Kahretsin! Zorlanacağa da benziyorum çünkü gözlerimi kaçırdığım anda saklama dercesine bir tonlama kullanıp "Ondan bahsetmiyorum. Burada olmamın asıl sebebinden bahsediyorum" dedi. Hay aksi! Bildiğin yakalanmışız da haberimiz yokmuş.

Konuyu uzatmanın pek bir faydası olmayacak çünkü ne dersem diyeyim Meral her şeyden haberdar olduğumu çoktan anlamış bile. İnkar etmek ona haksızlık olacaktı yani. Burada olmam bile bizi ele veriyor olmalı. Sözün kısası kabul etmek zorunda kaldım ama doktorun aralarındaki sırrı saklama konusundaki üstün çabalarını göz ardı etmemek için kendi kendime öğrendiğimi de söyledim. Söylemeseydim bu da doktora haksızlık olacaktı. Haliyle ikimiz de durgunlaştık. Kimseyle paylaşmak istemediği bir sırrını öğrenmiştim normal yani.

Meral'e apar topar hastaneye gelişimizi ve ameliyat olması gerektiğini nasıl öğrendiğimi her ama her şeyi anlattım. Ağlamamak için kendisini tutarken benimle göz göze gelmemeye çalışıyordu. Umarım öğrendiklerimden sonra ona acıyarak baktığımı falan düşünmüyordur çünkü asla böyle bir şey yapmadım yapmam da.

"Bilmene rağmen bana hiçbir şey söylemedin"

"Bilinmesini istemiyormuşsun. Benimle paylaşmadığın sürece sana söylemeye niyetli değildim ama bu gece buraya gelerek biraz belli etmiş oldum galiba"

"Ahmet Bey her ne kadar yanımda olup desteğini benden esirgemese de hastalığımı sevdiklerimden saklıyor oluşumu onaylamıyor"

"Biliyorum. Bunun çok yanlış olduğunu düşünüyor"

"Senden de beni bu konuda ikna etmeni istedi değil mi?"

"Aslında evet seninle konuşup ikna etmemi istediği doğru"

"Bunu yapacak mısın peki?"

"Seni sevdiklerine her şeyi anlatman konusunda ikna etmeye çalışmayı mı? Hayır yapmayacağım"

"Gerçekten mi?"

"Seni ikna edecek kişi ben değilim ki. Ben sadece seninle birlikte düşünürüm yorum yaparım bazı anlarda saçma olsa da önerilerde bulunurum ama işin sonunda kalbinin sesi bile seni ikna etmeyi başaramıyorsa üstelemek faydasız olur"

"Bir itirafta bulunayım mı?"

"Dinliyorum"

"Aslında kalbimin sesini dinlediğimde Selim'e her şeyi söyleme isteği duyuyorum. Şu an bile elimi tuttuğunu hissedip gözlerimin içine bakarak bana korkmamamı çünkü her şeyin yoluna gireceğini söylemesini o kadar çok isterdim ki bilemezsin"

"Neden bunu yapmasına izin vermiyorsun peki?"

"İçimde tuhaf bir ses var. Ne zaman birilerine söylemek istesem bana "Sakın yapma!" diyen bir ses bu"

"Dinleme onu"

"Ama beni ikna edebiliyor"

"Nasıl?"

"Biraz sonra söyleyeceklerimden Ahmet Bey'e bahsetme olur mu? O benim güçlü ve moralim her ne kadar düşük olursa olsun her halükarda umuduma sıkı sıkıya tutunduğumu düşünüyor. Tamam inkar edemem ufacık bir umut ışığı bile beni o anlık ayağa kaldırabiliyor ama gerçek şu ki ben kalbimin derinliklerinde bir yerlerde o ameliyat sırasında öleceğimi hissediyorum. Garip bir şekilde bundan o kadar eminim ki. Ben o masadan sağ kalkamayacağım Eylül. Bir yanım hayır öyle olmayacak derken içimdeki sesin ısrarla bunu söylemesi bana "Sakın yapma!" dediğinde onu dinlememe neden oluyor. O ameliyata öleceğimi bile bile girerken sevdiklerime sanki onlara geri dönebilecekmişim gibi el sallayıp zoraki bir şekilde gülümsemek istemiyorum. Ameliyata bu şekilde giremem. Beni korku içinde beklediklerini ve muhtemelen birkaç saat sonra da kötü haberi alıp perişan olacaklarını düşünmek istemiyorum. Beni o sedyedeki halimle hatırlamasınlar. Beni düşündüklerinde ailem tanıtım gecesindeki gurur tablosunu Selim'de kollarında huzurla uyuyan halimi hatırlasın istiyorum. Prosedürler gereği olası bir kötü durumda ailemin hemen haberdar edileceğini biliyorum ama yine de ben gerçek olmayan bir hayal olsa da onların benim hâlâ yaşadığımı düşünmelerini sadece ilk başta yaptığım gibi bambaşka bir hayat yaşamak için uzaklaştığımı düşündüklerini hayal etmek istiyorum. Daha doğrusu ameliyata girerken böyle olacağı konusunda kendimi kandırmak istiyorum"

VYr2qP.png


"Korktuğun için böyle olumsuz şeyler hissediyorsun. Bu bahsettiğin ses gelecekten haber veren bir ses değil Meral. Korkunu kullanıp seni kendisine esir etmesine izin verme"

"Kafamın içi o kadar karmakarışık ki. Sanki içeride tahliye çalışması başlamış gibi. Yapı paydos dendiğinde herkes evlerine dağılmak için hazır olmak istiyor. Doğru düşünemiyorum muhakeme edemiyorum. Sadece bir an önce her şey olup bitsin istiyorum. Ben bunu istedikçe de araya mesafeler giriyor"

"Peki Selim Bey'e söyleyebilseydin bunu nasıl yapardın hiç düşündün mü?"

"Ona böyle bir şeyi nasıl söylerdim inan bilmiyorum. Söyledikten sonra bir daha onun gözlerine nasıl bakabilirdim onu da bilmiyorum. Öğrendiğinde bir daha bana eski Selim gibi bakabilir miydi? Bana karşı olan aşkı gözlerindeki hüznü acıyı çaresizliği tüm olumsuz duygularını örtmeye yetebilir miydi? Yetse bile bunu öğrendikten sonra artık başını yastığına rahatça koyabilir miydi sence? Bence koyamazdı. Tüm dengesi hayatı gibi alt üst olurdu. Eski korkuları yeniden açığa çıkıp onu bu sefer de benimle sınarken buna katlanabilir miydi emin değilim"

"Ona söylemediğin sürece nasıl bir tepki vereceğini de kestiremezsin. Ya korktuğun gibi olmayacaksa ve aslında Selim Bey düşündüğünün aksine yanında sapasağlam durup seni de her anlamda bu savaşa daha güçlü hazırlayacaksa ne olacak peki? Belki de şöyle demeliyim bu daha romantik olur. Ya sana olan sevgisini birebir hissediyor olman senin bu hayata daha da sıkı tutunmanı sağlayıp hiçbir yere gitmene de izin vermeyecekse ne olacak Meral?"

"Bu benim durumdaki bir hasta için oldukça düşük bir ihtimal"

"Ama olabilecek de bir ihtimal. Bak Ela ve Tolga'nın durumunu az çok biliyorsun. Ela da hamile olduğunu öğrendikten sonra sırf korkuları uğruna Tolga'ya bir bebekleri olacağını söyleyemedi. Bunu sır gibi sakladı. Hatta sorduğunda inkar bile etti. Kafasında bu durumla ilgili milyon tane şey kurdu. Hepsi de kötü finalleri olan sonlardandı. Gerçi onların durumu biraz daha farklıydı tabii. Saklanan sırlar yüzünden çok acı şeyler yaşadılar. Sürekli gereksiz yere kopup birbirlerinden uzak kaldılar. Ama Ela cesaret edip Tolga'ya her şeyi söyledikten sonra ne oldu biliyor musun? Hiçbir şey korktuğu gibi olmadı çünkü Tolga onun tüm korkularını arttırmak yerine onları bir bir yok etmeye başladı. Ela eğer içindeki sesi dinleyip ona bebeği söylemeseydi şu an Tolga bir kızı olduğunu bilmeyecekti ve Rüya'da bir başkasına baba diyerek büyüyecekti düşünebiliyor musun? Bazen bize kesin doğru gibi görünen şeyler aslında hayatlarımıza atılan bir düğüm olmaktan başka bir şeye yaramıyor. Hem Ela hem de Tolga hayatlarındaki kördüğümü ancak doğru düzgün konuştuklarında çözmeye başladılar. Her açıklanan sır sonrasında onların birbirlerine yaklaşmasını sağlayan bir düğüm daha açıldı"

"Şanslıymışlar"

"Onlar onca olumsuzluk içinde kendi şanslarını kendileri yarattılar Meral. Hiçbir şey önlerine altın bir tepside sunulmadı. Senin de sunulmayacak. Yaşamak istediğin hayata asılıp onu elini taşın altına sokarak söke söke geri alman gerekiyor"

"Peki senin bir sırrın oldu mu Eylül?"

"Tek sırrım Buğra'ya aşık olduğumu saklamaya çalışmam oldu ama zaten bu da çok uzun süre gizli kalmadı. Sanırım ben sır saklayarak kendimi o yükün altına sokmayı hiçbir zaman istemedim. Ben hayatı teknik olarak yaşamam neyin ne olacağını pratikte görmek ve sonuçlarına da anı anına müdahale etmek isterim"

Günün sorusu Meral'den geldi ve bana bir çırpıda "Peki sen Buğra ile bütün düğümlerinizi çözebildiğini düşünüyor musun?" diye sordu. Soru mu sordu suratıma sert bir tokat mı savurdu muammaydı. Buğra nefes almamı zorlaştırmayı hedefleyen boğazımdaki düğüm desem daha doğru olur. İşin kötüsü öyle kolay çözülecek gibi de durmuyor.

Bu sorunun içimde tuhaf hisler uyandırdığını söylemem gerek. Kendimi Meral'in bahsettiği o düğümlerin atıldığı anlara geri döndürdüğümde o kadar kötü hissettim ki nasıl anlatabilirim bilemiyorum. Sanki gözyaşımda akmak için işaret vermemi bekliyor gibiydi ama bunu yapmak istemiyorum.

Dikkatimi parmağıma doladığım saçıma verip "Bazı düğümleri tek tek açamazsın Meral. Eğer yük olarak gördüğün düğümlerden gerçekten kurtulmak istiyorsan bazen de bir makas atıp onu keserek açman gerekir" dedikten sonra derin bir nefes alıp sözüme devam ettim ve her ne kadar şu an için söylemesi acı da gelse "Ben böyle yapmak zorunda kaldım çünkü birimiz açmaya çalışırken diğerimiz de düğüm atmaya devam edince birlikte hiçbir noktaya varamayacağımız da belli olmuştu" dedim. Yalan söyleyemeyeceğim. Ben Buğra'yı gerçekten sevdim. Eğer onun da beni sevdiğine ya da bunun ihtimali olduğuna inansaydım pes etmez o düğümleri açmaya da devam ederdim. İkimizi de ayakta tutacak kadar güçlü bir sevgim vardı. Ona katlanabildiğime göre öyle de olmalıydı zaten.

"Tam olarak konuşamadınız yani"

"Gıyabında epeyce konuştum diyelim"

"Nasıl yani?"

"Onu tanısaydın ne kadar zor iletişim kurulan biri olduğunu daha ilk dakikadan anlardın. Ben de son konuşmamız neticesinde onunla ne kadar bir araya gelsek de yine de bir sonuca varamayacağımızı anlamıştım. Ama ona söyleyemediğim sözler de içimde havai fişek edasıyla patlamaya devam ediyordu. Bu yüzden de İstanbul'a gelirken uçakta kendi kendime fısır fısır söylenmeye başladım ama o kadar kızgındım ki yanımdaki yolcu bir süre sonra haklı olarak telaşlanmaya başladı. Ben de deli olduğumu düşünmesin diye susup çantamdan bir kağıt ve küçücük bir kalem çıkardım. Sanki o an karşımdaymış gibi Buğra'ya ne söylemek istiyorsam bir bir o kağıda döktüm. Hatta bana vereceği ters cevapları düşünüp yer yer kızarak ona karşı olan tüm öfkemi kalemimden akıttım. Son olarak "Bir daha görüşmemek üzere hoşça kal Buğra!" yazıp kağıdı bıraktığımda içimde tuhaf bir rahatlama oldu. Sanki o kafamın içinde dönüp duran ve beni rahatsız eden her ne varsa yok olmuş gibiydi"

"Yazdıklarını ona gönderdin mi?"

"Göndermek için yazmadım ki kendimi rahatlatmak için yazdım. Uçaktan indikten sonra da o kağıdı büyük bir keyifle yırtıp çöpe attım ve Buğra ile olan bağlarımı orada bırakıp yepyeni bir hayata merhaba dedim"

"İyi fikirmiş. En azından içinden çıkmış oldular değil mi?"

Görev aşkına! Meral'in iyi fikirmiş demesiyle birlikte bir anda kafamın içinde bir ampul yandı. Doktor aklımı okuyabilseydi adım kadar eminim ki gelir beni alnımdan öperdi. Tabii bunu yapmaması onun hayrına olur çünkü bana dokunduğu anda ona kafa atmam kaçınılmaz olurdu. Böyle fırsattan istifade edici hareketlerden pek hoşlanmam da ondan böyle dedim.

Neyse sadete gelecek olursak eğer hemen kendimi o buhranlı havadan çıkarıp daha istekli bir hale gelerek "Aynen öyle. Bence sen de yazmalısın" dedim. Meral şaşkın bir ifadeyle bana bakıp "Ne? Mektup mu?" deyince de bunda şaşıracak ne var ki diye düşünsem de hiç es vermeden "Biliyorum biraz eskilerde kalmış bir yöntem ama neden olmasın? Hem sen de göndermek zorunda değilsin. Selim Bey'e söylemek isteyip de söyleyemediğin her şeyi yazıya dök. Hatta hastalığınla alakalı her şeyi itiraf et. Onun yerine de düşün ve gıyabında konuş onunla. Bak bakalım düşündüğün kadar korkutucu olacak mı? Hem belli mi olur belki kağıdı yırtıp attığında senin de kafandaki o karmaşa bir anda yok olur ve bu sayede daha doğru düşünmeye başlarsın" dedim.

Yalan söylüyorum. O bir yazsın da ben ona o mektubu elleriyle göndertmesini bilirim. Sadece şimdilik işlerin kendi istediği şekilde ilerleyeceğini bilsin yeter. Sözlerim biter bitmez odaya Meral'in takibini yapan hemşire geldi. Ben de rahat olsunlar diye ayağa kalkıp Meral'e "Söylediklerimi düşün" diyerek odadan ayrıldım. Şimdi bir umut Meral'in o mektubu yazmasını bekleyeceğim. Beklerken bir şeyler yiyeyim bari bu hastanenin havası enteresan bir şekilde benim iştahımı açıyor.

Düşünceli bir halde etrafımla hiç ilgilenmeden kafeteryaya indikten sonra seri adımlarla yiyeceklerin bulunduğu kısma gittim. Ancak tam tatlı bir şey mi yiyeyim yoksa tuzlu bir şey mi yiyeyim diye düşünürken sakarlık edip birine çarptım. Aslında sadece ben de değil o da bana çarptı. İkimiz de aynı anda birbirimize döndüğümüzde de "Affedersin!" dememle birlikte çarpıştığım adamda eş zamanlı olarak "Benim hatam!" dedi. Lafımız üst üste binince ikimizin de yüzünde ister istemez bir tebessüm oldu.

Kibarlık edip bana seçim yapmam için önden yer verdiğinde gözlerimi devirip "Bence sen geç çünkü ben hâlâ karar veremedim" dedim. Gülümsemeye devam etti ve ona baktığımı fark edince de "O halde kimse geçmesin çünkü ben de henüz karar veremedim" dedikten sonra aramızdaki olumlu elektrikten güç alarak sesli düşünmeye başlayıp "Üzümlü keklerden iki tane kalmış. Bunu bir işaret olarak kabul edip onları almalı mıyız sence?" diye sordu.

"İşaret mi bilmem ama güzel olduğu için son iki tane kalmış olabilir. Çoğunluğun damak tadına güvenelim diyorum"

"Tamam bir de aklımız kalmasın diye tuzlu bir şey alalım"

"Nereden anladın?"

"Neyi?"

"Tatlı mı yoksa tuzlu mu yemeğe karar veremediğimi?"

"Kendi kararsızlığımdan yola çıkarak böyle bir şey söyledim. Hadi tuzluyu da sen seç"

"Pekala. İçinde peynir ve yeşillik barındıran simit hiç fena gözükmüyor ama ben onu şu an bitiremeyebilirim"

"Tamam o halde yarı yarıya alalım"

"Yanında da içecek olarak..."

"Çaysız olmaz"

"Kesinlikle"

Siparişleri verip beklerken yanımdaki adam gayet nazik bir tavırla "Hasta ziyareti mi?" diye sordu. Kolumu tezgaha dayayıp "Arkadaşımın yanına refakatçi olarak geldim. Ya sen?" diye sorduğumda gelen tepsiyi eline alıp "Ben bu hastanede çalışıyorum. Çocuk doktoruyum" dedikten sonra beraber boş olan tek masaya geçtik.

Elindeki tepsiyi masaya bıraktıktan sonra etrafa şöyle bir bakıp "Burada oturmam seni rahatsız eder mi? Gördüğüm kadarıyla her yer önceden kapılmış" dedi. Doğru söylüyor bu saatte herkesin midesi kazınmış galiba. Hiçbir sorun olmadığını söylediğimde birlikte oturup çayımızı yudumlayarak simitlerimizi yemeye başladık. Ee! İnsan iki kişi olunca ister istemez kendisini iki lafın belini kırarken buluyor tabii.

"Zor olmuyor mu?"

"Ne?"

"Çocuklarla uğraşmak... Eminim seni görünce ağlamaya başlıyorlardır"

rdthazdsh.gif


"Neden korkutucu biri gibi mi gözüküyorum?"

"Bu halinle değil ama beyaz önlüğünü giyince işler karışır gibime geliyor"

"Çocuklarla aram çok iyi. Ayrıca onları reddetmeleri zor olan bir teklifle karşıladığım için yanıma geldiklerinde genelde mutlu oluyorlar"

"Neymiş o teklif?"

"Doktor önlüğümü giyip beni muayene etmelerine izin veriyorum. Cebimdeki lolipopu bulup yemeye daldıklarında da yer değiştiriyoruz"

"Eğlenceli doktorlar candır"

"Çocuğun var mı?"

"Benim mi? Hayır hayır! Düşüncesi bile korku filmlerindeki sahneleri aratmıyor"

"Elbet bir gün anne olacaksın. Bence bu fobini bir an önce yenmelisin"

"En iyi tekne arkadaşının teknesidir diye bir söz vardır. Benim için de en iyi çocuk arkadaşının çocuğudur. Öpeceksin oynayacaksın ama arıza çıkardı mı hemen annesinin eline tutuşturuvereceksin"

"Durumun vahim öyleyse"

"Umutsuz vaka diyelim"

Kafeteryadaki saate bakınca bir an aklıma Meral geldi. Zaman nasıl da akıp geçmiş. Mektubu yazdı mı acaba? Peçetemle dudağımın iki kenarını silip "Ben artık kalkayım. Arkadaşımın rutin kontrolleri bitmiştir herhalde" dedikten sonra ayağa kalktım. O da benimle aynı anda kalkıp elini uzatarak "Bu arada o kadar sohbet ettik ama tanışmadık. Adım Sinan. Sinan Öztürk" deyince önce eline sonra da ona bakıp elimi uzattım ve "Eylül Acar" dedikten sonra "Keyifli sohbetti. Tanıştığımıza memnun oldum" dedim.

Ellerimizi çektiğimizde "Ben de öyle. Arkadaşına geçmiş olsun. Umarım en yakın zamanda sağlığına kavuşur" dedi ve ben de teşekkür ederek yanından ayrıldım. Asansöre doğru yürürken şöyle bir bakıyorum da ne kadar kalabalık bir hastane. Sanırsın civarda ulaşılabilecek tek yer burası. Gelen asansöre binip 4. kata çıktım ve hiç vakit kaybetmeden Meral'in odasının önüne geldim. İçeriden de bir hemşire çıkıyordu. Elindeki yırtık pırtık kağıtlar dikkatimi çekince yanına yaklaşıp onların ne olduğunu sordum. Kadının bir bilgisi yoktu. Sadece Meral onları yok etmesini istediği için dediğini yapmaya gidiyordu.

Kağıt parçalarından birkaç tanesini elime alıp baktığımda bunların Meral'in yazdığı mektubun parçaları olduğunu anladım. Tabii o an hemen müzayedelerde açık arttırmaya çıkan dönem mektuplarına yapılabilecek bir tepkide bulunup heyecanla "Arttırıyorum" diyerek mektup parçalarına talip oldum. Yere düşen son parçaya kadar hepsini toparladım ve hemen ardından da büyük bir hızla suç ortağımı bulmaya gittim. Doktoru yani...


........::::::::__Ahmet__::::::::........

Odadan apar topar çıkmama neden olan hastamı kontrol ettikten sonra iyi olduğuna kanaat getirip kendi odamın bulunduğu kata indim. O kadar da yorgunum ki resmen gözümden uyku akıyor. Birkaç dosya alıp dışarıya çıktıktan sonra randevularımı düzenleyen Aygün'ün yanına gelerek bankoya doğru eğildim. Ertesi gün için bazı ayarlamalar yapması gerekiyordu çünkü.

Biz hararetli bir şekilde konuşup anlaşmaya çalışırken "Ahmet nerelerdesin sen? Aynı hastanenin içinde yüzünü gören cenneti garantiliyor bakıyorum" diyen tanıdık bir ses ve omzuma dokunan elle beraber başımı kaldırıp gülümseyerek arkamı döndüm. Sesin sahibi doktor arkadaşlarımdan biri olan Sinan'a aitti. Sonuna kadar haklı bu aralar pek denk gelemiyoruz. Halbuki bu hastanede en iyi anlaştığım dostlarımdan biri de Sinan'dır. Hatta onun sayesinde Kaan'ın doktor fobisini de yenmiştik. Kafa adamdır. Severim.

"Söyleyene bak asıl sen nerelerdesin? Hafta sonu aradım geri de dönmedin"

"Telefonum kapalıydı. Malum emir büyük yerden"

"Prenses mi geldi? Hastaneye getirseydin de görseydim"

"Bir daha ki sefere diyelim zaten fazla kalamadı"

"Niye sorun mu var?"

"Sorun çıkaran var. Neyse boş ver Didem'in her zamanki uyumsuz halleri işte. Bazen onunla aynı evde beş yıl boyunca nasıl yaşadığıma kendim bile inanamıyorum"

"Boşandıktan sonra daha bir gerildiniz sanki"

"Melisa'nın hatırına katlanıyorum katlanmaya da devam etmek zorundayım. Yapacak bir şey yok. Sen de durumlar ne?"

"Bildiğin gibi... Simit mi yedin sen? Yakanda susam kalmış"

"Evet az önce çok hoş bir hanımla çay içip simidimizi paylaşarak sohbet etme şansı elde ettim"

ryjdsty.png


"Yüzün güldü hayırdır?"

"Gülene değil güldürene sormak lazım ne yaptın da bu hale getirdin adamı diye"

"Etkilenmişiz. Kimdi o tanıdığım biri mi?"

"Yok canım tanımazsın. Arkadaşının yanına refakatçi olarak gelmiş bir ahu gözlü güzel"

Ahu gözlü derken... Eylül'ün Meral'i ikna etmek için odasında dil döktüğünü bilmesem az daha kaç yıllık arkadaşıma bilenecektim. Düşüncesi bile korkunç geldi. Bahsettiği kişi Eylül olamaz ama şu ahu göz tanımı canımı sıktığı için derin derin dalmama neden oldu. Çenemi ovuşturup tek bir noktaya bakarken bir an kendimi Sinan'a "Kahve kuyruğunda sen de yoktun değil mi?" diye sorarken buldum. Sinan ne demek istediğimi anlayamamış olacak ki "Ne kuyruğu?" diye sorup cevap vermemi bekledi. Ben de az önce sorduğum sorunun acayipliğiyle hemen toparlanıp "Boş ver" dedim.

O esnada da biri Sinan'a seslendi. Elini kaldırıp hemen geleceğini söyledikten sonra kolumu tutarak "Yarın yemeğe çıkarken beni bul konuşalım biraz" deyince ne olduğunu sordum ama geniş bir zamanda konuşmak istediğini söyledi. Israr etmek olmazdı. O gitti ben de Aygün ile kaldığım yerden devam ederek randevularımda ufak tefek oynamalar yaptırdım.

İşim bittikten sonra oradan ayrılıp yukarıya çıkmadan önce biraz katta oyalandım. Bugün hastanede her zamankinden daha aktifiz gibi görünüyor. Koridorlardan geçerken de sanki biri arkamdan "Doktor!" diye sesleniyor gibiydi. O anlarda düşünceye daldığım için sesi algılayamadım ama sonuçta burası bir hastane yani birilerinin doktor diye seslenmesi çok normaldi. Ama ses durmadı ve yeniden kulaklarımda çınladı. Bu defa onu duyar duymaz hemen arkamı döndüm ve karşımda Eylül'ü buldum. Deminden beri seslenen oymuş demek ki. Bu arada neden nefes nefese kalmış ki...

nrOLz5.gif


"Hey doktor!"

"Eylül!"

"Dursana Allah aşkına koridorlar arası maraton mu koşuyoruz!"

"Affedersin beni takip ettiğini fark edemedim"

"Ne takip edeceğim ben seni ya!"

"Bilmem ben de sana soruyorum"

"Öyle imalı imalı sorma insana!"

"Tamam sormam. Sen hangi niyetlerle arkamdan geliyordun o zaman?"

"Of! Gülüyorsun"

"Gülmüyorum"

"Vazgeçtim gidiyorum ben!"

"Eylül dur lütfen! Özür dilerim hadi en baştan başlayalım. Ne oldu?"

"Ben Meral ile konuştum"

"Harika! İkna olacak gibi mi?"

"Aslında beni onu ikna etmeye çalışmam için çağırdığını anladı. Ben de inkar etmedim"

"Beni sattın mı yani?"

"Hayıır! Ben sadece yalan söylememeyi tercih ettim"

"Bu beni sattığın gerçeğini değiştirmiyor"

"Hastanenin ortasında bunu mu tartışacağız?"

"Haklısın bunu da yemekte konuşuruz"

"Kırk kere söyledim seninle yemeğe çıkmayacağım doktor"

"Tamam çıkıp çıkmayacağını sonra öğreniriz. Kızdı mı peki?"

"Bilmiyorum ama bence beni öldürecek"

"Sıranı bekle çünkü önce yarım kalan işini tamamlamak için beni bulacaktır"

"Ondan bahsetmiyorum ben"

"Sen neden bahsediyorsun?"

Bunu sorarken de kendimi Eylül'ün üzerinde susam tanesi ararken buldum. Tabii olmamasını umuyordum çünkü öyle ise Sinan'ın bahsettiği kızın o olduğunu anlayacak ve büyük ihtimalle de tüm günüm zehir olacaktı. Şu ana kadar aranan susam tanesi bulunamadı. Bu sevindiriciydi.

Ben susam avındayken Eylül de elindeki yırtık pırtık kağıtları bana doğru uzatıp "Bunlardan..." deyince biraz afallamadım dersem yalan olur. Ne ki bunlar? Birkaç parçayı elime alıp "Bu kağıt parçaları da ne?" diye sorduğumda bana dik dik bakarak "Buralarda bir yerlerde bir bant bulursan birleştirip ne olduğunu öğrenebilirsin" dedi. Ses tonundaki alaycı tavır sebebiyle bakışlarımı ona çevirip "Eylül ben ciddiyim. Ne bunlar?" diye sorunca lafı uzatmak yerine açıklama yapmaya karar verip "Meral'in az önce yazdığı ve Selim Bey'e her şeyi itiraf ettiğini düşündüğüm bir mektup" dedi. Duyduklarıma inansam mı bilemedim. Bunu yapmayı nasıl başarmış.

Şaşkın bir halde "Şaka yapıyor olmalısın!" dediğimde kendisinden gayet emin bir halde "Hayır yapmıyorum" dedi. Evet az önce kanaat getirdim ki gerçekten yapmıyor. Bu minik kağıtların üzerinde Meral'in el yazısı var. Kıza bak ikna et dedim her şeyi itiraf ettirmiş. Merak içinde bunların onda ne aradığını sorduğumda bana "Yırtıktan sonra hemşireye verip onları yok etmesini istemiş. Benim de gönlüm atılmasına razı gelmedi diyelim" deyince başına gelecekleri düşünüp gülümseyerek "Haklıymışsın önce seni öldürecek" dedim. Omzuma bir yumruk atıp "Teşekkür ederim içimi epeyce ferahlattın" dedikten sonra ciddileşerek "Ee! Bunları kardeşine verecek miyiz?" diye sordu.

Hmm... Bunları kardeşime verecek miyiz? Güzel soru. İşin aslı şu ki ben insanların hayatlarına onların onayı olmadan karışmayı pek sevmem ama bu defa durum biraz ciddi. İki tarafı da değerlendiriyorum ve yapılması gereken en doğru şeyin onları bir araya getirmek olduğuna inanıyorum. Ama yine de onlara daha doğrusu Meral'e bir şans daha vereceğim. Eğer o bir şeyler yapmazsa elimizi taşın altına sokmamız gerekecek.

"Birkaç gün bekleyelim. Eğer Meral kendisi söylemezse evet bunları kardeşime vereceğim. Öyle ya da böyle artık bilmesi lazım. Bu arada dördüncü kata basar mısın?"

"Tabii"

"Teşekkür ederim"

"Rica ederim. Hey hey! Biz asansöre hangi ara bindik?"

"Ben zaten yukarıya çıkıyordum sen de bana eşlik ettin. Hem böylelikle...."

"Böylelikle ne?"

"Bana karşı olan bir önyargını da kırmış olduk. Sanırım benimle asansörle üst kata çıkabildiğine göre artık yemeğe de çıkabilirsin"

"Unut bunu doktor çünkü o yemeğe asla ve de asla gelmeyeceğim!"

"Biliyor musun? Bence o yemeğe isteyerek hatta için bir hayli kıpır kıpır olarak geleceksin. Ben de o sırada masamızda oturup bana doğru gülümseyerek yürüdüğün anı görmek için seni sabırsızlıkla bekliyor olacağım"

wextrcytv.jpg


Bu söylediğim aramızda hoş bir sessizlik oluşmasına neden oldu. Şu an bana çok dikkatli bakıyor ve ben de aklından ne geçtiğini duymak için sabırsızlıkla bir şeyler söylemesini bekliyorum. Sanırım dile gelmeye de karar verdi. Üzerime doğru hoş bir gülümsemeyle yaklaşıp "Peki sonra ne olacak biliyor musun?" dedikten sonra ne olacak der gibi göz kırpmamla birlikte yüzündeki ifadeyi sertleştirip "Sabah olacak ve rüya gördüğün gerçeğiyle yüzleşeceksin" dedi. Fena halde yanılıyor. Bence rüya gibi geçen bu akşam yemeğinin ardından yaşadıklarının rüya mı yoksa gerçek mi olduğunu anlayamayacak olan ta kendisi olacak. Kendimden bir hayli emin bir tavırla "Yaşayıp görelim mi?" dediğimde aynı özgüvene sahip olarak tek kaşını kaldırıp "Anlaştık" dedi. Bence de anlaştık.


........::::::::__Eylül__::::::::........

Bu adam ona deli dememi sonuna kadar hak ediyor! Neymiş efendim? Onunla yemeğe çıkacakmışım. Hem de akşam yemeği! Bunun manasını hepimiz biliyoruz değil mi? Kusura bakmasın ama beklemek gibi bir isteği varsa daha çoook bekleyeceğini bilmeli çünkü o romantik altyapısı olan yemek asla gerçekleşmeyecek. Üzgünüm doktor! Yasaklı listemdeki birçok maddeye harfi harfine uyuyorsun ve bu da seni saha dışında bırakıyor ama arkadaşlığına hiç lafım yok. Belli ki o konuda epey aranılan bir kişiliksin.

Asansörden indikten sonra bir yerlerden bir bant bulmak için beni odalardan birine bırakıp kendisini beklememi istedi. Ben de o gelene kadar mektubun parçalarını uygun yerlere yerleştirmeye çalıştım. Biraz zor olacağa benziyor ama hallederiz gibime geliyor. Masaya gömülmüş bir halde birkaç parçayı yan yana getirdikten sonra doktor da bana katıldı.

Sessiz sedasız biraz da dikkatsiz bir şekilde bana yardım edince neyi olduğunu anlamak için yan gözle ona doğru baktım. Yorgun gözüküyordu ve gözlerini de sürekli kısıyordu. Eğer yorgun olduğunu ağzıyla söyleseydi işten kaytarmak için bahane uydurduğunu düşünürdüm ama o haline rağmen hâlâ eksik parçaları bulmaya çalışıyordu. Dayanamadım tabii. O kadar da taş kalpli değilim sonuçta..

"Yorgun görünüyorsun"

"Öyleyim çünkü"

"Ben hallederim sen git dinlen"

"Sonra işten kaçtı demeyesin"

"Gözlerini açık tutmakta zorlanıyorsun ve şikayet etmeden bana yardım etmeyi sürdürüyorsun. Sana işten kaçtı dersem taş olurum"

"Tek başına halledebileceğinden emin misin?"

"Ben tek başıma neler hallettim bunu mu halledemeyeceğim be doktor!"

Masanın başında yan yana hatta omuz omuza dururken bana doğru bakıp gülümseyince bu gülüşe kayıtsız kalamadım ve ben de ona tebessüm ettim. Aramızdaki bu olumlu hisler uyandıran bakış uzun sürmedi çünkü bana karşı olan bakışlarının derinleştiğini hissedince gözlerimi kaçırıp "Fikrimi değiştirmeden hadi git doktor!" diyerek puzzlevari işime geri döndüm.

Yanımdan ayrıldıktan sonra kendimi mektuba o kadar verdim ki bir an nerede olduğumu unuttum. Ne çok parçaya ayırmış inanılır gibi değil. Uzun çok uzun uğraşlar sonucunda mektubu toparlayıp bantlama işlemini bitirdim. Birkaç cümleye göz gezdirdim de sanırım Meral daha önce de Selim Bey'e mektuplar yazmış ama kimliğini gizlemiş. Bu mektupta ise tamamen kendisi olmuş. Deşifre olmuş yani. Ayrıca mektup epey duygusal ilerlemiş. Tamamını okumadım ama içinde iç burkan sözler olduğunu söyleyebilirim. Selim Bey'e bu mektubu okutarak iyilik mi yapacağız yoksa kötülük mü bilemedim doğrusu.

Mektubu katlayıp bandı aldıktan sonra doktorun odasına bırakmak için arkamı döndüm ama şaşkınlıktan bir adım dahi atamadım. Doktor gitmemiş ki hâlâ burada. Açısı benim olduğum yöne bakan sandalyenin tepesinde yanağını eline dayayarak öylece uyuyakalmış. Onu o halde görünce neden bilmiyorum ama yüzümde bir gülümseme oldu. Haylaz bir oğlan çocuğu gibi yapacağı tüm yaramazlıkları yapıp sonra da bir köşede kendinden geçmiş bir hali vardı çünkü.


asredtfgy.jpg


Ağır adımlarla yanına doğru gittikten sonra eğilip uyanık olup olmadığını anlamak için seslendim ama cevap vermedi. Hatta numara yapıyor olabilir diye düşünüp "Doktor hadi kalk sana çok önemli bir şey söylemem gerekiyor" bile dedim ama nafileydi. Gerçekten uyuyordu. Onu kaldırıp odasına geçmesini söylemeden önce neden bilmiyorum ama bir süre bu uyuyan halini izledim. Ne acayip iş! Bir anda hayatıma girdi ama bana sanki çok daha uzun süredir varmış gibi hissettirmeyi başardı. Şeytan tüyüne sahip olan insanlardan biri de o olmalı. İnsanı zaman zaman deli edip çıldırtsa da git diyemezsiniz ya o tiplerden.

Bana karşı çapı konusunda emin olmadığım bir ilgisi olduğunun farkındayım. Bu ara sıra seçtiği kelimelerden ve yaptığı imalardan kendisini hemen belli ediyor. Özü sözü bir kalbindeki de ağzında biri. Aynı benim gibi...

Ama çok yanlış bir zamanlama arkadaş! Bir şarkı vardı hani... Yanlış hatırlamıyorsam sözleri "Birbirimize birkaç aşk kadar geç kalmış olmasaydık. Hep yanlış gidenlerin ardından yorulmasaydık" diye devam ediyordu.

Ben çabuk yoruldum be doktor! Hızlı havlu attım. Benim aldığı darbeler sonucunda kırık dökük olmuş olan o derbeder gemim senin güneş gören durgun denizlerinde bile bir arpa boyu yol gidemez artık. Sen o koca deryanda senin hızına eşlik edebilecek hasarsız bir gemi bul kendine. Yorgun bir kalple yorma o güzel kalbini. Benden sana hayır gelmez.

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.523
Tepki
84.169
Puan
113
Konum
İstanbul
sdfbvgnbh.png


11.Bölüm : Dikkat et de beni çözmeye çalışırken kendinde dolanma

........::::::::__Ahmet__::::::::........

Eylül ile birlikte yaptığımız arkadan iş çevirme olayı inanılmaz hızlı sonuç verdi. Hatta daha sonraki günler tam bir sürprizdi çünkü asla tahmin etmediğimiz olaylarla karşı karşıya kaldık. Şaka gibiydi gerçekten. Yırtılmasına rağmen yeniden birleştirilen mektubu üç koca günün ardından sahibine ulaştırmak için yola çıkardık.

Meral'e çok fırsat tanıdım ama hiçbir şekilde Selim'e ulaşmaya yanaşmadı. Sonunda ısrarı bıraktık çünkü üsteledikçe kendisini kötü hissediyordu. Kardeşimin yanında olamamak onunla konuşamamak Meral'i sandığımdan çok daha olumsuz yönde etkiledi. Tabii onun bu halde olması benim işime hiç gelmiyordu. Ben onu motive etmeye çalıştıkça Selim'in yokluğu onu besbeter bir hale sokuyordu. Neyse ki bu durum nihayete erdi.

Mektubun eline geçmiş olma olasılığının yüksek olduğu bir zaman diliminde Selim'e birkaç kez telefonla ulaşmak istedim ama aramalarıma dönmedi. Ben de şirketten çıktığını öğrenince onun ne durumda olduğunu merak ettiğim için evinin önüne geldim. Eylül'ün söylediğine göre mektubu okuduysa ona destek olacak birilerine ihtiyaç duyabilirdi. Bir süre sonra kardeşim de evin önünde görüldü. Geleceğimi bilmediği için şaşırmıştı. Ben de onun elinde tuttuğu zarfı açıp hâlâ okumamış olmasının şaşkınlığını yaşıyordum.

kjhbnm.gif


"Neden geldin Ahmet? Umarım evdekilerle ilgili bir sorun yoktur"

"Evdekiler gayet iyiler sorun yok. Aslında ben buraya senin nasıl olduğunu... Hâlâ okumadın mı?"

"Neyi okumadım mı?"

"Mektubu"

"Sen içinde ne olduğunu biliyor musun?"

"Okumadım ama orada neler yazdığını tahmin edebiliyorum"

"Kim gönderdi bunu?"

"İstersen önce oku sonra konuşalım"

"Hayır önce konuşalım"

"Bir kere olsun güven bana. Bunu yapmanın senin için ne kadar zor olduğunun farkındayım ama senden rica ediyorum bu sefer sözüme itimat et"

"Bir cevap istiyorum"

"Sor"

"Bu mektubu göndereni tanıyor musun?"

"Evet tanıyorum"

"Kim o?"

"Selim hadi oku onu. Ben seni burada bekliyor olacağım. Geri döndüğünde de bana ne sorarsan sor sana çok net cevaplar vereceğim. Söz veriyorum"

Bana öyle bir bakışı vardı ki sanki hissetmişti neler olduğunu. Tabii soğukkanlılıkta bir numara olduğundan bunu kendi içinde yaşayıp beni de olayın dışında tuttu. Bu konuşmanın ardından da eve girdi. Ben de eve girmem için kapıyı aralık bırakmasına rağmen bahçede durmayı tercih ettim. Uzun süre de bahçede kalıp ona söyleyeceklerimi düşündüm. Bugün Meral'in hasta olduğunu ve sonucu ya hep ya hiç olan bir ameliyata gireceğini öğrenmesi şart olmuştu. Umarım bu yaptığımız şey ters tepmez de her şey daha da karmaşık bir hale gelmez.

•●●·٠•●●•٠·˙

uoıyuoıuy.gif


Haklıydın Selim... O bendim!

Gözlerimin içine kalbimi titreterek bakıp "O mektupları yazan sen ol istedim" dediğin gizli mektup arkadaşın bendim. Aslında onları yazanın ben olduğumu öğrenmeni hiçbir zaman istemedim çünkü beraberken de ayrıyken de seninle bu şekilde iletişim kurmayı gerçekten sevdiğimi fark ettim.

Aramızdaki bu büyü hiç bozulmasın istedim. Ben yine mektubumu okurken seni gizli gizli izleyeyim sen de hiç ummadığım bir anda oradaki bir cümleyi aslında o sözlerin sahibinin ben olduğumu bilmeden tatlı bir ses tonuyla alıntıla istedim. Bunu her yaptığında beni telaşlandırdın biliyor musun? İçimden acaba ben olduğumu biliyor mu diye geçirirken bir yandan da elimin ayağımın birbirine girmesi bu yüzdendi işte.

Ama gördüğün gibi bu sefer kim olduğumu senden gizlemiyorum çünkü bunu artık bilmen gerektiğini düşünüyorum. Bilmen gereken daha birçok şey olduğunu düşünmem gibi. Bunları yazarken o kadar karmaşık duygular içerisindeyim ki hissettiklerimi sana nasıl anlatabilirim bilmiyorum. Aslında şu an gözyaşları içinde okumak zorunda kalmamanı dilediğim bir mektup yazmaya çalışıyorum. İlk defa canım bu kadar çok acıyor çünkü bu sana yazdığım belki de son mektup olacak.

Hani Yeşilçam filmlerinde esas oğlanın bir mektup okuma sahnesi vardır. Genç adam gözyaşları içinde genç kızın "Sen bu mektubu okuduğunda ben çok uzaklarda olacağım" ile başlayan veda mektubunu okur. Hatırladın değil mi? O filmleri hiç izledin mi bilmiyorum ama eğer hatırladıysan ne demek istediğimi hemen anlamışsındır. Bir gün aynı mektubu alacağın aklına gelir miydi? Benim gelmezdi. Yani böyle bir mektup yazacağım demek istiyorum. Sakın sen de oradaki jön gibi mektubumu gözyaşları içinde okuma olur mu? Sen gücü temsil ediyorsun ağlamak yakışmaz sana. Şimdi de sonra da hep güçlü ol çünkü birazdan seninle paylaşacağım şeyler o sapasağlam duran duvarlarında büyük bir hasar oluşturan çatlaklara neden olabilir. Olmamasını kalben diliyorum ama seni de çok iyi tanıyorum. Sakın o çatlakların derinleşip bir süre sonra seni yıkmasına izin verme olur mu?

Sana gönderdiğim ilk mektubu ve onu okuduğun anı hatırlıyor musun? Ben hatırlıyorum. Okuduğun satırların manasını anlayamamışçasına şaşkınca bakan gözlerini hiç unutmadım. Her düşündüğümde yüzümde gülümsemeye neden olan o karizmatik yan gülüşün de hafızama kazınmış vaziyette. Unutmam da mümkün değil. Hani daha eline alır almaz mektubu ve zarfın içini kontrol etmiştin ben de bunu yapacağını önceden tahmin edip sana boşuna arama orada değilim yazmıştım. Yalan söyledim. Aslında oradaydım. Sadece görünmez olmayı seçmiştim.

Mektuplarımın sol köşesini ışığa tuttuğunda orada bir sonsuzluk işareti bulacağını biliyor muydun? Bence bilmiyordun hatta çok şaşırıp bunu okur okumaz bu mektubun köşesine de hemen baktın öyle değil mi? Ama üzgünüm ki o işaret bu mektupta yok. Olmayacakta çünkü şu an bulunduğum yer dolayısıyla bu kadar ince bir işçilik göstermem mümkün olmayacak gibi görünüyor. Şu an nerede miyim? İşte senden bana gelen kilit bir soru daha...

Kaşlarını çatıp hadi asıl konuya geçelim artık diyor olmalısın. Geçelim hayatım. Geçelim ama yalvarırım birazdan söyleyeceğim şeyleri bunca zaman senden gizlemeye çalıştığım için bana kızma. İçimdeki tuhaf his yüzünden böyle olması gerektiğine inandım. Sanki en doğrusu buymuş gibi geldi. Belki de değildi. Bilemiyorum. Bu konuda kafamın bir hayli karışık olduğunu ve doğru düşünme mekanizmamın error verdiğini kabul etmek zorundayım. Şimdi karşılıklı olarak derin bir nefes alıp rahatlamaya çalışalım çünkü asıl konumuz ortamın havasını birazdan olumsuz yönde değiştirecek.

Hani evinize geldiğim ilk gün Ahmet Bey ile tanışırken beni bir başkası sanmıştı. Hatta benim Dr. Irmak Mertoğlu'nun hastası Eda Çetin olduğumu düşünüp iyi gözüktüğüm ve bahsettiği tedavinin iyi sonuç vermiş olduğunu düşündüğü için de benim adıma mutlu olduğunu söylemişti. İkimiz de o an bu tepkisine çok şaşırmıştık. Ama benim şaşkınlığım seninkinden biraz daha farklıydı. Korkuya kapılmıştım çünkü Ahmet Bey'in beni tanıması o an hiç beklemediğim bir şeydi. Evet biraz geç oldu farkındayım ama artık itiraf ediyorum. Ağabeyinin bahsettiği Eda Çetin adındaki hasta kız bendim Selim. Ailemin kulağına gitmemesi için doktorumdan rica edip hastanede gerçek ismimi kullanmamıştım ama ağabeyin her iki kızla da farklı zaman dilimlerinde karşılaştığı için işler benim açımdan epeyce karışmıştı.

Çok inatçı bir ağabeyin olduğunu biliyor muydun? Peşimi hiç bırakmadı çünkü Irmak Hanım'la da görüşüp o kız olduğumdan emin olmuştu. Beni itiraf etmem için o kadar sıkıştırdı ki ne yapacağımı da ondan nasıl kaçacağımı da bilemedim. Aslında bekleyecek lüksüm de yoktu. Beynimin içindeki saatli bomba bana hayati bir zarar vermeden önce en azından ameliyat olarak ondan kurtulmayı denemem gerekiyordu. Irmak Hanım bu ameliyatı çok riskli bulduğu ve açıkçası tümörün yeri itibarıyla çok da başarı şansı vermediği için gerçekleştirme taraftarı değildi. Başka birini bulmam gerekti. Bazı geceler doktor arayışı içindeyken sabahladığım bile oldu. Karşıma çıkan en iyi ve belki de tek seçenek kimdi biliyor musun? Ağabeyindi.

Mükemmel bir kariyeri vardı. Bilgisi cesareti ve kendine olan güveni girdiği ameliyatlarda mucizeler yaratmasını sağlıyordu. Üstelikte hemen yanı başımdaydı. Tanıştığımız andan itibaren bana biraz olsun nefes aldırmamıştı. Bana sürekli yardım edebileceğini söyleyip doktorum olmayı teklif ediyordu ama Ahmet Bey'in doktorum olmasını hiçbir zaman istemedim çünkü arada sen vardın. Eğer Ahmet Bey başarılı olamazsa aranızdaki mesafenin daha da büyüyerek geçit vermez bir uçuruma dönüşeceğini düşündüm. İkiniz adına çok korktum. Oysaki ben tüm sorunlarınızı geride bırakıp yeniden kardeş olduğunuzu görmeyi çok istiyordum. Ama olmadı tabii.

Ahmet Bey'in ısrarlarına direnmeye çalıştım ama sonra direncimi kıran bir şey oldu. Daha doğrusu biri oldu. Bu kişi Kaan'dı. Evet o dünyalar tatlısı oğlun acele edip hayatımı geri almam konusunda beni kendime getirdi. Bunu da nasıl yaptı biliyor musun? Bana evinize geldiğimde çikolatasını verdiğini hatırlıyorsundur. Paket olarak çizdiği bir resmi kullanmıştı. Hani içinde ne olduğunu sorguladığın çikolata lekeli kağıt. Hatırladın değil mi? İşte o resmi görür görmez senin için Kaan için ve kendim için bir an önce harekete geçmem gerektiğini anladım.

Bana ilk tanıştığınızda senin eline çizdiği resmin aynısını yapmıştı. Tek fark vardı o da evinizin önünde el ele tutuşan çift artık bizdik. Kaan'ın Selim babası ve Meral ablasıydık. Ağaç evinden ikimize el sallıyordu. O an kendimi unuttum ve sadece sizin için daha önce ihtimalini bile düşünmediğim bir kapıyı çalarak karşımdaki kişiden bana yardım etmesini diledim. Yardımına ihtiyaç duyduğum kişi ağabeyindi Selim.

Bana bu zor anlarımda o kadar destek oldu ki ona nasıl teşekkür edeceğimi inan bilmiyorum. Hiçbir şansım yok gibi görünürken bana büyük bir umut aşılayarak beraber bu ameliyatın altından kalkabileceğimize beni inandırdı. Benim için yaptığı her şey için ona minnettarım. Moralman her düştüğümde beni yeniden ayağa kaldırdı. Bunu bir yönden de ikimiz için yaptı biliyor musun? Çünkü senin beni benim de seni çok sevdiğimi biliyordu.

Onu sana karşı o kadar zor bir duruma soktum ki umarım bu benden sonra aranızda sorun yaratmaya devam etmez. Hatta bana bir söz vermeni istiyorum. Eğer bu mektup eline geçtiyse bazı şeyler için çok geç olmuş demektir. Yani Ahmet Bey'in de her zaman dediği gibi kader sahneye çıkıp selamını vererek perdeyi kapatmıştır. Bu olduysa ağabeyine asla kızmanı istemiyorum. Ona bu yüzden nefret duyarak yaklaşmanı da istemiyorum. Sana anlatmamı yanımda olmana izin vermemi defalarca söyledi ama ben kabul etmedim. Burada kızman gereken kişi o değil... Benim. Tamam mı hayatım? Hatta bence ona bu kadar iyi bir ağabey olduğu için bir teşekkür borçlusun. Seni aranızdaki olumsuzluklara rağmen sevmeye devam ettiği ve ne olursa olsun senin iyiliğini istediği için bence birbirinize bir şans daha vermelisiniz. Bunu benim için yapar mısın? Bence yaparsın. Beni hakkında yanıltmazsın sen...

Biliyor musun? Hep kendi hikayemin finalinde ne yazacağını merak etmişimdir. Ama şimdi ne yazacağını görebiliyorum sanki. Sanırım benim erken finalimde "Mutluydum çünkü koca bir ömre bedel olacak güzellikte dopdolu bir aşk yaşadım. Bana bu duyguları yaşatan o iyi yürekli mükemmel adama sevgilerle..." yazacak. O adam sensin tabii. Sen benim bu hayattaki en büyük şansımsın. En büyük dileğim... En büyük mucizem.

Sana uzun yıllar boyunca daha nice güzel mektuplar yazmak isterdim. Ama olmadı. Artık başka mektup olmayacak Selim... Bu sana yazdığım maalesef "Son Mektup"

Seni nefes aldığım sürece hep sevdim. Emin ol ki zamanımız olsaydı sevmekten de bir an bile olsun vazgeçmezdim. Yanımda olamadığın için sakın üzülme çünkü inan bana buradaydın. Tam kalbimde... Derinlerinde saklıydın. Belki de kalbimin bu kadar uzun süre atmasının sebebi de sendin. Bana çok güzel günler yaşattın. Her saniyesine şükrettiğim birbirinden güzel anlar yaşadık seninle...

Ne olur kendini bırakma. Benim için de yaşa bu hayatı. Başlarda zor olacağını tahmin edebiliyorum ama yine de toparlan gül eğlen mutlu ol ve mutlu et. Bu hayatta tek dayanağı sen olan bir oğlun var. Gözünün içine bakan bir ailen ve çevrende seni seven bir sürü insan var. Onlar için iyi olmaya mecbursun. En çok da huzur bulabilmem adına benim için iyi olmaya mecbursun.

Sana elveda demeyeceğim hayatım. Sadece başka bir hayatta görüşmek üzere orada buluşana dek kendine iyi bak diyeceğim. Seni Seviyorum Selim. Seni çok büyük bir aşkla seviyorum. Hoşça kal.

Meral...

"Hoşça kal... Hoşça kal... Hoşça kal..."

Kapının önündeki basamaklara oturup saatime bakarken içeriden sesler gelmeye başladı. Selim'in aynı kelimeyi donuk bir ses tonuyla defalarca tekrarladığını duyunca ne olduğunu merak edip aralık olan kapıyı sonuna kadar açarak eve girdim. Evin içi sessizdi. Sadece o sessizlik içinde Selim'in sözleri ve belli bir düzende tak tak eden bir ses duyuluyordu.

Kulağıma gelen sesleri takip ederek salon kapısının önüne geldiğimde kardeşimi yere oturmuş gözyaşları içinde elindeki mektuba bakarken buldum. Bitik bir halde "Hoşça kal" demeye devam ederek yumruğunu da belli aralıklarla yere vuruyordu. Meral o mektuba her ne yazdıysa belli ki bu Selim'e çok ağır gelmişti. Yanına gidip onu ayağa kaldırarak sarsmak istedim ama o an bana nasıl bir tepki vereceğini kestiremedim. Şoka girmiş gibiydi ve onu sert bir şekilde kendisine getirme çabam istenmeyen bir reaksiyon vermesine yol açabilirdi.

"Selim..."

Kendisine seslendiğimi duyunca aniden susup ardından da yumruğunu yere vurmayı kesti. Ancak hâlâ sabit bir noktaya bakmaya devam ediyordu. Neler düşündüğünü bilmiyorum ama şu an karşımda yıkılmış perperişan olmuş bir adam duruyor. Kardeşimin o haline bakarken içimden geçen tek şey "O mektuba ne yazdın Meral?" oldu. Mektubun parçalarını birleştirme işini Eylül'e bıraktığım için içerikten haberdar değildim. Ayrıca birinin özel yazışmalarını okumak da pek tercih ettiğim bir şey değildir. Ama şu gördüğüm görüntüden sonra keşke orada neler yazdığına baksaydım diyorum çünkü Selim'i bu halde en son annemi kaybettiğimiz zaman görmüştüm. İtiraf etmeliyim ki bu hali beni bir hayli endişelendirdi.

Sessizdi ama gözlerindeki yaşlar akmaya devam ediyordu. İkinci kez seslenmemle birlikte oturduğu yerden yavaşça kalkıp manasızca etrafa göz gezdirdikten sonra arkasını dönerek duvardaki aynadan kendisine bakmaya başladı. Açıkçası kendisine mi bakıyordu yoksa gözünde canlanan bir hayale mi odaklanıyordu emin değilim. Tuhaf bir bakıştı bu.

Üzgün olmasına rağmen o kadar da sakin gözüküyordu ki müdahale etmek yerine onu sessizce izleyip kendisine gelmesini beklemeye başladım. Ancak bunu yapmamam gerektiğini de bir anda yumruğunu tüm gücüyle aynaya geçirip "Hayır! Hayır! Hayııııır!" diye bağırarak feryat etmeye başladığı an anladım. Kendisini kaybetmiş gibiydi. Yanına nasıl gittiğimi ve onu aynadan nasıl uzaklaştırdığımı ben bile anlayamadım.

l1qOag.gif


"Selim! Selim dur yapma!"

"Bırak!"

"Sana dur diyorum!"

"Gidemez! Beni bırakıp hiçbir yere gidemez!"

"Selim sakin ol!"

Onu zar zor durdurduğumda kendinde değildi. Parmaklarının üzeri kırılan aynanın parçaları yüzünden kesildiği için kanıyordu ama bu umurunda değildi. Hatta farkında olduğunu bile sanmıyorum. Sanki farklı bir boyuta geçmiş gibi boş boş bakıyordu. Aklı ruhu bambaşka bir yerdeydi. Kollarını tutup sakin bir ses tonuyla "Kendine gelmen lazım Selim. Duydun mu beni?" dediğimde ilk defa yüzüme baktı. Bir şeyler söylemek istiyordu ama bunu yapamıyordu.

Sakin olmasını ve konuşmamız gerektiğini söylerken sanki beni duymamış gibi kendisini yavaşça yere bırakarak dizlerinin üstüne çöktü. Ben de onunla beraber eğilip "İyi misin? Sana su getirmemi ister misin?" diye sordum. Cevap vermedi. Gerçekten şoka girmiş gibiydi. Elinin çok fazla kanadığını görünce onu salonda bırakıp banyodaki dolaptan gerekli malzemeleri alarak hızla yanına geri döndüm.

Selim sessizce dururken elimdekileri kenara bırakıp yarasını hızlıca temizleyerek sarmaya başladım. Gözümde ne olur ne olmaz diye üzerinden bir an olsun ayrılmadı. Bir kez daha iyi olup olmadığını sorduğumda önce bir şeyler söylemek istercesine ağzını oynatmaya başladı sonra da benim de gözlerimin dolmasına neden olacak ölçüde iç burkan bir ses tonu kullanarak Meral'i kastedip "Öldü mü? Kaybettim mi onu?" diye sordu.

tumblr_mbrdt3iCXw1qfx172o6_250.gif


Bu soruyla birlikte eline sarmaya çalıştığım bandajla ilgilenmeyi bırakıp ona doğru baktım. Duyacağı şeyin korkusuyla gözlerini kapatmış ağlıyordu ve bu haliyle beni de paramparça ediyordu. Sorusuna karşılık ona "Evet onu kaybettik Selim" dememden o kadar çok korkuyordu ki bu da titreyen sesi gibi bütün beden diline yansıyordu. Meral'e ne olduğunu bilmek istemesine rağmen en kötüyü duymak ve kabullenmek zorunda kalmak istemiyordu sanki. Haklı. Bunu kim ister ki?

Elindeki bandajla olan işimi alelacele bitirip ensesini tutarak bana bakmasını sağladım ve içten içe duymayı beklediği şeyi ona söyleyerek "Hayır... O ölmedi Selim. Onu kaybetmedin. Meral yaşıyor. Ben de buraya seni alıp onun yanına götürmeye geldim. Duydun mu beni? Seni ona götürmeye geldim" dedim. Bana olan bakışını hiçbir zaman unutamayacağım sanırım. Söylediğimi algılayıp algılayamadığını düşünürken bana tutunarak ayağa kalktı. Ben de onunla birlikte kalktım tabii.

Yüzüme garip bir ifadeyle bakıp sesi titreyerek "Meral... Meral şimdi nerede?" diye sorunca hiç beklemeden "Hastanede... Gözetimim altında" dedim. Bunu duyar duymaz beni salonda bırakıp koşar adımlarla evin açık olan kapısına doğru gitti. Ben de anahtarları aldıktan sonra arkasından yetişip arabanın direksiyonuna geçmesini engelleyerek onu diğer tarafa oturması için yönlendirdim. İtiraz edecek hali yoktu. Tek istediği bir an önce Meral'in yanına gidip onun iyi olduğunu kendi gözleriyle görmekti.

Hastaneye doğru giderken az önceki halinden sıyrılması için üzerine pek gitmedim. Hatta hiç konuşmadım. Ona doğru bakmadım bile. Sadece nasıl olduğunu anlayabilmek için aynalara yansıyan halini izledim. Biraz kendi düşünceleriyle baş başa kalmasının kafasını yerine getireceğini düşünüyorum. Hem böylece Meral'in yanına girdiğinde bu daha sakin olmasını sağlayabilecekti. Ayrıca yüzüme bakmıyor oluşunu referans alacak olursak benimle konuşmak isteyeceğini de pek düşünmüyordum.

Sonuna kadar açtığı camdan yüzüne vuran rüzgarı hissederek gözlerini kapattığında ben de yan gözle ona doğru bakıp önüme döndüm. Neyse ki sakinleşmişe benziyordu. Dikkatimi yola verip bir yandan da Meral'in arkasından iş çevirdiğimizi anladığında bize vereceği tepkiyi düşünerek yüzümü buruşturdum. Eğer kibar bir kız olmasaydı beni ve Eylül'ü büyük bir zevkle kafa kafaya vurabilirdi. Bu yüzden şanslıyız ama kendimizi üslubu düzgün olsa da yine de iğneleyici sözlerine karşı hazırlamalıyız.

Ben bunları düşünürken bir süredir sessizce yanımda oturan kardeşim beni bir hayli şaşırtan bir şey söyledi. Gözlerini kapamaya ve rüzgarı hissetmeye devam ediyordu ve bana bir garip ses tonuyla "Seni kıskanıyorum galiba" dedi. Bir gözüm onda bir gözüm yolda olarak sağa dönmek için sinyal verirken bir yandan da bu dediğini garipseyerek gözlerimi kısıp "Kıskanıyor musun? Beni mi? Ama neden? diye sordum. Neden bu kadar garipsedim ben de anlamadım. Sanki olamayacak bir şeymiş gibi...

Kısacık bir an sessiz kalıp gözlerini açtı. Merakla söyleyeceği şeyi beklerken sanki yenilgiye uğramış bir komutan edasıyla "Kıskanıyorum çünkü hayatımdaki iki önemli kadında en zor anlarında bana değil sana güvenmeyi seçtiler" dedi. Annemizden ve Meral'den bahsediyordu. Ona doğru baktığımda boş bakışlarla önüne bakıyordu. Garip bir şekilde söylediği şey gülümsememe neden oldu. Bu halimi fark etse herhalde tepkisini beni arabadan atarak gösterirdi. Ama ben onun beni kıskanmasına ya da o iki önemli kadının da yanlarında benim bulunmamı istediklerine gülmüyordum. Ben kendi halime gülüyordum.

O esnada hastanenin otoparkına yaklaştık. Hastane doktorlarına özel ayrılan bölüme geçmek için kartımı okutup önümüzdeki engelin kalkmasını beklerken söylediği şeye ithafen "İçini rahatlatacaksa söyleyeyim. Bence buna üzülmek yerine sevinmelisin çünkü bu demek oluyor ki hayatındaki iki önemli kadında seni üzmemek için beni üzmeyi göze alabildiler. Ki bu kadınlardan biri senin olduğu kadar benim de annemdi. Sanırım bu hep o şikayet ettiğin profesyonel kimliğimi aferin alan öğrencilerin taktığı kırmızı kurdele gibi yakama astığım için oluyor. İnsanlar onu ön plana aldığımda benim etten kemikten olduğumu unutuyorlar. Aslında ne yalan söyleyeyim bazen ben bile unutuyorum ama bu benim de üzüldüğüm benim de yıprandığım ya da benim de yorulduğum gerçeğini değiştirmiyor" dedim.

Arabayı park ettikten sonra ellerimi direksiyondan çekmeden öylece durdum. Ağzımdan çıkanlar beni biraz şaşırtmıştı sanırım. Selim de sessizce bana doğru bakıyordu. Onunla daha önce bu konuları hiç konuşmamıştık. Bu iyi mi oldu yoksa kötü mü oldu anlayamadım.

Kaşlarını çatıp mesafeli tonlamasından ödün vermeden "Üzülmediğini yıpranmadığını ya da yorulmadığını hiçbir zaman düşünmedim. Aksine tüm bunları yaşarken duygularını belli edemediğin ve hepimize karşı güçlü durmaya çalıştığın için daha büyük yara aldığının farkındayım. Ama ne olursa olsun omuzlarına konulan yükleri tek başına üstlenmek zorunda değildin. Sana destek olabilirdim. Gerçek bir kardeş gibi birbirimize omuz verip yüklerimizi birlikte hafifletebilirdik. Ama yapmadık. Olmadı. Yanlış tercihler diyelim" dediğinde derin bir nefes alıp kardeşime doğru baktım. O da bana bakmaya devam ediyordu. Tek kelime etmeden öylece kaldım. Aslında ikimiz de kaldık desem daha doğru olur.

Bu konuşma aramızdaki buzları ne derecede eritir bilmem ama bunca zamandan sonra bunları kardeşimin ağzından duymak bana iyi geldi sanki. Bu konu hakkında başka bir şey söylemedim. Söylemek de istemedim. Bana şimdilik böyle kalması daha doğru olurmuş gibi geldi. Hastanenin içine giriş yapmamızı sağlayan kapıya doğru baktıktan sonra keyifsizce Selim'e dönüp "Hadi gidip Meral'e bir sürpriz yapalım" dedikten sonra bir yandan da kendi kendime "Acaba konfetiyi hangimizin kafasında patlatmak isteyecek?" diye söylenip arabadan indim.

Selim ile beraber hastaneye girip yukarıya çıkarken bir yandan da Meral'in vereceği tepkiye kendimi hazırlamaya çalıştım. Eylül ballı kız. Bu yaptığımdan sonra sırasını savdı çünkü Meral ondan önce beni öldürecek gibi görünüyor. Umarım Selim'i görmenin ona verdiği iyilikle hakkımızda bir af kararı çıkaracak kadar yüce bir gönüle sahiptir.

"Selim yukarıya çıktığımızda Meral'in yanına önce ben gireyim olur mu?

"Neden?"

"Bu aralar psikolojik açıdan çok yoruldu yeni bir atak daha geçirmesini istemiyorum. Onu bu karşılaşmaya hazırlamam lazım"

"Tamam ama acele et"

"Sen burada bekle. İçeriye girme anının geldiğini anlaman için kapıyı açık tutacağım. Böylelikle sen de konuşmalarımızı duyabileceksin"

"Anladım"

Kata geldikten sonra Selim ile birlikte Meral'in kaldığı odanın önüne doğru seri adımlarla yürümeye başladık. Umarım kardeşimin özlemi baskın gelip az önce konuştuğumuz şeyleri ona unutturarak bir anda içeriye girmesine neden olmaz.

Kapı kolunu tutarken Meral'in vereceği tepki konusunda endişeliydim ama yine de doğru bir şey yaptığıma inandığım için gönlüm rahat bir şekilde kapıyı açıp içeriye girdim. Kardeşime de söylediğim gibi kapıyı aralık bırakıp "Meral..." diye seslenerek yatağının önüne doğru gittiğimde Meral'de beni tedirgin bir halde karşıladı ki sözleri de bu düşüncemi tasdikliyordu.

gfchvhb.jpg


"Ben de bugün beni kontrol etmeye gelmeyince sizi yine kızdırdığımı düşünmeye başlamıştım. Ahmet Bey kötü bir şey mi oldu?"

"Bunu da nereden çıkardın?"

"İyi görünmüyorsunuz. Canınızı sıkan bir şey olmuş gibi"

"Bana bir söz vermiştin hatırladın mı?"

Tek kelime edemeden bana bakmayı sürdürünce onu daha fazla zorlamadan "Sana ne olursa olsun hangi şartlar altında olursa olsun içinde bir yerlerde her şeyin sonuna geldiğini düşünsen bile ben bitti demeden pes etmeyeceksin söz mü demiştim" dedim. Mahcubiyetini belli eden bakışlarını bana doğru çevirerek hatırladığını söyleyince de hiç düşünmeden "Ben hâlâ bitti demedim farkındasın değil mi?" diye sordum.

Gözlerini kaçırdı. Neden bahsettiğimi anlamış olmalı. Benim lügatımda yenilgiyi kabul ederek bir işe başlamak yoktur. Bir yola baş konulduysa o yolda sonuca ulaşmak için son saniye dolana kadar ölümüne savaşılır. Ben böyle gördüm böyle de öğrendim. Şimdi de bu raddeye geldikten sonra ne pes ederim ne de pes ettiririm.

"Evet farkındayım. Hiçbir zaman da demeyeceksiniz"

"Ben de korkuyorum Meral! Senin gibi ben de çok tedirginim ama ne yapıyorum biliyor musun? Bu korkuların bu tedirginliklerin beni kendilerine esir etmelerine izin vermiyorum. Elimi kolumu bağlamalarına beni olumsuz düşüncelerin içine çekmelerine müsaade etmiyorum çünkü hem kendime hem de sana olan inancım hepsinin üstesinden gelmeme yardım ediyor. Ama sen de bana yardım et olur mu? Sakın beni bu yolda tek başıma mücadele etmek zorunda bırakma. Yardımına ihtiyacım olduğunu sakın ama sakın unutma. Sen çok güçlü bir kadınsın. Bırak vazgeçmeyi bunu düşünmek bile yakışmaz sana"

Konuşmayı kendi iyiliğim için burada kesmek istedim. Ne oldu bana bilmiyorum. Kendimi bugün her zamankinden daha duygusal hissediyorum. Belki de artık odadan çıksam iyi olacak. Büyük ihtimalle Selim de şu an içeriye girmemek için kendisine zar zor hakim oluyordur. Birkaç dakika içinde büyük yüzleşme gerçekleşeceği için gergin hissederek ayağa kalktım ve Meral'e doğru dönüp "Benden istediğin bir şey var mı Meral?" diye sordum.

Bir süre bu alışılmadık durgun halimi izleyip sonra da "Var" deyince istediği her ne ise söylemesinin yeterli geleceğini söyledim. Ama o ne yaptı? Beni saniyeler içinde dağıtıp sesi titreyerek "Size sarılabilir miyim Ahmet Bey?" diye sordu. Aaa! Sakın ağlama Meral! Bunu sormasını beklemiyordum. Hatta ne soracak deseler bu söylediği aklımın ucundan bile geçmezdi. Birbirimize uzun uzun bakarken kısacık bir süreliğine korkusunun bana da geçtiğini hissettim. Tut ki başaramadık. Olmadı ve Meral o masadan kalkamadı. Sonra ne olacak?

Bu olumsuz düşünceden hızlıca sıyrılıp içten içe "O masadan kalkmak zorunda. Bunu başarmak zorunda!" diye söylenip sarılabileceğini ima ederek başımı salladım. Yatağının kenarına oturduktan sonra da birbirimize iki can dostu gibi sıkı sıkı sarıldık. Aslında daha çok ağabey ve kardeş gibi. Sarıldığımız anda da ne yazık ki Meral hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Bunun beni perişan ettiği söylemem lazım ama o da artık iyice dolmuş olmalı.

"Bunu daha önce söyleme fırsatım olmamıştı"

"Neyi?"

"Teşekkür ederim Ahmet Bey. Yaptığınız her şey için size çok teşekkür ederim. Siz benim karşıma çıkan en büyük mucizelerden biriydiniz. Hiç beklemediğim bir anda içine düştüğüm o kapkaranlık kuyudan beni çekip çıkardınız. İnanırsak her şeyin bizim istediğimiz gibi olacağına beni ikna ettiniz. Siz ne kadar istemesem de ne kadar inkar etsem de beni kaderimle baş başa bırakmadınız. Aksine siz o kadere ortak olmayı seçip belki de meslek hayatınız boyunca girip girebileceğiniz yükü en ağır ameliyatı gözü kapalı üstlendiniz. Hem de bedelinin ne olacağını bile bile. Ama şunu bilmenizi istiyorum Ahmet Bey. Bu ameliyatın sonucunun ne olacağını bilmiyorum ama inanın bana ben her halükarda size yanımda olduğunuz için minnettar olacağım. Orada elinizden gelenin en iyisini yapmak için son ana kadar çabalayacağınızı da bileceğim. Bu açıdan en ufak bir tereddüdüm bile yok. O gün geldiğinde kendimi gönül rahatlığıyla ellerinize bırakacağım çünkü eğer orada bir mucize olacaksa bu mucizeyi sizden başkasının başaramayacağını düşünüyorum. Size karşı olan inancım tam ama..."

"Ama ne?"

"Ama olurda olumsuz bir durumla karşılaşırsak sakın kendinizi kötü hissetmeyin olur mu? Sakın neden daha iyisini yapamadım diye düşünmeyin çünkü ben zaten ne gerekmişse onu yapmış olacağınıza kalben inanıyorum. Sonuç önemli değil Ahmet Bey... Ben size güveniyorum. Bu gerçeği de hiçbir şey değiştiremez"

Duyduklarımdan sonra böyle düşünmesine mutlu olduğum kadar üzüldüm de. Üzüntümün nedeni bu konuşmayı yapmak zorunda kalmamızdı. Evet onun için elimden gelenin de fazlasını yapacağım. Ameliyatın başarılı geçmesi için imkansızı oldurmaya çalışacağım bundan kimsenin bir şüphesi olmasın. Meral'e bakarken boğazım düğüm düğümdü. Gözlerimin dolmaya niyetli olduğu ender anlardan birini yaşıyorum çünkü.

Meral de bunu anlamış olacak ki herhangi bir şey söylememi beklemeden bana "Sizden bir isteğim daha var" dedi. Elini tutup merak içinde söylemesini istediğimde tedirgin bir tavırla "İşler istediğimiz gibi ilerlemezse sakın Selim'i yalnız bırakmayın olur mu? Git dese de gitmeyin. Aksini söylemeye devam etse de ayrılmayın yanından. İkimizi de en iyi tanıyan sizsiniz. Neler yaşadığımızı ve birbirimize karşı neler hissettiğimizi biliyorsunuz. Selim'e onu nefes aldığım sürece çok sevdiğimi ve bir gün yine buluşacağımızı söyleyin" dedi. Normalde sözlerini tamamlayamadan ona kötüye odaklanma çıkar bunları aklından demem gerekiyordu ama onun yerine suskun kalmayı tercih ettim.

Bu sessizliğim mana veremediği bir şekilde devam edince de bana dikkatle bakıp "Siz de bu konuda bana söz veriyor musunuz?" dedi. Aslında ben daha fazla söz vermesem iyi olacaktı. Kısacık bir an düşündükten sonra zamanının geldiğini düşünüp kapıya doğru baktım ve "Belki de bunları ona sen söylemelisindir" dedim. Yaşadığı şoku iliklerime kadar hissettim. Bunu söylememle birlikte başını iki yana birden sallayarak "Hayır! Hayır hayır bunu yapmadınız değil mi? Yapmadınız! Ahmet Bey yalvarırım yapmadım deyin" demeye başladı ama nafileydi çünkü az önce kapıda beliren kardeşim sahneyi benden devralmıştı. Sanırım Meral'de bu vesileyle neyi yapıp neyi yapmadığımı anlamış oldu.

hlhjlj.png


Birbirlerini görünce ikisi de hiçbir tepki veremedi. O an için her ne hissettilerse bunu içlerinde yaşadılar. Meral kardeşimden sakladıklarının ağırlığıyla gözleri dolu dolu bakarken Selim'de sevdiği kadını hiç ummadığı bir şekilde hasta yatağında yatarken görmenin üzüntüsünü yaşıyordu. Yüzünde de "Böyle bir şeyi benden nasıl saklarsın?" tarzında bir ifade vardı. Eğlenceli bir an olsa bu suskunluğu onlara laf atarak bozardım ama bu defa iş şaka götürmeyecek kadar hassastı. Bu sebeple ayağa kalkıp "Ben rahatça konuşmanız için sizi yalnız bırakayım" dediğimde Meral'in dili çözüldü ve bana sitem dolu bir bakış atıp "Neden yaptınız bunu?" diye sordu.

Dün Eylül ile yaptığım telefon görüşmesini düşünmeden edemedim. Bana Meral'in içindeki o şom ağızlı sesten bahsetmişti. Madem o bu sese bu kadar önem veriyor ben de kendi içimdeki sese önem vereyim bari diye düşündüm. Derin bir iç çekip "Bana da böyle olması doğru olacakmış gibi geldi. İçimdeki o ikna edici sese kulak verdiğim için beni suçlayamazsın öyle değil mi?" dediğimde çok şaşırdı. Herhalde Eylül ile konuştuğumu anladı. Varsın anlasın. Ses çıkarmayınca kapıya doğru yürüyüp Selim'in yanından geçerken de aniden durdum.

Meral'i bu halde gördüğü için o kadar donuk bakıyordu ki onun için korkuya kapıldım. İşlerine daha fazla karışmak istemesem de son bir kez ağabeylik vasfımı kullanıp "Yormayın birbirinizi... Sarılın gitsin" demekten kendimi alamadım. Bunu ben söylemesem de yapacaklarına emindim ama konuşmanın sonunu beklemesinler istedim sanırım. İkisini odada bıraktıktan sonra kapıyı kapatıp bir süre her şey yolunda mı diye orada bekledim. Uzunca bir süre sessizlik oldu ama sonra Selim vurucu bir açılış yapıp "Seni kaybettim sandım" dedi. Ses tonu ağlamaklıydı.

650qoE.gif


İnsan ne kadar arası bozuk olsa da kardeşini bu halde görmeye dayanamıyormuş. İkisinin bu hali gözlerimin dolmasına göğsümün de sıkışmasına neden olunca oradan ayrılıp biraz açılmak için dışarıya çıktım. Eylül'ün sesini duymaya çok ihtiyacım var. Bilgilendirme bahanesiyle bu ihtiyacımı giderebilirim herhalde.

........::::::::__2 Gün Sonra__::::::::........

Bugün o ilk başta sürpriz olarak bahsettiğim olayın gerçekleşeceği gün. Selim ile Meral yaptıkları konuşmanın neticesinde önemli bir karar aldı ve yıldırım hızıyla evlenmeye karar verdiler. Kardeşim sonucu ne olursa olsun Meral'in ameliyata Atahan soyadını taşıyarak girmesi konusunda son derece ısrarcı görünüyordu ve bu sebeple de bir an önce nikah hazırlıklarını başlattı. Bu noktada bana da görev düşüyordu çünkü hastanenin en üst katındaki kullanılmayan depovari yeri nikah salonu havasına sokabilmek için izin almam gerekti.

Neyse ki durumun hassasiyeti ve Meral'in hastalığının taburcu olmaya müsait olmaması da göz önüne alınınca sorun yaşamadan gerekli izni alabildim. Sonrası çok daha kolaydı. Salonu süsleme bezeme işleri Eylül'e ve bana emanet edildi. Gerçi bunun olması için kendimi ve haberi olmadan Eylül'ü öne atmış olabilirim. Sonuçta ne kadar zaman geçirsek kârdır diye düşünüyorum ve en ufak bir fırsatı bile değerlendirmeye çalışıyorum. Umarım bu niyetimi anlayıp başıma ekşimez.

Bu arada Selim'in şahidi kim bilmiyorum ama duyduğuma göre Meral'in şahidi Eylül olacakmış. Bu evlilik muhabbeti her açıdan süper oldu. Bir bahane uydurmaya gerek kalmadan Eylül'ü görme şansı elde etmek gerçekten de çok büyük bir lütuf.

Eylül'ün getireceği taze çiçekler haricinde tüm dekorasyon malzemeleri bu sabah elime ulaştı. Ben de şu an hem Eylül'ün gelmesini beklemekle hem de onları düzeltmekle meşgulüm. Yine gecikti ama neredeyse gelir çünkü az önce muhbirlerim bana hastaneye giriş yaptığı haberini uçurdu.

Nikah masasını Selim'in önceden söylediği gibi boydan boya cam olan pencerenin önüne çekerken bir anda kulağıma "Günaydın doktor!" diyen Eylül'ün sesi gelince elim ayağım birbirine girdi. Bu karışıklıkta bir kazaya sebep oldu çünkü sesi duyar duymaz ona bakma telaşından masanın tuttuğum köşesi elimden kayıp ayağımı ezdi. Ona "Günaydın" diyecekken gür bir sesle "Aaaaah!" demek zorunda kaldım. Eminim bu sahne sakarlığımı onun gözünde iyice tescillendirmiştir. Kahretsin!

"Dikkat etsene! Bir şey oldu mu ayağına?"

Eylül elindeki torbaları bir kenara bırakıp yanıma gelince bir anda can acısı rafa kalktı. Baş parmağımdan olmuş olabilirim ama yine de karşısında bir bebek gibi ağlayacak değilim. Acımı içime gömüp hiçbir şey olmamış gibi davranarak "Gayet iyiyim bir şey olduğu yok" dediğimde gözlerime bir gram bile inanmamış gibi dik dik bakıp "Pek öyle görünmüyor ama kişinin beyanına saygı duymak gerek" dedikten sonra bir hayli yorgun bir halde boynunu ovalayıp salona göz atarak "Burası tahmin ettiğimden daha genişmiş. Hadi doktor bir an önce süslemeye başlayalım çünkü benim daha gidip Meral'in hazırlanmasına da yardım etmem gerekiyor" dedi. Tam bir iyilik meleği...

"Sen iyi misin Eylül? Uykusuz gibisin"

"Öyleyim. Birkaç saat Rüya'ya baktım da"

"Yine o berbat ninniyi söylemedin değil mi?"

"Ha ha haa! Hiç komik değilsin doktor"

"Gerçekten sormuştum"

"Hâlâ değilsin"

"Tamam kızma. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim Rüya son zamanlarda gördüğüm en şirin ve en güzel bebek"

"Evet uyurken çok şirin"

"Uyurken? Bu biraz manidar oldu sanki"

"Aslında o her normal bebek gibi davranıyor ama bende sorun var. Sanırım ben bebeklik dönemini geçip ne istediğini söyleyebilen "uslu" bir çocuk olduğunda daha iyi bir teyze olacağım"

"O hallerinizi de görmek isterim"

"İstanbul'da kalırsam daha doğrusu Tolgalar da kalırsa görürsün herhalde"

"İstanbul'da kalırsam mı? Gitmeye mi niyetlisin?"

"Şu an öyle bir niyetim yok ama çok gezenler için "Leyleği havada mı gördün?" denir ya ben de biraz öyleyim galiba uzun süre aynı kalamıyorum. Belki İzmit'e de dönebilirim bilmiyorum"

"Neden İzmit?"

"Annem orada yaşıyor"

"Dönmek zorunda kalmaman dileğiyle"

"Ne?"

"Yok bir şey anladım dedim"

Eylül kenarda duran kutuları açıp içlerine bakarken ben de az önce cenaze namazı kılınan baş parmağımın ağrısı yüzünden bacağımı oynatıp yüzümü gözümü ekşitiyordum. Ben bu haldeyken Eylül elindeki süslemelerle aniden bana doğru dönüp "Bunlar nereye konacak?" diye sorunca fena yakalandım ancak bana tuhaf tuhaf baksa da durumu idare etmeyi başarıp "Süslemeler konusunda özgürüz ama yine de sadelikten şaşmıyoruz" dedim.

O andan itibaren de Eylül bir yerden ben bir yerden bu ruhsuz salonu adam etmeye başladık. Gelen on taneye yakın sandalyeyi süsleyip belli bir düzende dizerken de ikimiz de aynı anda birbirimize baktık. Sanırım bu aynı şeyi düşündüğümüz için oldu. Bu sayıda sandalyeye ihtiyaç duymamızın bir sebebi vardı tabii. Selim Meral'den habersiz ailesiyle görüşüp durumu onlara da anlattı ve bugün gerçekleşecek olan nikaha onları da davet etti. Anlaşılacağı üzere bugün burada Meral'in sandığı gibi biz bize olmayacağız. Yine biz bizeyiz ama bu defa Meral'in karşısına Tekinleri ve Atahanları içeren geniş bir aile olarak çıkacağız. Umarım bunun geri dönüşü kardeşimi zor bir durumda bırakmaz.

"Kardeşin büyük bir risk aldığının farkında değil mi? Meral bu yaptığını olumlu açıdan değerlendirmezse tam da nikah günü aralarında ciddi problemler yaşanabilir çünkü"

"Bir şekilde aşarlar"

"Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?"

"Onlar birbirlerini deli gibi seviyorlar Eylül. Elbette ne yaşarlarsa yaşasınlar problemlerini aşmanın bir yolunu bulacaklar"

"Aşk her zorluğun üstesinden gelir diyorsun yani"

"Gelmez mi?"

"Tartışmaya açık bir konu"

"Neden?"

"Bir kere aşk zorlukların üstesinden falan gelmez. Aksine zorlukları üstüne üstüne getirir adamın! Çıkardığı marazlar yüzünden canından bezdirir bünyedeki agresyonu artırır..."

"Eylül!"

"Böyle insanı sevimsiz ne idüğü belirsiz bir canlıya dönüştürür. Kendini tanıyamazsın."

"Eylül!"

"Bu ben miyim der silkelenmek istersin ama bir işe yarar mı? Düşünüyorum... Haah! Yaramaz çünkü aşk denen o zırvalık insanın başına beladan başka bir şey getirmez"

"Eylüüül!"

"Ne!"

"Sakin ol"

"Sakinim ben!"

"Gözlerinin nasıl döndüğünü gördüm. Dolayısıyla sakinim yalanını yutacak değilim"

"Ne konuşuyorduk ki biz?"

"Hatırlatayım da en başa dön değil mi? Üzgünüm ama seni bir canavara dönüştüren konumuz az önce tarafımdan tartışmaya kapandı"

"İtiraf etmeliyim ki yerinde müdahale"

"Bir süredir gözetimim altında olduğun için artık sana hangi aşamada müdahale etmem gerektiğini anlayabiliyorum. Yani seni çözmeye başladım Eylül Acar!"

"Dikkat et de beni çözmeye çalışırken kendin de dolanma"


........::::::::__Eylül__::::::::........

aeeesdgse.gif


Kendi halinde etrafla ilgilenerek yanıma doğru yaklaşıp "Dolanma derken... Sana doğru mu?" deyince doğal olarak doktora baktım. O da bu bakışımın üzerine gözlerini gözlerime çevirip hınzırca olarak adlandırabileceğim bir gülüşle birlikte sözünü "Bence bir sakıncası yok" diyerek tamamladı. Gülümser gibi oldum kabul ediyorum ama beni etkilediği için değil sadece "çapkın" imajına yakışan bir şekilde davrandığı için gülümsedim.

Flörtöz işte! Adamın doğasına var kendisine engel olamıyor. Bu arada onun beni tanıdığı kadar ben de onu yeterince tanıdım ve şu an bu söylediği şeyle ilgili bir laf dokundurursam geri dönüşün ne olabileceğini az çok tahmin edebiliyorum. Bu yüzden de söz gümüşse sükut altındır diyerek sessizliği tercih edeceğim. Süslenecek son sandalyeyi doktora bırakıp mumları alarak asansör önünden salona kadar olan yola romantik bir hava vermek için dışarı çıktım. Mekanımızda romantik ambiyans yaratmak için bir uygun ki sorma gitsin. Burayı hastane havasından tamamen çıkarmak için daha neler yapabiliriz bir bakalım.

Yere oturup mumları gelin ve damadın yürüme anında engel yaratmayacak şekilde özenle dizerken dalıp gitmişim. Neler düşündüğüm merak uyandırmasın. Dağdan girdim bağdan çıktım işte. Kendime gelişimde etrafıma saçılan gül yaprakları sayesinde oldu. Nerede olduğumu bile unutmuşken bu şahit olduğum manzara bana neye uğradığımı şaşırttı. Hiç kıpırdamadan garip bir hissiyatla yaprakların yavaşça yere düşüşünü izlemeye başladım. Ta ki son birkaç tanesinin başımdan aşağıya döküldüğünü hissedene kadar.

Bana çok kızacağını biliyorum çünkü ben de şu an kendime kızıyorum ama bir an kendimi bir hayalin içinde buldum. Saniyelik bir şeydi bu. Sanki Buğra yanımdaydı ve benden yaptıkları için özür diliyordu. Buna mı ihtiyacım var acaba? Yani onun yarattığı enkazı ortadan kaldırabilmem için kuru bir özrüne mi ihtiyaç duyuyorum? Bu sorunun cevabını almam şu an için mümkün değil maalesef.

Neyse ki bu hayalimsi şey uzun sürmedi çünkü bunun gerçek olmayacağını o haldeyken bile anlayıp hemen kendime gelerek toparlandım. Buğra kim özür dilemek kim Allah aşkına! Rüyanda görsen hayra yorma derim. Önüme düşen yaprağı elime alıp başımı kaldırdığımda "Seslendim ama cevap vermedin. Ben de günah benden gitti dedim" diyen doktorun güneş gibi parlayan gülümsemesiyle karşı karşıya geldim. Tabii bunda gün ışığının yüzüne vurması da etkili oldu.

"Başımdan aşağıya neden gül döktüğünü öğrenebilir miyim doktor?"

"Gelin yolunu süslüyorum"

"Affedersin ama bunu sormak zorundayım. Oradan bakınca gelin yoluymuşum gibi mi gözüküyorum?"

Bunu sorarken aynı anda da oturduğum yerden kalkmama yardım etsin diye ellerimi ona doğru uzatıyordum. Doktor da ellerimi tutup beni kaldırdıktan sonra "Ne söylesem sözlü saldırıya geçiyorsun. Bana niye bu kadar sinirlisin sen?" diye sordu. Ben susuyordum o da merakla cevap vermemi bekliyordu. Ne diyeyim ki şimdi? Hepiniz aynısınız diye başlayıp açayım ağzımı yumayım mı gözümü! Hiç çekinmem yaparım çünkü.

Ellerimi çekmeye çalışıp "Daha önce de söylediğim gibi kafamı bozuyorsun doktor" dediğimde o da sert bakışlarıma aldırmadan elimi daha sıkı tutup "Peki bunun özel bir anlamı var mı?" diye sordu. Ne özel anlamı olacak be adam! Kafamı bozuyorsun demek kafamı bozuyorsun demektir. Alt metninde bir mana var mı ya takılma işte.

Ellerimi avuçlarının içinden çekip kurtarırken laf çarparcasına bir tavır takınıp "Sana aşık oldum ondandır" dedikten sonra gözlerimi devirerek "Tövbe estağfurullah!" dediğimde gülmeye başladı ve aynı alaycı tavırla "Kalbim pır pır etti! Duygularımızın karşılıklı olması ne hoş" diyerek gül yapraklarını yere serpiştirmeye devam etti. Her lafa da bir cevap!

Gitme vakti olduğunu çünkü biraz daha kalırsam işin sevimsizleşme ihtimali olduğunu düşünüyorum. Bu sebeptendir ki geride kalan ufak tefek birkaç işi doktorun üzerine yığıp "Ben gelini hazırlamak için yanına gidiyorum. Devamını tek başına yapabilirsin değil mi?" dedikten sonra onun sorun olmadığını söylemesiyle asansörü çağırdım ve o gelirken de daha önceden içeriye bıraktığım torbaları alıp geri döndüm.

Asansörün kapısı açıldığında içeriye girip dördüncü kata basarken doktor da karşımda durup bana bakmaya başladı. O böyle yapınca ben de neden bakıyor diye ona takıldım ama tam bir şey söyleyeceğini hissettiğim anda asansörün kapısı kapanıp aşağıya doğru hareket etmeye başladı. Hay aksi! Aklım onda kalmadı dersem yalan olur. Aslında onda değil de ne söyleyeceğinde yanlış anlaşılma olmasın.

Meral'in odasının önüne geldikten sonra yukarıdaki sürpriz organizasyondan haberi olmadığı için hastaneye yeni gelmişim gibi bir tavra bürünüp "Günaydın gelin hanım!" diyerek içeriye girdim. Yalnız değildi. İlaç saati olduğu için hemşiresi serumunu değiştiriyordu.

"Günaydın Eylül hoş geldin"

"Hoş buldum canım. Şunları bırakayım da azıcık oturayım çok yoruldum"

"Neden yoruldun?"

"Şeyden..."

"Ne?"

"Şey canım işte... Ela bütün gece perişandı. Biraz dinlensin diye beş yedi Rüya nöbetini ben aldım ama ufaklık canıma okudu. Bebek bakmak ne zormuş hiç benlik iş değil. Ela nöbeti devralana kadar fıttırıyordum. Resmen lohusa bunalımına girdim ki çocuğu doğuran ben değilim. Sabahta birkaç işimi halletmek için erkenden kalkıp dışarıya çıktım. Havada berbat hiç yardımcı olmadı"

"Çok zorlanmışsın kıyamadım keşke geç gelseydin"

"Yok yok iyi geldim işlerimizi anca hallederiz. Beş saniyeye toparlanırım ben"

"Ela ve Tolga Bey'in keyifleri nasıl?"

"Kendi kendilerine iyiler de dış etkenlerden gelen yoğun taarruzla uğraşıp duruyorlar işte. Bu arada selamları var ikinize de mutluluklar dilediler"

"Sağ olsunlar inşallah ileride kutlamak için bir organizasyon yaptığımızda hep beraber oluruz. Sen de selamlarımızı ilet olur mu?"

"Tabii ki gider gitmez söylerim"

Hemşire odadan çıkar çıkmaz gözlerimi kocaman açarak "Bu arada evleniyor olmanıza hâlâ inanamıyorum. Bu ne acele?" diye sordum. Gülümsüyordu ama öyle böyle değil. Yaşadığı mutluluk gözle görülür ölçüdeydi. Tatlı bir heyecanla "Selim böyle olmasını istedi" deyince oturduğum yerde çenemi elimle destekleyerek "Aşk işte! Yer de zaman da mekan da tanımıyor" dedim. Utanır gibi olup gözlerini kaçırarak "Bu arada şahidim olmayı kabul ettiğin için çok teşekkür ederim Eylül. Bunun benim için anlamı büyüktü. Yakınlarımız yanımızda olamayacak biliyorsun. Bu yüzden senin de Ahmet Bey gibi bu eksiğimizi örtmek için bizimle olacağını bilmek beni çok mutlu etti" deyince kendime hakim olamadım ve sinirden gülmeye başladım. Aklıma bir şey geldi çünkü.

"Ne oldu?"

"Kendimi seyyar şahit gibi hissediyorum. Kim apar topar evleniyorsa beni çağırıyor"

"Gerçekten mi?"

"Evet öyle birkaç kez oldu bu. İnanmayacaksın ama en son Ela ile Buğra'nın nikahında şahitlik yapmıştım"

"Şaka yapıyorsun"

"Hayır yapmıyorum"

"Sakın bana Buğra'nın şahidiydim deme"

Böyle olmasına şükreder gibi "Hayır neyse ki Ela'nın şahidiydim" dedikten sonra jetonum düştü ve içimden ne saçmalıyorum acaba diye geçirirken de sözüme devam edip "Sanki bir şey fark eder gibi niye neyse ki dediysem" dedim. Bu söylediğim ikimizi de güldürdü. Evet aşık olduğum adamın nikahında şahittim ama o zamanlar ona karşı hislerim benim henüz farkına varmadığım ölçüdeydi. Yine de bendeki şansızlık kimsede yoktur herhalde. Meral ile bu absürt duruma gülerken kapı açıldı ve içeriye bizim şakacı doktor ve Meral'in diğer doktoru Jale Hanım girdi. İyi de yukarıdaki hazırlıklar bitti mi ki? Her neyse!

Jale Hanım evleneceklerini duyduğu için tebriklerde bulunup Meral'e yönelirken biz de doktorla bugün ilk defa karşılaşıyormuşuz gibi birbirimize resmi bir şekilde selam verdik. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim bu beyaz önlüklü hali ona gerçekten de bir ciddiyet katmış. Onda eksik olan şey yani.

Doktor kendi halinde koltuğun kenarına oturup sanki az önce beni gelin yolu sanıp başımdan aşağıya gül döken adam değilmiş gibi büyük bir ciddiyetle hemşirelerin aldığı notları incelemeye başladı. İster istemez bakışlarım ona kilitlendi çünkü asansörün kapısı kapanmadan önce bana ne diyecekti merak ettim. Gerçi niye merak ediyorum ki? Kesin beni sinir edecek bir şey söyleyecekti.

eymetkölş.png


Düşünürken bir yandan da gözlerimi kuşkucu bir tavırla kısıp onu süzüyordum ama bunun yanlış anlaşılabileceğini sonradan fark edince hemen bakışlarımı üzerinden uzaklaştırdım. O esnada Jale Hanım da Meral'e ilaçlarının aynı düzende verilmeye devam edeceğini söylerken doktora döndü ve gülümseyerek "Ahmetciğim kardeşinden sonra darısı senin de başına diyeceğim ama seni de o masaya oturtabilecek kızı nereden buluruz inan bilmiyorum" dedikten sonra yeniden Meral'e dönüp sözünü "Laf aramızda bu adam var ya bu adam! Kızlar etrafında fır dönmeye devam ettiği sürece kesseler atmaz o imzayı" diyerek tamamladı.

Doktor bu duyduklarıyla şoktan şoka giriyor ama biz şaşırdık mı? Tabii ki şaşırmadık. Namı resmen almış yürümüş haberi yok herhalde. Kendisini temize çıkarmak için büyük bir telaşla "Jale'm sırası mı şimdi? Ne fır döndüsü ya hurafe onlar inanma sen" deyip bir de üstüne Jale Hanım'ın ona yaptığı imalı kaş göz işaretlerini görünce dayanamadım ve gözlerimi devirerek "Şimdi anladım! Demek o yüzden o yersiz özgüveni bu kadar tavan yapmış" dedim. Yalnız dikkat ettim de az önce kadına bile lafın arasında "Jale'm" diye hitap etti. Ağzı böyle alışık herhalde. Aslında eşeleyip "Nereden senin Jale'n oluyor be!" demek var da diyemiyoruz sonra hayrola Eylül Hanım seni niye rahatsız etti bakışlarıyla muhatap olmak var çünkü.

Biz Jale Hanım'la konuşmaya çalışırken de sürekli araya kaynak yapmaya çalışması da gözden kaçmıyordu elbet. Ah be doktor zorlama bu kadar belli ki adın çıkmış dokuza inmez sekize durumundasın ki sen de buna çanak tutmuyor değilsin. Durumun her türlü yaş yani.

"Farkında ya da değil ama çok flörtöz adam. Neyse yakışıyor benim arkadaşıma"

"Jaale!"

"Ne oldu Ahmetciğim?"

"Sen başka hastalarını da kontrol etmeyecek miydin?"

"Hâlâ vaktim var"

"Meral not al lütfen Jale'yi davetli listesinden siliyoruz"

Doktorun bu telaşlı panik hali öyle ya da böyle üçümüzü de güldürdü. Ama ucuz atlattı çünkü Jale Hanım'ın çağrı cihazı çaldı. Gitmek zorunda yani. Giderken de bizim tutuşuk doktorun kolunu sıvazlayıp "Hadi yine iyi kurtardın yoksa bütün kirli çamaşırlarını dökerdim ortaya" dedikten sonra bize de "Hoşça kalın" dedi. Ben bu doktor Jale'yi çok sevdim. Nasıl da ayaküstü tutuşturdu bizim artist doktoru ama!

O çıkar çıkmaz Meral ile göz göze geldik. Resmen birbirimize bu yetmez iyice sıkıştıralım şunu bakışı attık. Söze önce Meral girip "Ooo! Kirli çamaşır sepetiniz epeyce kabarık galiba" diyerek bana bir pas attı ve ben de bu pası iyi değerlendirmeye çalışarak doktora ters ters bakıp "Ancak benzin döküp yakarsan temizlenir. Üç aşamalı kesin ve en etkili çözümü öneriyorum. Dök... Çak... Yak!" dedim. Aklı oynadı. Gözünde bir seyirme olduğuna göre istediğimiz etkiyi bıraktık gibi görünüyor.

Meral doktoru terletme konusunda madem başarı sağladık durmak olmaz diye mi düşündü bilmem ama ikimizin de hiç beklemediği bir anda bana ithafen "Eylül seninle konuşamadık ama Ahmet Bey bana her şeyi anlattı. Selim'e haber vermek tamamen senin fikrinmiş. Gerçi şu an ki durumuma bakınca iyi ki yapmışsın diyorum ama keşke Ahmet Bey'in uyarılarını dinleyip böyle bir şey yapmadan önce bana sorsaydın" deyiverdi.

Duyduklarımızın etkisiyle doktor şok ben şaşkın yuvarlanıp gidiyoruz. Bu arada Meral bana Selim'e haber vermek senin fikrinmiş mi dedi? Bir de üstüne doktoru dinlemeyip önce ona sorsam daha iyi olurmuş da dedi değil mi? Adam beni sattı! Hem de fırsatını bulduğunda ilk anda! Hiç öyle gergin gergin çeneni ovuşturup kem küm etme doktor bunun intikamını elbet bir gün söke söke alırım!

Doktor beyimiz ne şiş yansın ne kebap diyerek kıvırma çabasına girince kızıp konuşmasının arasına girdim ve "Evet tamamen benim fikrimdi. Ben öyle suçumu başkasının üstüne atacak kadar ödlek değilim. O yüzden hakkımdaki tüm suçlamaları kabul ediyorum. Özür dilerim Meral ama bunun yapılabilecek en doğru şey olduğunu düşündüm. Pişman mısın dersen... Düşünüyorum da pek değil gibiyim. Hatta şu an bu mutlu günü yaşamanızda minicikte olsa bir katkım olduğu için çok da keyifliyim" dedim.

Meral söylediklerim yüzünden kendisini tutamayıp gülerken korkak ortağım dile gelmeye karar verdi ve özeleştiriye geçerek "Tamam bütün suçu Eylül'e atmamam gerekiyordu çünkü bu işte benim de parmağım vardı. Sonuçta onu buraya çağıran da bendim" dedikten sonra bana doğru döndü. Belli ki işi özür dilemeye bağlayacak ama bağlatmam arkadaş! Öyle yapıp edip kolayca kurtulamaz. Tam bana yönelip özrüne zemin hazırlarken onu durdurup "Aaa! Sakın düşündüğüm şeyi yapma doktor. Ayrıca bu itiraf için çok geç kaldın" dedim. Öyle kalırsın işte yaktım seni doktor!

Bir de hâlâ Meral'e kurtar beni der gibi bakıyor! Neyini kurtarsın acaba? Tam ısınayım şu adama arkadaş olarak eğlenceli bir tip diye düşünme ihtimali geliştireceğim yine gidiyor en olmadık yerde çam devirip duruyor. Aynı odada bulunmasak nikahın selameti açısından hayırlı olur diye düşünüyorum. Meral'e olan bakışını yakalayınca doktoru kolundan tutup "Hadi sen git artık başka hastalarınla ilgilen çünkü benim nikah saatine kadar gelini hazırlamam gerekiyor" diyerek kapıya doğru zorla yürütmeye başladım. Dua etsin Meral'in yanında her şeyi açık etmedim.

Doktoru kapı önüne çıkardığımda "Açıklayabilirim" dedi ama pek umurumda olmadı doğrusu. İşaret parmağımı gözüne sokarcasına sallayıp "Bu satışı da yazdım kenara en yakın zamanda tahsilata gelirim!" dedikten sonra kapıyı yüzüne kapatıp içeriye geri döndüm.

"Hadi acele etmemiz gerek. Bu ilaç yükleme işi bittiyse serumu iptal ettirelim. Sen de önce bir duş al sonra da saçını ve makyajını yapalım"


........::::::::__Ahmet__::::::::........

Eylül'ün beni odadan sepetleyip kapının önüne koymasının ardından aşağıya indim. Sonrası da nikah saatine kadar çorap söküğü gibi ilerledi. Her şey imkanlar dahilinde olabileceği en harika halini almıştı. Eylül gelinin son hazırlıklarını tamamlayıp yanımıza getirirken biz de kardeşimle birlikte ailelerimizi salona alıp onlardan Meral'i gördüklerinde çok büyük tepkiler vermemelerini istedik çünkü yüksek ihtimalle o tepkileri Meral verecek ve bizler de onu sakinleştirmek zorunda kalacaktık.

Öyle de oldu. Kardeşimle birlikte mutlu mesut bir halde kol kola yürüyüp salona girecekken Meral hastalığını bilmesinler diye uzun zamandır kaçtığı ailesinin salonda onları beklediğini görünce büyük bir şok yaşadı ve o anla birlikte büyük bir kaos yaşandı. Meral ailesine görünmeden gitmek nikahı da Selim'i de öylece bırakıp oradan resmen kaçmak istedi. Selim onu durdurup içeriye girmeye ikna etmeye çalışırken biz de Eylül ile aileleri sakinleştirmeye çalışıyorduk. Herkes şaşkın üzgün ve perişan bir haldeydi. Meral dışarıda ağlıyor annesi Verda Hanım ise içeride gözyaşlarını tutamıyordu. Hele ki karşı karşıya gelme anları ve sonrası tam iç burkan cinstendi.

Neyse ki Selim ve Tekin ailesi uzun uğraşlar sonrası durumu kontrol altına almayı başardılar. Meral sakinleşmeye başlayıp önce annesiyle uzun bir konuşma yaptı sonra da bu konuşmanın bitmesini kemikleri birbirine girmiş bir halde bekleyen kardeşimle konuştu. Kemikleri tabii birbirine girer çünkü Meral o duygu karmaşası arasında kardeşime kendisinden habersiz ailesini getirdiği ve kararlarına saygı duymadığı için o kadar kızdı ki onu asla affetmeyeceği gibi evlenmeyeceğini de söyledi. Arap saçına döndük yani. Tabii Verda Hanım'ın konuşması işleri değiştirmişe benziyordu çünkü kardeşimle aralarında geçen konuşma onlara kulak misafiri olan Eylül ile bana işlerin yoluna girdiğini belli ediyordu.

"Beni affetmeyecek misin gerçekten?"

"Cezalısınız Selim Bey! Hem de bu cezanın faturası öyle sizin bildiğiniz gibi de ödenemez haberiniz olsun"

"Tek dileğim bu cezanın bedelini bana nikah masasında ödetmemen olur herhalde"

"Hayır seni biraz bekleteceğim çünkü cezanla ilgili geri dönüşün bir süre belirsizliğini korumasını istiyorum. Sanırım bu konuyla evimize döndüğümüzde bizzat ilgileneceğim"

"Yanımda olduktan sonra verdiğin en ağır ceza bile ödül gibi gelir bana... Yani bana istediğini yapabilirsin hayatım. Şikayetçi olacağımı hiç sanmıyorum"

"Selim yapma"


Meral'in "Selim yapma" demesinden Selim'in onu öptüğünü anlamamız pek de zor olmadı. Burada da lafı yiyen yine ben oldum çünkü tam doktor hassasiyetimle kapının önünde yan yana durduğum Eylül'e "Kahretsin! Öptü değil mi? Zatürre bu kız kırk kere söyledim yakınlaşmayın diye başıma iş açacaklar" demiştim ki Eylül bu isyanım karşısında bana doğru dönüp gülerek "Geçenlerde kıza hastalıkta ve sağlıkta diye nutuk atmaya hazırlanan sen değil miydin? Bakıyorum lafa gelince fena esiyorsun da iş icraata gelince pek bir pamuk şekersin be doktor" deyiverdi.

hhhhhg.gif


Kızayım bir laf edeyim sinir olsun dedim ama karşımdaki kadın her yönüyle beni kendisine öyle bir çekiyor ki ağzımı bile açamadım. Tek yapabildiğim bunları söylerken gülümsediği için dudağının kenarında beliren çekici kıvrıma odaklanmak oldu. Yine onu hayalen öptüğüm sonunda da okkalı tokadını yediğim anlardan birini yaşadım. Sanırım yavaş yavaş kendimi gerçeğine hazırlamaya çalışıyorum. O an geldiğinde artık bu tokada iyice alışmış olacağım herhalde. Her neyse!Sonrası malum... Gelin ve damat alkışlar ve gözyaşları eşliğinde salona girdi ve nihayet nikahları kıyıldı.

retre.gif


Bu arada Selim'in şahidi de ben oldum. Teklif ettiğinde ne kadar şaşırdıysam bir o kadar da sevinmiştim. Nikah sahnesinden hatırladığım son şey de nikah memurunun gelini öpebilirsin demesine çatık kaşlarla "Az önce öptü zaten yeter" demem ve hemen ardından da Eylül'ün "Karışmasana!" diyerek koluma attığı sert dirsekti. Laf dinleyip karışmadım çünkü zaten iş işten geçmişti. Bu arada bakıyorum Eylül bana lafını da dinletmeye başladı. Bence birbirimize çok yakıştık. Bunun konuyla alakası yok ama yine de içimde kalmasın dedim

Nikah sonrasında ailelerle bir arada oluşumuz ve açılan sohbet ise benim açımdan tam bir faciaydı. Meral'e oturduğu yerde serumunu taktırırken bizi dikkatle izleyen dedem her zaman yaptığı gibi yine bana takılmayı ihmal etmeyip "Bizim zamanımızda nikahlarda geline serum değil aile yadigarı olup manevi değeri yüksek bir mücevher takılırdı. Bu Ahmet de hiç yol yordam bilmiyor!" demesin mi? Bu dedemin bugün bana attığı ilk goldü. Bunu Eylül'ün de olduğu bir ortamda bana yapmayacaktın dede!

Durumu toparlayacak bir şey de diyemedim. Herkes gülerken bozulduğumu belli etmek için yan yan dedeme bakmaya başladım ama bakmaz olaydım. Bu sefer de bakışlarıma kızarak "Büyük büyük deden gibi gözlerini belerterek bakma bana öyle! Kırk yaşında adam demem çekerim kulaklarını!" deyip Eylül'de bunu duyduğu için oturduğu yerde kıs kıs gülünce artık dedeme durumun hassasiyetini belli etmek zorunda kaldım.

Kimseye çaktırmamaya çalışarak kulağına doğru sokulup "Dede tam karşında oturan kızla alakalı bazı hislerim mevcut gözünü seveyim yapma zaten sürekli yalpalayıp duruyorum böyle yaparsan hiçbir şansım kalmayacak. Rica ediyorum bugünlük beni görmezden gel" dediğimde sessizce yüzüme bakmaya başladı. Beni anladığını ve destek olacağını umarak büyük saflık yaptım. Birazdan ikinci gol kalemle buluşacaktı ve benim bundan haberim yoktu.

Bu uzun bakışın ardından dedem aniden Eylül'e dönüp şairane bir tavırla da "Olmayacak duaya amin demek gibiydi seni sevmek be güzel kızım. Ne sende bir karşılığı olacak gibiydi ne de bu koca eşekte olmasını bekleyecek sabır" demez mi? Vurun beni... Şu an çekin vurun!

Eylül duyduklarına haliyle bir mana veremedi. Ben de başımı nerelere vurayım gerçekten bilmiyorum ama dedem beni Eylül'ün gözünde madara etmeye niyetliydi. Konu bir an önce kapansın ve dedem mevzuyu unutsun diye aniden kalkıp "Beni çağırıyorlar galiba hastam gelmiş olmalı" diyerek gitmek istediğimde maalesef ki dedem kolumdan tutup beni geri oturttu ve "Kimse çağırmıyor kaçma hemen! Hem o belindeki zamazingo da ötmedi daha beni mi kandırıyorsun sen?" deyiverdi. Az önce ölmemişim bir daha vurun beni!

"Adın ne bakayım senin?"

"Eylül efendim"

"Demek adın Eylül... Ne güzel ne değişik bir ismin var"

"Teşekkür ederim"

"Her ömrün bir Eylül'ü vardır derler. Acaba sen hangi şanslı ömrün Eylül'üsün? Esip savrulurken o altın rengi kıymetli yapraklarını hangi gönülde uçuşturacaksın kim bilir"

"Ben biliyorum galiba"

"Bu Ahmet de her lafa karışıyor. Düşemedi yakamdan da paçamdan da git az öteye otur be oğlum! Sen anlat bakayım Eylül kızım ne yapıyor bu Ahmet sana?"

"Aslında pek bir şey yapıyor diyemem. Sadece beni ne zaman görse bir gün birlikte romantik bir yemeğe çıkacağımızı iddia ederek beni kızdırıyor. Sanırım bunun olacağına kendisini korkutucu derecede inandırmış çünkü o anı yaşıyormuş gibi anlatıyor"

"Nöbete kalıp duruyor ya ayıkken de rüya görüyordur o"

"Ben de öyle söyledim yoksa bu dediğinin mümkünatı yok. O yemek asla olmayacak"

AJpPzB.gif


"Olacak Eylül"

"Olmayacak doktor!"

"Sen lafa karışma hayta!"

"Ama dede!"

"Karışma dedim! Kızım sen en iyisi tamam de ver randevuyu bütün gece masada tek başına beklesin dursun. Belki bu sayede aklı da başına gelir"

"Evet biraz burnunun sürtülmeye ihtiyacı var. Kendisine gereğinden fazla güveniyor"

"Sakın kanma ona... İnanma o afili sözlerine! Ara sıra görünen o mürebbiye kılıklı suratsız kıza da çapkın bakışlar atarak kur yapıyor"

"Dede!"

"Ben sana karışma demedim mi? Girme her lafın arasına!"

Dedem bana kızarken Eylül'ün kaşlarını çatarak meraklı bir tavırla "Hangi kız? Cilveli Köstebek mi!" demesiyle ikimiz de kimden bahsettiğini anlayamayıp ona doğru döndük ve aynı şaşkın ifadeyle "Kim?" diye sorduk. O andan itibaren Eylül yanlış bir şey söylemiş gibi bakmaya Meral'de şüphe uyandıracak ölçüde gülümsemeye başladı. Bahsi geçen kişi Derya olduğuna göre Eylül de ondan bahsediyor olmalı. Ancak köstebek lakabını neden seçtiğini anladım da cilveli demesinin altındaki nedeni çözemedim. Derya ve cilve pek yan yana gelebilecek şeyler değil çünkü.

Ooops! Bir dakika aydınlanıyorum galiba! Cevap ayrıntılarda saklı olabilir. Derya ve Eylül tanıtım gecesi karşılaşmıştı ve biz de gecenin büyük bir bölümünde onunla yan yanaydık. Derya'nın bana karşı olan ekstra yakınlığı gözüne mi battı yoksa? İsmiyle hitap etmeyip böyle bir yakıştırmada bulunduğuna ve az önce dedemin sözlerini kaşlarını çatarak karşıladığına göre bunun altında gizliden gizliye ilerleyen bir kıskançlık duygusu olduğunu söyleyebilir miyiz? Sizi bilmem ama ben söylerim!

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.523
Tepki
84.169
Puan
113
Konum
İstanbul
rfgbh.png

12.Bölüm : Neden Meral'in yanında olmak yerine şu an burada benimlesin?

........::::::::__Eylül__::::::::........

"Merhabalar!"

"Hoş geldiniz nasıl yardımcı olabilirim?"

"Ben şey arıyorum ya... Of! Tıbbi bir ismi var mı onu da bilmiyorum ki"

"Tarif edin"

"Şu tarzına önem veren artist ruhlu cerrahların taktığı "Bu benim şanslı bandanam!" dedirtecek bir bandana arıyorum"

"Tamam şimdi anladım. Siz cerrahi kep istiyorsunuz"

"Onu mu istiyormuşum? Tamam o olsun o zaman"

"Siz bekleyin hemen getiriyorum"

"Süpersin"

Kızın getirdiği bir dolu bandanaya şöyle bir bakıp üç beş tanesini hemen gözüme kestirdim. Aralarında seçim yapmak zordu ama bir tanesi son dakika diğerlerinin arasından sıyrılıp bir tık öne geçmeyi başardı çünkü hem renk olarak uygundu hem de bana yardımcı olan kızdan öğrendiğim kadarıyla tam bağlantı yerinde yabancı lisanla "Umut" yazıyordu. Ee! Bizim doktor da çıkmadık candan umut kesilmezci olduğu için bu bandana saniyeler içinde kendisini paketlenirken buldu tabii.

Bu iş de hallolunca doğru hastanenin yolunu tuttum. Meral bugün ameliyat olacak ve ben de ailesiyle birlikte onun yanında olmak istiyorum. Eşi ve ailesi haklı olarak duygusallaşmaya meyilli olacağı için o anlarda Meral'in dikkatini dağıtıp moral motivasyon sağlayacak birine ihtiyaç olacaktır. Ben de gerekirse o kişi olmaya çalışacağım.

Hastaneye geldikten sonra seri adımlarla içeriye girdim ve her zaman ki gibi yine hasta kabuldeki hamile kadınla birbirimize manasız bir tebessümde bulunup asansöre doğru yürümeye başladım. Garip bir kadın. Öyle bir gülümsüyor ki bir anda işini gücünü unutup bana el sallayacağını sanıyorum. Manyaklaşan hormonları yüzünden olmalı. Asansör gelip ikinci kata çıkar çıkmaz bandanasını vermek için direkt doktorun odasına gittim.

"Selam Aygün doktor odasında mı?"

"Merhaba Eylül Hanım ama hangi doktor acaba? Malum burası doktoru bol olan bir hastane"

Resmen yüzüme baka baka sırıtıyor. Hiç bozuntuya vermeden muzur bir bakışla "Şakacı seni!" dedikten sonra yüzümü bir anda ciddileştirerek "Tabii ki Atahan olan!" dedim ama bu sefer de bana imalı imalı "Ahmet Hoca mı?" diye sordu. Bu hastanede bir düzine doktor Atahan var da benim mi haberim yok acaba?

Tam "Adını mı söyletmeye çalışıyorsun?" diye sormuştum ki "Selam Eylül" diyen bir sesle sağıma doğru baktım. İki üç saniyelik bir kimlik belirleme taramasından sonra "Hatırlamadın mı? Üzümlü kek çay simit sohbet kafeterya çarpışma vs" demesiyle aniden hatırlayıp işaret parmağımı uzatarak "Sen! Sinan... Selam Sinan" dedim. S harfinin lanetimi ne bilmem ama tuhaf bir selamlama şekli oldu. Neyse artık söz ağızdan çıktı bir kere.

errthraerthrws.png


Gülümsedi ve bana arkadaşımın yani Meral'in nasıl olduğunu sordu. En son bıraktığımda çiçeği burnunda eşiyle pek bir mutluydu da bugünün anlam ve ehemmiyeti üzerinde nasıl etkiler bıraktı bilemiyorum tabii.

"Bugün büyük gün yani ameliyatı saatler sonra gerçekleşecek"

"Öyle mi? Ameliyata giren doktorunuz kim?"

"Neden herkes bana adını söyletmeye çalışıyor?"

"Neden böyle dedin?"

"Boş ver! Atahan işte şu köşe başlarında dedikodusu dönen hastanenizin flörtöz doktoru"

"Ahmet'i diyorsun"

"Flörtöz deyince de hemen tanınıyor adamın meşhur olduğu şeye bak"

"Yakın arkadaşım olduğu için Atahan demen tanımam da epey bir yardımcı oldu"

"Hmm... Yakın arkadaşın demek"

"Orada burada hakkında duyduklarına fazla kulak asma. Ahmet hastanemizdeki en iyi üç cerrahtan biridir. Hatta bana göre en iyisi. Bu yönden arkadaşının ailesi de sen de sakın endişe etmeyin"

"Ondan yana bir tereddüdüm yok zaten adam bu kararlılıkla ölüyü bile diriltir"

"Onu bilmem ama en azından denemeden bırakmaz"

"Siz ikiniz gerçekten de çok mu iyi arkadaşlarsınız?"

"Canım sıkkın olduğunda ya da kimseyi görmek istemediğim bir durumla karşılaştığımda Ahmet ulaşmak isteyeceğim tek kişidir desem"

"Vaoouv! Bu epey açıklayıcı olur"

"Dediğim gibi sen söylentilere aldırma. Adam... Sağlam adamdır"

"Ama ortalarda yok"

Böyle dedim çünkü az önce konuştuğum kız yani Aygün doktorun odasına girip orada olmadığını belli eder gibi bakarak tekrardan çıkınca orada olmadığını net bir şekilde anladım. Arkadaş bir duramıyor durduğu yerde hiperaktif midir nedir? Bu adama neden bir oda vermişler ki zaten kullanmıyor bile.

Aygün elinde çağrı cihazıyla yerine geçerken "Odasında yoksa nerede olabilir?" diye sordum ama sorumu onun yerine Sinan cevaplayarak "Ahmet'i arıyorsan büyük ihtimalle kafasını dağıtmak için yenidoğan ünitesine gitmiştir" dedi. Nasıl yani? Ne işi var ki orada kafasını dağıtacak başka yer bulamamış mı? Hem hangi aklı selim insan kafasını dağıtmak için bir oda dolusu vıyak vıyak ağlayan bebelerin yanına gider ki? Bu adama deli diyorum da inandıramıyorum. Sinan'a hoşça kal deyip Aygün'den de doktorun çağrı cihazını istedim. Yanına gitmek için ne kadar çok bahanem olursa o kadar iyidir.

Oradan uzaklaşıp Sinan'ın dediği gibi yenidoğan bebelerinin bulunduğu kata çıktım. Anladığım kadarıyla bu katın bir bölümü de doğum yapmaya hazırlanan hamilelere ayrılmış. Koridorda ilerlerken yanımdan ha doğurdu ha doğuracak halde birkaç tane oflayıp poflayan hamile kadın geçip odalara girdi de oradan biliyorum.

Etrafa bir süre göz gezdirip tam umudumu kaybederek aşağıya inecektim ki doktoru bir köşede ameliyat eldiveninden yaptığı balonun ucunu bağlarken buldum. Kendi halinde son derece durgun ve düşünceli gözüküyordu. Onu böyle görünce insanın laf çarpası da gelmiyor ki.

astesrtesfg.gif


Bir süre olduğum yerden onu izledim. Aklından ne geçip gittiğini gerçekten merak ediyordum. Belli etmiyor ama çok gergin olmalı. Bugün kardeşi başta olmak üzere kendi ailesini ve Meral'in ailesini dünyanın en mutlu insanları yapabileceği gibi dünyanın en mutsuz insanları da yapabilir. Çok büyük bir yük sırtlanmış. Umarım o yükün altında ezilmek zorunda kalmaz.

Elimdeki poşete ve çağrı cihazına bir göz atıp sonra da neşeli ama bir o kadar da alaycı bir ses tonuyla "Seni bulamayayım diye burayı seçtin değil mi?" dedim. Dalmıştı ve sesimi duyar duymaz şaşırarak bana doğru bakıp öylece kaldı. Burada olmamı beklemediğini anlamak için kahin olmaya gerek yoktu. Herhangi bir cevap vermeyince salına salına yanına gidip önüne bir sandalye çekerek tam karşısına oturdum. Tuhaf... Beni görmesine rağmen sessiz kalmayı sürdürdü. Adam dilini mi yuttu ne oldu anlamadım.

Gözlerimi üzerine dikip hafifçe ona doğru eğilerek "Hey doktor!" dedikten sonra elimi önünde sallayarak "Beni korkutma da bir şey söyle yoksa dilini yuttuğundan emin olup acil durum butonuna basmaya gideceğim" dedim. Sonunda gülümsemeye başladı. Gözlerimi kocaman açıp içten içe "Güleceğine bir şey söylesene be adam!" derken de yüzüme dikkatle baktı ve sonunda dile gelmeye karar vererek "Gözlerin çok güzel" dedi. Durdu durdu diyecek bir bunu mu buldu yani? Her fırsatı da değerlendirme hali yok mu tam çıldırmalık!

Bunu duyduğumda tek kaşımın kalkış şeklinden ne demek istediğimi anlamıştır diye düşünüyorum. Anladı herhalde çünkü yine tebessüm edip "Tamam kızma" dedikten sonra ciddileşerek "Burada ne işin var Eylül?" diye sordu. Burada ne işim mi var? Ne bileyim ben!

"Asıl senin burada ne işin var? Arkadaş çık dışarıya hava al baktın olmuyor gir içeriye birileriyle sohbet edip rahatla. Ne işin var bu mayın tarlası gibi yerde"

"Mayın tarlası mı?"

"Değil mi? Sanki yanlışlıkla gürültü çıkarsam bütün bebeler bir ağızdan cırlayacakmış gibi geliyor. Buraya kadar nasıl geldim biliyor musun sen?"

Gülümseyerek başımı eğip elimdeki poşete bakarken gözleri üzerimde olarak "Sahi niye geldin Eylül? Neden Meral'in yanında olmak yerine şu an burada benimlesin?" diye sordu. Bu derin bakışlar tehlikeli bakışlar doktor yapma! Ne duymak istediğini sanki biraz biraz anlıyor gibiyim ama benden o cevabı duyamayacağı kesin.

Önce odasında unuttuğunu söyleyerek çağrı cihazını uzattım sonra da elimdeki poşeti "Bu senin için" diyerek ona doğru tuttum. Poşete bakıp kaldı. Alması için biraz daha yaklaştırıp "Ameliyatlara girerken kullandığın şanslı bir bandanan..." dedikten sonra yanlış söylediğimi fark edip lafımı düzelterek "Affedersin kız cerrahi kep demişti. Neyse her ne zıkkımsa işte! Ondan var mı bilmiyorum ama eğer yoksa bundan sonra olsun diye bunu sana getirdim" dedim. Sözlerim eşliğinde poşeti açıp bandanayı çıkardı ve yüzündeki hoş gülümsemeyle her yerini dikkatle inceleyip "Umut yazıyor" dedi. Biliyorum o yüzden seçtim ya...

"Umudunu hiç kaybetmemen dileğiyle doktor"

"Sadece mesleki açıdan mı yoksa daha geniş bir açıdan mı? Dileğin geneli kapsıyorsa ikimizi ilgilendiren gönül meselem ile ilgili de ümitlenirim biliyorsun"


nmvbndrh.png


"Bak ne güzel tatlı tatlı konuşuyoruz neden içimdeki patlamaya yer arayan volkanı harekete geçirmeye çalışıyorsun?"

"Belki de o volkanın yarattığı seyirlik doğal "afeti" izlemeyi seviyorumdur"

"Başlatma şimdi afetine doktor!"

"Tamam tamam sustum"

"Yüzündeki beni sinir eden ifadelerde sussun lütfen"

"Kızıyorsun ama sen başlattın"

"Sanırım yine söz sükûtsa gümüş altındır diyeceğim"

"Biraz karıştı sanki"

"Ne karıştı?"

"O söz gümüşse sükût altındır değil miydi?"

"Ben de öyle dedim"

"Emin misin? Sinirlenince kelimeler yer değiştirdi sanki"

"Herhalde eminim ağzımdan çıkanı kulağım duyuyor benim!"


........::::::::__Ahmet__::::::::........

Ağzından çıkanı kulağı duyuyormuymuş? Ne inat kadınsın be Eylül! Oturduğum yerden ona doğru biraz yaklaşıp "Üstelerdim Eylül" dediğimde aynı şekilde o da bana yaklaştı ve burnumun ucundan bana tehditkar bir bakış savurarak "Pişman ederdim doktor" dedi. Varsın pişman etsin diyesi geliyor insanın. Ona şöyle bir bakıyorum da hayatım boyunca onun kadar güzel onun kadar insanı bir bakışıyla büyüleyen bir kadınla daha tanıştığımı hatırlamıyorum. Neden bu kadar geç girdi ki hayatıma? Sensiz geçen yıllarımı yok sayarım denir ya... Şu an Eylül'süz geçip giden yıllarıma çok acıyorum. Umarım hep hayatımda olur da bundan sonraki yıllarım için de aynı düşüncelere kapılmak zorunda kalmam.

Yalnız bir an önce geri çekilsem iyi olacak çünkü bu mesafeden biraz daha ona bakmaya devam edersem şeftali kokulu dudaklarına o hep hayalen kondurduğum öpücüğün gerçeği gelecek ve o da beni ameliyathaneye yanağımda beş parmağının izi çıkmış bir halde uğurlayacak. Eylül'den uzaklaşmayı başarabilmek için önce bakışlarımı o büyüleyici gözlerinden çektim sonra da isteksizce sırtımı geriye yaslayıp "Hediye için teşekkür ederim. Bu benim için o kadar özel ki tahmin bile edemezsin. Sağ ol Eylül" dedim. Bakışlarındaki büyüleyici modu kapatıp aynı benim gibi o da sandalyesine yaslandı.

"Beğenmene sevindim"

"Beğenmekten de öte bayıldım"

"Harika! Hadi o zaman kalk gidelim. Eminim Meral'in desteğimize çok ihtiyacı vardır"

"Olur gidelim"


........::::::::__Eylül__::::::::........

O koridoru bir kez de doktorla yürürken garip bir sessizlik oldu. Ne o konuştu ne de ben. İkimiz de günün yarattığı belirsizliği sonuna kadar yaşıyorduk sanki. Umarım yanına gittiğimizde Meral bizimle bir veda konuşması yapmaya kalkmaz çünkü ne kadar güçlü bir kadın olsam da bu yapacağı şey şu hayatta içime oturan ender şeylerden biri olur.

Ağır adımlarla yürürken doktora doğru yan gözle bakıp "Bu arada soramadım sen iyi misin? Yani ameliyat öncesi stres kat sayın normal sınırlarda mı?" diye sordum. İç çekti. Herhalde içeride sayım yapıyor ne durumda diye. Cevap vermeden önce yanından geçtiğimiz odanın perdeyle örtülmüş geniş penceresine tıklayıp orada durmamızı sağladı. Bunu neden yaptığını anlayamadım ama birazdan ağzındaki baklayı çıkarır herhalde diye düşünüyorum.

Uzak durduğumu fark edince elini sırtıma koyup yaklaşmam için beni öne doğru yönlendirince ben de ona uyum sağlamakla yetindim ama hâlâ ne yaptığını anlamadım. Eline doğru bakarak yaklaşırken tam bana "Bana asıl senin burada ne işin var diye sormuştun ya... İşte bu yüzden buradayım" demişti ki önünde durduğumuz camın perdesi sonuna kadar açıldı. Ansızın açılınca irkildim ve geri çekilmek için minik bir hamle yaptım ama doktorun halen sırtımda duran eli bunu yapmama olanak vermedi.

"Gerçek anlamda bir mucize değil mi?"

rftgyhj.jpg


Kulağım ondaydı ama sorusuna karşılık gelecek herhangi bir şey söyleyemedim. Sadece odadaki hemşirenin yeni doğmuş bir bebeği temizlemesini pür dikkat izlemeye daldım. Doktor da aynı benim gibi bebeği izliyordu ve bir yandan da "Meral'in ameliyatında olduğu gibi ya hep ya hiç tarzındaki ameliyatlara girmeden önce buraya geliyorum çünkü bu bebekleri izleyip mucizelerin hâlâ var olabileceği konusunda kendimi yüreklendirmeye çalışıyorum. Bana gerçekten iyi geliyorlar" dedi. O sırada hemşire de elindeki küçücük bebeği tartıp sonra da boyunu ölçmeye başladı. Gözlerim odanın içinde tura çıktığında orada daha birçok bebek olduğunu fark ettim. Doktor haklı galiba bu bebeklerin her biri birer mucize.

"Biliyor musun? Ben gerçekten inanıyorum doktor"

"Neye?"

"Bugün bir mucize de senin yaratacağına"

Tereddütlü bakışlarını bana doğru çevirip "Buna gerçekten inanıyor musun yoksa sadece beni..." derken elimin tersini göğsüne dayayıp sözünü keserek "İnanmasaydım söylemezdim. İnsanlara boş ümitler vermeyi sevmem" dedim. Gözleri elimdeyken "O halde bana bu kadar inandığın için teşekkür ederim" diyerek bakışlarını yeniden bana doğru döndürdü. Ben de elimi çekip tebessümle "Hadi gidelim" dedim. Hemşire giydirdiği bebeği bize doğru tutup minik ellerini sallattıktan sonra gözlerimi pörtleterek pencerenin önünden çekilip asansöre doğru yürümeye başladım. O sırada doktor da rahatlamış olacak ki bana takılmayı pek bir seven o "şakacı" haline hızlı bir dönüş yaptı.

"Ne kadar güzel bir bebekti değil mi? Bu kadar minik bir şeyden nasıl korkuyorsun anlamıyorum"

"Korkmuyorum ki"

"Eline versem düşer bayılırsın Eylül"

"Abarttın! Şu an gerçekten abarttın"

"Pekala dönüp deneyelim mi?"

"Hayır hayır! İstemiyorum kusur kalsın"

"Sana bir şey sormaya niyetleniyorum"

"Niyetin batsın desem ayıp olur değil mi? Sonuçta bu sözleri kaldıracak kadar samimi değiliz"

"Olsak ya..."

"Konuya odaklan. Neyse! En iyisi yine ne soracaksın da benim saçlarımı diken diken edeceksin acaba diyeyim"

"Korku ya da gerilim filmi sever misin?"

"Nefret ederim! Niye sordun? Ya da dur söyleme çünkü ne yapmaya çalıştığını anladım ben!"

"Hiç izledin mi peki?"

"Herhalde izledim yoksa nefret edip etmediğimi nereden bileceğim? Bak doktor sus elimden bir kaza çıkacak!"

"Yumuşatarak soruyorum o halde"

"Yumuşatarak falan da sorma istemiyorum!"

"İzlediklerinin arasında ana konusu bebekler olan filmler var mıydı? Hani şu içine bazı kötü niyetli güçler kaçmış olan bebeklerden"

Tedirgin tedirgin yürürken aniden sıçrayıp "Doktooor!" diye bağırdığımda o da gevrek gevrek gülerek "Ne oldu Eylül?" diye sordu. Ne olacak? Bunu bebeklerin istilasına uğramış bir katta sorunca insana haliyle bir tik geliyor. Of ya! Ne diye sorup hatırlattı ki şimdi bunları!

Cevap vermeyip kaşlarımı çatarak hızlı hızlı yürümeye başladım ama ne yapsa beğenirsin? Utanmadan arkamdan yaklaşıp kulağıma kulağıma "Eleanoooor!" diye fısıldayarak benimle dalga geçti. Hani şu perili bir köşke hapsedilmiş çocuk ruhlarının ana karaktere kör karanlıkta "Eleanoooor!" diyerek seslendiği sahne. Şu ameliyatı başarıyla bir atlatsın Meral'i sağlığına bir kavuştursun öldüreceğim onu sürüm sürüm süründüreceğim!

Kendimi asansöre nasıl attım bilemedim. Dördüncü kata basarken de kıs kıs gülmüyor mu? Resmen gel beni lime lime et diyor sanki! Dudaklarımı ölümüne kemirirken çok şükür ki kata geldik. Kapının açılmaya teşebbüs etmesiyle hareketlenip açılır açılmaz da kulaklarımı kapatarak Meral'in odasına doğru yürümeye başladım. Tam sopalık adam ya! Ben şimdi akşam Rüya'nın yanına nasıl gideceğim? Vicdansıza bak evde bebek olduğunu bilmiyor sanki.

Her neyse odanın kapısını açarak içeriye girdik de bana da az önceki kabusu unutacak gün doğdu. Neden mi? Çünkü doktorla içeriye girdiğimizde tuhaf bir manzarayla karşılaştık. Tamam Meral'in ve Selim Bey'in ailesi burada o kısımda bir sorun yok ama onlara karşı gayet ciddi görünen Meral'in elinin Selim Bey'in sırtında daha doğrusu gömleğinin altında ne işi var? Hoop! Ne oluyor gençler?

Aileler sadece yüzlerini gördüğü için arka sokaklarda olup bitenden haberdar değildi tabii. Meral de az değil hani adamı ailenin önünde fena terletmişe benziyor. Kendime hakim olma konusunda o kadar zorlanıyorum ki birazdan gür bir kahkaha patlatabilirim. Bendeki haller böyleyken doktor da benimle aynı manzaraya şahit olup onları uyarmak için imalı bir şekilde öksürdü.


thtrfhrf.gif


Selim Bey ile birlikte öksürük sesini duyar duymaz arkasına bakan Meral'de bizi görünce neredeyse küçük dilini yutuyordu. Birkaç saniye sonra da yaşadığı şoku atlatıp ibreyi bize döndürmeye çalışarak "Siz beraber miydiniz? Ben de neden hâlâ gelmediğinizi merak ediyordum" diye sırıtınca bu sefer de biz doktorla ne diyeceğiz der gibi birbirimize baktık.

Aaah! Ama doktor Meral'in manalı manalı gülümsediğini görünce az önce karşılaştığımız sahneyi kastederek karşı atağa geçti ve önce "Beklerken sıkılmamanın bir yolunu bulmuşsunuz ama..." dedi sonra da imalı bir şekilde göstere göstere parmaklarını çıtlattı. Meral utancından yerin dibine girdi tabii. Bak bu doktor da az değil he sevdim yalan yok.

sytksyhkyhg.png

........::::::::__Ahmet__::::::::........

"İzniniz olursa ben şimdi hastamla biraz yalnız kalmak istiyorum"

Ailelerimiz anlayış gösterip teker teker odadan ayrılırken Eylül'ün çıkıp çıkmamak konusunda tereddüde düşen kardeşime "Hadi onlar konuşurken biz de kapının önünde bekleyelim" dediğini duydum. Bu yaptığı için Eylül'e teşekkür eder gibi bakıp Selim'e de merak etmesin diye "Fazla uzun sürmez" dedim.

Odadan çıkıp kapıyı kapattıklarında ben de Meral'in yanına geçip yatağın kenarına oturdum. Az önce ağabey kardeş havasındaydık ama şu an hasta doktor ciddiyetine bürünmüştük. Bu da Meral'i ister istemez germeye başladı. Ellerini ovuşturup durgun bir halde yanımda oturuşunu izleyip sonra da elimi ona doğru uzattım. Elini avuçlarıma bırakırken bir yandan da "Siz iyi misiniz?" diye sorunca gülümseyerek "Bunu benim sana sormam gerekmiyor mu?" dedim. O da bana sempatik bir şekilde bakıp omuzlarını kaldırarak "Sorun o halde" dedi. Soralım bakalım.

"İyi misin Meral?"

"Korkmuyorum ya da heyecanlanmıyorum hatta endişe bile duymuyorum. Sanırım bu iyiyim demek oluyor"

"Bana göre de ameliyat öncesi hastanenin psikoloğuyla biraz sohbet etmen gerekiyor demek oluyor"

"Ben öyle düşünmüyorum"

"Sen ne düşünüyorsun?"

"Belki de size çok fazla güvendiğim için bu kadar rahatımdır"

"Bunu duymak iyi geldi. Dün gece bir rüya gördüm Meral"

"Nasıl bir rüya gördünüz?"

"Ameliyatın olup bitmişti. Selim ile beraber seni izleyip gözlerini açmanı bekliyorduk. Derin bir sessizlik hakimdi. Saatler hızla akıp gidiyordu. Sonra annem geldi. Selim ile benim önümde durup bir elini benim diğer elini de Selim'in yanağına koyup bize çok hoş bir ifadeyle gülümsedi. Mutluydu. İkimiz de ona hiçbir tepki veremedik. Öylece durduk. Annem de yanımızdan ayrılıp senin yatağının başına geldi. Önce sana biraz baktı sonra da kendi boynundaki kolyeyi çıkarıp senin boynuna astı. Çok güzel ve ışıl ışıl parlayan bir kolyeydi. Ama sonra eğilip kulağına bir şeyler söylemeye başladı ve biz korku içinde aramızdaki cam bölmeye koşup yanınıza gelmek için cama vurmaya başladık. Kırılmıyordu ama biz vurmaya devam ediyorduk. O sırada annem de bize dönüp gülümseyerek eliyle susmamızı ve ses çıkarmamamızı işaret etti. Onun uyarısıyla durduğumuzda da gözlerini açtın. Senin yatağından doğrulmanla birlikte de annem aniden ortadan kayboldu. Ben de uyandım"

rytut.gif


"Ahmet Bey..."

"Efendim Meral?"

"Annenizin boynuma taktığı zümrüt taşlı bir kolye miydi?"

"Evet sanırım öyleydi. Üzerinde bir sürü de taşı vardı. Hatta babamın yıl dönümlerinde hediye ettiği gerdanlığa çok benziyordu. Sen nereden biliyorsun?"

"Uzun hikaye... Umarım rüyalarınız düz çıkıyordur"

"Bu konuda herhangi bir istatistiğim yok. Ben çok nadiren rüya görürüm de"

Ters mi çıkar düz mü çıkar bilmiyorum ama rüyam öyle ya da böyle Meral'in yüzünü güldürdü. Gözüm saate takılınca ciddi konulara giriş yapıp "Birazdan hemşireler yanına gelecek ve seni ameliyat için hazırlamaya başlayacaklar. O sırada ben de kendi hazırlıklarımı tamamlıyor olacağım. Seninle bir sonraki görüşmemiz ameliyata başlamadan hemen önce olacak. Bana o ana kadar sormak istediğin bir şey var mı? Herhangi bir şey..." dedim. Bir şey sormadı. Sadece o bana ben de ona bakıp kaldık.

Ama sonra kendisini bir şey sormak zorunda mı hissetti bilmiyorum ama tedirgince "Saçlarımı kesecek misiniz?" diye sordu. Bunu sorarken ki bakışı nedense kalbimi sızlattı. Duygusallaşmayı bir kenara bırakıp kesiği atacağım yere şöyle bir baktıktan sonra gözlerimi kısarak bu sevimsiz havayı dağıttım ve "Sanırım günün modasına uyacak hoş bir kesim yapmalarını sağlayabilirim. Tabii aynı zamanda görünce Selim'in şok olmayacağı da bir kesim. Seni görür görmez üzerime yürüyüp karımı rockçılara benzetmişsin diye bağırmasını istemem" dedim. Beklediğim reaksiyonu fazlasıyla aldım.

Meral ile birbirimize gülümserken kolumu açıp "Gel bakalım benim kıymetli nazik hastam" diyerek ona sıkıca sarıldım ve sonra da ayağa kalkıp içi rahatlasın diye "Merak etme saçlarına çok dokunmayacağım. Üstte kalan saçların kesiğin olduğu bölgeyi kapatacak ve karşıdan bakıldığında fark edilmesi mümkün olmayacak. Başka sormak istediğin bir şey yoksa ben artık gideyim" dedim. Gözlerini üzerime dikip "Aslında var" deyince şaşırdım ama yine de "Seni dinliyorum" dedim. Bana hiç beklemediğim bir şey söyleyeceğini nereden bilebilirdim ki?

"Eylül'den gerçekten hoşlandınız mı yoksa sadece eğlence olsun diye mi kıza takılıp duruyorsunuz?"

"Aslında ben ameliyatla ilgili sormak istediğin bir şey var mı demek istemiştim ama belli ki sen daha çok doktorunun aşk hayatıyla ilgileniyorsun"

"Aşk mı? Demek Eylül hayatınızın duygusal bölümünde yer alıyor. Hmm... Sanırım ben cevabımı aldım"

"Tamam kabul ediyorum. Hoş kız..."

"Çok hoş kız Ahmet Bey"

"Tamam kabul! Çok ama çok çok çok hoş bir kız"

"Derya Hanım'a ne oldu peki?"

"Son yaşanılan şeylerden sonra sanırım güven tazelemesi gerekiyor ki bu öyle kolayca olan bir şey de değil"

"Anlıyorum. Ama Eylül?"

"Bilmiyorum"

"Hadi ama!"

"Pekala! Onu görmek bana kendimi çok iyi hissettiriyor diyelim"

"Genelde de hep denk geliyorsunuz zaten"

Eyvah yakalandım. Bakışlarımı kaçırıp gülümsememi kontrol altına almaya çalışırken Meral de gülüp "Bu merak uyandıran gülüşün nedenini öğrenebilir miyim?" diye sordu. Haklı. Ben olsam ben de sorardım. Yaptığım şeyin farkında olarak yüzümü buruşturup alnımı ovalarken bir anda itirafa geçerek "Bizim hasta kabuldeki kızlardan üç aylık sağlıklı öğle yemeği paketi karşılığında bana bu konuda küçük bir iyilik yapmalarını istemiş olabilirim" dediğimde şaşkınlık içinde ne iyiliği olduğunu sordu.

Kaçış yok ona şimdi söylemek zorundayım çünkü bu soru aklına takılarak ameliyata girerse onu uyandırdığımız aşamada herkesin içinde beni bu konuda sıkıştırabilir. Ben de yarı bayık halde olduğu için bir yandan tümörü çıkarmaya çalışıp bir yandan da onu susturamayabilirim. Yüzümü ekşitip dudağımı büzerek şekilden şekile girdikten sonra "Eylül hastaneye girdiği anda bana haber uçuruyorlar" dediğimde ağzı açık kaldı. Onu şaşırttım ama duyduğu hoşuna da gitti gibi.

"Şu yemek..."

"Hangi yemek? Sağlıklı öğle yemeği mi? Sakın ben de istiyorum deme"

"Hayır hayır! Eylül'e baş başa çıkacağınızı söyleyerek kızdırdığınız romantik yemek"

"Ne olmuş ona?"

"Bana bu konuda bir söz verir misiniz?"

"Nasıl bir söz?"

"Arkadaşımı incitmeyeceğinize dair bir söz"

"Anlayamadım"

"Sizi tanıyorum ve bunu bilerek yapmayacağınızı da adım gibi biliyorum. Demek istediğim şey eğer Eylül'ün duygularını incitmeyeceğinizden eminseniz ve gerçekten onunla ilgili kalbinizde bir kıpırdanma varsa o yemeğin gerçekleşmesini sağlayın Ahmet Bey. Sakın bir kez daha hayal kırıklığına uğrayıp kendisini kullanılmış gibi hissetmesine neden olmayın. Bunu ona yapan siz olmayın ne olur"

"Böyle mi hissediyor? Ama o hiç de..."

"Belli etmese de sorunlarını yok saymaya çalışsa da gerçekten çok zor bir dönemden geçiyor. Tam kendisini toparlayıp ayağa kalkacakken onu tekrardan düşürmeyin. Ama içinizde ikinize dair güçlü bir his varsa da hiç düşünmeden tutun elini ve bir daha da asla bırakmayın. Sizi başlarda zorlayabilir ya da ilginize inanmayabilir ama ona gerçek duygularınızla yaklaşırsanız emin olun kalbi bir süre sonra ikna olup artık sadece sizin için çarptığını ona hissettirmeye başlayacaktır"

Şu durumdayken bile başkalarının mutluluğunu düşünüyor. Bu kız gerçekten harika bir yüreğe sahip. Kardeşim durdu durdu turnayı da tam gözünden vurdu. Aferin ona. Söylediklerinin etkisinde kalmamak mümkün değildi. Şu noktada Meral'in bana böyle şeyler söyleyebileceğini hiç düşünmemiştim. Başımı eğdiğimde gözlerimin önüne Eylül geldi. Evet bu kıza karşı içimde peşinden gitmemi sağlayacak çok inatçı kıpırdanmalar var. Adlandıramıyorum ama bunu hissedebiliyorum. Meral'e baktığımda benden bir cevap beklediği açıktı. Onu bekletmek olmazdı. O an akıl mantık hak getire. Kürsü de kalbim vardı sanki... O konuşuyordu. Müdahale etmedim çünkü ne söyleyecek merak ediyordum.

"Sana söz veriyorum. Eylül ile aramızda ne yaşanılırsa yaşanılsın onu asla incitmeyeceğim. Arkadaşta kalsak kalplerimiz birbirimiz için de çarpsa ona benden hiçbir zarar gelmeyecek Meral. Bana ömrünün sonuna kadar güvenebilir çünkü ona herhangi bir yanlış yapmayacağım. En azından bilerek yapmayacağım"

Gülen gözlerle "Sizin ağzınızdan bunları duyduğuma çok sevindim ve içim de çok rahatladı" derken elini tutup nazikçe öperek "Bu çok iyi bir kalbin olduğu içindi. Kardeşimin hayatında senin gibi iyi yürekli bir kadın olduğu için çok seviniyorum. Umarım sonsuza dek birlikte çok mutlu anılar biriktirebileceğiniz bir hayat yaşarsınız" dedim. Bunları söylerken belli ki kalbim hâlâ kürsüdeydi.

Gülümsemekle yetinmeyip o da benim için bir dilekte bulundu ve "Teşekkür ederim Ahmet Bey. Umarım bir gün ben de size aynı dileklerde bulunup mutluluğunuza birebir şahitlik ederim" dedi. Gözlerinin içindeki ışığa odaklanıp "O anı sabırsızlıkla bekliyor olacağım" dediğimde "Ben de..." dedi ama sonra nedense yüzü asıldı.

Ameliyattan sağ çıkabilirse diye düşündü herhalde çünkü ancak bu tarz şeyler söylediğinde ya da düşündüğünde yüzü böyle sevimsizce asılıyor. Bunları düşünmeyi bıraksın diye elimle gülümsemesi için işaretlerde bulunup onu uyarmak zorunda kaldım. Neyse ki laf dinleyen bir hasta da dediğimi hemen yapıyor.

"O halde sonra görüşürüz Ahmet Bey"

"Görüşürüz"

Odadan çıkmak üzere kapıya yöneldiğimde hâlâ şu yüzünün asılmasına neden olan şeyi kafasından atamadığını düşündüm ve çıkmaktan vazgeçip duvara tutunarak başımı ona doğru uzattım. Beni o halde görünce doğal olarak şaşırdı ama umrumda olmadı çünkü ona söylemem gereken bir şey vardı.

jhygıkghyu.gif


Bakışlarına aldırmadan en güçlü duruşumu sergileyip "Bugün seninle ikimiz adlarımızı ailemizin o köklü tarihine altın harflerle kazıyacağız Meral Atahan. Olay mahaline çoktan kazanmış bir takım lideri gibi giriş yapmanı ve çıkışta da tebrik çiçeklerini benim odama yönlendirmeni istiyorum" dedim. Aah! İşte istediğim gülüş tam da bu gülüştü. Görev başarılı olduğuna göre artık gidebilirim.



stykytksyhksd.png

........::::::::__Eylül__::::::::........

Dışarıdaki gergin bekleyiş sonrası kapı açıldı ve doktor dışarıya çıkıp sanki bir süredir tuttuğu nefesi yeni bırakıyormuş gibi salıverip "Sırada kim var?" diye sordu. Bu soruyu sorarken kimse ile göz göze gelmemeye çalıştı. Onu sarsan bir konuşma mı oldu acaba? Aslında sormam bile garip değil mi? Şu durumda günlük bir sohbet etmedikleri açık zaten.

İçeriye kim girsin konuşmaları başlarken doktor da koluna dokunduğu kardeşine merak etmemesine yönelik bir şeyler söyleyip sonra da kalabalığın arasından geçerek yanıma yaklaştı ama hiçbir şey söylemedi. Sadece kısa bir an önümde durduktan sonra güç almak istermiş gibi elimi sıkıca tutup hemen ardından da yavaşça bırakarak uzaklaşmaya başladı. Bunu yapmasıyla kendimi çok tuhaf hissettim. Elimi tutarak yanımdan ayrılışı ve benden adım adım uzaklaşmasıyla da elimin elinden kayıp düşüşü gözlerimi üzerinden ayırmama imkan tanımadı. Hadi doktor! Buruk gittin ama yüzünde güller açarak geri dön yanımıza.

Kalbim sıkışmış bir halde ardından bakarken Meral'in yanına da ailesi girdi. Annesi babası ve erkek kardeşi yani. Eminim içeride çok duygusal anlar yaşanmıştır. Onlar çıktıktan sonra da Selim Bey'in babası Haluk Bey ve adını aldığı Selim dedesi girdi. Dede çok matrak bir adam eminim Meral'in moralini söylediği enteresan sözlerle tavan yaptıracaktır.

Onlar konuşmayı sürdürürken biz de kapının önünde birbirimize tek kelime etmeden sıramızı bekledik. Sırada Meral'in yakın arkadaşı Berna ve ben varız çünkü. Görüldüğü üzere vakit kazanmak adına kategorilere ayrıldık. Biz arkadaş kontenjanından giriş yapacağız. Gerçi fazla da kalamayacağız çünkü Meral'i hazırlamaları gerektiği için ailelere ve eşine daha çok zaman ayırmak gerekiyordu.

Sonunda kapı açıldı ve içeriye önce Berna hemen ardından da ben girdim. Tuhaf bir karşılaşma oldu desem yeridir. Meral'in gözleri ikimizin arasında gezinirken biz de ona bakıyorduk. Yahu ne bekliyorsak gitsek ya yanına! Bize de kal geldi herhalde.

rtuyt.gif


"İkinizi de ayrı ayrı çok seviyorum. Berna benim çok eski arkadaşım. Onunla çok özel zamanlar geçirdik. Gezdik tozduk ağladık sevindik tüm dertlerimizi paylaştık. Yağız erkek kardeşimse Berna'da kız kardeşim gibidir ama artık sen de benim için çok önemlisin Eylül. Hayatıma öyle zor bir dönemimde girdin ki verdiğin destekler için dostluğun için sana ne kadar teşekkür etsem az"

Ve kızlar için hüzün vakti! Nasıl oldu anlamadım ama bir anda üçümüzü birbirimize sarılıp Meral'i çok sevdiğimizi söylerken buldum. Normalde böyle sarılmalar pek yapmam aslında hüzün barındıran durumlardan kaçmaya meyilliyimdir. Ama bu an çok acayip bir andı. Bu kıza bir şey olmasını gerçekten hiç istemiyorum. Allah'ım yalvarıyorum onu bize ve ailesine bağışla. Bu onu son görüşüm olsun istemiyorum.

Berna fazla kalamayacağımızı ve dışarıya beklendiğimizi söylerken yavaş yavaş kalktık ama tam o anda Meral elimi yakalayıp geri de kalmamı sağladı. Bunu neden yaptı anlayamadım ama bana bir şey söyleyecek herhalde. Beklememi söyledikten sonra yatağının yanındaki çekmeceden bir zarf çıkarıp bana doğru uzattı. Ooo! Yooo! Ben posta güvercinliği işimi zirvedeyken bırakmıştım oysaki.

Kahretsin! Bu sefer de Meral beni göreve çağırıyor galiba. Bunu anlayınca geri geri gidip ellerimi istemiyorum dercesine ona doğru açarak "Aman Allah'ım yine mi mektup! Bu sefer bu mektup olaylarına beni karıştırmasanız nasıl olur acaba?" dedim. Hay dilimi eşek arısı sokaydı da bunu demeseydim. Kız şimdi demez mi ne mektubu diye! Başıma da ne geldiyse şu tutamadığım çenemden geldi zaten.

Ama Meral bu dediğimi kendi yazdığı mektupla ilişkilendiremedi galiba çünkü hiç üstünde durmadı. Belki de bu dediğimi İzmir'de yaşadıklarımla bağdaştırdığı için kurcalamamıştır. Sonuçta o kendi mektubunu yırtıp attı diye biliyor. Neyse ben de bu konudan yırttım gibi görünüyorum.

"Korkma ikisinin de içinde öyle karamsarlık dolu sözler işlenmiş mektuplar yok"

"Ne var peki?"

"Bu zarflardan birisinin üzeri işaretli görüyor musun?"

"Evet görüyorum. Küçük bir sonsuzluk işareti var"

"Tamam. Şimdi senden istediğim şey şu ki eğer ameliyatım başarılı geçerse bu işaretli olanı sanki dışarıdan biri göndermiş gibi bir hemşire vasıtasıyla Selim'e verdirmeni istiyorum"

"Ya diğeri?"

"O... O başarısız olursak ve geri dönemezsem Selim'e ulaşmasını istediğim bir zarf"

"Bunu neden yapıyorsun Meral?"

"Çünkü ona yaşadığım problemin sonucunu bu şekilde haber vereceğimi söylemiştim"

"Nasıl yani?"

"Sen sadece dediğimi yap olur mu? Sakın karıştırma ve benim verdiğimi de söyleme"

"Yok yok bu sefer karıştırmam baksana işaretlemişsin zaten"

"Teşekkür ederim"

Ya arkadaşım tamam istemsizce bir pot kırdın ama ne diye ders çıkarmayıp ikincisini de hemen ardından kırıyorsun! Allah'tan kız kendi derdinde de potlarım arada kaynayıp gidiyor. Zarfları alıp çantama koyarken "Bu arada..." deyince bakışlarımı ne söyleyeceğini merak ederek Meral'e döndürdüm. Tebessüm ediyordu. Ne diyeceğini beklediğimi görünce "Senden bir şey daha isteyebilir miyim?" dedi ve bana da "Hay öyle bakmaz olaydım!" dedirtti. Başıma şimdi ne gelecek acaba? Bu istekler bir gün beni orta yerimden çatlatacak.

Huzursuzluğumu gizlemeye çalışıp "Tabii ki söylemen yeterli" dediğimde o halime aldırmadan gözlerimin içine dik dik bakarak "Eğer Ahmet Bey senden ikiniz adına bir şans vermeni isterse onu sakın geri çevirme olur mu? Bir kez daha sorduğunda hiç düşünmeden git o bahsettiği yemeğe... Aranızda bir şey olmayacaksa da zaten bu yemek sırasında belli olur. Siz de sadece iyi birer arkadaş olursunuz ki Ahmet Bey bu konuda gerçekten eşi benzeri bulunmaz biri. Ama bir gün aranızda duygusal anlamda bir şeyler illa olacaksa da boşu boşuna vakit kaybetmeyin. Bunu sana çokça vakit israfı yapmış ve bu yüzden de pişman olmuş biri olarak söylüyorum" dedi. Neden bunu yapıyor? Neden başından beri doktor ve benimle ilgili bu kadar istekli anlayamıyorum. Biz de benim göremediğim ne görüyor çok merak ediyorum.

"Neden benden böyle bir şey istiyorsun?"

"Çünkü ikinizi de çok seviyorum ve bir şekilde mutlu olun istiyorum. Ahmet Bey arkadaş olarak da mükemmel biridir. Ona hayatında bir şekilde de olsa yer ver Eylül. İnan bana buna pişman olmazsın"

"Tamam sen öyle diyorsan eğer ben de bundan sonra doktora daha iyi davranmaya çalışacağım. Sanırım atışmadan birkaç dakika kadar sohbet edebiliriz. Sorun olacağını pek sanmıyorum"

"Biliyor musun? Bu da tecrübe ile sabittir ki bazen o birkaç dakikalık bakışma bile bir şeylerden emin olup kendini o derin sulara gözü kapalı bırakmanı sağlayabilir"

Vay vay vay! Laflara bak. Bu kız gerçekten de aşkı dibine kadar yaşıyor olmalı. Bunu düşünerek gülümserken aniden bana ithafen söylediği şeyi idrak edince yüzümü ekşittim ve "Demek birkaç saniye o derin sulara çekilmeme yetebiliyor. Eğer öyleyse demek ki çok gerekmedikçe ona bakmamalıyım" dedim. Gülümseyerek birbirimize sarıldık ve o sırada Meral o etkileyici sözlerine devam edip bana "Kaderiniz ortaksa o gözler allem eder kallem eder tüm çabalarına rağmen yine de buluşur merak etme. Sen sadece hayatın akışına uy yeter" dedi.

Geri çekilirken "Beni korkutuyorsun! Tüm bunlardan kaçmak için şu an senin yerine o ameliyata girebilirim biliyor musun?" dediğimde bana doğru acımasızca ateş etmeyi sürdürüp muzur bir bakış atarak "Hmm... Demek Ahmet Bey ile geçireceğin saatler daha cazip geldi. Hatırlatmak isterim ki ameliyatın as adamı o" deyiverdi. Bu eşek arıları hâlâ benim dilimi niye sokamadı ki! Öyle soruya böyle cevap gelir tabii başka ne bekliyordum acaba?

Tebessümüme engel olmaya çalışıp bir yandan da "Yapma lütfen! Adama zorla aşık edeceksin beni sonra al başına belayı!" dediğimde kapı tıklatıldı. Kapının ardındaki kişiyi düşünüp kendi kendime kızarken yüzümü buruşturup Meral'e de "Eyvah! Selim Bey'in vaktinden çalıyorum. Gitmem gerek" dedikten sonra ona yeniden sıkıca sarılıp öptüm ve "Bunları sonra konuşacağız haberin olsun" diyerek ona el sallayıp odadan çıktım.

Benim ardımdan da Selim Bey içeriye girdi. Gerçi girdi de denemez çünkü kapının önündeyken Meral'i görünce ona bakıp kaldı. Gerçekten gördüğüm nadir duygusal adamlardan biri de o. Sevdiği kadını birazdan sonu ne olacağı belli olmayan bir ameliyata gönderecek olması onu mahvediyor olmalı. Neyse ki bu suskunluk Meral'in titreyen bir sesle "Yanıma gelmeyecek misin?" demesiyle bozuldu.

Selim Bey başından beri ovuşturduğu alyansına baktı ve hemen sonra hüzünlü bakışlarıyla kapıyı kapattı. Şu kadarcık an bile boğazımı düğümlemeye yetti sanki. Aralarında geçmesi muhtemel konuşmaları düşünmek dahi istemiyorum çünkü onların bu savaşı beni o kadar çok etkiliyor ki ağlamak istemiyorum.


........::::::::__MERAL__::::::::........

Gözlerindeki hüznü buruk bir şekilde karşılarken sesim titreye titreye "Yanıma gelmeyecek misin?" diye sordum. Üzgün bir halde ovuşturduğu yüzüğüne baktı ve bakışlarını bana döndürdükten sonra kapıyı kapatıp yanıma doğru gelmeye başladı. Gerçekten tuhaf görünüyor. Belki de bunun nedeni ameliyat öncesi beraber geçirdiğimiz son dakikalar olduğu içindir çünkü şu an onu karşımda görünce aynı şeyleri ben de hissetmeye başladım sanki. Aramızda bir türlü aşamadığımız tek adımlık bir mesafe vardı. Karşı karşıya dururken sadece gözlerimizi birbirimizin gözlerinde gezdiriyorduk. Neden böyle oldu ki? Halbuki sabah saatlerindeki halimi göz önüne alınca bu veda anını daha kolay atlatacağımızı sanmıştım. Ama öyle olmadı.

Ona bakarken gözlerimin dolmak için hazırlanmaya başladığını hissettim. Bununla birlikte de korkma endişelenme ve huzursuzlanma gibi bir süredir ortalarda gözükmeyen hislerim bir anda "Ce-eee" diyerek önüme fırladı. Bu korkumu bertaraf etmek için elimi Selim'in yanağına götürdüm. Tenine belli belirsiz dokunuşlar yaparken o da gözlerini benden ayıramadı. Neden konuşmuyor ki?

rryt.gif


Diğer elimi de yanağına yaklaştırdığımda nefesini tutup bileklerimi kavradı. Ellerimi tutup yavaş yavaş yüzünden uzaklaştırırken de zorlukla "Seni seviyorum" dediğinde gözlerim dolarak "Biliyorum. Ben de seni seviyorum" dedim. Anladım ki istese de konuşamıyordu. Sanki ağzını bir açsa karşımda dağılacak gibiydi.

Bunu fark ettiğimde onu rahatlatmak için "Bana hiçbir şey söylemene gerek yok. Beni ne kadar sevdiğini de bu ameliyatla ilgili neler dilediğini de biliyorum. Bilmediklerimi de hissedebiliyorum. Benim ihtiyacım olan şey zaten bildiğim şeyleri bir kez daha duymak değil. Benim şu an tek ihtiyacım olan şey senin bana bir daha hiç ayrılmayacakmışız gibi sıkıca sarılman. Daha fazlası değil" dediğimde söylediğimi yaparak beni kendisine doğru çekti.

Senin de bildiğin üzere Selim ile sarılmışlığımız çoktur ama ilk defa bu denli farklı duygularla sarıp sarmaladık birbirimizi. Belki de içinde bulunduğumuz durumun zorluğuydu bizi böyle tek bir bedenmiş gibi kucaklayan. Bizi kendi isteğimizle geri çekilmedikçe hiçbir güç ayıramayacak gibiydi.

aXJVRR.gif


"Oradayken sadece beni düşün olur mu?"

"Başka şansım var mı ki Selim?"

"Yanında olduğumu ve ellerini sıkı sıkı tuttuğumu düşün"

"Tamam öyle yapacağım"

"Tam karşındaymışım ve senin iyi olduğundan emin olmadan hiçbir yere gitmeyecekmişim gibi güvende hisset kendini"

Sonunda dayanamadım ve ona sıkıca tutunup hıçkırarak "Çok korkuyorum Selim" dedim. Keşke bunu yapmasaydım ama tutamadım kendimi. Bunu söylemem haliyle onu çok üzdü. Bana titreyen bir ses tonuyla "Şişşt! Sakın korkma" diyerek omzumu öperken boynuna iyice sokulup "Korkuyorum... Seni bir daha hiç göremeyeceğim diye çok korkuyorum. Sesini duyamayacağım gözlerine bakamayacağım kokunu bir daha içime çekemeyeceğim diye çok ama çok korkuyorum. Ben aklımı oynatacağım galiba" dediğimde hafifçe doğrulup gözyaşlarımı silerek "Ağlama Meral... Beni tekrar göreceksin merak etme. Sesimi duyacak gözlerime bakmaya da devam edeceksin çünkü bizim aramızdaki bağ o kadar özel o kadar kıymetli ki bu şekilde yarım kalmayı hak etmiyor. Tüm kalbimle inanıyorum ki sen benim hayatıma bir görünüp bir kaybolmak için girmedin hayatım. Bu zor zamanda bir araya gelmiş olmamızın bir anlamı olmalı" dedi.

Onu dikkatle dinlerken elimle üzerindeki gömleği bırakmamacasına sıkı sıkı tutup "Evet olmalı... Bir anlamı olmalı. Ne olur olsun! Lütfen olsun" dedikten sonra Selim'de bana "Var Meral... Kesinlikle bir anlamı var" dedi. Biraz olsun sakinleştiğim de gözlerime oldukça ikna edici bir şekilde bakarak "Bana geri döneceksin Meral. Sakın aksini düşünmeye kalkma. Sana olan sevgime tutun ve o her zaman yaptığını söylediğin gibi bir şekilde yine o geri dönüş yolunu bularak bana geri dön" dedikten sonra tamam der gibi başımı sallamamla birlikte yüzümü ellerinin arasına alarak dudaklarıma sevgi dolu bir veda öpücüğü bırakıp "Seni sabırsızlıkla ve kalbim çarpa çarpa bekliyor olacağım" dedi. Gitme... Gitme gitme lütfen gitme!

Kapının tıklatılmasının ardından bir de üstüne "Meral Hanım artık hazırlanmanız gerekiyor" diyen bir ses gelince ellerimi Selim'in yüzünde gezdirip onu kendime doğru çekerek bir kez daha öptükten sonra ağlamayı sürdürerek "Seni çok seviyorum! Çok seviyorum sakın bunu unutma olur mu? Hayatıma girdiğin beni çok sevip her zaman da mutlu ettiğin için sana çok teşekkür ederim. En güzel günlerim seninle geçirdiğim günlerdi. Her şey rüya gibiydi" dedim. Bunları söylerken bir an ben neden geri dönemeyecekmişim gibi konuşuyorum hissiyle sözlerimi toparlamaya çalışıp "Daha da fazlasını yaşamak için seninle evimize geri dönmeyi ne kadar çok istediğimi bilemezsin. Bu yüzden pes etmeyeceğim Selim... Sana geri döneceğim" dedikten sonra ona sarıldım. Umarım bunları sırf lafımı düzeltmeye çalıştığım için söylediğimi anlamamıştır yoksa ardımdan çok daha fazla üzülür. Ama söylediklerim gerçeği yansıtıyordu içinde hiçbir riya yoktu. Ona geri dönmek için her şeyimi ortaya koyacağımdan emin olabilir.

Birbirimizi kaybetme korkusuyla öpüp koklarken hemşirenin son kez seslenişiyle birlikte Selim elimi tutup dudaklarına götürdükten sonra "Hadi sen hazırlan. Ben dışarıda bekliyorum" deyip elimi yavaşça bırakarak kapıya doğru yürümeye başladı. Beni aniden bıraktı çünkü muhtemelen ağladığını görmemi istemiyordu. Ellerimizin son ana kadar birbirine tutunmaya çalışmasını ve Selim'in odadan bir hışımla çıkışını izlerken olduğum yerde kaldım. Bu bana en ağır gelen veda oldu. Selim giderken bir parçamı da yanında götürdü sanki.

........::::::::__SELİM__::::::::........

Meral'in yanından ayrıldıktan sonra bir süre kendime gelemedim. Yalnız kalabileceğim bir köşe bulup tüm konuşmalardan kendimi soyutladım. Tek düşünebildiğim şey Meral'i şu koridordan geçirip asansöre bindirdiklerinde yıkılmadan ayakta nasıl duracağımdı. Onu o halde görmeye nasıl dayanacağım? Ameliyata girerken aklının bende kalmaması lazım ama bunu nasıl başaracağım gerçekten bilmiyorum.

Sanırım bunu birkaç saniye içinde öğrenmek zorunda kalacağım çünkü Meral'in odasının kapısında bir hareketlenme oldu. Onu çıkarıyor olmalılar. Kapı açıldığında Meral'i sedyede yatarken görünce beynimden vurulmuşa döndüm. Sanki bu zamana kadar gözlerimin önünde güçlü durmamı sağlayacak koruyucu bir perde vardı ama şimdi o perde yok olmuş gibiydi. Herkes odanın kapısına doğru gidip Meral'e umut verici şeyler söylerken ben karşımdaki görüntüyle birlikte donup kaldım. Hiçbir atılım yapamıyor sadece ona bakıp durumu tam olarak idrak etmeye çalışıyordum.

Bu sırada Meral'in "Selim nerede? Onu görmek istiyorum" demesiyle aileler aramızdan çekildi ve biz de onunla göz göze geldik. Birinin bana yumruğunu geçirmesi lazım ki bu şoktan çıkabileyim. Meral elini bana doğru uzatıp "Gidiyorum ben... Elimi tutmayacak mısın?" diye sorunca kendime gelmek için başımı belli belirsiz bir şekilde salladım ve yanına gidip bana uzattığı eli sıkıca sardım. Bu esnada o az önce bahsettiğim koridorda ilerlemeye başladık. Herkes bir şeyler söylüyordu ama hiçbirini duyacak halde değildim. Asansörün önüne geldiğimizde sedyeyi taşıyan görevliye "Ben de karımla gelebilir miyim? Kapıya kadar yani" dedim. Cevabı olumsuzdu. Kullandıkları asansör sadece hastalara özeldi ve çıkacakları özel bölüme hasta yakınlarını alamıyorlardı. Keşke alsalardı.

Asansörün gelmesini beklerken eğilip Meral'in saçlarını geriye doğru iterek alnına uzunca bir öpücük kondurdum. O da ellerimi tutup ağlıyordu. Gözlerimi kapatıp kokusunu içime çekerken kendimi çok zor tuttuğumu söylemek zorundayım. Dudaklarımı çekmeden önce sessizce "Seni beklediğimi sakın unutma" deyip asansörün kata gelmesiyle de mecburen geri çekildim.

Ellerimiz birbirine tutunurken onlar asansöre geçmeye Meral'de yavaş yavaş ellerimden kayıp gitmeye başladı. İçeriye girdiklerinde karşımdan bana el sallayıp titreyen dudaklarıyla sessizce "Seni seviyorum" dediğinde tam "Ben de seni seviyorum" diyordum ki asansörün kapısı kapandı. Kendimi çok kötü hissettim. Sanki ona bunu ilk defa söylüyormuşum da o beni duyamamış gibi "Duymadı... Verdiğim cevabı duyamadı!" diye bağırıp kendimi bir anda asansörün kapısına peş peşe vurarak "Meral!" diye seslenirken buldum.

Bu nafile bir çabaydı çünkü çoktan gitmişlerdi. Rıfat Bey ve babam beni tutup geri çekerek sakin olmamı söylerken yanımıza gelen bir hemşire "Selim Bey?" diye seslendi. Başımı onaylar gibi sallarken "Meral Hanım yüzüğünü çıkardıktan sonra size teslim etmemizi istedi" diyerek Meral'in yüzüğünü bana doğru uzattı. İşte benim kırılma anım da bu an olmuştu. Yüzüğü görür görmez gözyaşlarıma hakim olamadım. Elimi uzatıp yüzüğün avuçlarıma bırakılmasını izlerken sanki içimde her ne varsa yerle bir olmuş gibiydi. Şimdi Meral'den elimde kalan tek şey bu muydu yani?

7AEl9L.gif

Sonra neler olmadı ki? Meral'i çok duygusal bir şekilde ameliyathaneye doğru yolcu ettik ama Selim Bey hiçbir şey yapmadan duramadı ve bir süre sonra apar topar bekleme odasından çıkıp gitti. Şaşırdık tabii. Meğerse bizim doktoru ameliyata girerken yakalamış ve onu kendisini de ameliyata sokması için zorlamış.

Sonuç ne mi oldu? Selim Bey kabul etmezse karısını da alıp gitmekle tehdit edince doktor ikna olmak zorunda kalmış. Hâl böyle olunca da tümör çıkarılmadan az önce bir haber geldi ve Selim Bey'i içeriye aldılar. Meral o sırada verilen talimatları yerine getirmek için uyandırılacaktı ve belli ki Selim Bey'de yanında olduğunu ona hissettirmek istiyordu. Korkmasın istedi belki de.

fgjtfj.jpg


........::::::::__SELİM__::::::::........
Koridorun sonuna geldiğimizde beni ameliyathaneye girmeye hazırlanmam için bir odaya aldılar. Üzerimdekileri verdikleri uygun kıyafetlerle değiştirip bulunduğum odanın içinden açılan bir diğer kapıdan geçerek ellerimi ve kollarımı gösterilen şekilde iyice dezenfekte ettim. Hazırlanma süreci uygun bir şekilde tamamlanınca da içeriye çağırılmak için ameliyathane girişine alındım.

En kötüsü de sabırsızlıkla beklerken önümdeki kapının küçücük camından içeride olup bitenleri görüyor ama bir şey yapamıyor olmamdı. Ahmet'in bulunduğu yer konumum itibarıyla çok da görünür bir halde değil. Ayrıca ameliyat ettiği bölge de şeffaf özel bir perdeyle koruma altına alınmış gibi görünüyor. İçeride de birçok kişi var ve hepsi de kendi sorumluluğu olan bölgede durup işlerini büyük bir dikkatle yapıyorlar. Meral'in yüzünü hâlâ net olarak göremiyor olmam her ne kadar canımı sıksa da Ahmet'in konuşmaya başladığı genç adam onu başıyla onaylayıp arkasını dönerek bana doğru yaklaşmaya başladı. Nihayet içeriye girme vaktim gelmiş olmalı.

Ameliyathanenin kapısı açıldı ve yanıma gelen genç adam "Merhaba Selim Bey ben Koray Çetin. Eşinizin ameliyatında doktor Ahmet Atahan'ın gözlemci asistanı olarak bulunuyorum. Şimdi izin verirseniz size içeriye girmeden önce hakim olmanız gereken bazı bilgiler aktaracağım" diyerek kendisini tanıtıp içeride olacaklarla ve benim yapmam gerekenlerle ilgili kısaca bilgiler vermeye başladı. Halbuki ona henüz Meral'in nasıl olduğunu bile soramamıştım.

Anlattıklarını can kulağıyla dinleyip kafama takılanları sorduktan sonra bize verilen işaretle birlikte içeriye girdik. Tedirgin adımlarla arkasından yürürken Koray aniden kenara geçip Meral'in yanına çekilen ayarlanabilir tabureyi göstererek benden oraya oturmamı istedi. Açık konuşmak gerekirse benim gösterdiği yeri görecek halim yoktu çünkü o esnada gözlerim tam karşımda bembeyaz teniyle hareketsizce yatan karıma kilitlenmişti. O kadar cansız bir halde duruyordu ki sanki nefes bile almıyordu. Çok solgundu. Kanı çekilmiş gibiydi ve her yanından çeşitli makinelere bağlanan kablolar sarkıyordu.

Onu görür görmez kalbimde canımı bir hayli yakan bir sızı hissettim. Tüm hayatımı gözümü bile kırpmadan avuçlarına bırakabileceğim o özel kadını bu halde görmeye hiç de hazır değilmişim meğerse. Ömrümden ömür gitti denen şey bu olmalı. Gördüğüm görüntüyle derin derin nefes alıp kendimi toparlamaya çalışırken Ahmet'in sesini duydum.

"Selim..."

"Dinliyorum"

"Birazdan sana söyleyeceğim şeyi sakın o anlık refleksle yapmaya kalkma tamam mı?"

"Tamam"

"Harika! Senden ne olursa olsun sol tarafında asılı halde duran ekrana bakmamanı istiyorum"

"Neden?"

"Sence neden?"

O an göz göze geldik ama saniyelik bir bakışmaydı bu. Arkamdaki ekrana Meral'e şu an her ne yapıyorsa o görüntünün yansıdığı ve onların aksine bunun benim çok da kaldırabileceğim bir şey olmadığı açıktı. O ekrana yansıması muhtemel şeyleri düşünmek bile kalbimi sızlatırken dönüp bakabileceğimi hiç sanmıyorum çünkü mümkün mertebe Meral'in yanında kalmak istiyorum. Bakarsam kendimi pek de iyi hissetmeyebilirim.

Anestezistler Ahmet ile koordineli bir şekilde ilerleyip tümörün çıkarılma aşamasına geçilebilmesi için uyku derinliğini ayarlarken ben de bana gösterilen yere oturdum ve elimi Meral'in boşta duran eline doğru uzatıp bileğinden tutarak sessizce onu izlemeye başladım.

9G9bDo.png


Üzeri her ne kadar örtülü olsa da yine de açık olan teni içerinin belli bir seviyede tutulan ısısı nedeniyle normalden daha soğuktu. Onu sarıp sarmalayarak ısıtmak istedim ama bunu yapamadım. Yapamazdım. Şu an için tek yapabildiğim şey bileğini tutup hâlâ yaşadığını anlamama neden olan nabız atışlarını hissederek onu izlemek oldu.

Etrafımızda farklı görevleri olan bir sürü insan vardı ve hepsi de Meral'in şu an ki durumunu stabil tutmak için dikkatle işlerine konsantre olmuşlardı. Ben ise Meral'in gözlerini açmasını ya da hiç değilse bir yaşam belirtisi göstererek göz kapaklarını oynatmasını sabırsızlıkla bekliyordum. Ancak bu henüz gerçekleşmedi. Hâlâ kıpırdamadan uyumayı sürdürüyor.

Bir kulağımla etrafımdakilerin aralarında geçen yer yer anladığım yer yer de anlayamadığım konuşmalarına odaklanmışken içeride beni korkutan bir ses duyuldu. Makinelerin birinden geliyordu ve bir uyarı sesi gibiydi. Bu sesi duyup hissettiğim korkuyla bakınırken Ahmet pozisyonunu hiç bozmadan "Korkma her şey yolunda" dedikten sonra anestezist ile birbirlerini başlarıyla onaylayıp sözüne devam ederek "Hatta hazırlanmaya başlasan iyi edersin çünkü birkaç dakika içinde hastamıza "Hadi kalk bakalım uykucu!" diyeceğiz" dedi. Ahmet bana bakmıyor olsa da ben gözlerimi ondan ve Meral'den ayıramadım.

Meral'in birkaç dakika içinde uyandırılacağını öğrenince nefesim kesilir gibi oldu. Halbuki bunun olmasını sabırsızlıkla bekliyordum. Belki de onu kaybedip kaybetmeyeceğimi kısa bir süre sonra anlayacak olmam beni germeye başlamıştır. Korkuyorum. Bu da telaşlanmama neden oluyor galiba. Evet çok fazla korkuyorum ve ne yaparsam yapayım bunun olmasını engelleyemiyorum. Neden bu kadar zor bir sınavdan geçmek zorunda kaldık anlamıyorum. Neden birbirimize bu kadar bağlıyken sonsuza kadar ayrı düşmek ile sınanıyoruz aklım almıyor.

Tedirgin bakışlarımı Meral'in o güzel yüzünde gezdirip bir yandan da bunları düşünürken kendimi çok kötü hissettim. Bunu dışarıya da yansıtmış olmalıyım ki Ahmet düşüncelerimin arasına girip bana "Selim bunu yapmak zorunda değilsin. Kaldırmakta zorlanacağını düşünüyorsan hâlâ vazgeçebilirsin" dedi. Hayır hayır bu mümkün değil. Şu aşamadayken buradan çıkmak ve ne olup bittiğini bilmeden dışarıda beklemek istemiyorum. Bunu yapamam.

Başımı iki yana da hızlıca sallayarak "Hayır yapacağım. Hadi siz de ne yapacaksanız yapın ve uyandırın onu. Ben hazırım" dedim. Birkaç saniyelik sessizliğin ardından "Meral'i sen uyandıracaksın. Komutları senin sesinden alacak" dediğinde bakışlarımı Ahmet'e doğru çevirdim ve o anla birlikte de anestezist hastanın yani Meral'in uyanmaya hazır bir uyku düzeyinde olduğunu söyledi. Ben bu konuşmaların hasta ve cerrah arasında yaşandığını okumuştum ama durumlar değişebiliyormuş demek ki.

Önce etrafımdakilerin ne yaptığına sonra da Meral'in belli belirsiz kıpırdanan göz kapaklarına baktım. Ne tuhaf... Onca şey bir yana sadece gözlerini hâlâ kıpırdatabildiği için bile şükredecek haldeyim. Meral'in göz hareketlerini takip ettiğim sırada Ahmet yan tarafında duran ameliyat mikroskobunu yakınına çekerek "Seslenmeye başla Selim" dedi. Elini nazikçe kavradım ve ona birkaç kez adıyla seslendikten sonra sesim titreyerek bir kez de "Meral... Meral hadi uyan hayatım" dedim. Onu bu seslenişle daha önce de birçok kez uyandırmıştım ama bunu yaparken bir gün sevdiğim kadını yine aynı sözlerle ve daha da önemlisi o bu haldeyken uyandırmaya çalışacağım hiç aklıma gelmemişti. Acı vericiymiş bu. Bana öncekiler gibi tepki verememesi de cabasıydı tabii.

bJWMq0.gif


Endişelenerek neden cevap vermediğini anlamaya çalışırken bana devam etmemi işaret etmeleriyle birlikte "Meral aç gözlerini hadi hayatım. Meral..." dedim. Göz kapakları bu defa daha belirgin bir şekilde kıpırdamaya başladı ve hemen ardından da kaşlarını hafifçe çatıp yutkunmaya çalıştı. Bunu yaparken canı acıyor gibiydi ama ağzında ve boğazında kuruluk olabileceğinden dolayı konuşmakta olduğu gibi yutkunmakta da bir miktar zorluk yaşayabileceği bana söylenmişti. Yani bu anormal bir durum değildi.

"Meral..." diye seslendiğimde zorlansa da bu defa gözlerini aralayabildi. Önce hiçbir şey yapmadan gözleri kısık bir halde öylece durdu ama sonra nerede olduğunu anlamaya çalışarak gözlerini aralayıp aralayıp tekrardan kapatmaya başladı. Zorlanmasında ışıklarında negatif bir etkisi oluyordu. Gözlerini açtığı esnada bir kez daha seslenince sonunda sesimi takip ederek bakışlarını biraz kaldırdı ve beni görmeyi başardı. Aslında karşısındakinin ben olduğumu anlayabiliyor mu bilmiyorum çünkü şu an ki boş bakışlarından beni net bir şekilde görebildiğinden bile pek emin olamıyorum.

"Selim..."

"Efendim?"

"Onu konuşturmaya çalış ki uyanık kalması kolaylaşsın"

Ahmet'in isteğiyle diğer elimi de Meral'in elinin üstüne koyup "Meral bana bir şey söyle hadi" dedim. Gözlerini zar zor açık tutarak bir şeyler söylemeye çalışırcasına dudaklarını kıpırdatmaya başladı ama sesini çıkarmayı bir türlü başaramadı. Ona iyice yaklaşıp o güzel gözleriyle temas kurduktan sonra "Meral benim Selim. Hadi bana beni duyduğunu belli edecek bir şeyler söyle" dediğimde bakışları aniden değişti. Kısa bir an gözlerine inanamıyormuş gibi bana baktıktan sonra yeniden yutkunmaya çalışıp tane tane konuşarak "Ahmet ağabey?" dedi. Ona ağabey diye hitap etmesinin şaşkınlığını yaşayarak bakışlarımı Ahmet'e çevirdiğimde onun da benden çok farklı olmadığını gördüm. Meral ilk defa Ahmet'e ağabey diye hitap ediyordu ve bunu şu an çok da bilinçli bir halde yapmıyordu. Ahmet bana doğru bakıp işaret parmağını göz hizasında döndürerek Meral'in kafasının karışık olabileceğini ima ederken bir yandan da "Efendim Meral?" dedi.

"Ameliyat..."

"Evet"

"Bitti mi?"

"Hayır Meral henüz bitmedi. Bize yardımcı olmanı istediğim aşamaya geldik ve bu yüzden de güzellik uykunu bir süreliğine bölmek zorunda kaldık"

"Şu an... Uyumuyorum yani... Bu bir rüya değil"

"Hayır uyumadığın gibi bir rüyanın içinde de değilsin"

Ahmet'in bunu söylemesiyle birlikte Meral bana daha anlamlı bir şekilde bakmaya başladı. Yavaş yavaş orada olabileceğim gerçeğini kabulleniyor olmalı. Gözlerimizi birbirimizin gözlerinde gezdirirken bir yandan da konuşmaya çalışıp arada sırada da duraksayarak "Orada hangi merkezime kısa devre yaptın.... Bilmiyorum ama... Şu an Selim'in hayali tam karşımda duruyor" dedi. Ona bakıp kaldım. Bunu söylemesi beni hem üzdü hem de şaşırttı. Benim hayal olduğumu sanıyor. Burada olduğumu ve elini gerçekten tuttuğumu anlayamıyor.

Söylediği şeyin verdiği buruklukla ona bakmayı sürdürürken bana yönelttiği masum bakışları saniyeler içinde hüzünlendi ve sözlerine ağlamaklı bir halde devam edip "Kaybolup gitmesini istemiyorum. Hayal olsa da Selim yanımda olsun istiyorum. Sakın ona zarar verme olur mu?" dedi. Kendimi o kadar kötü hissettim ki gözlerim bu dediğiyle birlikte hızla dolarken bakışlarımı hemen kaçırıp kendimi kontrol altına almaya çalıştım.

RQXlaZ.gif


Ben toparlanırken de Ahmet onu konuşturmaya devam ederek "Belki de şu an gerçekten karşındadır" dedi. Gözlerimi yeniden ona doğru çevirdiğimde Meral mutlu olmuş gibi bakıp dudağının kenarındaki o tatlı tebessümle birlikte "Kulağa hoş geliyor" dedi. Yanına tekrardan yakınlaşıp elini tuttum. Bana bakarken belli belirsiz gülümsüyordu. Sessizlik olunca Ahmet yeniden araya girip "Peki Selim gerçekten burada olsaydı ona ne söylemek isterdin?" diye sordu. Bu soru sonrası Meral yüzümü adeta bakışlarıyla taramaya başladı. Sanırım ne söylemek istediğini anlayabiliyorum.

Dudaklarını aralayıp gözlerimin içine sevgiyle bakarak tam da tahmin ettiğim gibi "Seni seviyorum" dedi. Beni sevdiğini o kadar güzel bir tonlamayla söyledi ki anlatamam. Ses tonu bakışları her zamankinden daha güzel ve daha özeldi. Beni o haldeyken bile bu dediğiyle gülümsetmeyi başardı. Biz karşılıklı olarak bakışırken de Ahmet bunu kendisine söylediğini zannedip "Tamam ben de seni seviyorum ama..." diye karşılık verince Meral onun lafını keserek "Seni değil... Selim'i" dedi ve bu dediğiyle ağabeyimi biraz afallattı.

ZYW8l3.png


Ahmet'in alınganlık eder gibi komik bir tavırla "Ne yani beni sevmiyor musun?" diye sorması Meral'in gülümsemesine neden oldu ama bu sorunun ardından da aniden durgunlaşıp "Seni nasıl sevmem? O hızla geçen arabaların önünden beni çekip almasaydın... Bunu yapmasaydın... Belki de çoktan ölmüştüm ben. Hayatımı sana borçluyum" dedikten sonra yüzünü yavaş yavaş düşürerek gözleri doldu ve "Beni yine kurtaracaksın değil mi? Selim'e kavuşturacaksın beni değil mi?" diye sordu. Ameliyathanedeki herkesin bakışları bu sorunun ardından aynı anda Ahmet'e doğru yöneldi. O ise Meral'in bu sorusuyla muhatap kalır kalmaz kaşlarını çatarak sessizleşti. Üzerinde ne kadar büyük bir yük olduğunu şu an daha iyi anladım galiba.

Ahmet birkaç saniye içinde toparlanıp daha doğrusu hasta doktor resmiyetine geri dönüp Meral'e "Bunun olması için çabalıyorum Meral" diye cevap verdikten sonra tam anlamıyla işine odaklanarak "Selim şu andan itibaren bir gözün ve bir kulağın bende olsun. Tümörün sınırlarını belirlerken sana söylediğim bölgelere göre Meral'in hareket etmesini ve gösterilen görsellere yanıt vermesini sağlayacaksın" dedi. Sorgusuz sualsiz "Tamam" dediğimde Meral'de sessizce "Ne oldu?" diye sordu. Henüz bir şey olmadı ama birazdan her ne olacaksa o olacak gibi görünüyor.

Eğilip yeniden göz hizasına gelerek "Birazdan senden ellerini ya da bacaklarını hareket ettirmeni isteyeceğim. Bunu benim için yapar mısın?" diye sordum. Tuhaf bir bakışla boşluğa bakıp dudaklarını yavaşça kıpırdattıktan sonra "Bunu bana Selim olarak mı söylüyorsun... Yoksa Selim Bey olarak mı?" dedi. Böyle bir durumda bana bunu bu şekilde soracağı aklımın ucundan dahi geçmediği için ona bakıp kaldım. Bu sözleri o kadar hoş bir tonlamayla söyledi ki kendime zorlukla gelip hemen toparlanarak "Sen şu an hangisini dinlersin?" diye sordum.

Dudağının kenarındaki muzur gülüşle birlikte "Tabii ki Selim Bey'i" deyince o an ki bakışmamız yüzünden elimde olmadan gözlerim yine doldu. Zormuş. Bunu yapmak tahmin ettiğimden çok daha zormuş. Tüm bunları onun ağzından son kez duyuyor olmak istemiyorum. Bana daha uzun yıllar boyunca bu soruyu sorsun ben de bıkmadan usanmadan ona aynı cevabı vereyim istiyorum.

O sırada Ahmet'in ayağını hareket ettirmesini söyleyerek beni yönlendirmesiyle birlikte Meral'e döndüm. Gözlerine dikkatle bakarak "Şimdi bunu sana Selim Bey olarak söylüyorum. Sağ ayağını yavaşça oynat olur mu?" dediğimde o da bana o her zamanki tatlılığıyla "Oluur" dedi. Bu kelimeyi bu şekilde uzatarak söylemesini çok seviyorum. Sanki en kızgın olduğum anda bile bana bu şekilde karşılık verse karşısında eriyip gidebilirim gibi geliyor. Bende böyle bir etki yarattığının farkında mı acaba?

Elini sıkıca tutup ayağına doğru bakarken "Tamam bekliyorum" dedim ve herhangi bir kıpırdanma göremeyince de "Meral hadi hayatım" diyerek gözlerinin açık olup olmadığını anlamak için ona doğru baktım. Bana bakıyordu. Tekrardan ayağını oynatmasını istediğimde bana "Oynatıyorum zaten" diye cevap verince bir terslik olduğunu anlayıp endişelenerek önce ayağına sonra da ağabeyime baktım. Telaşla "Etmiyor Ahmet!" dediğim sırada daha Ahmet'in ağzını açmasına fırsat kalmadan Meral ayağını oynatıp şirin şirin gülümseyerek "Şaka yaptım" dedi. Şaka mı yapmış? Şaka! Aman Allah'ım az önce gözümden bile sakındığım karım bu şakasıyla yüreğime birkaç tonluk ağırlık indirmiş olabilir.

Kontrol etme amaçlı Meral'in hareket eden ayağına bakarken Ahmet'te gergin bir ses tonuyla "İstersen böyle hassas bir durumdayken bu tarz şakalar yapma Meral çünkü gerçeği söylemek için bir saniye bile gecikseydin bağlantılarını yanlış kuracaktım" dedi. Gülümsüyor mu o? Evet bu yaramaz kız bizi korkutmaktan zevk almış gibi gerçekten de gülümsüyor.

Birbirimize bakarken yutkunmaya çalışıp yavaş yavaş konuşarak "Ağabeyine göz kulak ol... Sanırım beni bilgisayar kasası zannediyor. Dikkat et de ekran kartımla... Hafıza kartımın yerlerini karıştırmasın. Bunu yaparsa beni kendine yeniden aşık etmen gerekebilir hayatım" dedikten sonra biraz dinlenip sonra da sözlerine devam ederek "Aslında bu da kulağa hoş geliyor değil mi? Yapsa mı acaba ne dersin?" dedi. Evet kulağa hoş geliyor ama yine de karımın hafızası olduğu yerde kalsa daha iyi olur.

Ahmet'in araya girmesiyle hemen onun dediklerini yapıp Meral'e artık herhangi bir şaka yapmadan elini ve parmaklarını istenilen şekilde hareket ettirmesini söyledim. Bunu da yaptı. Hatta Meral'e ameliyat öncesinde birtakım yazı ve görseller göstermişler şimdi onlarla yeniden karşı karşıya getirildiğinde de başarılı sonuçlar alındı. Öncesinde ve sonrasında ona her ne söylediysek ne yapmasını istediysek hepsini yerine getirdi. Her şey yolunda görünüyor ve bu da git gide daha çok umutlanmama neden oluyor. Sanırım rüzgar sonunda bizden yana esmeye başladı.

Bu şekilde ne kadar süre geçirdiğimizi bilmiyorum ama bu sürenin çok da kısa olmadığını hissediyorum. Burada bir dakika bile çok uzun gelebiliyor insana. Ne yazık ki Ahmet'in şu an ne aşamada olduğunu bulunduğum açıdan göremiyorum. Görsem de gördüklerime bir anlam konduramayacağım açık. Ancak bir süredir oldukça konsantre bir şekilde tüm dikkatini tümörün hasarsız bir şekilde çıkartılabilmesine odaklamış vaziyette olduğunu biliyorum. Ameliyatı izleyen asistanlara izlenilen yolla alakalı bilgi verirken Meral'in bir kez daha uyutulduğunda haritalanan bölgeden tümörü alacaklarını öğrendim.

"Selim..."

"Efendim hayatım?"

"Sen... Başından beri..."

"Evet"

"Hayal değildin değil mi?"

"Değildim"

"Buradasın yani... Yanımdasın"

"Olmam gereken yerdeyim"

"Keşke... Keşke bunu yapmasaydın"

"Yanında olmak istedim Meral"

"Üzüleceksin ama"

"Üzülmeyeceğim çünkü sen yanımıza iyileşmiş bir halde geri dönerek beni bugün çok mutlu edeceksin"

"Edeceğim değil mi?"

"Edeceksin. Benim gibi sen de buna inan lütfen"

"Gözümü açtığımda..."

"Beni gördün"

"Evet. Ben seni... Seni görünce..."

"Şaşırdın"

"Hayır"

"Görünce ne oldu?"

"Söylemek istedim"

"Neyi?"

"Mektup"

"Ne mektubu?"

"Ben yazdım sana..."

Bunu söyledikten sonra bana çok garip bakmaya başladı. Kelimelerini bulmakta da toparlamakta da zorlanıyor gibi bir hali vardı. Neden böyle olduğunu anlamaya çalışırken Meral'de lafını tamamlamak için "Öncekiler gibi... Yazdım... Ben onları yazdım" dedikten sonra anlamsızca birkaç şey daha söyledi. Söylediği şey asla anlaşılacak gibi değildi. Karmakarışıktı.

Kaşlarım çatılırken oturduğum yerden doğrulup "Meral gözlerime bak ve bana ismimi söyle" dediğimde kısa bir an dudaklarını söylemeye çalışıyor gibi kıpırdattı sonra da "Ahmet bir şey oluyor!" dememle birlikte bakışlarını benden kayar gibi çekip gözlerini kapattı. İşte tam da o an ameliyathanede bir hareketlenme yaşandı ve ben ne olduğunu anlayana kadar da Ahmet otoriter bir ses tonuyla "Hasta yakınını dışarıya alın!" dedi. Hayır hayır! Bunu bana şu an böyle bir durumdayken yapamaz.

Büyük bir terslik olduğunu anladığım için "Hiçbir yere gitmiyorum. Burada kalacağım!" diyerek ısrar etmeye başlayınca Ahmet aniden başını kaldırıp çok sert bir tavırla "Selim dikkatimi dağıtıyorsun hemen dışarıya çık!" diye bağırdı. Endişeli gözlerle bir ona bir de Meral'e bakıp olduğum yerde kaldım. Gidemiyorum kalamıyorum. Hiçbir şey yapamıyorum.

Asistanı Koray'ın koluma dokunup "Çıkalım Selim Bey" demesiyle kendime gelerek Ahmet'in diğerleriyle olan konuşmalarından bir anlam çıkarmaya çalıştım ama yapamadım çünkü anlayamamama rağmen beni korkutmayı başaran birçok tıbbi terim kullanmaya başladılar. Kötü bir şey oldu. Çok kötü bir şey!

Koray beni kapıya yaklaştırdığında Ahmet'in bana bakmamamı söylediği ekrana bakıp orada çok fazla kan olduğunu görünce kolumu kurtarmaya çalışarak "Hayır hayır hayır! Onu kaybediyorum. Meral!" diye bağırdım. Koray ve ona yardım eden bir başka asistan beni zorlukla dışarıya çıkarırken söylediğim son şey "Sakın beni bırakma Meral!" duyduğum en son şey de Ahmet'in ekibiyle birlikte büyük bir çaba harcayıp sürekli aynı sözleri yineleyerek bağırması oldu.

"Bitmedi Meral! Ben henüz bitti demedim!"

lEL74b.gif

Orada ne oldu ne bitti ne yaşandı bilmiyorum ama ameliyatın çok zor geçtiğini hatta sonlara doğru Meral'in kaybetmeye çok yaklaştığını biliyorum. Selim Bey ameliyathaneden apar topar çıkarıldığında "Ölüyor! Meral ellerimden kayıp gidiyor ve ben hiçbir şey yapamıyorum" diye feryat figan koridoru inletiyordu. İçeride ciddi bir komplikasyon meydana gelmiş ve o da buna anı anına şahit olmuştu.

İşin kötüsü Meral'in babası da yaşanan heyecana dayanamayıp kalbini tutarak fenalaşmıştı ve o anlarda aynı kızı gibi ona da müdahale ediliyordu. Ben de ortalık yangın yerine döndüğü için desteğe ihtiyaç duyarak Tolga'yı arayıp yanıma çağırmıştım. Bütün aile o sırada Rıfat Bey'in yanındaydı çünkü ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Neyse ki Tolga geldiği gibi biz de Selim Bey'e destek olmaya çalıştık. Zor bir gün olacağını düşünmüştüm ama bu kadarı inan düşüncelerimin de ötesinde oldu.

dfgj.gif


Aklımın da bir köşesi Meral'de ise bir diğer köşesi de doktorun ne halde olduğundaydı. Tolga ve Selim Bey'in iç burkan konuşmalarını dinlerken gözlerimdeki yaşlar her ikisi için de akıyordu. İçimden defalarca "Allah'ım her ne olduysa ona bu durumu düzeltebilmesi için yardım et ne olur" diye tekrarlayıp durdum. Onun için o kadar üzüldüm ki anlatamam. Hatta Selim Bey'i de az biraz anladım galiba çünkü olabileceğini bilsem ben de içeriye dalıp doktora "Başarabilirsin sakın yılma devam et ben sana inanıyorum" diyerek destek olmak isteyeceğim. O kadar yani. Ama yapamadım ve dışarıdaki gergin bekleyişin bir parçası oldum.

Dışarıda beklerken perişan olduk ama sonunda arzu ettiğimiz güzel habere de kavuştuk. Doktor merak etmeyelim diye haber yollatmış ve o haberi de kapının önünde olduğumdan ilk ben aldım. Selim Bey'e nasıl seslendiğimi ben bile bilmiyorum. Yanıma gelip korku içinde Meral'in yaşayıp yaşamadığını sorduğunda ona çantamdan çıkardığım üzerinde sonsuzluk işareti olan zarfı cevabının burada olduğunu söyleyerek uzattım. Meral'in tembihlediği gibi yani. Zarfı hızla açıp kağıda baktığında gözleri doldu. "Kazandım!" yazıyordu. Bir şey söylemek istese de yapamadı ama ona "Selim Bey başardılar" dediğimde ikimiz de gözyaşları eşliğinde birbirimize sarıldık.

Meral'den gelen iyi haber sonrası Selim Bey hemen ailelere haber vermeye gitti. Tolga da aşağıda olduğu için ben bir süre tek başıma bir o yana bir bu yana giderek beklemeye başladım. Volta atmak da artık benim için spor gibi oldu. Hayat o kadar sürprizlerle dolu ki aksatmama da olanak tanımıyor sağ olsun.

Sabırsız bekleyişim kapının açılıp doktorun görünmesiyle nihayet son buldu. Göz göze geldiğimizde ikimiz de hiçbir şey diyemedik. İfadesi yorgundu. Adeta çetin bir savaştan çıkmış gibi bitap görünüyordu. Saatler süren ameliyatın başarıyla sonlanmış olmasına rağmen içeride her ne olduysa bunun etkisinden çıkamamış gibiydi. Onu hiç böyle görmemiştim.

Sessiz kalmayı sürdürerek o bana ben de ona doğru yürümeye başladık. Orta noktada bir araya geldiğimizde de gözlerimiz birbirimizin gözlerinde gezerken sanki sözleşmiş gibi aynı anda hareketlenip birbirimize sıkıca sarıldık. Bedeni kaskatı kesilmişti. Büyük bir stres atlattı tabii bunun etkisinden çıkmak o kadar da kolay olmasa gerek.

Kollarımı boynuna sıkı sıkı dolayıp "Biliyordum! Bugün bir mucize yaratacağını adım gibi biliyordum. Sizin için o kadar çok dua ettim ki görsen şaşardın" dediğimde o da bana daha sıkı sarıldı. Hâlâ konuşmuyordu ama bugün onu özel izinli sayıyorum yani üstüne gitmek ya da acımasızca çemkirmek yok. O bugün yaptıklarından sonra bunu hak etti. Sonuna kadar hak etti hem de...


reyaeryason.gif


•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)

nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.523
Tepki
84.169
Puan
113
Konum
İstanbul
sdxcfvgbh.png


13.Bölüm : Bir daha buraya gelmeyeceksin değil mi?

........::::::::__Eylül__::::::::........

Aaa! Bilin bakalım ileride kimleri görüyorum? Doktor derinlere dalmış bir yerlerden kum çıkarıyor gibi görünüyor. Sahi niye bu kadar düşünceli ki bu? Neyse öğrenirim birazdan. İntikam soğuk yenir daha tatlı olur dercesine arkasından sinsice yaklaşarak "Günaydın doktor!" diye seslendiğimde itiraf etsin ki en az benim arkamdan "Eleanooor!" diye seslenilmesine korktuğum kadar korktu. Sakın aksini söylemesin yutmam!

Sesimle birlikte irkilerek hemen arkasını döndü ve garip bir ifadeyle de kaşlarını çatıp "Ooouuv! dedi. Böyle yapıp bir de üzerine gözlerini şehlalaştırınca telaşlanarak ne olduğunu sordum ama verdiği cevap yine "Ha ha haaa!" diyeceğim cinstendi çünkü başını kendisine gelmeye çalışır gibi sallamaya başlayıp "Gözlerimde bir kamaşma oldu. Bu pozitif enerjinin etkisi mi yoksa güzelliğinin etkisi mi onun bile ayrımını yapamayacak haldeyim. Sanırım etrafına olumlu elektrikler yayan hoşça bir kadın tarafından öpülüp kendime getirilmeye ihtiyacım var" deyince karın ağrısı anlaşıldı.

Yan yana yürümeye çalışırken elimin tersiyle şakayla karışık koluna bir tane patlatıp "Bence senin öpülmeye değil okkalı bir tokat yemeye ihtiyacın var. Ee! Anca..." dediğimde kolunu canının acıdığını belli edercesine sıkıca tutup "Teşekkür ederim ama şimdilik bu kadarı kâfi geldi" dedi. Ne tuhaf adam ya! Beni hem sinirlendirip hem de nasıl gülümsetiyor sahiden anlayamadım gitti.

"Ee! Hadi anlat bakalım!"

"Neyi anlatayım Eylül?"

"Yoğun bakım sürecinin ardından Meral normal odasında uzunca bir süre gözetimin altında durdu tamam anladık ama artık yetmiştir herhalde. Kızı ne zaman evine göndermeyi düşünüyorsun?"

"Uzunca bir süre daha göndermeyi düşünmüyorum"

Buraya kadar yüzüm gülüyor onunla şakalaşıyordum ancak Meral'i göndermeyi düşünmediğini söylediğinde yüzümdeki o neşeli ifade bir anda yok oldu. Umarım sağlığıyla ilgili bilmediğimiz önemli bir durum yoktur.

Meral'i bir süre daha hastanede tutmak istediğini öğrenince buna sebep olan şeyi merak ettim ve doğal olarak bu merakımı da ona "Neden? Son geldiğimde gayet iyi görünüyordu. Hatta Meral'in ameliyat sonrası beklediğinden çok daha iyi olduğunu söyleyen de sendin" diyerek belli ettim. Bana hâlâ öyle düşündüğünü söyledi. Şaşırmadım diyemem. Hâlâ öyleyse ne diye kızı burada tutmaya devam ediyor ki?

Şaşkınlığımı gizleme gereği duymadan "Ne değişti o zaman?" diye sorduğumda dudağını büzüp bakışlarını kaçırarak "Değişen bir şey yok. Sadece aklıma takılan bir şey var" dedi. Buralarda bir yerlerde bir kerpeten var mı acaba? Çünkü belli ki zor kullanmadıkça ağzından laflar gıdım gıdım çıkacak benim de sonunda dayanamayıp kafam atacak.

"Neymiş o aklına takılan şey?"

Yüzüme söylesem mi söylemesem mi der gibi bakmaya başladı. Çatlatma da konuş be adam! Bakışlarımla onu hadi dercesine iteklemeye çalışıp "Söylesene" deyince de neyse ki suskunluğunu bozdu ve gözlerime bakarken çok nahif bir tavırla da "Meral taburcu olduğunda bir daha buraya gelmeyeceksin değil mi?" dedi. İtiraf edeyim böyle bir şey demesini beklememiştim.

gnbasfd.png


Ne diyeceğimi bilemeden ona bakıp kaldım. Niye sordu ki şimdi bunu? Buraya geliş gidişlerim son bulacağı için üzülüyor olamaz herhalde. Gerçi yüzündeki ifade de pek memnunmuş gibi görünmüyor. Ama sırf ben buraya gelip gitmeyi sürdüreyim diye kızı ömrü billah burada tutamaz. Hem niye böyle bir şey yapsın ki?

Öyle ya da böyle söylediği şey suratıma bir tokat gibi çarptı. Düşünüyorum da Meral hastaneden taburcu olunca bizim de artık doktorla bir araya gelme durumlarımız son bulacak. Yani artık ortak bir konumuz olmayacak. Bu gerçek garip ve buruk hissettiriyormuş gerçekten. Hissettiğim şeyden çok da hoşlanmasam da yine de kuşkucu bakışlarımla ona dikkatle bakarak "Meral taburcu olunca artık buraya gelmem için bir sebep kalmayacak ki" dedim. Göz ile görülür ölçüde bozuldu. Üzüldü belki de...

Benim ardımdan şaka yapmadığını belli edercesine ciddi bir tavra bürünüp "Bir sebep yarat diyorsun yani" deyince ne diyeceğimi şaşırdım. Hayır böyle bir şey söylemiyorum. Söyledim mi? Düşünüyorum... Hayır söylemedim.

Yüzüme de resmen beni onayla der gibi bakıyor. Ne diyeyim yani? Evet doktor bir sebep yarat ki her gün buraya gelip senin gülcemalini görmeye devam edeyim mi diyeyim? Beni şaşkına çevirdiğini gizleyemem. Duyduklarımdan sonra kafamı toparlar toparlamaz işi ciddiyetten uzaklaştırmaya çalışıp "Hayrola doktor! Tartışmalarımız bağımlılık mı yaptı? Sakın buraya gelip gitmeyi sürdürebilmem için yaratacağın o sebeple beni hasta etmeye niyetlendiğini söyleme" dedim. Umarım lafı iyi çevirmişimdir diye düşünürken bana bunu başaramadığımı "Ben daha çok seni kendime aşık etmeye niyetlenmiştim aslında" diyerek belli etti. Bu konuda şaka yapmadığını yani gayet ciddi olduğunu görünce bir canım sıkılmadı değil. Bak yapma diyorum doktor! Tavrımdan anlayamıyor bunu illa sesli mi duymak istiyorsun anlamadım ama şu an yapma!

Bakışlarımı üzerinden çekip tek kaşımı kaldırarak yürümeyi sürdürdüm ve bir yandan da "Sen dalga geçmeye devam ederken bize ayrılan sürenin sonuna geldik bile" deyip o telaşla Meral'in odasının kapısını tıklatmadan açtım. İçeriye girer girmez de Meral ile Selim Bey'i dudak dudağa bulunca doktor "İki dakika yalnız bıraktık yine şifreli yayına geçmişler" dedikten sonra koluma dokunup "Çık Eylül çık!" diyerek beni kapıya geri yönlendirdi.

Meral'de yazık utancından yerin dibine girdi ama tam durumu kurtarmaya çalışıp "Durun lütfen biz sadece..." diyordu ki bu sefer de ben doktora imalı imalı bakıp "Gözüne kirpik kaçmış olabilir büyütmeyelim bence" dedim. Doktor susar mı? Almış benden güzelim pası kessen susmaz. Meral'in bir şey demesine fırsat vermeden "Bence de büyütmeyelim. Sonuçta evli barklı insanlar değil mi?" diyerek önce onlara laf çarptı sonra da hallerine gülerken bana doğru bakıp "Dur bakayım senin gözüne de kirpik kaçmış galiba. Bak bu bir işaret olabilir işte" dedi. Dirsek yemeye bir türlü doyamayan şakacı doktora "Al sana işaret!" diyerek çaktırmadan tepiği koydum tabii. Hak etti ama!

Odadaki tek ciddi kişi olan Selim Bey'in "Gelsenize kapıda kaldınız" demesiyle hiçbir şey söylemeden hınzırca bakan bakışlarımızı üzerlerine dikip tam karşılarında durduk. Meral'in yüzü de öyle hızlı renk değiştiriyor ki üstüne gidip onunla uğraşmamak için kendimi zor tutuyorum. Sonuçta yeni ameliyat oldu fazla sıkıştırmamak lazım.

Meral konuyu kaynatma girişiminde bulunup "Ahmet Bey size bir şey sorabilir miyim?" dedi ama doktor ona sor demeden gözlerini devirip "Ne güzel bana ağabey demeye başlamıştın neden yine resmileştik?" deyince ne diyeceğini bilemeden öylece boş boş bakıp kaldı. O Selim Bey'e doğru bakarken biz de doktorla aynı anda yatağının iki ayrı köşesine oturduk.

Meral yüzündeki "Neden bahsettiğinizi gerçekten anlayamıyorum" bakışıyla gözlerini aramızda gezdirip "Özür dilerim ama bu ağabey konusunu pek anlayamadım" deyince devreye Selim Bey girdi ve Meral'in elini tutup kendisine bakmasıyla da "Ameliyat esnasında başından sonuna kadar Ahmet'e hep Ahmet ağabey diye hitap ettin. Ondan bahsediyor" dedi. Meral bu duyduğuna çok şaşırdı ama gerçekten de öyle olmuş. Hatta doktor onu uyandırdıktan sonra kendisine ağabey diye hitap edince hem çok şaşırmış hem de çok mutlu olmuş. Ee! Narkozlu kafa ne de olsa...

"Kardeşimle evlendiğinize ve artık resmen aileden biri olduğuna göre bence bana beyden ziyade ağabey demen daha uygun olur"

"Peki Ahmet ağabey öyle yaparım"

Onlar aralarında anlaşırken Selim Bey de bana doğru dönüp son derece nazik bir tavırla "Yeri gelmişken lütfen sen de artık bana Selim Bey demek yerine sadece Selim de Eylül. Arkadaş olarak gördüğüm kişilerle aramda resmiyet olması pek tercih ettiğim bir şey değildir. Tabii sen de uygun görürsen" dedi. Tam "Olur sadece isminle hitap ederim" diyecekken doktor heyecanlı bir tavırla lafa atlayıp bana yan yan bakarak "Madem hitaplar konusunda bir güncelleme yapıyoruz o halde bana da o sert tonlamanla "Doktoor!" demen yerine yumuşacık bir tavırla tatlı tatlı "Ahmeeet" demeni tercih edeceğimi söylemem gerek" deyiverdi. Her konuyu da ikimizle alakalı bir mevzuya bağlamasa rahat edemiyor. Ben şimdi sana bir şey derdim ama ortam kişiler babında fazla nezih o sebeple susuyorum doktor!

Bu dediğini duyar duymaz gözlerimi kocaman açıp ona doğru baktım. O da benim aksime bakışlarıma yüzündeki belli belirsiz tebessümle karşılık veriyordu. Önce Ela ve Aygün sonra Sinan şimdi de o... Neden bana adını söyletme yarışına girdiler anlamadım. Söylemeyeceğim arkadaş! İnada bindirdim söyletebilen varsa çıksın karşıma söyletsin.

"Üzgünüm ama seninle ilgili hâlâ hoş olmayan hislerim mevcut. Bu yüzden sanırım sana doktor demeye devam edeceğim ama çok dokunuyorsa tonlamama dikkat etmeye çalışırım"

"Demek benimle ilgili hislerin mevcut. Bunu bilmiyordum"

QQ7kR3.png


Gözlerimi "Üstelemesen iyi olur" der gibi tehditkar bir şekilde üzerine dikip "Hoş olmayan hisler dedim" dediğimde o da bana dudağının kenarında hâlâ var olan gülümsemesiyle dik dik bakarak "Ben de hiç olmamasından iyidir diye düşündüm" dedi. Hay aksi! Gözlerimi onun gözlerinden uzaklaştıramadım. Niçin böyle bir şey oldu onu da anlayamadım. Sadece söylediği şeylerden sonra gözlerimin önüne az önce bana "Meral taburcu olduğunda bir daha buraya gelmeyeceksin değil mi?" diyen adamın o nahif hali geldi. Belki şu an karşımda duran adamı değil ama bana o soruyu bu kadar içten bir şekilde soran adamı önemseyebilirim.

Ona bakarken kafam sürekli o konuşmaya gittiği için o çatık kaşlı ifademin de yavaş yavaş yok olmaya başladığını hissettim. Doktor da gözlerini bir an bile olsun kırpmadan bana bakmayı sürdürüyordu. Nefesimin sıklaşmaya başladığını anlayınca da nihayet gözlerimi onun gözlerinden kaçırmanın bir yolunu buldum. Zor oldu ama sözleriyle bana ne yaptığını anlasın ve bu yüzden de ümitlensin istemedim. Sonuçta devamlılığı olmayacak bir şey için onu cesaretlendirmeye hakkım yok.

O andan itibaren işler benim açımdan biraz sarpa sardı ve konuşmanın sonrasına fazla odaklanamadım. Bu da ona laf yetiştirirken sürekli altta kalmama neden oldu. Huzursuzluğum tavan yapmış bir halde saçımı geriye itip "Beni sinirlendiriyorsun doktor" dediğimde o da beni zorlamaya devam ederek hoş bakışlarıyla yüzümü detaylıca inceledi ve gördüğünden hoşnut olmuş bir ifadeyle de "Görebiliyorum" dedi. Ben de buradan gitmem gerektiğini biliyorum ama neden buna yönelik bir atılım yapamıyorum bilmiyorum. Yaptığım tek atılım buz gibi olduğunu hissettiğim elimle stresten boynumu ovalamak oldu. Bu durumdan hiç hoşlanmadığımı söylemem gerekir mi bilmiyorum ama şu an bana her ne yaptıysa bundan gerçekten hoşlanmadım.

"Madem görüyorsun o halde yapma!"

"Ya gördüğüm şey hoşuma gidiyorsa?"

"Sinirleniyor olmam mı hoşuna gidiyor?"

"Sinirlenmeni kastetmedim"

"Neyi kastettin?"

"Sinirlenince bir başka bakıyorsun"

"Nasıl bakıyormuşum çok merak ettim"

"Farklı... O hoş bakışı görebilmek için sürekli seni kızdırmak isteyeceğim kadar farklı hem de"

Bu defa "Hey doktor!" demeyeceğim. Bu defa "Hey Eylül kendine gel!" diyeceğim çünkü şu an nerede olduğumu unutmuşa benziyorum. Kendime hatırlatmak isterim ki hâlâ hastanedeyiz ve bizi dizi izler gibi seyreden çiçeği burnunda yeni evli bir çiftin önünde acayip bir tartışmaya imza atıyoruz. Bu konuşmanın şu noktaya kadar gelmesine izin vermemeliydim ama artık bitti. Konuşma sonlandı.

Söylediği son sözlerden sonra tepkisiz kalıp bakışlarımı başka yöne çevirdim. O sırada o da Meral ile Selim'i yeniden burun buruna görüp "Hey! Biz hâlâ buradayız. Uzaklaşın!" deyince kız da doğal olarak lafı yapıştırıp "Farkında değilsiniz ama biz de deminden beri buradayız" diyerek imalı bir şekilde ikimize baktı. Şeytan diyor "Sana ne be adam! Bırak ağız tadıyla cilveleşsinler" de vur ikinci tepiği!

Vuramadım ama o anlık refleksle biz de doktorla birbirimize baktık. Çok şükür ki konu da aniden değişti. Önce Meral eşinin kendisini susturmaya yönelik çekiştirmesine aldırmadan tuhaf bir çıkış yaparak "Ahmet ağabey beni taburcu etseniz de ben artık gitsem olmaz mı? Bir rahat bırakmadınız gerçekten" dedi sonra da Selim karısının o coşkusuna gülüp onu kolunun altına alarak kardeşine de "Bana Meral'in bu akşam ya da en geç yarın sabah taburcu olabileceğini söylemiştin. Çıkışı kesin olarak belli oldu mu?" diye sordu. Hiç sormayın çünkü adam kızı göndermeye niyetli değil diyecektim ki doktorun yüzünü asmasıyla dikkatim ona kaydı. Kapı önünde yaptığımız konuşmayı mı düşünüyor acaba?

"Aslında ben de buraya bunu konuşmak için gelmiştim ama laf lafı açınca unuttum"

"Ne oldu Ahmet? Önemli bir şey yok ya..."

"Hayır sadece ben Meral'i bu gece de burada tutmak istiyorum. Yarın sabah ilk kontrolün ardından bir sorun çıkmazsa eve gitmek üzere buradan ayrılabilir"

"Tamam o halde bir gece daha burada misafiriz"

"Aynen öyle"

Onlar konuşurken ben de dalmış bir halde boşluğa bakıyordum. Doktorun sesini duydukça da aklıma kapının önünde yaptığımız konuşma geliyor ve ben gerçekten de kendimi kötü hissediyorum. Aslında benim bir an önce buradan çıkıp onun olmadığı herhangi bir yere gitmem gerek. Sesini duymayacağım yüzünü de görmeyeceğim bir yere...

"Meral..."

"Efendim Eylül?"

"Selim yanında olduğuna göre ben artık gideyim diyorum ama yarın ihtiyaç olursa ara beni hemen gelirim olur mu?"

"Çok teşekkür ederim ama dinlen biraz sen de bizimle birlikte perişan oldun"

"Aşk olsun ne perişanı Meral arkadaş değil miyiz biz?"

"Arkadaşız tabii"

"O halde baktın acil biri gerekti evde eleman açığı var hemen beni arıyorsun tamam mı?"

"Tamam canım çok sağ ol. Bu arada Ela'ya da selamlarımı söyle olur mu? Aslında onu ve Rüya'yı da görmeyi çok isterim keşke bir araya gelebilsek"

"Ben Ela'ya söylerim müsait olduğunda geçmiş olsuna geliriz"

"Harika olur. En kısa zamanda yapalım bunu"

"Peki"

Meral'i öpüp Selim ile de el sıkıştıktan sonra bir terslik sezmesinler diye mecburen doktora doğru yaklaşmaya başladım. Ona bakmıyorum ama onun bana baktığını hisedebiliyorum. Büyük bir çaba sonucu bakışlarına karşılık vermeden usulen bir "Hoşça kal" deyip yanından geçip gittim. Her zamankinden biraz farklı bir hoşça kal oldu biliyorum ama bu odadan ona takılarak çıkmak istemedim. Yapamadım. Bu kadarı kâfi geldi.

Kapıyı kapatıp çantamı düzelterek seri adımlarla yürürken kahretsin ki bir kapı kapatma sesi ve hemen ardından da doktorun "Eylül bekle!" diyen sesini duydum. Hayır hayır! Şimdi hiç sırası değil. Bir kez daha seslenince arkamı dönmeden olduğum yerde durmak zorunda kaldım. O da yanıma gelip önüme geçerek "Gitmeden önce birlikte birer kahve içelim mi?" dedi. Dıııt! Yanlış zamanlama.

Olumlu bir ifadesi vardı ama sorusuna karşılık sesimi istemsizce sertleştirip "Yetmedi mi?" dediğimde bir sorun olduğunu anladı. Yüzüne bakmıyorum ama bu tavrımdan ötürü şaşırdığını anlayabiliyorum. Hay aksi! Başka zaman diyerek basıp gitmeliydim neden böyle bir şey söyledim ki! Şimdi çeneme hakim olamadığım için konu sakız gibi uzayacak.

"Ne yetmedi mi?"

"Boş ver neyse ne... Kahveyi başka zaman hep beraber içeriz. Hadi kaçtım ben!"

"Eylül söyle lütfen seni neyin rahatsız ettiğini bilmek istiyorum"

"Zorlama doktor!"

"Eylül!"

"Pekala! Sözlerin bakışların imaların yetmedi de kahve içerken Eylül'ün üstüne biraz daha mı gideyim dedin?"

"Böyle bir şey yapmaya çalışmıyorum. Eğer içerideki konuşmamızla alakalı rahatsız olduysan..."

"Evet oldum!"

"Tam olarak neden rahatsız oldun?"

"Gerçeği mi söyleyeyim?"

"Kesinlikle"

"Varlığından..."

"Varlığımdan... Neden peki?"

"Kafamı karıştırıyorsun doktor yapma şunu!"

"Kafanı karıştırmak gibi bir niyetim yok. Ben sadece sana karşı dürüst olmaya çalışıp ne hissediyorsam onu anı anına seninle de paylaşıyorum"

Sussana be Eylül! Düşünmeden konuşup konuyu saçma sapan yerlere getiriyorsun zaten. Boşluğa bakarak omzumu ovalarken bir yandan da aklımdan ona karşı ne kadar dürüst olmalıyım diye geçiriyordum. Sanırım orta düzey de olması şimdilik yeterli gelecektir. Bu gergin halimi ne olduğunu anlayamamış gibi izleyerek "Eylül gel sakin bir yere geçip konuşalım" deyince ben de orada daha fazla kalmak istemediğim için anında yan çizdim ve ona lütfen daha fazla ısrar etme dercesine bakıp "Bak sen sadece benden uzak dur tamam mı? Lütfen!" dedikten sonra hızla yanından uzaklaşıp gittim.

Peşimden gelmemesi için dua ederek asansöre bindiğimde tam giriş katına basmıştım ki bir ağrı saplandı. Bu aralar da bu ağrı sıklaşmaya başladı. Kahretsin! Yine mi taş düşürüyorum acaba? Ah be doktor! Yeminlen çok temiz kalplisin. Bak hastanelik olacak hadise çıktı iyi mi? İki büklüm bir halde asansörden inip hemen bir bardak su alarak boş bulduğum ilk yere oturdum. Suyumu yudumlarken de karşıdan Sinan'ın geldiğini gördüm. Keşke çocuk doktoru olmak yerine böbrek doktoru olaydı.

fdgsdgsd.png


"Eylül neyin var?"

"Taş çimento kum ne ararsan var. Onay çıktığında da inşaata başlayacağım. Acar Konutları yakında hizmetinizde!"

"Muayene olmaya mı geldin?"

"Aslında Meral'i görmeye geldim ama onlar da beni iade-i ziyarete gelecek galiba"

"Ani gelişen sancı demek. Hadi gel seni Haldun Hoca'ya gösterelim"

"Yok ya geçer şimdi hatta hafifledi bile"

"Gece tutarsa ne yapacaksın?"

"O zaman gelirim ya da evdekiler beni yaka paça getirir"

"Israr ediyorum"

"Isrardan hiç hoşlanmam kii bu bile inat etmem için yeterli bir sebep"

"Tamam tamam üstelemiyorum. Peki daha önceden kullandığın bir ilaç var mı?"

"Evet var. Konuya da gayet hakimim merak etme. Bol bol su içeceğim ve bir oraya bir buraya yürüyüp hareket edeceğim"

"Şimdi ne yapacaksın eve mi gidiyorsun?"

"Evet"

"İstersen seni bırakabilirim. Ben de birkaç saatliğine çıkıyordum"

"Sağ ol şimdi senin de yolunu uzatmayayım. Hastanenin önünden bir taksi bulup giderim ben"

"Olur mu hiç Eylül? Hem seni böyle tek başına bırakırsam aklım kalır. Sen bekle ben odamdan eşyalarımı alıp hemen geliyorum"

"Gerçekten gerek yoktu" dememe kalmadan gitti bile. Ayağa kalkıp birkaç adım attıktan sonra daha iyi olduğumu anlayınca bir sevindirik olmadım değil. Bütün gün düştü mü düşmedi mi diye dokuz doğurmayı hiç gözüm yemiyor doğrusu. Koridorda yavaş yavaş yürürken Sinan da çok geçmeden bana yetişti. Ceketini giyip asansöre doğru gittikten sonra kapalı otoparka inip arabasına doğru yürümeye başladık ama bir an sanki taksiyle mi gitsem diye düşünmedim değil. Adamı da yolundan ettim durduk yere.

Bu arada sormazsam çatlarım. Bu hastanedeki doktorların maaşı ne Allah aşkına? Hastane otoparkına mı geldim yoksa lüks otomobil fuarına mı geldim anlayamadım. Tamam aralarda bilindik daha mütevazi araçlar da var ama bazıları cidden göz kamaştırıyor. Kesin cerrah takımının bebekleridir bunlar. Sinan'ın arabası da dehşet bir şey ama asıl tam yanındaki simsiyah gıcır motorsiklet fena can yakıyor!

"Sever misin?"

Sinan'ın sorusuyla kendime gelip "Valla hoşmuş böylesini severim" dediğimde tam bana "Bizim Ahmet'in... Aslında uzun zamandır kullanmıyordu ama arabasının frenlerinde bir sorun yaşanınca servise bırakmak zorunda kalmış hastaneye de mecburen motorla gelmiş" demişti ki aynı andamotorun ön kısmındaki mat "Atahan" yazısını fark ettim. Ama böyle olursa benim içim şişer! Ben adamı aklımdan çıkarayım dedikçe burnumun dibinde bitiyor bana da afakanlar basıyor.

Hiçbir şey demeden Sinan'ın kapıyı açmasıyla teşekkür ederek oturdum. O da kapımı kapattıktan sonra arabanın etrafından dolanıp diğer tarafa geçti. Ben ise gülümsemeden duramıyordum çünkü bu karizmatik araba dışının aksine içten oldukça sevimliydi. Vitesin önünde pembe taşlı tuşlu tüylü bir toka arka koltukta prenses temalı bir çocuk koltuğu ve arka cama yapıştırmış "Dikkat! Arabada prenses var" yazısı vardı. Araba araba değil bildiğin Pamuk Prenses'in şatosu.

Bunları görür görmez direksiyonun başına geçen Sinan'a bakıp "Senin kızın mı var?" diye sordum. Gülümseyerek arka koltuğa baktı ve bana doğru dönerek "Çok mu belli oluyor?" diye sordu. Başımı iki yana sallayarak ciddi bir tavırla "Yoo... Aslında gizlemeyi çok iyi başarmışsın" dedikten sonra ikimiz de gülmeye başladık.

"Kaç yaşında?"

"Üç buçuk"

"Adı ne?"

"Melisa"

"Çok güzel bir isim"

"En az kendisi kadar güzel"

"Gözlerin ışıldadı"

"Kızına aşık bir babayım çünkü"

"Belli oluyor"

"Biliyor musun? Bu hayatta verdiğim en doğru kararlardan biri doktor olmaksa diğeri de kızımdı"

"Karar vermek derken?"

"Annesiyle ayrılmak üzereydik ve eşim yani eski eşim doğurup doğurmamak konusunda ikilemde kalmıştı"

"Bunu ciddi ciddi düşündü mü gerçekten? Yani doğurmamayı..."

"Onu tanısaydın buna şaşırmazdın. Ayrıca bebek fobisi olan biri olarak asıl bu söylediğinle sen beni şaşırttın"

"Eski eşin nasıl bir ruh halindeydi bilmiyorum ama insan ne olursa olsun kıyamaz gibi geliyor. Kendi canın sonuçta nasıl vazgeçebilirsin ki?"

"Vazgeçemedi zaten"

"Eski eşim dedin. Kızınıza rağmen boşandınız yani"

"O dönem kızımızdan değil ama boşanmaktan vazgeçtik çünkü hem doğmasını istiyordum hem de babasız bir evde büyümesini istemiyordum. Tabii buna rağmen nihai sonuç er ya da geç tecelli etti"

"Boşanmayı isteyen de bu kararı fesheden de senmişsin gibi hissettim"

"Anlaşarak diyelim iki taraf içinde sıkıntı olmasın"

"Üzüldüm keşke evliliğinizi güzel bir şekilde sürdürebilseydiniz"

"Keşke ama bazen de zorlamamak gerekiyor Eylül çünkü aynı evde olmak çok daha gerilimli anlar yaşanmasına neden olabiliyor. Haliyle kızımız da bundan olumsuz etkileniyor"

"Şimdi kafan rahat yani"

"Sadece kızımı özlüyorum. Onun dışında idare ediyorum"

"Neden görmen konusunda engeller mi var?"

"Annesi bana her fırsatta sorun çıkarmazsa rahat edemiyor diyelim"

"Ne gibi?"

"Melisa'yı görmek istiyorsam yanlarına gitmeliymişim çünkü yanıma aldığımda çocuğun düzeni bozuluyormuş"

"Seni hâlâ seviyor olmasın. Baksana şartı pek bir manidar"

"Aman olmasın! Ona karşı tahammül kotam sonuna kadar dolu çünkü"

Sohbet ederken evin önüne de geldik. Kemerimi çözüp bir yandan da "Bıraktığın için teşekkür ederim. Bu arada merak etme ağrım da şimdilik geçti" derken Sinan torpidoyu açıp oradan bir lolipop çıkararak "Benim kızım çilekli olanları çok sever. Belki senin içindeki küçük prenses de seviyordur" dedi. Benim içimdeki çocuktan prenses falan olmaz benim içimdeki çocuktan ancak küçük cadı olur. Malumunuz biraz agresif ve de hırçıncana bir kızım yani içimdeki çocuğun mülayim bir şey olması beklenemez.

Lolipopu alıp teşekkür ettikten sonra arabadan indim ve ara sıra arkama bakarak eve doğru yaklaştım. Araba evin önünden uzaklaşırken de çantamdan anahtarımı çıkardım ama sonra aniden olduğum yerde kaldım. Bunun neden olduğunu da ancak yavaşça arkama doğru baktığımda anlayabildim. On dokuz tane midyeyi afiyetle gömdüğüm gece doktor beni eve bırakmıştı ve ben içeriye girene kadar da gözlerini üzerimden ayırmamıştı. Tam da şu köşeden bakıyordu. Sanki hâlâ orada duruyor gibi. Ne güzel unutmuştum ne diye hatırladım ki şimdi? Of! Truva atı çoktan içeriye sızmış yavaş yavaş da ele geçirme çalışmalarına başlamış galiba.

Kapıyı açıp içeriye girdiğimde Ela'nın önce tedirgin bir ses tonuyla "Tolga..." diye seslenip hemen ardından da "Eylül?" demesiyle salonun kapısından bakarak "Benim Ela korkma" dedim. Böyle dedim çünkü bu sıralar kapı zili duyduğunda çok huzursuz oluyor. Beni görünce rahatladı ama Rüya'yı emzirdiği için yerinden kalkamadı. Kapıya yaslanıp ikisinin o halini izlerken Ela da suskunluğum yüzünden olacak ki "Keyfin mi yok senin?" diye sordu. Ne diyeyim ki?

"Nereden çıkardın Ela? Yok öyle bir şey"

"Yüzün niye beyaz peki?"

"Hastaneden çıkarken bir sancı girdi. Yine taş düşüreceğim galiba"

"Çıkmadan önce bir doktora göründün mü?"

"Gerek yok ki zaten ne diyeceklerini biliyorum. İlacını suyunu iç bla bla bla..."

"Olur mu öyle Eylül keşke ne olur ne olmaz diye bir görünseydin"

"Rüyacığım henüz dişlerin yok ama sen yine de anneni bir ısır da dikkatini benden uzaklaştır. Hadi balım"

"Aman Eylül!"

"Ben biraz uzanıyorum. Ha! Uyursam hiç uyandırmayın olur mu?"

"Tamam ama dur bir şey soracağım"

"Ne oldu?"

"Meral nasılmış Ahmet Bey ile konuştun mu?"

"Tövbe estağfurullah! Tövbe estağfurullaaaah!"

"Ne dedim ki şimdi? Eylül dur gitme!"

"İkinci bir emre kadar doktorun "A" ile başlayıp "T" ile biten adını bu evde yasaklıyorum. Bu konuyla alakalı bir iki üç tıp!"

"Bir dakika! Durduk yere niye böyle bir yasak geldi?"

"Ela darlama beni ne olur!"

"Asıl söylemezsen darlarım. Hatta hadi kalk kızım Eylül teyzen konuşana kadar yatağının baş ucunda durup ona rahat vermeyeceğiz"

"Yapamazsın"

"Merak insana her şeyi yaptırır Eylül"

Oflaya puflaya yanına gidip ikili koltuğa oturdum. Ela da bana konuş der gibi dik dik bakıyordu. Ne diyeceğimi bilmiyorum ki. Şimdi en başından itibaren anlatmaya başlasam kesin altında bir şey arayacak ve Buğra'yı tamamen unutabilmem için doktoru farklı bir gözle değerlendirmemi isteyecek. Ama ben bunu yapmak istemiyorum.

Sessizliğim de iyice göze batmaya başladı gibi görünüyor. Ela parmağını şıklatıp ona doğru bakmamı sağladıktan sonra "Hadi konuş benimle Eylül bak ben her şeyimi sana gönül rahatlığıyla anlatıyorum. Sen de aynı şeyi yapabilirsin" dedi. Haklı. Ela güvenebileceğim sayılı insanlardan biri sonuçta. Koltuğa "İma yapmak ya da üstüme üstüme gelmek yok ama" diyerek gömüldükten sonra Ela'nın "Söz" demesiyle biraz düşündüm ve sonra da ses tonumu biraz kısıp "Bugün bir şey oldu. Beklemediğim bir şey" dedim. "Ne gibi bir şey?" sorusuyla karşı karşıya kalmam da uzun sürmedi.

Kollarımı dizlerime dayayıp başımı da ellerimin arasına aldıktan sonra "Doktorla gayet sıradan bir şekilde Meral'i ne zaman taburcu edeceği hakkında konuşuyorduk. Bana Meral'i uzunca bir süre taburcu etmeyi düşünmediğini söyledi" deyince Ela da haklı olarak aynı benim de düşündüğüm gibi kızın sağlığında bir sorun olup olmadığını merak etti.

"Niye bir problem mi varmış?"

"Hayır Meral gayet iyi"

"O zaman neden uzun süre taburcu etmeyeceğini söylüyor"

"Çünkü bunu yaparsa benim artık hastaneye gelmeyeceğimi düşünmüş"

Ela'nın yüzünde duyduğu şeyden mutlu olmuş gibi güleç bir ifade vardı. Ama henüz bunu duyduğumda benim ne hissettiğimi bilmiyor. Bilse otuz iki dişi birden görücüye çıkardı herhalde. Rüya'yı pusetine yatırıp yanıma geldikten sonra elimi tutarak koltuğa oturdu. Ben de ne söyleyeceğini beklerken elini sıkıca tutup başımı omzuna yasladım. Ela aynı şekilde bana yaslandıktan sonra "Seni bir daha bu kadar sık göremeyeceği için üzülmüş Meral'i de sırf seni daha uzun süre görebilmek için taburcu etmeye niyetli değilmiş yani. Bence bu çok hoş ve üzerine düşünülmesi gereken kayda değer bir söz Eylül" dedi.

Doktorun bunu söylerken ki masumane bakışı gözlerimin önüne gelince bir itirafta bulunup "O an ona bakarken aynı şey bana da dank etti biliyor musun? Yani artık onu eskisi kadar sık göremeyeceğim. Ne demek istediğini anladığımda gerçekten çok kötü hissettim. Üzüldüm belki de. İnsan öyle ya da böyle alışıyor sonuçta..." dedim.

"Az önce ismini söylediğimde neden atarlandın?"

"Hani en başta beklemediğim bir şey oldu demiştim ya"

"Evet"

"Kafamı ciddi ciddi karıştırdığını hissediyorum Ela"

"Nasıl yapıyor bunu?"

"Genel itibarıyla esprili ve son derece zıpır bir adam ama bazen durup durup göz ardı edemeyeceğim ölçüde öyle etkileyici şeyler söylüyor o anlarda bana öyle değişik bakıyor ki gözlerindeki samimiyet beni korkutuyor"

"Korkutuyor mu? Ama neden?"

"Ona kapılmak istemiyorum. Ayrıca..."

"Ne?"

"Boş ver ya!"

"Söyler misin lütfen!"

"Aptal olduğumu düşünmeyeceksin ama"

"Hiçbir zaman böyle bir şey düşünmedim düşünmem de..."

"İçimde asla inkar edemeyeceğim bir duygu var. Her ne kadar nefret etsem de onunla geçirdiğim her saniyeye lanet etsem de kalbimin bir köşesinde hâlâ Buğra'ya karşı yok etmeye çalıştığım bir aşk var Ela. Azaldığını hissediyorum ama henüz yok olmadı. O can acıtıcı sevginin hâlâ orada bir yerlerde olduğunu ne zaman hissetsem bir virüs gibi çoğalmasına engel olup sadece beni ne hale getirdiğini düşünüyorum. Nasıl değersizleştirdiğini acımasızca sarf ettiği sözlerini yaşadıklarımızı bir çırpıda silip kalbimi nasıl umursamadan kırarak parçalara böldüğünü düşünüyorum. Ama tüm bunlara rağmen çıkan sonuç yine de can sıkıcı... Ne kadar çabalasam da ben hâlâ onu unutamadım"

"Bu çok normal değil mi Eylül? Tamam üzerinden zaman geçti ama bu kadarcık süre unutmak için yeterli değil"

"Öyle saçma sapan bir haldeyim ki kendime güvenim zaman zaman tavanda zaman zaman da yerlerde sürünüyor. Doktorun yanına gidip onunla konuşurken o buhranlı havamı dağıttığımı hissediyorum. O kadar olumlu ve pozitif bir hali var ki benim bile kendime inancım yeniden yükseliyor ve sanki o an Buğra çıkıp gelse yüzüne bile bakmam onu umursamam gibi geliyor ama bir yandan da ya onu bir sonraki görüşümde yine aptallığım tutar da o bataklığa yeniden saplanırsam diye korkuyorum"

"İzin ver de o bataklığa tekrardan saplanmana engel olsun o zaman"

"Kim?"

"Ahmet Bey"

Söylediği şey yüzümde buruk bir tebessüme neden oldu. Bir an ona izin verirsem ne olur diye düşündüm ama sonra aklıma Buğra ile yaşadıklarım gelince yüzümü asıp "O kadar temiz ki beni çıkarmaya çalışırken bir yandan da çamuruma bulanmayı hiç hak etmiyor" dedim. Bu dediğimle de Ela'nın tepkisini hemen üzerime çektim tabii. Bana bir omuz atıp "Ne biçim konuşuyorsun sen! Senin çamurun falan yok sadece kötü bir ilişkiden çıktın o kadar" deyince sinirden gülmeye başladım.

Gülüyorum diye ikinci omuzu da yiyince boş bulunup "Ne ilişkisi Ela? Ortada ilişkinin i'si bile yoktu. Adam resmen kendi ağzıyla sana olan aşkından emin olmasını sağladığım için bana teşekkür etti ya! Hem de bunu evime gelip seni unutmayı deneyeceğini ima ederek beni öptükten birkaç saat sonra dedi. Bak bir de konuşmanın başında adam dedim ben bu öküze! Bütün öküzleri de tenzih ediyorum onların bir suçu yok sadece ağız alışkanlığı işte... Ama Kenan dedi bana! Kendini deneme tahtası yaptırma dedi ama o kadar kördüm ki onu dinlemedim ve bir aptal gibi Buğra'nın beni sevmeye başladığına inanıp sonra da yedim tekmeyi oturdum aşağıya!" dedim. Ela'nın yüzü saniyeler içinde çöktü. İstanbul'a geldiğimde ona İzmir'de olanları konuşmak istemediğimi söylemiş Buğra ile yaşadığımız durumları da yüzeysel geçip bunlardan hiç bahsetmemiştim. Şaşırmakta haklı yani...

"Sana böyle aşağılıkça bir şey söyledi mi gerçekten?"

"Bu ne ki? Hayatım boyunca hiç duymadığım sözler işittim ondan"

"Neden neler olduğunu sorduğumda bunları benimle paylaşmadın?"

"Söylesem ne değişecekti Ela? Olan olmuş biten bitmişti"

"Buğra'nın böyle bir adama dönüştüğüne hâlâ inanamıyorum. Biz onunla çok yakındık. Birlikte büyüdük biz onunla kardeş gibiydik. Gülerdik eğlenirdik gezer tozardık yediğimiz içtiğimiz de ayrı gitmezdi. O zamanlar hiç böyle biri değildi. Farklı bir Buğra'ydı"

"Bahsettiğin Buğra'yı ben de tanıdım. İşte kalbimden atmakta zorlandığım adam da o Buğra yoksa diğerinin gözünün yaşına bile bakmam"

"Bazen suçu kendimde arıyorum. Bilmeden ümit mi verdim acaba ya da farklı düşünmesine neden olacak bir harekette mi bulundum ne yaptım diyorum ama ben ona hep kardeşim dedim Eylül"

"Senlik bir durum yok Ela sakın kendini suçlayacak bir neden arama"

"Benim yüzümden bu halde ama... Bu yüzden bana da etrafına da huzur vermiyor. Sonu nereye varacak inan bilmiyorum. Tek dileğim umarım ne bize zarar verir ne de kendisine"

"Of! Uyuzun muhabbeti bile böbreğimdeki taşı harekete geçirmeye yetti"

"Ağrın mı başladı?"

"Hafiften hafiften hissettiriyor sanki. En iyisi gidip biraz uzanayım"

"Tamam canım bir şeye ihtiyacın olursa seslen"

"Ben şu sürahiyi yanıma alayım sen de Tolga gelince söyle damacanayı bir zahmet yukarıya çıkarsın artık sabaha kadar galon galon içerim herhalde. Aah! Benim gülmemem lazım. Hadi sonra görüşürüz"

Salondan çıktıktan sonra Ela'nın o iki büklüm halime ithafen "Hadi inat etme de bir doktora görün" demesiyle olduğum yerde kalıp "Bak yine doktor dedin unutmuşken aklıma geldi" dedim. Çantamı askıdan alıp merdivenlere yöneldiğimde de Ela'nın benimle dalga geçer gibi "Bu Eylül teyzen de adamı aklına getirmeye yer arıyor sonra da gelip bize kızıyor değil mi Rüyacığım?" dediğini işittim. Ee! Güzel pas verdim golü doksana çaktı tabii yapacak bir şey yok.

Başımı merdivenlerden uzatarak "Seni duydum Ela!" dedikten sonra onun kıkırdamaları eşliğinde yukarıya çıkıp odaya girdim. Üzerimi bile değiştiremeden doğru yatağıma uzanıp gözlerimi yumdum. Niyetim uzunca bir uyku çekmekti ve sanırım başarılı da oldum.

BrdVPp.png

........::::::::__Ahmet / Ertesi Gün__::::::::........

Birazdan Meral'in son kontrollerini yapıp taburcu olması için gerekli izleri vereceğim. İçimde de öyle bir sıkıntı var ki dile getiremiyorum. Eylül ile son konuşmamızda aramıza gayet net bir set çekmiş ve bana kendisinden uzak durmamı söylemişti. Ama ben bunu istemiyorum. Onu artık dilediğim zaman göremeyecek ya da bir bahane uydurup arayamayacak olmam canımı çok sıkıyor. Neden ondan uzak durmamı istediğini de kafasını ne anlamda karıştırdığımı da bilmek istiyorum.

Durgun bir tavırla Meral'in kapısını tıklatıp içeriye "Günaydın" diyerek girdim. Meral halden anlayan bir kız olduğu için benim bu enerjisiz sönük girişimin altında bir şey olduğunu hemen sezip "Günaydın da sen iyi misin Ahmet ağabey?" diye sordu. Hemşiresinin aldığı notlara göz gezdirirken "Duvara tosladım ama iyiyim" dedim ve dosyayı yerine bırakıp Meral'in yanına giderek muayeneye başladım. Meral de bir yandan dediklerimi yapıp bir yandan da bu toslayışımın kaynağını merak ederek "Eylül mü?" diye sordu. Keyfim o kadar kaçık ki bir şey diyemedim. Sadece derin bir iç çekerek doğru bildin der gibi başımı salladım. Sonra suskunlaştık. Onun da bizim adımıza üzüldüğü belliydi.

"Bunu hissediyor musun?"

"Evet hissediyorum"

"Bu iki his de aynı mı yoksa farklı mı?"

"Aynı"

"Pekala bir de bacaklar ve ayaklar arasındaki uyuma bakalım da her şey yolunda mıymış bir görelim. Bunu hissettin mi?"

Lym67a.gif


"Evet"

"Hislerde herhangi bir değişme var mı? Azalma ya da çoğalma..."

"Hayır aynı"

"Harika! İki elini de havaya kaldırıp birkaç saniye bekler misin Meral?"

"Peki. Bu arada kafana takma eminim Eylül ile aranızda her ne olduysa bu halledilebilecek bir şeydir"

"Bana kafasını karıştırdığımı söyledi. Ellerini indirebilirsin"

"Kafasını mı karıştırıyormuşsun? Ama bu bana iyi bir şey gibi geldi"

"Bacağını da kaldırıp bir süre öyle bekler misin?"

"Böyle mi?"

"Evet. İyi mi kötü mü bilmiyorum Meral. Ondan uzak durmamı istedi ve bunu söylerken kızgın gibi değildi. Sanki gözleri uzak durmam için yalvarıyor gibiydi. Onu hiç böyle görmemiştim"

"İçerideyken atışıyordunuz acaba o sırada hissettiği bir şey mi onu korkuttu?"

"Bacağını indirebilirsin. Gerçekten ne düşünmem gerektiğini bilmiyorum. Keşke benimle açık açık konuşsa ama bunu yapmıyor. Şimdi işaret parmağınla önce benim parmağıma sonra da kendi burnunun ucuna dokun. Elimi takip ederek yap bunu tamam mı?"

"Tamam. Ben onunla konuşup sıkıntısını öğrenirim merak etme"

"Ne düşünüyor bilmiyorum ama ona niyetimin kötü olmadığını söyle olur mu?"

"Peki söylerim. Ee! Sonuç ne?"

"Harika görünüyorsun Meral"

"Gerçekten mi?"

"Evet şu durumda daha iyisi olamazdı"

"Çok sevindim"

"Ancak bu dikkatli olman gerektiği gerçeğini değiştirmiyor"

"Biliyorum"

"Dinlenmen gerekiyor Meral. Bu dediğimi de lütfen ciddiye al ve gereksiz yorgunluklardan kaçın. Sürekli yat da demiyorum tabii. Belli aralıklarla destek alarak yavaş yavaş yürümeye çalış. Ancak bunu tek başına yapma çünkü ilk zamanlar halsiz ve yorgun olacaksın bu da denge kurmanda seni biraz zorlayabilir. Yazacağım ilaçları da düzenli al ve temiz hava bol oksijen ışıl ışıl bir güneşle de bunu destekle. Verda Hanım'a ve Selim'e daha önceden bu konuda bilgi vermiştim. Yapılması gerekenler konusunda fikir sahibiler. Yani söz dinle. Kontrollerin de bir süre daha devam edecek. Aksatmazsan sevinirim. Gece gündüz saat mekan hiç fark etmez bana istediğin zaman ulaşabileceğini de biliyorsun. Buraya kadar tamam galiba. Senin sormak istediğin bir şey var mı?"

"Hayır yok. Çok teşekkür ederim. Her şey için..."

"Ne demek asıl ben teşekkür ederim. Ayrıca kariyerime büyük bir artın oldu Meral bunun için sana borçlanmış dahi olabilirim"

İkimiz de aynı anda gülmeye başladığımızda Meral önce "Ortada bir borç falan yok merak etme" dedi sonra da çok istekli bir şekilde "Artık gidebilir miyim?" diye sordu. Durduğu kabahat haberi yok. Başımı sallayıp "Gidebilirsin" deyince birbirimize sıkıca sarıldık. Bugün daha iyi anladım ki Meral'in benim için Selim'den hiçbir farkı kalmamış. Ailemize de bu güzel hayata da yeniden hoş geldin kardeşim.

Odadan çıktıktan sonra bir umutla koridorlarda dolaştım. Olur ya belki de son günün hatrına Eylül gelir de yine arkamdan seslenip "Hey doktor!" derdi. Ama böyle bir şey olmadı. Gelmedi. Ben de moralim her an daha da düşerek odama gittim. Meral'in haberi olmasa da bugün hayata geri dönüşü şerefine evde ailelerimizin de halihazırda bulunduğu küçük bir kutlama yapacağız. Şu an herkes evde olmalı.

Böyle bir anda onları yalnız bırakamayacağım için randevularımı tekrardan düzenleyip bugün için izin aldım. Sabahtan tüm işlerimi halledip yemeğe yetişmek içinde hastaneden çabuk ayrılmam gerekiyor. Katta sessiz sedasız ilerleyip odama girdiğimde hemen ardımdan Aygün de kapımı tıklatıp gel dememle içeriye girdi. O kadar dalgındım ki kız koridor boyunca arkamdan seslenip durmuş ama onu duymamışım.

Masamın üzerine bırakılan tomografi filmini ve çıkan sonucu dikkatle incelerken Aygün de bana "Ahmet Hocam ısrarlı bir şekilde sizinle görüşmek istediğini söyleyen biri var. Uygun olmadığınızı ve birazdan çıkacağınızı söylememe rağmen çok diretti. Gelmek üzereymiş ne yapmalıyım hocam?" diye soruyordu. Gelecek tabii ki. Acil ya da değil biz de hasta geri çevrilmez.

Aygün'e sorun olmadığını bekleyebileceğimi söylediğimde odadan çıktı. Ben de onun ardından sandalyeme oturup telefonumu elime aldım. Mesaj bölümüne girip "Bir hastam geliyormuş siz önden çıkın ben de yemeğe yetişmeye çalışırım" yazdıktan sonra Selim'e gönderip arkama yaslandım. Üzerimde de garipsememe neden olan bir dinginlik var sanki. Sandalyeme oturmuş sakin sakin beklerken bu gelecek kişinin ileride canıma kastedecek olaylara sebebiyet verebileceğini kestiremiyordum tabii.


........::::::::__Eylül__::::::::........

"Hoş geldin Eylül girsene canım"

Verda Hanım'ın sıcak karşılamasıyla içeriye girip hemen Meral'in gelip gelmediğini sordum. Ceketimi çıkarırken Verda Hanım kızının henüz gelmediğini ama eli kulağında olduğunu söyledi. Çoktan taburcu olmuş yani. Harika!

Salona girdiğimde tüm aile oradaydı. Herkesle tek tek selamlaştıktan sonra Meral'in arkadaşı Berna'nın yanına geçip oturdum. Hastanedeyken ara sıra denk gelip sohbet etmişliğimiz olmuştu. En az Meral kadar iyi bir kıza benziyor.

Aileler kendi aralarında biz de Berna ile aramızda sohbet ederken bahçede olduğunu öğrendiğim Kaan'ın önce "Baba!" diye seslendiğini sonra da "Meral anne!" dediğini işittik. Bu da sürpriz anının yaklaştığını işaret ediyordu. Bir anda salonda bir hareketlilik oldu ve herkes kapıya doğru gitmeye başladı. Ben ise en arkada kalmayı tercih ettim çünkü hem önce aileler rahat rahat sarılıp öpüşsün istedim hem de yalan söylemeyeceğim doktoru göreceğim için biraz gerildim.

Kapı açıldıktan sonra yaşanan sevgi seli gerçekten görülmeye değerdi. Meral burada olacağımızı bilmediği için kendisini sadece annesinin karşılayacağını sanıyordu ve herkesi burada bir arada kendisi için toplanmış görünce çok duygulandı. Tek tek aileleriyle sarıldıktan sonra Berna ile beraber gidip biz de geçmiş olsun dileklerimizi ileterek Meral'e sıkıca sarıldık. Ufak tefek ama atlattığı zorluk göz önüne alınınca çok da güçlü bir kızmış gerçekten.

Aileler salona geçtikten sonra Selim Meral'in ceketini çıkarmasına yardım etmeye başladı ben de kapıyı kapatmak için geride kaldım. Ancak büyük sıkıntı vardı. Kapıyı kapatmak için gittiğimde evin önünde davetsiz bir misafir olduğunu gördüm. Bir günümüz de vukuatsız geçse nasıl olur çok merak ediyorum. Yani böyle akşam başımı yastığa koyduğumda "Ne sakin ne dertsiz tasasız ne mülayim bir gündü" desem bu bana nasıl hissettirir acaba? İlla başta bir yadırgarım herhalde.

Neden mi böyle söylüyorum? Tanıtım gecesi Meral'in çarpıştığı bir adam vardı. Hani şu Bayan Sağ Kol'u kendi sol koluna transfer etmek isteyen Emir Saygıner. İşte o gelmiş ama neden gelmiş anlayamadım. Belasını istiyor herhalde. Hastaneye de Meral için bir düzine orkide ve imalı bir not göndermişti. Adam alenen evli bir kadına sarkma girişiminde bulunuyor anlayacağın. İşin kötüsü Meral o çiçekten ve nottan eşine bahsetmemişti. Şimdi bu adam buraya gelerek ne yapmaya çalışıyor bilmek dahi istemiyorum.

Adamın eve bakarak hararetli bir şekilde telefonla konuştuğunu görüp gerilirken Meral'in "Eylül..." dediğini işitip ne yapacağımı bilememiş bir halde kapıyı kapatarak ona doğru döndüm. Selim yanındayken kıza bir şey de diyemiyorum ki. Meral de bir terslik olduğunu hissetti ve aynı benim gibi eşi sebebiyle bir şey diyemeden benimle bakışlarıyla anlaşmaya çalıştı. Tam o sırada Selim'in kendi ceketini asmasını fırsat bilip Meral'e ağız hareketleriyle "Orkideci dışarıda! Buraya bakarak telefonuyla konuşuyor" demeyi başardım. Şok oldu tabii.

NkZ8EL.png


Selim eşinin eve dönmüş olmasının verdiği mutlulukla bize doğru dönüp önce "Ayakta kalma. Hadi içeriye girelim" diyerek Meral'in elini kendi koluna sardı sonra da benim antrenin ortasında mum gibi durduğumu fark ederek "Gelsene Eylül" dedi. Gideceğiz başka çare yok. Bu defa bela da bağıra bağıra geliyorum diyor sanki.

Meral ile ikimiz ne olacağını bilemememizin verdiği huzursuzlukla salona geçip yerlerimize otururken dede Selim Bey de hararetli bir şekilde "Ahmet yok mu Ahmet! Hani bugün izin alacaktı? Sizi bu halde eve tek mi yolladı hayta! Gelinimin yerinde ben olsam her yanıma kablolarını takıp beni çoktan yılbaşı ağacına çevirirdi. Bir bana mı garezi var bu oğlanın!" deyip tüm dikkatleri üzerine topladı.

Hay aksi! Doktorun adını duymak bile tuhaf hissettirirken kısa bir süre sonra karşı karşıya geleceğimiz gerçeğiyle yüzleşmek soğuk soğuk terlememe neden oldu. Sahi o nerede ki? Yoksa rahatsız olacağımı düşündüğü için aynı ortamlarda bulunmamaya özen mi göstermeye başladı? Bunu yapmış olabilir mi diye düşünüyorum ama yok bunu yapmaz çünkü kaçmak ona göre değil. O daha çok mevcut durumun üstüne üstüne giden birine benziyor.

Keyifsiz bir halde kucağımdaki yastığın fermuarıyla oynarken doktor nerede sorusuna yanıt Selim'den geldi ve ağabeyinin aramızda olmayışını "Ahmet hastanede kaldı dede hastası gelecekmiş ama yemeğe yetişmeye çalışırım dedi" diyerek açıkladı. Neyse en azından bir süre daha rahat nefes alabileceğim.

Salonda herkes birbiriyle konuşurken yardıma ihtiyaç var mı diye sormak için mutfağa girdim. Tabii bir yandan da şu adam hâlâ orada mı diye çaktırmadan bir kontrol etmek istedim. Ortalarda gözükmüyordu. Gelmekten vazgeçti herhalde ki eğer öyleyse iyi karar vermiş. Yardıma ihtiyaç var mı diye de sordum ama yok galiba. Bu evde bir Müberra Hanım var ki her eve lazım bence. Her şeyin harika gözüktüğünü söylerken aramızda tatlı mı tatlı bir sohbet geçti. Anladığım kadarıyla bu evde çalışandan daha çok evin bir büyüğü gibi...

Müberra Hanım aç olduğumu öğrenip bana mutfakta elleriyle sarma yedirirken kapı çalmaya başladı. Zilin sesiyle benim bile elim ayağım karıştı Meral'i düşünmek bile istemiyorum. Müberra Hanım'ın ardından mutfaktan fırlayıp geleni görünce hemen salon kapısından başımı uzattım ve Meral'e rahatla der gibi bir bakış atarak "Marketten geldiler" dedim. Adam torbaları bırakıp çıkarken içerden Meral'in bana seslendiğini duyup ne olduğunu sordum ama sadece yüzünü yıkamak için yardım istiyordu. Selim varken beni çağırdığına göre şu Emir denen adamın hâlâ orada olup olmadığını soracak herhalde.

Meral ile kol kola salondan çıkıp banyoya doğru giderken sessizce "Gitmiş merak etme" dediğimde o da rahatlamış bir halde "Sahi mi söylüyorsun? Az önce o geldi diye resmen kemiklerim birbirine girdi" dedi. Ee! Benzer bir şey bana da olduğu için inanırım. Banyoya girdikten sonra ben kapıyı kapattım Meral'de hemen yüzüne su çarpmaya başladı.

"İyi misin?"

"Evet iyiyim sağ ol"

"Meral ya tepkilerini kontrol altına almayı öğren ya da Selim'e durumu çıtlat. Olmaz böyle boş yere strese giriyorsun"

"Söyleyeyim mi yani?"

"Bence söyle çünkü bu Emir mevzusu illaki bir yerde patlak verecek gibi görünüyor"

"Şimdi söylersem o sinirle çıkar gider Eylül bu halde onu durdurmak için peşinden de gidemem"

"Yanımda kal iyi değilim dersin"

"O zaman da neden iyi değilim diye endişelenir. Yumuşatarak mı söylesem acaba?"

"O da olabilir. Hastaneye geçmiş olsun çiçeği göndermiş dersin ama sakın ağzını aramak için sıkıştırırsa panikleyip bir düzine çiçek gerçeğini deşifre etmeye kalkma"

"Bunu yaparım sanki"

"Doğru yaparsın"

"Ahmet ağabeyi mi beklesem acaba? Evet ona söyleyeyim o daha sakin bir şekilde karşılar ve bana yardımcı da olur"

Onunla alakalı bir yorum yapmak istemediğim için suskun kaldım. Elimdeki havluyu onu düşünerek sıkarken Meral de oflayarak "Her derdimi de ona söylüyorum fenalık gelecek adama" dedikten sonra benim bu durgun halimi fark edip havluyla beraber elimi tuttu ve "Neyin var Eylül? Neden Ahmet ağabeyin bahsi geçince yüzün düşüyor?" diye sordu.

Yok öyle bir şey var öyle bir şey derken ikimiz de biraz direttik. En sonunda sıkıştığım için tek kaşımı kaldırarak "Onunla ne alakası var Meral? Hem benim bir şeyim yok" dedim ama yine inandıramamış olacağım ki Meral omzumu dokunarak bana yanımda olduğunu belli edip "Bana da mı söylemeyeceksin? Belki senin bana yaptığın gibi ben de sana yardımcı olurum. Anlat lütfen. İstemediğin sürece kimseye söylemem bana bu konuda güvenebilirsin" dedi. Bu güvenip güvenmemek değil de konuşmak isteyip istememek konusuyla alakalıydı sanki.

Söyleyip söylememek arasında bir süre gidip geldikten sonra keyifsizce alnımı ovalayarak "Bilmiyorum Meral. Sadece dün bu hitaplar konusunu konuşurken bir anda ona karşı adını koyamadığım bir şey hissettim. Bu beni çok rahatsız etti" dedim. Bunu söylemem haliyle Meral'i şaşırttı.

"Neden rahatsız etti Eylül?"

"Bunun için çok erken"

"Ne için erken?"

rhwsrtg.png


Açıkça söyleyemediğim için gözlerine beni anlamasını umarak bakıp "Meral dün konuşurken onu doğru düzgün dinleyemedim bile. Bak dinlemedim demiyorum... Dinleyemedim diyorum" dediğimde bu söylediğime bir anlam vermeye çalışır gibi bana bakmaya başladı. Aslında söylediğim şey o kadar açıktı ki anladığına adım gibi eminim.

İlk defa aramızda geçen bir konuşmaya odaklanamadım çünkü o sırada ben de uyandırdığı hissin ne olduğunu anlayıp paniğe kapıldım. Ona bakıyordum ama ağzım ne söylüyor farkında bile değil gibiydim. Meral düşünürken az önce onun da yaptığı gibi eğilip yüzüme su çarpmaya başladım. Yüzümü kurulamaya başladığımda Meral de kafasını toplayıp bana aralarında geçen konuşmadan bahsetti.

"Ahmet ağabey ile son kontrolüm sırasında yani buraya gelmeden az önce konuştum. İyi görünmüyordu ve ben de bunu dün yanımızdan keyifsizce gitmene bağladım. Sorunca da bana durumu biraz anlattı ve Eylül ne düşünüyor bilmiyorum ama ona niyetimin kötü olmadığını söyle dedi"

Bunları söyledikten sonra bakışlarını üzerimden çekmeden vereceğim tepkiyi beklemeye başladı. Niyetinin kötü olmadığını biliyorum ama o benim durumlarımı bilmiyor. Ne kadar sıkıntılı bir dönemden geçmeye çalıştığımın farkında bile değil.

Bir şeyler söylemeye niyetlenirken Verda Hanım kızının yokluğu sebebiyle meraklanmış olacak ki kapının önünden "Meral kızım iyi misin?" diye seslendi. Dışarıya çıkmadan önce sesim elimde olmadan titreyerek "Yeniden bu konuları konuşursanız söyle ona bana yaklaşmasın Meral. Şimdi yapmasın bunu... Lütfen" dedim. Neden böyle yaptığımı anlayamadığını biliyorum ama böyle olmak zorunda. Tamam der gibi başını sallayıp dışarıya çıktığımızda Meral yemek vaktine kadar biraz dinlenmek için odasına çıkmak istedi. Tek başına yürümekte zorlandığı için de kardeşi Yağız'dan yardım istedi ama o gelene kadar ne oldu ne etti yardım Selim'den geldi.

İkisi yukarıya çıkmadan önce Meral bana dönerek "Sakın bu konuştuklarımızdan sonra hiçbir yere gitme çünkü o sofrada tüm sevdiklerimin bir arada olmasını istiyorum" deyince onu kıramadım ve o sofrada bulunacağımı söyledim. O da gönül rahatlığıyla odasına çıktı. Aslında yalan söylemeyeceğim doktor gelmeden önce bir bahane uydurup gitmeyi düşünmüştüm ama artık söz verdim hiçbir yere gidemem.

Onların ardından mutfağa girip bir köşede benden kalan sarmaları tırtıklayan Yağız'a katılarak onunla uzun uzun sohbet ettim. Onun da bir Melisciği var ve gördüğüm kadarıyla da bayağı bir aşıklar. Meral'in ameliyat ve yoğun bakım süresince Yağız'ı hiç yalnız bırakmadı. Aferin kıza sevdim yalan yok. Her neyse! Ben Yağız'a seninki nasıl dedim o da bana anlattı da anlattı. Soru bildiği ve de sevdiği yerden gelince çocuk bülbül kesildi yani.

Sohbetimizi ayak üstü sürdürerek birlikte salona geçtik ama daha üzerinden çok geçmemişti ki kapı zili yeniden duyuldu. Bu sefer gelen ne markettendi ne de doktordu. Bu sefer kapıyı çalanlar "Hadi buyrun cenaze namazına!" dedirtecek kişilerdi.

Verda Hanım'ın "Hoş geldiniz. Siz içeriye buyrun ben de Selim ile Meral'e geldiğinizi haber verelim" dediğini duyar duymaz konuşmalara kulak kabarttım ve büyük bir şaşkınlık içinde "Yok artık!" dedim. Bunu dedim çünkü gelenler Saygısız Saygıner ile yeni ekürisi Cilveli Köstebek'ti. O anda da Selim ile Meral merdivenlerden inmesin mi? Kambersiz düğün olmaz yürü Eylül!

"Aramızda hoş olmayan ve yanlış yorumlandığını hissettiğim bazı tatsız durumlar yaşandı kabul ediyorum. Ama sen inansan da inanmasan da benim için çok önemlisin Selim. Seninle aramızın gergin olmasına hiç alışık değilim ve bu beni günden güne daha da çok üzmeye başladı. Bu yüzden buraya hem evliliğinizi kutlamak hem de Meral'e geçmiş olsun dileklerimi bizzat iletmek için geldim. Umarım eski bir dostun uzattığı eli geri çevirmezsin"

"Biz de Derya ile kapıda karşılaştık. Hoş bir tesadüf oldu. Açıkçası ben de bu gibi özel durumlarda aradaki gerginlikleri bir kenara bırakmak gerektiğine inanıyorum. Bu arada tebrik ederim Selim. Meral Hanım... Mutluluklar"

Bu ikisi gelirken ne içmiş bilemedim ama Selim bu ziyaretten ötürü barut olmuş gibi görünüyor. Özellikle şu Emir denen adama bir bakışı var ki sanırsın bir kaşık suda boğacak. Hatta kaşıkta su olmasa da her türlü boğacak gibi. Meral'in üstün çabasıyla bir gerginlik yaratmasa da "Karım adına da kendi adıma da teşekkür ederim ama buraya kadar zahmet etmişsiniz" dedi ama bir yandan da sanki tavrıyla ve ses tonuyla "Hadi şimdi defolun gidin" der gibiydi.

Gitmediler ve daha da kötüsü oldu. Bu Emir denen adam elindeki orkide buketiyle Meral'e doğru yaklaşıp Selim'in sert bakışlarına aldırmadan gözlerine bakarak "Hastalığınızı duyduğumda ne kadar üzüldüğümü tahayyül edemezsiniz. Tabii her şeyin yolunda olduğunu öğrenmek ve sizin böylesine zor bir hastalığa yenilmeyecek kadar güçlü bir kadın olduğunuzu bu vesileyle görmek de ayrı bir mutluluktu" dedikten sonra çiçeği ona doğru uzatıp sözlerine de "Umarım hayat bundan sonra sizi "hak ettiğiniz" ölçüde ödüllendirir Meral Hanım" diyerek devam etti. Oo! Bu sözler o bir düzine orkideyle gelen kartta da yazıyordu. Bu da demek oluyor ki adam alttan alta Meral'e imada bulunuyor. Hem de kocasının yanında!

Meral şoktan şoka girerken çiçeğe de donuk gözlerle bakıp kaldı. O sırada çiçek havada kalınca Verda Hanım da ayıp olmasın diye Meral'e kalmadan çiçekleri alıp "Teşekkür ederiz çok naziksiniz" dedi. Kadın tanımıyor tabii halbuki bir bilse yedirecek o çiçekleri adama! Meral'in bu durumlar karşısında Selim'i nasıl sakin tutabildiğini gerçekten bilmiyorum ama şu an burada aileleri ve oğlu olmasaydı yeminlen büyük olay çıkardı bunu biliyorum. O gerginlik anında sabahtan beri durmayan kapının zili tekrardan çaldı. Biri şunu sökse mi acaba? Gelen giden bir türlü bitmedi de...

Kapı açıldığında doktoru elinde şık bir paketle görünce ne alakaysa elimi ayağımı nereye koyacağımı şaşırdım. O da beni fark etmeden içeriye güler bir yüzle girip önce Meral'e takılarak "Senin neden ayakta olduğunu öğrenebilir miyim acaba?" dedi sonra da misafirleri görüp şaşkın bir halde "Derya..." dedi. Kadını fark ediş hızına hayran kalmamak elde değil.

Bayan Sağ Kol da yine ona cilveli dememi hak edecek ölçüde doktorun kolunu okşar gibi tutup "Hoş geldin Ahmetciğim" dedikten sonra yanağına epey samimi bulduğum bir öpücük kondurdu. Valla doktor da halinden memnun gibi görünüyor. Gözden ırak olan gönülden de ırak olur denir ya bizimkinin de kadını görünce aşkı depreşti herhalde. Sanırım benim de bu vesile ile böbreğimdeki taş yeniden harekete geçti. Senin söylediklerini de yaptıklarını da ciddiye alanda kabahat zaten!

Bu sahneyi gördükten sonra gözlerimi devirerek mutfağa geçtim. Sürahiden az önce de kullandığım bardağıma su doldurup bir dikişte içerken içeriden de Selim dedenin "Ahmet mi geldi? Hadi gelin artık içeriye kapı önünde durmayın" demesi duyuldu. Bu seslenişle herkes salona geçerken Selim mutfak kapısından bakıp "Eylül gelsene" dedi. Geleyim de nereye geleyim acaba?

İçeriye girdiğimizde resmen rezalet bir durum oluştu. Bir yanda kocasının yanında Meral'e hayran hayran bakan cibilliyetsiz bir adam diğer yanda da doktor efendinin solunda ilk göz ağrısı sağında son göz ağrısı ohhh ne âlâ memleket manzarası! Şuradan sağ çıkarsak büyük bir mucizeye daha imza atmış olacağız diye düşünüyorum.

dhf.gif


•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.523
Tepki
84.169
Puan
113
Konum
İstanbul
sdgfhjk.png


14.Bölüm : Ona dokunursan öldürürüm seni doktor!

........::::::::__Eylül__::::::::........

Fıttıracağım! Deminden beri şu Derya denen hatunla doktorun samimi "dostluklarına" istinaden yaptıkları sohbetlerine maruz kalıyorum. Vay arkadaş konuşacak ne çok şeyleri birikmiş meğerse. Bu karşılaşma iyi olmuş bak bahane ile ne güzel hasret gidermiş oldular.

En sinir bozucu olanı da bu sohbet sırasında duyduğum bazı şeyler oldu. Hani doktor efendi İzmir'e o güzel havayı solumak ve orada yaşayan tanıdıklarını görmek için gittiğini söylemişti ya... Öyleymiş ama o tanıdıklar diye adlandırdığı kişiler bu köstebeğin ailesiymiş! Aile de bahane tabii! Belli ki hissettiği aşk mıdır sevgi midir artık her ne haltsa onun peşinden düşüyordu İzmir yollarına. Ay fena daraldım ben! Gidip hava almam lazım yoksa ben daraldım siz de eksik kalmayın deyip ümüklerine çöküvereceğim birazdan!

Sessiz sedasız otururken ani bir şekilde kalkınca Selim dedenin dikkatini çekmiş olacağım ki bana "Eylül kızım nereye?" dedikten sonra ağzımı bile açamadan "Gitmiyorsun değil mi?" diye sordu. Hemen gidemedim tabii. Sinirden kuruyan boğazım yüzünden zar zor yutkunup "Hayır efendim su almak için kalktım. Siz de ister misiniz?" diye sorduğumda bana gayet kibar bir şekilde "Sağ ol istemem. Hadi sen git gel de iki çift laf edelim karşılıklı" dedi ama yine gidemedim.

Bu sefer bela geliyorum dedi ben de ayağıma kadar gelen bela bile olsa geri çevirmek olmaz diyerekten bu gelişi avantaja çevirmeye karar verdim. Tam adım atmışken gidemememin sebebi Derya Üstündağ hanımefendinin bana hangi hakla olduğunu anlayamadığım bir şekilde önce "Ben bir bardak alırım" ile başlayıp sonrasında da ters bakışlarıma aldırmadan sinir bozucu bir tavırla da "Zahmet olmazsa tabii" demesiydi. Hem bana bakışlarıyla meydan okuyor hem de bu kadar insanın içinde reddedemeyip ona hizmet edeyim diye kibarca istiyor.

İşin kötüsü şimdi onu terslersem kendimi kötü bir duruma düşürdüğüm yetmiyormuş gibi tartışma ortamı yaratarak Meral ile Selim'i de ailelerine karşı mahcup ederim. Bu kadının da istediği büyük ihtimalle bu ama ona istediğini vermeyip kendi pratik yöntemlerime başvuracağım. Siz giderken ben okeye dönüyordum Derya Hanım! Tamam bu dediğini duyduğum an biraz buz kesmiş olabilirim ama o da hakikaten kaşındı şimdi! Kaşınanı da kaşımak lazım. Sevaptır!

Biz iki kadın birbirimize restleşircesine bakarken doktorun araya girmeye teşebbüs edip "Eylül sen misafirsin otur lütfen. Suları ben getiririm" dediğini duydum ama benim daha parlak bir fikrim vardı. Bu sebeple de gözlerimi Derya hanımefendiden ayırmadan elimi gerek yok dercesine doktora doğru açıp gayet mülayim bir ses tonuyla da "Hemen dönerim" dedikten sonra salondan çıktım.

ıpıpı.gif


Gidişim ne kadar suskunsa dönüşüm bir o kadar tantanalı olacak haberi yok. Tam önlerinden geçerken de Meral'in endişeli yüzünü gördüm. Korkmasın canım kötü bir şey olmayacak. Sadece ben de herkes gibi kadınlar çiçektir ara sıra sulamak lazım diye düşünüyorum yoksa herhangi bir art niyetim yok.

"Eylül bir şey mi istedin kızım?"

"Su ihtiyacı duyduk da onun için geldim"

"Seslenseydiniz ben getirirdim"

"Olur mu Müberra Sultan elime yapışmaz ya alırım ben"

"İyi madem"

Derya Üstündağ'ın suyunu hazırlama şerefini başkasına bırakır mıyım ben? Ellerimle hazırlayacağım bir daha da sittin sene hafızasından silemeyecek o suyu öyle unutulmaz bir hizmet alacak birazdan. Dolaptaki en büyük bardağı seçip iki tane alarak içlerine bir güzel buz gibi su doldurdum ve tepsiye koyarak mutfak kapısından çıktım.

Selim salondan çıkarken beni görüp yol verdi ve o sırada Meral de onun ardından bakarken benim geldiğimi fark etti. Fazlaca gergindi. Rahatlasın diye ona imalı bir şekilde göz kırpıp içeriye girdim. Onun gibi doktorda huzursuz görünüyordu. İkisinin aksine koltuğunda gerim gerim gerinen Derya hanımefendi bana üstten bir bakışla tanıtım gecesinde yaptığımız konuşmayı hatırlatarak "Su verenlerin çok olsun tatlım" deme gafletinde bulundu. Verecek verecek tasa etmesin o...

İşe bak kalp kalbe karşıymış çünkü ben de ona o günü hatırlatmayı düşünüyordum. Ama bu işten karlı değil aynı o günkü gibi zararlı çıkacağını bilmiyor. Meral ve doktor tedirgin gözlerle bizi izlerken ben de gayet masumane bakışlarla "Afiyet olsun ne demek" derken halıya takıldım ve elimdeki iki bardak soğuk su bulunan tepsiyi kasti olmasına rağmen yanlışlıkla olmuş izlenimi yaratarak Derya hanımefendinin üzerine boca ediverdim.

Kendimi övmek için demiyorum ama çok güzel kaza süsü veririm karşımdaki ağzını açıp tek kelime bile edemez. Fark ettiysen suyu devirdim ama bunu yaparken bardaklara da zeval getirmedim. Taş gibi ilk aldığım haliyle duruyorlar. Oradan anla ne kadar profesyonel olduğumu.

Kadın yaşadığı şokla oturduğu yerden paldır küldür kalkarken ben de ona dik dik baksam da yine de kibarlığı elden bırakmadan "Hay aksi! Ayağım halıya takıldı birden iyi misin tatlım?" dedim. Bana bir bakışı vardı ki evlere şenlik! Huyum kurusun kısasa kısas yapmaya bayılırım. Benim kibar tavrım yüzünden ağzını açıp bir şey de diyemedi yazık. Halen tepsinin içinde duran bardakları sırıtarak düzeltirken de sırılsıklam bir halde hızla salondan çıktı. Biri kurutma makinesi versin kadıncağıza artık gidene kadar anca kurulanır.

Bu vesile ile de benimle uğraşmanın ona pek de bir keyif vermeyeceğini artık anlamıştır diye düşünüyorum. Tepsiyle birlikte salondan başım dik bir şekilde çıkarken bir yandan da bana mutlu bir ifadeyle muzur muzur bakan Meral'e "İşlem tamam!" manası taşıyan bir göz kırpmasında bulunarak mutfağa girdim. Şimdi gidip ağız tadıyla suyumu içebilirim.

aLdX9Q.png

........::::::::__Ahmet__::::::::........

Vaaaouuuv! Az önce aşık olmuş olma olasılığım çok yüksek! Şaka bir yana gözlerimin önünde cereyan eden bu sahne sahiden gerçek miydi? Daha önce Derya'yı sindirebilen birine hiç rastlamamıştım. Eylül üzerine su döküyor ki bence bariz bir şekilde bilerek yaptı çünkü bakışları hiç de bunu yaptığı için mahcup değildi. Hatta bildiğin bundan keyif aldı. En garibi de Derya bunu yapmasına rağmen sesini çıkaramıyor. Gerçekten de çok enteresan bir sahneydi. Gözlerimi ikisinin üzerinden ayıramadım. O nasıl delici bakışlardı öyle şaka gibi. İyi de Eylül niye böyle bir şey yaptı ki?

Keşke gidip bunu ona sorabilsem ve o da bana hayran olunası gözleriyle dik dik bakıp "Seni kıskanamaz mıyım?" tarzında bir şey söylese. İşte o an tokat mı geliyor tekme mi geliyor yoksa beni yine duvara mı çarpıyor umursamam o güzel dudaklarından hayallerimi de süsleyen öpücüğü muhakkak kapardım. Belki de gerçekten öyledir. Derya ile aralarında ekstradan bir husumet yoksa bana karşı olan samimi tavırlarını kıskanmış olabilir. Kıskanıyorsa da bu bana bir şeyler hissettiği anlamına gelir ki bu da benim en sevdiğim seçenek!

İkisi de art arda salondan çıkınca Eylül'ün ne durumda olduğunu anlamak ve olabilirse de biraz konuşmak için arkalarından kalktım. Meral'in yanından geçerken de bana baktığını görünce hafifçe eğilip sessiz sedasız "Arıza kadınlara bayılırım" dedim. Söylediğime güldü ama tam ben de gülümseyerek salondan çıkmıştım ki Eylül ve Derya'nın koridorda restleşmeye devam ettiğini duydum.

"Az önce olanlar... Neden yaptın bunu!"

"Sen üzerine şampanya döktüğüm gün bana ne demiştin? Galiba şöyleydi "Bunu kenara yazdım Eylül Acar! Seninle yeniden karşılaşacağız ve inan bana bu karşılaşma hiç hoşuna gitmeyecek" Bu karşılaşmanın kimin hoşuna gitmediği umarım açıkça görünmüştür çünkü ben yüzündeki ifadeyi görünce epey keyifli anlar geçirdim"


asdfg.gif


"Senin en büyük hatan ne biliyor musun?"

"Biliyorum tabii! Normalde bana ayar çekmeye çalışan birini muhatap alıp onunla konuşmamam gerekiyor. Bunu gerçekten de hep yapıyorum biliyor musun? Halbuki git duvara konuş daha iyi"

"Senin en büyük hatan çok erken sevinmen Eylül Acar"

"Öyle mi diyorsun?"

"Öyle çünkü ben henüz senin karşına çıkmadım. Bugün burada tesadüf eseri karşılaştık ama zamanı geldiğinde karşında öyle bir duracağım ki o bahsettiğim anın geldiğini hemen anlayacaksın"

"Korkmam mı gerekiyor?"

"Korkunun ecele faydası yoktur"

"Bence bunu aklının bir köşesinde tutması gereken kişi sensin"

"Görelim bakalım"

"Sen gör sonra gerekirse bana da haber edersin. Muhtemelen senin akibetinden çok daha önemli işlerim olacaktır"

"Küstah!"

Derya'nın yüzündeki sert ifadeye karşı Eylül gayet rahat bir tavırla gülümseyip "Ya bu kelimeyi çok seviyorsun ya da kelime haznende bir tıkanıklık var. Fazla tekrara düşüyorsun bu iyi bir şey değil biliyorsun değil mi?" derken kapının ucundan şaşkın gözlerle onları izlediğimi fark ettiler. O anla birlikte de Derya banyoya Eylül'de o güzelim gözlerini devire devire mutfağa girdi. Bu iki dominant kadının restleşmelerle süren konuşmasını saatlerce dinleyebilirim gibi hissediyorum.

Olduğum yerden mutfağın içinde dolanan Eylül'ü izlerken onun dolaba uzanıp "Ne suymuş arkadaş bir içemedim gitti!" dediğini işitip gülümseyerek içeriye girdim. Kendimi o ayarsız çenesini sıkıştırıp "Ne kavgacı şeysin sen uslu dur biraz" dememek için zor tutuyorum. Bunu yaparsam beni gebertir herhalde.

Bir köşeden Eylül'ün suyunu içişini hayranlıkla izlerken Müberra Sultan'ın "Ahmet oğlum seni Allah mı gönderdi?" dediğini işitip bakışlarımı ona doğru çevirdim. Eylül de orada olduğumu o anla beraber anladı herhalde çünkü beni görmeyi beklememiş gibi yüzüme hayretle baktı. Onun değil de Derya'nın yanına gideceğimi sandı belki de. Ama benim bu saatten sonra duracağım ve durmak istediğim yer belliydi. Sadece o bilmiyordu. Halbuki beni bir konuştursa bilecek ama işte yoluma taş koymaya pek bir meraklı...

Tam ona bir şeyler söyleyip konuşmak için bir atılım yapacaktım ki Müberra Sultan elime bir kavanoz verip "Sıkıştı herhalde açılmıyor. Hadi bir el at oğlum" dedi. Tam da sırasıydı. Eylül'e bakarken bir yandan da kavanozu yokluyordum ama aklım daha çok ondaydı. Yan yana olmamıza rağmen konuşamıyor olmamız beni çıldırtıyor. Aklımdan türlü türlü şeyler geçerken Eylül de gözlerime bakmayı sürdürerek yanıma doğru yaklaşmaya başladı. Ben de kavanozmuş kapakmış unutuverdim.

Bu sahne büyük ihtimalle birkaç saniyelik bir şeydi ama bana dakikalar boyuncaymış gibi geldi. Eylül yanıma geldiğinde ne söyleyeceğini merak ederek ona pür dikkat bakmaya başladım ama o konuşmak yerine gözlerini gözlerimden çekmeden elimdeki kavanozu aldı ve kapak kısmını birkaç kez sertçe tezgaha vurduktan sonra kapağı tek bir hamlede açıp yeniden elime tutuşturarak mutfaktan çıktı.

Bu kızda ayarsız bir güç olduğunu düşünüp tebessüm ederken Müberra Sultan'ın bakışlarını fark ettim ve "Kapağı gevşetmiştim ondan çabuk açıldı" dedikten sonra masadan aldığım kuru yemişi ağzıma atıp mutfaktan çıktım. Kapıdan çıkar çıkmaz salon cephesinde yine bir hareketlilik baş göstermişti. Eylül salon kapısından olanları izlerken biz de Derya ile aynı anda yanına geldik. Selim'in sesinden kızgın olduğu çok belliydi.

"Selim ne oldu oğlum?"

"Bir şey yok baba... Sadece evimize davetsizce misafir olan Emir Saygıner'e ziyaret saatinin dolduğunu söylemek üzereydim"

Bu Emir denen adam kardeşimin sınırlarını epeyce zorlamışa benziyor. Onun kalktığı sırada Derya'da suyun azizliğine uğrayıp kıyafeti mahvolduğu için izin istedi. Vedalaşma faslı da gergin geçti. Selim resmen Meral'in önüne etten bir duvar örmüştü ve duyabildiğim kadarıyla da Meral'e elini uzatmak üzere olan Emir Saygıner'e "Aklından bile geçirme" diyordu. Biz yokken bu adamın Meral'e karşı bir saygısızlığı olmuş olmalı. Kardeşimin bu kadar kızmış olmasının başka bir açıklaması olamaz gibi geliyor.

Derya bana hoşça kal derken Emir ile de göz göze geldik ama bakışlarımdan dolayı Selim'den farksız bir tutum içinde olmadığımı anlayıp tek kelime etmeden çıktı. O anda da önümden bir hışımla Selim geçip gitti. Ne olduğunu bile anlamadım ama ne olur ne olmaz diye beklemesini isteyerek peşinden gittim. Ben evden çıkıp onlara yetişene kadar Selim çoktan adamı durdurmuş hesap soruyordu.

"Sana son görüşmemizde bize özellikle de Meral'e herhangi bir sebepten ötürü yaklaşmayacaksın demiştim. Şimdi evime kadar gelip bana aleni bir şekilde savaş bayrağı mı açıyorsun?"

"İçeride de söylediğim gibi söz konusu olan şey sağlıksa o savaş bayrağını indirmeyi çok iyi bilirim Selim"

"Söz konusu olan sağlıksa demek! Annemin vefatında babam kalp krizi geçirirken hiç böyle bir incelik gösterme gereği duymamıştın. Hatta bunu bir fırsat olarak görmüştün yanılıyor muyum?"

"O gün başka bugün başka"

"Başka olan ne? Konu Meral olunca mı bir anda insanlığını hatırladın?"

"Belki de Meral Hanım sayesinde hayatımda bir kırılma noktası yaşamışımdır. Olamaz mı? O kadar etkileyici bir kadın ki beni daha düşünceli bir insan olma konusunda yönlendiriyor olabilir. Kötü bir şey mi bu?"

Ooo! Ağır kaşındı ve Selim de birazdan derdine derman olacak gibi görünüyor. Kardeşim bu sözlerle birlikte adamın üzerine yürüyünce onu durdurmak için "Selim!" diyerek seslendim ama o kadar kızmıştı ki bana "Ahmet sen karışma!" dedikten sonra Emir'i yakasından tuttuğu gibi var gücüyle sırtını aracına çarptı. Adamda bir gariplik vardı. Ne kendisini savunuyor ne de sözlü olarak sert bir karşılık veriyordu. Sadece kardeşimin damarına basıp onu çıldırtmak istiyor gibiydi.

Bunu da Meral'i kastedip "Seni bir adım önde kılan şey sadece benden daha önce tanışmış olmanızdı biliyorsun değil mi?" diye sorarak belli edince kardeşim haklı olarak daha fazla tahammül edemedi. Emir'in sözlerinden sonra korku içinde bağıran Meral'in "Selim lütfen bırak gitsin!" demesi eşliğinde adamın suratına yumruk atıp onu gözlerimizin önünde yere serdi.

Nedense benim de kardeşimi durdurasım gelmedi. Bu ahlaktan bihaber olan adama karşı kafasına göre takılsın istedim belki de. Meral durması için bağırmaya devam etse de kardeşim onu duymadan diğer yumruğunu da adamın yüzüne geçirdi. Belki de artık ayrılsalar iyi olur.

"Bu saatten sonra seninle anladığın dilden konuşmaya başlayacağız Emir Saygıner... Duydun mu beni? Senin dilinden!"


kavgaseaem.gif


İş daha fazla büyümesin diye aralarına girip pişkin pişkin kardeşime bakan Emir'e defolup gitmesini söyledim ve hemen ardından da Selim'i ondan uzaklaştırıp "Kızlar buraya bakıyor Selim onları korkutuyorsun" dedim. Bakışlarını Meral'e çevirir çevirmez o az önceki öfke dolu adam gözden kaybolmaya başladı.

Meral'in onu bu halde görmesini istemediğinden adım gibi eminim ama kız çok korktu ve bu korkusu da kardeşime bakarken yüzüne birebir yansıdı. Neyse ki Eylül onun yanındaydı. Emir arabasıyla uzaklaşırken Selim'in sert bakışları da onun üzerine kaydı. Gidişini nefret dolu gözlerle izliyordu. Bu adam bir gün elinde kalacak ama bakalım o gün hangi gün olacak.

"Selim ben hiçbir şey anlamadım ne oldu birdenbire? İçeride Meral'e karşı bir densizliği mi oldu bu adamın?"

"Onu öldürebilirim! Yemin ederim onu öldürebilirim"

"Sakin olur musun lütfen Meral hâlâ buraya doğru bakıyor. Kızın beti benzi attı görmüyor musun? Eve geldiği ilk gün yaşadığı şeye bak!"

"Bu adam hangi hakla karıma çiçek gönderebiliyor Ahmet!"

"Çiçek mi? Nereye göndermiş?"

"Hastaneye göndermiş Meral'de gelen çiçekleri kabul etmeyince kattaki personele dağıtmışlar!"

"Çiçekler derken birden fazla yani... Sen bilmiyor muydun?"

"Haberim yoktu çünkü Meral bunu benden gizlemiş! O adam da bugün karımın bunu benden sakladığına şahit olup aramızdaki açığı yakaladı. Şimdi de bana oradan saldıracak"

"Ne açığından bahsediyorsun sen? Meral ile senin aranda asla böyle bir şey olamaz. O adamın tek derdi sizi huzursuz etmek görmüyor musun?"

"Karıma uzanmaya çalışan o hadsiz ellerini koparmalıydım! Ama bu iki etti. İki etti!"

"Selim!"

Bana dikkatle bakarak "İçeride aileler var ve ben burada olanları onlara da yansıtmak istemiyorum. Sakinleşebilmem için artık bu konuyu konuşmayalım tamam mı?" dedikten sonra kızlara doğru yürümeye başladı. Ona yetiştiğimde de "Böyle tatsız bir ana şahit olmanızı hiç istemezdim. Sizi korkuttuysam çok özür dilerim" dedikten sonra kendisine bakamayan Meral'in elini tutup "Hadi içeriye girelim. Herkes yemeğe oturmak için bizi bekliyor olmalı" dedi.

Onlar evin kapısına doğru yürürken ben de yan gözle Eylül'e baktım. O da olanlara şaşırmış gibiydi ve tek kelime etmeden Meral ve kardeşimin arkasından gidip eve girdi. Tabii ben de bahçe korkuluğu olmadığım için etrafa şöyle bir göz gezdirdikten sonra içeriye geçtim. Sofra hazırdı ve kısa bir süre sonra da hep beraber o masanın etrafında toplandık.

Babam ve dedem bir başta Meral'in anne ve babası diğer başta Meral kardeşim ve Kaan da yan yana oturunca bilin bakalım benim yanıma kim düştü? Tabii ki Eylül! Çok ballı olduğumu söylerler demek ki doğruymuş. Bir tarafıma o diğer tarafıma da Meral'in kardeşi Yağız oturdu. Eylül'ü bilmem ama yanımda olmasından dolayı benim keyfime diyecek yok.

"Selim hadi oğlum Meral kızımızın evine dönüşü şerefine güzel bir konuşma yap bakalım"

"Estağfurullah dede aile büyüklerimiz buradayken bu konuşmayı yapmak bana düşmez. Siz buyurun lütfen"

"Peki madem öyle diyorsan öyle olsun. Efendim sizlerinde dikkatini çekmiş olacağı üzere biz Atahanlar olarak pek nadir kız evlat sahibi olduk. Bu yüzden gelinlerimiz ailemize adım attığı andan itibaren hem kızımız hem de başımızın tacı olurlar. Selim ile Ahmet'in annesi Zülal'im de öyleydi. O da beni ve Behiye'mi anne babasından ayrı koymadı. Nurlar içinde yatsın saygıda da sevgide de kusur etmedi. Bu karşılıklı anlayıştan ileri geliyor tabii. Sevgi verdik sevgi aldık çok şükür. Selim'imin ve Ahmet'imin biricik anneleri o en narin haliyle bile ailemizi eksiksiz olarak hep bir arada tutmayı başarabilecek güçte bir kadındı. Görüyorum ki Meral kızımda öyle. Ailemize girdiği andan beri nasıl yaptı nasıl etti bilmiyorum ama bizi yeniden kenetlemeyi başardı. Onca yıllık küskünlüğün bile son bulmasını sağladı ya beni en çok mutlu eden de bu oldu. Yoksa bu iki inatçıya kalsaydı bir on yıl daha şu sofrada bir ağız tadıyla oturmak nasip olmazdı. Bu lafımın kimlere gittiği sahiplerince anlaşıldı değil mi çocuklar?"

Selim ile birbirimize bakıp aynı anda "Evet dede" dediğimizde herkesin yüzünde bir tebessüm oluştu. O herkes dediğim kısmın içinde biz de vardık. Onca yılın ardından Selim ile bu hale gelebildik ya gerçekten de bu şaşılacak bir şeydi. Tabii bu Meral'in sayesinde oldu. Ben onu Selim'e sağlıklı bir şekilde teslim ettim o da bu vesileyle kardeşimle aramızda yıkılmış halde duran köprüyü yeniden inşa etti.

Dedemin sözleri de henüz bitmemişti. Meral'in elini tuttuktan sonra "Aramıza sağlıkla sıhhatle geri döndüğün için ne kadar sevinçliyim bilemezsin kızım. Allah seni Selim'den de sevenlerinden de hiç ayırmasın inşallah. Çok sevin çok sayın birbirinizi de bize de mutluluğunuzu izlemek nasip olsun. Sen bizim kıymetlimizsin sakın bunu unutma. Artık sana en az ailen kadar değer verecek bir baban daha bir deden daha bir ağabeyin daha var. Kaan'ımız da en kaymaklısı tabii. Çok uzattım hepiniz acıktınız değil mi? Toparlıyorum hemen yaşlılığıma verin. Sözün özü yeni hayatına da ailemize de hoş geldin kızım. Mutluluğunuz her daim sürsün biz de torunlarımızı kucaklayıp bu mutluluğa ortak olalım inşallah" deyip elini öptü. Meral de çok duygulandı ve hemen yerinden kalkıp teşekkür ederek dedemin boynuna sarıldı.

Ailemiz adına hoş bir andı ve bu anı yüzündeki hoş gülümsemeyle izleyen biri daha vardı. Gözlerim Eylül'e doğru gittiğinde dedeme ve Meral'e o kadar güzel bakıyordu ki sanki o sahnenin içinde kaybolup gitmiş gibiydi. Belki de yaşananlar o kadar hoşuna gitti ki imrendi. Şeytan diyor hazır dedem gerekli hipnotize işlemlerini o tatlı diliyle tamamlamış ortamda duygusal bas evlenme teklifini al ahu gözlüden eveti! Ama aynı şeytan aynı zamanda "Ne evlenmesi Ahmet yavaaaş!" da diyor.

Bu düşüncelerle birlikte dalmış bir halde yanımda oturan Eylül'e bakarken o da kendisine baktığımı fark etti ve "Yürü git işine doktor!" diye bas bas bağıran gözlerini saniyelik bir şekilde üzerime diktikten sonra peçetesini açıp önüne döndü. İyi ki şeytana uyup ağzımı açmamışım yoksa beni önündeki et bıçağıyla kıtır kıtır keserdi herhalde.

Yemek boyunca Eylül bir daha benim olduğum yöne hiç bakmadı. Yediğimden de bir şey anlamadım çünkü benim vaktimde bakışlarını kaçırmak istemediğim için ha baktı ha bakacak diye tetikte olarak geçti. Sonuç olumsuzdu. Ne baktı ne de tek çift laf etti. Bari ekmekliği ya da tuzluğu isteseydi de o güzel gözlerini yeniden görme şansı yakalasaydım. Ama olmadı işte.

Sofradan kalktıktan bir süre sonra kahvelerimizle birlikte tatlı tabaklarımız geldi. Müberra Hanım'ın ellerinden çıkan enfes nevzinenin yanı sıra ben de gelirken dedemin en çok sevdiği tatlılardan biri olan ekmek kadayıfını getirmiştim. Ama bu tatlıyı seven biri daha varmış. Eylül'ü tabaklar gelir gelmez Meral'e sessizce "O tabağın içindeki vişneli ekmek kadayıfı mı? Çok severim hem de kaymaklı... Of! Şu an başka bir şey istesem olacakmış" derken duydum ve o anda da dedem farkında olmadan bana bir iyilik yaparak "Bu Ahmet'te sevdiğim tek şey tatlı seçiminde başarılı olması. Hiç de unutmaz dedesinin ekmek kadayıfı sevdiğini hayta!" dedi. İşte bu!

Tatlıyı benim getirdiğim belli olunca Eylül anlık bir şekilde bana bakıp sonra da hemen gözlerini çekerek kucağındaki tabağa baktı. Yüzünde o kadar hoş bir ifade vardı ki gözlerimi ondan ayıramadım. Tatlısını ağır ağır çatallarken bir yandan da düşünceli bir halde gülümsüyordu. Bitirene kadar da o gülüş yüzünden hiç silinmedi. Onu duygusallaştıracak şekilde düşüncelere sevk eden şey neydi bilmiyorum ama ona kendisini iyi hissettirmiş olmama çok sevindim. Aslan dedem! Sayesinde Eylül'den düzgün bir puan kapmayı başardım gibi görünüyor.

Gecenin başlangıcı değil ama ilerleyişi ve noktalanışı güzeldi. Sadece yeni taburcu olmuş hastamızın artık dinlenmesi gerekiyordu. Herkes bu konuda benimle hemfikir olunca izin isteyip kalktık. Benim derdim ise Eylül'ü kaçırmayıp giderken onu da evine bırakmayı teklif etmekti. Kabul eder mi etmez mi bilmiyorum ama şansımı denemek zorundayım.

Kapı önündeki vedalaşma sırasında gözüm üzerindeyken herkesle sarıldı ama tam benim olduğum yere doğru gelirken yüzüme anlık bir şekilde bakıp yarım ağızla da "Hoşça kal" dedikten sonra evden çıktı. Onunla değil el sıkışmak giderken hoşça kal bile diyemedim. Aramızda oluşan bu nedenini bir türlü anlayamadığım soğukluktan nefret ediyorum. Bu durumu düzeltmenin yolunu bir an önce bulmam lazım.

Yağız'ın refakatinde Meral'in ailesinin arabasına binen Eylül'ü izlerken dışarıdan nasıl görünüyordum bilmiyorum ama Meral yanıma gelip yüzünü buruşturarak "Hiç konuşamadınız mı?" diye sordu. Gece boyunca tek kelime bile edemedik maalesef. Neden böyle olduğunu anlayamamış gibi "Hayır konuşamadık. Bu aralar birbirimize sadece hoşça kal diyoruz" dedikten sonra kötü hissetsem de yine de gülümsemeye çalışıp Meral'e sarıldım ve "Sen boş ver bunları da hadi uzanıp dinlen biraz sonra konuşuruz" dedim. Bana dediğimi yapacağını ve hemen dinlenmeye başlayacağını söylediği sırada yanımıza Selim de geldi. Kardeşimle tartışmadan ya da birbirimize sert imalarda bulunmadan bir geceyi daha atlatmış olmamız ne güzel.

"Geldiğin için teşekkür ederiz. Her zaman da bekleriz arayı çok açma"

"Zevkle! Meral bundan sonra sana emanet Selim. İlaçlarını düzenli alsın sakın aksatmayın. Bugün de fazla hareket etmemiş olması sizi yanıltmasın aslında bir hayli yoruldu yatıp dinlensin biraz. Telefonum hep açık olacak bir şey olursa ararsınız. Sen de Selim'in sözünü dinle olur mu Meral?"

"Aklın burada kalmasın Ahmet ağabey"

"Güzel. İyi akşamlar o zaman"

"İyi akşamlar"


Egr3GZ.png

........::::::::__Eylül__::::::::........

Tekin ailesi tarafından eve bırakıldıktan sonra kapıyı anahtarımla açıp içeriye girdim. Doktorun ve o civelek hatunun konuşması da ne kulaklarımdan ne de gözlerimin önünden bir türlü gitmedi. Halbuki bana ne onlardan değil mi? Ne halt ederlerse etsinler tasası bana kalmadı ya sonuçta!

Ceketimi çıkarıp yukarıya çıkarken bizimkilerin seslenişiyle salonun kapısına yaklaşıp bitkin bir halde "Yenilen darbelere rağmen hâlâ ayakta durmaya devam edenler kulübünün üyelerine en derin sevgi ve saygılarımla" diyerek içeriye baktım. Bu artistik girişim Ela'nın da Tolga'nın da gülümsemesine yol açtı. Onların gülüşünün bana da sirayet etmesi gecikmedi. En azından kendimize hâlâ gülebilecek bir neden yaratabiliyoruz.

"Gelsene Eylül"

"Yok Ela biraz yorgunum odaya çıkıp dinleneceğim"

"Gece nasıldı?"

"Türk dizilerinin sezon finali verdikten sonra yayınlanan ilk bölümü gibi"

"O da ne demek?"

"Boş ver ya sonra konuşuruz"

"Sonra değil şimdi konuşalım. Tolgacığım sen Rüya'nın yanındasın değil mi?"

"Evet canım hadi siz gidin. Biz de kızımla birlikte masallar diyarında küçük bir gezintiye çıkalım"

"Sizi seviyorum"

"Biz de seni seviyoruz"

Onların o aşık hallerine çatlaya patlaya bakıp "Çok gıcıksınız!" dediğimde yeniden gülmeye başladılar. Ne kadar kendimi tutmaya çalışsam da ben de güldüm tabii. Gıcık falan değillerdi aksine acayip güzellerdi. Ela kızını ve Tolga'yı öperek yanıma geldikten sonra ben de Tolga'ya iyi akşamlar dileyip onunla birlikte odaya çıktım. Çantamı bırakıp ceketimi çıkarırken Ela da yatağa oturup "Hadi anlat" dedi. Neyi nasıl anlatayım ki şimdi?

Dalgın bir halde düşüne düşüne yanına yaklaşıp kendimi yatağa bıraktıktan sonra doktoru kastederek "Pişkiiiin!" dedim. Ela'nın şaşkın bakışlarını görünce de bunu sesli olarak söylediğimi anlayıp "Sana demedim" dedim ama kızın bakışları haklı olarak "Kime dedin o zaman?" der gibi bana döndü. Ikındım sıkındım ama sonunda konuşmazsam patlayacağımı anlayıp bir avazda "Kim olacak Ela? Yanı başımda utanmadan şu eli kimin cebinde olduğu belli olmayan Derya denen hatunla cilveleşen doktor işte!" deyiverdim. Oh be!

"Eylül..."

"Kıskanmadım Ela sakın beni bu yönde sıkıştırma"

"Onu sormayacaktım ama sorsaydım cevabının ne olacağını da öğrenmiş oldum"

"Kıskanmadım diyorum!"

"Tamam ben de bir şey demedim"

"İma ettin"

"İyi tamam ben ima ettim sen de bunun doğruluğunu kanıtladın oldu mu?"

"Oldu... Hayır olmadı! Ben hiçbir şey doğrulamadım"

"O zaman neden o ikisinin bu kadar yakın olması asabını bozdu?"

"Ne münasebet!"

"Bozmadı mı?"

Ela'nın sorusundan sonra ikisini düşündüm de gözlerimin önüne o koyu sohbetleri sırasında "Önüne dön!" babında doktor efendinin karın boşluğuna elimin tersiyle vurmamak için kendimi zar zor tuttuğum an geldi. Hayır yani ona karşı bir şey hissettiğimden falan değil kadına gıcığım ondan!

Kaşlarımı çatmış dururken Ela'nın yanıma yanaştığını fark edemedim ama bana sarılıp "Neden direnmeye çalışıyorsun ki Eylül? Belli ki Ahmet Bey'e karşı içinde bir şeyler oluşmaya başlamış. Bence bunu gözardı etmek yerine kendine bir şans daha vermelisin" deyince kendime gelip ben de ona sarıldım. Onu bunu bilmem ama bir konuda direnmeyi bırakacağım galiba. O da hissettiklerimi ortaya koymakla ilgili olacak.

"O şansı yine yanlış bir insan için kullanıp sonunda da "Aptalların önde gidenisin Eylül!" diye söylenerek kafamı oradan oraya vuracağım diye çok korkuyorum"

"Ahmet Bey sana yanlış biri olduğunu mu düşündürüyor?"

"Bunu genel olarak söyledim. O ya da değil karşıma çıkan her kim olursa olsun hiçbir zaman emin olamayacakmışım gibi hissediyorum"

"O zaman sen de emin olmanı sağlaması için karşına çıkacak olan adama bir fırsat tanı. Bırak o da kendi şansını denesin"

"Bunu şu haldeyken yaparsam ona haksızlık olmaz mı?"

"Ne haksızlık olmaz mı?"

"Kalbinde başka bir adam bulunan ve o adamı da halen öldürememiş olan bir kadına karşı şans denemesi yaptırmak"

"Kalbinde başka bir kadın bulunan ve o kadını da halen öldürememiş olan bir adam da belki özünde seri katil çıkar ve keskin nişancılığı sayesinde ikisini birden öldürüp kendi şansını kendi yaratır belli mi olur"

yıuygu.gif


İkimizden birinin konuyu bu raddeye getireceği belliydi. Ciddi ciddi konuşurken muzurlaşan Ela'nın bu son söylediği konuyu unutup gülmeme neden oldu. Ona doktorun tanıtım gecesinde yaptığı aşk itirafından bahsetmiştim onu kastediyor olmalı. Ben gülünce doğal olarak Ela'da gülmeye başladı.

Aynı anda birbirimize omuz atıp "Bunu söylediğin sırada Tolga kapının önünden geçmiş olsaydı ne düşünürdü acaba? Yazık konuyu da bilmiyor kesin lohusa bunalımında seviye atladığını zannederdi" dediğimde Ela da bir yandan gülüp bir yandan da yüzünü ekşiterek "Beni göz hapsine alacağı kesin. Gerçi gözlerinin her daim üzerimde olması hiç de fena bir fikir değil. Sen bu detayı benden habersizmiş gibi Tolga'ya çıtlatsan mı acaba?" dedi. Bu söylediğine gülerken bir anda aklıma bambaşka bir şey geldi. Bunu onunla da paylaşmak istedim galiba...

"Akşam gelirken vişneli ekmek kadayıfı almış"

"Tolga mı?"

"Hayır Tolga senden dolayı profiterolcü oldu biliyorsun. Ben doktoru diyorum"

"Bundan bir mana mı çıkarmalıyım?"

"Çok severim. Özellikle de vişnelisini ama o da öyle her zaman her yerde bulunmaz"

"Hmm... Keskin nişancılık konusunda bir sıkıntı yok yani"

"O tatlıyı sevdiğimi bilerek getirmedi ki"

"Bu çok daha iyi ya... Senin de bu yüzden hoşuna gitti bence"

"Bana babamın hafta sonları elinde bu tatlıyla eve geldiği zamanları hatırlattı. Sanırım o yüzden bu kadar çok seviyorum. Yani babamı hatırlattığı için..."

Konu hassaslaşınca Ela herhangi bir şey söylemeden sadece bana sarılmakla yetindi. Böyle anlarda neye ihtiyacım olduğunu anlayan bir arkadaşa sahip olduğum için çok şanslıyım. O an ben de konuşmasını istemedim ve sohbetimiz bu şekilde noktalansın istedim. Öyle de oldu...

hkfuhluı.png

........::::::::__Ertesi Gün / Ahmet__::::::::........

"Nihayet gelebildin Ahmet ben de vazgeçtiğini düşünmeye başlamıştım"

Derya Üstündağ tarafından önemli bir konu konuşmak üzere kahvaltıya davet edilmişken son anda gitmekten vazgeçer miyim hiç? Asla! Her şeyi geçtim merakım izin vermez. Tam saatinde gelemediğim için tavır yapacağını bildiğimden hazırlıklıydım. Elimdeki paketi "Gelirken aklıma senin o çok sevdiğin yulaflı kurabiyelerden almak geldi. Henüz fırından çıkmadıkları için de biraz beklemek zorunda kaldım. Bence sırf bunun için bile el üstünde tutulmayı hak ediyorum" dedikten sonra bana içeriye girmemi işaret eden Derya'ya uzattım. Kapıdan geçtiğim sırada gülümsediğini de görmedim sanmasın.

Derya kapıyı kapatırken ben de ceketimi çıkarıp askıya astım ve burnuma gelen leziz kokunun yönlendirmesiyle mutfağa yöneldim. Derya da hemen ardımdaydı. Ocağın yanındaki renkli biberlerle ve çeşitli peynirlerle hazırlanmış omlet tabağına bakıp arkamı dönerek "Hiç göstermiyorsun biliyor musun?" dediğimde gözlerini kıstı ve bunu ne amaçla söylediğimi anlayamadığı için "Neyi?" diye sordu. Dumanı üstünde olan o harika kokulu tabağı elime alıp koklarken "Yemek konusunda bu kadar maharetli olduğunu" dedim. Bu defa belirgin bir şekilde gülümsedi.

Söylediğim sözleri karşılıksız bırakarak "Hadi sen balkona geç ben de kurabiyeleri bir tabağa koyup hemen geliyorum" dediğinde laf dinleyip mutfaktan balkona geçiş yapmayı sağlayan kapıdan çıktım. Kahvaltı masası da en az elimdeki tabak kadar şahaneydi. Bu ilgi alakayı neye borçluyum gerçekten merak ettim doğrusu.

Omleti ortaya koyduktan sonra Derya'nın geldiğini görüp ona yardımcı olmak için elindeki tepsiyi aldım. Mesafeli ve bir o kadar da zarif bir tavırla teşekkür edip tepsideki tabağı ve çay fincanlarını masaya koyduktan sonra "Otur lütfen soğutmayalım" dedi. Sandalyesini tutup rahatça oturmasını sağladıktan sonra karşısına geçip oturdum. Derya da o esnada omleti bölüp tabaklarımıza paylaştırıyordu. Onu izlerken gülümsemeden edemedim.

"Seni gülümseten şeyin ne olduğunu sorabilir miyim?"

"Beni aradığında önemli bir konuda konuşmak istediğini söylemiştin"

"Evet çünkü konuşmak istediğim konu benim için önemli"

"Sen bana evlenme mi teklif edeceksin Derya? Bu şairane sofrayı da sana hayır diyemeyeyim diye kurdun herhalde... Malum konu yemekse karnım doyana dek başımın ne tür bir belaya gireceğini umursamam"

"Sana evet dedirtmek için bu sofraya ihtiyacım olduğunu mu sanıyorsun?"

"Ah! Siz kadınlar..."

"Ne olmuş bize?"

"Sana erkeklerle ilgili bir tüyo vereyim mi?"

"Dinliyorum"

"Eğer bir erkek çantada keklikmiş gibi görünüyorsa işte asıl tehlike o zaman başlamış demektir"

"Ne anlamda?"

"Zeki bir kadınsın bence ne anlamda olduğunu gayet iyi anladın. Tuzluğu uzatır mısın?"

fjxgj.gif


Zeki bir kadın olduğunu söylemiştim. Yüzüme gerçekten de anlamış gibi bakmaya başladı. Sanki birazda bozuldu. Eskiden olsa bu ifade beni çok mutlu edebilirdi ama şimdi eski etkisini yitirmiş gibi. Yüzünde aslında merak ediyorum ama etmiyormuş gibi görünmeye çalışıyorum ifadesiyle tuzluğu alıp "Aklında biri mi var yoksa?" diye sorarak bana doğru uzattı. İlgilenmemeye devam ediyormuş gibi tabağındaki domatese yönelip onu hunharca kesmeye başlarken de cevap vermemi beklemeden "Gerçi senin aklında hep birileri vardır zaten neden soruyorsam..." dedi. Böyle bir şey söylemesini gerçekten beklememiştim.

Önümde duran leziz omlete odaklanmasını beklediğim gözlerim bu dediğini duyar duymaz doğal olarak Derya'ya kilitlendi. O da çatalına aldığı domatesi ağzına atıp bana dik dik bakarak çiğnemeye başladı. Neden böyle davranıyor anlayamadım.

"Hep birileri vardır derken..."

"Neden şaşırdın? Ne yani şu an düşündüğün biri ya da birileri yok mu?"

Nereye çekersen oraya gidebilecek orta yollu bir şey söylemeye niyetlenirken bir an aklıma Eylül gelince bu konuda renksiz kalmamın ona haksızlık olacağını düşündüm. Evet eskiden aklımda birkaç kişi aynı anda gündem oluşturabiliyordu ama şu an aklımı meşgul eden tek biri var. O da onu gördüğüm andan itibaren yerini asla başkasına bırakmayan Eylül...

Aramızda yaşanan sessizlik sırasında hiç laf kalabalığı yapmadan dosdoğru bir şekilde "İnkar edemeyeceğim biri var diyelim" dediğimde Derya da çatalını bırakıp çayını yudumladıktan sonra bana ters ters bakarak "Umarım bu kişi Eylül Acar değildir" dedi. Eylül'ün adını verince şaşırmadığımı söyleyemem. Tamam aralarında bir sürtüşme yaşandığı için birbirlerinden pek de haz etmiyor olabilirler ama Derya'nın aklımdaki kişiyle ilgili direkt onu işaret etmesi bana biraz enteresan geldi. Bu kadar çok mu belli oluyordu yani?

"Umarım değildir demendeki sebep ne?"

"Onunla epey uğraşacağım da arada kalmanı istemem"

"Uğraşmakla neyi kastediyorsun?"

"Sen filmin bile sonu söylenince aylarca başa kakan insansın Ahmet şimdi bunu gerçekten öğrenmek istiyor musun?"

"Ne yapacaksın Derya?"

"Ben de sana kadınlarla ilgili bir tüyo vereyim mi?"

Söyleyeceği şeyin hoşuma gitmeyeceğinden adım gibi eminim. Keyfim kaçmış bir halde çenemi ovuştururken Derya da "Sessiz kaldığına göre bu dinliyorum demek oluyor herhalde" dedikten sonra gayet rahat bir tavırla yağ bıçağını eline alıp keskin yerine dokunarak "Eğer iki kadın karşılıklı olarak kılıçlarını çektilerse sakın iyi niyet elçiliğine soyunup o savaşın ortasında kendine bir yer edinmeye çalışma. Bırak kazanan zaferini kaybeden de hezimetini sonuna kadar yaşasın" dedi. Evet başta da belirttiğim gibi söylediği şey hoşuma gitmedi. Derya'yı her şeye rağmen severim. Bendeki yeri de çok ayrıdır ama sebep ne olursa olsun Eylül'e bir zarar vermesine müsaade edemem. O kadar da uzun boylu değil.

Gözlerimizi tek bir saniye bile çekmeden birbirimize bakarken "Merak etme o savaşın ortasında kalırsam iyi niyet elçiliğine soyunmam. Emin ol tarafım alenen belli olur" dediğimde alaycı bir tavırla gülümseyip "Bunun onu kurtaracağını sanmıyorsun herhalde" dedi. Buraya gelirken aramızda böyle bir konuşma yaşanacağını gerçekten düşünmemiştim. Hatta Eylül ile bu denli ters düşmüş olabildiklerini de tahmin etmiyordum.

"Bu kadar gerilme Ahmet sonuçta sadece karşılıklı olarak biraz didişip eğleneceğiz o kadar"

"Nedense söylediklerin kulağa hiç de eğlenceli gelmiyor"

"Biliyorsun ki ben iddialı konuşmayı severim. Telaş yapma zaten onunla boğaz boğaza gelip canına kastedecek halim yok. O çatallı diline hakim olmayı öğrensin bana yeter"

"Eylül ile aranızdaki sorun tam olarak ne? Seni Emir ile görüşüp anlaşırken gördüğü için mi bu öfke?"

"Efendim?"

"Aslında bu konuları konuşmayı hiç istemiyorum ama yaşananları da görmezlikten gelemem. Tanıtım gecesi sizi terasta çek alıp verirken gören o olduğu için Eylül'e kızgın olabilirsin ama sen de hiç masum değilsin Derya"

Renginin atmasına sebep olduğum için üzgünüm ama durum da bundan ibaretti. Derya huzursuz bir halde elini kolunu nereye koyacağını şaşırırken bir yandan da "Selim beni onun gammazcılığı yüzünden mi kovdu yani?" deyince bunu bilmediği ve benden öğrendiği için biraz canım sıkıldı doğrusu. Hay aksi! Şimdi Eylül'e daha çok düşman olacak. Hem de benim yüzümden...

"Selim seni Eylül'ün yüzünden değil Emir ile yaptığın işbirliği yüzünden şirketten uzaklaştırdı. Bunun için ikisini de suçlayamazsın"

"Ben Selim'e ihanet etmedim"

"Ama sana uzatılan çeki alarak Selim'e karşı o adamın yanında durmayı kabul ettin"

"Sen de Selim gibi yanılıyorsun"

"Bu yanılgıyı düzeltmek senin elinde"

"Ben... Ben sadece Emir'in yanındaymışım gibi gözüküyorum"

Derya'yı hiç bu kadar ne yapacağını bilemez bir halde görmemiştim. Paniklediğini gözlerimle görebiliyorum. Onu dikkatle izlerken "Ne demek bu?" diye sorduğumda birkaç saniye düşünüp sonra da bana "Selim'e karşı bir hamle yapacağını hissetmiştim ve yanında gibi görünüp güvenini kazanırsam bunun önüne geçebilirim gibi geldi. Ben yıllarca Atahanlarla çalıştım ve gecemi gündüzüme katarak Selim kadar olmasa da yine de bu markaya emek verdim. Şimdi nasıl olur da size karşı o adamın yanında olurum. Buna gerçekten de inanıyor musun Ahmet?" dedi.

Sırtımı sandalyeye yaslayıp Derya'ya pür dikkat bakarken nedense bana yalan söylediğini hissettim. Onu uzun süredir tanıyorum ve benim bildiğim Derya eğer bu söylediklerinde gerçekten dürüst ise karşımda böyle kıvrım kıvrım kıvranmazdı. Ne yapmaya çalışıyor bilmiyorum ama onun bu küçük oyununa katılırsam bunu öğrenebilirim gibi geliyor.

"Neden bunu Selim'e de söylemedin? O da senin kendisine ihanet ettiğini sanıyor"

"Beni konuşturmadı ki"

"Israr edebilirdin"

"Ettim ama kardeşin o sırada bana şirket kapısını göstermekle meşguldü"

"Peki Emir... Ne yapmayı planlıyor?"

"Benden Selim'in piyasaya sürmeye hazırlandığı EsirEt parfümünün içeriğini istedi. O olmazsa İki Hayal Tek Bir Şişede'nin serisi bozulur biliyorsun. Ayrıca Selim'in o kadar kısa bir sürede seriyi tamamlayacak yeni bir parfüm yaratması da çok zor"

"İçeriği alınca ne yapacak?"

"Atahanlardan hemen önce EsirEt'i kendi markasıyla piyasaya sürüp Selim'i de kendi parfümünün içeriğini çalmakla itham edecek. Bunu yaparsa Selim hem ihtişamlı bir şekilde tanıtımını yaptığı o seriyi geri çekmek zorunda kalır hem de itibari zedelenir"

"Aşağılık herif! Hiç değişmemiş"

"Merak etme ben bunu yapmasına izin vermeyeceğim"

"Nasıl?"

"Ona EsirEt'in yerine başka bir parfümün içeriğini vereceğim. Tabii öncesinde bunu yapabilmem için bana güvenmesi şart yoksa tedbir alır ve beni de bu işin dışında tutar"

"Artık şirkette çalışmıyorsun. İçeriği nasıl alabilirsin ki zaten?"

"Emir şirkette adamım olduğunu sanıyor"

"Var mı?"

"Ahmet bu da soru mu? Elbette yok ama Emir'e olduğunu söyledim"

"Peki seninle konuşmamış olsaydık da bu söylediklerini yapacak mıydın?"

"Tabii ki yapacaktım. Aramızda ne geçerse geçsin ben Selim'e arkamı dönemem. Aslında seni de buraya çağırma sebebim hemen hemen buydu. Selim ile konuşup bana karşı biraz olsun yumuşamasını sağlar mısın?"

"Ben mi?"

"Gördüğüm kadarıyla aranız düzelmeye başlamış belki bana da yardımcı olabilirsin"

"Derya ben Selim'in şirketle alakalı hiçbir kararına karışmam"

"Ben aile dostunuz değil miydim? Ne zamandan beri şirketle alakalı verilmesi gereken bir karar oldum?"

Bu konuşma kafamı çok karıştırdı. Halen bana Emir konusunda yalan söylediğini düşünüyorum ama ya doğruyu söylüyorsa o zaman ne olacak? Ya gerçekten bizi satmıyor sadece korumaya çalışıyorsa? Düşüncelere daldığım sırada Derya uzanıp elimi sıkıcı tuttu ve gözlerime yalvarıyormuş gibi bakıp "Bunu benim için yapar mısın? Selim ile konuşur musun Ahmet?" diye sordu. Bu çaresiz bakışı onun yüzünde ilk defa gördüğümü belirtmem gerek. Beni şaşırtmaya devam ediyorsun Derya Üstündağ!

Elbette konuşacağım ama kardeşimin kararını etkileyici tarzda değil. Durumu bilip kendisini güvenceye alsın yeter. Başımı konuşacağımı belli edercesine sallarken Derya da yerinden kalktı ve yanıma gelerek "Sen gerçek bir dostsun Ahmet! İyi ki hayatımdasın" dedikten sonra yanağımdan öpüp boynuma sarıldı.

Bence şu an Derya bana sarılmıyor. Dedemin de söylediği gibi nöbete çok kaldığım için ayıkken rüya görüyorum. Bu da Derya ile alakalı gördüğüm bir rüya olmalı. Derya geri çekildikten sonra çayımı tazeleyeceğini söyleyerek fincanımı aldı ve ben de tek kelime edemeden ardından bakıp kaldım. Benim için gerçekten enteresan bir sabah oldu.

........::::::::____::::::::........

"Her şey harikaydı ellerine sağlık"

"Afiyet olsun. Kahvelerimizi burada mı içelim yoksa içeriye mi geçelim?"

"Aslında ben artık kalkayım Derya"

"Neden bu kadar çabuk kalkıyorsun?"

"Selim'in yanına gitmem lazım. Birlikte Meral'e tedavisinin bundan sonraki aşamaları hakkında bilgi vermemiz gerekiyor"

"Her şey yolunda mı peki? Umarım sağlığıyla alakalı herhangi bir sorun yoktur"

"Şimdilik endişe edilecek bir durum yok. Bu tamamen tamamlayıcı bir tedavi"

"Buna sevindim. O zaman vakit ayırıp geldiğin için teşekkür ederim"

"Rica ederim asıl ben teşekkür ederim"

"Bu defa arayı bu kadar çok açmayalım olur mu? Seninle aramda mesafe olsun istemiyorum"

Konuşurken aynı anda da mutfaktan çıkıp koridora geldik. Bu son söylediği şeyden sonra Derya'ya dikkatle bakıp "O mesafeyi yaratan sensin unutma" dediğimde o da askıdan ceketimi alıp bana uzatarak "Tamam o halde kapatması gereken kişi de benim" dedi. İkimiz de birbirimize bakıp tebessüm ettik. Ceketi elinden aldıktan sonra "Hoşça kal Derya" diyerek onu öpmek için uzandım ama tam yanağına masum bir hoşça kal öpücüğü konduruyordum ki Derya bunu yapacağımı anlamasına rağmen başını bana doğru döndürdü ve biz de o anla birlikte dudak dudağa geldik. Yalan söyleyemem bu uzun zamandır olmasını beklediğim bir andı ve bunun için çaba bile göstermeme gerek kalmamıştı.

Bu beklenmedik yakınlaşma sonucunda aklımdan bir zamanlar Derya ile ilgili hissettiğim şeyler geçerken birbirimizi öpmemize saniyeler kala bir şey beni kendime getirdi. Bir tokattı belki de. Sanki o tokadın sahibi "Ona dokunursan öldürürüm seni doktor!" diyor gibiydi. Sonra ne mi oldu? Tabii ki de Derya'yı öpmedim. Gerçi bunu yapsam yani Derya'yı öpsem sanki ters bir tepki de almayacakmışım gibiydi. Ne kızacak ne de geri çekilecek bir tavrı yoktu. Beni yine şaşırttı.

Bunu yapmasının şaşkınlığını yaşayarak kendimi geri çekerken Derya da bozulsa da yine de gözlerimin içine bakarak "Hoşça kal Ahmet" dedi. Aramızda tuhaf bir durum cereyan ettiğinin farkındayım ama bunu olmamış var sayıp buradan hemen gitmemin yerinde bir davranış olacağını düşünüyorum. Öyle de yaptım. Kapıdan çıkıp "Sonra görüşürüz" dedikten sonra asansöre doğru yürüyüp butona bastım. Kata gelince de son bir bakışın ardından tebessüm etmeye çalışarak asansöre geçtim. Aşağıya iniyorum ama kafam allak bullak oldu. Kendi kendime "Neden şimdi Derya?" diye sormadan edemiyorum.

4.png


........::::::::__Derya__::::::::........

Bu da neydi şimdi? Aklımı kaçırmış olmalıyım çünkü az önce yaşanan şeyin başka bir açıklaması olamaz. Kahretsin! İlk defa kendimi kontrol etmeyi bırakıp anın içinde kayboldum ve onda da az kalsın Ahmet'i öpüyordum. Bunu gerçekten de istediğime inanamıyorum! Benim ona karşı hiçbir duygum yok ki! Yıllardır birbirimize takılır dururuz. Özellikle Ahmet'in ilgisi her daim üzerimde olmasına rağmen onunla ilgili hiçbir düşüncem olmadı benim! Ama neden şimdi... Ah saçmalık bu!

Ayrıca şu an tek sorun o da değil. Ahmet'e anlatmak zorunda kaldığım şeylerden sonra Emir'i arayıp ona planda küçük bir değişikliğe gitmek zorunda olduğumuzu söylemeliyim. Aslında düşünüyorum da kendimi bu işten kârlı bir şekilde sıyırırken aynı anda benim kim olduğumu unutan o asistan bozuntusuna da haddini bildirebilirim. Bakalım beni tanıtım gecesi düşürdüğü konuma kendisi de düşünce benim kadar dik durmayı başarabilecek mi!

Haah! Bir de o çatal dilli kız var tabii. Eylül Acar! Demek Meral bana diklenirken o yüzden kendinden bu kadar emindi. O kız ona gördüklerini anlatıp üstüme salmış olmalı. İkisine de Derya Üstündağ ile uğraşmak neymiş göstereceğim!

"Derya..."

"Emir konuşmamız gerek"

"Hangi konuda?"

"Az önce Ahmet Atahan buradaydı ve ben ona her şeyi anlatmak zorunda kaldım"

"Her şey?"

"Benden parfümün içeriğini istediğinle alakalı aklına gelebilecek her şey"

"Bunu nasıl yaparsın? Bir anlaşmamız vardı unuttun galiba!"

"Deşifre olduğum için anlatmaya mecbur kaldım ama endişelenme çünkü benim aklıma çok daha iyi bir fikir geldi. Hem de kendimi sütten çıkmış ak kaşık kadar iyi gösterebileceğim bir fikir"

"Neymiş o?"

"Sonuçta senin derdin o parfümden çok Selim öyle değil mi?"

"Aklında ne var Derya?"

"Benim derdimin de Selim değil Meral olduğunu biliyorsun"

"Sen ne demeye çalışıyorsun?"

"Plan aynı şekilde işleyecek ama sana o içeriği ben değil Meral Atahan kendi elleriyle verecek. Böylece sen bu ihaneti karısının yapmasına neden olup Selim'i can evinden vururken ben de o küstah kıza haddini bildirmiş olacağım. Bakalım beni şirketinden kovan adam daha büyük bir hainliğe imza atan karısına da aynı tavrı gösterebilecek mi?"

"Meral Hanım böyle bir şey yapabilecek birine benzemiyor"

"Evet yapamaz ama biz yapmasını ya da yapmış gibi görünmesini sağlayacağız"

"Nasıl olacak o?"

"Tereyağından kıl çeker gibi olacak Emir"

"Senden korkulur Derya"

"Bunu bilmen emin ol ki senin için bir artı"

"Bu bir gözdağı mı?"

"Artık nasıl kabul edersen..."

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.523
Tepki
84.169
Puan
113
Konum
İstanbul
7gboRP.png

15.Bölüm : O sen misin Eylül?

........::::::::__Ahmet__::::::::........

İtiraf etmem gerekir ki Derya'nın yanından ayrıldığımda sersemlemiş bir haldeydim. Eylül ile alakalı söylediği can sıkıcı şeyler bir yana tam çıkarken aramızda cereyan eden o beklenmedik yakınlaşma gerçekten hiç de ummadığım bir şeydi.

Kardeşimin evine doğru giderken yol boyunca kendime tekrar ve de tekrar neden şimdi diye sorup durdum. Derya ile uzun yıllardır tanışıyoruz ve bugüne bugün yaptığım hiçbir kur karşısında bana böyle bir karşılık vermemişti ama şimdi konuştuğumuz onca şeyden sonra o tanıdığım Derya gitti karşıma yepyeni bir Derya geldi. Tanıyamadığım ve aklından neler geçtiğini anlayamadığım bir Derya...

Düşünürken hangi ara geldim bilmiyorum ama kendimi sanki ışınlanmışım gibi kardeşimin evinin önünde buldum. Arabayı park edip dışarıya çıktığımda bahçeden de cıvıl cıvıl sesler geliyordu. Sesleri dinleyerek ağır adımlarla bahçe kapısına doğru yaklaşırken kardeşimi Kaan ve Meral ile birlikte bahçede sıkı fıkı bir halde gördüm. Yüzlerindeki o koca gülümsemeyle birbirlerine meyve yediriyorlardı. Bu sahneye şahit olmak zihnen bütün yorgunluğumu silip götürdü diyebilirim. Selim Kaan ile ilgilenirken onları ışıl ışıl bakan gözleriyle izleyen Meral'de kardeşimi elleriyle besliyordu. İşte başından beri görmek istediğimiz kareler de bunlardı.

Bu mutlu aile tablosuna uzaktan bakarken içimi anlam veremediğim bir huzur kapladı. Doktor olduğumdan bu yana birçok zorlu hastalıkla boğuşan hastayla karşı karşıya geldim. Yaşadığım kayıplar çok değildi ancak verdikleri savaşı kazanamayanlarda oldu maalesef. Ama bu kızı hayata geri döndürmek bırakın kariyerimi hayatıma damgasını vurdu. Ameliyat sırasında tam kanamayı kontrol altına almışken ansızın kalbi durduğunda yaşadığım hissi kelimelerle anlatamam.

O duran kalp artık sadece Meral'e ait değildi. O kalp aynı zamanda kardeşimin de kalbiydi. Hem Meral'in hem de kardeşimin hayatını ellerimde tutarken tek düşünebildiğim şey onu yeniden hayata geri döndürmek zorunda olduğumdu. Meral'e "Bitmedi Meral! Ben henüz bitti demedim!" derken ki haykırışlarım kulaklarımdan hiçbir zaman silinmeyecek. Tabii kalbi atmaya başlayıp geri döndüğünde yaşadığım mutlulukta...

Bu güzel anı bozmayı hiç istemesem de dedemin deyimiyle orada yalı kazığı gibi durmamak için birkaç adım daha yaklaşıp "Güzel bir kare" dedim. Sesimi duyup bana doğru baktıklarında ilk tepki Meral'den geldi ve bana sanki bu anı daha önceden de yaşamış gibi şaşkınca bakarak "Bu karenin mimarı sensin biliyorsun değil mi?" dedi. O hayata bu kadar bağlı olmasaydı ben ne yapabilirdim ki?

Herhangi bir şey söylemeden sadece gülümserken o sessizlik içinde Kaan koşturarak gelip kucağıma atladı. Birbirimizi öptükten sonra ona şöyle bir bakıp "Nasılsın yakışıklı?" dediğimde ise hiç de beklemediğim bir cevap aldım çünkü küçük bey bana daha dakika bir gol bir "İyiyim amca. Oyun oynayalım mı?" diye sordu. Bu ne acele? Dedem olsa kesin "Dur bakalım küçük Atahan yangından mal mı kaçırıyorsun? Önce oturt bir soluklansın bu hayta sonra canına istediğin gibi okursun" derdi. Dedemi de çok andım fırçalarını özledim galiba.

Tabii o burada olmadığına göre devreye "Dur oğlum amcan daha yeni geldi değil mi? Biraz dinlensin oynayıp oynamayacağını öyle sorarsın" diyen Selim girdi. Kaan uyumlu ve laf dinleyen bir çocuk olduğu için bunun üzerine kucağımdan inip güle oynaya Meral'in kendisine doğru uzattığı üzümü yemeğe gitti. İkisine bakıyorum da gerçek bir anne oğul gibi olmuşlar. Selim ne kadar şanslı olduğunun farkındadır herhalde.

Onlara bakarken Selim'in "Hoş geldin. Otursana" demesiyle kaçmak için hamle yapan Kaan'ı hızla yanıma çekip saçlarını karıştırarak "Nasılsın Meral? Gerçi çok iyi göründüğünü söylemem gerek. Selim söz verdiği gibi sana çok iyi bakıyor galiba" dedikten sonra karşılarına oturdum. Meral'in cevabı beni hiç de şaşırtmadı doğrusu. Selim ile birbirlerine sevgiyle bakarken bana da "Beni gözünden bile sakınıyor. Çok şanslı bir kadınım" deyince ben de onları biraz burukça izleyip "İnsanı imrendiriyorsunuz" dedim. Meral'in bu söylediğimi kullanıp beni Eylül konusunda sıkıştırması da gecikmedi.

"Bu halimize imreniyorsan ve en önemlisi de o daha önceden konuştuğumuz konu hakkında netsen belki sen de birilerine karşı bir adım atmalısındır Ahmet ağabey"

"Güzel diyorsun hoş diyorsun da sen önüne açılan uçurumu göre göre yine de bir adım atar mıydın Meral?"

"Kesin konuşamam ama atmak gerektiğini biliyorum. Belli mi olur belki de ulaşmaya çalıştığın kişi tam düşerken elini tutup yanına çeker seni"

"Çeker mi dersin?"

"Denemeye değmez mi?"

uhpıp.gif


"Baba..."

"Efendim oğlum?"

"Annemle amcam şifreli konuşuyor değil mi?"

"Evet sanırım öyle"

"Peki ben gidip oyun oynayabilir miyim?"

"Durduğun kabahat... Hadi fırla!"

Kaan koştura koştura gidip topunu yerden alırken biz de daha açık koşmaya başladık. Meral gayet iyi niyetlerle "Ahmet ağabey Eylül'ü arayıp onu da buraya çağırmamı ister misin? Beraber birkaç saat keyifli vakit geçirirsek belki aranızdaki uçurum da bu vesileyle biraz olsun kapanır" deyince onu görme isteğim öyle baskın geldi ki bir an oturduğum yerden fırlayıp ben gider alırım diyecek gibi oldum.

Kendimi son anda durdurmasam bunu yapacaktım da Eylül'ün beni görmek isteyip istemediğini bilmiyorum ki. Belki de onun bana iyi geldiği gibi ben ona iyi gelmiyorumdur. Bana daha önce böyle tepkiler veren bir kadınla hiç karşı karşıya kalmamıştım. Bazen ona bakarken aramızda gerçekten güzel bir şeyler olduğunu ve dahasının da olacağını hissediyorum ama o benim aksime sanki bunu hisseder hissetmez önüme kalın bir perde çekiyor. Bunu neden yapıyor gerçekten anlayamıyorum.

Belki de beni sadece Meral'in doktoru ya da herhangi bir arkadaşı gibi gördüğü için hastanede söylediğim sözlerden rahatsız olmuştur. Ama düşünüyorum da ben onunla sadece arkadaş olmakla yetinmek istemiyorum galiba. Aramızda daha özel şeyler yaşansın ve birbirimize de Meral ile Selim'in birbirlerine baktığı gibi bakalım istiyorum. Meral'in teklifini düşünürken önümdeki tabaktan aldığım üzümü evirip çevirip "Yok Meral böyle bir şey yapmayalım zaten etrafında olduğumda geriliyor. Biraz zaman geçsin bakalım" dedikten sonra ağzıma attım.

"Amca! Baba! Hadi gelin oynayalım ne olur"

Kaan'ın seslenişi hepimizin dikkatini ona yöneltti. Aslında ben oynarım da babası buna yanaşır mı pek emin değilim. Bu noktada da Meral devreye girdi ve ikimize de emrivaki yaparak "Bence küçük bir çocuğun o minicik kalbini kırmamalısınız. Özellikle de sen babası" dedi. Son kısımdaki ekleme gayet yerindeydi. O da biliyor tabii eşinin ne katır inatlı bir adam olduğunu.

Galiba başarılı da oldu. Selim tek kelime etmeden saatini çıkarınca onun ardından tebessüm ederek ben de önce saatimi sonra da ceketimi çıkarıp sandalyenin arkasına astım. Yaptığı şirin emrivaki karşısında Selim'in Meral'e attığı "Demek öyle Meral Hanım!" adlı bakışı görünce de onları baş başa bırakıp keyifli bir şekilde Kaan'ın yanına doğru yürümeye başladım. Gider gitmez de Kaan'ın "Amca tut!" diyerek attığı topu havada yakalayıp bulunduğum yerden basket potasına bir üçlük attım. Kaan da bunu görünce olduğu yerde zıplaya zıplaya "Bana da attır bana da!" diye bağırıp durdu. Böyle yapacağını adım gibi biliyordum.

Selim oğlunun bana yalvarışları eşliğinde onu omzuna aldığı gibi potaya doğru gidince asistimi yaptım ve Kaan Atahan yakaladığı topu potayla buluşturmanın sevincini doya doya yaşamaya başladı. O andan itibaren de hızlı bir şekilde oyun ruhuna giriş yaptık. Meral'in deyimiyle Atahansporu tutabilene aşk olsun.

gouou.jpg


Yaklaşık yarım saat kırk dakika kadar bahçede kan ter içinde kıran kırana bir maç yaptık. Kan ter içinde diyorum çünkü Kaan Bey bir benim omuzlarıma bir babasının omuzlarına geçip bizi helak etti. Ee eskiden küçüktü rahat taşınıyordu şimdi zorluyor haliyle. Tabii o attığı gülücükler her şeye değerdi. Oyunu kazanan da Kaan gibi görünebilir ama biz de Selim ile hiç fena değildik doğrusu. Sonunda iki kardeş olarak sorunlarımızı unutarak gerçekten eğlenmeyi başardık. Aramızın yavaş yavaş düzeliyor olması beni son derece mutlu ediyor ve ben zaman geçtikçe daha da iyi olacağına inanıyorum.

Orada bulunduğum anlar hep bu kadar keyifli geçmedi tabii. Buraya asıl gelme amacımı açıklamak için Selim'in bir bahane ile Kaan'ı içeriye göndermesini bekledik. Sonrası biraz sıkıntılıydı çünkü Meral'i telaşlandırmadan ona uygun bir dille ameliyatın ardından kemoterapi ve belki de radyoterapi görmesi gerektiğini anlattım.

tdytr.gif


Meral ile daha önceden bunları konuşma fırsatımız olmamıştı çünkü ilk hedefimiz onu yaşatabilmekti. Şimdi ise vakit kaybetmeden ikinci aşamaya geçmemiz gerekiyordu. Bunları duymayı beklemediği için önce korkuya kapıldı endişelendi ne olacak nasıl olacak kaygısı yaşadı ama sonra kabullendi çünkü Selim'in de benim de onun için en iyisini istediğimizin o da farkında.

"Çantam hazır baba!"

"Neden çanta hazırladın Kaan bir yere mi gidiyorsunuz?"

"Babam beni size bırakacaktı. Dedemi aramıştım sana söylemedi mi?"

"Dedenle konuşmadık ki"

"Neden küs müsünüz?"

"Hayır küs değiliz. Konuşamadık çünkü ben buraya evden gelmiyorum"

"Nereden geliyorsun?"

"Bir arkadaşımla kahvaltıdaydım"

"Hangi arkadaşınla?"

Beyefendiye bak sen! Resmen boyundan büyük amcasını sıkıştırıyor. Şimdi Derya'nın evinde kahvaltıdaydım desem Selim'in de Meral'in de keyfi kaçacak hatta belki de onca şeyden sonra neden böyle bir şey yaptığımı haklı olarak sorgulayacaklar. Bu yüzden Kaan'ın bu kahvaltı mevzusunu fazla kurcalamasına izin vermeden onu ölümüne gıdıklayarak "Sen beni sorguya mı çekiyorsun küçük dedektif!" dedikten sonra bir yandan da Selim'e bakıp "Ben buradan eve geçeceğim Selim eğer başka bir yere uğrama düşünceniz yoksa Kaan da benimle gelsin" dedim.

Kabul ettiklerinde vedalaşıp Kaan ile birlikte arabaya doğru gittik. Çantasını ön koltuğa alırken Kaan da hemen arka koltuğa geçip kemerini bağlayarak beni uslu uslu beklemeye başladı. Babası Selim olunca oğlu da böyle aklı fikri yerinde oluyor tabii. Selim de küçükken aynı Kaan gibiydi. Annemin ya da babamın koyduğu tüm kurallara eksiksiz uyardı ama ben hiç öyle değildim. Kurallar belirtilirken bile onları nasıl kendime göre esnetebilirim ya da bozarsam en fazla ne gibi bir azar işitebilirim onu düşünür onun hesabını yapardım. Kısıtlamalara gelen biri hiçbir zaman olamadım. Önüme bir yasak konulduğunda onu bozmazsam içim rahat etmiyordu. Gerçi hâlâ değişmiş değilim sadece kendimi biraz törpüledim o kadar.

İleride kız ya da erkek fark etmez bir çocuğum olduğunda onun da aynı bana benzeyeceğini düşünüyorum. Misal şu an arka koltukta Kaan gibi uslu uslu oturmak yerine büyük ihtimalle tepemden sarkıyor olacaklar ve ben gülüp onlara laf yetiştirirken anneleri de bizi susturmaya çalışıp rahat durmamızı tembihleyecek. Peki duracak mıyız? Tabii ki durmayacağız. Keyifli olacağına adım gibi eminim.


........::::::::__Ahmet / Birkaç Gün Sonra__::::::::........

Eylülsüz geçen bir güne daha hızla hoşça kal deme dileğiyle! Ben bu kızı eskiden olduğu gibi bir daha nasıl göreceğim bilmiyorum. Gerçi görsem de benimle konuşmuyor hatta göz göre göre beni görmezden gelmeye çalışıyor. Acaba araya giren zaman onu bana karşı biraz olsun yumuşmayı başarmış mıdır? Aslında onu benden uzaklaştıran nedeni bir anlasam her şey daha kolay olacak gibi.

Bugün Meral'i bundan sonra kendisiyle ilgilenecek olan doktoruyla tanıştırdım. Hastaneye Selim ile beraber gelmişlerdi. Meral doktorun yanındayken de kardeşimle biraz konuşma fırsatı elde ettim. Geldiklerinde bir telefon görüşmesi yapmıştı ve sonrasında belli etmemeye çalışsa da canı çok sıkılmıştı. Bunun da bir sebebi vardı.

Önceden belirtmiş miydim hatırlamıyorum ama Kaan Selim'in öz oğlu değil. Yıllar önce yolları kesişmiş ve o günden beri de gerçek bir baba oğuldan farkları kalmamıştı. Kaan daha çok çok küçükken maalesef ki bir kaza sonucu ailesini kaybetmişti ve onu yanına almak isteyen bir akrabası olmayınca da bu hayatta tek başına kalmıştı. Ta ki karşısına Selim çıkana dek. O dönem her şey çok hızlı ilerledi ve Kaan da resmi anlamda Atahan soyadını alarak ailemizin değerli bir üyesi oldu.

Gelişi Selim'in olduğu gibi hepimizin hayatını değiştirdi. Dedem büyük dede babam dede ben de hayatımda ilk defa amca oldum. Açıkçası bundan da çok memnunum çünkü amca olmayı da bu küçük Atahan'ı da çok ama çok sevdim. Ancak şimdi bir sorun var çünkü Kaan'ın öz amcası olduğunu söyleyen biri çıktı ve onunla tanışmak istiyor. Bu da kardeşimi çok endişelendiriyor çünkü Kaan'ın bunu nasıl karşılayacağını bilmiyor. Şimdi de bu amca yarın ailesiyle birlikte buraya geliyor ve Selim de Kaan'ın isteği üzerine yarın akşam hep beraber olmamızı istiyor. Gideceğiz tabii ki.

Hastaneden çıktıktan sonra Selim ve Meral ile birlikte onların evine gittim. Aslında yemeği dışarıda yemeği teklif edeceklermiş ama hastaneye gelirken Meral'in midesi biraz kötü olduğu için evde yemesinin daha uygun olacağı konusunda bir anlaşmaya vardık. Eve girdiğimizde de Müberra Sultan'ımın mis gibi yemekleri buram buram bütün evi sarmıştı. Bu kokuya çocukluğumdan beri hastayımdır. İşimi gücümü oyunumu her şeyi bırakıp mutfağa koşardım o derece.

Bu sebeptendir ki içeriye girip bu kokuyu hisseder hissetmez "Müberra Sultan'ıma bizim eve geçmesi için transfer teklifinde bulunsam bana kızmazsınız değil mi?" diye sordum. Kabul etmeyeceklerini biliyorum ama yine de bir umuttur soruyorum işte. Meral'in gülümseyerek "Transfer sezonu kapalı ve hiçbir zamanda açılmayacak Ahmet ağabey" demesinin ardından hayal kırıklığına uğradığımı belli ede ede masaya geçtim ama bu keyifsizliğim fazla uzun sürmedi çünkü yemeklerin vahşi cazibesi beni hemen ele geçirdi.

"Selim sen Ahmet ağabeye yarın akşam ki buluşmadan bahsettin mi?"

"Sen doktorun yanındayken biraz konuştuk"

"Kaan'ın öz amcası konusunda sen ne düşünüyorsun Ahmet ağabey?"

"Bence bir çocuğun sahip olabileceği en eğlenceli en zıpır amca"

"Nasıl yani? Sen Halit Bey'i tanıyor musun?"

"Ahmet öz amcanın kendisi olduğu konusunda ısrarcı yani eğlenceli ve zıpır derken kendisinden bahsediyordu. Kusura bakma zıpır dedim ama sen öyle tanımladığın için sırf kibarlık adına farklı bir şey söylemek istemedim"

"Problem değil Selim rahat ol. Halit Bey ile telefonda dahi olsa birebir konuşmadığım için nasıl insanlarla karşılaşacağımız konusunda bir fikrim yok ama bir şekilde iletişim kurulabilecek insanlar olacağını düşünüyorum. Biz olması gerektiği gibi onları en iyi şekilde ağırlar güzel bir tanışma yaşanmasını sağlarız. Çok da sıkıntı yaratılacak bir durum değil bence"

"Aynen öyle"

Selim şaşırtıcı bir şekilde beni onaylayıp konuşmamızda o halde sonlanırken yanımıza Müberra Sultan geldi ve "Ahmet oğlum biraz daha alsana sen Büberra Sultan'ının kuru dolmasını çok severdin" dedi. Meral de bu Büberra muhabbetinden haberdar olmadığı için şaşkınca bize bakıp "Büberra mı?" diye sordu. Güzel bir hikayedir. Ne zaman aklıma gelse gülerim. Aynı şimdi de olduğu gibi...

"Evet Meralciğim Büberra. Ahmet oğlumuz belli bir yaşa kadar adımı bir türlü söyleyemedi ama çok tatlı seslenirdi bana"

"Gerçekten mi?"

"Evet doğru ama bu konuyu kapatabilir miyiz lütfen? Çocuklar bazen yanlış harfler kullanarak isim söyleyebilirler. Ben de onlardan biriyim çok da önemli bir şey değil yani"

"O zamanlar da bunu konu etmemizden rahatsız olurdu"

"Müberra Sultan sen daha fazla anlatma da ben o tencerenin hepsini yemeye razıyım"

"Hadi tamam sustum al bakalım. Selim oğlum sen de çok seversin sana da vereyim mi?"

"Tamam hadi ben de alayım. En küçüğünden olsun ama..."

"Yiyin tabii daha bir tencere var. Meral kızıma da koyalım"

"Teşekkür ederim. Ben de en küçüklerden bir tane alayım ama siz de yiyin ne olur"

"Önce sizi bir doyurayım sonra ben de doyarım"

"Olmaz öyle lütfen siz de oturun artık"

"İyi madem"

Bu konuşmanın üzerine o dönemleri düşünüp tabağımdaki dolmayı çatalımla keserken kardeşime ithafen "Küçükken nöbet tutarak tencereden dolma aşırdığımız günleri hatırlıyor musun Selim?" deyince tüm gözlerin hedefi oldum. Bunu da aramızda halen hafiften hafiften hissedilen mesafe yüzünden söylediğimi yadırgar gibi olunca fark ettim. Neyse ki Selim aramızdaki mesafenin hızla kaybolmasından şikayetçi değilmiş gibi gülümseyip "Hatırlıyorum tabii... Başlarda hep yakalanırdık" dedi.

Yakalandığımız anlar belki o zamanlar değil ama şu an baktığımızda bir hayli komik sahneler yaşanmasına neden olduğu için hepimiz gülmeye başladık. Meral konuyu bilmiyordu ama yine de bize katılıp gülerek "Yakalanınca ne yapardınız?" diye sordu. Aslında yakalanınca ne yaptığımız değil de yakalanmadan önce neler olduğu daha önemliydi. Bir an o güne geri dönmek istedim. Düşünürken bile beni mutlu ediyordu çünkü...

........::::::::__Yıllar Önce__::::::::........
"Selim!"

"Ne oldu?"

"Hadi gel"

"Nereye?"

"Sorma işte gel"

"Olmaz annemin verdiği notları çalışıyorum yemek saatine kadar dersimi bitirmemi istedi. Kontrol edecekmiş"

"Bırak şimdi notları! Ben sana sonra yardım ederim. Bu çok daha önemli"

"Daha mı önemli? İyi tamam geliyorum"


•●●·٠•●●•٠·˙


"Ahmet niçin mutfağa gidiyoruz? Önemli demiştin tüp mü patladı yoksa?"

"Hayır tüp püp patlamadı. Büberra sultan dolma yapmış"

"Büberra değil Müberra"

"Tamam işte Büberra"

"Of Ahmet! Önemli dediğin şey bu muydu? Söyleseydin zaten verirlerdi"

"Sorduk herhalde yeni pişmiş çok kaynak diye vermiyorlar"

"Herkes gibi yemek saatine kadar bekle o zaman"

"Bekleyemem çok acıktım zor durumdayım"

"Ne çok acıkıyorsun sen ya!"

"Babaanneme çektim herhalde tansiyonum düşüyor olmalı"

"Çocuksun sen ne tansiyonu?"

"Bırak soru sormayı! Bak Selim şimdi sen kapıda dur biri gelirse de anlamam için bana ıslık çal"

"Islık olmaz"

"Niye?"

"Olmaz işte"

"Selim söylesene neden olmaz!"

"Nasıl çalınacağını bilmiyorum"

"Ne! Bilmiyor musun? Hatırlat o zaman bir ara sana öğreteyim ıslıksız olmaz. Neyse o zaman birini görürsen sessizce Ahmeeet de..."

"Sen ne yapacaksın?"

"Tencereden dolma alacağım akıllım"

"Akıllım sensin düzgün konuş benimle!"

"Selim dolmalar tencerede dururken kapı önünde kavga mı edelim şimdi?"

"Tamam ne alacaksan al gidelim artık dersimi bitirmem lazım"

"Bekle burada dediklerimi de unutma"

"Ahmet!"

"Ne oldu?"

"Bana da alır mısın? Canım çekti de..."

"Alacağım tabii ama önce ellerini aç"

"Dolmaları avucuma mı koyacaksın? Ellerim yanar"

"Ağabeyler asla kardeşlerinin canının yanmasına izin vermezler. Bunu sakın unutma tamam mı?"

"Tamam unutmam. Teşekkür ederim"

"Önemli değil. Şimdi al şu peçeteleri avucunda tut ben de dolmaları alıp geliyorum"

"Tamam ama çabuk ol korkuyorum"

"Korkma bir şey olmaz yanında ben varım"

"Peki. Düşme sakın"

"Düşmeeem"


•●●·٠•●●•٠·˙


"Ahmet yere döküyorsun dikkat et"

"Sıcak ne yapayım? Hadi aç kapıyı da odamıza girelim"

"Bize çok kızacaklar"

"Kızmazlar merak etme sadece bir daha yapmayın derler ondan da bir şey olmaz. Olursa da ben suçu üstlenirim"

"Emin misin?"

"Herhalde eminim. Çok lezzetliymiş değil mi?"

"Evet çok beğendim artık en sevdiğim yemek bu"

"Benim de öyle"

l3VW3r.png


•●●·٠•●●•٠·˙


"Siz ne yapıyorsunuz bakayım burada?"

"Hıııh! Büberra Sultan!"

"Büberra değil Müberra!"

"Fark eder mi Selim yakalandık görmüyor musun?"

"Eyvah! Annem de geliyor"

"Ahmet! Selim! Bu ne hâl oğlum ne yiyorsunuz siz?"

"Dolma"

"Dolma mı? Niye gizli saklı yiyorsunuz?"

"Kardeşim acıkmış ondan aldık"

"Yalan söyleme Ahmet! Ben ders çalışıyordum beni aşağıya indirip sen dedin alalım diye"

"Olur mu canım sen ders çalışırken karnım gurulduyor demedin mi?"

"Demedim benim üstüme atma! Hani yakalanırsak suçu üstlenecektin?"

"Bir sus Selim bir sus!"

"Şişşt kavga etmeyin! İkiniz de kalkın bakayım ayağa çabuk banyoya üstünüz başınız batmış yaramazlar! Hem neden mutfakta oturup doğru düzgün yemiyorsunuz yemeğinizi?"

"Özür dilerim anne bir daha Ahmet'e uymayacağım"

"Aferin Selim! Suçlu ben mi oldum şimdi?"

"Ya kim olacaktı?"

"Büberra Sultan'da dolma yapmasaydı o zaman!"

"Büberra değil Müberra!"

•●●·٠•●●•٠·˙

Güzel zamanlardı. Annemin varlığıyla dolan o sıcacık evde çok mutluyduk. Çok erken bir kayıp çok... Acısını hissetmediğimiz tek bir günün bile geçtiğini sanmıyorum. Ortam bir anda sessizleşti. Hani dokunsalar ağlarım denir ya şu an eminim ki Selim'de bu anıyı düşünürken aynı benim gibi duygusallaşmıştır. İkimizin de gözyaşı akmasa da hatıralarımız boğazımızda bir yumru gibi kaldı. Koskoca adam olsan da insan yine de dizine kıvrılıp saçını okşayacak bir annenin özlemini duyuyor işte.

Dalgın bir şekilde tabağımdaki dolmayı kurcalarken elimin tutulduğunu hissettim. Kendime geldiğimdeyse Meral bir eliyle benim elimi diğer eliyle de Selim'in elini tutarak "Her düşündüğünüzde böyle içinizi cızlatacak kadar iyi bir anneniz olduğu için çok şanslısınız. Şu an bedenen aramızda olamayabilir ama ardında birbirinden güzel anılar ve bir ömre yetecek kadar sevgi bırakmış" dedi. Gözlerimin dolmasını nasıl engelledim bilmiyorum ama konuşamayıp sadece Meral'in elini teşekkür eder gibi sıkıp gülümsedim. Bizi daha fazla duygusallaştırmadan da konu kapandı.

Beraber sofrayı kaldırdıktan sonra salona geçtik. Gitmeden önce Meral'in his kaybı yaşadığını söylediği eli için uygulamalı olarak bazı egzersizler gösterdim. Selim de unutmamak ve aşamaları eksik yapmamak için bizi izleyip notlar alıyordu ama belli ki bizim gelin hanım Eylül ve bana takık olduğu için elinden çok bize odaklıydı.

"Ahmet ağabey sen yarın saat kaç gibi gelirsin?"

"Aslında duruma bağlı. Beklenmedik bir sorun olmazsa erken çıkabilirim"

"Bence ne yap et erken çık"

"Neden böyle söyledin?"

"Eylül çocuklarla tek başına başa çıkamayabilir. Yardım lazım sanki"

"Eylül'de mi gelecek?"

"Ona yapacağım daveti reddedemeyeceğini düşünüyorum"

"Ahmet ağabey de mi geliyor diyeceksin?"

"Hayır onu dersem hiç gelmez"

"Sağ ol Meral bir insan ancak bu kadar acımasızca bozulabilirdi"

"Özür dilerim ama şu ara senden kaçıyor ve doğal olarak seni görmek istese dahi bu isteğini baskılamaya çalışacaktır"

Derin bir iç çekip "Keşke böyle yapmasa" dedikten sonra Meral'in bana buruk bir ifadeyle bakarak "Özledin değil mi?" diye sormasıyla arkama yaslandım ve tavana Eylül'ün yüzünü düşünerek bakarken de "Siz ikiniz birbirinizi göremediğiniz zamanlarda ne hissediyorsunuz?" diye sordum.

Söylediğinde işte tam da öyle bir his demeyi planlarken kardeşim dalgın bir halde elindeki kağıda karalamalar yapıp sorumu da "Aklımı oynatacak gibi oluyorum. Büyük bir hızla dönen dünya aniden sert bir fren yapıyor ben de o sarsıntıyla birlikte oradan oraya darbeler alarak savrulup duruyorum sanki. Meral'i görememek ona ulaşamamak canımı yakıyor. O an etrafımda olup biten hiçbir şey de umrumda olmuyor. Sadece Meral'i görmek ve onun kokusunu duyup yanımda olduğunu hissetmek istiyorum. Deli gibi istiyorum hem de... Onun varlığı dışındaki hiçbir şey beni sakinleştiremiyor. Özlemim büyümeye başladığında da hayali nereye baksam orada oluyor ve ben ona ulaşamayacağımı ona dokunamayacağımı anladığım her saniye yavaş yavaş ölüyor gibi oluyorum" diye cevapladı. İşte tam da böyle bir his diyemedim hatta şaşkınlıktan hiçbir şey diyemedim. Sen benim kardeşime ne yaptın Meral? Ne olmuş bu adama şaka gibi...

Kardeşimin sözlerinden sonra "Vaaouuv!" dediğim sırada Selim de elindeki kalemin ucunun kırılmasıyla kendisine geldi ama bu sefer de Meral onun elini tutup kardeşimle göz göze gelerek "Senden ayrı kaldığım zamanlar yaşadığımı hissetmiyorum bile. Sanki hayatla olan tüm bağlantım yavaş yavaş kopuyor gibi oluyor. Seninle yeniden bir araya geleceğimiz umuduna sıkı sıkı sarılmazsam sonum ne olur hiç bilmiyorum. Ama iyi bir şey olmayacağı kesin. Ben senin yokluğunu çok acı verici bir şekilde yaşadım sen de benimkini... Bu ikimizde de üzeri örtülse de asla iyileşmeyecek derin yaralar bıraktı. Tüm bunların sonunda elini tutabildiğim gözlerine bakabildiğim sesini duyabildiğim ve senin hayal değil de gerçek olduğunu hissedebildiğim için o kadar çok şükrediyorum ki... Bir daha böyle bir şey yaşamamak için o kadar çok dua ediyorum ki bilemezsin. Ben seni özlemek zorunda kalmak istemiyorum Selim. Hiç istemiyorum" demez mi? Hey hey! Bu ikisi resmen esas çiftten rol çaldılar!

İkisine gözlerim kaymış bir halde bakarken "Umarım özlem temalı konumuzda şimdi de sıra bana geçmemiştir" dediğimde kardeşimde Meral'de bana bakıp güldüler. Gerçi kıskanmaya gerek yok çünkü onların şimdilik bizden çok daha derin bir ilişkileri var. Kıdem farkından ötürü ses etmemeyi tercih edeceğim ama onlara bakıp gülümserken gönlümden geçeni paylaşmazsam da içimde kalacak. Benim de Eylül'e karşı özlemim bunlardan ibaretti çünkü.

Gözlerimin önüne gelen Eylül'ün silüeti eşliğinde "Sizin anlattıklarınız kadar olmasa da içimde günden güne büyümeye başlayan bir özlem duygusu var. Bunun manasını tam olarak adlandıramıyorum ama sanki Eylül'ü görsem kendimi daha iyi hissedecekmişim gibi geliyor. Gün içinde ne zaman boş olsam hastanenin içinde onu görme umuduyla koridor koridor gezip duruyorum. Olur ya belki de arkamdan yine "Hey doktor! Yavaş yürüsene atlı mı kovalıyor?" diye bağırır..." derken zorlukla aldığım nefesi yavaşça geri bıraktım. Aslında gönlümden geçen daha fazlasıydı ama dilimden ancak bu kadarı dökülebildi.

wyeutjktuy.png

........::::::::__Eylül / Ertesi Gün__::::::::........

"Ela çıktım ben!"

"Dur dur nereye bekle!"

"Niye gelmeye mi karar verdin?"

"Yok canım Rüya hâlâ huzursuz evde kalayım ben. Sen de al bakayım şunu"

"Ne bu?"

"Tolga gece geç dönersin diye arabanın anahtarını sana bıraktı"

"Niye böyle bir şey yaptı ki bir taksiye atlar gelirdim"

"Olmaz öyle hadi al şunu"

"Tolga nasıl gitti?"

"Onların bugün Bora ile birlikte işleri vardı. Beraber gidip gelecekler"

"İyi tamam o zaman teşekkür ettiğimi söylersin"

"Sen de selam söyle"

"Söylerim"

Evden çıkıp gecikmemek için koşar adım arabaya gittim ve şoför koltuğuna oturur oturmaz çantamı kenara atıp sıcak olduğu için de ceketimi çıkardım. Artık gitmeye hazırdım ama önce bir çiçek yaptırayım diyorum böyle hep eli boş gitmek olmuyor. Ayıp denen bir şey var değil mi?

Çiçek işini hallettikten sonra arabayı park ettiğim yerin tam karşısında bir oyuncakçı olduğunu fark ettim. Çiçeği arka koltuğa bıraktığım gibi caddenin karşısına geçip hemen dükkandan içeriye girdim. Küçükken doğum günlerimde dilediğim tek dilek sabah uyandığımda odamın bir oyuncakçı dükkanı kadar dolu olmasıydı. Hatta belli bir yaşa kadar okul çıkışlarında yakınlardaki bir oyuncakçıya gider oranın odamın içi olduğunu hayal ederek gezdikten sonra eve giderdim. Yani derdim oynamaktan çok seyretmekti.

"Nasıl yardımcı olabilirim?"

"7- 8 yaşlarında bir erkek çocuğu için hediye bakıyorum"

"Nelerden hoşlanır?"

"Şey... Aslında o kadarını bilmiyorum ama resim yapmayı sevdiğini duymuştum"

"Tamam o halde size boya takımlarımızı gösterelim"

"Olur"

Kızı da bayağı uğraştırdım ama sonunda siyah yapraklı bir resim defteri ve o deftere yazmak için rengarenk metalik kalemler aldım. Kaan'ın da Eylül ablasının çam sakızı çoban armağanı olan bu hediyesini seveceğini düşünüyorum. Oyuncakçıdan çıkıp doğru arabaya geçtim ve Merallerin evinin yolunu tuttum.

Radyoyu açıp yola konsantre olunca da çok sürmeden evin önüne geldim. Hediyemle çiçeğimi de aldıktan sonra arabadan çıkıp eve doğru yürüyerek zile bastım ve beklemeye başladım. Birkaç saniye içinde kapı açıldı ve Müberra Hanım beni içeriye davet ederek elimden çiçeği aldı. Selamlaştıktan sonra Meral'i sordum ama uyuyormuş. O sırada da aşağıya "Hoş geldiniz" diyen Kaan indi. Bu ne resmiyet böyle!

Unutmadan hemen hediyemi uzatıp "Bu Eylül ablandan bir hatıra bakalım beğenecek misin?" dediğimde bana şaşırarak bakıp "Benim için mi?" diye sordu. Niye şaşırdı ki? Başımı sallayıp "Evet senin için hadi açsana" dedim. Hemen yere oturdu ve paketi heyecanlı gözlerle açmaya başladı. Ben de onunla birlikte oturup görünce vereceği tepkiyi bekledim. Sonunda defteri ve kalemleri eline alıp tebessüm ederek inceledikten sonra bana doğru baktı ve gözleri ışıldayarak "Bunlara çok ihtiyacım vardı. Teşekkür etmek için sarılabilir miyim?" diye sordu. Çok mu ihtiyacı varmış? Ah kıyamam ona halbuki babası annesi hatta amcası dedesi ona kim bilir neler neler alıyordur ama bu küçük çocukta insanın gönlünü pek bir güzel alıyor valla.

Kollarımı açıp "Tabii gel bakalım" dediğimde oturduğu yerden kalkarak sıkıca boynuma sarılırdı ve o sırada da bana hediye için teşekkür etti. Bir an ben de kendimi ona sıkıca sarılırken buldum. Gerçi benim daha çok bebeklerle sorunum var ama Kaan benim büyük yaşlarla alakalı sıkıntılarımı da bertaraf edebilecek bir çocuk galiba...

"Ee! Ne yapıyorsun bakalım?"

"Misafirler gelmeden önce ödevlerimi yapmam gerekiyor ama anneme uyuyor diye bana yardım edip edemeyeceğini soramıyorum. Sen bana yardım eder misin Eylül abla?"

"Ben mi?"

"İstemezsen mecbur etmek istemem ama kabul edersen çok mutlu olurum. Tek başıma yapmakta biraz zorlanıyorum da"

"İyi tamam hadi gel yapalım"

"Teşekkür ederim. Önce matematikten başlayalım mı?"

"Matematik mi? Aslında şimdi aklıma geldi benim biraz..."

"Şaka yaptım!"

"Matematik ödevi yok mu yani?"

"Hayır yok"

"Çikolata üstüne yemin ederim de"

"Ne?"

"Çocuk yemini bu hiç duymadın mı?"

"Hayır duymadım?"

"Tamam şimdi duydun. Hadi şimdi de ben duyayım"

"Çikolata üzerine yemin ederim ki matematik ödevim yok"

"İyi madem hadi vazgeçmeden önce götür beni odana da başlayalım bir an önce şu ödevlere"

"Tamam hadi gel yukarıya çıkacağız"

"Dur dur koşma!"


........::::::::__1 Saat Sonra__::::::::........


"Meral... Meralciğim hadi kalk"

Meral'e onca seslenmemin ardından anca son sefer de omzunu tutunca gözlerini açabildi. Beni görünce de biraz afalladı gibi. Planlı bir uyku değildi herhalde. Koltuktan doğrulup ne zaman geldiğimi sorunca ben de bir saat kadar olduğunu söyleyip yanına oturdum. Kendisine gelince de merhabalaşıp sarıldık. Gözleri etrafı tararken de endişeli bir yüz ifadesiyle "Kaan nerede? Okuldan geldi değil mi?" diye sordu. Geldi geldi! Hatta senin oğlan beni ders çalışmaya diye odasına çıkarıp resmen sorguya çekti diyeceğim olmayacak. Ama öyle oldu. Kaan şu bir saat içinde bana sorulmadık soru bırakmadı desem yeridir. Aşağıya nasıl kaçtım bir Allah bir de ben biliyorum.

"Odasında merak etme"

"Keyfi nasıl?"

"Yerinde gibi görünüyor. Derslerini yapan bir çocuğa göre üzerinde gereksiz bir neşe vardı"

"Bunu duyduğuma sevindim çünkü o rol yapabilen bir çocuk değil. Mutluysa da üzgünse de bunu alenen belli ediyor"

"Benim için aynı şeyi söyleyemeyiz çünkü Kaan'ın ders notlarına kafa yorarken okul günlerimi hiç özlemediğimi fark ettim"

"Ödevlerini beraber mi yaptınız?"

"Evet"

"Yardım etmeni o mu istedi?"

"Evet o kadar tatlı bakıyor ki insan o surata bakarak hayır diyemiyor"

"Öyle gerçekten"

"Az önce de beni soru yağmuruna tuttu"

"Ne sordu ki?"

"Neler sormadı ki! Annemle ne kadar zamandır tanışıyorsunuz? Çok mu yakınsınız? Kardeşin var mı? Ailen nerede yaşıyor? Evli misin? Evlenmek istediğin biri var mı? Bir daha mankenlik yapacak mısın? gibi bir sürü soru sordu. Hatta bir ara iltifatlar yağdırıp bence mankenlik yapmalısın çünkü resimlerde en az annem kadar güzel görünüyordun dedi"

"Bak sen!"

"Parfümümün kokusunu da beğendiğini ve çok zevkli bir seçim olduğunu söyledi. Ama en bombası da önce kaç yaşında olduğumu sorup sonra da babasının ona kadınların yaşının sorulmaması gerektiğini söylediğini hatırladığı için benden özür dilemesiydi"

"Eyvah!"

"Kaç yaşındasın dedikten sonra yüz ifadesi saniyeler içinde birçok kez değişime uğradı ve en son utancından yerin dibine girmiş gibi bakarak özür diledi"

"Aah! Kıyamam ona biliyorum o hallerini"

Aslında başka şeyler de sormadı değil. Ufaklık yaşından beklenmeyecek olgunlukta olduğu için beni biraz terletti tabii. Gülümserken aniden ifademi ciddileştirip "Bir de şey sordu" dediğimde Meral de bana tebessüm ederek "Ne sordu?" dedi. Böyle deyince anlayamadı tabii haklı. Ben de bunu söyledim ama nasıl dile getireceğim bilmiyorum. Konuşmanın nereye gidebileceğini hesap etmeye çalışırken aniden "Amcam seni üzecek bir şey mi söyledi diye sordu" dedim ve Meral'in tepkisiz kalmasıyla derin bir nefes alırken de sözümü "Size son gelişimde amcasıyla aramda bir soğukluk olduğunu hissetmiş ve bunun nedenini anlayamamış" diyerek noktaladım. Bunu söylediğimde bir süre sessizlik yaşandı ama sonra Meral bana manalı bir ses tonuyla "Ahmet ağabey seni üzecek bir şey söyledi mi Eylül? Ya da kıracak herhangi bir harekette bulundu mu? İncitti mi acıttı mı seni?" diye sordu.

Bunların hiçbirini yapmadı. İtiraf ediyorum ki o bana onca eksisine rağmen yine de dosdoğru ve tüm kartları açık olarak geldi ama ben korktum. Farkında olarak ya da olmayarak ona kapılmaktan sonra da canımı yakmasından daha doğrusu ağır hasarlı raporu almış kalbimi yerle bir etmesinden deli gibi korktum. Belki Buğra'yı kafamdan iyi ya da kötü her anlamda silip atabilmiş olsam önüme çok daha duru bir ruhla bakacağım ama bunu şimdi yapamıyorum. Bu kadar berbat bir haldeyken sağlıklı bir karar veremeyip yağmurdan kaçarken doluya yakalanmak istemiyorum.

Meral'in sorusunu belki sözlü olarak değil ama ifadelerimle cevapladıktan sonra başımı geriye atıp tavana bakmaya başladım. O bembeyaz tavanda doktorun yüzünü gördüğüme yemin edebilirdim ama aklımı kaçırdığımı düşünmeni istemediğim için söylemeyeceğim.

"Bu akşam doktorda geliyormuş"

"Sadece o değil ki Selim dede ve Haluk baba da gelecek. Kaan Halit Beyler geldiğinde herkesin yanında olmasını istedi. Güvende hissetmek istiyor olmalı"

"Atahanlara çok güveniyor değil mi?"

"O da bir Atahan ve evet ailesine sonsuz güveniyor"

"Bir çocuğun güvenini kazanmak kolay gibi gözükse de aslında zordur derler"

"Evet öyle galiba. Bence Kaan da doğru insanların yanında olduğunu hissettiği için onlara bu kadar güven duyuyor"

"Ya sen?"

"Anlayamadım"

"Sen Selim'e ne zaman güven duymaya başladın?"

"Bilmem. Aslında düşünüyorum da ona karşı hiç güvensizlik hissetmedim. Ondan o kadar eminim ki belki de kendime bile o kadar güvenmiyor olabilirim. Bu zamana kadar beni hayal kırıklığına uğratacak hiçbir şey yapmadı. Gerçi benden habersiz ailemi nikahımıza çağırdığında biraz sarsılır gibi olmuştuk ama şimdi anlıyorum ki bu yaptığı zor ama çok doğru bir hamleymiş"

"Birbirlerine benziyorlar mı?"

"Kimler?"

"Doktor ve kardeşi"

"Hayır benzemiyorlar. Onlar birbirinin tam zıttı gibi. Ahmet ağabey ne kadar neşeli ve eğlence yönü gelişmişse Selim de bir o kadar sakin ve durağan bir adam. Ya da Selim ne kadar duygusalsa Ahmet ağabey o kadar mantık odaklı"

"Hmm... Anladım"

"Ama ortak yönleri de yok değil"

"Ne gibi?"

"Mesela ikisine de sonsuz bir şekilde güvenebilirsin çünkü yanındaki insanları asla ortada bırakmazlar. Kendileri zor durumda kalsalar dahi bu böyledir. Ayrıca ikisi de ailesine son derece düşkün. Çocukları da çok seviyorlar. İletişim kuruş tarzları çok başarılı. Başka... Aah! İkisi de güzel seven adamlar. Bir de ikisi de kuru dolmayı çok seviyor"

"Güzel sevmek konusunda Selim tamam da doktoru gördük! Kaç zamandır Bayan Sağ Kol'a açılamamış bile"

"Ben açılamama sebebini anlıyorum galiba"

"Ben de öğrenebilir miyim?"

"Kendisini koruyor"

"Kendisini mi koruyor?"

"Evet öyle. Daha doğrusu önemsediği duygularını ve kırılmasını istemediği kalbini koruyor"

Meral'in söyledikleri aklıma doktorun bana tanıtım gecesinde terasta söylediklerini hatırlattı. Haklı olabilir yani kırılmasından korktuğu kalbini korumak konusunda. Hani işaret parmağını hafif hafif kalbimin üzerine vurarak "Korumaya al onu... İncinmesine kirletilmesine yıpratılmasına izin verme. Camdan bir fanustaymış gibi sakla her türlü kötülükten. Yerini de kimseye söyleme... Bırak sadece içindeki güzelliği gerçekten fark edebilen bulup açsın kapılarını. O zaman da kulağına fısıldanan sözlere güven ki değer bulacağı gönüllerde atmaya devam edip hak ettiği güzellikleri yaşasın" demişti ya... Ben de bir itirafta bulunup etkileniyorum galiba demiştim. Gerçekten etkilenmiştim. Galibası falan yoktu. Hatta tekrardan düşününce o sözlerin ilk andaki tesirinin hâlâ devam ettiğini bile söyleyebilirim. Böyle sözler söyleyebilen biri aynı zamanda birinin kalbini bile isteye kırabilir mi? Kıramaz galiba.

Bu düşüncelerden sıyrılıp Meral'in sözlerine karşılık "Duygularını ve kalbini cam bir fanustaymış gibi saklıyor yani" dediğimde Meral de beni onaylayarak "Aynen öyle. Kendi sevgisinden emin ama gidip itiraf ederse karşısındaki kadın kii burada Derya Hanım gibi bir kadından bahsediyorum" dedi. Tabii ben de hemen lafını devam ettirip tek kaşımı kaldırarak "Ben ona hâlâ kod adı Cilveli Köstebek" diyorum" dedim. Birkaç gündür adını anmadım valla insan özlüyor çemkirmeyi...

"Alemsin Eylül. Konumuza dönersek eğer..."

"Dönelim"

"Derya Hanım bildiği takdirde bırak Ahmet ağabeye istediği karşılığı vermeyi hislerini bile önemsemeyebilir. O da bunu biliyor bence ve ondan emin olmadığı için kendisini incitme şansını avuçlarına vermiyor"

"Biz de birbirimize pek benzemiyoruz o zaman"

"Kiminle?"

"Doktorla"

"Ne yönden?"

"Baksana benim yaptığım hatayı yapmayacak kadar akıllı bir adam gibi görünüyor"

"Olumlu konuştun"

"Efendim?"

"Ahmet ağabeyle ilgili pozitif bir şey söyledin. Bu iyi bir şey..."

"Öyle yaptım galiba"


bkWr5b.gif

Konuşmanın doğal akışı beni planlamadığım şeyler söylemeye doğru sürükleyince ayağa kalkarak "Ben içecek bir şey alayım. Bence sen de üzerini değiştirsen iyi olur. Herkes yavaş yavaş toplanır artık. Hadi gel önce seni odana çıkarayım" dedim. Ameliyattan sonra hâlâ denge problemi yaşama olasılığı olduğu için destek alması gerekiyor da o yüzden odana çıkarayım dedim.

Birlikte salondan çıkarken mutfak tarafından önümüze Kaan fırladı. Meral'i uyanmış görünce de beline sarılıp "Geldiğimde uyuyordun ama ben duymayacağını bilsem de yine de seni merhaba anneciğim ben geldim diyerek öptüm" dedi. Bak sen şu tatlı dilli bilmişe! Bizim oralarda ne dilli çocuksun sen denir böylelerine...

"Keşke o an uyanıp ben de sana hoş geldin oğlum diyebilseydim"

"Bana oğlum dedin. Hep de olur mu?"

"Olur derim. Bir centilmenlik yapıp beni yukarıya çıkarır mısınız beyefendi?"

"Büyük bir zevkle hanımefendi"

"Eylülcüğüm sen zahmet etme gördüğün gibi biz beyefendiyle beraber çıkıyoruz"

Aaa aaa yesinler havanızı! Bir onlara bir de kendi zavallı halime bakıp hafiften kıskanarak "Hayaller ve hayatlar! Beni mutfağa kadar geçirecek böyle nazik bir beyefendi bulsam hemen evlenirdim" dedim ama tam arkamı dönüp mutfağa girecekken bizim büyümüşte küçülmüş olan küçük beyefendi bana gayri ihtiyari bir şekilde "Üzülme gelince amcama söylerim o da sana yardım eder" demez mi? Şoook!

Duyduğum şeyi doğru anlayıp anlamadığımı bilemediğim için şaşkınlıkla olduğum yerde kaldım ve hemen ardından da yeniden onlara doğru döndüm. Meral tahmin edileceği üzere kendisine hakim olamayıp yüzüme karşı gülmeye başlamıştı bile. Ufaklıkta şirin şirin gülümsüyordu ama yine de bozuntuya vermemek gerektiğini düşündüğüm için ciddi bir şekilde hafifçe öksürüp "Neyse bu söylediğimi unutun. Ben kendi kendime de yolu bulurum. Zahmet etmesin yani..." dedim. Meral de sağ olsun hâlâ gülüyor pek eğlendi maşallah! Ona gülmeyi bıraksın diye gözlerimi belerttim ve o şekilde mecburen ortamı terk edip mutfağa dalmak zorunda kaldım. Benim bir turşu ya da kuru yemiş kavanozu bulmam lazım. Çıkardığı ses sebebiyle düşünmemi engelleyecek herhangi bir şey de olur tabii.


........::::::::__Ahmet__::::::::........

"Tamam Selim ben gelirken hallederim. Hiç merak etme oyuncak dünyası benden sorulur"

"Sağ ol Ahmet ben fazla anlamıyorum biliyorsun"

"Mühim değil sen düşünme dediğim gibi ben hallederim. Peki çocukların yaşları kaçtı?"

"Harun Kaan ile aynı yaşlarda Ece Nur da henüz 7 aylık"

"Pekala olmuş bil. Evde görüşürüz"

"Görüşürüz"

Selim'in isteği doğrultusunda hastaneden çıktıktan sonra ilk olarak bir alışveriş merkezine gittim. Kaan ile sık sık geldiğimiz bir oyuncakçı var ve ben aradığım şeyleri orada elimle koymuş gibi bulacağımdan adım gibi eminim.

İçeriye girer girmez her zamanki gibi gözlerimle etrafı hızlıca bir taradım. Yeni gelen oyuncaklar varsa dikkatimden kaçması imkansızdı. İlk önce Harun'un hediyesini seçip sırasını savmak istiyorum çünkü erkek çocuklarına yönelik oyuncaklar konusunda daha başarılıyım. Böylece vakit kaybetmeden minik hanımefendinin de hediyesini seçecek yeterli zamanım olacaktı.

Kaan ile favorimiz olanlar köşesine gidip ortada duran kumandalardan birini reyonlara göz gezdirerek elime aldım. Henüz hangi oyuncağa ait olduğunu anlayamadım ama birazdan acı bir şekilde öğreneceğim çünkü kumandalı araba çıkmasını bekleyip ileriye basmamla birlikte arkamdan yaklaşan helikopter kafama öyle bir çarptı ki neye uğradığımı şaşırdım. Tabii bana çarpıp hızla irtifa kaybetmesi sonucu da elim bir kaza yaşadık. Rezil olmuş bir halde eğilip artık çalışmayan helikopteri hayata döndürmeye çalışırken bana tuhaf tuhaf bakan kasa görevlisiyle göz göze gelince mecburen zoraki bir tebessümde bulunup "Hesaba yazarsınız" dedim. Dükkanı yıkmadan önce buradan hemen çıkmam lazım.

Harun'un hediyesini hallettikten sonra küçük prenseslerin diyarına bir giriş yaptım. Harun'a yarış arabası parkuru aldım da kız oyuncakları konusunda biraz acemi olduğumu kabul etmek zorundayım. Fikir yürüteceğiz başka çaresi yok. O da olmadı yardım isterim. Ece Nur'un 7 aylık olduğu göz önüne alınırsa eğer bulduğu her şeyi ağzına sokuyor olmalı. Yani tüylü ya da küçük parçalar içeren bir oyuncak hiç uygun değil derken tam karşımda beni kucağına al tatlılığıyla bakan koalayı gözüme kestirdim. Elime aldığımda dokusu da çok güzeldi ve öyle diğer peluş oyuncaklar gibi tüylü tüylü değildi.

Aaaa! Kutusunda burnuna basılınca ses kaydı yaptığı belirtilmiş. Hemen bir deneme yapalım o zaman. Koalayı yüzüme yaklaştırıp burnuna bastıktan sonra ilk aklıma geleni söyledim ve "Eylüüül" dedim. Hemen ardından kaydolan sesi dinleyip yüzümü gülümsetince de kutusuyla birlikte bir tane koala aldım. Elimdekini de bırakasım gelmedi. Çok tatlı Eylül diyordu çünkü. Teşhir ürünü ama olsun mecburen onu da alacağız. Belki bir gün onu da Eylül'e veririm ya da sadece hatıra kalır.

Oyuncak işi hallolduktan sonra hazır buraya kadar gelmişim bitmek üzere olan parfümümü de alıp öyle çıkayım istedim. Üst kata çıkıp merdivenlerin başında olan parfümeriye girdim ve hiç uğraşmadan direkt parfümümün ismini söyleyip gelmesini beklemeye başladım. Bekliyorum çünkü kalmadığını arka tarafa bir bakacaklarını söylediler. Ben de o sırada sıkılmamak için etrafta gezinip dikkatimi çeken parfümlerin kokularına bakmaya başladım. Birkaç dakika sonra da kendimi kadın parfümlerinin içinde harıl harıl koku avına çıkmış bir halde buldum. Öyle böyle değil neredeyse elime geçen her parfümü kokladım. Bunu niye yaptığımı da bilmiyorum ki...

O sırada parfümüm geldi ve bana yardımcı olan genç hanım "Aradığınız koku konusunda yardımcı olabilir miyim?" diye sordu. Kıza baktım ama bir şey de diyemiyorum ki sadece manasızca bakınıp "Aslına bakarsanız ne aradığımı ben de bilmiyorum" dedim. Kızın elinden teşekkür ederek kendi parfümümü aldığımda da olduğum yerden son kez etrafa bir göz attım. Aradığım şey ile alakalı bir ipucu yakalamaya çalışırken gözüme "Çekici Kadınların Tercihi" yazan bölüm çarptı.

Bu yazıyı görür görmez hiç düşünmeden o yöne doğru gittim ve gözüme çarpan parfümleri tek tek koklamaya başladım. Tam o anda da bir şey oldu. Şişesi kırmızıdan siyaha doğru degrade bir şekilde geçiş yapan parfümü elime alıp kokladığımda aranan kokuyu bulduğumu anladım ve bunu da gözlerimi kapatıp kokuyu içime çekerken "Eylül" diyerek tasdikledim. Deminden beri aradığım koku onun kokusuydu demek ki...

Gözlerimi kapatıp Eylül'ü bu parfümü boynuna sıkarken düşünürken tam bana çekici bir bakışla gülümsüyordu ki bir anda yanıma gelen kızın "Aradığınız parfümü buldunuz galiba" demesiyle caanım sahne tuzla buz oldu. Sinir oldum tabii. Eylül ile arama giren genç hanım ters ters bakmam yüzünden biraz tedirgin olsa da hemen kendime gelip güler bir yüzle "Bunu da alıyorum" dedim. Hediye işleri bitince de hemen en kısa yoldan otoparka indim ve kardeşimin evine gittim.

Arabayı park edip hediyeleri alırken Eylül'ün parfümünü şimdi zamanı değil gibi geldiği için torpido gözüne koydum ve oyuncakları alarak kapıları kilitledim. Evin ışıkları açıktı ve ben de pencerelerden Eylül'ün gelip gelmediğini anlamaya çalışarak bakıp kapıya yaklaşıyordum. Zile bastığımda tek istediğim şey gecenin bir bölümünde Eylül ile bir şeyleri yoluna koymuş olabilmekti. Daha önce hiçbir kadının beni bu kadar heyecanlandırdığını hatırlamıyorum.

O sen misin Eylül?

Kulağıma beni buldun sakın kaybetme diyecek olan kadın sen misin yoksa?

drtufyıgthıuoışpojhgfyt.png


•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.523
Tepki
84.169
Puan
113
Konum
İstanbul

15e61d8438b64544153741403691.gif


16.Bölüm : Bu defa sen kazandın doktor...


........::::::::__Eylül__::::::::........

Misafirler geldiğinde hepimiz onları karşılamak için koridora çıktık. Ben geride kalıp olanları izlemekle yetindim tabii. Merhabalaşmalar sırasında iki kuzenin ilk kez karşı karşıya gelişleri de ayrı bir olaydı. İki minik önce tebessümle birbirlerine baktı sonra da ortak bir noktada buluştu. Kaan ile Harun birbirlerini dikkatle incelerken Kaan'ın söze girişi hepimizin duygu durumunu alt üst etti çünkü gayet safiyane bir şekilde "Buradaki ailemden başka hiç kimse beni merak etmemişti. Senin dışında... Beni merak ettiğin ve ısrarla görmek istediğin için çok teşekkür ederim Harun. En çok da bu yaptığınla beni yıldızların yanından izlediklerini düşündüğüm anne ve babamı mutlu ettiğin için teşekkür ederim. Eminim Selim babam gelmeden önce benim bir başıma kaldığımı gördüklerinde çok üzülmüşlerdir" dedi. Beni bilirsin öyle çok çabuk duygusallaşabilen hassas bir kadın değilimdir ama benim bile gözlerimin nemlenmesine yol açtı bu sözler.

Küçücük bir çocuğun hayatta tek başına kalması bir yana kendisinden çok ölen anne ve babasının üzülmesine ne acı bir şey. İyi ki o dönem Selim çıkmış karşısına da Kaan'da Atahan ailesi gibi muhteşem bir ailenin kanatlarının altına girmiş. Gördüğüm kadarıyla aile onu evlatları gibi sarıp sarmalamış tüm sevgilerini de esirgemeden göstermiş. Kaan desen o da ailedeki her bireye karşı büyük bir sevgi beslediğini açıkça belli ediyor.

Ufaklıkların sarılışlarını izledikten sonra o duygusal havadan sıyrılabilmek adına kapısının önünde durduğum salona doğru baktım. Aslında daha çok Selim dedeye baktım. O kadar tatlı bir ihtiyar ki oturduğu yerden bile yüzümü güldürmeyi başardı. Biz dedeyle neler olduğuna dair kaş göz işaretleriyle anlaşırken kulağıma da Halit Bey'in sesi geldi. Merakımdan yeniden önüme döndüm tabii.

"Merhaba Kaan ben de Halit amcanım. Seni yeniden gördüğüme çok sevindim. En son karşılaştığımızda sen küçücük bir bebektin ama şimdi kocaman bir delikanlı olmuşsun"

Ortam Kaan'ın "Hoş geldiniz..." dedikten sonra sözünü soğuk bir tavırla "Halit Bey" diye tamamlamasıyla gerilmişken kapının zili tekrardan duyuldu. Herkes Kaan'ın amcasına koyduğu resmi tavır karşısında donup kalmışken Selim'in kapıyı açmasıyla Kaan bizlerin aksine büyük bir sevinç yaşayıp "Yaşasın amcam geldi!" dedi. Amcam derken de altını kalıncana bir çizdi hani.

Orada bulunanların yüzüne şöyle bir baktım da herkes mesajı almışa benziyordu. Küçük bey az önce resmen doktordan başka birini amca olarak kabul edemeyeceğini bizlere alttan alta belli etti. Kaan kucağına atladığı doktorun boynuna sarıldıktan sonra yanağını öperek "Hoş geldin Ahmet amca seni çok özledim" dediğinde öz amcaya şöyle bir baktım da üzüldü ama yine de belli etmemeye çalıştı adam.

Bu esnada doktor efendi de Noel Baba gibi rengarenk ışıl ışıl torbalarla teşrif ettiği için haliyle epeyce bir dikkat çekti. Kaan onun kucağından inmeye çalışırken "Ne getirdin amca?" diye sorunca kapıdan zar zor geçip elindekileri yere bırakarak "Bunu babana sor çünkü siparişleri o verdi. Ben sadece aracı oldum" dedi. Küçük beyin gözleri torbalarda ufak tefek hediyeler olduğunu söyleyen babasına doğru kayarken o sırada biz de doktorla göz göze geldik. O bana ben ona öylece bakıp kaldık.

esrdgyhj.jpg


Ona bakarken içimden de "Görüşmeyeli ne kadar oldu ki?" diye saçma sapan bir soru geçti. Özlemek ile alakası yok manasız alelalde bir meraktı sadece. Ayrıca ne kadar olduysa da oldu. Ne yapacağım yani gün gün saat saat çetelesini mi tutacağım? Yok artık daha neler!

Doktor Halit Bey ile el sıkışıp tanışma merasimine başlarken sürekli bana bakınca bir an "Önüne dön be adam!" diyesim geldi ama ortam uygun olmayınca diyemedim yoksa hiç çekinmez derdim. Dikkatimi başka tarafa vermeye çalışırken de doktorun Ece Nur'un yanağını okşayarak "Sen ne kadar güzel bir prensessin öyle" demesiyle yeniden ona baktım. Bu sefer ki bakışım meraktan değildi. Sadece içten içe tempo tutarak "Isır elini Ece Nur!" derken bu dediğimi yapacak mı diye bakıyordum. Ancak bunu yapmadığı gibi bir de kollarını açıp doktorun kucağına gitmeye çalıştı çocuk.

İsteğine de kavuştu. Doktor küçük kızı güldürmek için komik komik yüz ifadeleri yaparken bir yandan da onu annesinin kucağından aldı. Ece Nur da onun mimiklerine gülüp minicik eliyle doktorun ağzını kapatıyordu. Hey Allah'ım! Küçücük kızı bile ilk dakikadan bağladı ya ben bu adama ne diyeyim gerçekten bilemiyorum.

Bu sahne sonrası doktorun çocuk gördü mü dünyayı unuttuğunu bizzat şahit olarak anlamış oldum. Sanki birazdan yere oturup küçük kızla beraber oyun oynamaya başlayacakmış gibi. Hani bazı babalar vardır ya kız çocuklarının parmaklarına rengarenk ojeler sürmesine ya da saçlarına tokalar takmasına izin verir hatta oturup onlarla hayali bir çay davetine katılır. İşte doktor da büyük ihtimalle o tür adamlardan...

"Peki bu küçük hanımın yakışıklı ağabeyi nerede?"

"Buradayım"

"Merhaba Harun hoş geldin"

"Merhaba efendim"

Doktor Kaan'a destekleyici bir göz kırpıp "Kuzenler sonunda buluştu demek" derken Meral ile Selim de misafirleri salona yönlendirdi. Ben de ne diye hâlâ burada duruyorsam! Şimdi gelecek bir şey diyecek konuşmak istemediğimden yüzüne çok meraklısıymışım gibi boş boş bakmak zorunda kalacağım. Bak hâlâ duruyorum! Doktor kucağındaki Ece Nur'u annesine geri verdikten sonra tam da tahmin ettiğim gibi yanıma yaklaşıp ne tepki vereceğimi bilememenin tedirginliğiyle "Nasılsın Eylül?" diye sordu. Nasıl olayım? Değişen bir şey yok hâlâ iç güveysinden halliceyim işte!

Bakışlarının hedefi olduğumu görmemek için başka yöne bakarak ciddi bir tavırla "İyiyim doktor bir sorun yok" dedim. Biliyorum şu an aranızda "Sen de ona nasıl olduğunu sorsana Eylül!" diyerek saçını başını yolanlar vardır. Meral gibi mesela... Ama yok sormayacağım çünkü konuşmanın daha da ilerlemesini istemiyorum. Gerçi böyle suskun kalınca da laf yedim iyi mi!

Doktor efendi resmen haliyle tavrıyla bana bile bile laf çarparak "Sorma gereği duymadın ama yine de söyleyeyim. Ben de fena değilim Eylül" deyip salona girince kafam attı ve çatık kaşlarla koltuğa oturmasını izleyip sonra da boynumu çat çut çıtlatarak salona daldım... Yani girdim. Öyle korkupmuş tırsıpmış falanmış filanmış diye uzakta bir köşeye oturacağım da yoktu. Bu yüzden içeriye girdiğim gibi direkt gidip yanına oturdum. Biraz da sert bir iniş oldu galiba çünkü adam bir an yerinden fırlayacak gibi oldu. Ama sor bakalım bu benim umurumda mı? Hemen düşünüyorum. Aaa! Zerre kadar değilmiş...

"Ne yani şimdi de ergenler gibi birbirimize laf çarpma aşamasına mı geldik?"

"Biz hangi aşamadaydık ki?"

"Biz henüz bir aşamaya gelememişler aşamasındaydık doktor!"

9gyZa9.gif


"Aslında gidişat level atlamaya uygundu ama oyun nedenini anlayamadığım bir anda arıza verdi yoksa çoktan bitirmiştim elimden kurtulma şansı yoktu"

"Neden bahsediyorsun sen ya! Konsol oyunu muyum ben?"

"Benzetme yapıp sempati kazanmak istedim ama oyun yine çöktü. Sanırım kurulumunda bir hata var"

"Hay ben senin oyununa da benzetmene de..."

"Bir şey mi dedin?"

"Baştan alayım mı? Söylemek istediğim sözün tam versiyonu bayağı etkileyici çünkü! En benim diyen adam bile üç gün kendine gelemez"

Sinir bozucu bir ifadeyle gülümserken bir an Harun tarafından Kaan'a hediye edilen oyuncağı görüp olaydan koptu ve "Helikopter mi o? Bayılırım!" diyerek konuşmaymış benmişim unuttu gitti adam! Gitmek için izne bile ihtiyaç duymadı o kadar yani. Yanımdan kalktığı gibi çocuklarla birlikte koridora oyun oynamaya giderken ben de resmen sap gibi ortada kaldım. Söylemedi demeyin bir gün elimde kalacak bu adam!

Ama yok! Bu kadarla da kalmadı. Doktor efendinin havalandırdığı helikoptere sinirden gözlerimi devire devire bakarken bir anda bir yerlerden "Eylüüül" diye bir ses gelmez mi? Hem de doktorun sesiyle! Hemen arkasından da daha beteri oldu çünkü doktorun sesiyle olan bu ses salonun içinde "Eylüüül... Eylüüül... Eylüüül" demeye devam etti. Biri sustursun şunu!

Salondaki tüm gözlerin önce sese sonra da bana doğru döndüğü düşünülecek olunursa ne kadar rezil ne kadar da kepaze olduğum anlaşılmıştır herhalde. Ben de sesin nereden geldiğini bu vesileyle anlamış oldum. "Eylüüül Eylüüül" diye bağıran koalanın doktorun Ece Nur'a aldığı hediye olduğunu görünce ismimin o koalanın içine nasıl kaçtığını düşünmeden edemedim. Hadi diyelim ki bir şekilde kaçtı. Yahu silsene be adam!

Yerin dibine girdim ama hiç de çaktırmıyorum. Çaktırmamaya da devam edip üzerimdeki gözlere karşı "Doktor işte! Çocuk ruhlu bir adam yine kendisini eğlendirecek bir şeyler bulmuş" dedikten sonra oturduğum yerden kalkıp barut olmuş bir halde salondan çıktım. Adımı oyuncak bir koalanın ağzına sakız eden doktor efendiye iki çift lafım var çünkü!

Koridora çıktığımda Kaan ile Harun helikopter yarışı yaparken doktor da onlara bugün oyuncakçıya gittiğinde başına helikopter çarptığından bahsedip çocukları güldürüyordu. Bir de keyifliler ki sormayın. İçeride olanları duymadılar herhalde ama ben şimdi ilgili şahsa bizzat iletirim merak etmesin.

Tam doktorun omzuna bana doğru dönsün diye işaret parmağımla vuruşlar yapmıştım ki çocuklarda aynı anda bir muzurluk yapıp helikopterleri doktora doğru yönlendirdiler. Eee! Çocukları güldüre güldüre başına helikopter çarptığını anlatırsa onlar da bu sahneyi canlı görmek ister tabii. Ama bu sırada olan bana oldu çünkü helikopterler hızla yaklaşıp doktorda kendisini kurtarmak isterken başını eğerek arkasını dönünce ve de arkasında da bendeniz olunca... Küüüt!

Sadece çarpsak iyiydi. Koca adam üstüme kapaklanır gibi olunca düşmemek için refleksle birbirimize tutunduk ve o hengamede de haliyle ağzımız burnumuz birbirine girdi. Başlayacağım şimdi bunların oyunlarına da helikopterlerine de he!

Gözlerimi birkaç santim ötede duran gözlerinde gezdirerek ilk şoku atlatırken bir an geriye düşmemem için sırtımı saran elin kıpırdadığını fark edip dikkatimi ona verdim. Gözlerimi çekince doktor da sırtımdaki elinden destek alarak beni kendisine doğru kaldırıp doğrulmama yardım etti. Şaşkınlıktan ona "Tamam artık normale döndük şimdi çek elini sırtımdan" bile diyemedim. Bildiğin birbirimize yapışık bir halde kaldık. Ta ki Kaan'ın garip bir tonlamayla "Amca..." deyişine kadar...

Rezil olduk! Çocukları gözeterek "Nereye döndüğüne biraz dikkat mi etsen acaba? Garsonlar kesmedi şimdi de sıra bana mı geldi?" deyip doktorun elini sırtımdan çektim ve daha önce yapmam gereken şeyi şimdi yapıp ondan uzaklaştım. Çocuklar halimize kıs kıs gülerken doktor da tanıştığımızdan bu yana yaptığı tüm sakarlıkların mahcubiyetini yüzünde taşıyarak "Bir şeyin yok değil mi?" diye sordu. Aniden üstüme gelince korkudan çarpıntım tuttu diyeceğim ama diyemiyorum çünkü adam doktor! Gel bir kalbini dinleyeyim dese ne yapacağım?

Hiçbir şeyim olmadığını söyledikten sonra çocuklara gayet sevimli bir şekilde bakıp "Siz oyununuza devam edin tamam mı? Biz de hemen geliyoruz" dedim ve doktora dönüp ifademi sertleştirerek "Sen bir gelsene benimle!" dedikten sonra kolundan tuttuğum gibi onu mutfağa soktum. Müberra Hanım'da yemeklerin kontrolünü yapıyor ama gidecek başka yer yok o yüzden de mecburen burada konuşacağız. En azından elimden bir kaza çıkmaya kalkarsa müdahale eden biri olur.

"Ece Nur'a aldığın hediye de neyin nesi öyle?"

"Çok tatlı değil mi? Konuşuyor da"

"Hee çok tatlı! Kız koalanın burnuna bastıkça uyuz uyuz "Eylüüül!" diyor!"

"Ne?"

"Bilmiyormuşsun gibi davranma ses senin sesin doktor!"

"Bir dakika bir dakika! Benim onu hemen almam lazım"

"Niye?"

"O benim koalam çünkü"

"Senin mi? Yahu koskoca adamın ne işi olur oyuncak koalayla? Hem neden kendine adımı söyleyen bir koala alıyorsun be adam!"

"Ben hemen geliyorum Eylül çocuklar sende..."

"Dur! Nereye gidiyorsun?"

"Geri döndüğümde kapıyı açarsın"

Kapıyı açarsın mı dedi o? Bir de dinleseydi iyiydi. Bu da iki oldu he! Bu adam ne diye tam konuşmanın ortasında basıp gidiyor ki? En sinir olduğum şey!

Mutfaktan çıktığımda bir şey dememe kalmadan ceketinin cebinden bir şey alıp sessizce evden çıktı. Nereye gidiyor gerçekten anlamadım. Kapıya doğru yaklaşıp pencereden dışarıya baktığımda arabasına doğru yürüdü ve arka koltuğa doğru eğildi. Karanlık olduğu için de ne yaptığı belli olmuyor ama her ne yapıyorsa onunla bayağı bir cebelleştiği belliydi. Onun bu garip halini izlerken "Eylül abla amcam nereye gitti?" diyen Kaan'a doğru bakıp "Arabasına doğru gitti. Bir şey unutmuş herhalde" dedikten sonra düşünceli bir ifadeyle çocukları seyre daldım.

Kafamda da deli sorular var. Bu adam ne diye bir koalaya adımı söylüyor ki? Hadi diyelim ki çalışıp çalışmadığını kontrol etti ya da sadece sesin nasıl çıktığını merak etti ama neden benim adım arkadaş git "Peyniiir!" de ya da en basiti "Bir iki üç dört ses deneme!" de ama Eylül demek ne oluyor ya!

Kollarımı kavuşturmuş öylece dururken kapının hemen yanındaki pencereden gelen tıkırtıyla arkamı döndüm ve geri geldiğini görüp kapıyı açtım. Hayda! Koala da birdi şimdi iki oldu. Bu adam memleketteki bütün koalaları arabasına mı stokladı Allah aşkına! Tek kelime bile etmeden ona şaşkınca bakıp kaldım. O da içeriye girdiği gibi çocukların yanına yaklaşarak onlardan kendisine bir konuda yardım etmelerini istedi. Neymiş efendim yemeğe oturulacağı esnadaki karmaşada ufaklıklar bu koalayla diğer koalayı kimseye belli etmeden değiş tokuş edeceklermiş. Adama bak ya taktı kafayı alacak illa!

Onları koridorda bırakıp söylene söylene mutfağa girdikten sonra Müberra Hanım'ın yaptığı salatadan kalan havuçları tırtıklamaya başladım. Katır kutur ses çıkardığı için düşünce akışıma engel oluyordu çünkü. Aslında bana gece boyunca sıkıldıkça çitletecek bir beş on paket çekirdek lazım. Bak nasıl da canım çekti. Eve dönerken alayım bari.

"Kredi mi çeksem acaba?"

Kurduğum çekirdek hayaline destursuzca giren doktor neden bahsediyor acep? Bakışlarımı "İçimden bir ses kim bilir altından ne çıkacak bence sorma Eylül diyor ama bir yandan da sor Eylül nasılsa o sana sordurmanın bir yolunu bulacak uzatma da diyor. Ne kredisi bu?" diyerek ona yönelttiğimde önümdeki havuç dilimlerinden bir tane alıp yüzüme baka baka yemeğe başladı. Eğer yine beni burada sap gibi bırakıp içeriye giderse bu sefer Allah yarattı demeyeceğim!

"İhtiyaç kredisi. Yeme hızına bakacak olursak seninle akşam yemeğine çıktığımızda buna ihtiyacım olacak"

"Şu mesele! Aslında ben paraya ihtiyacın olacağını sanmıyorum çünkü senin paran muhtemelen orada geçmez doktor"

"O güzel akşamın faturasını sana ödeteceğimi düşünmüyorsun herhalde"

"Yoo ne münasebet! Hem seninle yemeğe çıkacağım hem de üstüne para mı vereceğim? Alnımda enayi mi yazıyor benim? Sen beni o peşinde dolanan kikirik hatunlarla karıştırdın galiba"

Eline bir dilim daha havuç alırken "Başkalarıyla karıştırılamayacak kadar farklı bir kadınsın" deyince tam "Başlama yine doktor!" diyecektim ki benden önce davrandı. Tam önümde durup gözlerimin içine baka baka havucu bana doğru tutarak "Seni özel kılan da bu ya zaten" dediğinde bakışlarımı ondan zar zor çekip uzattığı havuca baktım. Keşke elimi çabuk tutup "Başlama yine doktor!" diyeymişim.

Saniyelik bir şekilde hızlıca düşündükten sonra elindeki havucu aldım. İçimden inşallah konuşurken kekelemem diye dua ederken bir yandan da mesafeli bir tavırla "Paraya ihtiyacın olmayacak dedim çünkü yediğin o yemeğin faturası gelene kadar sen çoktan rüyandan uyanmış olacaksın doktor" dedim ve havucu tabağa geri bırakıp kapıya doğru yürümeye başladım. Ama ne dese beğenirsiniz acaba?

"Korkuyorsun değil mi?"

"Neden korkacakmışım? Hah! Senden mi?"

"O yemeğe geldiğinde ya bana aşık olursan diye korkuyorsun"

"Doktor sen kendini bayağı bayağı hiçbir kadının karşı koyamayacağı bir adam zannediyorsun galiba"

"Yanıldığımı kanıtla"

"Teklifini kabul ederek mi?"

"Evet gel birlikte güzel bir akşam yemeği yiyelim. Sohbet edip önceki hayatlarımızdan konuşalım. Gülelim eğlenelim..."

"Sonra..."

"Sonrası kaderin bileceği iş" derken ki derin bakışlarında kendimi kaybetmek üzereyken içimdeki "Tamam de Eylül" diyen sese inat ağır saçmalayıp "Ben kadere inanmam" deyiverdim. Ağzımdan çıkanı kulağımın geç duyduğu anlardan birini yaşıyorum herhalde. Ne demek kadere inanmam yahu! Bal gibi de inanırım. Ne gerek vardı şimdi böyle bir yalan söylemeye anlamadım gitti. Onun ak dediğine illa kara diyeceğim diye iyice batıyorum.

Gözlerini kısarak bir süre bana baktıktan sonra hafifçe tebessüm ederek "Ben inanırım" dedi. Ne gidebildim ne de ona bakmaktan kendimi alabildim. Niye böyle saçma sapan bir şey oldu ki? Belki de yediğim havuçlardan biri boğazımda kalmıştır ve ben de kıpırdayamayıp boğulmak üzere olduğumu bile söyleyemeyecek haldeyimdir. Yine ağır saçmaladım kabul ediyorum. Bu söylediğim kayıt dışı kalsın lütfen.

Doktor bana adım adım yaklaşarak az önceki sözünü "Kadere inanırım çünkü inanmam için bana birçok sebep verdi. Uzun zamandır da kulağıma fısıldamasını beklediğim bir ses daha doğrusu bir işaret var. Tüm kalbimle bunun o yemek sırasında olmasını temenni ediyorum" diye noktalayınca saçlarımı geriye itip düşünmeye başladım. Yine yapıyor! Yine aklımı karıştıracak şeyler söyleyip içimde çatışma çıkmasına neden oluyor.

Aklımdan Ela'nın şu keskin nişancılıkla alakalı sözleri geçerken sessizliğimi de hâlâ koruyordum. Haklı olabilir mi acaba? Belki de doktor gerçekten de özünde bir seri katildir ve hem benim aklımdaki kişiyi hem de kendi aklındaki kişiyi yok edip bu gereksiz oksijen israfına bir son verebilir. Kahretsin! Ne kabul edebiliyorum ne de reddedebiliyorum. Ne yapacağım ben şimdi?

Bu sefer de ben onu konuşmanın tam ortasında bırakıp gitsem ya diye düşünürken "Kadere inanmam dedin değil mi?" dedikten sonra tek gözünü kısıp yan yan bakarak "İnanmanı sağlayabilirim" dedi. Gözlerim istemsizce şehlalaşırken beni kolumdan tutup "Hadi gel benimle!" deyince ağzımı bile açamadan birlikte koridora çıktık. Kolumdan çekmenin acısını fena çıkarırdım da dua etsin çoluk çocuk var.

"Hiç bilgisayar oyunu oynadın mı?"

"Ne alaka?"

"Oynadın mı?"

"İzmir'de bir mimarlık ofisinde çalışıyordum. Sabahları erken geldiğimde ya da geç saatlere kadar kalmam gerektiğinde oradaki oyun konsoluyla takılırdım biraz"

"Demek ofiste bir oyun konsolunuz vardı. Patronun şahane adammış"

"Adam derken..."

"Affedersin kadın mıydı?"

"Ben ona ekseriyetle insan müsveddesi demeyi tercih ediyorum"

"Ne diyorsun?"

"Neyse ya boş ver! Bilmen gerektiği kadarını anlattım doktor fazla eşeleme altından gömü değil ancak boş teneke çıkar"

"Tamam kurcalamıyorum sadece bu da aynı onun gibi diyecektim. Hadi tut şu kumandayı"

"Emir verir gibi konuşma çocuk var demem belan olurum"

"Pekala şu kumandayı tutar mısınız Eylül Hanım?"

"Ne o şimdi de maaşına zam mı isteyeceksin? Ortasını bulsana şunun Allah aşkına! Neyse tamam ver. Ne yapacağım bununla?"

"Araba yarışı yapacağız"

"Maksat?"

"Maksadımız şu ki eğer sen kazanırsan bir daha sana asla benimle yemeğe çıkıp çıkmayacağını sormayacağım"

"Bak önceki değil de bu teklif bayağı cazip olmaya başladı. Ee!"

"Ama ben kazanırsam o yemek en kısa zamanda gerçekleşecek"

Bir ona bir de şu yarış parkuruna bakarken ne kadar zor olabilir ki diye düşünmeden edemedim. Sonuçta yabancı olduğum bir şey de değil. Hatta şu bahsettiğim insan müsveddesine de araba yarışlarında birkaç kez tur bindirdiğim olmuştu. Hem kazandığım takdirde yemek mevzusu da tarihin tozlu sayfalarına kaldırılacak öyle değil mi? Bence dikkatimi bozmazsam kesinlikle kazanırım. Artık doktorda çıkar kendi kendisine bir İstanbul havası alır geri gelir.

"Anlaştık!"

"Anlaştık!"

"Senin açından hazin bir neticeye sebebiyet verecek olan bugünü bir kenara yaz doktor çünkü birazdan seni parkurda lime lime edeceğim"

"Yenilme olasılığı çok yüksek olan birine göre fazla iddialısın. Parkurda yanıma yaklaşabilirsen bu sözü bana bir kez daha hatırlat lütfen"

"Merak etme ben hatırlatacağım anı iyi seçerim"

"Hadi o zaman göster maharetini"

"Ağlamayasın sonra"

"Kimin ağlayacağı belli olmaz Eylül Acar"

"Bana Cilveli Köstebek'in ağzıyla konuşma doktor! Dinamit sererim yollarına ilk virajda GÜÜM!"

"Bir insanın nasıl öldüğü değil ne uğruna öldüğü daha önemlidir. Hele ki ölümüm değer verdiğim bir kadının ellerinden olacaksa gerekirse gümlerim sorun değil"

Gülme Eylül bak sakın diyorum! Ağzının iyi laf yaptığını her zaman kabul etmişimdir o yüzden bunu yeni bir şeymiş gibi söylemeyeceğim. Ama işler başka yöne kaymadan önce şu oyun başlasa iyi olacak gibi görünüyor. Asfaltların gücü adına! Yüzümü kara çıkarma Eylül yen şu burnu bir karış havada doktoru da şenlensin buralar!


fsrdfthyh.png


........::::::::__Ahmet__::::::::........

"Oyununuzu bölmek istemem ama yemeğe..."

Meral'in koridora çıkıp bizi yemeğe çağırması eşliğinde "İşte bu! Ben kazandım" diye sevinç naraları atarken Eylül de sinirden kıpkırmızı olmuş bir halde "Hayır hayır bu sayılmaz! Asla kabul etmiyorum hile yaptın baştan oynayacağız" demeye başladı. Böyle bir şeyin asla olmayacağını bakışlarımla belli edince ellerini beline koyup üzerime doğru yürüyen Eylül ile bir anda burun buruna geldik. Aman Allah'ım! İstesem olmaz. Tartışmayı kavgaya mı dönüştürsem acaba? Belki bu sayede yüz hatlarını da rahat rahat ezberleyebilirim.

Bayramı erken karşılayan gözlerim bu güzel çehreyi köşe bucak gezerken bundan bihaber olan Eylül'de o yay gibi kaşlarını çatarak "Kafamı bozma doktor! Sana baştan oynuyoruz dediysem bu baştan oynuyoruz yerini al demektir!" diyordu. Kahretsin! Kızarken çok güzel gözüküyor onu ciddiye alamıyorum.

O böyle yapınca haliyle dayanamadım ve biraz daha üstüne gitsem ne olurun merakıyla gülümseyip "Hadi ama Eylül! Seni lime lime edeceğim dediğin adama yenildin kabul et" dedim. Haklı olduğum için ağzını bile açamadı ama sonra aniden kenarda bizim halimize kıs kıs gülen Meral'e doğru dönüp "Hep Meral'in yüzünden!" dedikten sonra kızcağızın benim ne suçum var gibi bakmasına aldırmadan sözüne devam edip "Onun sesini duyunca dikkatim dağıldı ve sen de fırsatçılık yaparak durumdan istifade ettin" dedi. Şu an ne tarafa doğru güleceğimi şaşırdım.

0ldRVo.gif


Meral de kurunun yanındaki yaş misali ayaküstü nasibini almış oldu ama gerçekten kızın ne suçu var ki? Halbuki gayet iyi niyetlerle gelmiş alt tarafı bizi sofraya çağırıyordu. Resmen arada kaynadı. Biz tartışırken Kaan ile Harun oyunlarını bırakmış salona gidiyor Müberra Sultan'da önümüzden geçip yemekleri yavaştan yavaştan içeriye götürüyordu.

Eylül'ün haksız çıkışından sonra dayanamayıp istemsizce kahkaha attım ve "Senin suçun değil Meral. Küçük mızıkçımız her kaybedenin yaptığı gibi şu an resmen çamura yatıyor" dedim ama Eylül bu dediğimle daha beter kızdı. "Bana bak doktor! Çamura falan yattığım yok beni zıvanadan çıkarma!" derken yüzüme doğru uzattığı işaret parmağıyla gözümü oyacak sandım. Neyse ki araya Meral girdi ve bize güzel bir öneride bulundu.

"Bence tekrardan oynamayın çünkü acilen yemeğe bekleniyorsunuz. Yazı tura atın kim bilirse o kazanmış olsun"

Ben her türlü uyarım da yanımdaki kadının ne yapacağı belli olmaz. Yan gözle Eylül'e bakıp ne yapmak istersin der gibi göz kırptığımda o da astı suratını düşünmeye başladı ama sonra "Tamam ama ben tura diyorum" dedi. Tüh! Normalde tura her daim benimdir ama onunla bunun tartışmasını yapıp en başa dönmeyi de gözüm hiç yemiyor.

Hazır kabul etmişken hiç başka maceralara girmeyip "Aslında tura benim diyecektim ama yine itiraz edip üstüme yürürsün diye korkuyorum o yüzden ne dersen kabulüm. Yazı da benim olsun bakalım" dedim ve önceden kenara bıraktığım ceketimin cebinden cüzdanımı çıkardım. İçinden bir madeni para alıp yanlarına geri döndükten sonra da gözlerimi ikisinin arasında gezdirerek "Üç... İki... Bir... Hooop!" deyip parayı havaya fırlattım. Para havada döndü döndü sonunda avucuma kondu. Elime değdiği anda hiç bakmadan parayı diğer elimin üzerine kapattım. İşte kader anı... Gerilim müziği başlasın!

"Dın dın... dın dın... dın dın..."

Bir elime bir de Eylül'e bakıyorum da çok fena bilendi bana gözlerinden belli. Elimi kaldırdığım anda Meral ile aynı anda "Yazı geldi!" dedik ama Eylül yine mızıklayarak "Onun cüzdanındaki parayla yaptık. Kabul etmiyorum!" dedi. Yok artık! Cebimde 7/24 sihirli para eşyası taşıyorum sanıyor herhalde. Eylül itirazını yapıp bizi orada öylece bıraktıktan sonra salona doğru yürümeye başladı ama ona hatırlatmam gereken bir şey vardı. Bu sefer makara yapmak yok.

Gayet ciddi bir tavırla arkasından seslenip "Kaderinden kaçmaya çalışma çünkü onun gücüne asla karşı gelemezsin. Eğer bunun yaşanması gerekiyorsa kii öyle görünüyor. Bu istesen de istemesen de er ya da geç yaşanacak demektir" dediğimde Eylül de salona giremeden olduğu yerde durdu. Yüzündeki ifadeyi daha doğrusu gözlerindeki bakışı görmek isterdim.

Merakla ne diyeceğini beklerken önce omzunun ucundan bana doğru bakarak "Kaderimde olduğunu düşünmek büyük bir iddia doktor!" dedi sonra da alaycı bir göz süzüş eşliğinde "Yavvvaş! Senin yerinde olsam bundan o kadar da emin olmazdım" deyip bu sefer salona girdi. Ardından hayranlıkla bakarken Meral'in bana seslendiğini işittim. Konuya yabancı kalmanın şaşkınlığını yaşıyor olmalı.

"Ahmet ağabey"

"Efendim Meral?"

"Bu da neydi şimdi?"

Bu muhtemelen gecenin sonunda bana aşık olacağı bir yemeğe çıkacak olmasının yarattığı gerginliğin dışavurumuydu. Salona doğru bakıp bunları düşünürken Meral'e de sorusu harici bir şey söyleyerek "Beni tanımadığı ne kadar da belli. Oysaki ben kaybetme ihtimalimin olabileceği bir iddiayı asla öne sürmem. Neyse yakında bunu o da öğrenir" dedim. Meral iddianın ne olduğunu anlayamadığını söyleyip Eylül'ün de neden bu kadar kızdığını sorunca duruma bir açıklık getirmek gerektiği için "Yarışı kaybetseydim bir daha ona yemeğe çıkalım mı diye sormayacaktım" dedim ve hemen ardından "Ama işe bak ki kaybeden taraf ben olmadım" deyip Meral'e göz kırparak salona geçtim.

Eylül'e de bak hemen büyük Atahan'ın yanına oturmuş. Kesin hakkımda konuşuyor dedem de beni yerden yere vuruyordur. Aah! Çok iyi gittim sakın bu gece beni yakan sen olma dede!


........::::::::__Eylül__::::::::........

Yemek faslı tahmin edilenden çok daha iyi geçti. Aslına bakılırsa ben bu öz amca denen amcadan da pek kötü bir elektrik almadım. Hiç öyle burnu havada "Ne olduysa oldu çocuk bizim kanımızdan size de geçmiş ola" diyecek zihniyette birine benzemiyor. Kaan da ona kendisini ortada bırakmış gibi olduğu için çok kırgın ve sitemkar bir durumdaydı ama bunu aşabilirler diye düşünüyorum. Halit Bey'in eşi Fulden Hanım da çok tatlı bir kadın. Ee! Çocuklar deseniz hiçbir suçları yok. İleride bir soruna sebebiyet verirler mi bilemem ama şimdilik bir eksilerini görmedim. Gerçi neden bu kadar zamandır Kaan'ı görmeye gelmediklerini açıkladıkları konuşmayı doktora çemkirmeye giderken kaçırdım ama bir ara Meral'den öğrenirim elbet.

Yemek sonrası salonda ikiye ayrılmış gibi olduk. Beyler kendi aralarında konuşurken ben Meral ve Fulden Hanım bir köşede sohbet ediyorduk. Aslında daha çok Meral ile Fulden Hanım konuşuyordu çünkü ben o anlarda Ece Nur'dan köşe bucak kaçmakla cebelleşiyordum. Küçük kız habire üstüme üstüme gelip kucağıma atlamak için hamleler yapıyordu da ondan öyle dedim. Ne çilem varmış bitmedi gitti. Gerçi konuşmanın bir bölümünde Fulden Hanım kızını emzirmek için götürdü de rahat bir nefes aldım.

Doktor da önüne bakacağına bıyık altından benim halime gülüp duruyor iyi mi! Ona da eğlence çıktı tabii. Gözlerimi kısmış ters ters bakarken baş başa kaldığım Meral'in "Dün hastanenin onkoloji bölümüne gittik. Kemoterapi seanslarımı belirleyecek ve benimle ilgilenecek olan yeni doktorumla tanıştım" dediğini duyunca dikkatimi tamamen ona verip "Nasıl biriydi? İçin bu konuda rahat mı?" diye sordum.

"Evet Seda Hanım'ı sevdim. Ayrıca Ahmet ağabey beni gönül rahatlığıyla ona teslim ettiğine göre hastanedeki en iyi doktorlardan biri olmalı"

"Kemoterapi ne zaman başlayacakmış?"

"Henüz bilmiyorum. Öncesinde birkaç tahlil yaptırmam gerekiyormuş"

"Ne tahlili?"

"Şey... Aslında ben de seninle bu konuyu konuşacaktım"

"Hangi konuyu?"

"Senden bir şey istesem yapar mısın? Küçücük bir şey..."

"Yine mi sır? Ben de insanım yapmayın"

"Hayır hayır! Bu öyle bir şey değil"

"Nasıl bir şey o zaman?"

"Seda Hanım ile biraz konuştuk ve o kemoterapiye başlamadan önce hamile olmadığımdan da emin olmak istiyor"

"Hamile misin?"

Yok ya nasıl olsun? Bunlar ne zaman evlendiden girip Meral ne zaman hastaneden çıktıya kadar gelirken dalmışım. Bu yüzden de parmak hesabı yapmaya çalışıp hesap iyice karışınca da gözlerimi kocaman açarak "Siz ikiniz... Hastanedeyken... Yok artık!" deyiverdim. Hay aksi! O ne demek Eylül ya kızı kıpkırmızı ettin. Meral ne diyeceğini bilemez bir halde telaşlanıp "Hayır tabii ki!" deyince sorumu tekrar ederek "Ne yani sen şimdi hamile misin değil misin?" dedim. Her zamanki Meral tavrıyla utanıp omuzlarını kaldırdı ve başını olumsuzca sallayarak "Değilimdir herhalde yani şu an pek mümkün değildir diye düşünüyorum. Ama..." deyip sustu. Niye lafını tamamlamadı o?

"Ama ne?"

"Bilmiyorum Eylül farklı farklı birçok ağır ilaç kullanıyorum. Korunuyorum da ama o ilaçlar etkiyi azaltıyor olabilirler mi diye bir tereddüt yaşıyorum. Ahmet ağabeye de soramıyorum ki tamam doktorum ama sonuçta ağabey ya tuhaf oluyor. Ama değilimdir yani benim derdim doktora gitmeden önce emin olmak ve kafamda olmayacak şeyler kurmamak"

"Ha anladım. Peki benden ne istiyorsun? Kocakarı yöntemleri kullanarak hamile misin yoksa değil misin diye söylememi beklemiyorsun herhalde. Ay Meral valla kurbağa murbağa arayamam orada burada!"

"Ne? Hayır hayır! Öyle bir şey istemiyorum"

"Öyleyse..."

"Biliyorsun ki tam olarak iyileşene kadar evden birinin refakati olmadan çıkmam yasaklandı. Şimdi telefonla eczaneden istersem de gündüz vakti yanımda ya annem oluyor ya da Müberra Hanım oluyor. Ama ben hastanede resmi bir şekilde tahlil yapılana kadar Selim gibi onlarında bunu bilmelerini istemiyorum. Yani diyorum ki... Acaba bir sonraki gelişinde bana bir gebelik testi getirir misin?"

İstediği şeyi duyunca tutulup kaldım ve haliyle ne diyeceğimi bilemedim. Gözümün önüne eczaneye gidip o testlerden birini aldığım an geldi ve içimi bir ürperti kapladı. Dalgın dalgın düşünürken Meral'in kolumu tutarak "Biliyorum bunu almak sana biraz garip hissettirecek ama bir arkadaşım için alıyorum dersin" demesiyle kendime geldim ve gülerek "Meralciğim şimdi şöyle bir durum var. Arkadaşıma alıyorum diyerek altını kelalaka bir şekilde çizersem herkes kendime aldığımı ama çaktırmamaya çalıştığımı düşünür. Şimdi gereksiz yere eczacıyı arkamdan güldürmeyeyim bence" dedim. Meral de bana hak verip gülmeye başlayarak "Ne diyorsun peki?" diye sordu. Ne diyeyim alacağım tabii ki...

"Tamam getiririm sorun değil"

"Çok sağ ol Eylül. Bu yaptıklarını hiç unutmayacağım"

"Bir şey yaptığım yok abartma bu kadar"

"Abartacağım ve sen de bana ihtiyaç duyduğunu söylediğin anda iki elim kanda da olsa yine de yanında olacağım"

"Her ne yapıyorsam bunu karşılık bekleyerek yapmıyorum ki. Yaptığı şeylerin çetelesini tutan biri değilim ben..."

"Biliyorum. İşte bu yüzden yaptıkların daha değerli ya... İyi ki varsın"

"Sen de öyle"


........::::::::____::::::::........


Gecenin sonuna gelirken salonda bir hareketlenme oldu. Ee! Çocuklar uyuyacak Selim dede dinlenecek Eylül gidip daha Ela'ya bu gece yaşananlar hakkında hesap verecek. Oooo ki ne ooo! Salondan antreye doğru çıkılırken ben de çantamı almak için portmantoyu açtım. O sırada da kapı önü vedalaşmaları başlamıştı. Çantamı boynuma asıp portmantoyu kapatırken de doktor yanıma gelerek inkar demeyeceğim bir nezaketle saat geç olduğu için istersem beni evime bırakabileceklerini söyledi. Düşünmeme bile gerek yoktu çünkü zaten arabayla gelmiştim.

"Evine derken... Yani teknik olarak senin evine doktor. Orayı satın aldığını unutuyorsun galiba"

"Haklısın bir an Tolga ile Ela'nın yanında kaldığın aklımdan çıkmış. Ne diyorsun tamam mı?"

"Sorduğun için teşekkür ederim ama hiç gerek yok çünkü ben buraya Tolga'nın arabasıyla geldim"

"Tüh!"

"Efendim?"

Verdiği tepki vedalaşmalar sırasında kaynadı ama yalan söyleyemeyeceğim kendimi bir an gülümserken yakaladım. "Tüh!" derken ki ifadesi o kadar komikti ki yüzüne karşı gülmediğim için kendimi gerçekten tebrik ediyorum. Selim ile Meral'e iyi akşamlar dileyip sarıldıktan sonra o kargaşada evden çıktım. Veda seremonisi dışarıda da sürdü. Herkesle tek tek tokalaşıp iyi akşamlar dilerken doktorun manalı bir şekilde "Görüşmek dileğiyle..." dediğini işitip ona doğru baktım ve olumlu bir ifadeyle "İyi akşamlar doktor" dedikten sonra kendi aracıma doğru yürümeye başladım.

Kapıyı açıp içeriye geçerken hâlâ doktorun gözetimi altındaydım. Öyle de bir bakıyor ki şu araba bir arıza versin yeminlen ondan bileceğim. Kapıyı kapatıp çantamı yandaki koltuğa bıraktıktan sonra kemerimi bağlayarak neyse ki arabayı sorunsuz bir şekilde çalıştırdım. Hadi gidelim bakalım.

Evin önünden üç araba olarak peş peşe ayrıldık. Arkamda Halit Bey'in aracı vardı ama onlar bir süre sonra başka yola sapıp gözden kayboldular. Doktorun arabası ise hâlâ önümdeydi. Gözlerimi yoldan ayırmadan radyoyu açtıktan sonra arabanın içi fena halde havasız ve sıcak olduğu için klimayı da açtım. Çok da yedim galiba. Bu boğazıma ne zaman bir dur diyebileceğim gerçekten bilmiyorum. Müberra Hanım'da ne döktürmüş ama! O geldi bu gitti derken şiştim tabii. Ancak hâlâ çekirdek için yerim mevcut. Unutmadım... Unutmayacağım.

Eve gider gitmez balkona çıkıp Ela ile muhabbet ederek çekirdek yeme hayali kurarken bu hayalim gözlerimi kısmak zorunda kalmamla birlikte sona erdi. Bir anda ne oldu anlamadım ama bir sorun var sanki. Bana araba vermeyin arkadaş! Bak yine yol gibi doktorun arabası da an itibarıyla bulanıklaşmaya başladı. Düzelmesini umarak yola bakmaya çalışıyorum ama yok şimdi de araba ikiledi. Yani ikiledi derken kaçtı anlamında değil iki tane oldu demek istiyorum.

Bu bulanıklaşmayla birlikte kendimi de biraz kötü hissedince daha fazla gidemeyeceğimi anlayıp yavaşlayarak arabayı kenara çektim. Of! Midemde mi bulandı benim ya! Kısacık bir an direksiyonu sıkı sıkı tuttuktan sonra içimdeki sıkıntıyla baş edemeyip kapıyı açarak hızla dışarıya çıktım. Arabayı burada bırakıp eve taksiyle dönsem iyi olacak galiba.

Dışarıya çıkıp kapıyı kapattıktan sonra temiz havayı içime çekerek sırtımı destek almak için arabaya dayadım. Bulantım geçer geçmez rahatlayıp hafifçe eğilerek dizlerimi tutarken de doktorun telaşlı bir halde "Eylül ne oldu neden durdun?" dediğini işitip doğruldum. Yavaşlarken aradaki mesafe açılmıştı nereden anladı ki durduğumu? Dikiz aynasından beni mi kontrol ediyor o!

Yanıma doğru koşarken nefes nefese kaldığı yetmiyormuş gibi yüzü de kireç gibi olmuş. Niye bu kadar korkmuş ki gören de arabayla üç takla attım sanacak. Adamın üstünde hasar tespit çalışması yapacağıma bir şey desem ya meraklanmış belli ki.

Doktorun gözleri neyim olduğunu anlamaya çalışarak endişe içinde yüzümü gezerken ben de onun bu halini şaşkınlıkla izleyip gayet sakin bir tavırla "Ben karar verdim gözlerimi çizdireceğim. Karşımda bir tane doktor tamam da iki tanesi akla zarar etkiler yaratıyor. Çekemem valla iki güne kalmaz sinir hastası olurum sizin yüzünüzden!" dedim. Sorunun astigmatlı gözlerim olduğunu anlayınca rahatladı. Bunu biliyorum çünkü tuttuğu nefesini şu an yeniden düzgün bir şekilde verip almaya başladığını görebiliyorum. Ama şimdi de o bir şey dese ya kaldık yine böyle burun buruna.

twet5yr6ytujh.gif


Gözlerimi bana dikkatle bakan gözlerinde gezdirirken bir şey söylemeyince mecburen söze girip "Sen niye bu kadar endişelendin ki?" diye sordum. Adam doktor sonuçta kötü bir şey olmuş olsa en mükemmelinden müdahale edebilecek kapasiteye sahip ama niye böyle oldu anlamadım. Demek şuracıkta ölüyor olsam yüzüme bakarak tutulup kalacak. Pisi pisine ölüp gideceğim yani!

"Aracı kenara çektiğini görünce sana bir şey oldu sandım. Bu çift görme hadisesi sadece astigmatlık bir durum muydu yoksa başın mı dönüyordu?" diye sorunca yalan söyleyeceğim için kısacık bir an tepkisiz kaldım ama sonra telaşlanmasın diye "İyiyim ben... Hem başım niye dönsün ki? Sana daha önce de söylemiştim benim gece görüşüm hiç iyi değil" deyip kendimi ondan uzaklaştırdım. Yine fazlaca yakınlaşmışız fark etmemişim.

"Emin misin? Eylül bak bir şey olduysa söyle buradan hemen hastaneye geçelim"

"Ama zorla olduracaksın sen! İçin rahat edecekse hayali bir hastalık uydurayım mı? Mesela şekerim çıktı nasıl? Mantıklı da olur. O son tatlıyı yemeyecektim be doktor! Hep ondan oldu ne olduysa ama yine olsun yine yerim çok güzeldi çünkü"

"Bir şey yok mu diyorsun?"

"Hoppala! Sen Meral'den sonra bu sağlık konularında fazla titiz olmuşsun. İyiyim diyorum bomba gibiyim diyorum. Sakiiiin!"

"Pekala madem iyi olduğun konusunda ısrarcısın o zaman hadi gel seni evine bırakayım"

"Babanla deden ne olacak?"

"Onlar benim arabamla çoktan gittiler"

"Bir dakika ya! Sen önündeki yola bakmak yerine beni mi izliyordun?"

"Arada gözüm takılıyordu tabii ama asıl sana bir dakika!"

"Niyeymiş?"

"Hesap sormak yerine seni merak edip nasıl olduğunu öğrenmeye geldiğim için bana teşekkür etmen gerekmiyor mu?"

"Edecektim zaten... Tabii bunu söylemeseydin"

"İki dakika çenemi tutamadım desene..."

"Tutamadın doktor yalan yok"

"Gidelim mi?"

"Şöyle bir bakıyorum da itiraz edecek durumda değilim"

"Güzel"

"Bir dakika!"

"Yine ne oldu?"

"Benim bir yerlerden çekirdek almam lazım. Evin önüne gitmeden önce açık bir bakkal ya da market bulalım"

"Çekirdek mi?"

"Haaa! Sen şimdi artist cerrahlar takımındansın ya bilmezsin de çekirdek ne diye asortik kajucusundur sen"

"Asortik kajucu mu? Hem niye bilmeyeyim canım bilirim. Bizim hastanede kimin canı sıkkınsa alır eline çekirdeğini çıkar çatıya"

"Şaka yapıyorsun! Sen de hiç daralıp elinde çekirdeğinle çıktın mı şu meşhur çatıya?"

"Ben rahat adamım kendim için çıktığım pek görülmemiştir ama bazen Hasan ağabeye kabak çekirdeği kavurtuyorlar o zaman bir dert dinleyesim geliyor tabii"

Bu son söylediğine içten bir şekilde gülerek "İyi hatırlattın kabak çekirdeği de alalım" dedikten sonra arabaya doğru yaklaşıp "Hadi binsene" dedim. Ben içeriye geçtiğimde doktorda şoför koltuğuna kuruldu. Kemerler bağlandıktan sonra da bana doğru bakıp küçük bir hatırlatma yaparak "Birazdan hayatının en güvenli eve dönüş yolculuğunu yaşayacaksın. Hazır mısın?" deyince aklıma arabayı benim kullandığım ve onun da sürekli arabadaki tek doktorun kendisi olduğunu ve bu yüzden temkinli gitmem gerektiğini söyleyip durduğu gün geldi.

Amma da korkmuştu. Halbuki gayet dikkatli kullanıyordum. Yani öyleydi herhalde. Bir cevap beklediği için başımı sallayıp "Sen hazırsan ben de hazırım" dedim. O da yüzündeki hoş tebessümle önüne döndü. Hoştu şimdi yalan mı söyleyeyim? Yiğidi öldür ama hakkını da ver demişler sonuçta...

Kısa bir süre sonra evin yakınlarındaki bir markete girdik. Doktor onaylı çekirdek seçmek ne zormuş arkadaş burnumdan geldi. Yok acılı olandan alma bu saatte mideni kaynatır yok çok tuzlu olandan alma o kadar tuz bünyeye zararlı... Valla şuraya kadar ağız tadıyla geldik ama çekirdeğime karışıp durursa yine külahlar değişeceğiz gibi görünüyor. Sonunda iki tarafında standartlarına uyacak birkaç paket çekirdek alıp ne manaysa reyonlar arasında sohbet ede ede dolaşmaya devam ettik. Halbuki işin bittiyse çık git ama yapamadık işte.

"Abur cubur sever misin doktor?"

"Ara sıra küçük kaçamaklar tabii ki yaparım ama eskiden daha çok severdim. Yani küçükken..."

"Çok mu yerdin? Mesela çekmecende stoğun var mıydı?"

"Hayır o kadar da değil. Ya sen?"

"Severdim ama mahalle kültürüyle de büyüdüm ben arkadaşlarımla sokakta koşup oynarken bir yandan da annelerimizin hazırladığı ekmek arası şeyleri falan yerdik. Bazen de sırayla elimize bir kase meyve tutuşturup hadi gidin yiyin arkadaşlarınızla denirdi. Güzel zamanlardı"

"Mahalle kültürünü bilmiyorum ama babaannem de Selim ile bana aynı şeyi yapardı. Bahçede koşup oynarken sürekli masaya bir şey bırakıp yiyelim diye de kaş göz yaparak içeriye girerdi"

"Sadece ikiniz miydiniz yoksa arkadaşlarınız da var mıydı?"

"Vardı tabii ama bize kardeş kardeşe oynamak da yetiyordu"

"Harika bir aileye sahipsin"

"Bu konuda mütevazi olamayacağım"

Bunu söylerken o hoş gülümsemesiyle bana doğru döndü. Ona "Olma da zaten... " dedikten sonra mısır patlaklarından birini elime aldım. O da tam yanı başımda durup bana dikkatle bakarak "Senin anne ve babanda çok değerli insanlar" dedi. Paketi yerine koyacakken duyduğum şey ile birlikte elimde rafa uzanamadan havada kaldı. Başımı hafifçe ona doğru kaldırıp "Onları tanımıyorsun bile" dedim ama o yine beni etkileme fırsatını kaçırmayıp "Ama seni tanıyorum. Çocuklar ailelerinin aynalarıdır derler. Karşımda duran bu pırıl pırıl ayna da bana ailenin harika insanlar oldukları konusunda yeterli veriyi sunuyor" dedi. Tamam itiraf ediyorum bu gerçekten iyiydi. Bakışlarımı çekip dudağımın kenarıyla gülümserken bir yandan da ciddi bir tavırla "Teşekkür ederim doktor" dediğimde o da bana aynı tonlamayla "Rica ederim Eylül" dedi.

Kasaya gittikten sonra doktorun kendi halinde tatlı tatlı tebessüm ettiğini görerek yanına yaklaştım. Bir yandan kasadan geçen çekirdekleri elinde tuttuğu torbaya atıp bir yandan da "Niye güldün?" diye sorunca gülme nedeni ortaya çıktı çünkü bana "Mahalle kültürüyle büyüdüm demiştin. Bir an seni o mahallede düşündüm de herhalde elebaşı falan oluyorsundur" dedi. Bu defa ikimiz de güldük. Böyle düşünmesine şaşmamak lazım.

Ödemeyi yapmak için elini cüzdanına atar atmaz onu elini tutarak durdurup kasiyere yeterli tutarı verdim ve birlikte çıkarken de söylediği şeye ithafen "Ne sandın? Kıyı köşede süklüm püklüm oturacak tip var mı bende?" dedim. Başını yok dercesine iki yana salladı. O sırada da marketin önüne park ettiğimiz arabaya bindik. Evde zaten arka sokaktaydı ve önüne geldiğimizde sohbetimiz hâlâ hız kesmeden devam ediyordu. İkimiz de arabadan inmeye teşebbüs etmediğimize göre bu konuşmadan memnunduk gibi görünüyor. Her zaman böyle ol canımı ye doktor...

"Çok arkadaşın var mıydı Eylül?"

"Benim mi?"

"Kesin mahallenin popüler kızıydın"

"Mahallenin en atarlı giderli kızıydım ve dövmediğim çocuk da kalmamıştı. Komşulardan şikayet geldikçe yazık annem de ne yapacağını şaşırıyordu. Her konuşmamızın sonu sen bir kızsın hanım hanımcık ol birazla bitiyordu"

"Çocukları niye dövüyordun ki yoksa sana asılıyorlar mıydı?"

"Ne asılması canım! Maç ederken bir kızdan gol yiyince kızıp beni oyundan atmaya çalışıyorlardı ben de kavga çıkarıp artık Allah ne verdiyse dalıyordum"

"Maç mı? İyi de neden kızlarla oynamıyordun ki?"

"O dönemler hiç doğru düzgün kız arkadaşım olmadı çünkü beni aralarına almayı pek istemezlerdi. Ben de saçlarımı toplar şapkamı takar gidip erkeklerle maç yapardım. Onların arasında erkek gibi büyüdüm anlayacağın"

"Üzülür müydün? Yani seni aralarına almadıklarında..."

"Başlarda üzülürdüm tabii. Ben onlara ne yaptım ki beni istemiyorlar derdim ama sonra umursamamaya başladım"

Emniyet kemerini çözdükten sonra "Yasemin çiçeğinin özelliklerini bilir misin?" diye sorarak hafifçe bana doğru döndü. Bunu neden sorduğunu anlayamadığım için haliyle afalladım. Konumuzla uzaktan yakından hiçbir alakası yoktu çünkü. Dudağımı bükerek "Hangi mevsimde açar de" dediğimde bu söylediğimi "Yasemin hangi mevsimde açar Eylül?" diye yineleyince bu çiçek hakkındaki bilgimi "Ne bileyim ben!" diyerek özetledim. Gülmeye başladı. Gerçekten bilmiyorum ayaküstü yalan mı söyleyeyim?

Birbirimize bakarak gülerken bana bunu sorma nedenini "Bütün çiçeklerden aranjman yapılırmış ama yasemin çiçeği aralarına alınmazmış çünkü küçücük minicik bir yaprağı bile diğer tüm çiçeklerin rayihasını bastırmaya yetermiş. Bu yüzden de diğerlerinin arasına karışmaktansa usulca saklanırmış destansı aşkların yaşandığı yerlerin arka planında" diyerek belli edince yüzümdeki gülümseme yavaş yavaş yok olmaya başladı. Kötü bir şey söylediğinden değil sadece beni bu çiçeğe benzettiğini ima ederek yine üzerimde şu an kaldıramayacağım kadar güçlü bir etki bırakmasından dolayıydı bu kayboluş...

ertryguyu.jpg


"Sen nereden biliyorsun bunları?"

"Şirkete gittiğimde Selim'i beklerken esanslarda kullanılan çiçeklerle alakalı bir kitaba göz atmıştım. Yasemin de birbirinden hoş özellikleriyle tüm dikkatimi üzerine çekmişti"

"Başka ne özelliği var ki?"

"Bilmek istiyor musun gerçekten?"

"Evet istiyorum"

"Okuduğuma göre yasemin çiçeği kalbi delip geçen duyguları ifade ediyormuş. Ayrıca bir inanışa göre de eski dönemlerde Hintli gelinler eşleriyle aralarındaki sevginin ebediyete kadar sürmesi için evlenirken saçlarına bu çiçeği takarlarmış. Gelenek diyebiliriz"

Ona bakmamaya çalışıp "Başka neler var?" diyerek dudaklarımı kemirirken bir süre sessiz kaldı. Okuduklarını hatırlamaya çalışıyor olmalı. Birkaç saniye sonra sessizliğini heyecanlı bir ses tonuyla sonlandırıp "Beni en çok şaşırtan şey orada anlatılan hikayede bu çiçeğin geceleri açıp kokusunu da en yoğun o zaman diliminde salıyor olmasıydı. Bu yüzden "Gecenin Kraliçesi" olarak da tanınırmış" deyince bu bilgi bayağı ilgimi çekti işte. Nedenini merak edip devamını duymayı istediğimi belli edercesine ona doğru döndüm.

Bu çiçeğin sadece geceleri açmasının sebebini merak ettiğimi söylediğimde bu defa hatırlamak için gözlerini gözlerime yöneltti. Sabırsız bir halde içimden "Hadi doktor hatırla şunu!" derken nihayet anlatmaya başladı. Aslında keşke başlamasa mıydı acaba? O anlattıkça İzmir'de yaşadıklarım bir kez daha bir yumru gibi boğazımda düğümlendi çünkü...

"Bu konuda bir efsane var. Umarım doğru hatırlıyorumdur ama şöyle olması lazım. Hintli bir prenses Güneş Tanrısı Surya-Deva'ya aşık oluyor. Ama umutsuz bir aşk bu...Maalesef karşılığı yok. Köpüren bir deniz misali gün geçtikçe kabarıp dalgalanıyor sevdası. Sonra bir gün cesaretini toplayıp dillendiriyor da aşkını. Ancak Surya-Deva prensesten hiçbir şekilde etkilenmediği için "Olmaz! Ben bal sen sirke... Ne yapsak gene de denk olamayız birbirimize" diyerek prensesin aşkını geri çeviriyor. Prensesin tertemiz bir sevgi beslediği o narin kalbi kırılıyor tabii. Aşkının karşılığını alamadığı ve hiçbir zaman da alamayacağını anladığı için hissettiği bu büyük aşkın yükünü daha fazla taşıyamayıp hemen orada canına kıyıyor. Yakılıp küllerinin serpildiği bambaşka diyarların topraklarında da onun kalbi kadar narin olan yasemin çiçekleri filizlenmeye başlıyor. Prensesin kalbini hiç umursamadan kıran Güneş Tanrısı olduğu için de yaseminler gündüzleri açmayı adeta reddediyorlar. Onun küllerinin değdiği topraklarda büyüyen tüm yaseminler gece boyunca açıp sadece şafak sökene kadar o eşsiz kokularının yayılmasına izin veriyorlar. Ama sonrası yok. Güneş açtığında prensesin sevgisine layık olmayana karşı aynı onun yaptığı gibi yaseminler de kapatıyorlarmış kendilerini..."

Onu dinlerken dalıp gitmişim ama şu kısacık hikayenin bana hissettirdiği şeylerin gözlerimden birer damla yaş olarak akıp gideceğini anlayınca hemen kendime geldim. İlk yaptığım şey de bakışlarımı ondan hızla kaçırmak oldu. Bana neden bu halde olduğumla alakalı bir şey sormasını istemiyorum çünkü. Önüme bakarken bir an gözlerimi kapatıp durdum ama sonra hiçbir açıklama yapmadan seri bir hareketle kemerimi çözüp arabadan çıktım. Benim ardımdan bir kapı kapatma sesi daha geldiğine göre doktor da arabadan indi ama ben şu an ne konuşmak ne de başka bir şey yapmak istiyorum. Ben sadece eve girip o Buğra denen insan müsveddesi yüzünden ağladığımı görmemek için yüzüme milyon kez su çarpmak istiyorum.

Doktor da neden böyle paldır küldür gittiğimi anlayamadığı için haklı olarak arkamdan "Eylül!" diyerek bana sesleniyordu. İyi de benim de herhangi bir açıklama yapmaya niyetim yoktu. Ona Buğra'yı ve onunla birlikteyken neler yaşadığımı beni nasıl kırıp döktüğünü anlatamam. Ne kadar aşağılandığımı bilmesini istemiyorum. Bu yüzden de ona hiç bakmadan sanki hiçbir şey olmamış gibi "İyi geceler doktor! Bu arada güzel hikayeydi" dedim. Aah! Bunu söylerken sesim çatallanmasaydı iyiydi aslında.

Ben gitmek istiyorum da doktor buna izin verecek gibi görünmüyor çünkü tam arabanın etrafından dolanıp bahçe kapısına yönelmiştim ki ondan pek de beklemeyeceğim bir şekilde beni güçlü ve de kararlı bir tavırla kolumdan yakaladı. Henüz bu yaptığını bile tam olarak algılayamamışken de beni savururcasına döndürüp kendisine doğru çekti. Neden bu halde olduğumu deşip duracak ama ben şu an konu üzerine konuşmak istemiyorum ki.

sonbky16.gif


O anda da beklemediğim başka bir şey oldu. Hem de hiç beklemediğim bir şey. Doktor tek kelime etmeden düşünceli bir ifadeyle dudaklarıma doğru bakarak yaklaşırken ben de bir gözlerine bir de aynı onun yaptığı gibi dudaklarına bakıyordum. Niye böyle bir şey oldu ki? Saçma... Çok saçma bir şey bu! Onun niyeti alenen belli oldu da bana ne oluyor anlamadım. Umarım yeni bir aptallık yapıp onu öpmeye hazırlanmıyorumdur. Yapmıyorsun bunu değil mi Eylül? Sakın bak sakın!

Kahretsin! Ciddi anlamda ters giden bir şeyler var. İlk defa onun karşısında kontrolün elimden gittiğini hissediyorum. Ne yani kaç zamandır bana olan ilgisini görmezden gelmeye çalıştığım adam şimdi geçmiş karşıma göz göre göre beni öpecek ve ben de buna izin mi vereceğim? Olmaz yapamam bunu... Onu öpemem. Hey hey! Biri beklenen buluşma gerçekleşmeden önce bizi birbirimizden uzaklaştırabilir mi acaba? Ben yapamıyorum çünkü.

O zifiri karanlık ve sağır edici sessizliğin içinde aniden bakışlarını gözlerimle buluşturup "Bu yüzden kalbini korumaya al yerini de kimseye söyleme diyorum. Karşına çıkan ben dahil kim olursa olsun sakın sonunda küllerini bir toprağa savurmak zorunda hissedeceğin kadar seni yıpratmasına izin verme" dedikten sonra sesini biraz kısıp darmadağın olmuş olan bana fısıltıyla "Sana karşı daha ilk andan beri farklı bir şeyler hissettiğimi inkar edemem. Beni bile şaşırttı bu kadar yoğun bir ilgi. Senin hakkında yeşermeye başlayan duygularım seni temin ederim ki kayda değerler. Ama bırak uğraşayım Eylül... Senin için çabalayayım. Bırak seni gerçekten hak ediyor muyum ben de öğreneyim. Eğer seni gerçekten hak etmişsem o kalbin yolunu bulur yaşaması gereken tüm güzellikleri de yaşatırım ona. Söz veriyorum yaparım bunu" deyip son vuruşu yaptı ve beni öpmeden kolumu yavaşça bırakıp geri çekildi.

Tuttuğum nefesimi hâlâ verebilmiş değildim ve o halde geri geri gidip aklım besbeter karışmış bir vaziyette de arkamı dönerek eve gittim. Hâlâ bana doğru bakıyor biliyorum ama buna rağmen söyledikleri kulaklarımda çın çın çınlarken kendimde yanına gidip boynuna sarılacak cesareti bulamıyorum.


sonbky166.gif


Bu defa sen kazandın doktor!

Nasıl başardın bilmiyorum ama o gizli saklı köşelerde gizlenmiş olan kalbe bir adım daha yaklaştın.

Eğer sonunda her şey vaat ettiğin gibi olacaksa umarım o kalbi içinde hâlâ yaşam belirtileri taşırken bulursun.

Ben de sana söz veriyorum ki ona senin için daha iyi bakmaya çalışacağım.

Sen onu bulana dek direnmesini sağlayacağım.

Bu da benden sana Eylül sözü olsun.



•●●·٠•●●•٠·

Yasemin çiçeği ile ilgili bilgiler "MaiMira" ve "on8kitap" kaynaklarından bulunarak hikayeye adapte edilmiştir


Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.523
Tepki
84.169
Puan
113
Konum
İstanbul
R90mVbg.png


17.Bölüm : Keskin Nişancı

........::::::::__Eylül__::::::::........

"Sana karşı daha ilk andan beri farklı bir şeyler hissettiğimi inkar edemem. Beni bile şaşırttı bu kadar yoğun bir ilgi. Senin hakkında yeşermeye başlayan duygularım seni temin ederim ki kayda değerler. Ama bırak uğraşayım Eylül... Senin için çabalayayım. Bırak seni gerçekten hak ediyor muyum ben de öğreneyim. Eğer seni gerçekten hak etmişsem o kalbin yolunu bulur yaşaması gereken tüm güzellikleri de yaşatırım ona. Söz veriyorum yaparım bunu"

Az önce doktorun yanından bedenen ayrıldım ama ruhum bana katılmak yerine başına buyruk davranarak onun yanında kalmayı tercih etti. Büyük ihtimalle söylediklerinin şaşkınlığını yaşayarak ona boş boş bakmayı sürdürüyordur. Arkamı dönüp giderken doktorun sözleri de hâlâ kulaklarımda çınlıyordu. Hem de kelimesi kelimesine. Bu yüzden de ne başka bir şey düşünebildim ne de vermem gereken doğal tepkileri verebildim. Sadece her adımımda boşluğa basıyormuşum gibi hissederek bahçeyi geçip eve doğru yürüdüm. Niye böyle oldum anlamadım. Tutulmuş gibiyim. Bu gecenin bu şekilde sonlanacağını asla tahmin edemezdim.

Evin kapısına geldiğimde hâlâ bana doğru baktığını hissedebiliyordum. Ben de arkamı dönerek ona bir kez daha bakmak istedim ama bunu yapmayı bir türlü başaramadım. Bir şey bana engel oluyordu sanki. Belki de aramızda geçen bu alışagelmedik konuşmanın üzerine gözlerinin gözlerime değmesinden ve bana hissetmemem gereken bir şeyler hissettirmesinden korktum. Bilmiyorum oldu bir şey işte!

sdfgh.jpg


Çantamdan çıkardığım anahtarı kilide zar zor taktıktan sonra nihayet kapıyı açıp içeriye girdim. İlk yaptığım şey de sırtımı kapattığım kapıya dayayıp gözlerimi de sımsıkı yummak oldu. Kendime reset atıp acilen eski halime geri dönmem gerekiyor. Ondan geriye doğru da sayıyorum ama o son bakışı gözlerimin önünden bir türlü gitmiyor. Neden beni eve bırakmasına izin verdim ki sanki? Eğer bir taksi çevirmiş olsaydım bunların hiçbiri olmayacak benim de kafam gayet rahat olacaktı. Ama şimdi ne oldu? Bütün gece gözüme uyku girmesine engel olacak bir meselem ve durmak bilmeyen kalp çarpıntım oldu.

"Eylül neyin var senin?"

Adımı duymamla birlikte gözlerimi açtım. Ela tam karşımda duruyordu. O bana ne olduğunu anlayamamış gibi bakıyor ben de ona "Valla ben de pek bir şey anlamadım" dercesine boş boş bakıyordum. Dudakları oynadığına göre de bir şeyler söylüyor herhalde ama benim kulaklar meşgulde olduğu için ne dediğini pek anlamadım. Tabii sesim çıkmayıp bir de üstüne tepkisiz kalınca meraklanması da uzun sürmedi. Bir şey söyleyip onu bir an önce rahatlatmam gerek yoksa paniğe kapılacak.

Ela'nın meraklı bakışları altında tüm ciddiyetimi takınıp "Acil durum! Mine'yi ara beş dakika içerisinde İzmir ile canlı bağlantı istiyorum" dedim. Ela'nın şaşkınlığı "Niye böyle bir şey yapıyoruz? Eylül söylesene!" derken kapının tıklatılmasıyla daha da çok arttı. Hiçbir şey söylemeden ondan önce davranıp kapı dürbününden dışarıya baktım ve tam da düşündüğüm gibi doktorun şu an kapının diğer tarafında olduğunu gördüm. Hay aksi! Niye geldi ki?

Aniden geri döndükten sonra Ela'nın kollarını tutarak "Kapıyı aç ama doktor beni sorarsa odama çıktım rahatsız edilmek de istemiyorum tamam mı? Ya da rahatsız edilmek istemiyor deme şimdi ne derdi var bir konuşup anlayayım der çıkar yukarı daha beter olur. Sen en iyisi duşta de oraya gelemez. Dur dur... Ne duşu be! Adamın aklına başka şeyler getirip hayaller alemine daldırmayalım şimdi! Şey de... Annesi aradı konuşuyorlar onların sohbeti ooo çok uzun sürer de!" dediğimde kız şaşkınlıktan ağzını bile açamadı. "Tamam mı Ela?" dediğimde el mahkum mecburen tamam dercesine başını salladı ben de hemen kapının arkasına geçtim. Ay ne hallere düştük akşam akşam!

Ela derin bir nefes alıp yüzündeki ifadeyi toparlayarak kapıyı açtığında doktor da önce gayet kibar bir şekilde selam verip bu saatte rahatsız ettiği için özür diledi sonra da giderken almayı unuttuğum gerekçesiyle arabanın anahtarını ve çekirdeklerin bulunduğu torbayı Ela'ya vererek iyi akşamlar diledi. Benimle alakalı merak yaratacak herhangi bir şey söylememesi ya da sormaması nedense hoşuma gitti. Kafada soru işareti yaratmadan gitti resmen. Demek aramızda olanlar aramızda kalır mantığı! Yalan yok hâlâ doğru yolda ilerliyor.

Ela kapıyı kapatır kapatmaz onu antrede bırakıp mutfağa girdim ve seri bir şekilde pencerenin önüne yanaştım. Perdenin ardından doktora bakıyorum da sesi gibi kendisi de durgun görünüyor. Bu ondan hiç beklemeyeceğim bir hâl. Yani o kadar neşeli enerjik şakacı bir adamın durgun olması demek istiyorum. Ağır adımlarla bahçeden çıkıp demir kapıyı kapatırken bir an duraksadı ve eve doğru baktı. Aslında daha çok üst kata yani benim kaldığım odaya doğru ama Ela sağ olsun mutfağa girip "Eylül ne oldu? Ben hiçbir şey anlamadım" derken ışığı açınca doktorun da dikkati hemen bu yöne doğru kaydı. Hay aksi! Onun mutfağa doğru baktığını fark edince beni görmesin diye hızla yere çömeldim. Eminim ki şu an Ela da bana garip garip bakarak "Ne yapıyor bu kız?" diye düşünüyordur. Ne yaptığımı bilmiyorum sadece duruma göre şekil alıyorum.

Doktorun birkaç saniye bu tarafa bakıp sonra da uzaklaştığını görünce rahatladım. Bu rahatlama sonrasında da yavaşça ayağa kalkıp üstüme bir çekidüzen verdikten sonra Ela'ya doğru döndüm. Bu defa gülsem mi gülmesem mi der gibi bakıyordu. Gülerse başına geleceği tahmin etmiş olacak ki kendisini de epey iyi tutuyordu. Arkadaşını nasıl da iyi tanıyor ama bendeniz de onu tanıyorum.

Yüzüne baka baka yanına yaklaştıktan sonra hiç bozuntuya vermeden elindeki çekirdek torbasını alarak mutfaktan çıktım. İçimden de üçten geriye doğru sayıyordum ve tam merdivenin başına gelip sıfır demiştim ki Ela arkamdan "Acil durum demiştin. Neden bir şey anlatmıyorsun Eylül yoksa o bahsettiğin Truva atının içindeki asker ortaya çıkıp seni işgal altında mı bıraktı?" diye seslendi. Olduğum yerde kalırken yavaşça arkama doğru bakıp gayet sakin bir tavırla "Benim çekirdek yemem lazım. En az bir paket..." dedikten sonra bana boş gözlerle bakmasına karşılıkta "Balkonda olacağım. Bana katılmak ister misin?" diye sordum. Merdivenleri çıkıp tebessüm ederek yanıma geldikten sonra koluma girdi. Beni sıkıştırma fırsatını kaçırır mı? Kaçırmaz. Kimin arkadaşı be!

Birlikte üst kata çıktığımızda Ela hemen geleceğini söyleyip Tolga'nın odasına doğru gitti. Sanıyorum ki benim yanımda olduğunu söyleyerek Rüya'yı bir süre babasına emanet edecek. Ela içeriye girdiğinde ben de tam kaldığım odanın kapısını açmıştım ki onun Tolga'ya "Kızımızı senin kucağında gördüğüm her an yaşadığım tüm zorluklar buna değerdi diyorum biliyor musun?" dediğini duyup içeriye girmekten vazgeçerek onlara doğru baktım.

Kapıları aralıktı ve kızlarını ortalarına almış birbirlerine aşk kokan bakışlar atarak sarılıyorlardı. Aslında bu her zamanki halleriydi ama bugün gözüme daha bir başka göründüler. İnsan imreniyor tabii. Birbirlerine karşı olan sevgilerinden o kadar eminler ki bunun gerçekten büyük bir lüks olduğunu ve bu duyguyu nedense hiçbir zaman yaşayamayacağımı düşünüyorum. Bu hisse yaklaşsam da onlar gibi %100'ü yakalayamam herhalde. Bence bu kadar şanslı oldukları için şükretmeliler.

estrdytfyu.jpg


Onları aile saadetleriyle baş başa bırakıp odama girdikten sonra elimdeki torbayı ve çantamı yatağın üzerine bırakarak üzerimi değiştirdim. O sırada da Ela geldi. Balkonda otururken üşümeyelim diye ikimize de pike getirmiş. Anne oldu olalı anaçlığı da tavan yaptı bu kızın. Umarım uyurken sırtıma terleme ihtimalime karşı bez mez koymaya da başlamaz. Ela balkon kapısını açıp çıkarken ben de çekirdek torbasını alarak peşinden gittim.

"Mine'yi aradın mı Ela?"

"Hayır canım aramadım. O biraz hastaydı ve yarım saat önce konuştuğumuzda da yatmak üzereydi"

"Önemli bir şeyi yok ya"

"Hayır yok merak etme. Kenan öğle arasında romantiklik yapayım derken üşütmüş kızı"

"Ne yapmış yine?"

"Bizim fiskiyeli parkta yapılan romantik dans geceyi acilde aldırmış"

"Şaka yapıyorsun!"

"Mine gelemez öyle sulu işlere hemen hastalanır. Küçükken de böyleydi ama Kenan bilmiyor tabii"

"Öğrenmiş oldu. Şaşkın ya! Kızı sırılsıklam aşık ettiği yetmiyor bir de üstünü başını mı suladı yani?"

"Mine yine de halinden memnundu. Hastalanmasından çok geçirdikleri vaktin güzelliğinden ve onda bıraktığı etkilerden bahsetti. Önemli olan da bu bence..."

"Öyle herhalde..."

Sandalyeleri çekip pikelerimize sarıldığımızda sıra çekirdekleri paylaştırmaya geldi ama elimi torbanın içine attığımda çekirdek paketi haricinde başka bir şey daha tuttuğumu hissettim. Çaktırmadan elimi çekip torbaya baktığımda Ela da muhtemelen bakışlarım yüzünden bir şey olduğunu anladı çünkü torbayı kendisine doğru çekerek hemen içine baktı. Gülümsediğinde ben de istemsizce tebessüm ederek başımı diğer yöne çevirdim. Ben bu adama ne diyeyim gerçekten bilemiyorum. Kulağımın arkasına Ela tarafından takılan pembe gülle beraber "Harika! Tam çiçekçi kız Güllü'ye benzedim" diyerek gülmeye başladım.

"Ahmet Bey bu çalışmasında sana ne anlatmak istemiş Eylül?"

"Ben şimdi sana bir şey anlatırdım ama dua et çocuk emziriyorsun ondan kıyamıyorum... Ela gülmesene insanın yüzüne karşı!"

"Bana sanki gönlüm sende demek istemiş gibi geldi. Gül de pembe olunca bunu desteklemiş tabii"

"Bak hâlâ gülüyor! Hem onun koyduğunu da nereden çıkardın?"

"Ne yani şimdi bu gül torbaya kendi kendisine mi girdi?"

"Ne bileyim Ela! Belki de markette beş paket ay çekirdeği alana bir tane gül kampanyası yapmışlardır"

"Tamam sen istediğin kadar inkar et bakalım. O torbaya ne şekilde girdiyse girdi ama bence sana çok yakıştı"

Ela'nın iltifatı eşliğinde kulağımın arkasındaki gülü elime alıp düşünceli bir halde yapraklarına bakmaya başladım. Kızıyorum ediyorum ama hakkını vermek gerekir ki cidden zarif bir adam. Tabii bahçedeki gülü koparırken Mehmet Efendi'ye yakalanmadığına sevinmeli yoksa kendi kendisine pansuman yapmak zorunda kalabilirdi. Adamın özenle diktiği güllerinden bir tanesini mundar etmiş resmen.

Sessizce bunları düşünürken Ela da merak ediyor olacak ki bana "Aklındakini benimle de paylaşacak mısın Eylül?" diye sordu. Konuyu açsam mı yoksa tamamen kapatsam mı emin değilim sanki. Bir yanım Ela ile konuşmaya ihtiyaç duyuyor bir yanımda ağzımdan çıkacaklara güvenmediği için tedbiri elden bırakmak istemiyor gibi. Bu yüzden de Ela'ya doğru bakarak torbadan bir paket çekirdek çıkardıktan sonra "Önce çekirdeğimi yiyeyim sonra bakarız" dedim. Neyse ki ısrar etmedi.

wertfgyhujı.jpg


İkimiz de elimizdeki çekirdekleri bitirene dek hiç konuşmadık. En son Ela pikesine sarılıp ayaklarını toparlarken ben de pakette kalan üç beş tane çekirdeğime bakıyordum. Bitmek üzereler ve ben hâlâ kendimi konuşmaya hazır hissetmiyorum. Aheste aheste onları da yiyip bitirdikten sonra tam elimi ikinci pakete atmıştım ki Ela bileğimden yakalayıp "Hiçbir şey anlatmayacaksın değil mi? Bütün gece çekirdekle beraber kendi kendini de yiyeceksin" dedi. Bu gibi durumlarda beni bu kadar iyi tanımasının sıkıntısını epeyce çekiyorum.

Elimi kurtarıp saçlarımı bileğimde takılı halde duran lastik tokamla at kuyruğu yaptıktan sonra ayaklarımı altıma toparlayarak başımı da geriye yasladım. Gözlerimi kapatırken Ela'nın "Bu gece ne oldu Eylül?" diye sorduğunu duyunca bu sorulardan daha fazla kaçamayacağımı anladım ve temiz havayı içime çektikten sonra onu bir hayli şaşırtarak "Bu gece keskin nişancılıkta bir dünya markası olan sevgili doktorumuz cemaate karşı merhum Buğra Çelik'i nasıl bilirdiniz diye sordu" dedim. Gözlerim kapalı olduğu için Ela'nın verdiği tepkiyi göremiyorum ama bir şey söylemediğine göre şaşkınlıktan dilini yutmuş olabilir.

"Nasıl yani?"

"Tamam bu da biraz fazla iddialı oldu şimdi farkına vardım ama en azından ileride bunu söyleyebilecek gibi görünüyor. O hem içinizdeki gereksizleri öldürürüm hem de ardından hiçbir şey olmamış gibi soğukkanlılıkla bir güzel helvasını kavururum potansiyelini bu gece onda fazlasıyla gördüm"

"Eylül sen neler diyorsun? Bu çok güzel bir haber... Ne yani şimdi bu Ahmet Bey'e bir şans vereceğin anlamına mı geliyor?"

"Doktoru biraz olsun tanıdıysam eğer ona şans vermezsin Ela o gelir o şansı söke söke alır gider arkasından da "Ne oldu şimdi?" der gibi bakar kalırsın. Bak şimdi böyle söyleyince de bu özgüvenine bir gıcık kaptım ben. Kenan ile aynı kumaştan bunlar ikisi de çapkın ikisi de bir eli yağda bir eli balda büyümüş istediğini de eninde sonunda allem edip kallem edip alan adamlar"

"Niye böyle yapıyorsun?"

"Ne yapıyorum?"

"Onunla ilgili sürekli kötüye odaklanıyorsun. Bırak olumsuz şeyleri cımbızlamayı da biraz da güzelliklerini görmeye çalış"

"Ben öyle bir şey yapmıyorum"

"Yapıyorsun Eylül boşuna dikkatimi çekmiyor herhalde. Ne zaman ondan bahsetsen iyi bir şeyi bile kötüymüş gibi söylüyorsun. Farkında olarak ya da olmayarak bilinçaltını onunla ilgili sadece negatif şeylerle dolduruyorsun. Yapma şunu!"

"Niye böyle bir şey yapayım ki başka işim mi yok?"

"Böyle bir şey yapıyorsun çünkü her yönüyle sana hitap ettiğini anlamana rağmen ona aşık olmak istemiyorsun. Ahmet Bey'e karşı bir şey hissedeceksin diye ödün kopuyor Eylül! Kimdi şu diğer doktor?"

"Hangi doktor?"

"Lolipoplu olan"

"Sinan mı?"

"Evet o"

"Ne olmuş ona?"

"Neden aynı şeyi onun için de yapmıyorsun? Onunla daha ilk andan çok iyi anlaşmışsın. Anlattığına göre ara sıra karşı karşıya gelip sohbet de ediyorsunuz. Hatta seni merak edeceği için aklının kalacağını söyleyerek evine kadar da bırakabiliyor ama sen bu adama bugüne kadar ne bir lakap taktın ne de hakkında tek bir olumsuz söz ettin"

"Bundan ne sonuç çıkarmalıyım?"

"Bunları onun için yapmıyorsun çünkü Sinan Bey'in seni etkilemeye ya da kafanı karıştırmaya gücü yetmiyor ama onun aksine Ahmet Bey feci şekilde tehlikeli sinyaller yayıyor"

"Sinan bana asılmıyor bir kere aramızdaki sadece arkadaşça bir sohbet"

"Asılmıyor mu? Bu konudaki yorum hakkımı şimdilik gizli tutuyorum Eylül"

"Adamla görüşen benim ama yorum yapan sensin. Bu nasıl iş anlamadım"

"Boşboğazsın Eylül! Bu yüzden yanınızdaymışım gibi rahat rahat yorum yapabiliyorum. Bu arada bunu da daha önce fark etmemiştim şimdi fark ettim. Her konuda rahatlıkla konuşurken Ahmet Bey ile ilgili ağzını sıkı tutuyorsun. Bu da dikkat çekici bir ayrıntı"

"Ağzım doktorla ilgili sıkı falan değil. Ne olduysa gelip sana anlatıyorum işte"

"Hı hıı!"

"Sanırım benim bir paket daha çekirdek yemem lazım"

"Tamam o zaman hem ye hem de bana bu gece olanları eksiksiz olarak anlat ama yine ağzı sıkılık edeceksen o başka tabii"

Torbadan çekirdeği alıp Ela'ya ters ters bakarak salladıktan sonra paketi açtım ve yemeğe başladım. O da yanımda sessizce duruyordu. Doktorla ilgili söylediklerini düşünürken kendime karşı da kuşkuya düştüm iyi mi! Böyle mi yapıyorum gerçekten? Ona aşık olabilme ihtimalimi yok etmek için sürekli hakkında kötü izlenimler mi yaratıyorum? Ama bu gece her zamankinden farklıydı. İstesem de kötü bir şey söyleyemem herhalde.

Oturduğum yerden arabanın olduğu yere bakarken o anlar zihnimde yeniden yaşanmaya başladı. Kolumdan yakalayıp beni kendisine doğru döndürdüğünde yakından gördüğüm gözleri bir başka bakıyordu sanki. Söylediklerine gelecek olursam eğer içinde cımbızla çekebileceğim hiçbir negatif şey yoktu. Aksine bu gece ondan o kadar güzel o kadar gerçek şeyler işittim ki ilk defa onu tam anlamıyla ciddiye aldım. Sözlerini kalben önemsedim. Hatta yalan söylemeyeceğim içimden de verdiği sözü yerine getirebilmesini diledim. Dedim ya farklıydı diye... Adım adım yaklaşan dudaklarının sıcaklığını hissettiğimde ona karşı gardım düştü ve kontrolün elimden gittiğini hissettim. Beni bırakmak yerine öpmüş olsaydı o an ona karşı koyabilir miydim bundan pek emin değilim galiba.

"Öptü mü seni?"

Ela'nın sorusuyla kendime geldiğimde bunu sorma nedenini hemen anladım çünkü dalgın bir halde bunları düşünürken aynı anda da parmaklarımı dudağımın üzerinde gezdiriyormuşum. Aferin sana Eylül! Kız iyice yanlış anladı. Şimdi düzelt bakalım düzeltebilirsen! Elimi telaşla çekip "Ne öpmesi canım! Çekirdek yüzünden dudaklarım zonkladı o kadar" dedim ama yok Ela gülümsemesini saklamaya çalışırken benim bu halim daha da şüphe çekti. Hayır yani öpmüş olsa içim yanmayacakta olmamış şeyin muhatabı olmak ve derdini açıklayamamak fena koyuyor insana!

Of! Kendime oldum şimdi de ona karşı dürüst olmam lazım yoksa bu yanlış anlama sürüp gidecek. Yan gözle Ela'ya bakıp oflayarak "Öpmedi" dedikten sonra bana inanmamış gibi bakmasına karşılık sözümü tamamlayıp "Öpecek gibi oldu ama sonra söyledikleriyle öpmekten beter etti beni. Tamam mı? Oldu mu şimdi!" dedim. Hiçbir şey söylemeden sadece tebessüm ederek avucunu açtı. Ben de bir eline bir de ona bakıp elimdeki paketten avucuna biraz çekirdek döktüm. Ben doktorla aramızda geçen her şeyi bülbül gibi şakırken o da beni çekirdek çitleyerek dinleyecek iyi mi! Ama mecburum anlatacağım artık başka çarem yok.


........::::::::__Ahmet__::::::::........

Eylül'ün yanından ayrıldıktan sonra bir süre boş sokaklarda gezip ardından da bir taksiyle eve döndüm. Gece tahminimden çok daha iyi ilerledi ama hiç hesaplamadığım bir şekilde sonlandı. Aslına bakılırsa böyle olduğu için hem mutlu hem de huzurluyum.

Bir an Eylül'ün bana karşı olan mesafesi hiç sonlanmayacak ve bir daha da ona yaklaşamayacakmışım gibi hissetmiştim ama bugün aramızın yeniden ısınmaya başlaması içimi çok rahatlattı. Ondan uzak durmamı istemişti ama gördüğüm kadarıyla bunu ne ben ne de o başaramıyoruz. Yine nasıl olduğunu bile anlamadan eski halimize geri döndük. Hatta bence artık bir aşamaya gelmişler aşamasındayız.

Eve girdiğimde sessizlik hakimdi. Belli ki herkes çoktan odalarına geçmişti. Ceketimi çıkarıp ağır adımlarla yukarıya çıktıktan sonra tam odama girecekken aniden vazgeçip elimdeki ceketi kapının koluna taktım ve doğruca dedemin odasının önüne geldim. Bugün epey yorulmuş olmalı.

Kapıyı tıklattım ama ses gelmedi. Uyanık olsa o gür sesi çoktan duyulurdu. Araladığım kapıdan başımı içeriye uzattıktan sonra odaya girip sessizce dedemin yanına doğru gittim. Belki biraz laflarız diye geldim ama tabii ki de uyuyordu. Odasının nemini ve ısısını yeniden ayarlayıp başucunda duran ilaç kutusuna da günlük olarak alması gereken eksik ilaçları tamamladıktan sonra çekmecesine yerleştirdim. Yanına oturduğumda kıpırdanmaya başladı. Gülümseyip elini iki elimin arasında aldım ve "Sen hep iyi ol dedem" dedikten sonra elini öpüp yeniden yatağın üzerine bıraktım. Benim için o kadar kıymetli ki umarım bunun farkındadır.

Ayağa kalkıp kapıya doğru yürüdüğüm sırada dedemin yorgun bir sesle "Ahmet!" diye seslendiğini duydum. Odadan çıkamadan ona doğru dönüp "Sen daha uyumadın mı dede?" diye sordum ama aldığım cevap yine beni azarlar nitelikteydi. Eliyle beni yanına çağırırken bir yandan da kaşlarını çatarak "Uyuyordum zaten ama sen zebani gibi başıma dikilince uyandım haliyle. Hem ne işin var gece vakti tepemde gündüzler torbaya mı girdi? Ulan bari uyurken rahat ver insana!" dedi. Yanına "İyi olup olmadığına bakmak istemiştim" diyerek gidip yatağının ucuna otururken dedem de eliyle göğsüne hafif hafif vuruşlar yapıp "İyiyim ben çakı gibiyim evelallah!" dedikten sonra beni şöyle bir süzerek "Asıl senin bu halin ne be oğlum? Eşekten düşmüş karpuza dönmüşsün" dedi. Bu benzetmeye şaşırdığımı gizleyemem.

"Dışarıdan bakınca gerçekten öyle mi görünüyorum dede?"

"Hayır efendim! Dışarıdan bakınca kırk yaşına gelmiş ama hâlâ adam olamamış bir zırtapoza benziyorsun. Şu yakana paçana bir düzen getir halı saha maçından mı geliyorsun be oğlum!"

Günlük olağan fırçamı yemenin verdiği gönül rahatlığıyla tebessüm ederken dedem aniden "Madem geldin neler yaptın anlat bakalım. Bıraktın mı kızı sağ salim evine?" diye sorunca bir an ne diyeceğimi şaşırdım ve bu kem küm halimde dedemi kızdırarak "Ne geveliyorsun ağzının içinde hayta! Bir densizlik yapmadın inşallah kıza... Bana bak o kızı da diğerleri gibi kolay lokma sanma yutmaya kalkarsan ümüğüne çöker hık der tek nefeste gidersin haberin olsun. Sonra dedem biliyordu da niye uyarmadı deme" demesine yol açtı.

Bir sorun olmadığını ve Eylül'ü evine bıraktığımı söylerken öksürmeye başlayınca komodininin üzerindeki sürahiden bardağına biraz su koyarak ona doğru uzattım. Sessizce suyunu içiyor ama belerttiği gözleriyle de sanki hadi konuş diyordu. Boşalan bardağı elinden aldıktan sonra "Eylül ile konuştuk biraz" dedim ve bana ters ters bakması eşliğinde komodinin üzerine geri bırakıp "Aslında daha çok ben konuştum. Bu sayede ona hislerimden bahsetme şansım da oldu. Sanırım bu sefer onu samimiyetime inandırabildim yani inandırabildiğimi umuyorum" dedim. Hiçbir şey söylemeden çattı kaşlarını büzdü dudağını bana doğru bakmaya başladı. Kesin ağzını bozacak. İşte geliyor!

54oj.jpg


"Başlatma hissinden ulan kız ne dedi onu söyle!"

"Hiçbir şey demedi. Gitti..."

"O giderken sen ne yaptın peki?"

"Gitmesine izin verdim"

"İyi geçmiş olsun hadi git odana da enayiliğinle yat zıbar şimdi!"

"Niye ne oldu ki?"

"Oğlum kıza dil dökmüş hissiyatından bahsetmişsin o da seni adam yerine koyarak dinleyip belli ki söylediklerini önemsemiş. Ne diye hemen gitmesine izin veriyorsun?"

"Öyle olması gerekiyordu"

"Şuradan kendine de bir bardak su koy da iç o zaman. Soğukta değildi git birkaç tane de buz at içine hoşaf gibi içme"

"Ben o an yapılması gerekeni yaptım dede"

"Hâlâ gerekeni yaptım diyor! Oğlum kıza bir sahil havası aldır iki çay kahve bir şey zıkkımlanın giderken de bul bir yerden bir çiçek tutuştur eline bütün gece ona baka baka düşünsün seni. Kız eve dımdızlak yollanır mı?"

"Eylül'ü yeteri kadar tanımıyorsun eğer üzerine daha fazla gitseydim kızıp beni duvara yapıştırırdı. Yapmadığı şey değil sonuçta"

"Gerekirse yapışacaksın efendi! Bir düzine insan seni oradan zor kazıyacak ama çıkarıldığında izin kalacak o duvarda. Kız önünden her geçtiğinde görecek eserini..."

Gülerim ağlanacak halime dedikleri bu olsa gerek. Dedem gece vakti yine perişan etti beni. Sessizce önüme bakıp kaldım ama sonra vereceği tepkiyi merak edip yüzüne bakarak "Arabada unuttuğu torbayı geri götürürken içine bir tane de pembe gül koydum" dedim. Bu defa kızmadığını "En azından bir şeyi doğru yapabilmişsin. Hadi git şimdi uyuyacağım ben yaşlı başlı adamım laklak yapma zamanını da çoktan geçtim" diyerek belli etti. Karşılıklı olarak gülümserken dedeme sarılıp "İyi geceler" dedikten sonra ayağa kalktım ve bu defa odadan çıkıp koridoru geçerek kendi odama girdim. Bir yandan kapıyı kapatıp bir yandan da gömleğimin üst düğmelerini çözüyordum ama komodinin üzerine bırakılan araba anahtarımı görünce ani bir kararla onu alarak odadan çıkıp aşağıya indim.

Geri döndüğümde bir elimde oyuncak koala bir elimde de buram buram Eylül kokulu bir parfüm vardı. Onları yatağın üzerine bıraktıktan sonra günün yorgunluğunu atmak için duşa girdim ve sonrasında da nihayet yatağımla buluştum. Buluştum ama ne kadar çabalasam da bir türlü uyuyamadım. Sabahta hastam gelecek erkenden çıkmam lazım. Bir o yana dönüyorum bir bu yana dönüyorum dolaşıp geri geliyorum ama yok kaçan kaçmış yakalayana aşk olsun. Gözüm sürekli telefonumun ekranına gittiğine göre aklımın nereye takıldığı da açıkça belli oluyordu.

Ne yapıyor acaba? Belki de o bu geceyi ve konuştuklarımızı benim kadar önemsemediği için çoktan yatıp uyumuştur. Ama beni sonuna kadar dinledi. Kızmadı susturmaya çalışmadı ya da çekip gitmedi. Hatta ben onu bırakana dek olduğu yerden milim bile kıpırdamadı. Bunun lehime cereyan eden bir anlamı olmalı. Keşke şu an yanımda olabilseydi de o güzel gözlerine bakmayı sürdürerek uykuya dalabilseydim. Aslında düşünüyorum da gözlerini göremesem de onu yanımda hissedebilirim.

Komodine doğru uzanıp parfümü elime aldıktan sonra paketini açıp şişeyi içinden çıkardım ve kapağını açıp gözlerimi yumarak kokladıktan sonra yanımda duran boş yastığın üzerine sıktım. Sanırım Eylül'ü ne zaman yanımda görmek istesem şişesinden bir miktar parfüm eksilecek. Umarım bu şişenin dibini bulmak zorunda kalmam.


........::::::::__Eylül / Ertesi Gün__::::::::........

"Uyandın mı Eylül?"

Çantamı kontrol ederken Ela'nın bu sorusunu duyup "Uyudun mu diye sorsana" dedim. Yanıma geldikten sonra bana sarılarak "Nereye gidiyorsun?" diye sorunca ben de kolumu beline atıp ona sarılarak "Meral'in yanına uğrayacağım sonra da biraz işim var ama fazla geç kalmadan gelirim birlikte bir şeyler yaparız" dedim. Ayağa kalktığımda birlikte odadan çıktık. Aşağıya inerken bir yandan da Ela kahvaltıya kalıp kalmayacağımı soruyordu. Gerçek şu ki yemek lafını bile duymak istemiyorum. Dün akşam yediğim yemeklerin ve gece vakti çitlettiğim o iki paket çekirdeğin faturasını epey ağır ödedim çünkü...

"Sana sandviç hazırlayabilirim istersen"

"Gerek yok Ela sağ ol"

"Çantanda dursun belki için bayılır"

"Merak etme gerekirse dışarıdan bir şeyler alırım aç kalmam"

"Tamam canım dikkat et kendine"

"Sen de öyle"

Evden ayrıldıktan sonra uzunca bir süre yürüyüp sonra da önüme çıkan ilk eczaneye girdim. Yaka kartından adının Füsun olduğunu anladığım kadın benden önce gelen adama ilaçlarını nasıl kullanacağını anlatırken benim de gözlerim içeriyi teftişe çıktı. Dalgın bir halde raflardaki ilaçlara bakarken de "Buyurun nasıl yardımcı olabilirim?" dendiğini duyup arkamı döndüm. Az önceki kadın güler bir yüzle bana doğru bakıyordu.

Yanına yaklaşıp kolumu tezgaha yasladıktan sonra doğal davranmaya çalışarak "Ben şu gebelik testi denen şeyden alacaktım. Elinizde var mı?" diye sordum. Kadın ellerinde olduğunu söyledikten sonra gülümsemeyi sürdürerek dolaba yönelirken bir yandan da bana "Bu ilk mi?" diye sordu. Boş bakışlı gözlerim içeride turlarken Meral'i düşünüp "Evet ilk" dedim haliyle. Bu da aramızda yanlış anlaşılmaya neden oldu. Meğerse kadın bana ilk hamilelik telaşınız mı demek istemiş ama ben de o kadar olaydan kopuğum ki Meral'i düşünürerek cevap verdim ortalık karıştı.

"Çok heyecanlı olmalısınız ama hiç belli etmiyorsunuz"

"Niye heyecanlanayım ki sonuçta çocuk benim çocuğum değil"

"Nasıl yani? Taşıyıcı anne misiniz yoksa?"

Gözlerimi kocaman açıp "Taşıyıcı... Ne?" dedikten sonra yanlış anlamayı düzeltmek için hemen "Yok hanımefendi nakliyecilik falan yapmıyorum ben arkadaşım için alıyorum bunu" dedim. Ah be! Bu arkadaşıma alıyorum muhabbetini de yaptım ya ben daha ne diyeyim bilmiyorum. Kadın belirgin bir şekilde gülmeye başlayınca da iyice gıcık kaptım. Verse de gitsem bir an önce.

Tam sorgu sual bitti herhalde derken kadın bu sefer de bir tane mi yoksa iki tane mi istediğimi sormasın mı? Yahu ne bileyim ben her zaman ne veriyorsa öyle verse ya çatlayacağım şimdi! Bunalmış bir halde derin bir iç çekip "Neden ilkinde anlayamıyor mu bu meret?" diye sorunca kadın da söylediklerine açıklama getirerek "Bazı anne adayları sonucu garantilemek için iki tane almayı uygun görüyor da o yüzden sordum. Bazen de bekleyemeyip çok erken dönemde baktığınızda yalancı negatiflik verebiliyor yani bir süre sonra tekrarlamak gerekiyor" dedi. Garantilemek mi? Nasıl yani bir de garantilemek mi gerekiyormuş bunu?

Dudaklarımı kemirerek dalıp gittiğim sırada kadın kaç tane istediğimi sorunca beni huzursuz eden düşüncelerimden sıyrılıp "Üç tane koyun o zaman" dedim ve kadının suratıma afallayarak bakması karşısında da "Ne var canım gapgaranti sonuç işte! Bitmedi mi bu işkence benim daha bunları arkadaşıma götürmem gerekiyor. Hayır yani kız hamileyse de ben gidene kadar doğuracak!" dedim. Neyse ki daha fazla uzatmadı da alacağımı alıp sonunda eczaneden çıktım. Elimdeki torbaya bakarken bir canım da sıkılmadı değil. Neyse götürelim bakalım şunları. Yolu takip edip yürümekten yorulunca da ilk gördüğüm taksiyi çevirerek Merallerin evine doğru gittim.

Kapı ziline basıp bekliyordum ama duyuyorlar mı emin olamadım çünkü içeriden birtakım sesler geliyordu. Meral biriyle konuşuyor herhalde diye düşünürken kapı açıldı. Gerçekten de biriyle konuşuyormuş. Beni hemen içeriye alıp telefondakine de "Affedersin Ahmet ağabey Eylül geldi de" deyince ne manaysa telaşlanıp elimdeki torbayı yere düşürdüm. Şöyle dikkat çekici tepkiler verme be Eylül ya! Meral de bana doğru gülümseyip çaktırmamaya çalışarak doktor efendiye malumat veriyordu. Kesin benimle ilgili bir şeyler soruyor Meral'de ondan şüphe içerici bir tonlamayla "Hı hı... Evet öyle... Sanırım" falan diyor. Ben senin ciğerini bilirim doktor kesin oradan bile yetişiyorsundur buraya.

Torbayı yerden alıp ayağa kalkarken bir yandan da "Hastası falan yok mu onun? Söyle sonra arasın fazla kalamayacağım zaten vaktimden çalıyor" dedim ama sağ olsun Meral aniden "Al sen söyle" deyip sonra da "Ahmet ağabey Eylül'e veriyorum sana bir şey söyleyecekmiş" diyerek telefonu kulağıma dayadı. Hay ben böyle işin...

Az önce atıp tutuyordum da doktorun içinde şaşkınlık içeren bir tonlamayla "Eylül..." diyen sesini duyunca ne diyeceğimi bilemedim. Hay aksi! Dün gecenin ardından bu kadar çabuk muhatap olacağımızı hiç düşünmemiştim. Alacağın olsun Meral ben sana bunun hesabını bir ara sorarım. Boğazımı rahatlatan minik bir öksürük sonrası tam "Vaktim yok sadece Meral'i telefonda oyalama diyecektim" diyordum ki cümlemi tamamlayamadan telefonun diğer ucunda "Doktor Ahmet Atahan!" diye bağıran başka birinin sesini duydum. Yalan yok irkildim. Ses öyle öfke yüklü öyle gergindi ki sanki o kişi telefonda değil de şu an bu odanın içinde bağırıyormuş gibi hissettim. Nefret dolu bir sesti bu...

Meral kolumu tutup "Ne oldu Eylül?" dediğine göre bakışlarımdaki değişimi fark etmiş olmalı. Ne olup bittiğini anlamadan onu endişelendirmemeliyim. "Hiç sadece biri doktora seslendi" dediğimde haklı olarak "Kim?" diye sordu. Derin bir nefes aldım ve sakin görünmeye çalışarak "Bilmiyorum Meral diğer doktorlardan biri olmalı" dedim. Göründüğüm kadar sakin değildim aslında. Şu an içimde kademe kademe artan endişeli bir his var.

Meral'e telaşlanmasın diye yalan söyledim ama o anla beraber karşı tarafta bir kargaşa yaşandı. Doktor da bu beklenmedik durum sebebiyle telefonu kulağından uzaklaştırmış olmalı çünkü konuşmalar kulağıma boğuk boğuk geliyordu. Aslında bağırış çağırış desem daha doğru olur çünkü şu an resmen uzaklardan gelen kavga seslerini dinliyorum. Anlayabildiğim kadarıyla adamın biri karısını ameliyat etmesine müsaade etmeyeceğini söyleyip doktoru da eğer karısına bir şey olursa onu yaşatmayacağını söyleyerek tehdit ediyordu. Aman Allah'ım! Bunu duyar duymaz donup kaldım. Bir şey yapsalar ya neden adamı oradan uzaklaştırmıyorlar? Hem dağ başımı burası canım!

Konuşmalar sırasında doktor gayet sakin bir şekilde hastasının o değil eşi olduğunu ve bu kararı da birlikte verebileceklerini hatırlatınca adam besbeter köpürdü. Sonra da ne olduğunu bile anlayamadan yanlarında olan başka bir adam "Hey hey uzaklaş!" dedikten sonra endişeli bir sesle de "Güvenliği çağırın. Çabuk!" diye bağırdı. Kötü bir şey oldu. Artık telefonda hiçbir şey net değildi. Sesler iç içe geçiyor kadın sesleri erkek sesleri birbirine giriyor sadece mevcut duruma müdahale etmeye çalışıyorlardı. Adam doktora saldırdı herhalde çünkü telefon o harala gürele arasında düşüp kapandı.

Göğsüme çöken ağırlığın etkisiyle elimdeki telefonu ve torbayı Meral'in eline tutuşturup "Meral bunlar benden istediğin gebelik testleri. Neden iki tane dersen eğer garanti sonuç için genelde anne adayları böyle fazla fazla alıyormuş. Neyse... Bu arada ben çıksam sorun olur mu?" diye sordum. Duyduklarımdan sonra orada oturup hiçbir şey olmamış gibi çay kahve içerek muhabbet edemem çünkü.

"Ne oldu birdenbire Eylül telefonu niye kapattın?"

"Bir şey olduğu yok canım doktor oradakilerle lafa daldı beni de telefonda unuttu. O sonra seni geri arar"

"Seni unuttuğuna emin misin Eylül?

"O beni delirtmek için yapıyor bunu sen çok şey etme"

"İyi de yeni geldin ne bu acele?"

"Dedim ya vaktim yok. Bir işim vardı onu halledeyim sonra yine uğrarım"

"Bir şey olmadı değil mi? Merak ettim şimdi..."

"Yok canım ne olacak? Her şey yolunda"

"İyi madem. Doğru dürüst teşekkür de edemedim Eylül çok sağ ol"

"Ne teşekkürü Meral elime mi yapıştı sanki. Hadi görüşürüz ben seni ararım"

"Tamam canım"

Meral'i öpüp şüphelenmesin diye de güler bir yüzle yanından ayrıldıktan sonra seri adımlarla bahçeden çıkıp bulduğum ilk taksiye atladım. Hastaneye giderken de yol hiç bu kadar uzun gelmemişti. Sanki yol gittikçe uzuyordu ya da sürekli aynı yerde dönüp duruyor gibiydik. Taksi şoförüne daha hızlı olmasını söylerken de aniden aklıma Sinan geldi. Hemen hastaneyi arayıp acil olduğunu söyleyerek beni odasına bağlamalarını istedim ve hiç öyle selam melam şeklinde bir girizgah yapmadan direkt konuya girip ona kargaşadan bahsederek doktoru bulmasını söyledim. O da telaşlandı ve hemen gidip bakacağını söyleyerek telefonu kapattı.

Onlar yakın arkadaş oldukları için şu an birazcık olsun rahatladım. Ben gidene kadar bildiğim tanıdığım biri yanında olacak sonuçta. Bu trafik ne ya! Koşsaydım şimdiye çoktan varmıştım bu ne yavaşlık anlamadım gitti.


........::::::::____::::::::........

Taksiden indiğimde hiç vakit kaybetmeden hızla hastaneye girdim. Girişteki hamile hatun da yine "Hoş geldiniz Eylül Hanım nasılsınız?" falan diyordu ama hiç onunla uğraşamayacağım şimdi! İyi de hangi kattadır ki bu adam? Yapacak bir şey yok artık odasının bulunduğu kata çıkıp sora sora bulacağım zaten bir kargaşa yaşandığına göre onları bulmam hiç de zor olmayacaktır. Umarım hastanenizin manşetine kötü bir haberle düşmemişsindir doktor.

Aynen de düşündüğüm gibi oldu. Odasının bulunduğu kata gelir gelmez asansörün açılmasıyla birlikte ileride bir kalabalık gördüm. O tehditler savuran adam da ortalarda görünmüyordu. Onu bir elime geçirsem gırtlağına çökeceğim ama şanslı adam güvenlik çabuk müdahale etmiş olmalı. Doktora bir zarar vermemiş olmasını dileyerek bakınırken kenarda endişeli bir şekilde ensesini tutan Sinan'ı gördüm. Söylediği gibi onu hemen bulmuş demek ki.

Seri adımlarla o yöne doğru gidip kalabalığı zar zor açtırarak yanlarına ulaştım ama yaşadığım şok üzerimde buz gibi bir duş etkisi yarattı. Doktoru gördüğüm an o kadar kötü hissettim ki anlatamam. Gözlerim gömleğinden eline elinden de yüzüne doğru yumuşak geçişler yaparken o soğuk duşun üstüne bir de başımdan aşağıya kaynar sular boşaldı sanki. Doktorun üstü başı eli yüzü kan olmuş kaşından akan kan da tek gözünü kapatmak zorunda kalmasına neden olmuştu. Geldiğimi bile fark edemedi.

Gördüğüm görüntünün şokuyla ses çıkaramadan ona bakarken aniden biri omzuma sertçe çarparak yanımdan geçip "Sinan yardım et de Ahmet'i odasına götürelim. Orada daha rahat müdahale ederim" dedi. Doktorun itirazı da gecikmedi tabii. O halde bile "Gerek yok Feride yardımsız da yürüyebilirim. O kadar da değil yani büyütmeyin" diyordu ama kadın itiraz kabul edecek gibi görünmüyordu. Kolunu tutup "Önünü göremiyorsun Ahmet laf dinle biraz. Hadi Sinan!" diyerek oturduğu yerden kalkması için çekelerken doktor da mecburen kalktı. Şu esmer çirkini de yardım edeyim ayağına iyice yapıştı adamın koluna! Daracıkta giymiş ne biçim doktor bu yahu! Arkadaş insan rahat hareket edebileceği bir şey giyer bu ne podyuma çıkacakmış gibi süslü püslü haller.

Onlar odaya geçerken yanına gideyim mi yoksa gitmeyeyim mi bilemedim. Aslında gitmek istiyorum ama uygun olur mu emin olamıyorum. Onları sessiz sedasız izleyeyim diye kapının kenarına yaklaşırken şu Feride denen hatun kapıyı kapatmak için bir hamle yaptı ama tam o anda istemsizce kapıyı tutup kapanmasını engelledim. Bunu da ne diye yaptım anlamadım ama yaptım işte. Kadın "Affedersiniz ama girmenize müsaade edemem" diyerek suratıma garip garip bakıyordu. Sanki ondan müsaade isteyen oldu da hatun izni verip veremeyeceğini düşünüyor.

Neyse ki ben ters bir şey diyemeden ikimiz de doktorun "Eylül..." dediğini duyduk. Burada olmamı beklemediği açıktı ama gelip de onu görmeseydim duyduklarımdan sonra aklımı kaçırabilirdim. Esmer çirkinine tek kaşımı kaldırarak bakıp çekilsin diye de kaş göz işareti yaptıktan sonra omzuna omzumla hafifçe dokundurarak içeriye girdim. Kaos anı maos anı ben anlamam az önce o da bana çarpmıştı altta kalacak halim yoktu. Neyse o da şimdi çok istiyorsa rahat rahat kapatsın kapısını.

Yanlarına gittiğimde sıradan bir tavırla "Selam Sinan" dedikten sonra onun da bana selam vermesiyle doktorun tek gözlü şaşkın bakışları altında yanına oturup "O adam mı yaptı bunu? Telefonda seni tehdit ettiğini duydum. Ne istiyor senden?" diye sordum. Soruma karşılık o ne dese beğenirsiniz acaba? Sanki ben bunu sormamışım gibi gündemi bir anda değiştirip tuhaf bir tonlamayla da "Siz ikiniz tanışıyor musunuz?" diye sordu. Heeh! Günün en önemli sorusu buydu çünkü!

Afallayıp ayakta duran Sinan'a "Bunda ne gariplik var ki?" der gibi baktığım sırada da esmer çirkini önüne sandalye çekerek "Ahmet göz çevreni temizleyeceğim hareket etmemeye çalış lütfen" dedi ve elindeki malzemeleri kullanarak doktorun gözünün üstüne akan kanları temizlemeye başladı. Sinan da bir yandan onu izleyip bir yandan da doktorun kaşına elindeki steril bezi tutarak daha fazla kanamasını engelliyordu. Tabii bu doktoru durdurur mu? Durdurmaz!

"Eylül!"

"Ne oldu?"

"Sinan ile tanışıyor musunuz diye sordum"

"Sırası mı şimdi?"

"Sırası ki sordum"

"Evet bir süredir tanışıyoruz. Hareket etme de bitsin şu iş bir an önce"

"Nasıl tanıştınız ki? Sinan nere sen nere!"

"Ya sen dönsene önüne gözünü oyacak kadın!"

"Sinan sen söyle!"

"Sana anlatmıştım zaten"

"Sen bana Eylül ile ilgili hiçbir şey anlatmadın"

Sinan hafifçe öksürüp ses tonunu kısarak "Hayır anlattım. Hani sana kafeteryada tanıştığım bir hasta yakınından bahsetmiştim ya... İşte o kız Eylül'dü" deyince doktor aniden ona doğru dönüp onaylamasını beklermiş gibi sert bir ses tonuyla "Birlikte simit yediğin ahu gözlü kız!" dedi. Ne diye kızdı bu şimdi? Evet simit yedik sohbet ettik ne olmuş yani suç mu işledik? Bu arada ahu gözlü mü dedi o? Ne diye böyle bir şey söyledi ki ne alaka şimdi?

Sinan dediğini doğrulayınca doktor çok fena bozuldu ama öyle böyle değil. Şu an bir şey diyemiyor olsa da vücut dilinden gerildiğini çok net anlayabiliyorum. En basiti dişlerini sıkıp parmaklarını kızgın kızgın dizine vuruyor mesela. Sinan ve şu Feride denen kadın kendi aralarında olayın nasıl geliştiğini konuşurlarken biz de konu dışında kalarak doktorla birbirimize ters ters bakışlar atıyorduk. Yine var bir karın ağrısı da bir baş başa kalalım öğreniriz elbet. Sinan'a da çok ayıp oldu. Öyle tek gözünü belerte belerte sorunca adam da ne olduğunu şaşırdı.

Her neyse... Doktorun yüzü gözü temizlenip yarılan kaşına da dikiş atıldıktan sonra nihayet şu esmer çirkinine ayırdığımız sürenin de sonuna geldik. Hadi canım hadi yolcu yolunda gerek! Aslında böylesine gidişin olsun da dönüşün olmasın denir ama ben demeyeceğim tabii ki. İlk görüşte o kadar da ağır konuşmaya gerek yok.

"Ahmetciğim benim işim bitti"

"Teşekkür ederim Feride senin de vaktini aldım aslında bizim buradaki kızlar da hallederdi"

"Saçmalama lütfen! Bütün hastane "Ahmet Atahan'da iz bırakan kadın kim?" haberiyle çalkalanacak ve tüm oklar da o dikişleri atanı yani beni gösterecek. Bu şamatanın içinde olma fırsatını elimden kaçıramazdım"

"Birlikte manşetlere düşmek istediğini bilmiyordum. Bilseydim de emin ol bunun için daha eğlenceli bir haber içeriği oluştururdum"

"Neyse açılışı böyle yapalım da ikinci manşeti de kendi istediğimiz şekilde patlatırız"


tumblr_nclzsriFz11rtocego6_250.gif


Ben şimdi sizi bir patlatacağım dünya gündemine ilk sıradan giriş yapacaksınız! Acaba bu kadın kendi kaşına da dikiş atabiliyor mudur? Üzerinde bir şey deneyeceğim de sonra aman yapamadım edemedim olmasın!

İkisi de sırıtık sırıtık gülerken doktor çok şükür ki imalı bakışlarımdan ötürü odada yalnız olmadıklarını hatırladı ve saniyeler içinde ifadesini ciddileştirip "Gerçekten iz kalmaz değil mi?" diyerek kendisine bir çekidüzen verdi. Çoktan kaldı bile haberi yok! Gözümün önünde adeta flörtleştiği kadın "Kalmaz ama kalsaydı da bu sana ayrı bir hava katardı merak etme" dedikten sonra omzuna dokunup "Zamanı gelince beni bul dikişlerini de alayım. Başkasına yaptırırsan bozulurum haberin olsun" dedi. O değil de ben bu hatuna birazdan bir teyel atma girişiminde bulunacağım galiba. Yanlış anlama olmasın yakasına demek istiyorum. Gerçi başka türlü de atarım da şimdi doktor ne sıfatla diye sorgular falan hiç çekemem.

Kaşlarımı çatmış bir halde kadının sinir bozucu göz süzüşlerini izlerken doktor da bana yan yan bakıp sonra da mesafeli bir tavırla "Sanırım senin attığın dikişe güveneceğim. Sonuçta bu hastanede bu işi senden daha iyi yapan biri yok" dedi. Koskoca hastanede ondan iyisi yok demek... İltifatını yesinler! Bir de "En güzel atılan dikiş" ünvanı verip kadının silikonlar diyarı göğsüne kafam kadar bir madalya taksaydı bari! Adamı etkileyeceğim derken üç tanecik dikişi bile yamuk attı kadın görmedim sanki.

"Oo Ahmet! Böyle bir şeyi senden duymak ne hoş"

He çok hoş! Esmer çirkininin pılısını pırtısını salına salına toparlamasını izlerken nihayet kapıdan çıkışına da şahit oldum. Arkadaş bu adamın çevresi ne kadar sıcakkanlı kadınlara dolu öyle tam boğmalıklar! Aslında kadınlarda da suç yok biliyor musun? Adamın kaşı gözü çok oynak. Baksana şurada kriz yaşanmış yüzü gözü kan içinde o hâlâ tek gözlü haliyle kadına iltifatlar yağdırmanın peşinde.

Doktoru çatık kaşlı bakışlarımla süzerken Sinan da saatine bakar bakmaz "Ooo! Benim hastam gelmek üzeredir. Nasılsa Eylül yanında şimdi gitsem beni bu halde bırakıp gittin demezsin değil mi?" dedi. Belli ki demeyecek çünkü Sinan'ın "Benim hastam gelecek" dediğini duyar duymaz adamı kovalar gibi lafı ağzına tıkıp "Hadi hadi sen git bekletme hastanı" deyiverdi. Yahu bunlar yakın arkadaş değil miydi? Öyleydi. Ee! Neyin tribini yapıyor şimdi anlamadım gitti.

"Tamam o zaman ben gidiyorum. Bir şeye ihtiyacın olursa söylersin"

"Söylerim de çıkışta kaybolma konuşalım biraz"

"Olur hatta akşam bana gel Ahmet evdekiler de bu halini görüp telaşlanmasın"

"Bak bu çok daha iyi olur işte"

"Eylül seninle de konuşamadık ama sonra görüşürüz herhalde"

"Görüşürüz Sinan kendine iyi bak"

"Bu arada Haldun Hoca'ya laf arasında senden bahsettim. Ağrısı yeniden olursa muhakkak gelsin bir kontrolden geçsin taş düşürmüyor olabilir dedi. İhmal etme olur mu?"

"Haldun Hoca'da senin gibi hastalarına lolipop veriyor mu?"

"Hayır ama çıkışta yanıma uğrarsan şekerleme çekmecemden istediğin kadar lolipop alabilirsin"

tumblr_ndg8onEzpm1rn6xczo2_.gif


"Şu geçen sefer ki çilekli güzeldi ondan bir tane kenara ayır o halde"

"Ayırdım bil"

İkimiz de gülünce işaret parmaklarımı ona doğru uzatıp "Bundan sonra favori doktorumsun Sinan!" dedim ama dediğime diyeceğime pişman olmam yakındır çünkü yanımdaki adam bu dediğime çok içerledi. Yani favori doktorumun bir başkası olmasına. Hatta Sinan çıkarken "Bu ne büyük bir onur!" deyip göz kırparak kapıyı kapatır kapatmaz bana tuhaf bir ifadeyle bakmaya başladı ve ben "Ne oldu?" der gibi başımı sallayınca da "Neydi bu şimdi?" diye sordu. Ne oluyor ya!

Bedenen doktora doğru dönüp ellerimi de belime koyarak "Ne neydi?" diye sorarken o da aynı şekilde bana doğru döndü ve "Siz Sinan ile hangi ara bu kadar yakınlaştınız?" dedikten sonra yüzünü ekşiterek "Lolipopmuş Haldun Hoca'ymış bilmem neymiş... Haberim bile olmadı!" dedi. Doğru mu duyuyorum diye tereddüt etmem şaşırtmıyordur herhalde. Haberi neden olacakmış ki? Her tanıştığım kişiden sonra beyefendinin bilgisi olsun diye anons mu geçseydim yani?

"Ne diyorsun sen ya! Adam kafa atarken kaşını yarmakla kalmamış aynı zamanda içeride travmaya da neden olmuş galiba"

"Siz şimdi ciddi ciddi Sinan ile görüşüyor musunuz?"

"Ne görüşmesinden bahsediyorsun sen?"

"Ne yapıyorsunuz peki?"

"Sadece birkaç kere karşılaştık o kadar. Bugün de seninle konuşurken kargaşa olduğunu duyunca arayıp senin iyi olup olmadığına bakmasını istedim çünkü sana en çabuk ulaşabilecek kişi oydu"

"Sen bir de buraya gelmeden önce Sinan'ı mı aradın? Telefon alışverişi yapacak kadar yakınsınız yani. Bana bile telefon numaranı vermemiştin"

"Çünkü sen daha ilk günden üçkağıt çevirerek numaramı almıştın doktor!"

"Almasaydım kendi isteğinle verecek miydin?"

"Hayır!"

"Ama Sinan'a veriyorsun!"

"Ben ona numaramı falan verme... Bir dakika bir dakika! Sen bana hangi hakla hesap soruyorsun ki? İstediğimi arar istediğimle konuşurum doktor ve sen buna karışamazsın. Ben sana kadın seni dakikalar boyunca gözleriyle yedi bitirdi yetmedi iliğini kemiğinden ayırdı neden engel olmadın diyor muyum?"

"Hangi kadın?

"İsmin ne dedi söyleyi verdim. Feride Feride... Birden ona ben kalbimi verdim. Feride Feride... Aşkınla yanıp çılgına döndüm. Feride Feride... Bittim eridim mum gibi söndüm. Feride Feride... Keşke adını bilmez olaydım! Hay ben senin Feride Feride!"

Gözünün içine dik dik bakarak manidar bir şekilde mırıldandığım "Feride" adlı eser sonrası masasının önüne gidip sürahiden bardağa su doldurmaya başladım. Dilimi damağımı kuruttu adam iki dakikada. Bu arada bu bardak doktorundur değil mi? Başkasının değil yani. Bardakta ruj izi falan var mı diye incelerken o da dolabına doğru gidip "Sen Feride'yi diyorsun. Bakabilir buna nasıl engel olabilirim ki? İnsanların gözüne perde çekemem sonuçta. Ayrıca kaç yıllık arkadaşım o benim aramızda böyle şakalaşmalar hep olur" diyerek temiz bir gömlek çıkardı. Arkadaşıymış... Yersen! Biz de Kenan ile çok yakın arkadaşız ama bir kere bile böyle cilveli cilveli şakalaşmalar yapmadık birbirimize. Ee! Arkadaş var arkadaşcık var demek ki!

Bardağa doldurduğum suyu gözlerim üzerinde olarak bir dikişte içtikten sonra "Ben senden böyle bir şey talep etmiyorum zaten doktor" dedim ve yanına gidip üzerinden çıkardığı kanlı gömleği elinden alarak "Yani bu da demek oluyor ki sen de benden böyle bir şey talep edemezsin çünkü üzerimde hak iddia edebilecek bir durumda değilsin" dedim. Ben böyle düşünüyorum ama o dün geceki konuşmadan sonra pek öyle düşünmüyor herhalde.

tyguh.jpg


Temiz gömleğini üzerine geçirip agresif bir bakışla da "Hiçbir anlamı yokmuş demek ki!" diye ağzının içinde bir şeyler gevelerken bir türlü ilikleyemediği kol düğmeleri canımı sıktı ve "Bırak şunu!" dedikten sonra hızlı bir şekilde önce sol kolunu sonra da sağ kolunu ilikleyip gözlerimi kısarak "Neyin anlamı yokmuş bir açık konuşsana bakayım sen!" dedim. Sessiz kaldı. Ne o az önce bülbüldü hangi ara kesildi sesi!

Gömleğinin önündeki düğmeleri gözümün içine baka baka ilikleyip kravatını takarken ben de ona aynı dik bakışlarla bakarak konuşmasını bekliyordum. Ama en son ceketini giyip dolabın kapağını da bana bir şeyler anlatmak istercesine sertçe kapatınca gıcık oldum ve ben de elimdeki kanlı gömleği sinirle burup aynı öfkeli tavırla çöp kutusuna attım. Ama o böyle yaparsa ben de dellenirim!

Az önceki konudan ötürü rahatsızlığını alenen belli edecek şekilde odasının içinde bir o yana bir bu yana gidip birbirinden alakasız işlerle ilgilenince olduğum yerde sinirden köpürmeye başladım. Adama bak ya! Sanki bana hesap soracak hali var da gelmiş kiminle ne konuştuğumun afrasını tafrasını yapıyor. Önce sen bir kendine bak derler adama!

Masasının önüne gelerek ne dediği anlaşılmadan mırıl mırıl söylenip dosyalarını karıştırırken bir an "Favori doktoruymuş! Bütün doktorlar çuvala girdi kala kala da bir tek Sinan kaldı çünkü!" dediğini duydum ve tabii ki de dayanamayıp "Harika! Koskoca kariyer sahibi adamın bozulduğu şeye bak! Şaka yaptım şaka... Espiri!" dedim ama o da sinirli bir halde "Ben neden gülemedim acaba?" diyerek bana yan gözle bakmakla yetindi. Bakışa bak! Yok yok ben bu sinirle bu adamı buraya kazırım!

to_s03e07_0161.jpg


"Sinan'da ben de güldüğümüze göre herhalde senin espiri anlayışında bir sıkıntı var doktor"

"Demek sorun bende!"

"Evet sende çünkü olayı öyle gereksiz büyütüp öyle de saçma sapan bir yere getirdin ki şu an sana gerçekten inanamıyorum. Buraya tehdit edildiğini duyup endişelendiğim ve ne durumda olduğunu gözlerimle göreyim diye geldim ama sen şu an resmen Sinan ile olan ilişkimin boyutunu sorguluyorsun!"

"İlişkiniz olduğunu kabul ediyorsun demek!"

"Arkadaşlık ilişkisini kastediyorsan evet kabul ediyorum ama diğerini diyorsan geri bas doktor çünkü o konuda yakışıksız bir ima yaparsan başına fena ekşirim!"

Karşılıklı olarak o kadar yükseldik ki inan buraya gelirken böyle bir şey yaşayacağımız aklımın ucundan bile geçmemişti. Ne niyetlerle geldim ne ile karşılaştım cidden anlamadım. Gözlerimiz birbirimizin gözlerinde sinirle gezinirken ne hissetti ya da ne düşündü bilmiyorum aniden bakışlarını çekip önüne döndü. O herhangi bir şey söylemeyip öfkeli bakışlarıyla sinirli sinirli masasının üzerindekileri düzeltmeye devam ederken benim de içimdeki öfke iyice kabardı tabii.

Sabrım taşmıştı ve verdiği karşılıklar sebebiyle gerçekten çileden çıkmıştım. Bu yüzden de kendime hakim olamadan artık Allah ne verdiyse saydırıp "Seni merak eden de kabahat zaten! Elin adamı gelmiş seni tehdit ediyormuş bana ne arkadaş babamın oğlu musun sanki? Ama bundan sonra yok doktooor! Allah yolunu açık etsin mümkünse de o yolda bizi bir daha karşı karşıya getirmesin. Tam hakkında olumlu şeyler düşünüp kendime seninle ilgili yeni güncellemeler yüklüyorum ama sen gelip öyle bir şey yapıyorsun ki bütün cinlerimi tepeme..." dedim ama tam konuşmamın en hararetli kısmında çarşı pazar karıştı. Ben makineli tüfek gibi hiç es vermeden konuşurken doktor sustu sustu en sonunda belli ki kendisine daha fazla mani olmadı çünkü elindekileri bıraktığı gibi kararlı bir tavırla üzerime doğru yürüyüp konuşmamı bitirmeme bile fırsat vermeden saçlarımın arasına geçirdiği eliyle beni kendisine doğru çekip dudaklarını dudaklarıma mühürledi.


ergtfhyjkhgfd.gif


Beni öptü mü o? Evet öptü! Hatta hâlâ öpüyor.
Bu adamı öldüreceğim!

Kahretsin! Bunu yapacağını önceden anlayıp onu nasıl engelleyemem? Resmen dikkatimin dağınıklığını fırsat bilip göz göre göre geldi öptü iyi mi! Yalnız hakkını vermek gerekir ki cinleri tepesine çıkmış bir kadını nasıl etkisiz hale getireceğini çok iyi biliyor. Bu kızların da neden peşinden ayrılmadığını şimdi daha iyi anladım ama bu dediğimi kayıt dışı tutalım lütfen. Ee! Yerin kulağı vardır neme lazım. Bu arada konudan sapmış gibi olacağım biliyorum ama neden benim gibi kokuyor bu adam? Umarım aynı parfümü kullanmıyoruzdur çünkü bu biraz garip kaçabilir.

Beni öpüyor olsa da yine de bedenen benden uzak duruyordu. Sadece tek eli saçlarımın içindeydi ve maksadını aşan başka bir yakınlaşmaya sebebiyet vermiyordu. Böyle bir şey yapmasının verdiği şaşkınlığı sonuna kadar yaşarken bir an içten içe "Başlarım Buğra'na da Sinan'ına da Feride'ne de Köstebek'ine de!" dediğimi ve doktoru karşılıksız bırakamadığım için bu öpücüğün bu kadar uzadığını fark edip geri çekildim. Tuhaf bir andı. Göz göze geldiğimizde her ne kadar geri durmuş olsam da bir mıknatıs gibi ona yeniden çekildiğimi hissettim. Sanki bir el sırtımdan tutup beni ona doğru iterek yarım kalan busemizi tamamlamamızı sağlamaya çalışıyordu. İçten içe "Ne yapıyorsun Eylül ya!" diyerek kendime kızsam da mecburen faturayı ona kestim ve "Ne yaptığını zannediyorsun sen?" dedim. Sesim de titremeseydi iyiydi. Hay aksi! Sanki hâlâ beni öpmeye devam ediyormuş gibi hissediyorum ve bu gerçekten kafam gibi ses frekanslarımında karışmasına neden oluyor.

Çatık kaşlarıyla bakmayı sürdürürken bir o kadar da derin bakışlarıyla "Senin deyiminle üzerinde hak iddia ediyorum benim deyimimle de henüz bir aşamaya gelememişler aşamasından fena halde sıkılıp birkaç level birden atlıyorum!" deyince önce dudaklarımı kıpırdatsam da bir şey diyemedim ama sonra söylediği şeyler yüzünden kızdığımı açıkça belli ederek "Ben senin istediğin zaman level atlayabileceğin bir bilgisayar oyunu değilim doktor!" deyip çoktan yüzünde patlamış olması gereken tokadımı gecikmeli de olsa sertçe suratına çarptım. Üzgünüm doktor dün geceden sonra beni bile şaşırtacak ölçüde iyi gidiyordun ama kullanıcı hatası yüzünden oyunun yine çöktü!


rertuyıuıop.gif


•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
X yorumları için : #benikalbineyaz
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.523
Tepki
84.169
Puan
113
Konum
İstanbul
to_s03e16_0299.png

18.Bölüm : Seni kalbime yazdım Eylül Acar

........::::::::__Eylül__::::::::........

Attığım tokat onunla birlikte sanki benim de suratımda patladı. Çıkan ses beni kendime getirmiş olacak ki "Ne yapıyorsun Eylül delirdin mi?" dedim kendi kendime. Belki de buraya endişe içinde gelişim yaşadığımız tartışma beni beklenmedik bir şekilde öpüşü ve sonrasında bunu yapma nedeninin level atlama olarak açıklanması devrelerimi yakmama neden oldu bilmiyorum. Ama şu an bildiğim tek şey var ki o da bu tokadı hiç hak etmemiş olmasıydı. Evet iznim dahilinde olmadan beni öpmüş olmasına rağmen bu sert karşılığı hak etmediğini düşünüyorum. İşin kötüsü bunu yaptığım için özür de dileyemedim. Hiçbir şey diyemedim. Sustum hatta tutulup kaldım.

Yüzünde patlayan tokadımın şaşkınlığını üzerinden atıp sakin bakışlarını bana doğru döndürdüğünde gözlerine bakmaya cesaret edemedim ve tek kelime etmeden onu orada bırakıp kapıya doğru yöneldim. Beni durdurmak için ne önüme bir engel koydu ne de bir söz söyledi. Bana kendime gelmem için izin vermesine sevindim çünkü o kadar karmakarışık bir haldeyim ki ne düşüneceğimi de ne söyleyeceğimi de bilemiyorum.

Açıkçası şu an kendimi bir yol ayrımındaymışım gibi hissediyorum. Bu tokadın ardından kesin bir karar vermek zorundaymışım gibi geliyor. Ya doktorlu bir hayatı kabul edip elini tutarak "Hadi yürü bakalım kaderimiz bizi nerelere götürecek görelim" diyeceğim ya da onun olmadığı bir başka yolu seçip "Bizden olmaz doktor boşuna zorlamayalım" diyeceğim. İkisinden birini yapmazsam bu iş sürüncemede kalmaya devam edip hem benim hem de onun yoluna taş koyacak sanki. Yani bu işe ya bir son ya da bir başlangıç koymak artık mecburiyet haline geldi.


hfghfg.jpg


Odadan çıkıp sırtımı kapısına dayayarak derin derin nefes alırken kalbimin bu kadar hızlı çarpmasına da bir mana veremedim. Ben kendimi daha önce hiç bu kadar elim ayağım birbirine girmiş bir halde görmemiştim. İçeride olanları düşünüyorum da doktoru da daha önce hiç bu halde görmemiştim. Sinan ile aramızda bir şey olma ihtimali gözünü döndürmüştü. Düşüncesine bile tahammül edemiyor gibi bir hali vardı. Ne tuhaftır ki onu ve hissettiklerini anlayabiliyorum galiba.

Baştan söyleyeyim doktora aşık maşık değilim. Sadece dün gece üzerimde karşı konulamaz bir etki bıraktığı açık. Sözleri hâli tavrı bakışları yalan yok fena çarptı. Hakkını vermek gerekir ki dün sarf ettiği sözler karşısında kim olsa etkilenirdi. Samimi ve gerçekti bir kere. Ancak telefonda konuşurken tehdit edildiğini duydum ya... Sanki buraya zamanında yetişmiş olsaydım doktora bir şey olacak korkusuyla o etrafa tehditler savuran adamı duvardan duvara çarpıp "Sen kimsin de kimi tehdit ediyorsun?" diyerek gırtlağına çökebilirmişim gibi geldi. Ne söylese de bir geçerliliği olmaz tek odak noktam acaba onu parçalara mı bölsem yoksa yekpare halde mi hakkından gelsem olurdu.

Bir de şu esmer çirkini var tabii! Doktora karşı olan yakın tavırlarını düşünüyorum ama yeniden çileden çıkacağım için konuyu hemen kapatma isteği duyuyorum. Burada olduğu sürece ona tahammül etmek gerçekten zordu. Ben yokken de mi böyleler acaba? Şu an kendime de düşündüklerime de söylediklerime de inanamıyorum. Of! Daha birkaç saniye önce aşık değilim dediğim adamı mı kıskanıyorun ben? Sen sahiden ne yapıyorsun Eylül ya!

Tam toparlıyorum düzene giriyorum diyorum yine kontrolüm dışında hayatımı hallaç pamuğu gibi dağıtacak gelişmeler oluyor ve ben buna engel olamıyorum. Aramızdaki bu ne idiği belirsiz yakınlığın neye sebebiyet vereceğini bilmiyorum ama bunun öyle gözardı edilebilecek bir şey olmadığı da çok açık. Attığım tokattan sonra mümkün olabilir mi orası meçhul ama belki de doktor bir şans verilmeyi hak ediyordur. Meral'in de dediği gibi baktık olmuyor en kötü ihtimalle arkadaş olur yola öyle devam ederiz.



vhmvhmnhv.png

........::::::::__Ahmet__::::::::........

Onu öptüm ve o da bana öyle ya da böyle bir şekilde karşılık verdi değil mi?
Yanılmıyorum yani. Evet evet kesinlikle verdi.
Bu kadın aklımı kaçırtacak bana!

Onu bulduğumu ve kaybetmemem gerektiğini bana sonuna kadar hissettiren bu şeftali kokulu öpücük için binlerce tokat yemeye razıyım. Bunca yıldır sessiz sedasız Eylül'ü beklemiş olan kalbime bu doğru seçiminden ötürü şapka çıkarmak istiyorum. İddia ediyorum benim için daha iyi bir seçim yapamazdı. Sanki bir kadında var olmasını istediğim tüm özellikleri madde madde yazmışım da isteğim bir şekilde kabul görmüş ve bana Eylül gönderilmiş gibi.

Şu an bana kızmış olabilir ama onun da kalbinde benden kaynaklı bir kıpırdanma olduğunu hissedebiliyorum. Beni bu kadar merak etmesi ve iyi miyim yoksa değil miyim diye apar topar buraya gelmesi bile bana bir şeyler anlatıyor. Feride'yi kıskanması ise en beklenmedik olanıydı çünkü onunla alakalı bana saldırırken kendisini çok fena ele vermiş oldu. Lütfen bana seven insan kıskanır doktor deyin ve bunu da gün içinde sürekli tekrarlayın.

Tartışırken hâlâ benimle ilgileniyor oluşu da gözümden kaçmadı. O sinirli haliyle söylene söylene kol düğmelerimi iliklerken bir an çoktan evlenmişiz de rutinleşen tartışmalarımızdan birini yapıyormuşuz gibi hissettim. Kavga ederken bile her hareketiyle kalbimi çalabilen bir kadınla karşı karşıyayım. En önemlisi de onu öpmeden önce sarf ettiği sözlerdi. Benimle ilgili olumlu düşünmeye başlaması ve onun deyimiyle bu konuda kendisini güncellemesi bana göre gelecek vaat ediyor.

Ben seni kalbime yazdım Eylül Acar!

Şimdi sıra kendimi senin kalbine kazımaya geldi.



elmiey.jpg

........::::::::__Eylül Acar / Birkaç Hafta Sonra__::::::::........

"Ne yani şimdi Eylül bir hikayeye mi tav olmuş Ela? Aman Allah'ım! Bu ödeşmenin yaşanacağı günü iple çekiyordum. Bir de bana laf ediyordu bir kolyeye tav olmuşum diye"

"Ne diyorsun kızım sen!"

"Ela söyledi kalbini iyileştirecek bir doktorla karşılaşmışsın"

"Aramızda kaldı sanmıştım Ela!"

"Sana Mine'ye söyleyeyim mi demiştim sen de sesini çıkarmamıştın""

"Evet ses çıkarmamışsın Ela da kararı kendisine bıraktın sanmış"

"Ela minareyi çaldığın yetmiyormuş gibi bir de kılıfını bu yer cücesiyle mi hazırladın?"

"Yer cücesi değilim ben!"

"Sus kız bir elli beşlik boyunla atarlanma bana sesin de zor geliyor zaten zıpla biraz!"

"Çok kızmış Ela bildiğimi söylemese miydim acaba?"

"Hee söylemeseydin de arkamdan gıybetimi yapsaydınız. Tüüüh! Kaç hafta geçti üstünden kesin yapmışsınızdır. Yaptınız değil mi? Tevekkeli değil ondan kulaklarım çın çın çınlayıp duruyor!"

"Ne desem yaranamıyorum hemen sinirleniyor"

"Benim çıkmam gerekiyor telefonları kapatın ya da hoparlörü açıp benim odamda konuşmayın"

"Neden çıkman gerekiyor ki doktorla randevunuz mu var? Bence pembe puantiyeli elbiseni giy"

"Hâlâ randevu diyor... Ev bakacağım iş bakacağım Mine Hanım! Hem bende pembe puantiyeli elbise ne arar be kafayı mı üşüttün sen!"

"Şaka yaptım ya ne kızıyorsun? Ela bu kız buradayken hiç sinirli değildi ne olmuş buna aynı bizim menopoz teyze Yelda'ya benzemiş"

"Mine git Kenancığın ile uğraş çekemem şimdi seni"

"Kenan burada değil ki İstanbul'a gidiyor"

"Niye?"

"İş ile ilgili dedi. Babası acil çağırmış dönüşte de Ela'yı alıp öyle gelecekmiş"

"Yemiş kızım o seni! Kesin kaynanatörün seninle ilgili çemkirmek için çağırmıştır sana da korkudan söyleyememiştir"

"Öyle mi diyorsun? Eylülcüğüm..."

"Ne o işin mi düştü?"

"Gelince şu sevimsizin ağzını bir arasana üzülmeyeyim diye artık bana hiçbir şey söylemiyor"

"Hadi yine iyi günüme denk geldin. Tamam konuşurum"

"Niye iyi günün ki yoksa doktorla özel bir plan mı yaptınız?"

"Ela kapat şu hoparlörü yeminlen gider bu kızın evini başına yıkarım!"

Banyodan çıkıp başımdaki havluyu makyaj masasına bırakırken Ela'nın odada olmadığını anladım. Mine de "Ela kurtar beni!" diye cırlıyordu. Telefonu elime alıp kendime doğru yaklaştırdıktan sonra "Ela odada yok ki ateş hattında kalınca her aklı başında insan gibi kaçmış. Sen de kapat telefonu zıvanadan çıkarma beni şimdi sana kızıp bütün hıncımı ev sahiplerinden çıkaracağım sonra yine evsiz barksız kalacağım!" dedim ve Mine'nin "İyi be! Hadi görüşürüz öptüm" demesine de gülerek "Ben de öptüm cadı kendine iyi bak" dedim. Bizi dışarıdan biri izlese herhalde birkaç saniye içinde kan gövdeyi götürecek zanneder ama bu kızları gerçekten çok seviyorum. Eminim onlarda beni seviyordur. Her halimize katlanan gülerken gülüp ağlarken ağlayan bir dostluğumuz var bizim.

Telefonla beraber odanın da kapısını kapattıktan sonra dolabın önüne gelerek giyecek bir şeyler çıkardım ve hızlıca giyinip aynanın önüne geldim. Saçlarımı hemen kurutmam gerekiyor ama olduğum yerden kıpırdayamıyorum çünkü gözlerim aynanın üzerine tutturduğum kurumuş güle takıldı kaldı. Hani şu doktorun çekirdek torbasına attığı pembe gül. Olanları düşünüyorum da o son tokat gerçekten ağır oldu. Son pişmanlık fayda etmez Eylül Hanım diyorsun değil mi? Etmiyor gerçekten. Kaç haftadır da onu görmedim. O da hiç karşıma çıkmadı. Ne halde acaba?

Bir ara Meral'in yanına gittiğimde arkadaşı Berna ile beni biraz sıkıştırıp neden hâlâ yemeğe çıkmadığımızı sorup durdular. Meral'e neler olduğundan bahsedemediğim için o an onlara da herhangi bir şey diyemedim. Ne diyecektim ki zaten? Kaynın beni öptü ben de marifetmiş gibi yüzüne bastım tokadı mı diyecektim? Söylerken bile tuhaf geliyor ve kendi kendimi tokatlayasım geliyor. Mecburen geçiştirip durdum ve günlerimizin bir türlü çakışmadığından tutun da tam günü ayarlayacakken grip olmama kadar türlü türlü bahaneler yarattım. Düğünlerde bile bu kadar kıvırmamışımdır ama o gün cidden kıvrak bir oryantal gibiydim. Gerçi bunun bir faydası olmadı çünkü beni ikna etmeyi başardılar. Doktor hâlâ o yemek konusunda ısrarcı mı bilmem ama bu defa sorduğunda ona olumsuz bir yanıt vermeyeceğim galiba. Hem bu vesile ile attığım tokat için ondan özür de dileyebilirim. Emin değilim ama belki yaparım.

Hazırlanıp evden çıktıktan sonra epey süre dolandım durdum. Bulduğum ilanların ışığında da bir iki görüşme yaptım ama maalesef ne ev anlamında ne iş anlamında pek faydalı olmayan görüşmelerdi bunlar. Yılmak yok tabii bulana kadar aramaktan vazgeçmeyeceğim. Yorulduğum ve de acıktığım için bir yer bulup hemen içeri girdim. Etrafa şöyle bir göz attıktan sonra da çay ve sandviç söyleyip boş masalardan birine geçtim. O sırada çantamı omzumdan alırken telefonum çalmaya başladı. Arayan annemdi.

gdfghj.png


"Eylül nasılsın kızım?"

"Nasıl olayım anne? Sabahtan beri ayaklarıma kara sular inmiş bir halde geziyorum ama ne bir iş bulabildim ne de doğru dürüst bir ev bulabildim"

"Karışmayayım diyorum ama dayanamayacağım. Neden benim yanıma gelmiyorsun kızım? Hem ev hem iş her şey hazır biliyorsun"

"Seçeneklerimin arasında bu da var"

"Sahi mi?"

"Evet kısa bir süre içinde burada bir düzen kuramazsam yanına gelebilirim diye düşünüyorum"

"Bence en doğrusu bu olur. Ben seni çok özlüyorum kızım ama bir oradasın bir burada"

"Belli mi olur belki de sen buraya gelirsin"

"Ben mi? Yok kızım ben buralara o kadar alıştım ki bırakabileceğimi hiç sanmıyorum"

"Ben istesem de mi gelmezsin?"

"Bak şimdi! Sen anne gel yanımda ol dedin de ne zaman gelmem dedim?"

"Tamam tamam! Bu konuyu kapatalım yoksa zararlı çıkacağım"

"Paran var mı Eylül idare edebiliyor musun? İstersen hemen hesabına bir miktar gönderebilirim"

"Merak etme anne tanıtımdan elde ettiğim para beni uzun süre rahat ettirir. Açıkçası o işi kabul ederken bu kadar yüksek bir meblağ alacağımı hiç düşünmemiştim"

"İyi madem ama yine de sıkışırsan söyle beş parasız kalma"

"Sen benim ne zaman beş parasız kaldığımı gördün? Garson olur markette satış elemanı olur yine de alnımın teriyle paramı kazanırım. Yapmadığım şey mi? Ayın elemanı olmuşluğum bile var. Hem de üst üstte kaç kere..."

"İş bulduğunda bu sefer dilini tut bari"

"Annee!"

"Yalan mı? İzmir'de her şeyin doğrusunu söyleme merakın yüzünden işten atılmadın mı?"

"Haklıydım ama"

"Kovuldun ama"

"Olsun yine olsa yine yaparım hiç pişman değilim"

Annemin memnun olmuş gibi gülerek "Babasının kızı ne olacak" dediğini duyup buruk bir halde tebessüm ederken siparişlerim geldi ama teşekkür etmek için başımı bir kaldırdım ki karşıma garson yerine Sinan çıktı. O ne arıyor ki burada? Telefonla konuştuğum için sessizce oturup oturamayacağını sorduğunda bunda bir sakınca görmeyip "Otur lütfen" dedim ve hemen anneme geri dönüp "Anneciğim ben seni sonra yine arayayım mı? Bir arkadaşımla karşılaştım da" dedim. Annem beni çok çok öptüğünü ve aramamı bekleyeceğini söyleyince vedalaşıp telefonları kapattık. O sırada Sinan da tepsidekileri masaya alıyordu.

"Selam Eylül"

"Selam da ne işin var burada? Senin bu saatlerde hastanede olman gerekmiyor muydu?"

"İşlerim olduğu için bugün erken çıktım. Eve dönmeden önce de bir şeyler atıştırayım demiştim ve şansa bak ki seni gördüm"

"Güzel bir tesadüf oldu"

"Öyle gerçekten. Peki sen buralarda ne arıyorsun?"

"Birkaç sokak arkada kiralık bir ev vardı ona bakmaya gelmiştim ama ev ev değil resmen kümes çıktı. Ee! Ben de tavuk olmadığıma göre daha insani şartlara uygun yerler bakmaya devam edeyim dedim"

"Eğer şartlarına uyarsa oturduğum sitede birçok boş ev var. Ayrıca aidatlar da yüksek değil. Sadece uygun fiyatlı evler biraz küçük ama tek kişi olunca idare ediliyor. Ben de hastaneye yakın olduğu için uzun yıllardır orada oturuyorum"

"Sahi mi söylüyorsun?"

"Evet hatta bu sabah alt dairemin camında da kiralanmaya uygun olduğunun belirtildiği bir kağıt gördüm. İstersen güvenlik görevlisini arayıp sahibinin telefon numarasını isteyebilirim"

"Aslında olabilir. Düşünüyorum da apartmanda doktor bir komşun olması hiç de fena fikir değilmiş. Gerçi çocuk doktorusun ama yine de doktorsun büyük küçük demeden halden anlarsın"

"Kızımın geldiği günler istemeden başını şişirebiliriz ama"

"Olsun fazla coşarsanız alt kattan tavana süpürge sapıyla vururum susarsınız. Aman! Ya da hiç uğraşmam direkt yönetime şikayet ederim"

nWMp8V.png

"Sizi susturmanın bir yolunu illaki bulurum diyorsun yani?"

"Kesinlikle"

"Ya da belki de şikayet etmeyi bırakıp sen de bize katılırsın. Mesela kahvaltı vakitlerinde mutfaktan masaya doğru leziz krepler ve pancakeler havada uçuşur"

"Kızının bu ziyaretlerden hoşlanacağını pek sanmam"

"Neden?"

"Karşımızdakinin kim olduğu fark etmez Sinan biz kızlar babamızı annemiz dışındaki her dişiden kıskanırız çünkü"

"Ooo! Bunu öğrenmem iyi oldu"

"Ama sen yine de bir sepete birkaç tane krep koyup balkonuma sallandırarak bana ulaşmasını sağlayabilirsin. Komşuluk hakkı sonuçta"

"Anlaştık. O halde hemen arayıp numarayı alıyorum"

"Harika olur"

Çayımızı içip bir şeyler atıştırırken Sinan da söylediği gibi güvenliği aradı ve adamın telefon numarasını alıp evin sahibiyle buluşmak üzere anlaştı. Aslında Sinan'a işi varsa gidebileceğini çünkü kendi kendime de halledebileceğimi söyledim ama o kalmak istedi. Komşu oldukları için ara sıra karşılaşıp sohbet etme durumları olmuş ve bu tanışıklığın artısını kullanmak istiyordu. Ben de karşı çıkmadım zaten fazla uzun süreceğini de sanmıyorum. Umarım bu sefer şansım yaver gider de şu ev arama mevzusu fazla uzamadan kapanır. Açıkçası Ela İzmir'e geri döndüğünde hâlâ doktorun evinde kalıyor olmak istemiyorum. Şimdi bile huzursuzum zaten.

Ev sahibiyle buluştuktan sonra birlikte daireyi gezdik. İtiraf etmeliyim ki düşündüğümden daha iyiydi. Kutu gibi derli toplu bir evdi. Aynı İzmir'de kaldığım gibi bir yerdi yani. Hatta şu ana kadar gördüklerimin içinde en çok gönlüme yatan da burası oldu. Sinan ev sahibiyle sohbet ederken ben de annemi görüntülü olarak arayıp evin içini ve pencereden evin konumunu gösterdim. Tabii her telaşlı anne gibi sanki dağ başında ev bulacağımı zannederek önce şehir merkezine yakın olup olmadığını sordu sonra da ahiret sorularını evin depreme dayanıklı olup olmamasıyla bitirdi. Bir an eve ait tüm sigorta poliçelerinin çıktısını isteyecek sandım.

Annemi hızlıca bilgilendirdikten sonra baktım yine tereddüt yaşıyor son çareye başvurarak üst kat komşumun doktor olduğunu söyledim. Bunu duyar duymaz bütün soru işaretlerini ortadan kaldırıp "Ev çok güzel tut kızım sakın kaçırma" dedi. Ey doktorluk sen nelere kâdirsin öyle!

Annemle konuşup telefonu kapattıktan hemen sonra da Meral aradı. Bu aralar herkes kendi derdine daldığı için doğru düzgün de görüşememiştik. Telefonu açtığımda önce selamlaştık sonra da bana arama sebebinden bahsetti. Beni akşam yemeğine evlerine davet ediyorlardı. Anladığım kadarıyla Selim benimle iş ile alakalı bir şeyler konuşmak istiyormuş. Yeni bir tanıtım işi mi geliyor yoksa? Şansımın bir anda dönmeye başladığını düşündüğüm sırada da Sinan geldi ve sessizce evle ilgili ne düşündüğümü sordu. Sanırım ev sahibi ile ona göre konuşacak.

Ona kaş göz işareti yaparak beğendiğimi belli ederken de Meral'e kusura bakmamasını çünkü dışarıda olduğumu söyledim. O da zaten sadece bu daveti iletmek için aradığını söyledi. Ona memnuniyetle geleceğimi söylediğimde karşılıklı olarak telefonları kapattık. Bir an içimde güneş açtı gibi hissettim. Sanırım şu doktorun da bahsettiği kader İstanbul'da kalmam için elinden geleni yapıyordu. Of! Yine nereden geldi ki aklıma? Sahi ne yapıyor acaba? Sinan'a sorsam doktorun meraklısıymışım gibi görünür müyüm? Laf arasında çaktırmadan sorarım belki.

Her neyse! Sonuç olarak baktığımız ev kafama iyice yattı ve anlaşmayı hemen yaptık. Bulunduğu yer olsun kirasıydı aidatıydı olsun tam bana göre bir yerdi. Bu kadar kolay olacağını hiç tahmin etmemiştim. Sabahtan beri oradan oraya gidip duruyordum meğerse kısmet burasıymış.

"Şimdi ne yapacaksın Eylül?"

"Aslında benim eve dönüp acilen hazırlanmam lazım"

"Bir yere mi gidiyorsun?"

"Evet az önce akşam yemeğine davet edildim"

"Özel biri tarafından mı?"

"Efendim?"

"Neyse boş ver saçmaladım"

"Saçmalamadın ama şaşırttın. Selim Atahan'ı tanıyor olmalısın"

"Ahmet'in kardeşi Selim mi?"

"Evet onun kardeşi... Her neyse daveti yapan eşiydi"

"Sana özel bir soru sorabilir miyim Eylül?"

"Hmm... Cevap verme zorunluluğum yoksa tabii ki sorabilirsin"

"Tamam o halde cevap verip vermeme özgürlüğün olduğunu hatırlatarak soruyorum. Siz Ahmet ile ne kadar yakınsınız?"

Hoppala! Ne oluyor arkadaş? Sözleşmiş gibi biri gidiyor biri geliyor. Kendimi Hababam Sınıfı'na düşmüş tek kız öğrenci gibi hissettim. Bu soruyu yadırgadığımı alenen belli edip neden böyle bir şey sorduğunu merak ettiğimi söylediğimde "Ahmet ile kaşına dikiş atıldığı günün akşamı beraberdik. Sorduğu sorular bana aranızda özel bir şeyler varmış izlenimi yarattı. Açıkçası Ahmet ikimizin samimiyetinden de biraz rahatsız olmuş gibi hissettim. Peki bu seni rahatsız ediyor mu Eylül? Yani planlanmamış karşılaşmalarımız ve o sıralarda yaptığımız sohbetlerimiz demek istiyorum" deyince taşlar yerine biraz biraz oturmaya başladı ama henüz bir tane taş hâlâ açıktaydı.

Bu Sinan'ı neden bu kadar ilgilendirdi ki? Ayrıca bunu bana söylemek yerine daha yakın oldukları için doktorla da konuşabilirdi. Ama aklındaki sorularının cevaplarını benim ağzımdan duymak istiyor gibi bir hali vardı. Hay aksi! Ela da bana Sinan ile ilgili yorum hakkını gizli tuttuğunu söylemişti değil mi? O bazı şeyleri benden önce anlamış demek ki.

"Bilmek istiyorsan şöyle söyleyeyim doktorla aramda adı konmuş herhangi bir şey yok ve şimdiye kadar seninle yaptığım hiçbir sohbetten de rahatsız olmadım"

"Adı konmamış bir şey var yani?"

"Ben öyle bir şey demedim"

"İma ettin gibi geldi"

"Pekala o zaman ben de sana özel bir şey sorabilir miyim?"

"Elbette sorabilirsin"

"Doktorla aramda adı konmuş ya da konmamış herhangi bir şey olması sen de bir rahatsızlık yaratıyor mu Sinan?"

"Neden sordun?"

"Neden cevap vermedin?"

Sessiz kaldı. Yapma bunu Sinan ya! Doktoru da Ela'yı da haklı çıkarma ne güzel arkadaş arkadaş takılıyoruz şurada. Yüzümdeki ifadeye odaklandı ve kaşlarımı çatınca sanki mecburen öyle demek durumunda kalmış gibi "Hayır Ahmet ile aranızda bir şey olup olmaması ben de bir rahatsızlık yaratmıyor" dedi. Ben niye aksini hissediyorum acaba? Canım sıkıldı yalan yok. Şu an gözümün içine baka baka yalan söylediğini düşünüyorum. Rahatsızdı ama tavrımdan ötürü belli edemedi. Benimle alakalı herhangi bir beklentisi olmasın diye "Güzel! Yaratmasın da... Arkadaşlığımızın bozulmasını istemem çünkü" dedim. Umarım anlaşılmışımdır.

fjugjg.gif


Birlikte arabaya doğru giderken içimden bir ses bir bahane uydurup seni eve bırakmasına mani ol dedi. Ve ben içimdeki sese güvenmek istiyorum. Sinan'a uğramam gereken birkaç yer olduğunu söyledikten sonra bugünkü yardımı için içten bir şekilde teşekkür edip yanından ayrıldım. Kafamın içi çok düzgün ya bir de geldi o karıştırdı. Umarım bana karşı farklı bir yakınlık içerisine girmeye çabalamaz. Of! Bir de gittim adamın alt dairesini tuttum iyi mi? Yanıl Eylül lütfen bu konuda yanıl!

........::::::::____::::::::........

Eve geldikten sonra kaldığım odaya çıktım ve ılık bir duş alıp yatağıma uzandım. Sırtım nasıl da ağırmış insan yorulduğunu yatınca daha iyi anlıyor. Çantamdan telefonumu alıp alarmını kurduktan sonra biraz şekerleme yapmanın kimseye bir zararı olmayacağını düşünerek gözlerimi yumdum. Hay yummaz olaydım!

Ne kadar uyudum hiçbir fikrim yok ama yattığım yerden öyle bir sıçrayarak uyandım ki bir an yatak döşek hep beraber yere kapaklanacağız sandım. Berbat ötesi bir rüya gördüm. Aslında başta çok da bir sorun yoktu. Hastane odasında doktorla yaşadığımız tartışma zihnimde yeniden canlanmıştı. O bana Sinan ile alakalı çemkiriyor ben de ona esmer çirkinini de konuya katarak verip veriştiriyordum. Ancak o konuşmanın sonu rüyamda farklıydı. Önce birbirimize bağırıp çağırdık sonra sadece o değil ikimizde aynı anda birbirimizi kendimize doğru çekip öptük. Buraya kadar her şey olabilirliğini koruyordu ama geri çekilip onunla göz göze geldiğimde beklenmedik bir şey oldu. Bu defa karşımda doktor değil Buğra vardı. Onu görür görmez geri geri gitmek ve ondan uzaklaşmak istedim ama o beni sıkıca tutup "Bu sefer gerçekten denemek istiyorum" dedi. Aynı İzmir'deki evime geldiğinde söylediği gibi yani.


opo.gif


O zaman ona "Neyi denemek istiyorsun? Ela'yı unutmayı mı?" diye sorup salak gibi bir umutla "Evet" demesini beklemiştim ama artık akıllanmış olmalıyım ki rüyamdayken ona bunu sormadım. Hatta tam aksine Buğra'nın gözlerine ona karşı hiçbir şey hissetmiyormuşum gibi bakıp "Ben istemiyorum" dedim. Ah be Eylül! Bunu gerçekte de diyecektin işte! Söylediğim şeye çok kızdı ve bileklerimi sanki kıracakmış gibi sıkarken her zamanki öküzlüğüyle de "Sana sen de istiyor musun diye sormadım zaten" deyip beni kendisine doğru çekerek öpmek istedi ama bu sahnenin devamında neler olacağını bildiğim için can havliyle yataktan nasıl fırlayarak kalktım ben bile anlamadım.

Karabasan gibi nereden çıktı bu şimdi! Nefes nefese bir halde komodinin üzerinde duran bardağımdan birkaç yudum su içip bardağı geri bıraktım. Gördüğüm rüyayı düşünüyorum da ona "Ben istemiyorum" derken ki halim gözümün önünden hiç gitmiyor. O kadar net ve kararlıydım ki kendime hayran kaldım. Keşke bu güçlü duruşu İzmir'de bir çuval inciri berbat etmeden önce de gösterebilmiş olsaydım. Her şey o zaman o kadar farklı olurdu ki.

Yataktan kalktıktan sonra kafamı dağıtacak bir şeyler aradım çünkü Buğra'yı düşünmek de görüntüsünü gözlerimin önüne getirmek de istemiyorum. Evin içinde biraz oyalandıktan sonra da davete icabet etmek üzere hazırlanıp odadan çıktım. Ela ile Tolga da bu gece arkadaşları Bora ve Elçin'in yanında olacak. Ela'nın İzmir'e dönmeden önceki son görüşmeleri yani. Bu yüzden merdivenden inip açık bir yer kalmış mı diye etrafı kontrol ettikten sonra evden çıktım. Paranoyak gibi etrafa bakıp durdum. Sanki o uyuz yani Buğra bir yerlerden çıkıp yine önüme dikilecek gibiydi ve bu beni çok rahatsız etti. Bir an önce Meral'in yanına gideyim de dikkatimi dağıtsın bari.

Önce yakınlardaki bir pastaneden rengarenk makaronlar aldım sonra da kısa bir süre içinde evin önüne geldim. Taksiden inerken gözüm kapının önündeki arabalara takılınca bakışlarımda hızla eve doğru döndü. Meral söylememişti ama doktor da gelmiş ve yanında da sarışın bir kadın vardı. Keyifli bir sohbet içinde zile basıp kapı açılınca da içeriye geçtiler. Hay aksi! Onunla karşı karşıya gelmeye hazır mıyım? Hemen test ediyorum... Hayır değilim ama ne yalan söyleyeyim bir yandan da onu görmek istiyorum. Bana tavırlı mı yoksa değil mi bilmek istiyorum galiba. Biraz dışarıda oyalandıktan sonra korkunun ecele faydası yok misali bahçeyi geçip birkaç basamaklı merdiveni çıkarak zile bastım.

Gergin bir bekleyiş içerisindeyken Meral kapıyı açınca gülümseyip "Çok gecikmedim ya" dedim. Bana sarıldı ve aynı anda da "Hayır canım gecikmedin. Gelsene" diyerek beni içeriye aldı. Selim de elindeki ceketleri portmantoya koyarken bir şeyler dedi sanki ama ben o sırada büyük bir şaşkınlık içerisinde karşımda duran sarışın kadına bakıyordum. İyi de ben bu kadını tanıyorum. Hatta İzmir'den İstanbul'a gelirken yanımda oturuyordu. Hani şu en yakın arkadaşına aşık olduğu için zamanında buralardan gittiğini söyleyen kadın. Ona gün geliyor ve aslında hâlâ kaçtığın yere ait olduğunu anlayıp geri dönmek mi istiyorsun diye sorduğumda ne demişti o? Kalbini kaçtığın yerde bıraktığını anlayıp hayatına devam edemiyorsan evet geri dönmek istiyorsun demişti değil mi? Yani şimdi bundan ne anlamalıyım ben?

Selim'in az önce bir şeyler söylediğini algıladığım için ona "Efendim?" diyerek kendisini duymadığımı belli ettim ama bir yandan da salona doğru bakmayı sürdürüyordum. Bana sadece nasıl olduğumu sorduğunu söyleyince biraz olsun toparlanıp "İyiyim teşekkür ederim. Sizler de iyi görünüyorsunuz" dedim ama hafiften de bir huzursuz olmadım değil. Ne işi var ki bu kadının burada? Meral bendeki tuhaflığı fark etmiş olacak ki içeriye geçmek yerine "Selimciğim sen içeriyi boş bırakma biz de hemen geliyoruz" dedi ve Selim dediğini yapar yapmaz da bana doğru dönerek "Neyin var senin?" diye sordu. Neyim yok ki? Yine aşağı tükürsem sakal yukarı tükürsem bıyık durumunda kaldım.

Kadına doğru bakarak "O kim?" diye sorduğumda Meral de salona doğru bakıp ne olduğunu anlayamamış bir şekilde "Gizem mi? Selim'in yıllar öncesinden yakın bir arkadaşıymış" dedi ve sonra da meraklı bir bakışla sözünü "Niye soruyorsun Eylül yoksa Gizem'i tanıyor musun?" diyerek tamamladı. Doğru ya adı da Gizem'di. Hatırladım. Kahretsin Selim ile de yıllar öncesinden yakın arkadaşlarmış. İyi de ne diyeceğim ben şimdi bu kıza? Kadınla çıkışta biraz sohbet etmiştik galiba eşine eskiden beri yanık onu yeniden görüp belki de şansını bir kez daha denemeye gelmiş olabilir mi diyeceğim? Düşüncesi bile fenalık geçirtiyor.

Bir Gizem'e bir de Meral'e bakıp durumu uygun bir şekilde "Buraya gelirken aynı uçakta yan yana oturduk ama o sırada çok kötü bir halde olduğum için konuşamamıştık. Sonra uçak İstanbul'a indiğinde de biraz sohbet ettik" diyerek anlattım ve bunun üzerine Meral de rahatlamış gibi "Aşk olsun! Ben de kötü bir karşılaşma mı oldu diye düşünmüştüm. Bu arada sohbet derken bunu yumuşatarak söylemiyorsun değil mi? Yani tartışma falan değildi" diye sordu. Salondaki konuşmalara odaklanıp Gizem'in Selim'e karşı olan bakışlarını analiz ederken cevap da veremedim ki.

fffff.gif


Aklıma da havaalanında yaptığımız konuşma gelip duruyor. Bana sevdiği adama gecikmiş bir itirafta bulunmaya cesaret edebilir mi bilmediğini ama belki daha sonra onu görmeye gidebileceğini söylemişti. Gelmiş işte! Kesin aşık olduğu ve unutamadığı adam Selim'di. Şu an Meral bunu bilmeli hayır kesinlikle bilmemeli arasında gidip geliyorum. Ne yapacağım hakkında da en ufak bir fikrim yok ama bu kızın da hiçbir şeyden haberi olmadan kadının karşısına geçip oturarak hoş sohbet etmesine gönlüm el vermiyor. Ben olsam aptal yerine konuluyormuşum gibi hissederdim ve bu da canımı epey sıkardı doğrusu.

"Eylül hadi gel içeriye geçelim"

Meral'in yönlendirmesiyle salona adım attığımda gözlerim ister istemez beni görünce oturduğu yerden kalkan doktora kaydı. Ağzını bıçak açmadığına göre bir adım gelecekse de bunu benden bekliyor olmalı. Elimdeki makaron kutusunu sehpaya bırakırken aynı anlarda da gözlerine bakıp başımla selam vererek "İyi akşamlar" dediğimde o da bana aynı tavırla "İyi akşamlar" dedi. O an ki bakışmamızı nasıl anlatsam bilemedim. Sanki ikimizin de birbirimizle konuşmaya ihtiyacı var gibiydi hatta bunun için can atıyorduk ama ortam müsait değildi.

Bu içli bakışma da Selim'in "Sizi tanıştırayım. Gizem eski ve çok yakın bir arkadaşım aynı zamanda da artık bizimle birlikte çalışmaya başladı" dediğini duyup ona doğru dönmemle kesintiye uğradı. Neee! Bu kadın bir de Atahanlar adına mı çalışacak yani? Allah'ım bu kulaklar daha neler duyacak böyle? Tam Cilveli Köstebek'i gönderip rahat ettik şimdi de ayak sürümüş gibi muadili geldi iyi mi!

Kadın da beni hatırlamamış gibi baktığı için kendimi ona hatırlatmak istedim. Tepkisini merak ederek elimi uzatıp Gizem tutunca da gözlerinin içine baka baka "Merhaba ben de Eylül. Aslında sen hatırlamadın ama biz seninle tanışıyoruz" dedim ve Selim'in tebessüm ederek "Öyle mi? Ne güzel... Bu tanışıklık nereden geliyor peki?" demesine karşılık kızın elini sadece birazcık miniminnacıcık sıkıp "İstanbul'a gelirken aynı uçaktaydık. Burada neden bulunduğumuzla alakalı da ufak bir sohbetimiz olmuştu" dedim. Aaa! Doğru noktaya temas etmiş olmalıyım çünkü beni bir anda tanıyıverdi.

Gizem'in elini bir şeyler anlatmak istercesine preslerken o da renkten renge girerek huzursuz bir şekilde "Evet doğru aynı uçaktaydık. İlk anda hatırlayamadığım için kusura bakma lütfen. Aslında tanıtım için çekilen fotoğraflarını görmüştüm ama uçaktayken o kadar çok ağlıyordun ki ikinizin aynı kadın olduğunuzu anlayamadım" dedi. Neee! Bir de ayak üstü beni satışa getirdi kadın!

Bunu söylediğinde yan gözle doktora baktım da uçaktayken neden o kadar ağlamış olabileceğimi merak etmiş gibi görünüyor. Eder tabii! Ben de olsam ondan çok da farklı bir durumda olmazdım. Elimi çektikten sonra bir Selim'e bir Meral'e bakıp içimden de ne hallere düştük diye geçirerek "Neyse gece uzun daha çok konuşuruz. Siz oturun ben de gidip Müberra Hanım'a bir selam vererek su falan bir şeyler içeyim" dedim. Giderken de kimseye çaktırmadan Gizem'e peşimden gelsin diye gözlerimle bir işaret yapmayı ihmal etmedim tabii.

Salondan çıkıp mutfağa girerken Kaan'ın arkamdan "Eylül abla!" dediğini işitip döndüm. Ufaklık merdivenleri inip yanıma geldikten sonra "Hoş geldin annem geleceğinizi söylemişti" dedi. O sırada önümüzden geçen Gizem'in bana bakarak "Telefonumu arabada unutmuşum da hemen döneceğim" dediğini duyup Kaan'a "Hoş buldum yakışıklı hadi sen içeriye geç ben de hemen geliyorum. Biz kızlar makyajımızı tazelemeden duramayız da" dedim. Bunu söylerken bir gözüm de Gizem'deydi.

"Bence sen makyaj yapmasan da olur çünkü zaten çok güzelsin"

"Öyle mi? Bu zarif iltifatınız için teşekkür ederim beyefendi"

lşlşş.gif


"Ben gerçekleri söyledim yani iltifat etmek gibi bir çabam yoktu"

"Bak sen! O halde iki kere teşekkür ederim"

"Rica ederim"

Bu oğlan da pek dilli. Flörtöz amcasıyla fazla takılıyor galiba baksana ettiği laflarla iki saniyede eritti beni pamuk gibi oldum. Yani eritti derken amcası beni eritmiyor onu kastetmedim. Amaaan! Neyse ne nerede kalmıştık ki biz?

Kaan tatlı bir gülüşle salona girince kapıyı aralık bırakıp çaktırmadan evden çıktım. Birazdan nerede olduğumuzu merak edecekleri için bizi aramaya başlarlar o yüzden de acele etmem gerekiyor. Gizem'in tedirgin bir tavırla beni beklediğini görünce doğruca yanına gidip hiç lafı evirip çevirmeden "Açıklama beklemem şaşırtmıyordur herhalde! Hadi fazla vaktimiz yok seni dinliyorum" dedim. Geçiştirmeye çalışarak hangi konuda olduğunu sorunca daha açık olmak gerektiğini anlayıp "Seninle konuştuğumuzda en yakın arkadaşına aşık olduğundan bahsetmiştin. Ayrıca o konuşmada kalbini kaçtığın yerde bıraktığını anlayıp hayatına devam edemiyorsan evet geri dönmek istiyorsun da demiştin. Şimdi bilin bakalım o en yakın arkadaş kim çıktı? Dur ben söyleyeyim de vakit kaybı olmasın. O adam seni "karısıyla" birlikte bu gece evlerinde ağırlayan Selim Atahan çıktı! Yalnız şunu da söyleyeyim ben seni Meral'in karşısında rahat rahat oturtmam haberin olsun. Şimdi hemen içeriye gir ve herkese acil bir işin çıktığı için gideceğini söyle şu andan itibaren de Selim'den uzak dur çünkü bu kızı üzeni ben sadece üzmem... Canına okurum!" dedim. Fena halde paniklediği gözle görülüyordu. Beti benzi ata ata bir hâl oldu resmen.

"Eylül bak sen tamamen yanlış anlamışsın"

"O halde aydınlat beni. Hangi kısmı yanlış anlamışım?"

"Benim bahsettiğim kişi Selim değildi"

Selim değil miydi? Ooops! Ne yani bu şimdi kıza boş yere çıkıştığım anlamına mı geliyor? Yüzümü ekşitip sanki söylese tanıyacakmışım gibi "Kimdi o zaman?" diye sorduğumda bir süre tuhaf bir ifadeyle sessiz kaldı. Kaşlarımı çatmış en yakın arkadaşlarının listesini gözden geçiriyor herhalde diye düşünürken perdesi açık olan salon camına bakarak alnını tuttu ve bana o an hiç beklemediğim bir isim vererek "Sana bahsettiğim o en yakın arkadaşım... Ahmet'ti. Evet oydu!" dedi. Aradığınız Eylül'e şu an ulaşılamıyor lütfen daha sonra tekrar deneyin. Dıııııt!

hfhfdhd.gif


Kimmiş kim! İyi ki bir şey yemiyordum çünkü ya yediğim şeyi boğazıma kaçırıp son duamı ediyor olurdum ya da bu dediğini duyar duymaz elimde olmadan ağzımda ne var ne yoksa kızın suratına püskürtürdüm. Güzelce bir yutkunup başaramasam da sakin olmaya gayret ederek "Özrüm kabahatimden büyük diyorsun yani?" dediğimde Gizem de önce bir afalladı sonra da kem küm ede ede "Şey... Aman Allah'ım bunu söylememeliydim galiba... Yoksa siz ikiniz yani Ahmet ile sen..." dedi. Hop hop dur orada! Tamam adamla buseleşmiş olabiliriz ama biz ikimiz o bahsetmeye çalıştığı şey değiliz. Değiliz değil mi Eylül! Öyle miyiz? Amaaan!

Söylediklerini duyunca hemen lafa girip "Yok öyle bir şey! Sadece arkadaş gibi bir şeyiz biz" dedim sonra da kafamı toparlayıp gözlerimi aça aça "Ama senin arkadaşlık anlayışın gibi değil" dedim. Bir gözüm açık olan camdan dışarıya doğru bakan doktora takılmışken Gizem de huzursuzluğu tavan yapmış bir şekilde kolumu tutup "Eylül bak o bilmiyor lütfen anlamasını sağlayacak herhangi bir şey söyleme zaten ben de ona ne şimdi ne de daha sonra bu konudan hiçbir şekilde bahsetmeyi düşünmüyorum" dedi. O an bir şey söylemedim ama yüzüne bir sen eksiktin geldin kadro tamamlandı der gibi bakıp başımı salladım. Gizem de teşekkür edip beni orada bırakarak içeriye geçti. Ardından bakarken günün sansasyonel adamı da pencereden bana doğru bakıyordu. O daha çok bakar öyle!

anigif6şlhjbjnkmlöş.gif


Demek şu meçhul arkadaş doktormuş!

Resmen aşçıyı beklerken katil uşak çıktı iyi mi?

Bunu gerçekten hiç beklemiyordum.

Hale bak ya! Şurada Selim'i kurtaralım derken...

Hay ben böyle işin!

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst