Birbirimizi kıskanmadan sevebilmek

ferah

Daimi Üye
Katılım
2 Ocak 2010
Mesajlar
6.141
Tepki
9.342
Puan
113
Konum
izmir
6791-197x300.jpg

Birbirimizi kıskanmadan sevebilmek


Ateş nasıl odunu yer yutarsa, haset te (kıskançlık da) iyilikleri yer, yakar ve mahveder.



Hz. Muhammed (asm)






Şöyle ya da böyle çoğumuz kıskançlığı tanımışızdır. Kıskançlık toplumsal duruma, ekonomik düzeye, yaşa veya cinsiyete bakmaz, geliverir.



Bu rahatsızlık verici, hatta yakıcı, insanın kendi kendini mağlûp edici ve oldukça korkutucu hisleri yok saymak olmaz. Yok saymak insanı çözümsüzlüğe götürür. Sorunumuzu kabul edersek, kurtulma çareleri ararız.



Kıskançlığa, tamahkârlığa, gurura, şehvete, aşırılıklara, bencilliğe düşmek veya düşmemek kendi elimizdedir.



İçimizden geldiği gibi hareket edebilir, iştahlarımızı, heveslerimizi tatmin edebiliriz.



Ya da içimizden geldiği gibi davranmadan, Allah’ın bizim için koyduğu kurallara uyarak sabır gösteririz.



İhtiras, arzu ve zevklerimize direnmek zorundayız. İhtiraslarımız yüzünden sorumsuzca yaşamaya çalışmak, sorunlarla karşılaşmayı getirecektir.



İyilikler ve güzellikler yapabilmek için ihtiras içinde olabiliriz. Yarışı kendimizle yaparak güzelliklere ulaşabiliriz. Bu olması gereken durumdur.



Olmaması gereken ise; ihtirasa kapılmak ve başkasını kıskanmak, onun elindekine göz dikmektir.



Onun sahip olduklarını kıskanıyor olmak, elinden çıkmasını istemek düşük ahlâklı olmaktır!



İlk insanlardan olan Habil ve Kabil kardeşlerin kıskançlık hikâyeleri herkesçe bilinir. Allah onların hangisinin hâlis olduğunu imtihan ediyordu. (Allah bizi de imtihan ediyor.)



Kabil, Habil’in yaptığı güzel işleri kıskandı. İntikam ateşine, ihtirasa kapıldı. Kabil, bu durumda oluşan (doğal olan) kıskançlık duygularını yenmeyince, açık kapı bulan şeytan o kapıdan saldrya başladı. Sonunda Kabil’i kandırdı.



Bu durumda Kabil için iki yol vardı: Ya kardeşinin yaptığı güzel işleri kabul edip takdir edecek, kıskandığı kardeşini sevgi ile destekleyecekti.



Ya da, kıskançlık ateşi ile yanıp kardeşini yok edecekti.



Ve Kabil ikinci yolu tercih etti. Kardeşini öldürdü. Yaptığı kötü işten sonra aldatıldığını anladı, ama geç olmuştu. İyi ve güzel işler yapan biricik kardeşini öldürmüş, katil olmuştu. (Biz böyle işler yapan kardeşlerimizi kıskanıyor muyuz, yoksa ellerinden mi tutuyoruz? Hangimiz Habil, hangimiz Kabil’iz?)



Sorunlarımızı tetikleyen ihtiraslarımızdır, kıskançlıklarımızdır…



Kabil’in kıskançlığı, bir ölü ve bir katille neticelendi.



Kıskanarak oluşan son, ne kötü! Bu yolla terakki edileceğini sanmak, ne yanlış! Kabil kıskanarak alçaldı, alçaldı ve tâ Cehenneme kadar indi.



Hani, nerede terakki? Hiç şeytanın ahlâkı olan kıskançlığını yenmeyeni Allah terakki ettirir mi?



Kıskanan insan, olsa olsa sonunda âleme maskara olur. Ne hazin son!



Hayat Allah’ın eseri değil midir?



Hayata dair her şey Allah’a ait değil midir?



Biz Allah’a ait değil miyiz?



Sınırlı irademiz ve sınırlı gücümüz neye müsaade ediyorsa, biz oyuz.



Tüm çalışmalarımıza ve duamıza rağmen isteklerimize ulaşamıyorsak, Sınırsız İrade ve Sınırsız Güç Sahibi neticeyi böyle dilediği içindir.



Kıskanarak niye itiraz ediyoruz?



Niye yanıyoruz?



Bu durumda, bedenimiz ve ruhumuzu “okuyabilmek” için akıl cihazı verilmemiş mi?



Her şeyin bir tek ve gerçek sahibi varken, iddialarımız yüzünden birbirimizi sevmek yerine kıskanıveriyoruz.



Varlık ve benlik iddialarımız taşıması ağır bir emanettir.



Âlemimize gurur ve kıskançlığı doğuruverirler.



Birbirimizi gurur ve kıskançlığa kapılmadan sevmemize engel olurlar.



Kıskançlığımızla yaktığımız ateşle ise, bizdeki sevgimize, dahası sevdiklerimize kendi ellerimizle zarar veririz.



İnsan temel ihtiyaçlarının peşinde koşarken, kıskançlığın kıskacına düşünce artık sürüklenmeye başlar.



Hızla kayar…



Oysa rızkımız Allah’a aitti, bunu çoğu zaman unuttuk.



Unutkanlığımız tevekkülsüzlüğümüzü, bu da hırsımızı, hırsımız da kıskançlık hastalığımızı besleyip büyüttü.



***



Sahibi olduğumuz varlıkların kıymetini fark ederek şükür içinde yaşayamazsak kanaate ulaşamıyoruz.



Açgözlü ve doyumsuz oluyoruz.



Kanaatsizliğimizle hırsımız artıyor.



Hırslarımız baş edilemez ihtiraslara ve en acısı da yakıcı olan kıskançlığa dönüşüyor.



Aslında biz kendi kendimizi Nemrut’un ateş kuyularına dönüştürüyoruz.



Ve yanıyoruz…



Nemrut ta çok kıskanmıştı; ona göre ilâh kendisiydi.



Ateş kuyusunun içinde bulunan tüm güzellikler yanar kül olur. Onun gibi bizim kıskançlık hislerimizle dönüştüğümüz ateş kuyusu halimiz de, içimizdeki hayırları ve güzellikleri yakar.



Başkalarındaki güzellikler, onların ulaştığı mal-mülk-mevki, v.s. Yaratıcıya ait olan ve Ondan yansıyan, Onu hatırlatan değerlerden başka bir şey değildir aslıında.



Evrenin Sahibi, kâinatı ve içindekileri kendi sanat eserleri olarak yaratıp sergilemektedir. “Gizli bir hazineydim, bilinmeyi murat ettim” diyor Cenab-ı Allah. İnsanın gizli hazineleri bulup açığa çıkarmasını ve onlara bakarak Allah’ı tanımasını, sevmesini istiyor.



Oysa biz ne yapıyoruz? Nerede bir güzellik, bir iyilik varsa kıskanıp yok olmasını diliyoruz. Sadece ben iyi ve güzel olayım diyoruz. Bunu yapan insan gerçekten cahil ve zalim olmalı.



Oysa her şey ve herkes bu anlamda birer hazinedir. Biz kendimizdeki hazinelerimizi bulup çıkarmaya çalışalım. Biz kendimizle meşgul olalım. Başkasının elindekileri ise kıskanmadan ona destek olalım. Kim kendindeki ve başkasındaki hazinelerin açığa çıkmasına destek olursa, kendi değerini arttırır. Hazine zaten değerlidir.



Değerimizin artması için hazine olduğumuzu bilelim ve hazineyi bulalım. Mükemmel surette yaratıldığımızı biliyoruz.



Başkasının mükemmelliklerini kıskanmak yerine kendimizdeki mükemmellikleri bulup çıkaralım.



Bu zor durum için çözüm, sevgide görünüyor sanki…



Severken dikkat etmemiz gereken çok önemli bir nokta da şu: Sevgi, sadece sahip olunan varlığın kendisine ise veya isteyip de sahip olamadığımız varlığa ise, kıskançlık hisleri insanı yakmaya başlar.



Oysa her şey Allah hesabına seviliyorsa, kıskançlık yerini hayranlığa ve muhabbette bırakır.



İnsan; ilk hitap “Yaradan Rabbinin adı ile oku” tavsiyesine uyarsa, sadece kıskançlık değil, diğer tüm kötü duygular da yerini iyi duygulara bırakır.



Kur’ân’ın önerdiği “oku”mayı yapabilmekle, aslında Yaratıcı kudreti fark etmemiz istenmektedir. Yoksa yarattıkları ile oyalanıp Yaratıcıyı fark edememek istenilen “Oku!” muradına uzak kalır. “Gizli bir hazine idim, bilinmeyi istedim” demesindeki murat bu olmasın?



İnsan Hazinelerin Sahibini bilirse ve Onu bulursa, hiç bir hazineyi kıskanmak durumuna düşmez.



Kıskanmayan insan ise daha verimli, üretken, ruh ve beden sağlığı yerinde, başarılı, mutlu yaşar.



Herkesi kucaklayabilir, ayırt etmeden…



Oysa kıskanan insan; kıskançlık hisleri ile âdeta Allah’ın yarattığı her şeyi yağmacılar gibi talan etmektedir.



Benim olsun, sende olmasın demektedir.



Hazineler kimin elinde olursa olsun Allah’ı bilmemizi sağlıyorsa, kıskançlık gelişmeyecektir. Allah hesabına sevgi oluşacaktır. Güzellikler sevilmek ve takdir edilmek içindir, kıskanmak için değildir.



Kıskanmayan kalbimizle ve ruhumuzla özgürlüğün tadını tadabiliriz.



Daha sağlıklı ve mutlu yaşayabiliriz.






Atike Özer

alıntı
 

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst