Bu günlerde herkeste bir şikayet furyasıdır gidiyor. Hoş sohbetleri özledim doğrusu… İki çift laf etmeye kalktığımda, sürekli yakınmalar, ağlamalar şikayetler… Salgın var galiba… Ağlaşma zamanı mı nedir?
Gerçekten sorunların yaşandığı bir dönemdeyiz bunu inkar etmek mümkün değil. Ekonomik zorluklar, hayatın telaşı arttı. Mesafeler uzadı, günler sanki kısaldı. Buna da diyecek bir şey yok. Ama merak ediyorum bu zihniyetle taş devrinde yaşıyor olsaydık ne olurdu? Eminim havalardan, hayvanlardan, dağlardan, denizlerden bulunurdu bir şeyler yakınacak….
Hayata direnç göstermek hayatı zorlaştırır. Olaylara, kişilere, dünyaya, ekonomiye karşı çıkmak, insanları sadece aynı girdapta döndürür durur. Sadece sorunları sıralayıp sürekli yakınmak, sorunları arttırmaktan başka hiçbir işe yaramaz. Bir süre sonra sıkıntıdan geçilmeyen bir hayat, çözümleri ve kendi gücünü unutmuş bir insan sürüsü oluşur etrafta. Herkes kendi derdini en büyük sanırken, biryandan da başkalarının da benzer dertleriyle rahatlar. Bahaneler, suçlamalar artık yasallaşmıştır sanki.
“ Herkes kan ağlıyor, piyasalar çok kötü!..” “ Her evlilikte olur!..” “ Kadınların hepsi aynı!..” “ Erkek milleti işte!..” “ Çocuğun mu var derdin var!..” “Zaman kötü!..”
Ne çok duyarız bu sözleri. Hep beraber sanki insanlık bizim dışımızdaymış gibi, sanki o kuralların oluşmasında bir katkımız olmamış gibi davranırız. Diğer taraftan da “ Ben iyiyim ama herkes kötü…” ya da “ Benim suçum yok! Bu sebepler bana yaptırıyor bunları…” gibi bir rahatlama içine de gireriz. Şikayet ettikçe rahatlar, kendimizden, kendi sorumluluğumuzdan kaçarız.
“ Keşke bir sihirli değneğim olsaydı” diyenleri duyar gibiyim. Kendi gücünü yok sayıp hayatı düşman, kaderi pranga ve kurtuluşu fantastik bir sihirli değnekte arayanları. “keşke”lerle, “ama”larla, hayatlarını zihinlerindeki zindana tıkayanları…
Elinizde çok güçlü bir sihirli değnek var! Evet doğru söylüyorum. Siz bilmiyor muydunuz? Doğduğunuzdan beri sizinle olan, sizinle büyüyüp gelişen ve her istediğinizi elde etmenizi sağlayacak büyük bir güç! Beyniniz! Bir başka deyişle “ Aklınız”….
İnsanlar hayatlarının sorumluluğunu almaya korkarlar. Ellerindeki o kadar büyük bir güçtür ki, bunu kullanabilme beceriksizliklerini itiraf etmeye korkarlar. Başarılarını kendilerine mal ederken, başarısızlıklarının ve sıkıntılarının sebebi olmayı kabullenemezler. Dış dünyayı, başka insanları, kaderi hatta Allah’ı suçlamak ve her şeyden sorumlu tutmak en kolay yaşam biçimidir. Hatta şükrederek ve sabrederek, gelecek için dua ederek en büyük sorumluluğu aldıklarını sanırlar.
“ Her şey çok güzel olacak inanıyorum! “ derken, mucize beklerler… “Çok şükür halime, ben hep şükrederim…” derken, sürekli her şeyden şikayet ettiklerini unuturlar… “ Sabrediyorum..” diyenlerin büyük çoğunluğu sadece zamanın geçmesini, hayatlarının kendiliğinden değişmesini bekler dururlar.
Oysa şükretmek olanları kabullenmek, sabretmek, kabullendiğin durum ne gerektiriyorsa onun için elinden gelenin en iyisini yapmak, umut etmek ise kendine ve gücüne inanmaktır.
İyisiyle kötüsüyle, doğrusuyla yanlışıyla hayatınızın sorumluluğunu almak sizi mutluluğa götürecek tek yoldur aslında. Başkalarının size ne dediğini, ne yaptığını, hayatın size neler verdiğini neler aldığını, olayları, başka hayatları konuşmayı bırakıp kendinize ne yaptığınıza, ne söylediğinize ve ne verdiğinize odaklandığınız müddetçe doğru seçimleri yapabilmeye başlarsınız.
“ Evet, işlerim kötü gidiyor, ekonomi kötü ve ben bu durumda alınması gereken önlemleri aldım mı? Nasıl en az zararla bu durumu aşabilirim? Hangi düzenlemeleri yaparak uyum sağlar ve bu dönemi atlatabilirim?
“Evet, eşim çok sinirli bu günlerde ve bana sevgisini göstermiyor. Ben onun bu durumu atlatmasına nasıl yardımcı olabilirim? Ona ben sevgimi gösterebiliyor muyum? Ondan beklediğim desteği ve ilgiyi ben ona verebiliyor muyum? Nasıl veririm?”
“ Evet, insanlar beni anlamıyor ve üzüyorlar.. Ben kendimi ne kadar mutlu ediyorum? Kendime ne kadar değer veriyorum? Ben kendimi anlayıp nasıl mutlu edebilirim?”
Düşünceler zihinde dış dünyaya değil de kendine döndüğü zaman, “ neden böyle?” sorusu yerine “nasıl yapabilirim?” sorusu sorulduğu zaman, zihin çözüm üretmeye başlar. İnsan kendi gücüne güvendiği andan itibaren, mucizeleri beklemez, yaratır. “ama”lardan, “keşke”lerden kurtuldukça özgürleşir. Özgürleştikçe, kendi seçimlerinin sorumluluğunu alır ve gücünü kullanma becerisine ulaşır.
Siz hiç kendine çelme takan adam gördünüz mü? Ben çok gördüm. Etrafınıza bir bakın, “yapamam” “ olamaz” ama” “ keşke” diyen kaç kişi göreceksiniz? Sürekli şikayet eden, fantastik bir kurtuluş bekleyen, kurban olan, acı çeken, kaderin sillesini yiyen, krizden nasibini alan kimler var bir bakın. Ve bu furyaya kapılıp, kendinden uzaklaşan, kendini engelleyen kaç kişi var. Kendi kendine çelme takıp düşen, yara alan binlerce belki de milyonlarca kişi göreceksiniz.
Şimdi bir de aynaya bakın…. Ne görüyorsunuz?.....
Alıntıdır..
Gerçekten sorunların yaşandığı bir dönemdeyiz bunu inkar etmek mümkün değil. Ekonomik zorluklar, hayatın telaşı arttı. Mesafeler uzadı, günler sanki kısaldı. Buna da diyecek bir şey yok. Ama merak ediyorum bu zihniyetle taş devrinde yaşıyor olsaydık ne olurdu? Eminim havalardan, hayvanlardan, dağlardan, denizlerden bulunurdu bir şeyler yakınacak….
Hayata direnç göstermek hayatı zorlaştırır. Olaylara, kişilere, dünyaya, ekonomiye karşı çıkmak, insanları sadece aynı girdapta döndürür durur. Sadece sorunları sıralayıp sürekli yakınmak, sorunları arttırmaktan başka hiçbir işe yaramaz. Bir süre sonra sıkıntıdan geçilmeyen bir hayat, çözümleri ve kendi gücünü unutmuş bir insan sürüsü oluşur etrafta. Herkes kendi derdini en büyük sanırken, biryandan da başkalarının da benzer dertleriyle rahatlar. Bahaneler, suçlamalar artık yasallaşmıştır sanki.
“ Herkes kan ağlıyor, piyasalar çok kötü!..” “ Her evlilikte olur!..” “ Kadınların hepsi aynı!..” “ Erkek milleti işte!..” “ Çocuğun mu var derdin var!..” “Zaman kötü!..”
Ne çok duyarız bu sözleri. Hep beraber sanki insanlık bizim dışımızdaymış gibi, sanki o kuralların oluşmasında bir katkımız olmamış gibi davranırız. Diğer taraftan da “ Ben iyiyim ama herkes kötü…” ya da “ Benim suçum yok! Bu sebepler bana yaptırıyor bunları…” gibi bir rahatlama içine de gireriz. Şikayet ettikçe rahatlar, kendimizden, kendi sorumluluğumuzdan kaçarız.
“ Keşke bir sihirli değneğim olsaydı” diyenleri duyar gibiyim. Kendi gücünü yok sayıp hayatı düşman, kaderi pranga ve kurtuluşu fantastik bir sihirli değnekte arayanları. “keşke”lerle, “ama”larla, hayatlarını zihinlerindeki zindana tıkayanları…
Elinizde çok güçlü bir sihirli değnek var! Evet doğru söylüyorum. Siz bilmiyor muydunuz? Doğduğunuzdan beri sizinle olan, sizinle büyüyüp gelişen ve her istediğinizi elde etmenizi sağlayacak büyük bir güç! Beyniniz! Bir başka deyişle “ Aklınız”….
İnsanlar hayatlarının sorumluluğunu almaya korkarlar. Ellerindeki o kadar büyük bir güçtür ki, bunu kullanabilme beceriksizliklerini itiraf etmeye korkarlar. Başarılarını kendilerine mal ederken, başarısızlıklarının ve sıkıntılarının sebebi olmayı kabullenemezler. Dış dünyayı, başka insanları, kaderi hatta Allah’ı suçlamak ve her şeyden sorumlu tutmak en kolay yaşam biçimidir. Hatta şükrederek ve sabrederek, gelecek için dua ederek en büyük sorumluluğu aldıklarını sanırlar.
“ Her şey çok güzel olacak inanıyorum! “ derken, mucize beklerler… “Çok şükür halime, ben hep şükrederim…” derken, sürekli her şeyden şikayet ettiklerini unuturlar… “ Sabrediyorum..” diyenlerin büyük çoğunluğu sadece zamanın geçmesini, hayatlarının kendiliğinden değişmesini bekler dururlar.
Oysa şükretmek olanları kabullenmek, sabretmek, kabullendiğin durum ne gerektiriyorsa onun için elinden gelenin en iyisini yapmak, umut etmek ise kendine ve gücüne inanmaktır.
İyisiyle kötüsüyle, doğrusuyla yanlışıyla hayatınızın sorumluluğunu almak sizi mutluluğa götürecek tek yoldur aslında. Başkalarının size ne dediğini, ne yaptığını, hayatın size neler verdiğini neler aldığını, olayları, başka hayatları konuşmayı bırakıp kendinize ne yaptığınıza, ne söylediğinize ve ne verdiğinize odaklandığınız müddetçe doğru seçimleri yapabilmeye başlarsınız.
“ Evet, işlerim kötü gidiyor, ekonomi kötü ve ben bu durumda alınması gereken önlemleri aldım mı? Nasıl en az zararla bu durumu aşabilirim? Hangi düzenlemeleri yaparak uyum sağlar ve bu dönemi atlatabilirim?
“Evet, eşim çok sinirli bu günlerde ve bana sevgisini göstermiyor. Ben onun bu durumu atlatmasına nasıl yardımcı olabilirim? Ona ben sevgimi gösterebiliyor muyum? Ondan beklediğim desteği ve ilgiyi ben ona verebiliyor muyum? Nasıl veririm?”
“ Evet, insanlar beni anlamıyor ve üzüyorlar.. Ben kendimi ne kadar mutlu ediyorum? Kendime ne kadar değer veriyorum? Ben kendimi anlayıp nasıl mutlu edebilirim?”
Düşünceler zihinde dış dünyaya değil de kendine döndüğü zaman, “ neden böyle?” sorusu yerine “nasıl yapabilirim?” sorusu sorulduğu zaman, zihin çözüm üretmeye başlar. İnsan kendi gücüne güvendiği andan itibaren, mucizeleri beklemez, yaratır. “ama”lardan, “keşke”lerden kurtuldukça özgürleşir. Özgürleştikçe, kendi seçimlerinin sorumluluğunu alır ve gücünü kullanma becerisine ulaşır.
Siz hiç kendine çelme takan adam gördünüz mü? Ben çok gördüm. Etrafınıza bir bakın, “yapamam” “ olamaz” ama” “ keşke” diyen kaç kişi göreceksiniz? Sürekli şikayet eden, fantastik bir kurtuluş bekleyen, kurban olan, acı çeken, kaderin sillesini yiyen, krizden nasibini alan kimler var bir bakın. Ve bu furyaya kapılıp, kendinden uzaklaşan, kendini engelleyen kaç kişi var. Kendi kendine çelme takıp düşen, yara alan binlerce belki de milyonlarca kişi göreceksiniz.
Şimdi bir de aynaya bakın…. Ne görüyorsunuz?.....
Alıntıdır..