Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
Zaman kavramının, yazacağım konuda çok önemli olmadığını bildiğim için, şu zaman, ya da bu gün, ya da dün diyerek başlamayacağım giriş paragrafıma. Bu konu yıllardır insanların gözünde, (özellikle hemcinslerimin) dün değişmediği gibi, yarın da değişmeyeceğini bildiğim için, tam zamanını belirtmeyeceğim.
Arkadaşım, üniversiteyi bitirmiş, çalıştığı iş yerinde müdür makamına kadar yükselmişti. İşinde çok başarılı, etrafında sevilen ve saygı duyulan birisiydi. Benden önce evlenmiş ama eşi ile aralarında sorun çıktığı için ayrılmış, zamanla bu ayılığa dayanamamış, aynı kişi ile ikinci defa evliliği denemiş ve mutluluğu yakalamıştı. Yani bize öyle yansıyordu. Aradan bir yıl geçmeden, arkadaşımda değişiklikler hissetmeye başlamıştık. Artık eskisi gibi yüzü gülmüyor, kimseyle çok fazla görüşmüyor, evinden işine, işinden evine geliyor, arada bir sohbet ettiğimizde dalıp gidiyordu. Bir şeyler yine ters gidiyor olmalıydı ve bunu kimseyle de paylaşamadığı belli idi. Bu ruh halinden kurtulması gerekiyordu ama nasıl başaracağını da bilmiyor gibiydi.
Aradan aylar, hatta yıllar geçiyor, o daha çok içine kapanıyor, insanlardan kaçıyordu ve tam on yedi yıl sonra, içini dökmeye başlamıştı. Eşinden gördüğü şiddeti, evdeki huzursuzluğu, eşinin kendisini küçük gördüğünü, saygısızlık yaptığını anlatıyordu. İlk başlarda bu durumun düzelebileceğini düşündüğünden, kimseyle paylaşmadığını ama artık dayanacak gücünün kalmadığını ve kimliğini yitirmek üzere olduğunu söylüyordu. Bizler tahmin ediyorduk aralarında bir sorun olduğunu ama şiddeti hiç tahmin edememiştik. Ona, nasıl yardımcı olacağımızı bilmiyorduk.Kararı kendisi vermesi gerekiyordu. Okumuş, belli bir makama gelmiş, ekmeğini eline almış, yanlışı ve doğruyu çok net görebilen bir kadındı. Ona yol göstermek bize düşmezdi. Verdiği karar ne olursa olsun, yanında olacağımızı söylüyor, yalnız olmadığını bilmesini istiyorduk.
Sonunda ayrılmaya karar verip, bunu hemen uygulamaya koymuştu. Eşinin yaptığı akıl almaz rezaletlerden sonra ayrılabilmiş, kendi evine yerleşebilmişti. Arkadaşım eşinden, ayrıldıktan sonra, bir iki kişi yanında oluyor, onu yalnız bırakmıyorduk. Fakat arkadaşım, evli olan arkadaşlarından, yalnız bana geliyor, başka hiçbir yere gitmiyordu. Nedenlerini sorduğumda, gerçek anlamda içimi yaralayan cevabı alıyordum..
Arkadaşımı, eskiden evine davet edenler, artık davet etmeyi bırakmış, hatta onunla görüşmüyorlardı. Bir araya geldiklerinde de konuştukları tek şey, dul bayanın kendi içlerinde işinin olmadığını, dul olduğu için kocalarını ayartıp ellerinden alabileceğini, onun için dul kadınlardan uzak durulması gerektiğini konuşuyorlardı ve ben bu konuşmaları kendi kulaklarımla duyuyordum. Duyduklarım öyle öfkelendirmişti ki beni, ağzımdan çıkanı kulağım duymuyor, öfkeme hâkim olmak istiyor olmama rağmen, yine de yapamıyordum.
Ne değişmişti ki arkadaşımın hayatında? O, yıllarca tanıdığımız aynı kişi idi. Yalnızca medeni hali değişmişti ve bu halini de zorunlu olduğu için değiştirmişti. Şimdi, çevresindeki kadınlar, yıllardır tanıdıkları arkadaşlarını, farklı kategoriye koymuş, erkeklerden önce, kendileri soyutlamışlardı aralarından. Neydi kadının birbirine yaptığı bu acımasız davranış? Neden kadın, kendine bu kadar güvensizdi? Neden, her olayda önce kendi hemcinsini suçlama gereği duyuyor, karşı cinste suç bulmuyordu? Eşi, arkadaşına farklı yaklaşımlarda bulunmuş ise, bu eşinin değil de, neden arkadaşının suçu oluyordu? Dul olmak, evliyken dayak yiyip, kişiliğinin yok olmasından daha mı kötüydü? Neden evliliğini, kendi kimliğini ve kişiliğini kurtarmak için ayrılıkla sonuçlanmış kadınları, önce hemcinsleri sahiplenmiyordu? Ve neden, bu gün onun başına gelen, yarın kendi başına da gelebileceğini düşünmüyordu?
Bu soruları sessiz değil, bağırarak söylemiş ve olduğum ortamdan uzaklaşmış, kendimi sokağa atıp, saatlerce caddede dolaşmış, sonunda ayaklarım beni, arkadaşımın yanına kadar götürmüştü. Odasına gittim, bir koltuğa oturdum. O da, o gün o toplantıya gelecekti ama işleri yoğun olduğu için gecikmiş, gecikince de beni, önce cep telefonumdan aramış, ulaşamayınca da, misafir gittiğim ev sahibini aramıştı.
“ Sana telefon açtım, cebin kapalıydı, sonra evi aradım, senin çay bile içmeden kalktığını söylediler. Ne oldu ki, bu kadar çabuk kalkmak zorunda kaldın? Yoksa konu ben miydim yine?“ dediğinde, söyleyeceğim sözler boğazıma düğümlenmiş, konuşamamıştım. Bir çay söylemesini rica etmiştim, kendime gelebilmek için, çayımı yudumlarken;
”Sen, bu konuları anlattığında, abarttığını düşünmüştüm ama haklıymışsın. Hiç abartmamışsın, Eksik bile söylemişsin. Sana bundan başka söyleyebilecek söz bulamıyorum inan bana. Ama bir şeyi de merak ediyorum, ben çok mu safım, ya da çok mu aptalım? Buraya gelene kadar bu soruyu defalarca sordum kendime ve cevabını veremedim. Söyler misin, ben hangisiyim?”
Arkadaşım, oturduğu yerden kalkıp, karşımdaki koltuğa geçmiş, acı ve hüzün dolu bakışlarını yüzüme cevirmiş, buğulanmış gözlerini, gözlerime dikmiş, elinde ki mendil ile akan yaşlarını silerken;
“Sen ne safsın, ne de aptal, Sen, insan gibi insansın. İnsan gibi düşünüyor, insan gibi algılıyor, insan gibi davranıyorsun. Yani olması gerektiği gibi. Ben boşanmadan önce, bayanların bu kadar art niyetli olabileceğini düşünmemiştim. Boşandıktan sonra bizzat kendim yaşadım, söylenenleri kendi kulaklarımla duydum. İlk günlerde çok canım yandı, fakat artık canımın yanmasına izin vermiyor, yaşamam gerektiği gibi yoluma devam ediyorum. Anladım ki, ne kadar uğraşırsak uğraşalım, bir takım düşünceleri yıkmaya gücümüz yetmeyecek. O zaman canımızı yakmalarına da asla izin vermeyeceğiz, tamam mı canım?” diyordu.
Evet, hiçbir şeyi değiştirme imkânımız yoktu ama hiç değilse düşüncelerimizi her tarafta konuşarak birkaç kişinin bakış açısını değiştirebilirdik ve biz de öyle yaptık ve yapmaya da devam ediyoruz.
Şimdi size, özellikle de bayan arkadaşlarıma sormak istiyorum.
” Ben ve benim gibi düşünen bayanlar, çok mu saf, yoksa çok mu aptal? Ve bu durumda olan bayan arkadaşlarımıza, önce biz bayanlar sahip çıkmak zorunda değil miyiz? Biz kadınlar, boşanmış bayan arkadaşları, içimizden soyutladığımızda, kendimize mi güvenmemiş oluyoruz, yoksa eşimize mi, ya da arkadaşımıza mı? Bu tür davranışlar kendimizi, erkeklerin karşısında küçük düşürmek değil midir? Ve neden kadın, kendi hemcinslerine karşı hep güvensizdir?”
Türkan DİNÇER