Aslı Oktay
Daimi Üye
Dedelerle olmuyor, dedesiz de olmuyor!
Çocuğun evde her isteğinin karşılanıyor olması, her dilediğinin hemen yerine getiriliyor olması çocuğun içinde bir canavarın büyümesine neden olur.
Bugün başımızın taçlarından, yani büyüklerimizden; yani dedeler, anneanneler ve babaannelerden bahsedeceğim. Ancak her seferinde anneanne, babaanne ve dedeyi tekrarlamamak için yazımı dedeleri merkeze alarak yazacağım. Ben dede dediğimde bilin ki, aslında anne-baba tarafından büyüklerimizi kastediyorum.
Dedeler, neredeyse her çocuğun dünyasında önemli yer tutar. Çocukların eğitiminde, geçmiş kültürlerin ve geleneklerin yeni nesle aktarılmasında dedelerimizin rolü çok büyüktür. Benim çocukluğum sürekli dedemlerle birlikte geçmedi. Onlar köyde biz ise onlardan 800 kilometre uzakta yaşıyorduk. Her ne kadar uzak olsak da, yaz tatili başlar başlamaz dedelerimizin yanına koşardık. Kış ayları gelince de dedelerim bize gelir en az 1 ay bizimle birlikte kalırdı. Yani çocukluğumuzun en fazla iki ayı dedelerimizle birlikte geçerdi. Dedelerimizle görüşme ve buluşma zamanlarını iple çeker, onlardan ayrılırken ise hüngür hüngür ağlardık.
Şimdi çocukluğumu geride bıraktım. Dedelerim ise çoktan ahirete intikal etti. Geriye dönüp baktığımda hayatımdaki birçok yapı taşında dedelerimin etkisi olduğunu görüyorum. Dede korkut destanlarını, peygamber kıssalarını, âlim zatların menkıbelerini hep dedelerimden öğrendim. Akşam olup da hava karardığında beni ve diğer çocukları yanına alıp anlattıkları kahramanlık destanları, Hz. İbrahim kıssaları hala aklımdadır. Geceleri onların yanında uyuduğumda, birlikte okuduğumuz Nas, Felak Sûrelerini, Sübhaneke duasını hiç unutmam. Onların yanında namaz kılmak, ellerinden tutup köy camisine gitmek yine o dönemden aklımda kalan sahneler.
Bir karıncayı bile incitmemeyi, insanlara karşı merhametli olmayı ben dedelerimden öğrendim. Kainatla nasıl ilişki kurulacağını, bir toprağın bile sevileceğini bana öğreten dedelerimdi. Keçilerini kuzuların aslında insanların en büyük dostları olduğunu bana aktaran yine dedelerimdi. Değişen dünyada sabit kalmayı, sükûnetle hareket etmeyi, beklemeyi, gece gökyüzünü seyretmeyi, küçük şeyler ile mutlu olunabileceğini hep onlardan öğrendim. Daha neler neler..
Bizim kültürümüzde dedelerin, çocuk eğitiminde o kadar güzel bir yeri var ki. Köklerimizle bağlantıyı biz onlar sayesinde kuruyoruz. Batı bizim bu özelliğimizi hayranlıkla izliyor. Torunlardan uzaklaştılıp, huzur evlerine itilen dedeler bir köşede sessizce ölümü bekliyor. Bizde ise dedeler yeni neslin inşasında bir mimar, evin sağlam bir diğeri olarak görülüyor.
Gel gelelim son zamanlarda karşılaştığım olaylar beni şaşırtıyor. Acaba diyorum değişen zaman dedeleri de mi değiştirdi? Çocuk ve aile üzerine seminer vermek için il il gezdiğimde seminer çıkışında özel soruları cevaplandırıyorum. Bana gelen sorulardan bir tanesi de çocuğa yakın veya onunla birlikte yaşayan anneanne, babaanne ya da dedelerin torunlarını çok şımarttığı ile ilgili. Anneler ya da babalar diyor ki:
Hocam biz evde bir sistem kurmaya çalışıyoruz ama çocuğun büyükannesi ya da dedesi bu sistemi bozuyor. Biz bir yaptırım uygulamaya çalışıyoruz, hemen kol kanat gerip bize engel oluyorlar. Çocuğun her istediğini yapıyorlar. Böyle olunca da bir türlü istediğimiz sonuçları alamıyoruz. Ne yapmamız lazım?
İlk önce şunu bilmek gerekiyor ki, çocukların eğitiminde anne-babanın ya da evde yaşayan herkesin ortak bir hareketi yoksa eğitimde bazı sonuçları almak zorlaşıyor. Çünkü çocuk ev ortamında bulunan boşlukları çok iyi değerlendiriyor. Diyelim ki anne, çocuğuna belli bir saatte yatma alışkanlığı kazandırmak istiyor. Çocuğunu yatırmak için hazırlık yapıyor. Bu durumda çocuk hemen babanın yanına gidiyor. Eğer babadan yüz bulursa yatma eğitimi gerçekleşmiyor. Eğer çocuk babadan yüz bulamazsa bu sefer evdeki diğer kişilere yöneliyor. Ne zaman görüyor ki, açık kapı ve boşluk yok, o zaman denileni kabul etmeye başlıyor. Bu nedenle iyi bir çocuk eğitimi anne-babanın ve evdeki herkesin tutarlı ve ortak hareket etmesi ile mümkün. Evde bir büyüğün yasakladığına diğeri izin veriyorsa, birinin ak dediğine diğeri kara diyorsa çocuk doğru davranışın hangisi olduğunu öğrenemiyor. İşine nasıl geliyorsa öyle davranmayı öğreniyor.
İkincisi, çocuğun evde her isteğinin karşılanıyor olması, her dilediğinin hemen yerine getiriliyor olması çocuğun içinde bir canavarın büyümesine neden olur. İstedikleri ötelenmeyen çocuğun, her istediği kendisine alındıkça benliği şişiyor. Mutluluğu bir şeylere sahip olmakla eşleştiriyor. İçindeki sahip olma canavarı, benlik canavarı zamanla öyle büyüyor ki, aile bununla baş edemez hale geliyor. Çocukla birlikte alışverişe çıkmak işkence halini alıyor. Maalesef günümüzün çocukları mutlu olmanın sahip olmakla, sürekli yeni bir şeyler almakla mümkün olduğunu öğreniyorlar.
Daha dün, görüşmede lise çağındaki bir kıza sordum: Şu anda tamamen özgür olsan, istediğin kadar paran olsa, seni kısıtlayan hiçbir şey olmasa ne yaparsın? Ne dedi biliyor musunuz? Alış-veriş merkezine gider alış veriş yaparım. Neden? diye sorduğumda, Çünkü alış-veriş yaparken çok mutlu oluyorum. diye cevap verdi. Mutluluk onun için sahip olmakla eşit hale gelmişti.
İşte evde bulunan aile büyükleri eğer doğru şekilde davranmazlarsa çocuğun eğitilmesine, davranışlarının şekillendirilmesine sekte vuruyorlar. Diğer yandan çocukların her dediklerinin yapılmasına imkan tanıyarak onların içindeki benlik ve alışveriş canavarını büyütüyorlar.
İşte benim seminer çıkışlarında şikayet aldığım dedeler, aslında iyi niyetlerinden ve merhametlerinden çocuklarının eğitimine sekte vuran dedeler. Çocuk için belirlenen kuralları yıkan ve onların üzülmemesi için her istediklerini hemen yerine getiren dedeler. Bu dedeler farkında olmadan çocuklara ve onların geleceğine zarar veriyorlar.
Benim dedelerim beni hiç parka götürmedi, bana hiç harçlık vermedi, elinde çikolatalarla yanıma gelip bana sürpriz yapmadı. Annem bana kızdığında dedelerim beni kollamadı. Anneme karşı beni savunmadı. Ben ağlayarak onların yanına gittiğimde Anneni üzme evladım, Cennet annelerin ayağı altındadır dediler. Dedelerim satın aldıkları ile değil yaptıkları ile ruhumda derin izler bıraktılar.
Günümüz dedelerinin şartlar gereği, merhametleri gereği bazı yanlış davranışları olabilir. Onların bu davranışlarını gördüğümüzde, güzel bir dille, gönüllerini alarak, onure ederek, bizimle olmalarından memnun olduğumuzu da belirterek belki onlara küçük hatırlatmalar yapabiliriz. Bu hatırlamayı yapanın gelin ya da damat değil, dedenin bizzat kendi çocuğu olması daha iyi olur tabi ki. Biz hatırlatmamızı yaparız ama dedelerimiz yine aynı şekilde davranmaya devam edebilir. Muhtemelen de böyle olur. Çünkü bir insanı ve onun davranışlarını değiştirmek kolay değildir. O zaman bize düşen hoşgörü ile yaklaşmak ve aradaki dengeleri korumaya çalışmaktır.
Bizler, belki şimdiki dedelerimizi değiştiremeyiz ama geleceğin dedeleri olarak torunlarımıza anlatacak kıssaları, menkıbeleri, öyküleri ve masalları şimdiden biriktirebiliriz. Aksi takdirde bizim de geleceğimiz şimdi eleştirdiğimiz dedelerimizden pek de farklı olmayacaktır.
Mehmet Teber
Çocuğun evde her isteğinin karşılanıyor olması, her dilediğinin hemen yerine getiriliyor olması çocuğun içinde bir canavarın büyümesine neden olur.
Bugün başımızın taçlarından, yani büyüklerimizden; yani dedeler, anneanneler ve babaannelerden bahsedeceğim. Ancak her seferinde anneanne, babaanne ve dedeyi tekrarlamamak için yazımı dedeleri merkeze alarak yazacağım. Ben dede dediğimde bilin ki, aslında anne-baba tarafından büyüklerimizi kastediyorum.
Dedeler, neredeyse her çocuğun dünyasında önemli yer tutar. Çocukların eğitiminde, geçmiş kültürlerin ve geleneklerin yeni nesle aktarılmasında dedelerimizin rolü çok büyüktür. Benim çocukluğum sürekli dedemlerle birlikte geçmedi. Onlar köyde biz ise onlardan 800 kilometre uzakta yaşıyorduk. Her ne kadar uzak olsak da, yaz tatili başlar başlamaz dedelerimizin yanına koşardık. Kış ayları gelince de dedelerim bize gelir en az 1 ay bizimle birlikte kalırdı. Yani çocukluğumuzun en fazla iki ayı dedelerimizle birlikte geçerdi. Dedelerimizle görüşme ve buluşma zamanlarını iple çeker, onlardan ayrılırken ise hüngür hüngür ağlardık.
Şimdi çocukluğumu geride bıraktım. Dedelerim ise çoktan ahirete intikal etti. Geriye dönüp baktığımda hayatımdaki birçok yapı taşında dedelerimin etkisi olduğunu görüyorum. Dede korkut destanlarını, peygamber kıssalarını, âlim zatların menkıbelerini hep dedelerimden öğrendim. Akşam olup da hava karardığında beni ve diğer çocukları yanına alıp anlattıkları kahramanlık destanları, Hz. İbrahim kıssaları hala aklımdadır. Geceleri onların yanında uyuduğumda, birlikte okuduğumuz Nas, Felak Sûrelerini, Sübhaneke duasını hiç unutmam. Onların yanında namaz kılmak, ellerinden tutup köy camisine gitmek yine o dönemden aklımda kalan sahneler.
Bir karıncayı bile incitmemeyi, insanlara karşı merhametli olmayı ben dedelerimden öğrendim. Kainatla nasıl ilişki kurulacağını, bir toprağın bile sevileceğini bana öğreten dedelerimdi. Keçilerini kuzuların aslında insanların en büyük dostları olduğunu bana aktaran yine dedelerimdi. Değişen dünyada sabit kalmayı, sükûnetle hareket etmeyi, beklemeyi, gece gökyüzünü seyretmeyi, küçük şeyler ile mutlu olunabileceğini hep onlardan öğrendim. Daha neler neler..
Bizim kültürümüzde dedelerin, çocuk eğitiminde o kadar güzel bir yeri var ki. Köklerimizle bağlantıyı biz onlar sayesinde kuruyoruz. Batı bizim bu özelliğimizi hayranlıkla izliyor. Torunlardan uzaklaştılıp, huzur evlerine itilen dedeler bir köşede sessizce ölümü bekliyor. Bizde ise dedeler yeni neslin inşasında bir mimar, evin sağlam bir diğeri olarak görülüyor.
Gel gelelim son zamanlarda karşılaştığım olaylar beni şaşırtıyor. Acaba diyorum değişen zaman dedeleri de mi değiştirdi? Çocuk ve aile üzerine seminer vermek için il il gezdiğimde seminer çıkışında özel soruları cevaplandırıyorum. Bana gelen sorulardan bir tanesi de çocuğa yakın veya onunla birlikte yaşayan anneanne, babaanne ya da dedelerin torunlarını çok şımarttığı ile ilgili. Anneler ya da babalar diyor ki:
Hocam biz evde bir sistem kurmaya çalışıyoruz ama çocuğun büyükannesi ya da dedesi bu sistemi bozuyor. Biz bir yaptırım uygulamaya çalışıyoruz, hemen kol kanat gerip bize engel oluyorlar. Çocuğun her istediğini yapıyorlar. Böyle olunca da bir türlü istediğimiz sonuçları alamıyoruz. Ne yapmamız lazım?
İlk önce şunu bilmek gerekiyor ki, çocukların eğitiminde anne-babanın ya da evde yaşayan herkesin ortak bir hareketi yoksa eğitimde bazı sonuçları almak zorlaşıyor. Çünkü çocuk ev ortamında bulunan boşlukları çok iyi değerlendiriyor. Diyelim ki anne, çocuğuna belli bir saatte yatma alışkanlığı kazandırmak istiyor. Çocuğunu yatırmak için hazırlık yapıyor. Bu durumda çocuk hemen babanın yanına gidiyor. Eğer babadan yüz bulursa yatma eğitimi gerçekleşmiyor. Eğer çocuk babadan yüz bulamazsa bu sefer evdeki diğer kişilere yöneliyor. Ne zaman görüyor ki, açık kapı ve boşluk yok, o zaman denileni kabul etmeye başlıyor. Bu nedenle iyi bir çocuk eğitimi anne-babanın ve evdeki herkesin tutarlı ve ortak hareket etmesi ile mümkün. Evde bir büyüğün yasakladığına diğeri izin veriyorsa, birinin ak dediğine diğeri kara diyorsa çocuk doğru davranışın hangisi olduğunu öğrenemiyor. İşine nasıl geliyorsa öyle davranmayı öğreniyor.
İkincisi, çocuğun evde her isteğinin karşılanıyor olması, her dilediğinin hemen yerine getiriliyor olması çocuğun içinde bir canavarın büyümesine neden olur. İstedikleri ötelenmeyen çocuğun, her istediği kendisine alındıkça benliği şişiyor. Mutluluğu bir şeylere sahip olmakla eşleştiriyor. İçindeki sahip olma canavarı, benlik canavarı zamanla öyle büyüyor ki, aile bununla baş edemez hale geliyor. Çocukla birlikte alışverişe çıkmak işkence halini alıyor. Maalesef günümüzün çocukları mutlu olmanın sahip olmakla, sürekli yeni bir şeyler almakla mümkün olduğunu öğreniyorlar.
Daha dün, görüşmede lise çağındaki bir kıza sordum: Şu anda tamamen özgür olsan, istediğin kadar paran olsa, seni kısıtlayan hiçbir şey olmasa ne yaparsın? Ne dedi biliyor musunuz? Alış-veriş merkezine gider alış veriş yaparım. Neden? diye sorduğumda, Çünkü alış-veriş yaparken çok mutlu oluyorum. diye cevap verdi. Mutluluk onun için sahip olmakla eşit hale gelmişti.
İşte evde bulunan aile büyükleri eğer doğru şekilde davranmazlarsa çocuğun eğitilmesine, davranışlarının şekillendirilmesine sekte vuruyorlar. Diğer yandan çocukların her dediklerinin yapılmasına imkan tanıyarak onların içindeki benlik ve alışveriş canavarını büyütüyorlar.
İşte benim seminer çıkışlarında şikayet aldığım dedeler, aslında iyi niyetlerinden ve merhametlerinden çocuklarının eğitimine sekte vuran dedeler. Çocuk için belirlenen kuralları yıkan ve onların üzülmemesi için her istediklerini hemen yerine getiren dedeler. Bu dedeler farkında olmadan çocuklara ve onların geleceğine zarar veriyorlar.
Benim dedelerim beni hiç parka götürmedi, bana hiç harçlık vermedi, elinde çikolatalarla yanıma gelip bana sürpriz yapmadı. Annem bana kızdığında dedelerim beni kollamadı. Anneme karşı beni savunmadı. Ben ağlayarak onların yanına gittiğimde Anneni üzme evladım, Cennet annelerin ayağı altındadır dediler. Dedelerim satın aldıkları ile değil yaptıkları ile ruhumda derin izler bıraktılar.
Günümüz dedelerinin şartlar gereği, merhametleri gereği bazı yanlış davranışları olabilir. Onların bu davranışlarını gördüğümüzde, güzel bir dille, gönüllerini alarak, onure ederek, bizimle olmalarından memnun olduğumuzu da belirterek belki onlara küçük hatırlatmalar yapabiliriz. Bu hatırlamayı yapanın gelin ya da damat değil, dedenin bizzat kendi çocuğu olması daha iyi olur tabi ki. Biz hatırlatmamızı yaparız ama dedelerimiz yine aynı şekilde davranmaya devam edebilir. Muhtemelen de böyle olur. Çünkü bir insanı ve onun davranışlarını değiştirmek kolay değildir. O zaman bize düşen hoşgörü ile yaklaşmak ve aradaki dengeleri korumaya çalışmaktır.
Bizler, belki şimdiki dedelerimizi değiştiremeyiz ama geleceğin dedeleri olarak torunlarımıza anlatacak kıssaları, menkıbeleri, öyküleri ve masalları şimdiden biriktirebiliriz. Aksi takdirde bizim de geleceğimiz şimdi eleştirdiğimiz dedelerimizden pek de farklı olmayacaktır.
Mehmet Teber