[Değişen Kadın Modeli Artık Az Çocuk İstiyor
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yaşanan toplumsal ve ekonomik gelişmeler ataerkil aile yapısından, iki çocuk ve anne-babadan oluşan çekirdek aileye dönüşü de beraberinde getiriyor. Ekonomik sorunlar nedeniyle çalışma yaşamına atılan birçok kadın, doğurganlığı üzerinde söz sahibi oluyor, etkin korunma yöntemleri uyguluyor. Değişen kadın modeli de hem az çocuk sahibi olmayı, hem de kendisi için daha fazla zaman ve özgürlük istiyor. Araştırmalara göre bu değişim, doğurganlık hızını da düşürüyor.
Doğurganlık hızı düştü
Acıbadem Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Arkun Hanlıoğlu, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etüdleri Enstitüsü’nün yaptığı 1998 Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması’nın da bu gerçeği doğruladığına dikkat çekiyor. Bu araştırmanın ön raporuna göre 1998’de doğurganlık hızının 2.6 olarak saptandığına dikkat çeken Op. Dr. Arkun Hanlıoğlu, “1978 yılında 4.3 olan doğurganlık hızı günümüzde 2.6’ya kadar düşmüş durumda. Bu çalışmada doğurganlık tercihlerine göre yapılan bir değerlendirmede de halen evli kadınların ve kocalarının yüzde 62’sinin başka çocuk istemediğini belirtiliyor” diye konuşuyor. Doğu’da yüzde 42 olan herhangi bir yöntem kullanma oranının batıda yüzde 70 olduğunu belirten Op. Arkun Hanlıoğlu, “Doğu’da yöntem kullanma oranı düşük de olsa bu kadınların kendi rızasıyla olmuyor. Mecburi hizmetimi yaparken Doğu’da da birçok kadının artık çocuk yapmak istemediğini gözledim. Ama kocalarının korkusundan yöntem kullanamıyorlardı” diye ekliyor.
Kadınların eğitim düzeyindeki artışında etkili yöntem kullanma oranını arttırdığını hatırlatan Dr. Hanlıoğlu, şunları söylüyor:
Eğitimli kadın kendi sağlığı üzerinde daha fazla söz sahibi oluyor. Ayrıca ekonomik koşullar da kadınları bakabilecekleri kadar çocuk sahibi olmaya yöneltiyor” diyor. Kariyer yapan kadınların daha 30’lu yaşlarda çocuk sahibi olmayı tercih ettiklerini gözlediklerini vurgulayan Dr. Hanlıoğlu, “Anne yaşının arttıkça kadının ürettiği yumurtaların kalitesi de azalıyor. Kadınlar geç yaşlarda daha az sayıda çocuk sahibi oluyorlar” diyor.
Kadın modeli değişti
Ekonomik zorunluluk ve kadının toplumda öncü rol oynama isteğinin ailelerdeki değişimi hızlandırdığı görüşünü savunan Acıbadem Hastanesi’nin Çocuk Genç ve Aile Terapisti Psikolog Mehmet Zararsızoğlu, Türkiye’deki kadın prototipinin de farklılaştığını söylüyor. Klasik büyük ailedeki bol çocuk isteyen ve evcil kadın prototipinin de değiştiğine değinen Dr. Zararsızloğu, “Artık geleceğe umutla bakan, az sayıda çocuk, kendisi için daha fazla zaman ve özgürlük isteyen yeni bir kadın modeliyle karşıkarşıyayız. Bu kadınlar bir ya da iki çocuk sahibi olup onlara iyi bir eğitim ve gelecek vermeyi istiyorlar” diyor.
Ancak bu değişim tabii ki sorunsuz yaşanmıyor. Türkiye’de giderek yerleşen çekirdek aile modenin beraberinde değişik sorunları da getirdiğini vurgulayan Dr. Zararsızoğlu, şöyle devam ediyor.
“Aile tiplerine baktığımızda, Türkiye’de ailenin iktisadi yapısından bağımsız bir gelenek gözlüyoruz. Bu gelenek birçok çatışmalara yol açmaktadır. Çalışan kadın annelik duygusuyla işi arasında sıkışmakta ve sorunlar yaşamaktadır. Çocuğuna yeterince vakit ayıramadığı için hissettiği suçluluk duygusunu hem çocuğuna hem aileye, daha sonra da sisteme taşımaktadır.”
Bu sorunlar yalnız gelir düzeyi düşük çalışmak zorunda olan bir ailedeki kadında değil, orta ve üst sınıf gelir düzeyinde kariyer yapan kadınlarda da gözleniyor. Dr. Zararsızoğlu, toplumda eşit birey olmak ve kendi kişisel gelişimleri için kariyer yapan kadınların “Çocuk mu, kariyer mi” ikileminde tercihlerini kariyerden yana kullanma eğiliminin arttığını vurguluyor ve ekliyor:
“Çocuk sahibi çalışan kadınlar psikolojik bozukluklar ve aile içinde uyumsuzluk ve problemler nedeniyle profesyonel yardım talep etme durumuna gelmişlerdir. Özellikle doğumdan birkaç ay sonra çocuğu bir yakınına, ya da tanımadığı birine bırakmak zorunda kalan kadınlar zorlanıyor. Anne bebek arasında ilk aylar için çok yoğun olan bağ erkenden kopuyor. Bu da bebek için çok önemli olan duygusal ihtiyaçların karşılanamamasına yol açıyor. Sonuçta çocuk-anne-aile ilişkisinde sorunlar yaşanıyor. Erkekler de bu değişime hazır değiller. Erkeklerin ataerkil öncül rolü de çatırdıyor.Erkekler bu değişime ayak uydurmada zorlanıyorlar. Ancak ok yaydan çıkmış durumda. Toplum ve birey olarak bu değişimi yaşamak zorundayız.”
Deprem doğurganlığı düşürecek mi?
Toplum olarak yaşadığımız deprem felaketinin geleceğe olan umutlarını azalttığı ve bunun da çocuk sahibi olma isteğini olumsuz etkilebileceği de bir başka tartışma konusunu oluşturuyor. Op. Dr. Arkun Hanlıoğlu, depremde ençok zarar gören bölgelerde kötü koşullarda yaşayan kadınların geçirdikleri travmanın etkisiyle çocuk sahibi olmayı istemeyebileceklerini ancak bunun geçici olacağını hatırlatıyor.
Dr. Mehmet Zararsızoğlu da depremin yalnız binalarda değil, beyinlerimizde de yıkıma yol açtığını ama yine geleceğe umutla bakmak gerektiğini hatırlatıyor.
Türk toplumunda köklerin önemli olduğunu söyleyen Dr. Zararsızoğlu, “Deprem felaketi bilinçaltındaki bütün korkularımızda çözücü bir rol oynadı. Bu sorunları yaşayacağız. Belki kadınlar geleceğe olan umutları azaldığı için çocuk sahibi olmak istemeyebilirler. Ama gelip geçici bir duygudur. Türk ailesinde çocuk çok önemlidir. Geleceğe olan umudu da simgeler. Bu felaketten dersimizi alıp doğayla düşmanca bir ilişki içinde olmaktan vazgeçip onun bir parçası olduğumuzu algılayarak sorunları aşacağımızı düşünüyorum.”
alıntı/B]
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yaşanan toplumsal ve ekonomik gelişmeler ataerkil aile yapısından, iki çocuk ve anne-babadan oluşan çekirdek aileye dönüşü de beraberinde getiriyor. Ekonomik sorunlar nedeniyle çalışma yaşamına atılan birçok kadın, doğurganlığı üzerinde söz sahibi oluyor, etkin korunma yöntemleri uyguluyor. Değişen kadın modeli de hem az çocuk sahibi olmayı, hem de kendisi için daha fazla zaman ve özgürlük istiyor. Araştırmalara göre bu değişim, doğurganlık hızını da düşürüyor.
Doğurganlık hızı düştü
Acıbadem Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Arkun Hanlıoğlu, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etüdleri Enstitüsü’nün yaptığı 1998 Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması’nın da bu gerçeği doğruladığına dikkat çekiyor. Bu araştırmanın ön raporuna göre 1998’de doğurganlık hızının 2.6 olarak saptandığına dikkat çeken Op. Dr. Arkun Hanlıoğlu, “1978 yılında 4.3 olan doğurganlık hızı günümüzde 2.6’ya kadar düşmüş durumda. Bu çalışmada doğurganlık tercihlerine göre yapılan bir değerlendirmede de halen evli kadınların ve kocalarının yüzde 62’sinin başka çocuk istemediğini belirtiliyor” diye konuşuyor. Doğu’da yüzde 42 olan herhangi bir yöntem kullanma oranının batıda yüzde 70 olduğunu belirten Op. Arkun Hanlıoğlu, “Doğu’da yöntem kullanma oranı düşük de olsa bu kadınların kendi rızasıyla olmuyor. Mecburi hizmetimi yaparken Doğu’da da birçok kadının artık çocuk yapmak istemediğini gözledim. Ama kocalarının korkusundan yöntem kullanamıyorlardı” diye ekliyor.
Kadınların eğitim düzeyindeki artışında etkili yöntem kullanma oranını arttırdığını hatırlatan Dr. Hanlıoğlu, şunları söylüyor:
Eğitimli kadın kendi sağlığı üzerinde daha fazla söz sahibi oluyor. Ayrıca ekonomik koşullar da kadınları bakabilecekleri kadar çocuk sahibi olmaya yöneltiyor” diyor. Kariyer yapan kadınların daha 30’lu yaşlarda çocuk sahibi olmayı tercih ettiklerini gözlediklerini vurgulayan Dr. Hanlıoğlu, “Anne yaşının arttıkça kadının ürettiği yumurtaların kalitesi de azalıyor. Kadınlar geç yaşlarda daha az sayıda çocuk sahibi oluyorlar” diyor.
Kadın modeli değişti
Ekonomik zorunluluk ve kadının toplumda öncü rol oynama isteğinin ailelerdeki değişimi hızlandırdığı görüşünü savunan Acıbadem Hastanesi’nin Çocuk Genç ve Aile Terapisti Psikolog Mehmet Zararsızoğlu, Türkiye’deki kadın prototipinin de farklılaştığını söylüyor. Klasik büyük ailedeki bol çocuk isteyen ve evcil kadın prototipinin de değiştiğine değinen Dr. Zararsızloğu, “Artık geleceğe umutla bakan, az sayıda çocuk, kendisi için daha fazla zaman ve özgürlük isteyen yeni bir kadın modeliyle karşıkarşıyayız. Bu kadınlar bir ya da iki çocuk sahibi olup onlara iyi bir eğitim ve gelecek vermeyi istiyorlar” diyor.
Ancak bu değişim tabii ki sorunsuz yaşanmıyor. Türkiye’de giderek yerleşen çekirdek aile modenin beraberinde değişik sorunları da getirdiğini vurgulayan Dr. Zararsızoğlu, şöyle devam ediyor.
“Aile tiplerine baktığımızda, Türkiye’de ailenin iktisadi yapısından bağımsız bir gelenek gözlüyoruz. Bu gelenek birçok çatışmalara yol açmaktadır. Çalışan kadın annelik duygusuyla işi arasında sıkışmakta ve sorunlar yaşamaktadır. Çocuğuna yeterince vakit ayıramadığı için hissettiği suçluluk duygusunu hem çocuğuna hem aileye, daha sonra da sisteme taşımaktadır.”
Bu sorunlar yalnız gelir düzeyi düşük çalışmak zorunda olan bir ailedeki kadında değil, orta ve üst sınıf gelir düzeyinde kariyer yapan kadınlarda da gözleniyor. Dr. Zararsızoğlu, toplumda eşit birey olmak ve kendi kişisel gelişimleri için kariyer yapan kadınların “Çocuk mu, kariyer mi” ikileminde tercihlerini kariyerden yana kullanma eğiliminin arttığını vurguluyor ve ekliyor:
“Çocuk sahibi çalışan kadınlar psikolojik bozukluklar ve aile içinde uyumsuzluk ve problemler nedeniyle profesyonel yardım talep etme durumuna gelmişlerdir. Özellikle doğumdan birkaç ay sonra çocuğu bir yakınına, ya da tanımadığı birine bırakmak zorunda kalan kadınlar zorlanıyor. Anne bebek arasında ilk aylar için çok yoğun olan bağ erkenden kopuyor. Bu da bebek için çok önemli olan duygusal ihtiyaçların karşılanamamasına yol açıyor. Sonuçta çocuk-anne-aile ilişkisinde sorunlar yaşanıyor. Erkekler de bu değişime hazır değiller. Erkeklerin ataerkil öncül rolü de çatırdıyor.Erkekler bu değişime ayak uydurmada zorlanıyorlar. Ancak ok yaydan çıkmış durumda. Toplum ve birey olarak bu değişimi yaşamak zorundayız.”
Deprem doğurganlığı düşürecek mi?
Toplum olarak yaşadığımız deprem felaketinin geleceğe olan umutlarını azalttığı ve bunun da çocuk sahibi olma isteğini olumsuz etkilebileceği de bir başka tartışma konusunu oluşturuyor. Op. Dr. Arkun Hanlıoğlu, depremde ençok zarar gören bölgelerde kötü koşullarda yaşayan kadınların geçirdikleri travmanın etkisiyle çocuk sahibi olmayı istemeyebileceklerini ancak bunun geçici olacağını hatırlatıyor.
Dr. Mehmet Zararsızoğlu da depremin yalnız binalarda değil, beyinlerimizde de yıkıma yol açtığını ama yine geleceğe umutla bakmak gerektiğini hatırlatıyor.
Türk toplumunda köklerin önemli olduğunu söyleyen Dr. Zararsızoğlu, “Deprem felaketi bilinçaltındaki bütün korkularımızda çözücü bir rol oynadı. Bu sorunları yaşayacağız. Belki kadınlar geleceğe olan umutları azaldığı için çocuk sahibi olmak istemeyebilirler. Ama gelip geçici bir duygudur. Türk ailesinde çocuk çok önemlidir. Geleceğe olan umudu da simgeler. Bu felaketten dersimizi alıp doğayla düşmanca bir ilişki içinde olmaktan vazgeçip onun bir parçası olduğumuzu algılayarak sorunları aşacağımızı düşünüyorum.”
alıntı/B]