rüzgar gülü
Daimi Üye
Kocaeli'de, 17 ağustos Marmara depreminde yıkılan evlerinin enkazı altında kalan Şükran Salas, omuriliği zedelendiği için 11 yıldır yatağa mahkum yaşam mücadelesi veriyor.
AA muhabirin edindiği bilgiye göre, Karamürsel'deki Tabakhane Mahallesi'nde bulunan 4 katlı bir apartmanın giriş katında oturan Salas ailesi, 17 Ağustos gecesi saat 03.02'de yaşanan depremde yıkılan binanın enkazı altında kaldı.
Yaklaşık 18 saat süren çalışmaların sonunda anne İslim Salas hafif, o tarihte 26 yaşında olan kızı Şükran Salas ise ağır yaralı olarak kurtarıldı. Beton kütlelerinin altında kalan 20 yaşındaki Fatoş Salas ise hayatını kaybetti.
Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde tedavisi bir yıl devam eden Şüran Salas hayata döndü ancak omuriliği zedelendiği için vücudunun boyundan aşağı bölümü felç oldu.
Depremin ardından geçen 11 yıl boyunca yatağa mahkum yaşam mücadelesi veren Şükran Salas, AA muhabirine yaptığı açıklamada, üniversite öğrencisi olan kardeşi Fatoş'un yanı başında hayatını kaybettiğini söyledi.
''O geceyi'' hiç unutmadığını ifade eden Salas, ''Kardeşim yanımda yaşamını yitirdi. Elim kolum bağlı birşey yapamadım. Bu çok acı... Fatoş 20 yaşındaydı, gazetecilik okuyordu, ne yazık ki hayatını kaybetti. Bana sarılmış (Abla ölmek istemiyorum. Sözlüm Mustafa'yı görmek, onunla evlenmek istiyorum'' diyordu. İkimizde ağlıyorduk. Sonra ne olduğunu hatırlamıyorum'' diye konuştu.
-DEPREM OLMASAYDI EVLENECEKTİ-
Kendisinin de o tarihte 26 yaşında olduğunu ve evlilik hayalleri kurduğunu ifade eden Salas, ''Depremle hayallerim de yıkıldı. Deprem olmasaydı üç gün sonra evleneceğim kişinin ailesi istemeye gelecekti. O zaman iki yıldır süren arkadaşlığımızı evlilikle noktalayacaktık. Ben sakat kalınca o kişi de başkasıyla evlenmiş'' dedi.
Şimdi en büyük zevkinin camdan dışarı bakmak olduğunu ifade eden Şükran Salas, sözlerine şöyle devam etti:
''Nasıl güzeldim... Şimdi dışarı bile çıkamıyorum. Denizi göremiyorum, deniz kokusunu, yürümeyi, çiğ köfte yoğurmayı, et yemeyi çok özledim. Eskiden yürüdüğüm yerleri hayal ediyorum, eski günlerimi gözümde canlandırıyorum. Her şey o kadar zor ki... Deprem öncesiyle sonrası çok farklı. Hayallerimiz, umutlarımız, her şeyimiz gitti. Çok büyük acılar yaşadık. Allah bir daha o günleri yaşatmasın.''
Şükran Salas, depremin ardından arkadaşlarının ve yakınlarının kendilerini unuttuğunu, çok yalnız kaldıklarını belirterek, ''Sağlığımda çok arkadaşım vardı artık hiçbiri ziyaretime gelmiyor. Sadece 17 ağustosta hatırlanıyor sonra yine unutuluyorum'' dedi.
-ANNESİNİ DE KAYBETMEKTEN ÇOK KORKUYOR-
Babasının da depremden birkaç yıl önce kanser hastalığı nedeniyle vefat ettiğini ifade eden Salas, ''Şimdi anneme birşey olacak diye çok korkuyorum. En büyük korkum annemin ölmesi. Bana kim bakar o zaman? Annem de tansiyon hastası, kulakları duymuyor, iki günde bir hastaneye kaldırıyoruz. Onsuz yaşayamam'' diye konuştu.
Şükran Salas, yatağa bağımlı olduğu için dışarı çıkamadığını bunun için en büyük hayalinin eskisi gibi Karamürsel sahiline inmek olduğunu belirtti.
Son dönemde omuzlarını oynatmayı başardığını dile getiren Salas, ''Belki tedavi olabilirim. Fizik tedaviye gidebilirsem belki ellerimi oynatabilirim. Bana yardım etsinler, tedavi olayım. Büyüklerimizden ricam bu'' diye konuştu.
***
Kocaeli'nin Gölcük ilçesinde yıkılan evlerinin enkazından yaralı olarak çıkarılan Nilgün Karamel, 6 yaşındayken 17 ağustos 1999'daki Marmara depreminde kaybolan kızını 11 yıldır bitmeyen bir umutla arıyor.
Gölcük'te yaşayan Karamel, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kavaklı Mahallesi'nde evlerinin bulunduğu binanın Marmara depreminde yıkıldığını, kendisinin yaklaşık 12, eşinin ise 14 saat sonra enkazdan yaralı olarak çıkarıldığını söyledi.
İlçedeki askeri hastanede yapılan ilk müdahalelerin ardından eşinin ve kendisinin de aralarında bulunduğu bazı yaralıların İstanbul'daki çeşitli hastanelere sevk edildiğini anlatan Karamel, ''Ben yaklaşık 15 gün devam eden müdahalelerin ardından taburcu edildim. Eşim ise 65 gün hastanede kaldı'' dedi.
Hastanede bilinci yerine gediğinde ilk olarak kızı Gözde'yi sorduğunu ancak kimsenin kendisine cevap veremediğini ifade eden Karamel, hastaneden taburcu olduğunda ise Gölcük'e dönerek kızını aramaya başladığını anlattı.
O dönem yakınlarıyla birlikte yaptıkları aramalarda herhangi bir sonuca ulaşamadıklarını ifade eden Karamel, sözlerine şöyle devam etti:
''Kızım her şeyimdi. Deprem olduğunda eşimle birlikte ona koşarken, kapısının önünde enkazın altında kaldık. O bizim hayatımızdı. Gitmediğim kapı, sormadığım kişi kalmadı. Kimse bana doğru dürüst bir cevap vermedi. Depremden yaklaşık 1 ay sonra görüştüğümüz komşumuz teğmen S.S, deprem gecesi Gözde'yi oturduğumuz binanın yanındaki boş bir alanda bulmuş. Gözde de herhangi bir yara felan yokmuş. Kendisi hafif yaralı olduğundan Gözde'yi de yanına alarak Gölcük'teki askeri hastaneye gitmiş. Kızımın elini hiç bırakmadığını söylüyor. Teğmen S.S, hastaneye ulaştıktan bir süre sonra bayılmış. Sonra kızımı bir daha görmemiş.''
Nilgün Karamel, kızını bulabilmek için teğmen S.S. ile Gölcük'teki askeri hastaneye gittiklerini ancak kızı Gözde ile ilgili hastanede herhangi bir kayıt bulamadıklarını anlattı.
Teğmen S.S'nin, Gözde'yi askeri hastaneye giderken yanında götürdüğünü polise de anlattığını aktaran Karamel, şöyle konuştu:
''Yıllardır evladıma hasretim. Yıllardır ağlıyorum. Kızımın ölüsünü ya da kendisini istiyorum artık. Depremde evlatlarını, yakınlarını kaybeden onlarca, yüzlerce kişi var. Devletimiz yetkililer bize yardımcı olmalı. Kızımın öldüğünü bilsem yine çok üzülürüm ama boşlukta olmak çok daha zor. Ne öldü, ne de yaşıyor diyebiliyorsun. Vakitli vakitsiz her kapı çalışında, her telefonda yüreğim ağzıma geliyor. Acaba kızımı mı buldular bana güzel haberler mi getirdiler diye kapıya koşuyorum, telefonu açıyorum. Bu da psikolojimi çok yıprattı. Sağlıklı bir ruh haline sahip değilim.''
Polisin 40-50 yıllık esrarengiz olayları başarılı bir şekilde aydınlattığına da dikkati çeken Karamel, ''Lütfen benim kızımı bulmama da yardımcı olsunlar. Her gün biraz daha dayanılmaz hale geliyor. Depremde yakınlarını kaybedenlere lütfen yardım edilsin'' diye konuştu.
Depremde kaybettiği kızının 4 Ekim 1993 tarihinde dünyaya geldiğini dile getiren Karamel, ''Kızım şimdi yaşıyor ve okuyorsa eğer lise öğrencisi olmalı. Geçen yıl burada kaymakama ve diğer yetkililere giderek Milli Eğitim Bakanlığı sistemindeki lise 3 ve 4. sınıf öğrencilerinin fotoğraflarına bakarak kızımı bulmak istediğimi söyledim ama kimse yardımcı olmadı. Bu neden sorun oldu anlamadım'' şeklinde konuştu.
Nilgün Karamel, şu an 8 yaşında bir kızı ile 8 aylık oğlu ile hayata tutunmaya çalışıyor.
***
Marmara depreminde 3 saat enkaz altında kaldıktan sonra ağır yaralı olarak kurtarılan Nagihan Çamur, depremde annesi ve erkek kardeşini kaybetti, kendisi ise omurilik felci olmasına rağmen hayatın zorluklarıyla mücadeleye devam ediyor.
Kocaeli'nin Gölcük ilçesine bağlı Kavaklı Mahallesindeki 7 katlı apartmanın 4. katında ailesiyle birlikte otururken, Marmara depreminde evleri yıkılan 32 yaşındaki Nagihan Çamur, AA muhabirine hayatını değiştiren ''o gece''yi anlattı.
Deprem sırasında evlerinin 4-5 saniye gibi kısa bir sürede yıkıldığını, annesi, ablası ve erkek kardeşiyle enkaz altında kaldığını ifade eden Çamur, evin tavanın üzerine yıkılması nedeniyle hareket edemediğini söyledi.
Kendine geldiğinde elini bulunduğu yerde gezdirdiğini ifade eden Çamur, şöyle devam etti:
''Elim halıya değince evimizde olduğumuzu anladım. Sonra en büyük ablamla konuşmaya başladık. O da 'deprem oldu korkma' falan dedi. İlk bir saat içinde birileri geldi bizi kurtarmaya. Ben beton kütleler arasında sıkışmıştım. Belimde tavan vardı. İki büklüm şeklindeydim. Kurtarma ekipleri geldi, bizi çıkartmaya çalıştı ancak başaramadılar. Ablama 'kardeşin çok sıkışmış çıkamaz' dediler ve bırakıp gittiler. Dünyam başıma yıkıldı. O zamana kadar çıkmayı bekliyordum. Sonuçta yardım bekliyorsunuz gelenler de yardım edemiyor.''
''Beden acım çok fazlaydı, ilk etapta korku yaşadım. Daha sonra korku umurumda olmadı çünkü bedenimde çok acı vardı'' diyen Çamur, sözlerine şöyle devam etti:
''Tavan belimin üzerindeydi ve kıpırdayamıyordum. Sadece bir kolumu oynatabiliyordum. 3 saat sonra ağzımdan köpükler gelmeye başladı. Nefesim tamamen kesildi sonra yine bir abi geldi. Koltuk altımdan tuttu o zaman bayılmışım. Çıkma anını hatırlamıyorum. Takside gözümü açtım. Annemin ve erkek kardeşinin öldüğünü, ablamın sağ olarak kurtulduğunu sonradan öğrendim. Enkazdan çıkarıldıktan sonra Bolu'ya kadar hastanelerde yer bulunamadık. Daha sonra Bolu Devlet Hastanesine yatırıldım. Buradaki tedavimin ardından Ankara Numune Hastanesine sevk edildim.''
-''AİLEM BENİ ÖLDÜ SANMIŞ''-
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde tedavisinin sürdüğü sırada ailesinden günlerce hiç haber alamadığını söyleyen Nagihan Çamur, şunları kaydetti:
''Hastanede ameliyatlarım oldu, fizik tedavi gördüm. Omurilik felci olmuştum. Ailem beni öldü sanmış, bulamamışlar. Annemin, kardeşimin cenazesi ile uğraşırken benden de haber alamadılar. Bizim odada ayağı kesik bir kız vardı. 13 yaşında Özge. Onlar da Adapazarlıydı. Her gelene söylüyordum, zaten dayımın cep telefonunu veriyorum, anneannemin telefonunu veriyorum falan ama telefonlar çekmiyor zaten. Özge'nin dedesi geldi. Ona 'Adapazarı'nda şu mahallede amcamlar oturuyor gidip haber verirseniz bana ulaşabilirler' dedim. 5'inci günün sonunda bana ulaştılar.''
-''ÖLÜMÜ BEKLİYORDUM''-
Yatağa bağımlı olarak yaklaşık 1 yıl geçirdiğini ve daha sonra tekerlekli sandalyede durabilecek duruma geldiğini anlatan Çamur, yataktayken dönemediğini, kolunu bile kımıldatamadığını söyledi.
Hayatın kendisi için artık bittiğini sandığını ifade eden Çamur, şunları kaydetti:
''İlk zamanlar bunu kabullenmem çok zor oldu ancak hayata adapte olmak durumundaydım. İnsan beyninde yenmesi gerekiyor bazı şeyleri. İlk 2 yıl içinde bulunduğum durumu kabullenemedim. Tamamen yatalaktım. Oturabilmenin özlemini bile çok yaşadım. Ölümü bekliyordum. Dışarıya çıkmak istemedim ama 2 yıldan sonra hayata daha farklı bakmam gerektiğine inandım. En azından kendime yetebilmek için mücadele ettim. Çok şükür bugünlerdeyim.''
Depremden önce evlerinin yıkılabileceği ve kendisinin enkazda kalabileceğinin hiç aklına gelmediğini ifade eden Çamur, ''Özellikle sakatlık hiç aklımda yoktu. Bugünlerim hiç aklıma gelmezdi. Deprem öncesi üniversitede sosyoloji okumak, evlenip yuva kurmak gibi hayallerim vardı, hepsi gitti. Allah bugünlerimizi aratmasın. Çok acı çektik ama lütfen bizleri devlet büyüklerimiz unutmasın'' şeklinde konuştu.
-''ÇALIŞMAK İSTİYORUM''-
Günlerinin genelde evde geçtiğini anlatan Çamur, ''Ev dışında bazı seminer ve konferanslara katılıyorum. İnternete giriyorum. Benim gibi kişilerle görüşüyorum. Hayat devam ediyor. Mücadele etmem gerekir kendi kendime yetmem gerekir. Bu mücadeleyi ettim ondan sonra bu seviyeye geldim zaten. Yaşama sevincimi kaybetmedim. Bundan sonra bedenen ayakta duramasam bile kendi kendime yetebilmeyi ruhen ayakta durabilmeyi amaçlıyorum'' diye konuştu.
Yürüyemediği için üzüldüğünü ifade eden Çamur, ancak kendisinden daha kötü durumda olanları gördüğü zaman haline şükrettiğini anlattı.
Yapabileceği bir işinin olmasını çok istediğini ifade eden Çamur, ''Çalışmak istiyorum ama sosyal güvencesi olsun istiyorum. Tekerlekli sandalyede olduğum için işe girmek biraz zor oluyor. Devlet büyüklerimizin yardımını bekliyorum'' dedi.
***
Kocaeli'nin Gölcük ilçesinde depremde yıkılan evlerinin enkazından yara almadan kurtulan ancak 13 ve 6 yaşlarındaki 2 çocuğunu da kaybeden Erdoğan Ağdaş, evlatlarına duyduğu özlemi yazdığı şiirlere döküyor.
Başiskele ilçesinde yaşayan Ağdaş, Marmara depreminde Gölcük İhsaniye'de bulunan Yılmaz Kent Konutları'nda oturduklarını söyledi.
''O gece'' saat 03.02'de depremle uyandığını ve hemen çocuklarının odasına koştuğunu ifade eden Ağdaş, ''Ancak sağa sola savrulmaktan evlatlarıma yetişmedim. Sonra evimizin bulunduğu bina yıkıldı, eşim ve 2 çocuğumla enkazın altında kaldık'' diye konuştu.
Duvarların üzerine yıkıldığını belirten Ağdaş, enkazdan kendi imkanlarıyla çıktığını ve hemen yanında bulunan eşini de kendisinin kurtardığını anlattı.
Dışarı çıktığında hemen çocuklarını aramaya başladığını anlatan Ağdaş, ''Ancak yan bina çocuklarımın bulunduğu odanın üzerine devrilmişti. Ne yaptıysak çocuklarımı bulundukları yerden çıkaramadık, çok çaresiz kaldık. Sonuç olarak çocuklarımı kurtaramadım. 1,5 gün sonra İstanbul'dan gelen bir kurtarma ekibi çocuklarımın cenazesini bulunduğu yerden çıkardı'' dedi.
''Çocuklarımla ilgili ne hayallerim vardı? Onları hiç sormayın'' diyen Ağdaş, şöyle devam etti:
''Çocuklarımı vatana millete hayırlı evlatlar şeklinde yetiştirmek istiyordum ama nasip değilmiş. Şimdi hanımla yalnız kaldık, baykuş gibi ortada kaldık... Gelecekten yana hiçbir ümidimiz yok. Hiç içimizde yaşama sevincimiz yok. Yavrularımızla birlikte yaşama sevincimizi de toprağa gömdük. İşte günü dolduruyoruz, öylesine yaşıyoruz. Karnımızı doyuruyoruz, günlük işlerimizi yapıyoruz, mecbur yaşıyoruz. Hayattan zaten bir beklentimiz de yok.''
İki çocuğunu da depremde kaybetmesinin ardından hem eşinin hem de kendisinin çok acı çektiğini belirten Ağdaş, ''Üzüntü yersiz. Onları bize Allahım verdi, sonra yanına geri aldı. Daha sonra zaten çocuğumuz olmadı'' dedi.
Çocukları hayattayken hemen hemen her istediklerini yaptığını kaydeden Ağdaş, ''Keşke çocuklarım sağ olsalardı da bana 'şunu bunu al' deselerdi. Bunu çok isterdim. Kızım orta okula gidiyordu, dersleri de iyiydi. Oğlum 6 yaşındaydı. Birgün bu durumda olacağım hiç aklıma gelmezdi. Deprem olacağı, çocuklarımı kaybedeceğim, eşimle hayatta yapayalnız kalacağım hiç aklıma gelmezdi'' şeklinde konuştu.
Erdoğan Ağdaş, kız kardeşi ile amcasının eşi ve oğlunu da depremde kaybettiğini vurguladı.
-ŞİİR KİTABI ÇIKARDI-
Depremde kaybettiği evlatlarına duyduğu özlemi şiirlere döktüğünü söyleyen Ağdaş, sözlerini şöyle tamamladı:
''Eskiden beri şiir yazardım, şiirle düşüncelerimi anlatırdım. Ama bunları hiç bir araya toplamamıştım. Depremde çocuklarımı kaybedince, çok büyük acıları görünce, sanırım içimdeki duygu yoğunluğu daha fazla arttı. Sonra bu şiirleri toplamaya başladım. Ardından da yazdığım şiirlerle bir kitap oluşturdum ve bastırdım. Çocuklarıma özel yazdığım şiirleri kitaba koymadım. Kitapta depremi yaşayanların yaşadığı duyguları insanlara anlattım. Depremde yaşadığımız acıları, depremi yaşayan insanların neler çektiğini, tüm kamuoyunun öğrenmesi için o şiiri yazdım. Deprem şiirini de ona göre yazdım.''
Ağdaş'ın kitabında depremi anlattığı şiiri şöyle:
Yine mi 17 Ağustos ayı
Biranda kırıldı Marmara fayı
Bir dakika içinde yıktı dünyayı
Feryatlar içinde kaldık bir anda.
Çağın depremi dediler ona
Binlerce yuvalar ermişti sona
Yürekler dayanamadı bu acı sona
Ümitlerimiz söndü bir anda.
Hele bakın şu feleğin işine
Neler geldi gariplerin başına
Zehir kattı ekmeğine aşına
Sokaklarda kaldık bir anda.
Bebekler, gençler, gelinlik kızlar
Bir anda söndü o güzel yüzler
Ağdaş'dan döküldü bu acı sözler
Her taraf şehitlerle doldu bir anda.
***
AA muhabirin edindiği bilgiye göre, Karamürsel'deki Tabakhane Mahallesi'nde bulunan 4 katlı bir apartmanın giriş katında oturan Salas ailesi, 17 Ağustos gecesi saat 03.02'de yaşanan depremde yıkılan binanın enkazı altında kaldı.
Yaklaşık 18 saat süren çalışmaların sonunda anne İslim Salas hafif, o tarihte 26 yaşında olan kızı Şükran Salas ise ağır yaralı olarak kurtarıldı. Beton kütlelerinin altında kalan 20 yaşındaki Fatoş Salas ise hayatını kaybetti.
Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde tedavisi bir yıl devam eden Şüran Salas hayata döndü ancak omuriliği zedelendiği için vücudunun boyundan aşağı bölümü felç oldu.
Depremin ardından geçen 11 yıl boyunca yatağa mahkum yaşam mücadelesi veren Şükran Salas, AA muhabirine yaptığı açıklamada, üniversite öğrencisi olan kardeşi Fatoş'un yanı başında hayatını kaybettiğini söyledi.
''O geceyi'' hiç unutmadığını ifade eden Salas, ''Kardeşim yanımda yaşamını yitirdi. Elim kolum bağlı birşey yapamadım. Bu çok acı... Fatoş 20 yaşındaydı, gazetecilik okuyordu, ne yazık ki hayatını kaybetti. Bana sarılmış (Abla ölmek istemiyorum. Sözlüm Mustafa'yı görmek, onunla evlenmek istiyorum'' diyordu. İkimizde ağlıyorduk. Sonra ne olduğunu hatırlamıyorum'' diye konuştu.
-DEPREM OLMASAYDI EVLENECEKTİ-
Kendisinin de o tarihte 26 yaşında olduğunu ve evlilik hayalleri kurduğunu ifade eden Salas, ''Depremle hayallerim de yıkıldı. Deprem olmasaydı üç gün sonra evleneceğim kişinin ailesi istemeye gelecekti. O zaman iki yıldır süren arkadaşlığımızı evlilikle noktalayacaktık. Ben sakat kalınca o kişi de başkasıyla evlenmiş'' dedi.
Şimdi en büyük zevkinin camdan dışarı bakmak olduğunu ifade eden Şükran Salas, sözlerine şöyle devam etti:
''Nasıl güzeldim... Şimdi dışarı bile çıkamıyorum. Denizi göremiyorum, deniz kokusunu, yürümeyi, çiğ köfte yoğurmayı, et yemeyi çok özledim. Eskiden yürüdüğüm yerleri hayal ediyorum, eski günlerimi gözümde canlandırıyorum. Her şey o kadar zor ki... Deprem öncesiyle sonrası çok farklı. Hayallerimiz, umutlarımız, her şeyimiz gitti. Çok büyük acılar yaşadık. Allah bir daha o günleri yaşatmasın.''
Şükran Salas, depremin ardından arkadaşlarının ve yakınlarının kendilerini unuttuğunu, çok yalnız kaldıklarını belirterek, ''Sağlığımda çok arkadaşım vardı artık hiçbiri ziyaretime gelmiyor. Sadece 17 ağustosta hatırlanıyor sonra yine unutuluyorum'' dedi.
-ANNESİNİ DE KAYBETMEKTEN ÇOK KORKUYOR-
Babasının da depremden birkaç yıl önce kanser hastalığı nedeniyle vefat ettiğini ifade eden Salas, ''Şimdi anneme birşey olacak diye çok korkuyorum. En büyük korkum annemin ölmesi. Bana kim bakar o zaman? Annem de tansiyon hastası, kulakları duymuyor, iki günde bir hastaneye kaldırıyoruz. Onsuz yaşayamam'' diye konuştu.
Şükran Salas, yatağa bağımlı olduğu için dışarı çıkamadığını bunun için en büyük hayalinin eskisi gibi Karamürsel sahiline inmek olduğunu belirtti.
Son dönemde omuzlarını oynatmayı başardığını dile getiren Salas, ''Belki tedavi olabilirim. Fizik tedaviye gidebilirsem belki ellerimi oynatabilirim. Bana yardım etsinler, tedavi olayım. Büyüklerimizden ricam bu'' diye konuştu.
***
Kocaeli'nin Gölcük ilçesinde yıkılan evlerinin enkazından yaralı olarak çıkarılan Nilgün Karamel, 6 yaşındayken 17 ağustos 1999'daki Marmara depreminde kaybolan kızını 11 yıldır bitmeyen bir umutla arıyor.
Gölcük'te yaşayan Karamel, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kavaklı Mahallesi'nde evlerinin bulunduğu binanın Marmara depreminde yıkıldığını, kendisinin yaklaşık 12, eşinin ise 14 saat sonra enkazdan yaralı olarak çıkarıldığını söyledi.
İlçedeki askeri hastanede yapılan ilk müdahalelerin ardından eşinin ve kendisinin de aralarında bulunduğu bazı yaralıların İstanbul'daki çeşitli hastanelere sevk edildiğini anlatan Karamel, ''Ben yaklaşık 15 gün devam eden müdahalelerin ardından taburcu edildim. Eşim ise 65 gün hastanede kaldı'' dedi.
Hastanede bilinci yerine gediğinde ilk olarak kızı Gözde'yi sorduğunu ancak kimsenin kendisine cevap veremediğini ifade eden Karamel, hastaneden taburcu olduğunda ise Gölcük'e dönerek kızını aramaya başladığını anlattı.
O dönem yakınlarıyla birlikte yaptıkları aramalarda herhangi bir sonuca ulaşamadıklarını ifade eden Karamel, sözlerine şöyle devam etti:
''Kızım her şeyimdi. Deprem olduğunda eşimle birlikte ona koşarken, kapısının önünde enkazın altında kaldık. O bizim hayatımızdı. Gitmediğim kapı, sormadığım kişi kalmadı. Kimse bana doğru dürüst bir cevap vermedi. Depremden yaklaşık 1 ay sonra görüştüğümüz komşumuz teğmen S.S, deprem gecesi Gözde'yi oturduğumuz binanın yanındaki boş bir alanda bulmuş. Gözde de herhangi bir yara felan yokmuş. Kendisi hafif yaralı olduğundan Gözde'yi de yanına alarak Gölcük'teki askeri hastaneye gitmiş. Kızımın elini hiç bırakmadığını söylüyor. Teğmen S.S, hastaneye ulaştıktan bir süre sonra bayılmış. Sonra kızımı bir daha görmemiş.''
Nilgün Karamel, kızını bulabilmek için teğmen S.S. ile Gölcük'teki askeri hastaneye gittiklerini ancak kızı Gözde ile ilgili hastanede herhangi bir kayıt bulamadıklarını anlattı.
Teğmen S.S'nin, Gözde'yi askeri hastaneye giderken yanında götürdüğünü polise de anlattığını aktaran Karamel, şöyle konuştu:
''Yıllardır evladıma hasretim. Yıllardır ağlıyorum. Kızımın ölüsünü ya da kendisini istiyorum artık. Depremde evlatlarını, yakınlarını kaybeden onlarca, yüzlerce kişi var. Devletimiz yetkililer bize yardımcı olmalı. Kızımın öldüğünü bilsem yine çok üzülürüm ama boşlukta olmak çok daha zor. Ne öldü, ne de yaşıyor diyebiliyorsun. Vakitli vakitsiz her kapı çalışında, her telefonda yüreğim ağzıma geliyor. Acaba kızımı mı buldular bana güzel haberler mi getirdiler diye kapıya koşuyorum, telefonu açıyorum. Bu da psikolojimi çok yıprattı. Sağlıklı bir ruh haline sahip değilim.''
Polisin 40-50 yıllık esrarengiz olayları başarılı bir şekilde aydınlattığına da dikkati çeken Karamel, ''Lütfen benim kızımı bulmama da yardımcı olsunlar. Her gün biraz daha dayanılmaz hale geliyor. Depremde yakınlarını kaybedenlere lütfen yardım edilsin'' diye konuştu.
Depremde kaybettiği kızının 4 Ekim 1993 tarihinde dünyaya geldiğini dile getiren Karamel, ''Kızım şimdi yaşıyor ve okuyorsa eğer lise öğrencisi olmalı. Geçen yıl burada kaymakama ve diğer yetkililere giderek Milli Eğitim Bakanlığı sistemindeki lise 3 ve 4. sınıf öğrencilerinin fotoğraflarına bakarak kızımı bulmak istediğimi söyledim ama kimse yardımcı olmadı. Bu neden sorun oldu anlamadım'' şeklinde konuştu.
Nilgün Karamel, şu an 8 yaşında bir kızı ile 8 aylık oğlu ile hayata tutunmaya çalışıyor.
***
Marmara depreminde 3 saat enkaz altında kaldıktan sonra ağır yaralı olarak kurtarılan Nagihan Çamur, depremde annesi ve erkek kardeşini kaybetti, kendisi ise omurilik felci olmasına rağmen hayatın zorluklarıyla mücadeleye devam ediyor.
Kocaeli'nin Gölcük ilçesine bağlı Kavaklı Mahallesindeki 7 katlı apartmanın 4. katında ailesiyle birlikte otururken, Marmara depreminde evleri yıkılan 32 yaşındaki Nagihan Çamur, AA muhabirine hayatını değiştiren ''o gece''yi anlattı.
Deprem sırasında evlerinin 4-5 saniye gibi kısa bir sürede yıkıldığını, annesi, ablası ve erkek kardeşiyle enkaz altında kaldığını ifade eden Çamur, evin tavanın üzerine yıkılması nedeniyle hareket edemediğini söyledi.
Kendine geldiğinde elini bulunduğu yerde gezdirdiğini ifade eden Çamur, şöyle devam etti:
''Elim halıya değince evimizde olduğumuzu anladım. Sonra en büyük ablamla konuşmaya başladık. O da 'deprem oldu korkma' falan dedi. İlk bir saat içinde birileri geldi bizi kurtarmaya. Ben beton kütleler arasında sıkışmıştım. Belimde tavan vardı. İki büklüm şeklindeydim. Kurtarma ekipleri geldi, bizi çıkartmaya çalıştı ancak başaramadılar. Ablama 'kardeşin çok sıkışmış çıkamaz' dediler ve bırakıp gittiler. Dünyam başıma yıkıldı. O zamana kadar çıkmayı bekliyordum. Sonuçta yardım bekliyorsunuz gelenler de yardım edemiyor.''
''Beden acım çok fazlaydı, ilk etapta korku yaşadım. Daha sonra korku umurumda olmadı çünkü bedenimde çok acı vardı'' diyen Çamur, sözlerine şöyle devam etti:
''Tavan belimin üzerindeydi ve kıpırdayamıyordum. Sadece bir kolumu oynatabiliyordum. 3 saat sonra ağzımdan köpükler gelmeye başladı. Nefesim tamamen kesildi sonra yine bir abi geldi. Koltuk altımdan tuttu o zaman bayılmışım. Çıkma anını hatırlamıyorum. Takside gözümü açtım. Annemin ve erkek kardeşinin öldüğünü, ablamın sağ olarak kurtulduğunu sonradan öğrendim. Enkazdan çıkarıldıktan sonra Bolu'ya kadar hastanelerde yer bulunamadık. Daha sonra Bolu Devlet Hastanesine yatırıldım. Buradaki tedavimin ardından Ankara Numune Hastanesine sevk edildim.''
-''AİLEM BENİ ÖLDÜ SANMIŞ''-
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde tedavisinin sürdüğü sırada ailesinden günlerce hiç haber alamadığını söyleyen Nagihan Çamur, şunları kaydetti:
''Hastanede ameliyatlarım oldu, fizik tedavi gördüm. Omurilik felci olmuştum. Ailem beni öldü sanmış, bulamamışlar. Annemin, kardeşimin cenazesi ile uğraşırken benden de haber alamadılar. Bizim odada ayağı kesik bir kız vardı. 13 yaşında Özge. Onlar da Adapazarlıydı. Her gelene söylüyordum, zaten dayımın cep telefonunu veriyorum, anneannemin telefonunu veriyorum falan ama telefonlar çekmiyor zaten. Özge'nin dedesi geldi. Ona 'Adapazarı'nda şu mahallede amcamlar oturuyor gidip haber verirseniz bana ulaşabilirler' dedim. 5'inci günün sonunda bana ulaştılar.''
-''ÖLÜMÜ BEKLİYORDUM''-
Yatağa bağımlı olarak yaklaşık 1 yıl geçirdiğini ve daha sonra tekerlekli sandalyede durabilecek duruma geldiğini anlatan Çamur, yataktayken dönemediğini, kolunu bile kımıldatamadığını söyledi.
Hayatın kendisi için artık bittiğini sandığını ifade eden Çamur, şunları kaydetti:
''İlk zamanlar bunu kabullenmem çok zor oldu ancak hayata adapte olmak durumundaydım. İnsan beyninde yenmesi gerekiyor bazı şeyleri. İlk 2 yıl içinde bulunduğum durumu kabullenemedim. Tamamen yatalaktım. Oturabilmenin özlemini bile çok yaşadım. Ölümü bekliyordum. Dışarıya çıkmak istemedim ama 2 yıldan sonra hayata daha farklı bakmam gerektiğine inandım. En azından kendime yetebilmek için mücadele ettim. Çok şükür bugünlerdeyim.''
Depremden önce evlerinin yıkılabileceği ve kendisinin enkazda kalabileceğinin hiç aklına gelmediğini ifade eden Çamur, ''Özellikle sakatlık hiç aklımda yoktu. Bugünlerim hiç aklıma gelmezdi. Deprem öncesi üniversitede sosyoloji okumak, evlenip yuva kurmak gibi hayallerim vardı, hepsi gitti. Allah bugünlerimizi aratmasın. Çok acı çektik ama lütfen bizleri devlet büyüklerimiz unutmasın'' şeklinde konuştu.
-''ÇALIŞMAK İSTİYORUM''-
Günlerinin genelde evde geçtiğini anlatan Çamur, ''Ev dışında bazı seminer ve konferanslara katılıyorum. İnternete giriyorum. Benim gibi kişilerle görüşüyorum. Hayat devam ediyor. Mücadele etmem gerekir kendi kendime yetmem gerekir. Bu mücadeleyi ettim ondan sonra bu seviyeye geldim zaten. Yaşama sevincimi kaybetmedim. Bundan sonra bedenen ayakta duramasam bile kendi kendime yetebilmeyi ruhen ayakta durabilmeyi amaçlıyorum'' diye konuştu.
Yürüyemediği için üzüldüğünü ifade eden Çamur, ancak kendisinden daha kötü durumda olanları gördüğü zaman haline şükrettiğini anlattı.
Yapabileceği bir işinin olmasını çok istediğini ifade eden Çamur, ''Çalışmak istiyorum ama sosyal güvencesi olsun istiyorum. Tekerlekli sandalyede olduğum için işe girmek biraz zor oluyor. Devlet büyüklerimizin yardımını bekliyorum'' dedi.
***
Kocaeli'nin Gölcük ilçesinde depremde yıkılan evlerinin enkazından yara almadan kurtulan ancak 13 ve 6 yaşlarındaki 2 çocuğunu da kaybeden Erdoğan Ağdaş, evlatlarına duyduğu özlemi yazdığı şiirlere döküyor.
Başiskele ilçesinde yaşayan Ağdaş, Marmara depreminde Gölcük İhsaniye'de bulunan Yılmaz Kent Konutları'nda oturduklarını söyledi.
''O gece'' saat 03.02'de depremle uyandığını ve hemen çocuklarının odasına koştuğunu ifade eden Ağdaş, ''Ancak sağa sola savrulmaktan evlatlarıma yetişmedim. Sonra evimizin bulunduğu bina yıkıldı, eşim ve 2 çocuğumla enkazın altında kaldık'' diye konuştu.
Duvarların üzerine yıkıldığını belirten Ağdaş, enkazdan kendi imkanlarıyla çıktığını ve hemen yanında bulunan eşini de kendisinin kurtardığını anlattı.
Dışarı çıktığında hemen çocuklarını aramaya başladığını anlatan Ağdaş, ''Ancak yan bina çocuklarımın bulunduğu odanın üzerine devrilmişti. Ne yaptıysak çocuklarımı bulundukları yerden çıkaramadık, çok çaresiz kaldık. Sonuç olarak çocuklarımı kurtaramadım. 1,5 gün sonra İstanbul'dan gelen bir kurtarma ekibi çocuklarımın cenazesini bulunduğu yerden çıkardı'' dedi.
''Çocuklarımla ilgili ne hayallerim vardı? Onları hiç sormayın'' diyen Ağdaş, şöyle devam etti:
''Çocuklarımı vatana millete hayırlı evlatlar şeklinde yetiştirmek istiyordum ama nasip değilmiş. Şimdi hanımla yalnız kaldık, baykuş gibi ortada kaldık... Gelecekten yana hiçbir ümidimiz yok. Hiç içimizde yaşama sevincimiz yok. Yavrularımızla birlikte yaşama sevincimizi de toprağa gömdük. İşte günü dolduruyoruz, öylesine yaşıyoruz. Karnımızı doyuruyoruz, günlük işlerimizi yapıyoruz, mecbur yaşıyoruz. Hayattan zaten bir beklentimiz de yok.''
İki çocuğunu da depremde kaybetmesinin ardından hem eşinin hem de kendisinin çok acı çektiğini belirten Ağdaş, ''Üzüntü yersiz. Onları bize Allahım verdi, sonra yanına geri aldı. Daha sonra zaten çocuğumuz olmadı'' dedi.
Çocukları hayattayken hemen hemen her istediklerini yaptığını kaydeden Ağdaş, ''Keşke çocuklarım sağ olsalardı da bana 'şunu bunu al' deselerdi. Bunu çok isterdim. Kızım orta okula gidiyordu, dersleri de iyiydi. Oğlum 6 yaşındaydı. Birgün bu durumda olacağım hiç aklıma gelmezdi. Deprem olacağı, çocuklarımı kaybedeceğim, eşimle hayatta yapayalnız kalacağım hiç aklıma gelmezdi'' şeklinde konuştu.
Erdoğan Ağdaş, kız kardeşi ile amcasının eşi ve oğlunu da depremde kaybettiğini vurguladı.
-ŞİİR KİTABI ÇIKARDI-
Depremde kaybettiği evlatlarına duyduğu özlemi şiirlere döktüğünü söyleyen Ağdaş, sözlerini şöyle tamamladı:
''Eskiden beri şiir yazardım, şiirle düşüncelerimi anlatırdım. Ama bunları hiç bir araya toplamamıştım. Depremde çocuklarımı kaybedince, çok büyük acıları görünce, sanırım içimdeki duygu yoğunluğu daha fazla arttı. Sonra bu şiirleri toplamaya başladım. Ardından da yazdığım şiirlerle bir kitap oluşturdum ve bastırdım. Çocuklarıma özel yazdığım şiirleri kitaba koymadım. Kitapta depremi yaşayanların yaşadığı duyguları insanlara anlattım. Depremde yaşadığımız acıları, depremi yaşayan insanların neler çektiğini, tüm kamuoyunun öğrenmesi için o şiiri yazdım. Deprem şiirini de ona göre yazdım.''
Ağdaş'ın kitabında depremi anlattığı şiiri şöyle:
Yine mi 17 Ağustos ayı
Biranda kırıldı Marmara fayı
Bir dakika içinde yıktı dünyayı
Feryatlar içinde kaldık bir anda.
Çağın depremi dediler ona
Binlerce yuvalar ermişti sona
Yürekler dayanamadı bu acı sona
Ümitlerimiz söndü bir anda.
Hele bakın şu feleğin işine
Neler geldi gariplerin başına
Zehir kattı ekmeğine aşına
Sokaklarda kaldık bir anda.
Bebekler, gençler, gelinlik kızlar
Bir anda söndü o güzel yüzler
Ağdaş'dan döküldü bu acı sözler
Her taraf şehitlerle doldu bir anda.
***