Gelinçiçeği ,yüreğimin acısını alan tek dostum;
Gecenin bir yarısı aklıma düştün yine. Ne garip, aklıma geldikçe beni istemsizce gülümseten bir tek sen kaldın artık. İçimdeki acı her geçen gün azaldı dostum. Artık canımı yakanların hepsini tek tek affediyorum. Affettikçe de içimden göçüp giden kuşlar geri dönüyorlar. Bana ne olduğunu hiç bilemediğim bir şeyler oluyor bugünlerde.Korkuyorum...İçimde yaşadığım deprem ne şiddetliymiş, hasar tespiti yapıyorum bugünlerde.
Hayatımda birçok şeyin oturacağını sandığım ellili yaşlarımda her şey allak bullak oldu. Panikledim, tamam bir de çok korktum hem de çok. İnanamadım aylarca, o çok güvendiğim insanlardan gelen ihanetlere ve sevdamın sıradanlığına. Şiddetle reddettim, hiç olmamış gibi yaşamaya çalıştım. İşte o günlerde güneşin aydınlığına sığındım, bir de denize.
Günlerce sakin bir kumsala gittim. Diktim gözlerimi ufuk noktasına, gözlerimin karası denizin mavisine yeşiline dönene dek baktım, baktım; sanki deniz içimdeki enkazı alıp ta derinlerine gömecekti. Ama gece olunca başladı koyulaşmış yalnızlığım, yitikliğim... Geceler ne uzunmuş...
Zaman geçtikçe içimdeki acı yerini kokulara bırakmaya başladı. Sen hiç çocukluğunun kokusunu duydun mu? Annemden gizli ayaz Ankara gecelerinde balkona kova kova su dökerdik sabaha buz kessin de kayalım diye. Evdeki çamaşır leğenlerini çalıp bizim sokağın rampasında kayardık çığlık çığlığa, soğuktan elimiz yüzümüz morarıncaya dek.
Geceleri uyku saatimi geçirme babamdan azar işitme bahasına okuduğum Ömer Seyfettin, Kemalettin Tuğcu hikayeleri.
Bizim kuşağın çocukları yoktan var etmeyi öğrendiler. Tüketimi bilmedik biz. İlaç kutularından araba, damacanaların alüminyum kapaklarından tabak yapıp evcilik oynardık baharları papatya dolan boş arsada. O arsaya da bir apartman dikmişler biliyor musun, çocukluğumuzun bez bebeklerimizin, kahkahalarımızın üstüne beton döküp...
İlk kalbimin çarpışı, çocukluk aşkım... O papatyaların yere düşen yapraklarıyla seviyor, sevmiyor... Sahur vaktine kadar börek açan annemin kokusunu bırakıp da arkadaşlarımın yanına gidemezdim. Ruh çağırırdık!Ağabeyimin gizliden bağladığı ipi çekmesiyle dalgalanan tülü görünce çığlık çığlığa kaçışırdık. Ah ben ne çok özlemişim çocukluğumun kokusunu...
Lise yıllarım deyince. Sınıfın çalışkan tayfasından olmama rağmen dersten atılmama neden olan muzipliklerim, okulu asıp arkadaş evinde, o minicik odalarda yüreğimizi paylaştığımız saatler. Ah annemle seyrettiğim, Türk filmleri. En acıklı sahnede benim müthiş yorumlarımla kahkahalara boğulmamız. Aşk sandığımız kıvranışlarımız geliyor aklıma…
Sonra üniversite yıllarım. Sigara dumanlarıyla örtülü kantinde yabancı gelen siyasi söylevleri anlamaya çalışmalarım. İlk platonik aşkım, onu görünce ellerimin titremesini saklamak için acemi çırpınışlarım. Sonra, tam da bu sıralarda, karlı bir günde terk edip gidişi hiç sevemediği Ankara’ yı ve beni... Yüreğime en ayaz yalnızlıkları bırakarak. Ege de bir kasabaya gidip memur oluşu. O kasabada evlenip hayatımdan yok oluşu…
Ah be can dostum, hayat nerelere getirdi bizleri, Bir yuvam olmuştu, ne kolay yıkılırmış meğer kale sandığın korunaklar. Parasını kazanan ayakta dimdik kalabilen kadın oldum. Oldum olmasına da yüreğimi dik tutamadım galiba, sevda sandığımız hoyratlara teslim edip hep acıttım, korumayı bilemedim belki de. Kim bilir...
Ben çocukluğumun kokusunu özledim Gelin çiçeği.Yaşanan acılardan sıyrılmak için belki de, bir bisküviye ışıldayabilen gözlerimizi özledim, mutlu olabilmenin yalınlığını özledim. Çocukluğumun kokusuyla canımı yakan herkesi tek tek sabırla affetmeye başladım. Affettikçe diriliyorum, affettikçe hayattaki renkleri görüyorum. Affetmek haklı görmek değilmiş, affetmek sevmek demek değilmiş; affetmek içindeki zehirden kurtulup yola her şeye rağmen devam etme gücü demekmiş.
Bir tek özlemimi geçiremiyorum. Ben geçmişi çok özledim be dostum, ama geçmiş neresi onu da artık bilmiyorum...
Hep hayatımda kal dostum.
Birbirimizin hayatlarına şahit olmayı sürdürmek dileğiyle, tüm sevgimle...
Gelinçiçeği ,yüreğimin acısını alan tek dostum;
Gecenin bir yarısı aklıma düştün yine. Ne garip, aklıma geldikçe beni istemsizce gülümseten bir tek sen kaldın artık. İçimdeki acı her geçen gün azaldı dostum. Artık canımı yakanların hepsini tek tek affediyorum. Affettikçe de içimden göçüp giden kuşlar geri dönüyorlar. Bana ne olduğunu hiç bilemediğim bir şeyler oluyor bugünlerde.Korkuyorum...İçimde yaşadığım deprem ne şiddetliymiş, hasar tespiti yapıyorum bugünlerde.
Hayatımda birçok şeyin oturacağını sandığım ellili yaşlarımda her şey allak bullak oldu. Panikledim, tamam bir de çok korktum hem de çok. İnanamadım aylarca, o çok güvendiğim insanlardan gelen ihanetlere ve sevdamın sıradanlığına. Şiddetle reddettim, hiç olmamış gibi yaşamaya çalıştım. İşte o günlerde güneşin aydınlığına sığındım, bir de denize.
Günlerce sakin bir kumsala gittim. Diktim gözlerimi ufuk noktasına, gözlerimin karası denizin mavisine yeşiline dönene dek baktım, baktım; sanki deniz içimdeki enkazı alıp ta derinlerine gömecekti. Ama gece olunca başladı koyulaşmış yalnızlığım, yitikliğim... Geceler ne uzunmuş...
Zaman geçtikçe içimdeki acı yerini kokulara bırakmaya başladı. Sen hiç çocukluğunun kokusunu duydun mu? Annemden gizli ayaz Ankara gecelerinde balkona kova kova su dökerdik sabaha buz kessin de kayalım diye. Evdeki çamaşır leğenlerini çalıp bizim sokağın rampasında kayardık çığlık çığlığa, soğuktan elimiz yüzümüz morarıncaya dek.
Geceleri uyku saatimi geçirme babamdan azar işitme bahasına okuduğum Ömer Seyfettin, Kemalettin Tuğcu hikayeleri.
Bizim kuşağın çocukları yoktan var etmeyi öğrendiler. Tüketimi bilmedik biz. İlaç kutularından araba, damacanaların alüminyum kapaklarından tabak yapıp evcilik oynardık baharları papatya dolan boş arsada. O arsaya da bir apartman dikmişler biliyor musun, çocukluğumuzun bez bebeklerimizin, kahkahalarımızın üstüne beton döküp...
İlk kalbimin çarpışı, çocukluk aşkım... O papatyaların yere düşen yapraklarıyla seviyor, sevmiyor... Sahur vaktine kadar börek açan annemin kokusunu bırakıp da arkadaşlarımın yanına gidemezdim. Ruh çağırırdık!Ağabeyimin gizliden bağladığı ipi çekmesiyle dalgalanan tülü görünce çığlık çığlığa kaçışırdık. Ah ben ne çok özlemişim çocukluğumun kokusunu...
Lise yıllarım deyince. Sınıfın çalışkan tayfasından olmama rağmen dersten atılmama neden olan muzipliklerim, okulu asıp arkadaş evinde, o minicik odalarda yüreğimizi paylaştığımız saatler. Ah annemle seyrettiğim, Türk filmleri. En acıklı sahnede benim müthiş yorumlarımla kahkahalara boğulmamız. Aşk sandığımız kıvranışlarımız geliyor aklıma…
Sonra üniversite yıllarım. Sigara dumanlarıyla örtülü kantinde yabancı gelen siyasi söylevleri anlamaya çalışmalarım. İlk platonik aşkım, onu görünce ellerimin titremesini saklamak için acemi çırpınışlarım. Sonra, tam da bu sıralarda, karlı bir günde terk edip gidişi hiç sevemediği Ankara’ yı ve beni... Yüreğime en ayaz yalnızlıkları bırakarak. Ege de bir kasabaya gidip memur oluşu. O kasabada evlenip hayatımdan yok oluşu…
Ah be can dostum, hayat nerelere getirdi bizleri, Bir yuvam olmuştu, ne kolay yıkılırmış meğer kale sandığın korunaklar. Parasını kazanan ayakta dimdik kalabilen kadın oldum. Oldum olmasına da yüreğimi dik tutamadım galiba, sevda sandığımız hoyratlara teslim edip hep acıttım, korumayı bilemedim belki de. Kim bilir...
Ben çocukluğumun kokusunu özledim Gelin çiçeği.Yaşanan acılardan sıyrılmak için belki de, bir bisküviye ışıldayabilen gözlerimizi özledim, mutlu olabilmenin yalınlığını özledim. Çocukluğumun kokusuyla canımı yakan herkesi tek tek sabırla affetmeye başladım. Affettikçe diriliyorum, affettikçe hayattaki renkleri görüyorum. Affetmek haklı görmek değilmiş, affetmek sevmek demek değilmiş; affetmek içindeki zehirden kurtulup yola her şeye rağmen devam etme gücü demekmiş.
Bir tek özlemimi geçiremiyorum. Ben geçmişi çok özledim be dostum, ama geçmiş neresi onu da artık bilmiyorum...
Hep hayatımda kal dostum.
Birbirimizin hayatlarına şahit olmayı sürdürmek dileğiyle, tüm sevgimle...