“Mutsuz bir evliliğimiz var ve bir türlü iyileştiremiyoruz. Danışmanlara gittik, birbirimizle sürekli yüzleştik, ben istediklerimi ona, o da bana anlattı. Herşey ne kadar güzel başlamıştı oysa... Ama olmuyor, eskisi gibi yapamıyoruz.”
Mutlu bir evliliğin formülü iki “tarafın” da aynı yerde olmasıyla mümkündür. (Elbette aşkı; sevgi ile bağlanmış kalbi zaten doğal olarak var kabul ediyoruz.) Ne demektir bu? Birbirine rakip olmuş iki kişinin birlikteliğinin anlamsız olduğundan söz ediyoruz.
Victoria döneminde kadın ve erkek birbirlerini o kadar sınırlı zamanlarda görebiliyorlardı ki, kavuşamamanın yarattığı potansiyel gerilim; güçlü bir aşk olarak ortaya çıkıyordu. Günümüzde herşey bu kadar çıplak ve kolayken, iletişim teknolojinin bütün nimetleriyle sınırsız hale gelmişken, iki insanın birbirini anlayamaz hale gelmesi düşündürücüdür. Fakat burada sorun birbirini anlamaya çalışmak değil. İktidar çatışmasına girmek. Evliliğin yarattığı sinerjiyi ortadan kaldıran bütün ters enerji akışlarını bu çatışma içinde kullanmak. Çağımız kirlenmişliğin tüm unsurlarını evlilik kurumuna da taşıyor kuşkusuz.
Üç oda ve salona sahip bir ev hayal edelim şimdi. Kapıdan içeri girdiğiniz andan itibaren, havasızlıktan kokmuş bir atmosferle karşılaşıyorsunuz. Perdeler çekilmiş, sürekli aç kapa yapılmasın diye bir kereliğine kapatılmış, bir daha da açılmamış. Salondaki oturma gruplarının üzerinde okunmuş eski gazeteler bir kaç gün önce nasıl bırakıldıysa öyle duruyor, sanki zaman durdurulmak isteniyor, gazete üzerinde kötü bir haberin fotoğrafı her an insanın sinirini bozuyor; halı süpürülmediğinden mi, yoksa başka nedenden mi bilinmez, rengini kaybetmiş, tozlu ve kirli; kullanılmış bir kaç çift çoraba ev sahipliği yapıyor. Yemek masası... Uzun zamandır üzerinde yemek yenmiyor; bir sürü kredi kartı ekstreleri, ödenmiş/ödenmemiş elektrik, su, doğalgaz, telefon faturaları, okunan/okunmayan kitaplar, VCD/DVD’ler, cep telefonu şarj aleti, tab ettirilmiş fotoğraflar, belki bir kuruyemiş tabağı, mutlak suretle tam ortaya yerleştirilmiş bir çini/cam/gümüş bir vazo vs... masayı tamamen örtmüş durumda... Yatak odası... Sabah zaten çok zor kalkıp, servise yetişmek için koşuşturulduğu için, toplanmamış, yorganı/pikesi özensizce bir kenara buruşturulmuş bir yatak görüntüsü... Üst üste duran pantalonlar, penyeler, t-shirtler, kazaklar... Evin en havasız bölümü burası... Mutfak. Bu evde bulaşıklar ihtiyaç olduğu zaman yıkanıyor... Eviye kullanılmış kirli tabaklarla doldurulmuş. Tabakların üzerindeki yemek artıkları katılaşmasın diye su tutulmuş ya da suyla doldurulmuş; çok büyük bir özen var bu noktada. Kurumuş, küflenmiş ekmek dilimleri... Buzdolabına koyulması unutulan peynir tabağı! Banyoya girmiyoruz, orası evin en mahrem yerlerinden bir tanesi... Kimbilir orası ne durumda?
Daha fazla uzatmaya gerek var mı? Bu ev gözümüzün önünde iyice canlanmış olmalı. Belki çok da tanıdık geliyor. Abartmış olabiliriz. Bir ev bütün odalarıyla, mutfağı, banyosu ile her zaman bu kadar dağınık olmayabilir; ama hangimiz evinde verdiği kalabalık bir parti sonrasında mutfağını bir sonraki gün temizlemek üzere bir an önce kendisini yatağa atmadan, gece dağınık bırakmamayı becerebiliyor?
Hep “yarın” düzenlenecek, derlenip toparlanacak bir hayat yaşamaktır bu.
Böyle bir evin içinde mutlu bir evlilik yaşamak mümkün müdür? Örneğimizi evlilikten verdik; ama bu evin içinde yaşayan gencin odasında olup bitenler için de aynı şeyler geçerli değil midir?
Dağınıklık yaşam enerjimizden; huzurumuzdan, mutluluğumuzdan, dahası “zamanımızdan” birşeyler alıp götürmektedir.
Ev çok güzel bir örnektir. İçinde bir hayat kurduğumuz yaşam da çeşitli bölümleriyle bir ev gibi değil midir? Hani en başta sorduğumuz soruların kaynağı olan. Mutlu, huzurlu, neşeli, sevgi dolu bir evin olmazsa olmaz koşulu, oranın sürekli ve her an yaşanabilir bir düzen içinde tutulmasıdır
alıntıdır
Mutlu bir evliliğin formülü iki “tarafın” da aynı yerde olmasıyla mümkündür. (Elbette aşkı; sevgi ile bağlanmış kalbi zaten doğal olarak var kabul ediyoruz.) Ne demektir bu? Birbirine rakip olmuş iki kişinin birlikteliğinin anlamsız olduğundan söz ediyoruz.
Victoria döneminde kadın ve erkek birbirlerini o kadar sınırlı zamanlarda görebiliyorlardı ki, kavuşamamanın yarattığı potansiyel gerilim; güçlü bir aşk olarak ortaya çıkıyordu. Günümüzde herşey bu kadar çıplak ve kolayken, iletişim teknolojinin bütün nimetleriyle sınırsız hale gelmişken, iki insanın birbirini anlayamaz hale gelmesi düşündürücüdür. Fakat burada sorun birbirini anlamaya çalışmak değil. İktidar çatışmasına girmek. Evliliğin yarattığı sinerjiyi ortadan kaldıran bütün ters enerji akışlarını bu çatışma içinde kullanmak. Çağımız kirlenmişliğin tüm unsurlarını evlilik kurumuna da taşıyor kuşkusuz.
Üç oda ve salona sahip bir ev hayal edelim şimdi. Kapıdan içeri girdiğiniz andan itibaren, havasızlıktan kokmuş bir atmosferle karşılaşıyorsunuz. Perdeler çekilmiş, sürekli aç kapa yapılmasın diye bir kereliğine kapatılmış, bir daha da açılmamış. Salondaki oturma gruplarının üzerinde okunmuş eski gazeteler bir kaç gün önce nasıl bırakıldıysa öyle duruyor, sanki zaman durdurulmak isteniyor, gazete üzerinde kötü bir haberin fotoğrafı her an insanın sinirini bozuyor; halı süpürülmediğinden mi, yoksa başka nedenden mi bilinmez, rengini kaybetmiş, tozlu ve kirli; kullanılmış bir kaç çift çoraba ev sahipliği yapıyor. Yemek masası... Uzun zamandır üzerinde yemek yenmiyor; bir sürü kredi kartı ekstreleri, ödenmiş/ödenmemiş elektrik, su, doğalgaz, telefon faturaları, okunan/okunmayan kitaplar, VCD/DVD’ler, cep telefonu şarj aleti, tab ettirilmiş fotoğraflar, belki bir kuruyemiş tabağı, mutlak suretle tam ortaya yerleştirilmiş bir çini/cam/gümüş bir vazo vs... masayı tamamen örtmüş durumda... Yatak odası... Sabah zaten çok zor kalkıp, servise yetişmek için koşuşturulduğu için, toplanmamış, yorganı/pikesi özensizce bir kenara buruşturulmuş bir yatak görüntüsü... Üst üste duran pantalonlar, penyeler, t-shirtler, kazaklar... Evin en havasız bölümü burası... Mutfak. Bu evde bulaşıklar ihtiyaç olduğu zaman yıkanıyor... Eviye kullanılmış kirli tabaklarla doldurulmuş. Tabakların üzerindeki yemek artıkları katılaşmasın diye su tutulmuş ya da suyla doldurulmuş; çok büyük bir özen var bu noktada. Kurumuş, küflenmiş ekmek dilimleri... Buzdolabına koyulması unutulan peynir tabağı! Banyoya girmiyoruz, orası evin en mahrem yerlerinden bir tanesi... Kimbilir orası ne durumda?
Daha fazla uzatmaya gerek var mı? Bu ev gözümüzün önünde iyice canlanmış olmalı. Belki çok da tanıdık geliyor. Abartmış olabiliriz. Bir ev bütün odalarıyla, mutfağı, banyosu ile her zaman bu kadar dağınık olmayabilir; ama hangimiz evinde verdiği kalabalık bir parti sonrasında mutfağını bir sonraki gün temizlemek üzere bir an önce kendisini yatağa atmadan, gece dağınık bırakmamayı becerebiliyor?
Hep “yarın” düzenlenecek, derlenip toparlanacak bir hayat yaşamaktır bu.
Böyle bir evin içinde mutlu bir evlilik yaşamak mümkün müdür? Örneğimizi evlilikten verdik; ama bu evin içinde yaşayan gencin odasında olup bitenler için de aynı şeyler geçerli değil midir?
Dağınıklık yaşam enerjimizden; huzurumuzdan, mutluluğumuzdan, dahası “zamanımızdan” birşeyler alıp götürmektedir.
Ev çok güzel bir örnektir. İçinde bir hayat kurduğumuz yaşam da çeşitli bölümleriyle bir ev gibi değil midir? Hani en başta sorduğumuz soruların kaynağı olan. Mutlu, huzurlu, neşeli, sevgi dolu bir evin olmazsa olmaz koşulu, oranın sürekli ve her an yaşanabilir bir düzen içinde tutulmasıdır
alıntıdır