Efendim S.a.v
Aşkımın tahtına oturan, Naz Makamının
Efendisi (S.A.V.)…
Dünya insanının sana muhtaç anları, nisan sabahlarıydı. Olmadığın iklimlerin yağmurları bulanıktı. Ötelerden bir Rahmet düşmüyor, gönül yamaçları baharı bilmiyordu. Kainata teşrifinle gönüller cennet yamaçlarının rengini aldı. Ve hayat çeşmesinin ufukları damla damla görünmeye başladı.
Ne büyük şerefti Sen’i bilmek!..
Sen’i bize bildiren Rab’be şükürler olsun…
Adını konuşmaya başladığımız zaman öğrendik,
ilk ezberlediğimiz belki Sen’in ismindi.
Doğduğun yerin ismini, hicretini ve Rab’bimin izniyle seni himaye eden büyüklerin adlarını…
Sonra mübarek annelerimiz olan zevcelerini ve sana evlat olma şerefine erişen çocuklarını…
Daha biz ufacık bir çocukken, oturmuştun yüreğimizin en güzel yerine…
Ya biz sana lâyık bir ümmet olabilmiş miydik acaba?
Şimdi bu ızdırabı yaşıyorum.
Gönül heybemde gözyaşlarım, yürek tezgahımda işlenen sancılarım ve
Sen’den dilendiğim şefaatin var dilimde.
İçim en derin yerinden sızlıyor.
Öyle bir sızı ki, seslendirsem deli divane derler bana.
Ey, kendisine yollanan selâmları işiten Vefalı Dost!…
Sana ümmet olmak için Sen’i sevmek yeterse eğer, ben seviyorum.
Elbette Seviyorum…
Nasıl sevmem?
Kalbimin bütün zincirleriyle nasıl bağlanmam Sana?
Kimler Sen’i ölesiye sevmedi ki,
Ya Rasulallah?
Hz. Bilal’e kızgın kumlar üzerine dayanma gücü veren, sana olan bağlılığı ve sevgisi değil miydi?
Hz. Ebu Bekir’e, ‘anam, babam sana feda olsun Ya Rasulallah!’ dedirten şey neydi?
Daha niceleri Efendim!…
Daha nice kalp seninle, sevginle dolup mübarek olmamış mıydı?
Mübarek sevgin daha nice kalbe ışık olup hayat vermemiş miydi?
Bir güvercin seni korumak adına türlü oyunlar oynamamış mıydı?
İspatlamamış mıydı, sensiz kalan yüreklerin, gözlerin kör olduğunu?
Ve hepsinden önemlisi,
Cenab-ı Hak sana olan sevgisini,
‘Sen olmasaydın, âlemleri yaratmazdım’ şeklinde ifade etmemiş miydi?
Sevginle doluyum Ya Rasulallah!
Gönlüme hayat, gözlerime ışık olur musun?
Bir hurma kütüğününki kadar olamayan muhabbetimi kabul eder misin?
Sen özümsün, tutkunun oldum,
Ya Rasulallah!
Beni de yoluna düşenlerin içine alır mısın?
Şemsiyende gölgelendirir misin, aşkınla ve hasretinle kavrulmuş gönlümü?
Duy lütfen feryadımı, tut elimden, Ümmetin olmak istiyorum.
Ey özümüze kor düşüren ateşli Gönül!
Biliyor musun, göz pınarlarım çorak çöller gibi, kupkuru.
Gözlerime rahmetinin yağması için yağmurlarına ihtiyacım(ız) var.
Ne olur yağmur gibi yağ üzerimize, çisil çisil…
Yarım kalmış yanımı tamamlayan Sevgili!…
Hüzünlüyüm, ama bir o kadar da umutluyum.
Zamanımız çok çetin, sana çıkan yollar sarp.
Biz gurbette mahsun, gözlerimiz ışığa muhtaç.
Sen’den uzakta gözlerimiz dolu ve buğulu…
Biz gökte yankılanacak ‘taleal bedru’larla kalbimize karışacağın günlerin hasreti içindeyiz.
Ey sevgili, En Sevgili!…
Ey gönüller Fatihi!…
Elimizde bir demet Gül,
Sen’i (S.A.V.) beklemekteyiz…
Aşkımın tahtına oturan, Naz Makamının
Efendisi (S.A.V.)…
Dünya insanının sana muhtaç anları, nisan sabahlarıydı. Olmadığın iklimlerin yağmurları bulanıktı. Ötelerden bir Rahmet düşmüyor, gönül yamaçları baharı bilmiyordu. Kainata teşrifinle gönüller cennet yamaçlarının rengini aldı. Ve hayat çeşmesinin ufukları damla damla görünmeye başladı.
Ne büyük şerefti Sen’i bilmek!..
Sen’i bize bildiren Rab’be şükürler olsun…
Adını konuşmaya başladığımız zaman öğrendik,
ilk ezberlediğimiz belki Sen’in ismindi.
Doğduğun yerin ismini, hicretini ve Rab’bimin izniyle seni himaye eden büyüklerin adlarını…
Sonra mübarek annelerimiz olan zevcelerini ve sana evlat olma şerefine erişen çocuklarını…
Daha biz ufacık bir çocukken, oturmuştun yüreğimizin en güzel yerine…
Ya biz sana lâyık bir ümmet olabilmiş miydik acaba?
Şimdi bu ızdırabı yaşıyorum.
Gönül heybemde gözyaşlarım, yürek tezgahımda işlenen sancılarım ve
Sen’den dilendiğim şefaatin var dilimde.
İçim en derin yerinden sızlıyor.
Öyle bir sızı ki, seslendirsem deli divane derler bana.
Ey, kendisine yollanan selâmları işiten Vefalı Dost!…
Sana ümmet olmak için Sen’i sevmek yeterse eğer, ben seviyorum.
Elbette Seviyorum…
Nasıl sevmem?
Kalbimin bütün zincirleriyle nasıl bağlanmam Sana?
Kimler Sen’i ölesiye sevmedi ki,
Ya Rasulallah?
Hz. Bilal’e kızgın kumlar üzerine dayanma gücü veren, sana olan bağlılığı ve sevgisi değil miydi?
Hz. Ebu Bekir’e, ‘anam, babam sana feda olsun Ya Rasulallah!’ dedirten şey neydi?
Daha niceleri Efendim!…
Daha nice kalp seninle, sevginle dolup mübarek olmamış mıydı?
Mübarek sevgin daha nice kalbe ışık olup hayat vermemiş miydi?
Bir güvercin seni korumak adına türlü oyunlar oynamamış mıydı?
İspatlamamış mıydı, sensiz kalan yüreklerin, gözlerin kör olduğunu?
Ve hepsinden önemlisi,
Cenab-ı Hak sana olan sevgisini,
‘Sen olmasaydın, âlemleri yaratmazdım’ şeklinde ifade etmemiş miydi?
Sevginle doluyum Ya Rasulallah!
Gönlüme hayat, gözlerime ışık olur musun?
Bir hurma kütüğününki kadar olamayan muhabbetimi kabul eder misin?
Sen özümsün, tutkunun oldum,
Ya Rasulallah!
Beni de yoluna düşenlerin içine alır mısın?
Şemsiyende gölgelendirir misin, aşkınla ve hasretinle kavrulmuş gönlümü?
Duy lütfen feryadımı, tut elimden, Ümmetin olmak istiyorum.
Ey özümüze kor düşüren ateşli Gönül!
Biliyor musun, göz pınarlarım çorak çöller gibi, kupkuru.
Gözlerime rahmetinin yağması için yağmurlarına ihtiyacım(ız) var.
Ne olur yağmur gibi yağ üzerimize, çisil çisil…
Yarım kalmış yanımı tamamlayan Sevgili!…
Hüzünlüyüm, ama bir o kadar da umutluyum.
Zamanımız çok çetin, sana çıkan yollar sarp.
Biz gurbette mahsun, gözlerimiz ışığa muhtaç.
Sen’den uzakta gözlerimiz dolu ve buğulu…
Biz gökte yankılanacak ‘taleal bedru’larla kalbimize karışacağın günlerin hasreti içindeyiz.
Ey sevgili, En Sevgili!…
Ey gönüller Fatihi!…
Elimizde bir demet Gül,
Sen’i (S.A.V.) beklemekteyiz…