Kadızade Hızır Bey'in oğlu olan ve sonradan üstün zekâsı ve son derece kaabiliyeti sayesinde büyük ilim adamlarından olan Sinan Paşa, gençlik çağlarında felsefeye çok önem verirmiş. Babası Hızır Bey her ne kadar oğlunu bu yoldan çevirmeye çalışmışsa da bir türlü başaramazmış. Hatta öyle olmuş ki, bir gün baba-oğul beraber yemek yerlerken yine münakaşaya başlamışlar. Baba oğlunun her şey hakkında şüphe etmesine çok sinirlenmiş.
Bir ara demiş ki:
-Yahu Sinan, sende o kadar evham var ki, her şey için o kadar şüpheye düşüyorsun ki, neredeyse şu yemek yediğimiz tabağa bile bakır değil diyeceksin, demiş.
-Doğru söylüyorsun baba! İnsanın hisleri bazan o kadar galip gelir ki, ben bu tabağa "bakır değildir" diyebilirim, demiş.
Bunun üzerine son derece sinirlenen Hızır Bey, yemek yedikleri tabağı kaldırdığı gibi, oğlunun kafasına geçirmiş.
Sinan Paşa, daha sonra ilmini ilerletip hakikatı anlayınca bu vehim sevdasından tamamen vazgeçip, değerli ilim adamlarından olmuştur.
Hatta o kadar yükselmiş ki, Fatih Sultan Mehmet Han tarafından Edirne medreselerinden birine, hadis müderrisi olarak tayin edilmiş, bilahare, Fatih onu sarayına alarak maiyetinde bulundurmuştur.
Bir ara demiş ki:
-Yahu Sinan, sende o kadar evham var ki, her şey için o kadar şüpheye düşüyorsun ki, neredeyse şu yemek yediğimiz tabağa bile bakır değil diyeceksin, demiş.
-Doğru söylüyorsun baba! İnsanın hisleri bazan o kadar galip gelir ki, ben bu tabağa "bakır değildir" diyebilirim, demiş.
Bunun üzerine son derece sinirlenen Hızır Bey, yemek yedikleri tabağı kaldırdığı gibi, oğlunun kafasına geçirmiş.
Sinan Paşa, daha sonra ilmini ilerletip hakikatı anlayınca bu vehim sevdasından tamamen vazgeçip, değerli ilim adamlarından olmuştur.
Hatta o kadar yükselmiş ki, Fatih Sultan Mehmet Han tarafından Edirne medreselerinden birine, hadis müderrisi olarak tayin edilmiş, bilahare, Fatih onu sarayına alarak maiyetinde bulundurmuştur.