Kristen Stewart
Daimi Üye
Yırtık pırtık paltolar giymiş iki çocuk kapımı çaldılar:
"Eski gazeteniz var mı bayan?"
Çok işim vardı. Önce hayır demek istedim ama ayaklarına gözüm
ilişince sustum.
İkisinin de ayaklarında eski sandaletler vardı ve ayakları su
içindeydi.
"İçeri girin de, size kakao yapayım" dedim.
Hiç konuşmuyorlardı. Islak ayakkabıları halıda iz bırakmıştı.
Kakaonun yanında reçel, ekmek de hazırladım onlara, belki dışarıdaki
soğuğu unutturabilir, azıcık da olsa ısıtabilirdim minikleri.
Onlar şöminenin önünde karınlarını doyururken ben de mutfağa döndüm
ve yarıda bıraktığım işlerimi yapmaya koyuldum.
fakat oturma odasındaki sessizlik dikkatimi çekti bir an ve başımı
uzattım içeriye.
Küçük kız elindeki boş fincana bakıyordu...
Erkek çocuğu bana döndü "Bayan, siz zengin misiniz?" diye sordu.
Zengin mi?
"Yo hayır!" diye cevaplarken çocuğu, gözlerim bir an ayağımdaki eski
terliklere kaydı.
Kız elindeki fincanı tabağına dikkatle yerleştirdi ve "Sizin
fincanlarınız, fincan tabaklarınız takım" dedi.
Sesindeki açlık, karın açlığına benzemiyordu.
Sonra gazetelerini alıp çıktılar dışarıdaki soğuğa.
Teşekkür bile etmemişlerdi ama buna gerek yoktu.
Teşekkür etmekten daha öte bir şey yapmışlardı.
Düz mavi fincanlarım ve fincan tabaklarım takımdı.
Pişirdiğim patateslerin tadına baktım.
Sıcacıktı patatesler, başımızı sokacak bir evimiz vardı, bir eşim
vardı ve eşimin de bir işi...
Bunlar da fincanlarım ve fincan tabaklarım gibi bir uyum içindeydi.
Sandalyeleri şöminenin önünden kaldırıp, yerlerine yerleştirdim.
Çocukların sandaletlerinin çamur izleri, halının üzerindeydi halâ.
Silmedim ayak izlerini. Silmeyeceğim de.
Olur ya, unutuveririm ne denli zengin olduğumu...!ALINTI
"Eski gazeteniz var mı bayan?"
Çok işim vardı. Önce hayır demek istedim ama ayaklarına gözüm
ilişince sustum.
İkisinin de ayaklarında eski sandaletler vardı ve ayakları su
içindeydi.
"İçeri girin de, size kakao yapayım" dedim.
Hiç konuşmuyorlardı. Islak ayakkabıları halıda iz bırakmıştı.
Kakaonun yanında reçel, ekmek de hazırladım onlara, belki dışarıdaki
soğuğu unutturabilir, azıcık da olsa ısıtabilirdim minikleri.
Onlar şöminenin önünde karınlarını doyururken ben de mutfağa döndüm
ve yarıda bıraktığım işlerimi yapmaya koyuldum.
fakat oturma odasındaki sessizlik dikkatimi çekti bir an ve başımı
uzattım içeriye.
Küçük kız elindeki boş fincana bakıyordu...
Erkek çocuğu bana döndü "Bayan, siz zengin misiniz?" diye sordu.
Zengin mi?
"Yo hayır!" diye cevaplarken çocuğu, gözlerim bir an ayağımdaki eski
terliklere kaydı.
Kız elindeki fincanı tabağına dikkatle yerleştirdi ve "Sizin
fincanlarınız, fincan tabaklarınız takım" dedi.
Sesindeki açlık, karın açlığına benzemiyordu.
Sonra gazetelerini alıp çıktılar dışarıdaki soğuğa.
Teşekkür bile etmemişlerdi ama buna gerek yoktu.
Teşekkür etmekten daha öte bir şey yapmışlardı.
Düz mavi fincanlarım ve fincan tabaklarım takımdı.
Pişirdiğim patateslerin tadına baktım.
Sıcacıktı patatesler, başımızı sokacak bir evimiz vardı, bir eşim
vardı ve eşimin de bir işi...
Bunlar da fincanlarım ve fincan tabaklarım gibi bir uyum içindeydi.
Sandalyeleri şöminenin önünden kaldırıp, yerlerine yerleştirdim.
Çocukların sandaletlerinin çamur izleri, halının üzerindeydi halâ.
Silmedim ayak izlerini. Silmeyeceğim de.
Olur ya, unutuveririm ne denli zengin olduğumu...!ALINTI