Günümüzde çocuk olmak hiç de kolay değil!
Uzman Psikolog Nilüfer Devecigil: "Stres kendini kimi zaman kâbus, bilinmeyen korkular, parmak yeme, yediklerini kusma, depresyon gibi şekillerle gösteriyor."
Zeynep o gün okuldan geldiğinde çok mutsuzdu. Türkçe öğretmeni ona “Bu notu senden beklemezdim” demişti. Bir sürü ödevi vardı. Ama hiç birine yoğunlaşamıyordu. Masasının üstündeki kitapları aldı, yere fırlattı. Hırsını alamamıştı. İçerde ananesi yemek hazırlıyordu. “Ben bu yemeği yemem diye kaç kez söyledim sana” diye bağırdı. Annesini aradı ofisten. Toplantıdaydı. Telefonu fırlattı, iki gözyaşı aktı gözünden. Biraz rahatlamıştı.
Odasına döndü, matematik ödevini aldı eline. Soruları çözmeye çalıştı. Kafasında bir yerlerde, öğretmenin “daha fazla çalışmalısınız” sözleri yankılanıyordu. Müziği açtı, kulaklığı taktı. Yeniden matematik ödevine döndü. Kulaklıktan gelen müzik, öğretmenin sesini bastırmıştı.
Akşam annesi geç geldi eve. Türkçeden aldığı notu söyleyince, “Biraz daha çalışır, daha iyi bir not alırsın bir dahaki sefere. Artık geç oldu, ben de zor bir gün geçirdim, hadi yatalım” diye cevap verdi annesi. Zeynep “Sen beni hiç dinlemiyorsun” diye bağırıp, ağlayarak odasına koştu. Annesi ne olduğunu anlamamıştı. Birazdan Zeynep içerden bağırdı: “Anne, benimle uyu bu gece”. Annesi ; “Bak Zeynep, bu ne zamandır devam ediyor, psikologun ne dediğini hatırla. Artık kendi başına uyumalısın” diye seslendi içerden. Zeynep hala kızgındı. Uyumaya çalıştı. Kafasında bir ses “yeterince çalışmadın” diyordu. Sonunda uyudu. Gece rüyasında gördüğü bir kâbusla uyandı. Midesi bulanıyordu. Sabah kalktığında kustu. Annesi işe giderken “Akşam ne yedi acaba” diye düşünüyordu.
Zeynep, okulların çocuklar üzerinde yarattığı strese küçük bir örnek aslında. “Nasıl küçük bir örnek bu, basbayağı çocuk acı çekiyor” diye kendi kendinize mırıldandığınızı duyar gibiyim. İnanın, bir psikolog olarak daha şiddetli vakalarla çalışıyorum. Stres kendini kimi zaman kâbus, bilinmeyen korkular, parmak yeme, yediklerini kusma, depresyon gibi şekillerle gösteriyor.
Öğretmen öğrenciyi motive etmeyi, “bu sınıftan hiç memnun değilim”, “bu notu sizden beklemezdim”, “çalışmıyorsunuz”, “daha iyi olabilirsin” cümlelerinin altında saklı zannediyor. Ama tek yaptığı öğrencinin “ben iyi değilim” içsel mesajına bir çizik daha atmak. İlkokul yılları beynin hala gelişmeye devam ettiği, ben kimim olgusunun cevaplar aradığı dönemler. Yeterince iyi olmadığını düşünen bir çocuk, içindeki boşluğu doldurmak adına yeni bir bilgisayar oyunu, yeni bir ayakkabı, pahalı bir oyuncak ile mutlu olmaya çalışacak. Ancak bunlar sadece geçici mutlulukların daha derin yaralar bıraktığı geçici çözümlerden öteye gitmeyecek. Yani sorun -bizim çocukluğumuzda daha az oyuncak vardı, babam bana bu imkânların hiçbirini yaratmamıştı, bunların ki sadece şımarıklık- tablosuyla açıklanır bir şey değil. Zeynep sadece kendi olmaktan mutsuz ve bunu anlayacak bir ebeveyne, bir öğretmene, bir okula, bir büyüğe, bir psikologa, bir medyaya kısaca koca bir topluma ihtiyacı var.
Böyle bir toplum olduğunda; ebeveynin çocuğunun hangi okula gideceğinden çok kendi ile nasıl mutlu olduğunu, öğretmenin verdiği nottan çok o konunun neden ve nasıl öğrencinin ilgisini çektiğini, psikologun çocuğun annesinin yanında uyumasını ortadan kaldırmaktan öte o ihtiyacı annenin ona nasıl vereceği ile ilgilendiği sağlıklı bireylere kavuşuruz.
O zaman Zeynep okula gittiğinde öğretmen “sınav kâğıtlarınızı değerlendirdim, hepiniz bu konuyu farklı açılarla öğrenmişsiniz. Kiminizin ilgisini A bölümünün, kiminizin ise B bölümünün çektiğini gördüm. Bundan sonraki konuyu nasıl işleyeceğimizi ona göre düşüneceğim. Bu farklılıklarınız bana bir sürü yeni bakış açısı sunuyor. Sınıfımda olduğunuz için mutluyum” der.
Zeynep eve gelip “Türkçeden düşük not aldım” diye kızgın bir ses tonu kullandığında annesi, onun elini tutar, göz teması yapar ve “Kendini kötü hissettiğini görüyorum, senin için daha iyi bir not almak istemenin önemini fark ediyorum. Kolay olmamalı” diye konuşur. Zeynep sabahtan beri kızgınlığın maskelediği ağlama duygusunu tamamen dışa vurur. Annesi evdedir artık ve hissettiği acıyı anlamıştır. Ona sarılır, ağlar. Annesi sessiz kalır, ağlamasına izin verir.
Psikolog, Zeynep’in annesine Ssizinle yatmak istiyorsa şu an buna izin verin, stresli bir dönemden geçiyor. En önemlisi tüm bunları kendi başına atlatacak durumda değil. Geceleri yanınıza geldiğinde sarılın, küçük kızınıza onu nasıl bir an evvel kendi başına uyumaya teşvik ederim bakış açısı ile değil de şu an yaşadığı stresi azaltmak için bana ihtiyaç duyduğunda bunu ona nasıl veririm anlayışı ile yaklaşın” diye konuşur.
Bir büyük “Bizim zamanımızda” diye başlamak yerine söze, onlarla nasıl daha anlamlı ilişkiler kurar, daha çok oynar, daha çok eğleniriz diye düşünmeye başlar.
İşte sağlıklı toplumlar böyle oluşur.
Bu arada ben, Zeynep ve diğer tüm çocuklara şöyle sesleniyorum: “Kendinizi kızgın hissettiğinizde nefesinizi sayın, koşmaya çıkın, günlüğünüze yazın. Teneffüslerde ip atlayın, seksek oynayın, salıncakta sallanın”
Unutmayın, günümüzde çocuk olmak hiç de kolay değil.
Milliyet