Hasret (Dizi Tadında) Yazan : Nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.286
Tepki
83.783
Puan
113
Konum
İstanbul
dgfhkujl forumtipi.jpg

Künye

Hikayenin Adı :
Hasret

Kurgu & Yazan : nk83 (NK-HikayeGunlugu)

Tür : Romantik, Dram, Komedi (Her telden çalıyor aslında )

Hikayenin Yazımına Başlama Tarihi : 6 Temmuz 2016 (İnternet ortamına hemen eklememiştim)

Hikaye Durumu : Final sezonunu yazarken ara vermiştim şimdi devam ediyorum

Her Hakkı Saklıdır. Yazardan izinsiz hikayenin başka yerlerde kullanılması ya da çoğaltılması yasaktır.

karakterleraaa.png

Oyuncular / Karakterler
Fahriye Evcen Özçivit : Hasret
Burak Özçivit : Orhan
Birkan Sokullu : Fikret
Öykü Karayel : Miray
Cansel Elçin : Can
Tuba Büyüküstün : Canan
Nilay Deniz : Simge Buse
Berk Hakman : Mert
İbrahim Çelikkol : Ali
Ebru Özkan : Firuze
Alihan Türkdemir : Talha
Çetin Tekindor : Talat
Ayda Aksel : Neyhan
Zuhal Olcay : Hümeyra
Avni Yalçın : Çetin
Engin Öztürk : Onur

Konusu

Orhan üç yıl önce tüm kalbiyle bağlı olduğu sevdiğini kaybetmiş ve kendisini hayattan soyutlayıp sadece işine vermişti. Ablası Firuze yeğeni Talha ağabeyi Can kardeşleri Fikret ve Mert ile birlikte de son derece sevgi dolu bir aileye sahiptir.

Aile büyüklerine gelecek olursak eğer babaları Talat Bey sakin bir adam olmakla birlikte anneleri Neyhan Hanım eşinin tam aksine adeta evin neşe kaynağıdır. Çocuklarına yeri geldi mi takılır yeri geldi mi de onları o tatlı diliyle hizaya sokmaktan hiç çekinmez. Yani Orhan'ın bir yanı Zeynep'in yarattığı boşlukla uçuruma dönmüşken diğer bir yanı da ailesinin sevgisiyle ayakta durmaya çalışıyordu.

Hasret ise Orhan kadar şanslı bir hayat süremiyordu. Her şeye boyun eğen bir annesi ve alkolik aksi mi aksi babasıyla birlikte son derece sıkıntılı zamanlar geçirip geçimlerini de küçük bir çiçekçi dükkanından sağlıyorlardı. Babasının durumu ortada olduğu için de tüm yük Hasret'in omuzlarındaydı. Neredeyse bir ırgat gibi çalışıyor ama buna rağmen de yemediği hakaret kalmıyordu.

Bambaşka hayatlar yaşayan Orhan ve Hasret'i de bu küçük çiçekçi dükkanı bir araya getirecekti. Orhan üç yıldır ne zaman Zeynep'in mezarına gitse çiçeklerini bu dükkandan alıyordu. Ancak bu süre zarfında birbirlerini hiç görmemişlerdi çünkü babası Hasret'i bir odaya kapatıp yabancılarla görüşmesine de yan yana gelmesine de izin vermiyordu. Kızı karanlık rutubetli bir odaya adeta hapsedip siparişleri de yığdıktan sonra kendisi ön tarafta oturarak birasını içip radyosunu dinliyordu.

Bir gün Orhan yine gelmişti. Babası erkenden çıkıp çiçek fidelerini almaya gittiği içinde bu defa dükkanda sadece Hasret vardı. Küçük bir kaza ile başlayan tanışmaları Orhan'ın o gün gördüklerinden sonra tüm dikkatinin Hasret'e yönelmesine neden olmuştu. Günden güne kızın yaşadıklarına şahit olmaya başlayan Orhan'ın aklını kemiren tek bir soru vardı. O kızı oradan kurtarmalıydı. Ama nasıl?

•●●·٠•●●•٠·˙


Yorumlarınızı bu sayfaya ya da alttaki linkte yer alan "Hasret / Okur Yorumları" sayfasına yapabilirsiniz

Alıntılar

D8TW5GgX4AAjCi0.jpg
gfdhd.jpg
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.286
Tepki
83.783
Puan
113
Konum
İstanbul
1.Bölüm : Hasret & Orhan İlk Karşılaşma

Dışarıda sıcacık harika bir hava vardı. Kuşlar cıvıldıyor gün ışığı tüm güzelliğiyle evin pencerelerine vuruyordu. Evin içindeki sesler de cabasıydı tabii. Belli ki Neyhan Hanım etrafında fır dönen çocuklarının yarattığı o neşeli havayla kahvaltı sofrasını donatmaya başlamıştı bile. Rahatta bırakmıyorlardı ki kadını hınzırlar!

Orhan bir süre bu neşeli sesleri dinleyip sonra da içindeki sıkıntıyla birlikte yorganını savurarak yattığı yerden kalktı. Parmaklarını saçlarının arasından keyifsizce geçirirken aynı anda da penceresinden dışarıya bakıyordu. Bugün 12 Nisan 2017'ydi. Yani üç yıl önce kaybettiği Zeynep'in ölüm yıl dönümü. İçindeki sıkıntı da bundan ileri geliyor olmalıydı.

Saate göz ucuyla bakıp henüz sabahın yedi buçuğu olduğunu görünce hüzünlü bakışlarını yatağının başucunda duran sevdiğinin resmine doğru çevirdi. Karşısındaki bir kağıt parçası da olsa Zeynep'i gözlerinin içi gülerek ona bakıyordu. Orhan da ona gülümsemek istedi ama yapamadı. Tam gülümseyecekken gözlerinin nemlenişi durdurdu onu. Kalbi o acı haberi bir kez daha almışçasına sıkışmıştı sanki.

"Birkaç saat sonra seni bir kez daha kaybedeceğim Zeynep'im"

Gözleri dolarak çerçeveye dokunurken odasının kapısı da tanıdık bir vuruşla tıklatılmaya başlandı. Orhan gelenin kim olduğunu tıklatma tarzından anlamıştı. Elini çerçevenin üzerinden usulca çekerken bir yandan da kapıya doğru bakıp "Girebilirsin Fikret!" diye seslendi. Bu onayın ardından kapı aralanmış ve Fikret kardeşinin tepkisini ölçerek tedirgin adımlarla içeriye girmişti. Kardeşler arasında Orhan'ı en iyi anlayan kişi Fikret gibi görünüyordu. Bu belki de duygusal bir yapısı olmasından kaynaklı bir durumdu.

Orhan kardeşini görür görmez az önceki hüzünlü havasını dağıtmaya çalışıp ona "Seni sabahın bu saatinde odama hangi rüzgar attı?" diye sordu. Aslında bu nedeni gayet iyi biliyordu yani sorguya suale gerek yoktu. Fikret kardeşinin sorusunu yanıtsız bırakarak ağır adımlarla yanına gittikten sonra ona sıkıca sarılıp "Sadece yanında olmak istedim" demekle yetindi. Orhan bu hareket sonrası içindeki hüznü saklayamamış aksine bu hüznün yüzüne birebir yansımasına neden olmuştu.

Orhan da kardeşine sarılıp soğukkanlı olmaya çalışarak "Sağ ol" dediğinde ikisi de geri çekilip bakışlarını birbirlerinden saklayarak aynı anda "Hadi kahvaltıya..." dediler. Tabii sözlerini tamamlayamadan gülümsemişlerdi.

"Fikret sen önden git olur mu? Ben bir yüzümü yıkayayım hazırlanayım sonra gelirim yanınıza"

"Tamam ama gecikme yoksa Mert annemin yaptığı gözlemeleri sen daha kokusunu bile alamadan silip süpürür"

"Olur gecikmem"

En küçük kardeşleri tabakta tek bir kırıntı bile bırakmazdı gerçekten. Mert'in zayıf olmasına rağmen yediği onca şey nereye gidiyordu bu biraz meçhuldü. Boğazına çok düşkündü ve evde de gece peş peşe yediği sütlaçları sabah sorulduğunda hatırlamamasıyla epeyce dalga konusu olmuşluğu vardı.

Orhan'ın yüzündeki tebessüm kardeşi odadan çıkar çıkmaz yeniden solmuştu. Derin bir iç çekerek banyoya girdikten sonra da yüzüne birkaç kez su çarpıp aynadaki görüntüsüne baktı. Sanki kendisine değil de "Senin suçun değildi" diyen Zeynep'e bakıyor gibiydi. Onu düşündükçe içi paramparça oluyordu. Sevdiği kızın yüzünü son bir kez görememiş ona dokunamamış son bir kez onu sevdiğini söyleyip alnına bir buse konduramamıştı.

Tüm bunlar yetmiyormuş gibi bir de Zeynep'in ailesi tarafından sanki kızlarının katiliymiş gibi kötü muamele görüyordu. Halbuki Orhan'ın Zeynep'in ölümüyle alakalı hiçbir suçu günahı yoktu. Ama gelin görün ki aile kızlarının acısını nefrete dönüştürüp Orhan'ın üzerine çevirerek hafifletebiliyordu. Aslında babası Çetin Bey'den ziyade annesi Hümeyra Hanım yapıyordu bunu. Kızının ölümü sebebiyle yaşadığı travmayı o da Orhan gibi hâlâ atlatamamıştı. Sanki Zeynep'in öldüğü gün hayat ikisi için de durmuş ve o andan sonra her gün aynı acıyı aynı yoğunlukla yaşamaya mahkum olmuşlardı.

Orhan ılık bir duş alıp odasına geri döndükten sonra dolabını açmış ve birkaç parça eşya çıkarıp onları giymeye başlamıştı. Bunu yaparken kulağında o gün yaşananlar sebebiyle feryat figan ağlamalar gözlerinin önünde de Zeynep'i son yolculuğuna uğurlarken ki görüntüler vardı. Görünen o ki bugünü diğer günlerden çok daha zor geçirecekti.

•●●·٠•●●•٠·˙

Aşağıda ise durumlar yukarıdakinden farklıydı. Evin annesi Neyhan Hanım sabahın erken bir saatinde kalkmış şimdi de herkes aşağıya inmeden önce kahvaltı sofrasını hazır etmeye çalışıyordu. Çocuklarının kendisine takılıp durmasına rağmen de bunu gayet güzel başarmıştı.

Elinde tepsiyle yemek masasına yaklaşan Neyhan Hanım gözleri sabahtan beridir rahat durmayan küçük oğlunda olarak tepsiyi masaya koydu. O anlarda yeğeniyle şakalaşan Mert ise annesinin gelişini fark etmemiş ve çaktırmamaya çalışarak elini gözlemelere doğru uzatmıştı. Tabii sen misin ana sözü dinlemeyen durumu da anında vuku bulmuştu çünkü bunu yaptığı anda Neyhan Hanım küçük oğlunun eline bir tane patlatıp "Oğlum bir rahat dur! Sanki arkandan atlı kovalıyor şimdi babanla ağabeyin gelecek zaten az sabret gören de aç biilaç bırakıyoruz zanneder" deyiverdi.

Mert eline yediği şaplakla "Aa! Bir de oğlum gözlemelerimi çalıyor deyip karakola şikayet et bari anne!" deyip acıyan elini ovalarken o an onu dinlemeyen Neyhan Hanım da etrafa bakınarak "Sahi Orhan niye gelmedi hâlâ? Hasta falan değildir inşallah. Ay dur bir bakayım şu oğlana!" dedi ve an itibarıyla bu soruya cevap "Günaydın" diyerek içeriye giren Orhan'ın ta kendisinden geldi.

"Buradayım annelerin en güzeli hiçbir şeyim de yok sapasağlamım!"

Orhan annesinin yanına gelir gelmez yanağını öpmüş Neyhan Hanım'da oğlunun omzunu sıvazlayıp "Madem geldin hadi geç o zaman kardeşlerinin yanına" dedikten sonra içeriye giren eşine de "Nerede kaldın be Talat? Şu masayı kurduğum andan beri Mert'i dört buçuk kişi zor zapt ettik. Vallahi gidiyordu bütün gözlemeler!" dedi dert yana yana. Anneannesinin bu dediğini duyan küçük Talha diğer yanında oturan annesine dönüp "Buçuk olan ben miyim anne?" diye sorup hepsini gülümsetmişti. Herkes bir ağızdan "Evet sensin ufaklık!" diyerek sofradaki yerlerini alırken Orhan'da ailesinin neşeli hallerini ve birbirlerine takılmalarını buruk bakışlarla izleyip sessiz sedasız kendi yerinde oturuyordu.

"Beşi bir yerdelerimin bugünkü planlarını öğrenelim bakalım. Sağ baştan başlayın. Can?"

"Benim kahvaltıdan sonra oyalanmadan hemen çıkmam gerekiyor çünkü dokuz buçuk gibi ofisini tasarlayacağımız bir müşterimiz gelecek. Öncesinde ona yapacağım sunum için hazırlanmalıyım"

"Ya sen ne yapacaksın Firuze?"

"Talha'yı okula bıraktıktan sonra babamla birlikte şirkete geçeceğiz. Akşam da evdeyim herhangi şimdilik bir planım yok"

"Mert Efendi sen bugün nerelerde sürteceksin bakalım az detay ver anana!"

"Aşk olsun annem! Ne sürtmesinden bahsediyorsun ya vallahi gönül koyacağım bak. Hem sen oğlunu hiç tanıyamamışsın. Okuldan sonra bir arkadaşın evinde müzik yapacağız oradan da bir yerlere takılırız işte"

"Sürtecen işte ne laf kalabalığı yapıyorsun bir de! Fikret sen ne yapacaksın oğlum?"

"Arayıp da bulamadığım bir kitap var. Bugün de bir umut sahafları gezeyim istiyorum"

"Bana bak öyle sahaf mahaf deyip sonra da olmadık yerlerden bana yine bitli pireli kitapları getirme sakın"

"Yok anne o bir kere oldu bir daha olmaz"

"İnşallah! Orhan sen ne yapacaksın oğlum?"

Orhan dalgın bir halde oturduğu için annesinin sorusunu duyamamıştı. Tabağındaki salatalığı bir o yana bir bu yana iterken yanında oturan Fikret'ten yediği dirsekle kendisine gelip "Bir şey mi dediniz?" diye sordu. Neyhan Hanım elini daire çize çize sallayıp "Ooo! Oğlan çoktan gitmiş gideceği yere ben de hâlâ saf gibi cevap bekliyorum" dedikten sonra diğerlerinin gülüşmesi eşliğinde de "Senin bugünkü planın ne diyorum oğlum" dedi ama Orhan'ın yüzü düşerek "Mezarlığa gideceğim. Bugün Zeynep'in ölüm yıl dönümü" demesi o gülüşmelerin bıçak gibi kesilmesine neden oldu.

Neyhan Hanım şaşırarak eliyle ağzını kapatıp "Bugün müydü o?" dedikten sonra Orhan'ın göz göze gelmemeye çalışarak öyle olduğunu ima edercesine başını sallamasıyla da "Önceden desene be oğlum! Neyse ben dua okur bir helva kokuturum birazdan" dedi. Sevdiği gitmiş her sene yapılan helvası kalmıştı yadigar.

Orhan annesine bu inceliği için teşekkür ettikten sonra "Müsaadenizle ben kalkayım. Size de afiyet olsun. Akşam görüşürüz" deyip ani bir şekilde masadan ayrıldı. Belli ki tüm gözler üzerindeyken orada hiçbir şey yokmuş gibi oturmaya devam edememişti. Orhan'ın gidişiyle de derin bir sessizlik yaşanmıştı. Herkesin aklından geçenler aynıydı tabii. Zeynep'in öldüğü gün zihinlerde yeniden canlandıkça yüzlerde de ister istemez hüzünlü bir ifade beliriyordu.

Orhan odasından ceketini aldıktan sonra evden çıkmış onun ardından da Neyhan Hanım yerinden kalkarak pencerenin önüne gelmişti. Oğlunun üzgün bir halde gidişini içi acıyarak izlerken bir yandan da "Yüzü bir gülmedi yavrumun! Ne şanssız ne bahtsızmış. Bundan sonra gülsün inşallah" demeden edemiyordu. Bu temennide bulunurken bugünün oğlunun hayatının kökten değişeceğinden habersizdi tabii. Anne duası sonunda kabul oluyordu yani.

Herkes sessizleşmişken bu duygusal hava Mert'in "Sen ağabeyime bir kurşun dök oku üfle anne anca paklar onu" demesi ve Fikret'in de kardeşinin ensesine "Zevzeklik yapma da aç kulağını iyi dinle insanları!" diyerek sert bir tokat çarpmasıyla dağılmıştı. Gerçekten zevzekti bu çocuk! Önündeki gözleme yerine konuşmalara odaklansaydı ne kadar hassas bir durumda ne kadar büyük bir çam devirdiğini anlardı.

•●●·٠•●●•٠·˙

Orhan morali bozuk bir halde evden çıktıktan sonra otoparktan arabasını da alarak oradan ayrılmıştı. Mezarlığa gitmeden önce her zamanki çiçekçisine uğraması gerekiyordu. Uzunca bir yol gittikten sonra da bahsi geçen çiçekçinin önünde durup aracından indi. Dükkana bakarak ağır adımlarla kapısına doğru yaklaşırken birazdan hayatını tamamen değiştirecek adımlar attığının farkında değildi tabii.

Kapıyı açıp içeriye girdikten sonra etrafa şöyle bir bakındı ve kimsenin olmadığını görünce de "Bakar mısınız?" diye seslendi. Cevap veren olmamıştı ama çiçekçinin kızı onu kapalı kapıların ardından duyup bakışlarını aniden sese doğru çevirmişti. O kız Hasret'ti. Ne yapacağını da bilememişti. Odadan çıkamıyor seslenen kişiye de karşı bir cevap veremiyordu. Ancak içeriden de ayak sesleri gelmeye devam ediyordu. Bu seslenen her kimse hâlâ içerideydi ve belli ki babası da henüz gelmemişti. Hasret'i de "Ya kapıyı açıp da içeriye girerse?" telaşı sarmıştı.

Hasret'in varlığından ve kendisinden tedirgin olduğundan haberdar olmayan Orhan ise ellerini kapının pervazına dayayıp başını dışarıya uzatarak etrafı bir kontrol etti. Çiçekçinin sahibi de kamyoneti de ortalarda görünmüyordu. Yakın bir yere gitmiş olmalıydı yoksa dükkanı neden açık bıraksın ki diye düşünen Orhan adamın dönüşünü beklemek için masanın önündeki sandalyeye oturdu.

Oturmuştu oturmasına da gelen giden olmuyor saatte ilerliyordu. Yeteri kadar da beklemişti yani artık gitse iyi olacaktı. Orhan başka bir çiçekçi bulmak için tam kapıdan dışarıya adımını atmıştı ki bir şeylerin devrilme ve kırılma sesiyle hemen sese doğru dönüp dükkandaki kapalı kapıya baktı. Ses oradan gelmişti çünkü. Yani Hasret'ten...

Tedirgin bir halde kapıya yaklaşıp kulağını dayadığında içeriden benzer sesler gelmeye devam ettiğini duydu. Birine bir şey mi oluyor endişesi yaşamıyor derse yalan olurdu. Belki de dükkanın sahibi olan yaşlı adam düşmüştü belli mi olurdu? Yardımcı olmak gerekebilir diye düşündüğü için kapıyı araladıktan sonra "Kusura bakmayın rahatsız ediyorum ama..." dedi ancak lafını tamamlayamadan az önceki gürültüyü çıkaran Hasret korkuyla yerden kalkıp Orhan ile yüz yüze geldi. İkisi de birbirlerine bakarken sessiz kalmış tek kelime de edememişti. Orhan sessiz sedasız beklediği için Hasret onun gittiğini düşünmüş ve doğal olarak kapıyı açıp içeriye girmesini de beklememiş Orhan'da burada dükkanın sahibi dışında birini görebileceğini düşünmemişti.

İkisi de şaşkınlıklarını yansıtan bakışlara sahipti. Orhan buraya senelerdir geliyordu ama bu kızı burada ilk defa görüyordu. Hasret'te ondan farklı değildi. Sesini birkaç kez duyduğu bu adamın yüzünü daha önce hiç görmemişti. Sadece bazen odasındaki pencereden bakınca onu arabasına binerken görüyordu ama yine de sırtı dönük olduğu için yüzünü seçemiyordu. Gerçi bunun için bir çabası da olmuyordu. Orhan onun için sadece bir yabancıydı çünkü.

Aralarındaki sessizlik huzursuzluğu her halinden belli olan Hasret'in Orhan'dan çekinip geri geri giderek istemeden masaya çarpmasıyla son bulmuştu. Çıkan sesle birlikte Hasret irkilmiş Orhan'da ona doğru dikkat etmesini isteyerek yaklaşırken az önce kırılan camlar yüzünden kızın elinin de kanadığını fark etmişti. O anla birlikte de bakışları endişeli bir hâl almıştı. Belli ki kız kesilen elinin farkında değildi.

Hasret onun neden böyle baktığını anlayamazken Orhan endişesini birebir yansıtarak "Eliniz kanıyor kesikler derin olabilir. Bakmama izin verin lütfen" deyip yanına doğru gelmeye başladı. Ancak bunu yapması Hasret'i daha da çok tedirgin etmişti.

Orhan kızın kanayan elini arkasına doğru saklayıp kendisinden uzaklaşarak başını olumsuzca iki yana sallamasını garipsemiş aynı anda da "Kesiğe pansuman yapmak gerekecek. Hem bu şekilde bırakırsanız mikrop kapar" demişti ama kız da hiç ses çıkarmadan salladığı başıyla istemediğini belli edip oradan bulduğu bir bez parçasını eline sarmaya başladı. Orhan onu izlerken bir yandan da neden konuşmadığını düşünüp duruyordu. İnsan öyle ya da böyle bir iki kelime etmeliydi öyle değil mi?

rthj.jpg


Yardım teklifinin reddedilmesi üzerine Orhan ne yapacağını bilememişti. Ancak kızın elindeki kesiğin böyle bir ortamda mikrop kapacağından da adı gibi emindi. Bu düşünceler eşliğinde hiçbir şey söylemeden odadan çıkınca Hasret bunu yapmasını yadırgayıp kapıya doğru yaklaşarak ardından bakmaya başladı. Orhan odadan olduğu gibi dükkandan da çıkıp gitmişti. Hasret tek kaşını kaldırarak kapıyı kapattıktan sonra Orhan'ın gittiğini düşünüp yerine dönmüştü ama o iş onun düşündüğü gibi değildi.

Orhan dükkandan çıktığı gibi aracının bagajına yönelmiş ve oradaki ilk yardım setini alıp kapıları kilitledikten sonra dükkana geri dönmüştü. Kız yarasını temizlemesine izin verecek miydi bilmiyordu ama yine de şansını denemek istiyordu. Eline üstünkörü sardığı o bez parçasıyla olmazdı bu iş.

Onun gittiğini düşünen Hasret ise elindeki bezi sıkıca tutup etrafı toparlamak için faraşla süpürgeyi eline aldı. Ancak aksilik bu ya tam eğilip camları bir araya toparlarken kapı tıklatılmış ve o yöne bakmasıyla da gittiğini sandığı Orhan odaya girmişti. Hasret ona bakar bakmaz elindeki faraşla süpürgeyi düşürüp tekrardan geri geri gidince de telaştan ikinci kez masaya çarpması kaçınılmaz olmuştu. Neyse ki bu defa herhangi bir şeyi kırıp dökmemişti.

Orhan belli belirsiz bir tebessümle "Ama olmaz ki böyle! Her seferinde masaya çarparsanız buna sebep olduğum için kendimi suçlu hissedeceğim" derken bir yandan da elindeki ilk yardım çantasını açmaya başladı. Hasret yabancı biri olduğu için ondan biraz çekinmişti ama adam pek de öyle korkulacak birine benzemiyordu. Hatta az önce söylediği şey ve hitaplarındaki nezaket Hasret'in korkusunu içinden söküp atarak her ne kadar saklamaya çalışsa da gülümsemesine neden olmuştu.

Hasret gülümsediğini gizlemeye çalışarak ondan uzaklaşırken Orhan da gayet normal bir tavırla sandalyeyi gösterip "Oturun lütfen" diyerek kıza doğru döndü. Hasret tedirgin olduğu için endişeli gözlerle kapıya doğru bakıyordu. Of! Otursa bir dert oturmasa ayrı dertti. Aklından bir sürü şey geçirirken Orhan bu tedirginliğe sebep olan şeyi anlamış gibi "Burada gördüğüm adam... Patronunuz mu?" diye sordu. Hasret masum bakışlı gözlerini ona doğru çevirirken bir yandan da hayır der gibi başını iki yana sallayınca Orhan bu defa da "Babanız mı yoksa?" diye sordu. Baba demeye bin şahit lazımdı ya hadi neyse.

Hasret çekinerek evet dercesine başını sallamıştı ama bu durum da artık bayağı bayağı merak edici bir hâl almaya başlamıştı. Acaba kız konuşamıyor muydu yoksa bu suskun tavrı sadece Orhan'a karşı mıydı?

Orhan yanına gidip önünde durduktan sonra kızın kanayan elini tutarak "İzin verin temizleyeyim. Söz veriyorum sonra çiçeğimi yaptırıp buradan gideceğim" deyince Hasret korkuyla babasının gelip gelmediğine bakmış sonra da adam bir an önce gitsin diye başını olumlu bir şekilde sallayıp gösterdiği sandalyeye oturmuştu. Babası onu bir yabancıyla özellikle de bir erkekle baş başa görecek diye çok korkuyordu. Adam lanetin biriydi. Alkolik olmasının yanı sıra kafası bir attı mıydı evde terör estiriyordu.

Orhan kızın elindeki kesik yeri temizlerken yan gözle de etraftaki çiçek düzenlemelerine ve yerdeki kırık cam vazoya bakıp "Bu dükkandaki çiçek aranjmanlarının hepsini siz mi yapıyorsunuz?" diye sordu. Kızın cevap vermeyeceğini bile bile soruyordu işte. Hasret beklenen üzere yine konuşmamış sadece öyle olduğunu belli etmek için başını sallamıştı. Böyle yapmaya devam etmesi yüzünden Orhan bu defa merakına yenilip "Neden benimle konuşmuyorsunuz yoksa bir çekinceniz mi var?" diye sordu. Hasret sorusu üzerine buruk bir ifadeyle bakıp sonra da başını öne eğmişti. Söylemek istemiyor gibi bir hali vardı.

Neden bu kadar ürkekti ya da neden bu kadar korkuyordu Orhan bunu bir türlü anlayamıyordu ve bu yüzden de genç kızın her hareketini dikkatle inceliyordu. Bu durumu garipsediğini Hasret'te fark etmişti ama onunla konuşamazdı. Yapamazdı bunu. Bu yüzden de o an için yapabileceği tek şeyi yaptı ve işaret parmağını dudaklarına doğru götürüp konuşamıyorum dercesine başını iki yana salladı. Orhan hiçbir şey söyleyememişti ama kızın konuşamıyor olmasına kalben çok üzülmüştü. Gencecik bir kızdı ve konuşma yetisini kaybetmiş olması büyük ihtimalle hayatını oldukça zorlu bir hale getiriyordu.


ysj.jpg


Kızın elini sarmaya başlarken aralarında yaşanan bu hüzünlü havanın etkisine kapılıp "Üç yıl önce tam da bugün sevdiğim kadını bir trafik kazasında kaybettim" dedikten sonra Hasret'in gözleri nemlenmiş bir halde kendisine bakmasıyla da sözüne devam edip "Onu her ziyaret etmeye gittiğimde yanımda sizin elinizden çıkan güzel bir çiçek buketi götürüyorum. Bugün de buraya bu sebeple geldim" dedi. Hasret'in içi acımıştı çünkü Orhan'ın hissettiği acı yüzünden okunabiliyordu. O çiçeklerin sahibini çok sevmiş olmalıydı.

Orhan sargı bezinin fazla gelen parçasını ilk yardım çantasına geri koyarken Hasret de oturduğu yerden kalkıp penceresinin önündeki saksının yanına geldi. Tabii Orhan onu saksıya uzanırken görünce bir an kafasına indirecek sanıp ellerini kaldırarak avuçlarını Hasret'e doğru açmış ve kız tam saksıyı kendisine uzatırken de "Tamam tamam gidiyorum kızma!" demişti. Hasret ilk defa çekinmeden gülümsemişti. Dudaklarının yanı sıra gözleriyle de gülüyordu sanki. Yaşadığı hayatın zorluğuna meydan okuyacak kadar güzel bir gülüştü bu.


rtetry.gif


Orhan'ın korkuyla açılmış gözleri Hasret'i açıklama yapmak zorunda bırakmıştı. Genç kız önce işaretlerle derdini anlatmaya çalışmış ama Orhan ne söylemek istediğini bir türlü anlamayınca mecburen bir yerden kağıt kalem bulup üzerine bir şeyler yazmaya başlamıştı. Orhan ise ona yaklaşarak omzunun arkasından ne yazdığını görmeye çalışıyordu.

Hasret o anlarda Orhan'ın kendisine bu kadar yakın durduğunun farkında değildi. Bu yüzden de yazacağını yazıp arkasını hızla döner dönmez elinde olmadan onun bedenine sertçe çarpmıştı. Orhan dengesini kaybettiğini gördüğü için onu kollarından tutuyor Hasret ise gözlerini gözlerinden ayıramıyordu. İlk defa yabancı birine bu kadar yakın yakına durduğu için tedirgin de olmamış değildi.

İkisi de sessizce birbirlerinin gözlerine bakarken dükkanın önüne bir kamyonet yanaşmıştı. Sese doğru döndüklerinde Hasret korkuyla Orhan'ı itip eline de kağıdı ve saksıyı tutuşturarak gitmesi için işaretler yapmaya başladı. Kızın babasından çok korktuğu belliydi.

Orhan kızı zor durumda bırakmamak için dediğini yapıp hemen odadan çıkarak dükkanın ön tarafına geldi. Arkasına baktığında Hasret kapıyı çoktan kapatmış ve bununla da yetinmeyip bir de üzerine kilit vurmuştu. Orhan kızın durumuna bir türlü akıl sır erdiremiyordu. Belli ki tüm bu güzel çiçekler onun elinden çıkıyor dükkanı da o çekip çeviriyordu ama buna rağmen o karanlık rutubetli izbe gibi odada hapis hayatı yaşıyordu.

"Hasret!"

Adamın seslenişi Orhan'ın düşüncelerinin arasına girince bu onun hemen kendisine gelmesini sağlamıştı. Demek kızın adı Hasret'ti. Güzel olduğu kadar içinde hüzün de barındıran bir isimdi. Adam içeriye "Kamyonetin arkasındaki kasaları arka tarafa taşı çabuk!" diye seslenerek girip karşısında da Orhan'ı bulunca hemen kızının bulunduğu odanın kapısına doğru baktı. Ama ne bakmak! Neyse ki kapı kapalıydı yoksa Hasret'in bu adamın elinden çekeceği vardı.

Orhan adamın bakışları karşısında durumu toparlamak için "Geldiğimde seslendim ama kimse yok gibi görünüyor" dedi. Adam hiç bozuntuya vermeden Orhan'ın elindeki saksıya bakıp "Tanıdım ben seni... Ara sıra gelip çiçek alıyon" deyince Orhan da başını sallayarak onu onayladı. Adamın bir Orhan'ın kılık kıyafetine bir de kapının önündeki arabasına bakması da gözden kaçacak gibi değildi. Yağlı müşteri olup olmadığını anlamaya çalışıyordu herhalde.

Elindeki bira şişesi dolu torbayı yere bırakırken bir yandan da "Almaya niyetlendiğin saksı için iki elliliği gözden çıkarman lazım" deyince Orhan ona dik dik bakmaya başladı. Elindeki çiçeğin fiyatının bu olması mümkün değildi ama yan gözle Hasret'in kapısına doğru bakınca ne yalan söylesin onu burada bırakmak içinden gelmemişti. Bu yüzden de cüzdanını çıkarıp istediği parayı hiç pazarlığa girişmeden adama uzattı. Küçücük saksı için bu kadar para istediğine göre adam aynı zamanda paragözün de biri olmalıydı.

Adam parayı çenesine sürtüp "Siftah senden bereketi Allah'tan!" dediğinde Orhan'da adamı sert bakışlarla inceleyerek iyi günler dileyip dükkandan çıktı. Çıkmıştı çıkmasına ama aklı da Hasret'te kalmıştı. Babası pek tekin birine benzemiyordu. Ayrıca o kadar birayı ne demeye almıştı ki? Belli ki alkoliğin tekiydi.

Orhan dışarıya çıktığında kızın bulunduğu odanın küçücük penceresine doğru bakmış sonra da arabasına binip kapının önünden uzaklaşmıştı. Ancak hemen gideceği de yoktu. Hasret birazdan kasaları almak için dışarıya çıkar Orhan'da adamın kıza nasıl davrandığına birebir şahit olurdu. Görmeden içi rahat etmeyecek gibiydi.

Kısa bir bekleyişin ardından da dükkandan önce adam çıkmıştı. Etrafta kimse var mı diye bakındıktan sonra da kasaları taşımaya başlasın diye kızına seslenip geçmişti kenara. Birkaç saniye sonra da dükkanın kapısında Hasret belirmişti ama kızı tanımak biraz zordu. O ipek gibi gür saçlarını kapatan bir eşarp takıyordu ve yüzü de yere doğru bakıyordu.

Orhan onları izlerken kız da yaralı eline aldırmadan yüklendiği kasaları bir bir arka tarafa taşımaya başlamıştı. Babası olacak adam da yakmış sigarasını açmış birasını oturduğu yerden kızı izleyip çabuk olmasını söyleyerek ne kadar uyuşuk olduğundan dem vuruyordu. İyi de bu kıza uyuşuk demek için kör olmak gerekirdi. O yaralı elle daha ne kadar hızlı olabilirdi ki? Ayrıca adamın tavırlarına bakılacak olunursa kızın neden bu kadar ürkek olduğu da belli olmuştu. Belli ki babasının psikolojik baskılarına ve ağır sözlerine maruz kalıyordu.


Sıra son kasayı taşımaya geldiğinde Orhan tam gitmeye niyetlenmişti ki adamın bela okuyarak "Bir işi de düzgün yap beceriksiz!" dediğini duyup bakışlarını yeniden onlara doğru çevirdi. Hasret alelacele kasadan düşen fideleri topluyor adamda başında durmuş kızı itip kakarak bağırıp çağırıyordu.

"O fideler bir çöp olsun bak ben seni ne yapıyom! Anandan emdiğin sütü burnundan getirmezsem bana da Salih demesinler ahanda buraya yazıyom!"

Bu görüntü ve bağırış sonrası Orhan hiç düşünmeden emniyet kemerini çözüp arabadan çıkmıştı. Kaşları çatık bir halde onlara doğru hızlı adımlarla yürürken adam da onun geldiğini fark edip kıza "Bırak şunları da düş önüme!" dedikten sonra kolundan tuttuğu gibi Hasret'i çekerek yerden kaldırdı. Hasret ne olduğunu bile anlayamadan babası onu sürükleye sürükleye dükkandan içeriye sokmuştu bile.

Adımlarını iyice hızlandıran Orhan ise dükkanın önüne geldiğinde kapının kilitli olduğunu anlayıp seri bir şekilde vurmaya başlamıştı ama adam açmıyordu tabii. Kulağını kapıya dayayıp çıkan seslerden içeride ne olduğunu anlamak isterken kapı kapatılma sesi duyulunca hemen dükkanın diğer tarafına geçerek Hasret'in odasına bakan küçük pencerenin önüne geçti. Babası yanında değildi ama yere savrulan kız hiç durmadan ağlıyordu.

Az önce gözlerinin içi gülen kızı şimdi bu halde görünce Orhan'ın içi acımıştı. Konuşamadığı için belki de derdini kimseye anlatamıyordu. Annesi nasıl biriydi acaba? O da mı aynı bu adam gibi vicdansızın tekiydi. Belki de Hasret gibi o da bu şiddete maruz kalıyordu. Ayrıca kızın bu kötü muameleye ilk defa uğramadığı da belliydi. Bu adam iyi davranmıyordu ona... Hiç iyi davranmıyordu.

khkj.png


●●1.Bölümün Sonu·٠●●٠·˙


Yorumlarınızı bu sayfaya ya da alttaki linkte yer alan "Hasret / Okur Yorumları" sayfasına yapabilirsiniz
:papatya:
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.286
Tepki
83.783
Puan
113
Konum
İstanbul
2.Bölüm : Sen beni bırakıp gittin ama ben seni bırakamadım Zeynep'im...

Orhan bir süre Hasret'i izleyip sonra da derin bir sessizlik olunca yarın tekrardan gelmek üzere oradan uzaklaşmaya başladı. Arabasına doğru yürüyordu ama sanki ayakları da geri geri gidiyordu. Ancak şu an için yapabileceği pek bir şey de yok gibiydi. Bir sonraki gelişinde babası görmeden kızla yeniden konuşmanın bir yolunu bulurdu artık.

Ortalık şu an için sütliman olsa da yine de ara sıra ardına bakarak arabasının kapısını açıp içeriye geçti. Geçti ama hiçbir şey yapmadan da öylece duruyordu. Tuhaf bir histi bu gitsem gidemiyorum kalsam kalamıyorum hissi. Gitse sanki kızı burada savunmasız bırakacakmış gibi hissediyordu. Ama daha ne kadar durabilirdi ki burada? Bir şekilde gitmek zorundaydı.

O sessizlik içinde yan koltukta duran saksı çiçeğine baktıktan sonra gözüne Hasret'in eline tutuşturduğu kağıt çarpmıştı. Ne yazmış olabileceğinin merakıyla buruşan kağıdı hemen eline alıp hızlıca açtıktan sonra kızın yazdıklarını okumaya başladı.

"Sevdiğiniz kadına bir iki gün içinde solup yok olacak bir buket çiçek değil
toprağına kök salıp onu da kendisiyle birlikte sonsuza kadar yaşatacak bir çiçek götürün"


Kızın yazdıkları Orhan'ı derinden etkilemişti. Buruk bakışlı gözlerini kelimelerin üzerinde rastgele gezdirip son bir kez daha çiçekçi dükkanına baktıktan sonra arabasını çalıştırıp mezarlığa gitmek üzere oradan ayrıldı.

Fazla sürmemiş kısacık bir süre sonra da Zeynep'in mezarının başına gelmişti. Sevdiğinin adını bir mezar taşının üzerinde görmek her defasında canını daha da çok yakıyordu. Gözlerinde beliren yaşlarda sanki "Sen beni bırakıp gittin ama ben seni bırakamadım Zeynep'im" diyor gibiydi.

Elindeki saksıyı yere bırakıp duasını ettikten sonra bir süre sessizce ayakta durdu. Sevdiğiyle birlikte geçirdikleri güzel zamanları düşünürken gözleri de dolu dolu oluyordu. Zeynep hayat dolu bir kızdı. Gerçekleştirmek istediği bir sürü de hayali vardı. Her birini öyle heyecanla öyle tutkuyla anlatırdı ki Orhan onun hayallerini kendi hayalleriymiş gibi dinler ortak olurdu o tatlı heyecanına. Ne yazık ki hiçbirini gerçekleştiremeden göçüp gitmişti bu dünyadan. Orhan dizlerinin üzerine çöküp titreyen ellerini toprağın üzerinde gezdirirken bir yandan da gözyaşlarıyla içini dökmeye başlamıştı.

"Sana çok kızacağın bir haberim var Zeynep'im... Üç yıl oldu ama ben gidişini hâlâ kabullenemedim. Yaşayan bir ölüden hiçbir farkım kalmadı. Eski Orhan değilim artık. Seninle birlikte o Orhan'da diri diri gömüldü yanı başına. Tüm dünyam senmişsin meğer. Nefes alma sebebim... Canım... Kanım... Her şeyim... Kalbimin atışıymışsın meğer. Ben seni çok özledim Zeynep'im... Bildiğin gibi değil. Sensiz devam etmek o kadar zor ki. Keşke ben de o arabanın içinde olsaydım dedirtiyor çoğu zaman. Keşke olsaydım da tutsaydım elinden. Nereye gideceksen birlikte gitseydik. Neden bir başıma bıraktın beni? Neden direnmedin? Neden benim için aşkımız için sıkı sıkıya tutunmadın bu hayata? Ardında bir enkaz bırakacağını hiç mi düşünmedin?"

Gözlerindeki yaşları silerken yanında getirdiği saksıyı hatırlayıp eline aldı ve sözlerine "Bugün çiçekçi de Hasret adında bir kızla tanıştım. Sana getirdiğim çiçekleri o hazırlıyormuş. Bu defa bana bu saksı çiçeğini verdi. Toprağına ektiğimde köklerini salıp kendisiyle birlikte seni de sonsuza kadar yaşatacak bir çiçekmiş bu" diyerek devam edip çiçeği iki parmağıyla tuttuktan sonra saksısını ters çevirdi. Açtırdığı toprağın içine saksısından çıkardığı çiçeği özenle yerleştirirken ister istemez ilk suyunu da gözyaşlarıyla vermiş oldu. Geri çekilip sevdiğinin mezarına bakarken o çiçeği toprakta değil de Zeynep'in elinde hayal etmek yüzünde buruk bir tebessüm belirmesine neden olmuştu.

"Git buradan! Seni kızımın mezarının başında görmek istemiyorum!"

Orhan sesle birlikte gözyaşlarını silerek ayağa kalkmış ve arkasını döndüğünde Zeynep'in ailesiyle karşı karşıya kalmıştı. Eşinin ve diğer kızı Miray'ın koluna girdiği Hümeyra Hanım Orhan'a hâlâ öfkeyle bakıyordu. Aslında eşi de benzer bir bakışa sahipti ama Zeynep'in annesinin gözlerinden adeta alevler fışkırıyordu. Orhan acılarına saygı duyduğu için sakin kalmaya çalışıp "Ben de en az sizin kadar üzgünüm Hümeyra Hanım! Zeynep'i kaybeden sadece siz değilsiniz. Onun acısını ben de halen yüreğimde taşıyorum" deyince Hümeyra Hanım perişan bir ifadeyle ağlamaya başlamış ve hemen ardından da "Acını da al defol git buradan!" diye bağırmıştı. Orhan bu tepkinin nedenini bir türlü anlayamıyordu ve ne yazık ki aileden bu konuda bir açıklama da alamıyordu.

Zeynep'in mezarına bir kez daha bakıp içinden "Hoşça kal Zeynep'im" diye geçirdikten sonra Hümeyra Hanım'ı daha fazla üzmemek için yanlarından uzaklaşıp arabasına doğru yürümeye başladı. Ara sıra da arkasına bakıyordu. Hümeyra Hanım yere çökmüş kızının toprağını avuçlayarak ağlıyordu. O da kızının ölümünü kabullenememiş ve ardından perişan olmuştu. Evladını kaybetmiş bir anneydi o. Orhan'ın bu sert sözleri yutması da sırf bu yüzdendi zaten.

Orhan arabaya geçtiğinde başını geriye yaslamış ve bir süre o halde kalıp gözlerini yummuştu. Kendisini ruhen çok yorgun hissediyordu. Kanı çekilmiş gibiydi sanki. Bu hali geçer miydi yoksa geçmez miydi onu bile bilmiyordu. Doğrusu umursamıyordu da. Bundan sonra ne olacağıyla ilgili beklentiye girmiyordu artık.

Gözlerini açtığında bir yandan kulaklığını takıp Fikret'i aramaya başladı bir yandan da arabayı çalıştırıp yavaş yavaş mezarlıktan çıktı. Kardeşi telefonunu açtığında da ona nerede olduğunu sorup sonra da yanına geleceğini söyleyerek telefonu kapattı. Hiçbir yere sığamıyordu. Gidip biraz kardeşinden güç alsa hiç fena olmayacaktı. Fikret onun kafasını dağıtmasına yardımcı olurdu elbet.

•●●·٠•●●•٠·˙

Arabayı park edip sahaflar çarşısına girdikten sonra bir gözü kitaplarda olarak yürümeye başladı. Kardeşinin buraya neden bu kadar sık ziyarete geldiğini de şimdi daha iyi anlamıştı. Çok güzel bir yerdi burası.

Gözüne çarpan bir kitaba doğru yaklaşıp eline alarak incelerken bir anda kendisini kitapların içinde kaybolmuş bir halde bulmuştu. Onu uzaktan görerek yanına yaklaşan Fikret ise sessizce arkasında durup sonra da dayanamayarak "Hangi kitabı aradığını söyle de sana yardımcı olayım" dedi. Orhan tam tebessüm ederek herhangi bir kitap aramadığını söylüyordu ki sol üst tarafta koskocaman harflerle "HASRET" yazan kitabı fark edip sözünü bitiremeden durdu.

fgchbj.png


Bu suskunluğa Fikret'te bir mana verememiş kardeşinin baktığı yöne doğru bakıp ne olduğunu anlamaya çalışmıştı. Orhan ise sol tarafa yaklaşıp uzanarak kitabı eline aldıktan sonra ismine bakarak dalıp gitmişti. Kitabın yaptığı çağrışım sebebiyle Hasret'i düşünüyordu. Acaba oradan ayrıldıktan sonra bir sorun yaşanmış mıydı? İyi miydi yoksa kötü müydü o ince ruhlu konuşamayan kız...

Orhan raftan aldığı kitabı incelerken sessizleşmiş bu halleri de Fikret'in kendisine tuhaf tuhaf bakmasına neden olmuştu. O da haklıydı tabii. Kardeşi tam konuşmanın ortasında bağlantısını koparmış gibi dalıp gitmişti.

Orhan ise kardeşinin bakışlarından habersiz tam kitabı aldığı yere geri bırakıyordu ki son anda vazgeçerek "Bir yere kaybolma hemen geliyorum" dedikten sonra içeriye geçti. Fikret başını uzatmış dükkandan içeriye bakıyordu. Birkaç dakika sonra Orhan kitabı satın almış bir halde çıkıp Fikret'e de bunu neden yaptığı hakkında herhangi bir şey demeden sadece "Hadi yürüyelim biraz" dedi. Yürüsünler bakalım.

"Ziyaretin nasıl geçti?"

"Her zamankinden daha zor"

"Bunu duymaktan hoşlanmadığını biliyorum ama artık olanları kabullenmen gerek Orhan"

"Yapamıyorum Fikret... Olmuyor"

"Emin ol ki Zeynep'e sorabilmiş olsaydık o da hayatına devam edebilmenin bir yolunu bulmanı isterdi"

"Zeynep hayatıma devam edebilmem için yanıma geri dönmesi gerektiğini de bilirdi"

Fikret kardeşinin üzüldüğünü gördüğü için konuyu değiştirerek "Peki şu kitap neyin nesiydi?" diye sorunca Orhan neden bahsettiğini anlayamamış gibi boş boş bakıp "Hangi kitap?" diye sordu. Hoppala! Orhan uçmuş haberi yok belli ki. Hangi kitap olacak yahu elinde tuttuğu torbanın içindeki kitap tabii.

Fikret'in imalı bakışlarını takip ederek eline baktıktan sonra önce şaşırmış gibi "Aa!" dedi sonra da torbayı hafifçe kaldırarak "Bu mu?" diye sordu sanki ortada başka bir kitap varmış gibi. Fikret kardeşini tanımasa şu an zaman kazanmaya çalıştığını zannederdi. Bugün Orhan'da bir gariplik vardı ya hadi Zeynep'in ölüm yıl dönümüne yoralım bakalım. Fikret sorduğu soruyu cevaplamak için ses etmeden sadece başını sallamış bunu yapması da Orhan'a Hasret'i hatırlatmıştı. O da cevap vermiyor sadece başını sallayıp duruyordu.

"Hiç... Öylesine bir kitap işte"

Pek öylesine gibi değildi aslında. İki kardeş hem ara sıra kitaplara bakıp hem de yürürken Orhan "Bugün çiçekçiye gittiğimde dükkanda bir kız gördüm" dedi. Fikret tek gözünü kısıp kuşkucu bir bakışla "Gördüm derken..." deyince de söylediğine bir açıklık getirerek "Alkolik babası resmen kıza eziyet ediyordu. Onu bir odaya kapatmış. Kapkaranlık rutubet kokulu bir oda. Belli ki insan içine de çıkarmıyor. Kızı adeta hapsetmiş köle gibi çalıştırıp duruyor. Kesik eliyle çiçek fidelerinin bulunduğu kasaları tek tek içeriye taşıdı ama içlerinden bir tanesini düşürdüğü için adam gözlerimin önünde kıza hakaretler yağdırıp kolundan tuttuğu gibi de sürükleye sürükleye dükkandan içeriye soktu. Yetişemedim" dedi. Tüm bunları anlatırken durumu o kadar içselleştirmiş gibiydi ki Fikret kardeşi için ister istemez endişe etmişti.

dfghj.gif


"Yetişseydin ne olacaktı?"

"Bunu yapmasına mani olurdum"

"Ya sonra ne olacaktı? Adam sen ona mani oldun diye kızına işkence yapmaktan vazgeçecek miydi?"

"Ben sadece ona yardım etmek istedim. Ait olmadığını hissettiğim o yerden çekip almak istedim onu"

"Bunu yapamazdın biliyorsun değil mi? Yani tanımadığın bir kızı babasının önünden öylece çekip alamazdın. Alsan da başın belaya girerdi"

"O an bunu umursamadım"

"Ama umursamalısın çünkü ona bu şekilde yardım edemezsin. Sonrasını düşünmeden yardım etmeye çalıştın diyelim bu yaptığınla kızı çok daha zor bir durumda bırakırsın. Adamın alkolik olduğunu söylemiştin değil mi? Böyle bir adam eve döner dönmez bunun acısını ondan çok daha kötü çıkarır Orhan ve o an o kızı oradan kurtaracak kimse de olmayabilir"

"Ben ona zarar gelmeyecek bir yol bulurum"

"Bulurum mu? O adamı üzerine salma Orhan"

"Sarsam ne olur? Bana ne yapabilir ki? Ben onunla başa çıkabilirim ama o kız çıkamaz"

"Ne yapacaksın peki?"

"Bilmiyorum ama yarın oraya bir kez daha gideceğim"

"Yapma bunu! Boş ver karışma tanımadığın insanların işine kız dayanamıyorsa oradan kurtulmanın bir yolunu bulur zaten"

"Kız kendisini savunamadığı gibi konuşamıyor da Fikret"

"Korkudan mı yoksa gerçekten mi konuşamıyor?"

"Söylediğine göre gerçekten konuşamıyor"

"Nasıl yani? Konuşamayan kız sana konuşamıyorum mu dedi?"

"Hayır tabii ki"

"Nasıl peki?"

"Dudaklarını işaret edip konuşamadığını belli etmek için başını iki yana salladı"

Bunu söylerken Orhan'ın gözlerinin önüne kızın o adamın şiddetine maruz kalışı ama konuşamadığı için kimseye sesini duyuramayışı geliyordu. Kim bilir ne çok yaşamıştı böyle bir anı. Belki de çocukluğundan beri o alkolik adamın sözlü ve fiziksel şiddetine uğruyordu. Orhan düşüncelere dalarken Fikret de kardeşini izliyordu. Açıkçası Orhan'ın öyle ya da böyle bu kızla alakalı bir şeyler yapacağını da hissetmişti. Bu yüzden de kardeşinin kız için üzüldüğünü görüp "Seni oraya tek başına gönderemem. Beraber gidelim çünkü senin ne yapacağın belli olmaz gibi geliyor" dedi. Haklıydı.

Orhan kendisine destek çıkan kardeşine memnuniyetle bakıp bir yandan da teşekkür eder gibi koluna dokunarak "Gidelim mi artık?" diye sordu. Fikret söylediğini yanlış anladığı için gözlerini kocaman açmış ve şaşkınca "Şimdi mi?" diye sorup Orhan'ı gülümsetmişti. İlahi Fikret! Orhan kendisini yanlış anladığı için gülümseyip "Evi kastettim" dedi daha fazla telaşlanmasın diye. Öyle dese ya canım! Fikret'te bir an kızı görmeye gideceklerini sanmış ne olduğunu şaşırmıştı.

•●●·٠•●●•٠·˙

Akşam olduğunda dükkan kapatılmış Hasret'te babasıyla birlikte eve dönmek için araca geçmişti. Kötü bir gün geçirmesine rağmen sanki Orhan'ın varlığı iyi gelmişti ona. Oturduğu yerden yolu izlerken bir yandan da ister istemez onu düşünüyordu. Yerdeki kırıkları temizlemeye çalışırken Orhan'ın sesini duyup göz göze gelmeleri arkasını dönüp çarpışmaları saksıyı kafasına atacağını sanıp korkması ve tebessüm ederek hoş bir ses tonuyla "Ama olmaz ki böyle!" deyişi yüzünde gülümsemeye neden oluyordu.

Ancak keşke gülümsemesine mani olabilseydi çünkü bunu yapması babasının bu halini fark eder etmez kolunu ittirerek "Ne gülüyon kız öyle hafifmeşrepler gibi? Dön önüne!" demesine neden olmuştu. Hasret korkarak dediğini yapınca da adam ona ters ters bakıp "Şu güzel sıfatına dua et yoksa hiç acımam bugün fena hırpalardım seni anan bile gelse tanıyamazdı! Ama bu suratla hayatımızı kurtarcan bizim" dedikten sonra Hasret'in bunu neden dediğini anlayamamış gibi endişeyle bakmasına aldırmadan da "Hadi yine iyisin! Hepimizi dört ayak üstüne düşürerek paçayı kurtardın" diyerek önüne döndü. Neden bahsediyordu bu adam böyle?

Hasret bir şeyler tahmin ediyordu ama aklına gelen şey olmaması için de dua ediyordu. Eve dönene kadar gözyaşlarını içine akıtıp hiç kıpırdamadan oturmuştu babasının yanında. Kamyoneti evin önüne çektikten sonra da babası "Arkadaki torbaları al kamyoneti de kapat öyle gel" deyip eve doğru yürümeye başladı. Hasret arkada kalmış olduğu yerden mahzunca babasının eve doğru gidişini izliyordu. Kapıyı açıp çıktıktan sonra babasının da dediği gibi arkadan torbaları aldı ve arabayı da kilitleyip evin önüne geldi.

İçeriye girdiğinde yine rutinleşmiş olan konuşmalar dönüyordu içeride. Adam sofraya burun bükerek bakmış kendisine hoş geldin diyen karısına da "Kaldır şunları hiçbirini yemicem. Bana mezelik üç beş bir şey koyun sonra da kızınla birlikte kaybolun gözümün önünden!" diyordu. Kadın kıt kanaat kurduğu yer sofrasını toplarken Hasret'te elindeki bira dolu torbayı kenara bırakıp annesine yardım etmeye başladı.

Mutfağa girdiklerinde Hasret dolaptan peynir çıkarıyor annesi de eşinin gelirken getirdiği kavunu kesiyordu. Hasret bir an hallerine dalıp gitmişti. Bu hep böyle mi olacaktı? Yani bütün gün itilip kakılacak sonra da bu adama içki sofrası mı kuracaklardı?

Bakışları annesinin de dikkatini çekmişti. Kızına yan yan bakıp "Bakma öyle kızım! Hadi götür şunları babana şimdi yine kızacak kırıp dökecek her tarafı" dedi bir yandan da kavun tabağını uzatarak. Hasret derin bir iç çekerek annesinin dediği gibi tabakları alıp içeriye götürdükten sonra yer sofrasına koydu. Adam da koltuğa yayılmış radyosunu cızırdata cızırdata kanal arıyordu.

Masa tekrardan kurulup bardaklarda geldikten sonra Ayla Hanım çekinerek "Sofra hazır Salih gelebilirsin" dedi. Adam yerinden kalkıp "İki saatte hazırlaya hazırlaya bunları mı hazırladınız? Bütün gün çalış ter akıt anandan emdiğin süt burnundan gelsin sonra gel de önüne adam akıllı bir sofra kurulmasını bekle!" deyince annesi de Hasret'i kolundan tutup içeriye gitsin diye kaş göz işareti yaptı. Şimdi kıza bir sararsa susmak bilmez işin sonu yine tartışmaya dönerdi. En iyisi gözünün önünden çekilmekti yani.

Ayla Hanım eşinin tabağına istediği şeylerden azar azar koyarken Hasret mutfağa geçmiş tencereden kendisine yemek koyuyordu. Alacağını alıp masaya oturduktan sonra da tam ilk lokmasını kaşığına almıştı ki içeriden babasının "Hasret!" diye seslendiğini duyup yiyemeden sese doğru döndü. İnsana ne zaman huzur vermişti ki şimdi versin zaten.

Hasret ikinci seslenişle birlikte elindeki kaşığı tabağın kenarına bırakarak yerinden kalkmak zorunda kalmıştı. Tedirgince salon tarafına geçtiğinde adam da elini sallaya sallaya yanına gelmesini isteyip bir yandan da "Otur şuraya gözümün önünde dur" dedi. Yahu bu adam az önce sofrayı kurup kaybolun dememiş miydi?

Hasret annesine ne yapayım der gibi bakarken Ayla Hanım eşine ürkek gözlerle bakıp "Kız yemek yiyordu ya bey bitirsin de öyle gelsin bari" dedi ama adam bir anda hiddetlenip "Bir gececik de yemeyiversin! Otur kız şuraya sinirimi zıplatmayın gece gece!" diye bağırdı. Yapacak bir şey yoktu. Hasret aç acına annesinin yanına geçip oturduktan sonra başını eğerek adamın tamam git şimdi demesini beklemeye başladı.

Ancak adamın ne karısını ne de kızını salacağı yoktu. Saatlerdir bir yandan içiyor bir yandan yiyor bir yandan da kendi kendisine saçma sapan şeyler konuşup duruyordu. Hasret ise içinden artık sızıp kalması için dua ediyordu. Başka türlü olmayacaktı çünkü...

gfjgfj.png


●●2.Bölümün Sonu·٠●●٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya ya da alttaki linkte yer alan "Hasret / Okur Yorumları" sayfasına yapabilirsiniz
:papatya:
 
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.286
Tepki
83.783
Puan
113
Konum
İstanbul
3. Bölüm : Kızı isteyen biri var. Para pul gani gani...

Hasret masaya oturduğundan bu yana ne bir şey yiyebilmiş ne de içebilmişti. Kıpırdasa hemen babasının "Ne oluyor kız gene? Gören de karınca yuvasında oturuyon sanacak rahat dur!" benzeri ikazları duyuluyordu. Yapacak bir şey olmadığından o da yer sofrasında hareketsizce oturup babasının kendisini azat etmesini bekliyordu. Salih ise kızının durgun bakışlarını görünce boşalan tabağını doldurmasını işaret ederek Ayla Hanım'a uzatmış hemen ardından da ikisini de şaşırtarak "Senin bu kızın var ya maden maden!" demişti. Ne demekti ki bu şimdi?

Bu söz ile birlikte Hasret bakışlarını babasına doğru çevirirken annesi Ayla Hanım'da tedirgince eşine bakıp "Yine ne oldu bey?" diye sordu. Adamın keyfi yerine gelmişe benziyordu. Peynirini ağzına atıp sırtını koltuğa yaslarken bir yandan da ikisinin meraklı bakışları eşliğinde "Kızı isteyen biri var. Para pul gani gani... Bu mıymıntı kızının gül yüzü hatrına yaşatcak hepimizi" deyince Hasret'in başından aşağıya kaynar sular boşalmıştı. Haklıydı tabii. Babasının bulduğu damat namzedinden ne hayır gelirdi ki böyle bir habere sevinsin.

Ayla Hanım da duyduklarına çok şaşırmıştı. Bu şaşkınlığını da "Kimmiş ki o bey?" diye belli edince adam da elindeki bardağı sofraya sertçe koyup "Sadi Bey'in oğlu Nadir var ya... O işte!" dedi. İyi de ne Ayla Hanım ne de Hasret bu işten hiç de memnun olmamıştı. Anne kız huzursuzca birbirine bakarken Salih de bir yandan tıkınıyor bir yandan da pek bir hoşuna gitmiş gibi Sadi Bey ile neler konuştuklarını anlatmaya devam ediyordu.

"Taa ne zamandan beri gözü varmış bizim kızda da bizimki yüzüne bile bakmamış adamın. Aferin ama... Böyle yapması da hoşuna gitmiş hem namuslu kız hem güzel hem de evimin kadını çocuklarımın anası olur demiş. Babası kızı ver bizim oğlana dükkanını büyütelim yanına da birkaç adam verem elini hiçbir işe sürme geç otur patron gibi başlarında diyor. Kamyoneti de yeniliycem çok eski yakışmıyor senin gibi klas adamın altına dedi. Çok hakikatli insanlar resmen piyango vurdu başımıza"

Piyango dediği adam Nadir miydi yani? O adam piyango olarak görülmez daha çok ne günah işledim de başıma bu adam musallat olur dedirtirdi. Adam mahallenin has delikanlıymış gibi geçinen ama gerçekte kaba saba gözü dışarıda her türlü pisliği de yapan biriydi. Salih Efendi de bula bula böyle bir adamı mı layık görmüştü kızına?

Ayla Hanım bir gözleri dolan kızına bir de eşine bakıp "O Nadir için pek tekin bir adam değil diyorlar ama... Yine de sen bilirsin tabii" deyince Hasret'te gözünden akan yaşla birlikte dilinin bağını çözüp "Ben evlenmem o adamla!" deyiverdi.

fgerty.gif


Hasret karşı çıkmıştı çıkmasına ama adam bu dediğini duyunca "Sana fikrini soran oldu mu da konuşuyon? Koparttırma o dilini şimdi bana!" dedikten sonra bir anda köpürüp elini masaya vura vura "Hem ben sana ağzını açmayacan o sesini de bir daha duymayacam demedim mi!" diye bağırdı. Hasret gözleri dolu halde annesine bir şey yap der gibi bakıyordu ama kadının kendine bile hayrı yoktu ki.

"Salih..."

"Sus sen de be! Duyan da kızını yaşlı başlı adama yedinci kuması olarak veriyoz zanneder!"

"Yok ondan değil de Nadir'in namı pek iyi değil yakmayalım kızın başını diye endişe ettim ben"

"Etme endişe falan! Gencecik artist gibi adam eli ekmek tutuyor ailesi desen herkesin önünde titrediği insanlar... Yahu onca zillinin içinde gelmişler senin bu ağlak miskin canlı cenaze gibi kızını istiyorlar sen de adamı beğenmiyon"

"İyi de..."

Salih ağzının tadını kaçırdıkları gerekçesiyle masayı devirip "Ulan bir keyif yaptırmıyonuz insana yatıyom ben!" dedikten sonra eşine de Hasret'i işaret edip "Şu kızı da sustur zırlayıp durmasın! Yarın da temizlik mi yapıyonuz börek çörek mi açıyonuz bilmem ama akşama kızı istemeye geliyorlar beni bir mahcup edin yemin olsun ikinizi de üstünüzdekilerle koyarım kapının önüne!" dedi. Babası kararlıydı. Hasret istese de istemese de para için zorla verecekti kızını o tekinsiz adama.

•●●ERTESİ GÜN·٠•●●•٠·˙

"Hâlâ iki kişi eksik!"

Mert masaya şöyle bir bakıp annesine dönerek "Anne benden duymuş olma ama Orhan ile Fikret kardeşlerde garip bir hâl var. Benim kanaatime göre ikisi bir işler çeviriyor" deyince Neyhan Hanım önce kızıp "Muhbir misin oğlum sen? Ne diye ağabeylerini bana gammazlıyorsun insan utanır be!" dese de sonradan meraklandığı için zeytine uzanan oğluna sokularak "Ne gibi garip bir hâl oğlum? Ay korkutma beni şimdi!" deyiverdi.

Mert sandalyesini tutup annesine doğru kaydıktan sonra sessizce "Gece balkonda fısır fısır konuştular. Kız mız bir şey diyorlardı. Fikret ağabeyim bize çaktırmıyor ama hasretlik çekiyor galiba" derken bir anda içeriye "Günaydın" diyerek önce Orhan hemen ardından da Fikret girdi. Oğullarını dikkatle inceleyen Neyhan Hanım ise hâlâ Mert ile konu üzerine sessiz sedasız konuşmaya devam ediyordu.

ggf.png

"Ne kızıymış bu Mert? Az detay versene oğlum çatlatma insanı!"

"Ağzı var dili yokmuş o kadar mülayim bir kız yani... Ama babasından çekiniyor biraz. Bugün de Orhan ağabeyimle kızı görmeye gideceklermiş"

"Ay! Elin kızı geldi yaktı gül gibi oğlumun başını görüyor musun?"

"Niye yansın ağabeyimin başını anne o da kazık kadar adam korusun kendisini"

"Ne bileyim oğlan anaları hep böyle demez mi? Dört tane aslan gibi oğlum var ben de bir kerecik diyeyim dedim. Maksat içimde kalmasın"

Mert annesini gıdıklayıp "He özendin sen! Üzülme ben sana ileride böyle şeyler bol bol dedirtirim. Nasılsa benim getireceğim gelinden hayır olmaz sen de alırsın merakını" derken Neyhan Hanım'ın da ellerine vurarak "Hele bir abuk sabuk tipleri getir başıma bunların alasını derim! Yoksa öyle biri var da şimdiden yolunu mu yapıyorsun? Bak Mert varsa öyle bir şey yersin anne terliğini o koca kafana!" demesi doğal olarak dikkat çekmişti.

Fikret tabağına yiyecek bir şeyler koyarken bir yandan da "Hayırdır anne? Allah muhabbetinizi arttırsın" deyince Neyhan Hanım Mert'in koluna bir tane daha patlatıp "Ben sana kahvaltı sofrasındayken rahat duracaksın demiyor muyum? Ay ne muhabbetti ne artması oğluuum! " dedikten sonra iştahla kahvaltısını eden Fikret'e de acır gibi bakarak "Ah kuzum! Biraz süzüldün mü sen? İştahın da azaldı sanki. Bir derdin tasan mı var? Hadi söyle anacığına bak derdini söylemeyen dermanını da bulamazmış" dedi. İştahı mı azalmış? Bu azalmış hali ise azalmamış hali kim bilir ne olurdu.

Fikret çatalındaki koca lokmayı ağzına atamadan kalırken annesinin daha dakika bir gol bir yapması Mert'i de oturduğu yerde krize sokmuştu. Halbuki Fikret'in konuyla da kızla da bir alakası yoktu ama bu kardeşi yok mu bu kardeşi hep onun zevzekliği yüzünden oluyordu tüm bunlar.

Fikret yanında oturup çayını yudumlayan Orhan'a bakarken Mert'i kastedip "Bu yine kaş göz arasında ne karıştırdı? Çıkmadan bir çekelim kenara" deyince Neyhan Hanım'da bir anda kulaklarını dikip "Mert'e ilişmeyin! Ben ona bugün dolap içlerini düzelttireceğim. Kazık kadar boyu kırk yılın başında bir işe yarasın bari. Hem siz nereye gidiyorsunuz ki?" diye sordu. Mert yüzünü ekşitip "Ben niye dolap içi düzeltiyormuşum? Evin küçük oğlu olma işi beni biraz bozmaya başladı haberiniz olsun. İyi ki bir bugün dersim yok dedim" dedi ama masada onu ciddiye alan yok gibiydi. Annesinin sorusunu "Bizim Fikret ile biraz işimiz var da onu diyor anne" diyen Orhan yanıtlarken Fikret'te annesinin tuhaf bakışlarına maruz kalmıştı.

"Orhan annem bana niye öyle bakıyor?"

"Nasıl bakıyor?"

"Bilmiyorum ama kendimi üç ay ömrüm kalmış da bana belli etmemeye çalışıyormuş gibi hissediyorum"

Orhan tebessüm edip "Hadi yediysen kalkalım" deyince ikisi de aynı anda ayaklanarak "Eline sağlık anne herkese afiyet olsun" dedi. Mert ise iş yaptırılacak olmanın verdiği keyifsizlikle onlara bakıp "Anne hani eskiden sevgilisiyle buluşmak isteyen kızın yanına kardeşini verirlerdi ya sen de beni ağabeylerimin yanına versene gideyim ne yapıyorlar bir öğreneyim" derken annesi de işten kaçmak istediğini anladığı için "Kaytarmak yok Mert Efendi! Göndereyim de daha kapının önündeyken ayrıl ağabeylerin yanından değil mi?" dedi. En son Mert'in "Ya anne ya!" demesi Neyhan Hanım'ın da "Yağlı yuğlu konuşma ananla yürü eşek sıpası!" demesi duyulmuştu.

Onlar konuşurken Orhan ile Fikret'te ceketlerini alıp evden çıkmıştı. Ne kadar erken giderlerse Hasret'i görme şansları da o kadar yüksek olurdu diye düşünüyorlardı ki acele ediyorlardı. Arabaya geçtikten sonra ikisi de emniyet kemerlerini bağlayıp birbirlerine baktı. Orhan kardeşinin de kendisi ile gelmek istemesine Fikret'te Orhan'ın bu durumu kendisi ile paylaşmış olmasına mutlu olmuşa benziyordu.

İki kardeş çiçekçinin yolunu tutarken onların düşündüğünün aksine Hasret akşama kendisini istemeye gelecekler diye ağlaya ağlaya evlerinin camlarını siliyordu. Annesi de onu ne zaman bir köşeye sinmiş ağlarken görse sürekli Salih ile ilgili ya "Dediğini yapar koyar bizi kapının önüne sen hâlâ tanıyamadın mı babanı?" diyor ya da "Kendine acımıyorsan bari bana acı bak kırar kemiklerimizi bakacak kimimiz kimsemiz de yok süründürme beni el kapılarında!" diyerek korkutmaya çalışıyordu.

Hasret bu haldeyken Orhan ile Fikret'te bir süre sonra çiçekçinin bulunduğu muhite gelmiş Hasret ile babasının görünmesini beklemeye başlamıştı. Fazla beklemelerine gerek kalmadan da Salih'in kamyoneti sokak başında görünmüştü. Orhan arabayı işaret edip "İşte geliyorlar" deyince Fikret'te dikkatle gelen araca bakmaya başladı. Adam kamyoneti dükkanın önüne çekip inmişti ama Hasret'in ortalarda görünmemesi Orhan'ı endişelendirmişti. Neredeydi diye düşünüp duruyor bir cevap bulamıyordu.

Salih kepenkleri kaldırıp dükkana tek başına girdiğinde Fikret kardeşine bir şey anlamamış gibi bakarak "Ee! Kız nerede?" diye sordu. Orhan önce sessiz kalıp sonra da düşünceli bir bakışla "Bilmiyorum" deyince Fikret'te kız gelmediğine göre şimdi ne yapacaklarını sordu. İşin aslı Orhan beklemeye kararlıydı çünkü dün gördüklerinden sonra adamın eve döndüklerinde kızını dövmüş olabileceğini düşünüyordu. Belki de yüzünde ve gözünde morluklar olduğu için bugün gelmemişti. Gerçi Orhan daha Salih'i tanımıyordu. Kızı o halde bile getirir çalıştırırdı bu adam öyle vicdansızdı.

ryr.jpg


"Orhan..."

Dakikalar sonra kardeşinin sesiyle kendisine gelen Orhan kafasını toparlayıp "Sen istersen git Fikret ben burada kalacağım" dedi. Öyle de Fikret onu burada tek başına bırakmaya pek gönüllü görünmüyordu. Hem bıraksın da yine sonunun ne olacağını düşünmediği fevri bir harekette bulunup başını belaya soksun değil mi? Olmaz öyle şey!

Fikret kararlı bir tavırla başını iki yana sallayıp "Anca beraber kanca beraber... Ben dururum o konuda sıkıntı yok ama görüldüğü üzere kız gelmemiş. Belki de bizim de yarın gelmemiz daha doğru olur" deyince Orhan da stresli bir şekilde çenesini ovalayıp "Çıkışta babasını takip edip evlerinin yerini öğreneceğim. Bu şekilde Hasret'in iyi mi yoksa kötü mü olduğunu öğrenebilirim diye düşünüyorum" dedi. Hmm... Makul görünüyor.

"Evet iyi fikir! O halde ben gidip yiyecek içecek bir şeyler alayım. Belli ki nöbet uzun sürecek"

"Ne çabuk acıktın"

"Annemin lokmalarımı boğazıma dizdiğini unutuyorsun"

"Evet hatırladım. Tamam sen git o zaman"

"Ben bir bakkal bulur bulmaz hemen geri dönerim. Sen de ben yokken sakin dur lütfen"

"Ben sakinim zaten hadi git sen"

Fikret gittiğinde Orhan da boş boş duramamış ve arabadan indikten sonra ağır adımlarla çiçekçi dükkanına doğru yürümeye başlamıştı. İçeriye girip adamın ağzını aramaya niyetliydi ama bunda başarılı olabilecek miydi orası biraz meçhuldü.

Çiçekçi dükkanına adım adım yaklaşırken aksilik bu ya Salih aniden çıkmış bununla da kalmayıp kapıya kilit vurarak kamyonetine doğru yürümeye başlamıştı. Tabii Orhan da takibe başlamak için yarı yoldan dönmek zorunda kalmıştı. Adam evine gitse iyi olurdu. Orhan bir yandan arabayı çalıştırıp adamın peşine takılırken bir yandan da Fikret'i arayıp durumu anlatıyordu çünkü geri döndüğünde kardeşini olduğu yerde bulamazsa büyük ihtimalle telaşlanırdı.

Salih kısa bir süre sonra kamyonetini mahalle kahvesinin yakınına park edip içeriye girmişti. Tabii elinde çalıştıracak Hasret gibi bir kız yokken ne diye dursun ki dükkanın başında değil mi? Nasılsa yakında kızı da evlendirip bu durumun sefasını sürmeye başlayacaktı. Şimdiden ne diye yorsun ki kendisini?

Orhan kardeşine yerini söyledikten sonra gelmesini beklemeye başlamıştı. Fikret bir an önce gelse de içeriye girip en azından adamın ağzından bir iki çift laf duysalar diye düşünüyordu. Dakikalar sonra nihayet arabanın kapısı açıldı ve Fikret elindeki torbayı arka koltuğa bırakarak "Beni orada bıraktığına inanamıyorum!" deyip yanına oturdu. O anlarda Orhan'ın konsantrasyonu en üst noktadaydı. Bu yüzden de kardeşine cevap vermek yerine kemerini çözdüğü gibi "Hadi gel birer tavşankanı çay içelim" dedikten sonra arabadan çıkıp kahveye doğru yürümeye başladı. Fikret'e de kardeşinin arkasını toplamak kalmıştı.

Arabanın anahtarını alıp dışarıya çıkarak koştur koştur Orhan'a yetiştikten sonra ikisi birlikte mahalle kahvesinden içeriye girdiler. İlk andan tüm gözleri üzerlerine çekmeleri de kaçınılmaz olmuştu. Sonuçta burada herkes birbirini tanırdı ve Orhan ile Fikret buradaki insanlara epey yabancıydı. Ayrıca kılık kıyafetleri ve tavırları da hiç buranın insanlarına benzemiyordu.

Orhan'ın yönlendirmesiyle Salih'in hemen arka tarafında kalan masaya geçip oturduklarında kahvenin sahibi yanlarına geldi. Orhan'ın tüm dikkati sandalyesinin arkasında kalan Salih'in konuşmalarında olunca da Fikret adamdan iki çay getirmesini isteyip kardeşine dönerek sessizce "Ne diyorlar?" diye sordu. Ne diyecekler işte iskambil kağıdı oynayıp boş beleş konuşuyorlardı.

Orhan bunu kardeşine de belli etmek için başını olumsuzca sallarken kapıdan "Oo! Dünürüm de buradaymış" diyen kelli felli kalantor bir adam girmişti. Onun gelişi de iki kardeşi epey şaşırtmıştı. Salih ve adam selamlaşıp yan yana otururken Fikret afallayarak "Dünürüm dedi! Orhan senin kız evli çıktı. Ne yapacağız şimdi?" diyor Orhan da sus pus olmuş bir halde bunun mümkün olamayacağını düşünüyordu. İyi de kız evli olsa babası onu bu kadar kolay itip kakamazdı ki. Kocasından korkar cesaret bile edemezdi.

Orhan hislerine güvenip Hasret için "O evli değil" derken bir yandan da gelen çay için adama teşekkür edip Sadi ile Salih'in konuşmalarına kulak kabarttı. Bunu yaptığı an işin rengi de değişmişti. Salih'in arkadaşları bu dünürlük olayının aslını astarını sorarken Sadi Bey de onlara akşama Hasret'i oğluna istemeye gideceklerini ve yakında da anlı şanlı düğünleri olacağından bahsediyordu. Orhan bunu duymayı hiç beklememişti. Ne istemesi ne düğünü yahu!

Kaşları çatık bir halde Fikret'e bakıp sessizce "Ne düşünüyorsun?" diye sorunca kardeşi de ona hiç düşünmeden "Kızın gönlü var mı acaba? Belki de o da razıdır bu evliliğe" dedi. Orhan'ın içine bir sıkıntı çökmüştü. Bu adam kızının gönül rızasını alacak bir tipe hiç benzemiyordu. Fikret kardeşinin sessiz kalmasıyla kolunu dürterken Orhan'da gözlerine dik dik bakarak "Rızası olup olmadığını öğrenmemiz lazım" dedi. Hoppala! El alemin kızının derdi niye onları geriyordu ya!

"Orhan o hengamede kıza nasıl ulaşacağız ki?"

"Bilmiyorum ama evlerini bir öğrenelim buluruz çaresini"

"Baştan anlaşalım eve bohçacı gibi girmem"

"Bohçacı mı? Senden böyle bir şey istediğim yok"

"İyi o zaman ben annemi arayıp yemeğe gelemeyeceğimizi haber vereyim. Sen de kendini şimdiden hazırla çünkü eve döndüğümüzde annemizden bir ton laf işiteceğiz"

"Çiçekle gider gönlünü alırız merak etme"

"Hee! Çiçeği de kızın babasından alalım da tam olsun!"

•●●·٠•●●•٠·˙

Orhan ile Fikret öğreneceklerini öğrendikten sonra kahveden çıkıp arabaya geçmişti. Uzun süredir de bekliyorlardı. Adam sanki burayı evi bellemiş gibi oturduğu yerden hiç kalkmamış arkadaşlarıyla konuşup bıkmadan usanmadan iskambil oyunuydu okeydi oydu buydu ne var ne yoksa oynamıştı. İki kardeş de saatler geçtikçe iyice bunalmaya başlamıştı ama yapabilecekleri tek şey de Salih'in çıkıp evine gitmesini beklemek olacaktı.

"Fikret ben sana Miray'ı gördüğümü söylemiş miydim?"

"Hayır söylemedin. Ne zaman gördün?"

"Zeynep'in mezarına gittiğimde o da oradaydı. Anne ve babasıyla gelmişti"

"Okuluna devam ettiğini duymuştum"

"Şu sıralar mezun olmuş olmalı"

"Nasıldı? Yani nasıl görünüyordu demek istiyorum"

"Bana karşı donuk ve biraz da mesafeliydi. Sadece annesini sakinleştirmeye çalışıyordu"

"Sence onu aramalı mıyım?"

"Açıkçası doğru zaman mı bilmiyorum. Henüz yeni karşılaştık ve o seni benim gönderdiğimi sanabilir"

"Haklısın galiba. Biraz bekleyeyim belki de tesadüfen bir yerlerde karşılaşırız"

Orhan tebessüm ederek "Neyse ki tesadüf yaratmakta üstüne yoktur" deyip Fikret'i de gülümsetirken Salih'in kahveden çıktığını görür görmez yüzündeki tebessümü silerek "Adam çıktı" dedi. Biraz daha çıkmasaydı adamın kahvede yatıp kalktığını düşünmeye başlayacaklardı zaten. Salih kamyonetine atlayıp hareket ettiğinde Orhan'da takip mesafesini koruyarak peşine takıldı. Bu takipte fazla uzun sürmemiş adam bir evin daha doğrusu bir gecekondunun önünde durmuştu. Orhan arabayı görünmeyecekleri bir yere park ederken Salih çoktan kamyonetinden inerek kapıyı yumruklamaya başlamıştı bile. Kapıya alacaklı gibi vurmak da bu olsa gerekti.

Onun gibi Orhan ile Fikret'te arabadan inmiş gizli saklı bir köşeden eve doğru bakıyordu. Birkaç saniyelik bekleyişin ardından da nihayet kapı açılmış ve Hasret görünmüştü. Fikret kızı görür görmez şaşırıp "Duru güzellik diye buna denir. Bu kıza karşı neden bu kadar korumacı olduğunu şimdi daha iyi anladım galiba" deyince Orhan'da uzaktan da olsa kızın tedirgin gözlerine dikkatle bakarak "Güzel olduğu için değil yardıma ihtiyacı olduğunu hissettiğim için buradayım" dedi. Kardeşi buna inansa mıydı acaba?

srdytuy.jpg


Fikret kuşkucu bakışlarını kardeşine çevirirken bir yandan da ona inanmamış gibi imalı bir tavırla "Öyle diyorsan öyledir herhalde" deyince Orhan'da kardeşine ters bir bakış atarak "Tamam duymak istiyorsan söyleyeyim de şu rahatsız edici bakışlarını üzerimden çek artık" dedi. Fikret gülümsüyor bir yandan da dinlediğini söylüyordu. Orhan'da baktı bu konudan kaçış yok mecburen Hasret hakkındaki düşüncesini paylaşıp "Kabul ediyorum! Kızın o duru güzelliğini görmemek için kör olmak gerekir ve şundan emin olabilirsin ki benim gözlerimde en az senin gözlerin kadar iyi görüyor ama işe bak ki şu an konumuz bu değil" dedikten sonra Fikret'in kendi halinde sırıtmasıyla da "Hadi biraz daha yaklaşalım" dedi.

Onlar usul usul yaklaşırken Salih sinirli bir tavırla söylenmeye devam edip "Ne diye geç açılıyor lan bu kapı? Ben taa dükkandan geliyom sen iki adım yerden babana kapı açmaya gelemiyon! Yarın öbür gün evlenince sıkıysa bunu kocana da yap iki günde koyar seni kapının önüne ben de seni geri alırsam namerdim!" dedikten sonra Hasret'i omzundan sertçe itip "Çekil şuradan nursuz!" diyerek içeriye girdi. Hasret kapıya vuran sırtının acısıyla canı yanmış gibi yüzünü asarken Fikret'te Orhan'ı zor tutuyordu. Şeytan diyor hemen şimdi şu an da tut şu kızı kolundan al götür bir daha da yüzünü gösterme bu baba müsveddesine!

"Bu kıza neden bu kadar yardım etmek istediğimi anladın mı şimdi?"

Fikret gördüklerinden sonra elini sakallarının üzerinde gergince gezdirirken Orhan'da bir gözü evde olarak sözüne devam edip "Senin bu az önce gördüklerin hiçbir şey değildi. Bir de kıza dükkanın önünde yaptığı muameleyi görseydin inan bana benden önce sen koşardın yardım etmeye" dedi. Haklıydı. Orhan ve kardeşleri ailelerinden sadece sevgi ve saygı görmüştü. Onların evinde kavga nedir bilinmezdi. Aralarında anlaşmazlık bile çıksa bunu sakince konuşarak hallederlerdi. Bu yüzden de bu karşılaştıkları şiddet onlara çok yabancı ve kabul edilemez gelmişti.

"Babasında vicdan denen bir şey yok. Hasret'i kızı gibi değil kölesi gibi tutuyor yanında! Kızın bu evliliğe onay verdiğini de düşünmüyorum. O adam kızının düşüncelerini umursayacak biri değil. Kim bilir neyin ya da nelerin karşılığında razı geldi bu evliliğe!"

sdfgh.gif


Fikret bir yandan kardeşini dinliyor bir yandan da gerçekten bu kız için bir şeyler yapmak gerektiğini düşünüyordu ama etkili bir çözüm bulamıyordu. İki kardeş kafa kafaya vermiş düşünürken Hasret'te onların dışarıda beklediğinden habersiz salonun bir köşesinde sessizce oturuyordu. Babası gözünün önünde durmasını söylediği için de yerinden milim bile kıpırdayamıyordu.

Salih ise dünürler geleceği için bugün ağzına bir damla içki koymamıştı ve bunun sinirini de üzerinde taşıyordu. Bu yüzden de Hasret'in kendisine göz ucuyla bakıp sonra da bakışlarını hemen çekmesinin altında bir mana arayarak "Ne bakıyon kız öyle düşman gibi! Ne geçiyor o kıt aklından söyle de alam o iki gram aklını da!" diye bağırdı. Adamın ayık hali bir dert sarhoş hali ayrı dertti. Halbuki bazı insanlar ya içtiklerinde ya da içmediklerinde lanet biri oluyordu ama bu Salih her iki türlü de çekilecek gibi değildi.

Hasret korkulu gözlerle koltuğa sinerken Ayla Hanım salon kapısından girip "Gömleğin hazır Salih hadi misafirler gelmeden giy de gel" dedi. Annesi de tam zamanında gelmişti yoksa bu adam durduk yere yine kızı hırpalayacaktı. Adam Hasret'e ters ters bakarak ayağa kalktıktan sonra karısının elinden gömleği sertçe alarak "Doğuramadın bana aslan gibi bir erkek evlat! Yıllardır şu mıymıntı kızının beş karış suratını çeke çeke içim kurudu! Bir işe de yaradığı yok anca yük olsun insana" dedikten sonra içeriye gitti.

Ayla Hanım bir süre Salih'in ardından bakıp sonra da kapıyı sertçe çarpmasıyla Hasret'in yanına geldi. Elinden bir şey gelmese de kızının başını okşayıp "Duyma sen onu saçmalıyor işte" derken Orhan ile Fikret'te dışarıda dokuz doğuruyordu. Pencereden kızı bir görseler dikkatini çekeceklerdi ama Hasret'in saçının teli bile görünmüyordu. Artık el mahkum kahve servisini bekleyeceklerdi. Hasret kahveleri yaparken Orhan bir yolunu bulup o mutfağın penceresine illa ki ulaşırdı.

•●●·٠•●●•٠·˙

Kısa bir süre sonra evin önüne bir araba yanaşmış bu arabanın arkası da mahallelinin çocuklarıyla dolmuştu. İki kardeş gelenlere bakarken arabadan önce bugün gördükleri o kelli felli adamla karısı inmiş sonra da elinde çiçeği ve çikolatasıyla genç bir adam inmişti. Damat namzedinin de suratından nasıl bir tip olduğu hemen anlaşılıyordu. Salih'in genç versiyonu desek herhalde yanılmış olmazdık.

Fikret adamı görür görmez düşüncesini saklayamayıp "Yok artık! O sessiz sedasız kızı bu adama mı verecekler? Adam mahalle kabadayısı gibi" derken onun aksine sessiz kalan Orhan'da bir an önce kapının açılmasını bekliyordu. Bu defa kapı Hasret değil annesi ve "Vay dünürüm! Hoş geldiniz buyrun buyrun geçin içeriye... Hürmetler yenge hanım" diyen babası tarafından açılmıştı. Salih'in misafirleri karşılarken yüzünde güller açıyordu. Artık damat adayının ailesinden ne menfaati varsa...

Aile misafirleri içeriye alırken nihayet mutfağın ışığı da yanmıştı. İki kardeş aynı anda o yöne bakarken Fikret Orhan'ı dirseğiyle dürtüp "Hadi git! Biri gelirse ıslık çalarım hemen uzaklaşırsın" dedi. Orhan gizli saklı bahçeye girip eğilerek evin etrafından dolanırken Fikret'te onu hayretler içerisinde izliyordu. Kırk yıl düşünse kardeşini bu halde göreceği aklının ucundan dahi geçmezdi. Fikret'e göre bu Hasret denen kızda Orhan'ı bilinçli ya da bilinçsiz kendisine doğru çeken bir şeyler vardı. Belki de hayata yeniden tutunmasını sağlayacak bir şeyler...

Kardeşinin düşündüklerinden habersiz evin mutfak penceresine yaklaşan Orhan da kapalı olan perdeden içeriyi görmeye çalışıyordu. İçeridekinin Hasret olduğundan emin olduktan sonra da tam pencereyi tıklatıyordu ki Hasret'in annesi mutfağa girip kızına "Yavaş yavaş kahveleri yapmaya başla. İlk önce Sadi Bey'e sonra Münevver Hanım'a sonra da babanla bana vereceksin unutma. En son Nadir'e götür ver ama sakın servis yaparken eline sağlık dediğinde onunla göz göze gelme baban kırar bacaklarını tamam mı kızım? Hadi kazasız belasız geçirelim şu günü" demeye başladı.

Hasret el mahkum bir şekilde başını sallamaktan başka bir şey yapamıyordu. Ayla Hanım da diyeceğini deyip kızının sırtını sıvazladıktan sonra tam kapıdan çıkarken aniden "Ha Hasret!" diyerek geri dönmüştü. Hasret ne olduğunu sorar bir halde annesine bakıp sessiz kalırken Ayla Hanım da buruk bir bakışla "Eşarbını tak çıkma böyle insanların karşısına da akşam akşam kurdurmasın baban" dedi. Ağzına laf vermemek lazımdı tabii.

Hasret giden annesinin ardından bir süre boş gözlerle kapıya doğru bakıp kalmıştı. İçeriden gelen seslere tahammül edemeyince de kahveleri yapmaya başlamak için çekmeceyi açtı. Ölçü için bir kaşık alması gerekiyordu ancak eli ondan bağımsız hareket edip kaşık yerine bıçağa doğru gitmişti. Aklından pek iyi şeyler geçmediği de açıktı. Onu izleyen Orhan da ne yaptığını anlayamamış bir halde bakarken Hasret'in elinde tuttuğu bıçağa biraz garip baktığını görünce kendisine saplayacağını anlayıp bir hışımla "Sakın yapma Hasret!" diyerek parmağının tersini pencereye doğru vurdu.

O sesle beraber Hasret'te aniden kendisine gelip korkuyla elindeki bıçağı yere düşürdü. Yerdeki bıçağa ve titreyen ellerine bakarken kendisini nasıl bu denli kaybettiğini düşünüyordu. Az kalsın o bıçağı kendisine saplayacaktı ve belli ki bunu da bilinçli bir halde yapmayacaktı. Aklını mı kaçırıyordu yoksa? Gerçi bu baba olacak adamın yanında akıl sağlığının bu kadar yerinde olması bile mucizeydi.

Hasret yaşadığı şokla olduğu yerde kalıp pencereye doğru da bakmayınca Orhan kendisini fark etmesi için camı bir kez daha tıklattı. Bu defa amacına ulaşmış ve Hasret sesi duyar duymaz şaşkın bakışlarını pencereye doğru yöneltmişti. O karaltı... Biri mi vardı orada?

Hasret dışarıda kimin olduğunu anlayamamış bir halde çekinerek pencereye yaklaştıktan sonra hızla atan kalbini tutup perdenin ucundan baktı. Baktı ama bakmasıyla da Orhan'ı görüp perdeyi geri kapatması bir oldu. Doğru mu görmüştü anlayamıyordu. Hem bu adamın burada olması hiç de mantıklı değildi. Hem ne diye gelsin ki buraya? Orhan pencereyi tıklatıp sessizce "Hasret!" diye seslenince Hasret'te doğru gördüğüne kanaat getirip perdenin ucundan bir kez daha baktı. Orhan da ona camı açması için işaret yapıyordu.

Hasret dediğini yaptığında Orhan önce ne diyeceğini şaşırsa da sonra vakit olmadığını bildiği için konuya hızlı bir giriş yapıp "Baban seni evlendirmek mi istiyor?" diye sordu. Hasret şaşkınlık içinde bakıyor bir yandan da neden bunu sorduğunu anlayamamış bir halde evet dercesine başını sallıyordu. Orhan ise hemen kilit soruyu sorup bu sefer de "Peki sen evlenmek istiyor musun?" diye sordu. Hasret'in bakışları o anla birlikte değişmişti. İstemiyordu tabii ki. Babası resmen kendi rahatı için Hasret'i diri diri mezara sokmaya çalışıyordu.

Hasret babasının er ya da geç bu evliliğin gerçekleşmesini sağlayacağını bildiği için dolmak üzere olan gözlerini kaçırarak başını da evlenmek istemediğini belli edecek şekilde iki yana salladı. Orhan bunu tahmin etmişti zaten. Kardeşine doğru dönüp Fikret'ten sorun olmadığına dair bir işaret aldıktan sonra tekrardan Hasret'e dönerek "Madem istemiyorsun o halde o adamla evlenmeyeceksin" dedi. Hasret bunu duyar duymaz bakışlarını ona doğru çevirirken Orhan'da kendisinden gayet emin bir tavırla kızın gözlerine bakıp "Seni ait olmadığın bu yerden çekip alacağım. Sana söz veriyorum yapacağım bunu" dedi. Ne dedi o? İyi de nasıl yapacak ki bunu?

dtdhtf.jpg


●●3.Bölümün Sonu·٠●●٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya ya da alttaki linkte yer alan "Hasret / Okur Yorumları" sayfasına yapabilirsiniz
:papatya:
 
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.286
Tepki
83.783
Puan
113
Konum
İstanbul
4.Bölüm Benim senin gibi şehir eşkıyasına verecek kızım yok!

"Seni ait olmadığın bu yerden çekip alacağım. Sana söz veriyorum yapacağım bunu"

Orhan belki bu sözleri plansız programsız kafasında tartıp biçmeden söylemişti ama bu sözlerinin arkasında durmayacağı anlamına da gelmiyordu. Gördüklerinden ve duyduklarından sonra bunu yapması gerektiğini kalben hissetmişti çünkü. Hatta belki de sakin kafayla düşünüyor olsaydı da farklı bir sonuca varmaz yine aynı kararla çıkardı Hasret'in karşısına.

Orhan'ın tüm samimiyeti ile söylediği bu sözler sonrası aralarında derin bir sessizlik olmuştu. Hasret ne düşüneceğini bilemez bir halde hiçbir şey söylemeden hiçbir tepki vermeden karşısındaki genç adama bakıyordu. Ne yalan söylesin içeride oturan Nadir belasını düşününce Orhan'ın dedikleri içine bir miktar su da serpmişti ama yine de tanımıyordu ki bu adamı. Tamam temiz yüzlü hali vakti yerinde nazik kibar merhametli görünen bir gençti ama yine de gerçekte kimdir necidir niyeti fikri nedir bilemezdi ki. Hem bir insan niye tanımadığı bilmediği bir kız için böyle bir şey yapmak ister ki diye düşünüyordu ister istemez. Ayrıca hadi diyelim böyle bir yola adım attı bu dediği şeyi nasıl yapacaktı? Hasret ona güvense de Orhan bunu denese de Salih onlara asla izin vermezdi ki.

Ağzından böyle bir sözün çıkmış olmasına kendisi de şaşırsa da Orhan'ın sözüm senettir tavrı duruşuna da bakışlarına da bire bir yansımıştı. Ne derece kararlı olduğunu o da anlasın diye gözlerini Hasret'in cam gibi parlayan gözlerinden çekmeden "Yarın çiçekçi dükkanına yeniden geleceğim. O zaman...." derken Hasret aniden arkasını dönüp kapıya doğru baktı. Bir ayak sesi vardı. Annesi kahvelerin neden hâlâ gelmediğini sormak için kızına bakmaya geliyor olmalıydı.

Hasret bunu anlar anlamaz Orhan'ın ne olduğunu sormasına aldırmadan pencereyi kapatıp perdeyi çekerek ocağın başına geri geldi. Annesi de kıpkırmızı bir suratla içeriye girip "Sen daha kahveleri yapmadın mı? İnsanlar kahve gelmeden konuya giremiyor. Baban köpürdü hadi kızım çabuk ol" dedikten sonra kızıyla birlikte alelacele kahveleri ocağa koyup birlikte hazırlamaya başladılar.

Annesinin salona geri dönmesinin ardından Hasret bir yandan kahvelerin köpüklerini fincanlara bölüyor bir yandan da Orhan'ın gelişi ve söyledikleri yüzünden gülümsüyordu. Yapabilir miydi bunu gerçekten? Hasret'i çekip alabilir miydi bu hapishaneden farksız yerden? Tuhaf bir şekilde Hasret buna kalben inanmıştı. Orhan'ın tavrı netti ve öyle boş sözler verebilecek biri gibi de görünmüyordu. En azından Hasret öyle olduğunu düşünmek istemişti.

Hasret'in tek çekincesi bunu nasıl yapmayı düşündüğüydü. Sonuçta Salih kızını hangi deliğe girse bulur sonra da sen benim başımı nasıl öne eğersin gerekçesiyle öldürmekten beter ederdi. Bu son düşündüğü şey bir anlık buradan kurtulabilirmiş hissinin üzerine adeta beton dökmüştü. Salih'in varlığı hayal kurma hüsran olur senin hayatın burasıyla sınırlı diyordu sanki.

Düşünceli bir halde fincanları doldurduktan sonra annesinin tembihlediği gibi başını örtüp tepsiyi de alarak beş karış suratla mutfaktan çıktı. Keşke ne nemrut kızmış bakışlarında bile meymenet yok çirkin aksak bir şey deseler de vazgeçseler şu isteme işinden. Maalesef Hasret'in güzelliği her türlü kusurunu örtüyordu. Somurtkan hali bile ayrı güzeldi.

"Ah! Kahvelerimiz de Yemen'den geldi çok şükür!"

Salona Münevver Hanım'ın şaka ile karışık kinayeli sözleriyle adım attığında bir an babasına doğru bakacak gibi oldu ama sonra alacağı karşılığı bildiği için Salih ile göz göze gelemeden bakışlarını geri çekti. Babası kesin Münevver Hanım'ın sözlerini duyunca içten içe söylenmişti kendisine. Hatta gittiklerinde bunun hesabını da soracağından adı gibi emindi.

En kötüsü de Nadir anasının babasının yanında olmasını umursamadan rahatsız edici bir bakışla Hasret'i baştan aşağıya süzüyor annesi de gelin alacağı kızı kusur arar gözlerle didik didik edip bir yandan da artık neyini beğenmediyse burun kıvırıp duruyordu. Hasret bu taciz niteliği taşıyan nahoş bakışları hemen fark etmiş ve epey de rahatsız olmuştu ama o an ikaz eder gibi öksüren babasıyla göz göze gelince korkuyla hemen başını eğmek zorunda kalmıştı. Hay aksi! Halbuki annesi de ona buna bakma diye sıkı sıkı tembihlemişti. Artık yapacak bir şey yoktu. İş işten geçmişti bir kere.

Kahve tepsisini aynen annesinin de söylediği gibi önce Sadi Bey'e doğru uzattı. Adam kahveyi alırken eşine ve oğluna nispeten daha kibar bir tavır takınıp önce "Sağ olasın kızım" dedi sonra da Salih'e doğru dönüp "Maşallah kızın da pek hanım pek güzel Salih. Allah yolunu bahtını açık etsin" dedi. Etsin de o yolda oğlun Nadir olmasın inşallah!

Salih koltukları kabara kabara "Öyledir benim kızım mahallede üstüne tanımam. Allah sahibine bağışlasın. Her şeylerin en güzeline en iyisine layıktır benim Hasret'im" derken Hasret içten içe hangi dağda kurt öldü de övülüyorum hislerine kapılmış tepsiyi uzattığı Münevver Hanım'da fincanını alıp "Ben kahveyi köpüklü severim ama hadi neyse bu defalık böyle olsun" demişti sanki kız köpüksüz kahve getirmiş gibi. Ah be! Karşısında başka biri olacaktı ki yüzüne baka baka "Zıkkım iç!" desin ama dua etsin Hasret'in buna terbiyesi müsaade etmiyordu.

Kahveleri uygun bir sırayla dağıttıktan sonra en son Nadir'in önüne gelip kahvesini alması için tepsiyi ona doğru uzattı. Adam hadsiz gözlerini Hasret'e dikmiş bir yandan da kahve fincanını almak için elini tepsiye yaklaştırmıştı. Hasret bir an önce alsın da önünden çekilip mutfağa gidebilsin diye bekliyordu ancak Nadir'in bir pislik yapacağı da bakışlarından belliydi.

sdefghjk.jpg


Nadir baktı kız bakışlarına karşılık vermiyor bu defa da imalı olduğu kadar samimiyet dozu da kaçık bir ses tonuyla "Ellerine sağlık" dedikten sonra kahveyi alma bahanesiyle Hasret'in eline dokundu. Ancak tam o anda da ters ters bakan Hasret adamın elini okşadığını hissedip refleksle tepsiyi geri çekti. Tabii o anla birlikte tepsideki kahve devrilip Nadir'in üzerine dökülmüş adam can havliyle "Ah! Yandım be dikkat etsene!" diyerek ayağa sıçramıştı.

Hasret korku dolu gözlerle geri geri giderken salonda da bir kaos olmuştu. Ayla Hanım kızı adına özür dileyip üstünü silmesi için peçete veriyor Nadir sıcak kahveyle neye uğradığını şaşırarak kimseyi dinlemeden banyoya doğru gidiyor Münevver Hanım'da bir yandan dizini dövüp bir yandan da kocasına "Kız daha kahve servisi bile yapamıyor Sadi! Bu kız oğluma torunlarıma nasıl bakacak? Hadi kalk gidelim!" diyordu. Kadın gelin değil kazık kadar oğluna bakıcı alıyordu sanki! Salih'in derdi ise Hasret'ti. Kızına öyle bir bakış atmıştı ki Hasret misafirler gittikten sonra başına neler geleceğini anlayıp sessizce ağlamaya başlamıştı.

Kız isteme töreni Nadir'in kızgın bir halde geri dönerek kapıyı sertçe vurup çıkmasıyla sona ermişe benziyordu. Salih dünür saydığı insanları daha kızı bile istemediklerini söyleyerek durdurmaya çalışırken Münevver Hanım'da sehpadaki çiçeği ve çikolatayı alıp "Al bu beceriksiz kızını da hayrını gör Salih Efendi!" dedikten sonra kocasıyla birlikte apar topar evden ayrıldı. Onların bu hararetli çıkışı dışarıda bekleyen Orhan ile Fikret'i de şaşırtmıştı. Önce damat adayı evden sinirle çıkmıştı şimdi de ailesi peşinden gidiyordu. Belli ki kız isteme töreni başarısızlıkla sonuçlanmıştı.

Fikret ile Orhan işin kendiliğinden bozulmasına anlık bir şekilde gülümsese de bunun neye sebebiyet verebileceğini düşününce aynı anda yüzlerini asarak koşar adım bahçeye girdiler. Hislerine güvenmekle de iyi yapmışlardı çünkü pencereye yaklaşıp içeriyi gözlediklerinde Ayla Hanım'ı Hasret'in önüne geçmiş Salih'i de kemerini çıkararak bir yandan kızına vurup bir yandan da küfür kıyamet bağırırken bulmuşlardı.

Fikret bu şok görüntü sonrası ne yapacaklarını anlamak için kardeşine doğru döndü ama döndüğünde Orhan'ı yanında bulamadı. Halbuki daha şimdi buradaydı. Gerçi bulamaması da normaldi çünkü Orhan adamın elindeki kemeri görür görmez neler olabileceğini anlayıp çoktan evin önüne doğru giderek kapıyı yumruklamaya başlamıştı bile.

Fikret kardeşini yanında bulamamanın telaşıyla ön tarafa doğru giderken tam "Ne yapıyorsun Orhan?" diyordu ki adeta önüne uçtuğu kapı Salih tarafından açıldı. Arkasını döndüğünde Salih ikisine de ters ters bakıyordu. O da Sadi Bey oğlunu ikna etti de geri döndüler sanmıştı ama o iş öyle değildi.

Orhan adamın elindeki kemere şöyle bir baktıktan sonra kim olduğuna dair hiçbir açıklama yapmadan başını içeriye doğru uzatıp "Hasret!" diye bağırmaya başladı. Hasret bu seslenişle tedirgin olup annesine bakmış Fikret'te ne saçmalıyorsun dercesine kardeşine bakıp kolunu dürtmüştü ama yok Orhan'ın gözü dönmüştü bir kere kimseyi dinleyecek halde değildi.

Adamın tekinin kapısına dayanıp kızına seslendiğini duyan Salih ise Orhan'ı kapının dışına doğru itip "Hop hop!" dedikten sonra iki kardeşe de öfkeyle bakarak "Senin benim kızımla ne işin olur efendi? Bas git akşam akşam asabımı bozma benim!" diye bağırdı. Orhan öfkeli bir halde ona doğru bir adım atarken araya girmeye niyetlenen kardeşine "Fikret sen karışma!" dedikten sonra yeniden Salih'e döndü ve tek gözünü kısa kısa "Bozarsam ne olur?" dedi. Valla pek iyi şeyler olmaz gibiydi. Hasret ile annesi olanı biteni kenar köşeden korku dolu gözlerle izlerken Orhan da kızın ağlaması bir yana dudağının da kanadığını görmüştü. Birkaç dakika içinde kızı ne hale getirmiş lanet herif!

rytgy.jpg


Hasret'i o halde görünce Orhan iyi olup olmadığını anlamak için içeriye girmek istemişti ama Salih ona engel olup "Lan gidin şuradan haneye tecavüzden attırırım sizi içeri belanızı benden bulmayın!" dedi. Orhan'ın gitmeye niyeti yoktu. Salih ise ona diyeceğini dedikten sonra Hasret'e dönerek "Tanıyon mu kız bunları? Seni gözümün önünden ayırmıyom hangi ara kuyruk salladın da kapıma gelmeye cesaret ettiler!" diye bağırdı.

Hasret korkudan ağzını bile açamamıştı. Kazara bir tanıyorum dese bu adam onu lime lime ederdi herhalde. Hasret suskun kalınca onun yerine bu soruyu Orhan cevaplamış ve kendi kardeşi dahil oradaki herkesi şaşırtarak "Bana bak doğru konuş Hasret'in babası falan demem bütün kemiklerini kırıp eline veririm senin! Kimsenin kimseye kuyruk salladığı falan yok. Biz Hasret ile sözleştik kızına da ben talibim! Onu da benden başka hiç kimseye veremezsin!" demişti. Ne dedi ne dedi!


strdyyguh.jpg


Fikret büyük bir şokla kardeşine bakıp "Orhan ne diyorsun sen aklını mı kaçırdın?" derken Hasret'te ondan farklı değildi. Demek seni çekip alacağım derken bunu kastediyordu. Evlenecekti kendisiyle. İyi de neden böyle bir şey yapıyordu ki?

Orhan kardeşinin söylediğini umursamazken Salih ikisini de şöyle bir süzüp önce "Demek kızı istiyorsun" dedi sonra da Orhan'ın gayet kararlı bir şekilde "Evet istiyorum!" demesiyle de "Benim senin gibi ev basan şehir eşkıyasına vercek kızım yok. Hadi yallah başka kapıya!" diyerek kapıyı sertçe yüzlerine kapattı. Orhan kapıyı yumruklayıp bir yandan da "Hasret odana git kapıyı da üstünden kilitle!" diye bağırırken Fikret'te kardeşini tutmaya çalışıyordu. Ne yalan söylesin içinden de Allah'tan adam gaza gelip kızı vermedi diye geçiriyordu tabii. Tamam kıza yardım etmeyi Fikret'te istiyordu ama evlenmek de ne demekti Allah aşkına!

•●●·٠•●●•٠·˙

Orhan yılmamıştı. Karakola giderek şikayetçi olmuş ve bu sefer de kapıya polislerle dayanmıştı. Tabii bundan sonrası da pek umduğu gibi gitmemişti çünkü Hasret babasının korkusundan yapılan ihbarın gerçek olmadığını ve Orhan ile Fikret'in de kapılarına dayanıp kendisiyle alakalı asılsız şeyler söyleyerek ailesini rahatsız ettiğini yazılı bir şekilde polise iletmişti.

Fikret zaten böyle olacağını biliyordu ama Orhan yine de bir umutla kızın gerçeği söyleyebileceğini düşünüyordu. En kötüsü de bir daha bu eve yaklaşmamaları konusunda ciddi bir uyarı almaları olmuştu. İki kardeş çıkan kargaşa sonrası şimdi de sessizce arabada oturuyordu. Hâlâ gitmemişler uzaktan bir yerden eve doğru bakıyorlardı.

"Orhan sen ne yaptığının farkında mısın? Doğru düzgün tanımadığın bir kızın babasına kızına talibim dedin! Ya adam kabul edip kızı verseydi?"

Orhan sessizce durup düşünmeye devam ediyordu. Aslında bunu söylemeyi o da planlamamıştı ama kızı öyle yüzü gözü kan içinde görünce o an tek çare de bu gibi gelmişti. Kardeşi cevap vermeyince Fikret her zaman yaptığı gibi yine kolunu dürtüp "Aklından yine neler geçiyor Orhan?" diye sordu. Neler geçmiyordu ki?

Orhan saate bakıp gece yarısına yaklaştığını görünce eve doğru baktı. Işıklar kapanmıştı yani uyumuş olmalılardı. Bundan aldığı cesaretle arabanın kapısını açıp "Fikret sen burada kal ben hemen döneceğim" dedi ama Fikret onu anında kolundan yakalayıp "Saçmalama! Geceyi nezarette mi geçirmek istiyorsun?" diye sordu. Haklıydı. Yaptıklarından sonra zaten zor bela salınmışlardı. Şimdi Orhan ihtara rağmen oraya gider bir de yakalanırsa artık babası gelse onları kurtaramazdı.

Orhan kardeşine bakıp "Hasret'e söylemem gereken bir şey var. Söyleyip hemen geri döneceğim sonra da söz veriyorum birlikte eve döneceğiz" dedi. Fikret yapma der gibi baksa da Orhan kafasına koyduğunu yapma derdindeydi.

"Dikkat et bari kimseye görünme"

"Merak etme sadece Hasret'e görünüp geri döneceğim"

Fikret'i orada bıraktıktan sonra ses çıkarmamaya özen göstererek eve yaklaşıp bahçeye girdi ve evin etrafından dolanıp Hasret'in odasının neresi olduğunu anlamaya çalıştı. Bulması da zor olmamıştı çünkü ışığı kapalı olsa da Hasret henüz uyumamıştı. Orhan gören olup olmadığını kontrol ettikten sonra pencereyi yavaşça tıklatıp açılmasını beklemeye başladı.

Hasret'te sesi duyar duymaz pencereye doğru bakmış ve yine Orhan olabilir mi diye beklemeden heyecanla perdesini açmıştı. Gerçekten de oydu. Her şeye rağmen gitmemişti. Gülümsemek ile gülümsememek arasında gidip gelirken Orhan'ın camı açmasını istemesiyle dediğini yapıp camı araladı.

Orhan burada fazla oyalanmaması gerektiğini biliyordu. Bu yüzden de direkt sadede gelip kendisine şaşkın şaşkın bakan Hasret'e "Bu saatte geldiğim için özür dilerim ama yarını bekleyemedim. Babana söylediklerim konusunda ciddi olduğumu bilmeni istiyorum. Eğer sen de razıysan yarın dükkana gelirken kimliğini de yanına al. Nikah için başvurup birkaç gün içinde de evlenerek bu esaretten kurtulmanı sağlayacağım" deyince Hasret'te kulaklarına inanamamıştı. Orhan'a bakıyordu ama onun gerçek mi yoksa hayal mi olduğuna bir türlü karar veremiyordu.

Bu adam bir anda nereden girmişti ki hayatına? Karşılaşmaları sıradan bir rastlantıdan ibaret miydi yoksa zaten birbirlerinin kaderlerine mi yazılmışlardı? Ne olursa olsun görünen o ki Hasret'in bu esaretten kurtulması Orhan'ın elinde gibiydi.

wefghj.png


Orhan'ın sözlerinden sonra Hasret sessizliğini bir müddet korumuştu. Aslında biraz da tedirgin olmuyor değildi. O da haklıydı tabii sonuçta Orhan'ı hiç tanımıyordu. Tamam iyi birine benziyordu ama ne olursa olsun o Hasret için bir yabancıydı. Hiç tanımadığı bir adama nasıl bu kadar çabuk güvenebilirdi ki?

Gerçi Nadir'i biliyorlardı da ne oluyordu? Adamın kız istemeye gelmiş halleri ortadaydı. Ailesinin yanında kıza sarkmadığı mı kalmıştı bağırıp çağırmadığı mı? Saklamıyordu da kendisini nasıl biri olduğu alenen ortadaydı. Sanki lanetin tekiyim ben gör bak öyle var bana sonradan mızmızlanma der gibiydi hali tavrı.

Hasret ne yapacağını bilemez bir halde kendisinden bir tepki bekleyen Orhan'a bakarken tam dudaklarını oynatıp bir şeyler söyleyecekti ki içeriden kapı kapanma sesi duyuldu. Ya annesi ya da babası uyanmış olmalıydı. O saniyede de Orhan'ın "Dur kapatma!" demesine kalmadan hemen pencereyi kapatıp perdeyi de sonuna kadar çekerek hızla yatağının içine girdi.

Ara sıra da kapıya olduğu gibi pencereye doğru da bakıp Orhan'ın gidip gitmediğini anlamaya çalışıyordu. Oradaydı. Kenara çekilmiş olsa da gölgesi belli belirsiz halde perdeye vuruyordu. Hasret yüzündeki tebessümle çekil demek istermiş gibi perdeyi hızlı hızlı salladıktan sonra elini çekip yorganı da başına kadar örttü. İçeriden de kulağına takır tukur sesler eşliğinde babasının "Fazla bir şey yapma iki tek atıp yatcam" demesi gelmeye başlamıştı. Bütün gün içemedi ya gözüne uyku girmedi tabii adamın.

Yorganın altında içeriden gelen sesleri dinleyen Hasret bir yandan da Orhan'ın hem babasına hem de kendisine söylediklerini düşünüyordu. Aslında daha da çok Orhan'ı düşünüyordu. Sanki yavaş yavaş kanı ısınmaya da başlamıştı ona. Bir kere hoş bir adam olmasının yanı sıra nazikti kibardı korumacıydı ve Hasret'e bakarken gözleri de şefkat doluydu.

Ama bugün kendisini istemeye gelen Nadir öyle miydi? Kaba saba ve sinirli biri olduğu gün gibi açıktı. Hasret'e karşı olan saygısız bakışları da ortadaydı. Babası o adamla evlenmeye mecbur ederse Hasret bir hapishaneden çıkıp başka bir hapishaneye geçmiş gibi olacaktı. En kötüsü de bu sefer kurtulmak için hiçbir umudu da kalmayacak o adamın yanında aynı annesi gibi yitip gidecekti. Hasret bunları düşünürken içeriden de yine sesler gelmeye başlamıştı.

"Of! Ne diye bozuldu bu şimdi?"

"Ne o Salih?"

"Radyo ne olcak! Ben yokken kurcalıyonuz mu ne yapıyonuz tam da türkünün en güzel yerinde gitti bu meret!"

"Neden kurcalayalım ki senin radyonu? Ellemedik vallahi. Hem boş ver Salih bu gecelik dinleme zaten geç oldu yarın tamir ettiririz öyle dinlersin"

"Bak bak bak üç kuruşluk aklıyla verdiği cevaba bak! Şurada kaçırdığınız keyfimi yerine getirem diyom sabahtan beri analı kızlı birlik olmuş gibi daha da çok çıldırtıyonuz adamı!"

"Ne yapayım şimdi bilemedim ki..."

"Sen hiçbir şey bilme zaten! Bugüne kadar neyi bildin ki bunu bilesin? Hadi kalk şuradan kızı çağır"

"Hasret'i mi? İyi de kız uyuyor ama..."

"Uyandır o zaman!"

"Kıza ilişme Salih bugün çok yoruldu bırak uyusun. Söyle ne istiyorsan ben yapayım"

"Bak dakka tutuyom bir dakka içinde kızın ahanda şuraya bir gelmemiş olsun saçından sürüyerek getirir oturturum karşıma "

"Tamam tamam uyandırıyorum"

Babasının sözlerini duyan Hasret daha annesi odaya bile gelmeden yorganını üzerinden çekmiş ayağa da kalkmıştı. Ayla Hanım da sessizce içeriye girip kızını üzerine hırka giyerken görünce üzgün bir halde "Hadi acele et kızım" diyerek yeniden mutfağa geri döndü. Etmeyip de ne yapacaktı zaten?

Hasret hırkasının önünü bağlayarak odasından çıktığında babası da ona dik dik bakıp "Öyle yan gelip yatmaylan olmuyor Hasret Hanım! Gel otur bakayım karşıma" dedi. Salih'in sözünü ikiletmeden karşısına oturduğunda babası da bu gece olanları düşünerek kızına ters ters bakmaya başlamıştı. Hasret ise hangi an patlayacağını bilemediği için huzursuzca önüne bakıp duruyordu.

Salih bardağını eline alıp içerken bir yandan da önündeki kızartma tabağını işaret ederek "Ye hadi ye!" dedi. Hasret'in bakışları bu dediğini duyar duymaz babasına dönmüştü. Saat gece yarısını geçmiş ne yemesinden bahsediyordu Allah aşkına? Kızın içini dışına çıkaracak bu saatte. Ayla Hanım da yanlarına gelip oturunca Salih gözlerini anne kızın arasında gezdirip "Bitcek o tabaktakiler sonra canın anacığın kızım aç açına yattı diye üzülüyo" dedikten sonra radyosunu yeniden eline alıp ses çıksın diye de üst tarafına birkaç kez vurmaya başladı.

Hasret endişeli gözlerle annesine yiyemem der gibi bakınca Ayla Hanım'da bir yandan önüne çatal koyar gibi yapıp bir yandan da yemeyecekse babasına belli etmeden eline verdiği peçeteye koymasını işaret ediyordu. Onlar kaş göz işaretleriyle anlaşırken Salih elindeki radyoyu koltuğun üzerine sinirle atıp "Uğraşamam bununla sen söyle" dedi. Kim ne söyleyecek?

Ayla Hanım eşinin bakışlarını takip edip Hasret'e baktığını görerek "Ne söylesin bey?" deyince Salih az önce dediği şeyi açıklayıp "Yarım kalan türküyü diyom. Kızın söylesin radyo çalışmıyo. Hem bu zıkkım şarkısız türküsüz gitmez boğazımdan" dedi. Gitmesin de zaten kalsın boğazında! Annesi kulağına doğru sokulup az önceki türkünün ne olduğunu söylerken Hasret'te iyiden iyiye bunalmış bir halde hem ağlayıp hem de türküye giriş yaptı.


Türkünün sözleri akıp gittikçe Hasret'te gözlerini kapatmış aklına Orhan ile ilgili güzel şeyler getirip bu eziyetten zihnen uzaklaştırmaya çalışıyordu. O Orhan'ın yarasını temizleyip elini sardığını ve penceresinden camı tıkladığı anları düşünerek türküsüne devam ederken o sıralarda kalp kalbe karşıymış gibi Orhan'da onu düşünüyordu.

Bu evlilik fikrini de iyiden iyiye kabullenmişe benziyordu. Hatta hiç tereddüdü kalmamış eve dönüş yolunda da kafasında her şeyi oturtmuştu. Hasret yarın kimliğiyle bir gelsin hemen işlemleri başlatıp o narin kırılgan kızı o vicdan yoksunu adamın elinden alacaktı.

"Orhan..."

"Ne oldu?"

"Dalmışsın"

"Hasret'i düşünüyordum. O adamla aynı çatı altında olduğunu bilmek beni çok huzursuz ediyor"

"Fark ettim ama eve geldik hadi içeriye girelim. Annem yine camın önünde merakla bizim dönüşümüzü bekliyor"

Orhan ile Fikret'in omuz omuza vermiş eve doğru yürüdüğünü gören Neyhan Hanım sonunda rahat bir nefes almıştı. Saat kaç olmuş nereden geliyordu bu çocuklar allasen! Apar topar odadan çıkıp kapıya doğru geldiğinde içeriye giren çocuklarına sitemkar bir şekilde bakıp "Aşk olsun ikinize de! Ne işiymiş bu saat kaç oldu oğlum gündüzler torbaya mı girdi?" deyince Orhan ile Fikret aynı anda tuttukları çiçeği Neyhan Hanım'a uzatıp yanaklarına da birer öpücük kondurarak "Özür dileriz. Bir daha olmayacak" dediler. Ha olsaydı bir de!

Neyhan Hanım çiçeğini kucaklayıp oğullarına bakarak "Hırlısı var hırsızı var evlatlarım öldüm öldüm dirildim. Bak üstümü bile değiştiremedim size bir şey olur da hemen evden çıkmamız gerekir diye" dediğinde Orhan'da durumu kontrol altına almak için hemen annesine sarılarak "Korkma annem bir şey olduğu yok. Hatta sana yakında çok güzel bir sürprizim var" dedi. Neyi varmış neyi?

Neyhan Hanım meraklı bakışlarını oğluna çevirip neden bahsettiğini sorarken Fikret'te kardeşinin hâlâ aynı fikirde ve aynı kararlılıkta olduğunu anlayıp ellerini bitik bir halde başının üzerine koydu. Yapmasa ya şöyle kadın huylanacak şimdi! Orhan annesine sürprizini zamanı gelince söyleyeceğinden ve çok mutlu olacağından bahsederken Hasret'te türküsünü bitirmiş tebessüm ettiğini fark eden babasının da "Hiç heveslenme vermem seni o adama!" demesiyle gözlerini açmıştı.

Baba kız o an göz göze kalmıştı. Hasret Orhan'dan bahsettiğini anlayıp içten içe üzülürken babası da hem içip hem de Orhan ile ilgili konuşmaya devam ederek "Beyzadeye bak hele gül gibi kızıma talipmiş! Geçmiş karşıma bir de utanmadan arlanmadan gerine gerine söylüyor. Talip olduğu kızın babasının önünde saygıdan el pençe divan durcana gelmiş bir de kafa tutuyor benimle dünkü çocuk! Kemiklerimi kırıp elime verirmiş ha... Sen kimsin efendi! Öyle ev basıp talibim demeylen olmaz o işler önce adam olcan öyle çıkcan karşıma yoksa benden değil kız çöp poşeti bile alamazsın!" dedi. İşte adamına göre muamele yapınca senin kısmetine de bu düştü be Salih Efendi!

Hasret bir şey söylememek için zor duruyor annesi de yer sofrasının altından cevap vermesin diye hırkasının ucunu çekiştiriyordu. Neyse ki Salih sonunda gidip zıbarmaya karar vermiş olacak ki oturduğu yerden sallana sallana ayağa kalktı. Onunla birlikte anne kızda kalkmış söylenmesine fırsat vermeden hemen Salih'in kollarının altına girmişlerdi. Adam da yürümeye çalışırken hâlâ konuşuyor Hasret'e de "Hiç onunla bununla hayal kurma asıl ben kırarım kolunu bacağını! Ben söz verdim seni Sadi'nin oğlu Nadir ile evlendircem. Hele bir taş koy yoluma bak ne oluyor görürsün" diyordu.

Hasret kayan babasını sinirle yeniden omuzlarken bir yandan da gayri ihtiyari bir şekilde "O adamla evleneceğime ölürüm daha iyi!" deyince Salih bu dediğini duyarak durdu. Ayla Hanım kızdığını anladığından aralarına geçmek için bir adım atsa da Salih olduğu yerden Hasret'e şöyle bir bakıp "Demek Nadir ile evlencene ölürsün daha iyi ha!" dedikten sonra Ayla Hanım'ın müdahalesini umursamadan "Sen ölmeyi bayılmak sandın herhalde!" diyerek kızının suratına tokadı bastı.

Maalesef o anla birlikte de hiç hoş olmayan şeyler yaşanmış Salih bir yandan kendisine karşı geliyor diye bağırıp çağırıp bir yandan da bütün sinirini oradan oraya savurduğu yerden yere attığı kızından çıkarmaya başlamıştı. Hasret babasından aldığı her darbede kararını daha da netleştiriyordu. Yarın Orhan geldiğinde ne derse kabul edip kendisini kurtaracaktı bu cehennemden...

•●●·٠•●●•٠·˙

Berbat geçen bir gecenin ardından Salih sızmış Ayla Hanım'da kızının düşerken incinen bacağına buz koymaya başlamıştı. O da kendinden çok kızı için üzülüyordu. Bugünkü genç yani Orhan ona da bir umut ışığı olmuştu sanki. Kızını koruma şekline bakılacak olunursa iyi de bir gençti. Konuşmalarından tavrından tarzından anladığı kadarıyla okumuş etmiş eli ekmek tutan sağlam biri gibiydi. Kızını ele güne de muhtaç etmezdi. Kırmaz incitmezdi de. Madem efendi gibi evlenmek de istiyordu o zaman alsın kurtarsın kızını bu caninin elinden yoksa Salih'in elinde olmasa da kızı Nadir'in elinde yok olup gidecekti.

Ayla Hanım bu düşünceler eşliğinde kızının moraran çenesini acıtmadan tutup "Sen de evlenmek istiyor musun o gençle?" diye sordu. Hasret çekinse de şu an yaşadığı hayatı gözlerinin önüne getirip ağlayarak "İstiyorum" deyince annesinde ona "O zaman gidin evlenin. Ben annen olarak razıyım" deyip sıkıca sarıldı. Kızının o katil bakışlı tekinsiz Nadir ile evleneceğine fazla tanımıyor olsa da yine de Orhan ile evlenmesini yeğlerdi.

Hasret şaşırmıştı. Annesine bakıp "Sen ne olacaksın?" diye sorunca Ayla Hanım da zoraki bir tebessümle "Sen iyi olursan ben zaten iyi olurum" dedikten sonra Hasret'in Orhan'ı kastederek "Yarın dükkana gelirken kimliğimi getirmemi istedi. Nikah işlemleri için" demesiyle de yerinden kalkıp odadan çıktı. Hasret ne olduğunu anlayamasa da annesinin birkaç saniye sonra geri gelip kimliğini avucunun içine koyarak "Al bunu kaç kurtar kendini! Bu genç kimdir nedir bilmem ama eminim ki Nadir itinden bin kat daha iyidir" demesiyle buruk bir halde gülümseyip annesine sarıldı.

Evet bunu yapacaktı.

Hem belki bir yolunu bulur ilerde annesini de kurtarırdı bu çukurdan...


●●4.Bölümün Sonu·٠●●٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya ya da alttaki linkte yer alan "Hasret / Okur Yorumları" sayfasına yapabilirsiniz
:papatya:
 
Son düzenleme:

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst