Hâtem'ül Enbiyâ
Meyve, ağacın "hâtem"idir. Toprağın bağrına yayılmış isimsiz köklerin hepsi meyvenin yüzünde bulur isimlerini. Göğe dal budak salıp dağılmış, dal uçlarına taşmış, yaprakların yüzünde saklanmış, çiçeklerin kokusuna sinmiş görünmez sır meyvenin teninde cisimleşir, ete tohuma bürünür, ele avuca gelir.
Sanki kökten dal uçlarına değin bir saklambaç oyunudur ağaç; yapraklarının hışırtısında ninniler sırrını, kurumuş kemikler gibi cansız dallarının yoksulluğunda saklar müjdesini, ancak meyvenin dizi dibinde sobelenir bakışlara. Topraktan göğe ağan katı ağaç gövdesinin söze gelmesine, dallar arasında demlenen uzun bekleyişin dile gelmesine, farkına bile varmadan meyve deyiveririz. Meyvesizlik, bir boşluktur. Semeresizlik bir küsüştür. Meyvesiz ağaç taşlanmayacak kadar terk edilmiştir, ne hali varsa göresice bir lüzumsuzdur. Meyve, ağacı anlamın göğüne iliştirir salkım salkım. Ağaç, meyve ile hikmetin toprağında kök salar. Meyve ümidi ile el üstünde tutulur. Dalları eğildikçe meyvelerin ağırlığından, daha bir dik durur ağaç. Dikildiğine değer meyvelerinin dökülmesiyle.
Meyve, çekirdeğin taşlaşmış ketumluğunun çözülüşüdür. Meyve, kırılgan aynaların göğsünden emilerek toplanmış bir sûret zaferidir. Meyve, unutulmuş zamanların kuytusundan çekilip çıkarılmış bir Yûsuf güzelliğidir. Meyve, mürekkep lekesine bulanmış varlık sayfasında "anlam"a düşen, "anlamak"la devşirilen, "anlam"ı inşa eden bir "Oku!"yucu bakışıdır.
Meyve, toprağın cana büründüğü, suyun hayata aktığı, havanın sevince boğulduğu, ateşin lezzet için yanıp tutuştuğu ağacın dört yakasını bir araya getiren düğmedir.
Meyve ağaca en sonunda gelir. En sonuncusudur ağacın cüzlerinin. Meyveden sonrası yoktur ağaçta. Ağacı şeffaf bir libas gibi sarıp sarmalayan ihtimamın, gövdesini bir yetim başı kadar serin okşamalara uzatan şefkatin kumaşı gibidir meyve. Bütün bir ağaç, gövdesiyle, dalı budağıyla, kökleri yapraklarıyla bir "meyve-öncesi" varoluştur. Bütün bir ağaç bir meyvenin eşiğinde dur(ul)mak için büyür, birikir, yığılır, toplanır. Ağacın bilindiği yerde durur meyve. Dal ve budakların, çiçek ve yaprakların şuuru gibi konuşur meyve. Bir bilinç ışıması olur meyve ve ağacın her parçasına kendi ismini koyar. Bir kelime gibi ağacın suskun yüzünü yerden kaldırır.
Meyve, ağaç sayfasında dal budak olup yayılan, köklere tutunup çoğalan, yapraklara sarılıp tebessüm eden, çiçek yüzlerinde okunan bir varoluş mektubunun sonunda bir mühür, bir hâtemdir.
İşte bu yüzden, "Hâtem'ül Enbiya" "Son Peygamber"den fazlasıdır. Hâtem, bir evrakın en sonuna vurulur; doğru. Ama evrakın baştan sona her noktasını gözeten anlamı çerçeveler ve onaylar. Evrakın sonunda olması, ‘hâtem'i mekanca ve zamanca tarif eder. Hâtem'i evraka vuran, evrakın her noktasıyla ilgilenir. Öyleyse, "Hâtem'ül Enbiya" "Son/uç Peygamber"dir.
Varlığın akıllarda kök salan sırrı "Hâtem'ül Enbiya"nın sözüyle gövdelenir, dallanıp budaklanır. Âlemlerin dal budak salıp yıldız yıldız yere doğru eğilmesi "Hâtem'ül Enbiya"nın gözünde anlama bürünür. Sonsuz sevmelere müptela insan kalbinin dünya toprağındaki sancılı bekleyişi "Hâtem'ül Enbiyâ'nın avuçlarında filiz verir. Varlığın dal uçlarında beliren peygamber çiçeklerinin dilinden solunan vahiy kokuları, Kur'ân'ın nefese sese bürünmüş, et kemik giyinmiş hâli olan Hâtem'ül Enbiyâ'nın yüzünde meyveye durur.
Senai Demirci
Meyve, ağacın "hâtem"idir. Toprağın bağrına yayılmış isimsiz köklerin hepsi meyvenin yüzünde bulur isimlerini. Göğe dal budak salıp dağılmış, dal uçlarına taşmış, yaprakların yüzünde saklanmış, çiçeklerin kokusuna sinmiş görünmez sır meyvenin teninde cisimleşir, ete tohuma bürünür, ele avuca gelir.
Sanki kökten dal uçlarına değin bir saklambaç oyunudur ağaç; yapraklarının hışırtısında ninniler sırrını, kurumuş kemikler gibi cansız dallarının yoksulluğunda saklar müjdesini, ancak meyvenin dizi dibinde sobelenir bakışlara. Topraktan göğe ağan katı ağaç gövdesinin söze gelmesine, dallar arasında demlenen uzun bekleyişin dile gelmesine, farkına bile varmadan meyve deyiveririz. Meyvesizlik, bir boşluktur. Semeresizlik bir küsüştür. Meyvesiz ağaç taşlanmayacak kadar terk edilmiştir, ne hali varsa göresice bir lüzumsuzdur. Meyve, ağacı anlamın göğüne iliştirir salkım salkım. Ağaç, meyve ile hikmetin toprağında kök salar. Meyve ümidi ile el üstünde tutulur. Dalları eğildikçe meyvelerin ağırlığından, daha bir dik durur ağaç. Dikildiğine değer meyvelerinin dökülmesiyle.
Meyve, çekirdeğin taşlaşmış ketumluğunun çözülüşüdür. Meyve, kırılgan aynaların göğsünden emilerek toplanmış bir sûret zaferidir. Meyve, unutulmuş zamanların kuytusundan çekilip çıkarılmış bir Yûsuf güzelliğidir. Meyve, mürekkep lekesine bulanmış varlık sayfasında "anlam"a düşen, "anlamak"la devşirilen, "anlam"ı inşa eden bir "Oku!"yucu bakışıdır.
Meyve, toprağın cana büründüğü, suyun hayata aktığı, havanın sevince boğulduğu, ateşin lezzet için yanıp tutuştuğu ağacın dört yakasını bir araya getiren düğmedir.
Meyve ağaca en sonunda gelir. En sonuncusudur ağacın cüzlerinin. Meyveden sonrası yoktur ağaçta. Ağacı şeffaf bir libas gibi sarıp sarmalayan ihtimamın, gövdesini bir yetim başı kadar serin okşamalara uzatan şefkatin kumaşı gibidir meyve. Bütün bir ağaç, gövdesiyle, dalı budağıyla, kökleri yapraklarıyla bir "meyve-öncesi" varoluştur. Bütün bir ağaç bir meyvenin eşiğinde dur(ul)mak için büyür, birikir, yığılır, toplanır. Ağacın bilindiği yerde durur meyve. Dal ve budakların, çiçek ve yaprakların şuuru gibi konuşur meyve. Bir bilinç ışıması olur meyve ve ağacın her parçasına kendi ismini koyar. Bir kelime gibi ağacın suskun yüzünü yerden kaldırır.
Meyve, ağaç sayfasında dal budak olup yayılan, köklere tutunup çoğalan, yapraklara sarılıp tebessüm eden, çiçek yüzlerinde okunan bir varoluş mektubunun sonunda bir mühür, bir hâtemdir.
İşte bu yüzden, "Hâtem'ül Enbiya" "Son Peygamber"den fazlasıdır. Hâtem, bir evrakın en sonuna vurulur; doğru. Ama evrakın baştan sona her noktasını gözeten anlamı çerçeveler ve onaylar. Evrakın sonunda olması, ‘hâtem'i mekanca ve zamanca tarif eder. Hâtem'i evraka vuran, evrakın her noktasıyla ilgilenir. Öyleyse, "Hâtem'ül Enbiya" "Son/uç Peygamber"dir.
Varlığın akıllarda kök salan sırrı "Hâtem'ül Enbiya"nın sözüyle gövdelenir, dallanıp budaklanır. Âlemlerin dal budak salıp yıldız yıldız yere doğru eğilmesi "Hâtem'ül Enbiya"nın gözünde anlama bürünür. Sonsuz sevmelere müptela insan kalbinin dünya toprağındaki sancılı bekleyişi "Hâtem'ül Enbiyâ'nın avuçlarında filiz verir. Varlığın dal uçlarında beliren peygamber çiçeklerinin dilinden solunan vahiy kokuları, Kur'ân'ın nefese sese bürünmüş, et kemik giyinmiş hâli olan Hâtem'ül Enbiyâ'nın yüzünde meyveye durur.
Senai Demirci