Hıncal Uluç'a tepkiler büyüyor!
Sabah yazarı Hıncal Uluç, köşesinde Defne Joy Foster’in ölümünü yazdı, köşe yazarları arasında büyük polemik başladı

Hıncal Uluç, Defne Joy Foster'ın ölümüyle ilgili kaleme aldığı yazıda 'su testisi su yolunda kırılır' başlığını kullanmış ve 'böyle bir insana öldü diye saygı duymamı beklemesin kimse benden' diyerek yazısını noktalamıştı.
Bu yazıya diğer yazarlardan tepkiler gelmeye devam ediyor...
HABERTÜRK Yazarı Yiğit BULUT:
Basınımızın bir bölümü kafayı mı yedi!
DEFNE'nin ölümü sonrası yazılıp çizilenlere bakıyorum ve şu soruyu soruyorum: Bazıları herhalde kafayı iyice çizdiler. İki kişi arasında sorgulanması gerekenler, hele hele ortada bir "kaybedilmiş eş varken", neden gazete köşelerinde "oh oldu" tadında ele alınır ve sorgulanır?
Size ne be kardeşim! O insanların "özeline" bu kadar girmeye, yüz binlerce insana yaymaya hakkınız var mı?.. Size o köşeleri, "genç bir çiftin özel hayatını" bir de biri hayatını kaybetmişken, didik didik edin, ortaya dökün, en çirkin cümlelerle tasvir edin diye mi verdiler!
Bu arkadaşlara son bir sözüm var: Cesaretiniz varsa bırakın "ölmüş bir kızcağızı linç etmeyi", çok tanınmış isimlerin, sizin tanıdıklarınızın da içinde olabileceği "madde kullanımının" İstanbul'da ne kadar yaygın olduğunu yazın. Var mısınız?..
HABERTÜRK Yazarı Nihal Bengisu KARACA:
Bir insanlık testi: Defne Joy
Defne Joy'un ölümü, sadece birkaç gün içinde mürailikte sınır tanımayan bir kutsama ve ağlaklıktan, acımasızlıkta sınır tanımayan bir kadın düşmanlığına kadar her türden psikopatlığa meze yapıldı. Önce "Ölüm ona hiç yakışmadı", "Toprak bu enerjiyi nasıl hazmedecek?", "Cennette dans edecek artık" gibi, Defne Joy'un yaşamı "hak ediyor oluşu" üzerinden ölüme ve kadere ayar verebileceğini sanan bir dizi sahte isyankârlık vuku buldu. Oysa her insan ölecek yaştadır. Doğduğu andan itibaren ölmeye ehildir. Bu "melekleştirme" eğilimini daha ilk andan itibaren masum bulmadım. Başka bir duyarlılığı kışkırtıp çirkinleştirmek ve medyaya yeni malzeme temin etmek hevesi vardı sanki. Nitekim aynen öyle oldu. Çok değil ölümünden sadece bir gün sonra, bir kem söz kampanyası başladı. Ben ölünün arkasından zinhar olumsuz bir şey konuşulamaz sözüne inanmam. Ölünün "kamusal hayatı", iktidar sahibi ise icraatı, siyasi angajmanı, yazar ise fikirleri, eserleri hakkında pekâlâ konuşulabilir. Ama ölenin özel alanı hakkında bu kadar hoyratça atılıp tutulması, insanlık imtihanından topluca çakıldığının bir göstergesidir.
ÖLEN 'ACUN' OLSAYDI...
Defne, ölerek bile kurtulamadı, "et" muamelesi görmekten; başka bir erkeğin evinde ölmüş olmasıyla soslandırıldı bedeni, sosyal medyanın barbeküsünde; bazen çevir yanmasın, bazen kökle ateşi iyi pişsin naraları eşliğinde sulanmaya hazır ağızların mezesi yapıldı. Kemalist, laik, muhafazakâr, liberal, dindar bu sofrada buluştu. Çok az kişide, "Bundan sonra sarf edeceğimiz her cümle, acılı koca Yasin Solmaz'ı ve bir buçuk yaşında yetim kalmış o çocuğun hayatını karartır, susalım" ahlakı vardı.
Köşe yazarları da sosyal medya tarafından yükseltilmiş çıtanın altında kalacak değildi tabii. Allah gecinden versin, atıyorum, böyle bir kontekstte ölen "Acun Ilıcalı" olsaydı, Hıncal Uluç o yazıyı yazar mıydı? "Vay kerata vay, üzdün bizi" mi derdi yoksa? Barış Manço'yu ölüm yıldönümünde andık daha yenilerde. Kimsenin aklından "Yahu iyi bir şarkıcıydı ama ölümünde bazı muğlak, muammalı noktalar vardı" cümlesi geçti mi? Sevil Demir adlı bir genç kızın yanında ölmüştü Manço. Şimdi "Su testisi su yolunda kırılır" diyen geniş mutabakat, o günlerde de Sevil Demir'i linç etmişti hatırlayın. Her fırsatta "Muhafazakârlık modern yaşam tarzını yutuyor" diye bağırıp çağıran modernlerin Defne Joy muhafazakârlığı, bana bir hayli acımasız göründü doğrusu. Hem hayatın sonunda kadar modern, Batılı "çağdaş" kalıplarla dizayn edilmesine taraftar olacaksınız; gözünüzün eriştiği her yerde bakımlı ve çekici kadın görmek isteyeceksiniz, sosyalleşme denilen olgunun "Sex and the City" üslubu etrafında şekillenmiş olmasına itiraz etmeyeceksiniz, hem de işler ters gittiğinde faturayı bu yaşamı içselleştirmiş olan kadına keseceksiniz; "modern, şehirli, özgürlüğüne düşkün, hayat dolu, canlı" kadını harcayıvereceksiniz. Bu kadın, dans yarışması için saatlerini, günlerini harcarken de çocuğunu ihmal ediyordu, o zaman dansını alkışlıyordunuz. Şimdi ölmesi mi kabahat oldu? Oysa, "Anne oldum ve korkarım hayatım bitti, bitti mi? Artık eve mi esirim, esir miyim?" bunalımı tam da çocuk bir buçuk iki yaşlarına geldiğinde ortaya çıkar. Hele böyle hiperaktif, hele böyle canlılığı, enerjikliği "kimlik" halini almış bir kadın söz konusuysa... Umurunuzda bile değil, öyle değil mi? Hey gidi modernlik hey...
Muhafazakâr medya da susması gereken yerde "kanırtmayı seçtiği" için kaybetmiş durumda. Tamam, bu ölüm bir hayli ibret ve ders içeren bir ölüm. Tamam, muhafazakâr yaşam tarzı, tam da bu dersler, ibretler üzerinden kendisini diğerinden ayırıyor ve tanımlıyor. Fakat, kendi dünya görüşünün temize çekilmesinden duyduğu sevinci gizleyemeyen satırları son derece tekinsiz ve merhametsiz bulduğumu itiraf etmeliyim. Velev ki, kabul edilemez bir hayat tarzı söz konusu olsun; genç bir kadın öldü; ölüm yeterince ağır bir kefaret değil midir?
Ezcümle, bütün bu olaylar bana bir arkadaşımdan duyduğum şu güzel sözün ne kadar yerinde olduğunu hatırlattı: "İnsanı insan yapan, söylediği şeyler değil, söylememeyi tercih ettiği şeylerdir."
Not: Yeni Harman editörü ve yazarı Başar Başaran'ın Bianet'te yazdığı yazıyı okumanızı tavsiye ederim.
Sabah yazarı Hıncal Uluç, köşesinde Defne Joy Foster’in ölümünü yazdı, köşe yazarları arasında büyük polemik başladı
Hıncal Uluç, Defne Joy Foster'ın ölümüyle ilgili kaleme aldığı yazıda 'su testisi su yolunda kırılır' başlığını kullanmış ve 'böyle bir insana öldü diye saygı duymamı beklemesin kimse benden' diyerek yazısını noktalamıştı.
Bu yazıya diğer yazarlardan tepkiler gelmeye devam ediyor...
HABERTÜRK Yazarı Yiğit BULUT:
Basınımızın bir bölümü kafayı mı yedi!
DEFNE'nin ölümü sonrası yazılıp çizilenlere bakıyorum ve şu soruyu soruyorum: Bazıları herhalde kafayı iyice çizdiler. İki kişi arasında sorgulanması gerekenler, hele hele ortada bir "kaybedilmiş eş varken", neden gazete köşelerinde "oh oldu" tadında ele alınır ve sorgulanır?
Size ne be kardeşim! O insanların "özeline" bu kadar girmeye, yüz binlerce insana yaymaya hakkınız var mı?.. Size o köşeleri, "genç bir çiftin özel hayatını" bir de biri hayatını kaybetmişken, didik didik edin, ortaya dökün, en çirkin cümlelerle tasvir edin diye mi verdiler!
Bu arkadaşlara son bir sözüm var: Cesaretiniz varsa bırakın "ölmüş bir kızcağızı linç etmeyi", çok tanınmış isimlerin, sizin tanıdıklarınızın da içinde olabileceği "madde kullanımının" İstanbul'da ne kadar yaygın olduğunu yazın. Var mısınız?..
HABERTÜRK Yazarı Nihal Bengisu KARACA:
Bir insanlık testi: Defne Joy
Defne Joy'un ölümü, sadece birkaç gün içinde mürailikte sınır tanımayan bir kutsama ve ağlaklıktan, acımasızlıkta sınır tanımayan bir kadın düşmanlığına kadar her türden psikopatlığa meze yapıldı. Önce "Ölüm ona hiç yakışmadı", "Toprak bu enerjiyi nasıl hazmedecek?", "Cennette dans edecek artık" gibi, Defne Joy'un yaşamı "hak ediyor oluşu" üzerinden ölüme ve kadere ayar verebileceğini sanan bir dizi sahte isyankârlık vuku buldu. Oysa her insan ölecek yaştadır. Doğduğu andan itibaren ölmeye ehildir. Bu "melekleştirme" eğilimini daha ilk andan itibaren masum bulmadım. Başka bir duyarlılığı kışkırtıp çirkinleştirmek ve medyaya yeni malzeme temin etmek hevesi vardı sanki. Nitekim aynen öyle oldu. Çok değil ölümünden sadece bir gün sonra, bir kem söz kampanyası başladı. Ben ölünün arkasından zinhar olumsuz bir şey konuşulamaz sözüne inanmam. Ölünün "kamusal hayatı", iktidar sahibi ise icraatı, siyasi angajmanı, yazar ise fikirleri, eserleri hakkında pekâlâ konuşulabilir. Ama ölenin özel alanı hakkında bu kadar hoyratça atılıp tutulması, insanlık imtihanından topluca çakıldığının bir göstergesidir.
ÖLEN 'ACUN' OLSAYDI...
Defne, ölerek bile kurtulamadı, "et" muamelesi görmekten; başka bir erkeğin evinde ölmüş olmasıyla soslandırıldı bedeni, sosyal medyanın barbeküsünde; bazen çevir yanmasın, bazen kökle ateşi iyi pişsin naraları eşliğinde sulanmaya hazır ağızların mezesi yapıldı. Kemalist, laik, muhafazakâr, liberal, dindar bu sofrada buluştu. Çok az kişide, "Bundan sonra sarf edeceğimiz her cümle, acılı koca Yasin Solmaz'ı ve bir buçuk yaşında yetim kalmış o çocuğun hayatını karartır, susalım" ahlakı vardı.
Köşe yazarları da sosyal medya tarafından yükseltilmiş çıtanın altında kalacak değildi tabii. Allah gecinden versin, atıyorum, böyle bir kontekstte ölen "Acun Ilıcalı" olsaydı, Hıncal Uluç o yazıyı yazar mıydı? "Vay kerata vay, üzdün bizi" mi derdi yoksa? Barış Manço'yu ölüm yıldönümünde andık daha yenilerde. Kimsenin aklından "Yahu iyi bir şarkıcıydı ama ölümünde bazı muğlak, muammalı noktalar vardı" cümlesi geçti mi? Sevil Demir adlı bir genç kızın yanında ölmüştü Manço. Şimdi "Su testisi su yolunda kırılır" diyen geniş mutabakat, o günlerde de Sevil Demir'i linç etmişti hatırlayın. Her fırsatta "Muhafazakârlık modern yaşam tarzını yutuyor" diye bağırıp çağıran modernlerin Defne Joy muhafazakârlığı, bana bir hayli acımasız göründü doğrusu. Hem hayatın sonunda kadar modern, Batılı "çağdaş" kalıplarla dizayn edilmesine taraftar olacaksınız; gözünüzün eriştiği her yerde bakımlı ve çekici kadın görmek isteyeceksiniz, sosyalleşme denilen olgunun "Sex and the City" üslubu etrafında şekillenmiş olmasına itiraz etmeyeceksiniz, hem de işler ters gittiğinde faturayı bu yaşamı içselleştirmiş olan kadına keseceksiniz; "modern, şehirli, özgürlüğüne düşkün, hayat dolu, canlı" kadını harcayıvereceksiniz. Bu kadın, dans yarışması için saatlerini, günlerini harcarken de çocuğunu ihmal ediyordu, o zaman dansını alkışlıyordunuz. Şimdi ölmesi mi kabahat oldu? Oysa, "Anne oldum ve korkarım hayatım bitti, bitti mi? Artık eve mi esirim, esir miyim?" bunalımı tam da çocuk bir buçuk iki yaşlarına geldiğinde ortaya çıkar. Hele böyle hiperaktif, hele böyle canlılığı, enerjikliği "kimlik" halini almış bir kadın söz konusuysa... Umurunuzda bile değil, öyle değil mi? Hey gidi modernlik hey...
Muhafazakâr medya da susması gereken yerde "kanırtmayı seçtiği" için kaybetmiş durumda. Tamam, bu ölüm bir hayli ibret ve ders içeren bir ölüm. Tamam, muhafazakâr yaşam tarzı, tam da bu dersler, ibretler üzerinden kendisini diğerinden ayırıyor ve tanımlıyor. Fakat, kendi dünya görüşünün temize çekilmesinden duyduğu sevinci gizleyemeyen satırları son derece tekinsiz ve merhametsiz bulduğumu itiraf etmeliyim. Velev ki, kabul edilemez bir hayat tarzı söz konusu olsun; genç bir kadın öldü; ölüm yeterince ağır bir kefaret değil midir?
Ezcümle, bütün bu olaylar bana bir arkadaşımdan duyduğum şu güzel sözün ne kadar yerinde olduğunu hatırlattı: "İnsanı insan yapan, söylediği şeyler değil, söylememeyi tercih ettiği şeylerdir."
Not: Yeni Harman editörü ve yazarı Başar Başaran'ın Bianet'te yazdığı yazıyı okumanızı tavsiye ederim.