Genç Anne, doktorun, küçük kızını muayene etmesini seyrederken ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Küçük kız, muayene masasının üstünde hareketsiz yatıyordu. Ekseri çocuklar 12-15 aylık olunca, yürüdükleri halde, kendi kızının 17 aylık olmasına rağmen, oturacak hâli bile yoktu. Başı, kırık bir kuklanınki gibi sağa, sola yuvarlanıyordu. Boşluğa dalmış gözleri, doktorun önünde salladığı oyuncak ayıyı sanki görmüyordu. Ayı kendisine uzatılınca, elinin titremesinden onu tutamıyordu. Zaten zekâsı da iki aylık bir bebeğinkinden farksızdı.
Küçük kızı, muhitinin meşhur çocuk profesöründen önce muayene eden doktorlar, anneye hiçbir ümit vermemişlerdi.
-"Yavrucak herhalde ensefalit'e (beynin iltihaplanması ile oluşan, beyinde arıza bırakan bir hastalık) müptelâ. Onu geri zekâlı çocuklara mahsus müesseselerden birine yatırmaktan başka çare yok" demişlerdi.
Profesör, dosyasının sayfalarını çevirirken, üzgün anne "Halbuki üç aylık olana kadar ne uyanık bir bebekti" diye söyleniyordu.
Çalışan bir kadın olan annesinin işine dönebilmesi için küçük kız, üç aylık iken yuvaya verilmişti. Kayıt fişinde, neşeli, canlı ve sıhhatli bir bebek olarak tarif ediliyordu. Fakat hemşirelerin bütün itinalarına rağmen, bu tarihten sonra çocuk gelişememişti. Bir yaşına gelince, annesi, onun zekâca geri olduğunu keşfederek doktorlara müracaat etti. Fakat verilen ilaçlar ile vitaminlerin hiçbir faydası olmadı. Küçük kız düzeleceğine, günden güne fenalaşıyordu. Artık katı gıda da alamıyor, yatağında günlerce hareketsiz yatıyordu.
Okuduğum fakültenin çocuk kürsüsü profesörlerinden olan hocamız bir derste bize yukarıdaki hâdiseyi şöyle anlatıyordu: "Bana getirildiği zaman o kadar feci hâldeydi ki, ben de neredeyse meslekdaşlarımın hiçbir ümit olmadığı yolundaki fikirlerini paylaşacaktım. "Fakat her şeye rağmen zihnime bir şüphe girmişti. Nörolojik muayene (sinir sistemi muayenesi), küçük kızın beyninde hiçbir hasar olmadığını göstermişti. Bundan dolayı, küçüğü, özürlü çocukları barındıran müesseselerden birine terketmeden önce son bir denemede bulunmağa karar verdim. Anneye, kızınızı yuvadan alın ve onunla bizzat meşgul olun. Ona hiç bir ilâç vermeyeceğim; ilâçların faydası olmadığını gördük. Onu ancak, yokluğunu için için hissettiği varlığınız, itinanız ve şefkâtiniz kurtarabilir dedim."
Hocamız üç hafta sonra bebeğin durumunda iyiye doğru giden ilk belirtilen not ediyordu. Küçük kız, oyuncak ayısını gözleri ile takip ediyor, ve onu kapmağa teşebbüs ediyordu. İştahı da uyanmaya yüz tutmuştu. 20 aylık olunca oturabilir hâle geldi. 30 aylık olduğunda ise yürüyor, oyun oynuyor ve artık altını kirletmiyordu. Üstelik kendisine bakıldığı zaman gülümsüyor ve konuşmaya başlıyordu.
O küçük yavru bugün beş yaşında. Sıhhatinde artık hiçbir endişe edici durum yok. Zekâ itibariyle de arkadaşları kadar uyanık. Yalnız hâlâ biraz sinirli, âni korkular geçirmekte, hele annesi ona haber vermeden sokağa çıkacak olsa, terkedildiğini sanarak avazı çıktığı kadar bağırıp ağlamaktadır.
Bir zamanlar çocuk bakım müesseseleri ile hastahanelerde (bilhassa Avrupa'da), sıhhatli gıda almak ile bulaşıcı hastalıklardan korunmanın, çocukların bakımı için kâfi olduğuna dair yanlış bir inanış hâkimdi. Aslında çocuk, anne sevgisine muhtaçtır. Bundan mahrum edilmesinin, gelişmesi üzerinde çok menfi tesirleri olduğu kesindir.
Bugün ise bütün psikiyatrist ve psikologlar, "beş yaşından küçük bir çocukta hiçbir şey, anneden ayrı kalmak kadar kötü tesir uyandıramaz" fikrinde ve inancındadırlar. Çocuk bir yatak, pasta veya bir oyuncağın ötesinde çok daha fazla şeyler bekler. Annesi onun kâinatıdır. Dünyayı onun gözleri ile görür. Esasen etrafını anlamak için sahip olduğu vasıtalar sınırlıdır. Fakat annesine itimadı hudutsuzdur ve annesinin onu bütün tehlikelerden muhafaza edeceğine inanır. Bundan dolayı annesine bağlılığı mutlaktır. Hastalık veya herhangi bir ailevi sebebin, onu anne şefkâtinden mahrum bırakmasına aklı ermez. Kısa bir ayrılık bile onda, belki de aklı dengesine tesir edecek bir ruhi çöküntü vücuda getirebilir.
Fransa'da doktorlar, altı aylık aile hayatından sonra bir yuvaya yerleştirilen 170 çocuktan 34'ünde (%20) melânkoliyi andırır hâller bulunduğunu not etmişlerdir. Daha sonraları bu çocuklar, konuşmakta, yürümekte, oyun oynamakta ve okumayı öğrenmekte de gecikmiştirler. Doktorlar aynı halleri, bazı yetimhanelerde ve senatoryumlarda bulunan çocuklarda da müşahede ettiler.
Günümüzde hasta çocukla birlikte anneleri de hastahanelere kabul edilmektedir. Bunun birçok mahzurları olduğunu ileri sürenler bulunacaktır. Onlara göre, annelerin daima ayak altında bulunması ve ona-buna karışması, hastahane personelini rahatsız eder. Ama hastane koğuşlarında kendilerini terkedilmiş hisseden çocuklara (eğer anneleri yanlarında olmaz ise), tertemiz lâke mobilyalar, canlı renklerle boyanmış duvarlar, oyun salonları ve her türlü profesyonel bakım mânâsız gelir. Bir an evvel iyileşmeleri ve ruh huzuruna kavuşmaları için en ziyade İhtiyaç duydukları şey, ANNE ŞEFKATİ'dir!..
alıntı
Küçük kızı, muhitinin meşhur çocuk profesöründen önce muayene eden doktorlar, anneye hiçbir ümit vermemişlerdi.
-"Yavrucak herhalde ensefalit'e (beynin iltihaplanması ile oluşan, beyinde arıza bırakan bir hastalık) müptelâ. Onu geri zekâlı çocuklara mahsus müesseselerden birine yatırmaktan başka çare yok" demişlerdi.
Profesör, dosyasının sayfalarını çevirirken, üzgün anne "Halbuki üç aylık olana kadar ne uyanık bir bebekti" diye söyleniyordu.
Çalışan bir kadın olan annesinin işine dönebilmesi için küçük kız, üç aylık iken yuvaya verilmişti. Kayıt fişinde, neşeli, canlı ve sıhhatli bir bebek olarak tarif ediliyordu. Fakat hemşirelerin bütün itinalarına rağmen, bu tarihten sonra çocuk gelişememişti. Bir yaşına gelince, annesi, onun zekâca geri olduğunu keşfederek doktorlara müracaat etti. Fakat verilen ilaçlar ile vitaminlerin hiçbir faydası olmadı. Küçük kız düzeleceğine, günden güne fenalaşıyordu. Artık katı gıda da alamıyor, yatağında günlerce hareketsiz yatıyordu.
Okuduğum fakültenin çocuk kürsüsü profesörlerinden olan hocamız bir derste bize yukarıdaki hâdiseyi şöyle anlatıyordu: "Bana getirildiği zaman o kadar feci hâldeydi ki, ben de neredeyse meslekdaşlarımın hiçbir ümit olmadığı yolundaki fikirlerini paylaşacaktım. "Fakat her şeye rağmen zihnime bir şüphe girmişti. Nörolojik muayene (sinir sistemi muayenesi), küçük kızın beyninde hiçbir hasar olmadığını göstermişti. Bundan dolayı, küçüğü, özürlü çocukları barındıran müesseselerden birine terketmeden önce son bir denemede bulunmağa karar verdim. Anneye, kızınızı yuvadan alın ve onunla bizzat meşgul olun. Ona hiç bir ilâç vermeyeceğim; ilâçların faydası olmadığını gördük. Onu ancak, yokluğunu için için hissettiği varlığınız, itinanız ve şefkâtiniz kurtarabilir dedim."
Hocamız üç hafta sonra bebeğin durumunda iyiye doğru giden ilk belirtilen not ediyordu. Küçük kız, oyuncak ayısını gözleri ile takip ediyor, ve onu kapmağa teşebbüs ediyordu. İştahı da uyanmaya yüz tutmuştu. 20 aylık olunca oturabilir hâle geldi. 30 aylık olduğunda ise yürüyor, oyun oynuyor ve artık altını kirletmiyordu. Üstelik kendisine bakıldığı zaman gülümsüyor ve konuşmaya başlıyordu.
O küçük yavru bugün beş yaşında. Sıhhatinde artık hiçbir endişe edici durum yok. Zekâ itibariyle de arkadaşları kadar uyanık. Yalnız hâlâ biraz sinirli, âni korkular geçirmekte, hele annesi ona haber vermeden sokağa çıkacak olsa, terkedildiğini sanarak avazı çıktığı kadar bağırıp ağlamaktadır.
Bir zamanlar çocuk bakım müesseseleri ile hastahanelerde (bilhassa Avrupa'da), sıhhatli gıda almak ile bulaşıcı hastalıklardan korunmanın, çocukların bakımı için kâfi olduğuna dair yanlış bir inanış hâkimdi. Aslında çocuk, anne sevgisine muhtaçtır. Bundan mahrum edilmesinin, gelişmesi üzerinde çok menfi tesirleri olduğu kesindir.
Bugün ise bütün psikiyatrist ve psikologlar, "beş yaşından küçük bir çocukta hiçbir şey, anneden ayrı kalmak kadar kötü tesir uyandıramaz" fikrinde ve inancındadırlar. Çocuk bir yatak, pasta veya bir oyuncağın ötesinde çok daha fazla şeyler bekler. Annesi onun kâinatıdır. Dünyayı onun gözleri ile görür. Esasen etrafını anlamak için sahip olduğu vasıtalar sınırlıdır. Fakat annesine itimadı hudutsuzdur ve annesinin onu bütün tehlikelerden muhafaza edeceğine inanır. Bundan dolayı annesine bağlılığı mutlaktır. Hastalık veya herhangi bir ailevi sebebin, onu anne şefkâtinden mahrum bırakmasına aklı ermez. Kısa bir ayrılık bile onda, belki de aklı dengesine tesir edecek bir ruhi çöküntü vücuda getirebilir.
Fransa'da doktorlar, altı aylık aile hayatından sonra bir yuvaya yerleştirilen 170 çocuktan 34'ünde (%20) melânkoliyi andırır hâller bulunduğunu not etmişlerdir. Daha sonraları bu çocuklar, konuşmakta, yürümekte, oyun oynamakta ve okumayı öğrenmekte de gecikmiştirler. Doktorlar aynı halleri, bazı yetimhanelerde ve senatoryumlarda bulunan çocuklarda da müşahede ettiler.
Günümüzde hasta çocukla birlikte anneleri de hastahanelere kabul edilmektedir. Bunun birçok mahzurları olduğunu ileri sürenler bulunacaktır. Onlara göre, annelerin daima ayak altında bulunması ve ona-buna karışması, hastahane personelini rahatsız eder. Ama hastane koğuşlarında kendilerini terkedilmiş hisseden çocuklara (eğer anneleri yanlarında olmaz ise), tertemiz lâke mobilyalar, canlı renklerle boyanmış duvarlar, oyun salonları ve her türlü profesyonel bakım mânâsız gelir. Bir an evvel iyileşmeleri ve ruh huzuruna kavuşmaları için en ziyade İhtiyaç duydukları şey, ANNE ŞEFKATİ'dir!..
alıntı