rüzgar gülü
Daimi Üye
Mü'minler olarak çok iyi inanmak, inandığımız şeyleri içte duymak ve hissetmek, bunları başkalarına duyurmak, kendimizi saydam bir varlık gibi yapıp, nereden bakılırsa bakılsın hep Cenâb-ı Hakk'ı göstermek zorundayız.Bir başka tabirle memur olduğumuz şeyleri harfiyen yerine getirirken kendimizi tamamen ona adamamız ve onda fâni olmamız gerekmektedir. Nasıl ki bazı ruh insanları Uhud'u, Hz. Hamza'yı anlatırken o çetin savaşı kendisi yaşar ve Hamza olur; aynen bunun gibi, Cenâb-ı Hak'tan bahsederken yine ondan akıp gelen engin dalgalar ile gönlümüzü buluşturabilmeliyiz ki inandırıcı olabilelim.
Müslümanlık sadece ilim değildir, o hayattır. Yaşana yaşana fertle ve toplumla bütünleşir. Zaten inancını bu ölçüde yaşayarak tabiatlarının derinliği haline getirebilenler bu seviyeye ulaşır, ulûhiyet hakikatine yeni pencerelerle açılma fırsatı bulurlar.
Evet, imanın nazarî buuddan amelî buuda yükseltilmesi hem dünya hem de ukba hayatımız adına çok önemlidir. Bunu başarabildiğimiz takdirde iman bizim hayatımızın her karesine girmiş demektir, eğer ameller yerine getirilirken bu inanç derinliği hissedilmezse hem inanç yönünden hem de amelî yönden nifak başlar ve gün gelir insan -Allah korusun- münafık olur.
Öte yandan, bunu duyup tatmakla iş bitmiyor; hiç durmadan mücadeleye devam gerekir. Zira bu makam veya hal, insanı gurur, kibir ve ucba sürükleyebilir ki bu inananları yeniden nazarî iman seviyesine düşürür. Mukarrebîne bakın; onların âdeta her zaman ulûhiyet tecellilerine doğrudan muhatap olduğunu görürsünüz; görürsünüz ama onlarda ucbdan, kibirden, gururdan eser yoktur. "Biz hiçbir şey yapamadık" derler, yürekleri ağızlarına gelir ve sürekli bu hal üzere yaşarlar.
İnanması gerektiği ölçüde inanmamış/inanamamış olanlara, amelî zafiyet içinde bocalayanlara, tabir-i diğerle düşe kalka yürüyenlere gelince; belli ölçüde nefsanîliğin ve şeytanîliğin inhiraflarından kurtulmuş olsalar da iman benliklerine tam anlamıyla sinmemiştir bunların. İğreti bir elbise gibidir iman üzerlerinde. İmanını amelle benliğine sindiremeyenler, hiç kimseye hiçbir şey veremezler. Bu durumdan kurtulmak için insan maddî beslenmesine dikkat ettiği gibi mânevî beslenmesine de dikkat etmelidir. Kendini hiç boşluğa salmamalı, hayatında hiçbir gedik bırakmamalıdır.
Allah bizi insan eyleye. İnsan söylediğinin iki mislini kendi yapmalı ki, kalbi bir bam teli gibi ses versin. Ritmi bozmamalı ki, söylediği her kelime, kelime-i tayyibe olsun. Aklı, mantığı, muhakemesi, şuuru, kalbi, lâtife-i Rabbâniyesi sürekli canlı olmalı ki, bu yükü götürebilsin. Yoksa insan ömür boyu çabalar da bir arpa boyu yol alamaz.
Müslümanlık sadece ilim değildir, o hayattır. Yaşana yaşana fertle ve toplumla bütünleşir. Zaten inancını bu ölçüde yaşayarak tabiatlarının derinliği haline getirebilenler bu seviyeye ulaşır, ulûhiyet hakikatine yeni pencerelerle açılma fırsatı bulurlar.
Evet, imanın nazarî buuddan amelî buuda yükseltilmesi hem dünya hem de ukba hayatımız adına çok önemlidir. Bunu başarabildiğimiz takdirde iman bizim hayatımızın her karesine girmiş demektir, eğer ameller yerine getirilirken bu inanç derinliği hissedilmezse hem inanç yönünden hem de amelî yönden nifak başlar ve gün gelir insan -Allah korusun- münafık olur.
Öte yandan, bunu duyup tatmakla iş bitmiyor; hiç durmadan mücadeleye devam gerekir. Zira bu makam veya hal, insanı gurur, kibir ve ucba sürükleyebilir ki bu inananları yeniden nazarî iman seviyesine düşürür. Mukarrebîne bakın; onların âdeta her zaman ulûhiyet tecellilerine doğrudan muhatap olduğunu görürsünüz; görürsünüz ama onlarda ucbdan, kibirden, gururdan eser yoktur. "Biz hiçbir şey yapamadık" derler, yürekleri ağızlarına gelir ve sürekli bu hal üzere yaşarlar.
İnanması gerektiği ölçüde inanmamış/inanamamış olanlara, amelî zafiyet içinde bocalayanlara, tabir-i diğerle düşe kalka yürüyenlere gelince; belli ölçüde nefsanîliğin ve şeytanîliğin inhiraflarından kurtulmuş olsalar da iman benliklerine tam anlamıyla sinmemiştir bunların. İğreti bir elbise gibidir iman üzerlerinde. İmanını amelle benliğine sindiremeyenler, hiç kimseye hiçbir şey veremezler. Bu durumdan kurtulmak için insan maddî beslenmesine dikkat ettiği gibi mânevî beslenmesine de dikkat etmelidir. Kendini hiç boşluğa salmamalı, hayatında hiçbir gedik bırakmamalıdır.
Allah bizi insan eyleye. İnsan söylediğinin iki mislini kendi yapmalı ki, kalbi bir bam teli gibi ses versin. Ritmi bozmamalı ki, söylediği her kelime, kelime-i tayyibe olsun. Aklı, mantığı, muhakemesi, şuuru, kalbi, lâtife-i Rabbâniyesi sürekli canlı olmalı ki, bu yükü götürebilsin. Yoksa insan ömür boyu çabalar da bir arpa boyu yol alamaz.