İnsanlık dışı cinayetlerin sebepleri
Amerika'da duymaya alışkın olduğumuz "psikopatça" işlenmiş cinayetlere artık ülkemizde de sıkça şahit olmaya başladık. Kimi zaman bir bayram sabahı, masum çocukları pompalı tüfekle katletmiş seri katil haberini okuyor, kanımız donuyor; kimi zaman babasını namaz kılarken kesmiş bir kızın resmi ile gazete sayfalarında göz göze geliyor, derin bir ürperti hissediyoruz ruhumuzda.
Amerika'da duymaya alışkın olduğumuz "psikopatça" işlenmiş cinayetlere artık ülkemizde de sıkça şahit olmaya başladık.
Kimi zaman bir bayram sabahı, masum çocukları pompalı tüfekle katletmiş seri katil haberini okuyor; kanımız donuyor, kimi zaman babasını namaz kılarken kesmiş bir kızın resmi ile gazete sayfalarında göz göze geliyor; derin bir ürperti hissediyoruz ruhumuzda.
Peki ne oluyor da ülkemize son yıllarda hiç de duymaya alışkın olmadığımız türden cinayetlerle yüzleşiyoruz?
Evet, "alışık olmadığımız türden cinayetler" diyoruz, zira önceleri bir cinayet haberi duyduğumuzda, içimiz burkulsa da, kan dondurucu bir senaryo ile karşılaşmıyorduk. Öldürme ve yaralama olayları insanlık dışı bir şekilde işlenmiyordu. Şahit olduğumuz olaylar genelde; "Falanca yerde arazi anlaşmazlığı nedeni ile çıkan kavgada filanca kişi hayatını kaybetti" şeklinde başlayıp, "Kavga sırasında komşusunun ölmesine neden olan kişi çok pişman olduğunu söyleyerek karakola teslim oldu." şekilde devam ediyordu.
İşlenen suçlar derinlemesine incelendiğinde; "öfkeye hakim olamama", "hırsa yenik düşme", "nefse uyma" gibi insan olma zafiyetlerine ait verilerle karşılaşıyorduk.
Ancak son yıllarda gazete sayfalarında genişçe yer tutan olaylara baktığımızda "insan olma zafiyeti" ile işlenmiş suçlarla değil, aksine insanlık dışı suçlarla karşılaşıyoruz. Haberi duyan yada okuyan kişi; "Bunu yapan insan olamaz" diye ürpertisini dile getiriyor.
Vicdansız insanlar yetişiyor
Geçtiğimiz günlerde gazete sayfalarına yansıyan bir ablanın erkek kardeşini öldürme şekli de yine "bunu yapan insan olmaz" dedirttiren cinstendi. İstanbul Fatih'de gerçekleşen olayda, 17 yaşındaki genç kız, 11 yaşındaki erkek kardeşini bıçaklayarak öldürmüş, ardından da kardeşinin cesedini kendi çeyiz sandığında saklamıştı. Öldürdüğü kardeşi ile aynı odada otuz gün boyunca yalnız yatan genç kız, çeyiz sandığından sızan kanı da kimse fark etmesin diye her sabah temizlemeye çalışmıştı. Günlerce sandıkta kalan kardeşinin cesedinden yayılan kokuyu örtbas edebilmek için ise odasına parfüm sıkmayı ihmal etmemişti.
Böylesi bir cinayet, her ne kadar "öfke" ile veya "cinnet" geçirilerek işlenmiş olarak adlandırılsa da, cinayetten sonra kız kardeşin davranışları "insan olma" özelliğinin dışına taşmaktadır. İnsanı insan yapan en önemli mekanizma (Darwinist biyologların iddia ettiği gibi) "akıl" değil "vicdan" dır. Kendi kardeşini öldürdükten sonra aynı odada geceleri sabaha kadar yatabilen, gündüzleri de sandıktan sızan kanı temizlemeye çalışan ablada vicdan vardır diyemeyiz.
Peki ne oldu da böylesi vicdansız insanlar bizim ülkemizde de yetişir oldu?
Otizm şaka değil bir korkunç gerçektir
Vicdansız insanın pedagojideki bir karşılığı da "otistik" kişi demektir. Otistik kişi duygusuzdur, vicdani mekanizması normal insanlar gibi çalışmamaktadır. Otistik bir çocuk, karşısındaki ile düzgün iletişim kuramaz, göz teması kuramaz, ilişkileri hep yüzeyseldir, duygularının derinliklerine inemez...
Geçen yüzyıla kadar otizm doğuştan olan bir rahatsızlık olarak algılanıyordu. Ancak, otizm hakkında yapılan araştırmalar gösterdi ki, otizm sadece doğuştan değil sonradan da oluşabilen bir davranış bozukluğu idi. Televizyon ile çok baş başa kalana çocuklar üzerinde yapılan araştırmalar gösterdi ki, televizyon çocukların otistik özellik taşımasını tetikliyordu.
Zira yoğun bir şekilde televizyon izleyen çocuk, önce iletişim becerilerini kaybeder. Çocuk, televizyon seyrederken, ekranından gönderilen sinyalleri alır ama kendisi televizyon ile konuşamayacağı için, iletişimin en önemli unsuru olan aktif konuşma ve duygu ve hislerini ifade etme kabiliyetini yavaş yavaş kaybeder. Daha açık bir ifade, televizyon ekranına mahkum edilen çocuklar, "normal insan" olma özelliklerini adım adım terk ederler.
Televizyonun bu negatif tesirini daha da artırıcı olarak; çocukların aileler tarafından ilgisiz bırakılması, aile içinde hak ettikleri statüyü alamamaları, sosyal hayattan kopuk bir yaşantı içinde bulunuyor oluşları "ruhsuz insan" yetişmeyi tetikleyen diğer etkenler olarak ele alınabilir.
Sırf bu yüzden ve bu tehlikeden dolayı, otizm gerçeği Batılı ülkelerin gündemine son yıllarda daha net bir şekilde girmiş durumda. Otizm ile mücadele konusunda batılı ülkeler ciddi bütçeler ayırmaya başlamışlardır. Örneğin Hollanda'da 2008 yılı bütçesinden otizm ile mücadele için 1,5 milyar avro para ayrılmıştır.
Ülkemizde durum nasıl?
Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre 72 milyon dolayındaki ülkemiz nüfusunun, 26 milyonluk bölümü 0-19 yaş arasındaki çocuklardan oluşmakta ve bu çocukların televizyon izleme alışkanlığı ise günlük 3 saat civarındadır. Bir başka ifade ile, günlük hayatının 10 saatini uyku ile, 6 saatini okulda ve 3 saati eğitim dışı uğraşlarda geçiren çocuğun geri kalan 5 saatten 3 saati de televizyon karşısında geçmektedir. Çocukların televizyon karşısında iletişim yeteneklerini kaybetmelerinin ötesinde bir de ülkemizde çocukların ruh ve zihin sağlıklarını riske atan duygusal, psikolojik ve fiziksel şiddetle dolu görüntülerle baş başa kalarak yetişiyor olması, tehlike çanlarının korkunç bir sesle çalıyor olduğu anlamını taşımaktadır.
Batılı ülkelerin otistik çocuk sendromu ile mücadele için sarf ettiği çaba ülkemiz yetkililerinin de dikkatini çekmeli, sosyal pedagoglar bu sahada saha çalışmaları yaparak konuyu gündeme getirmelidir. Böylesi bir sorun kendi çocuğumuzda yok diye konuyu önemsenmezlikten gelinmemeli, sosyal hayat içinde böylesi çocukların saçacağı tehlikenin herkesi bir gün yakından ilgilendirebileceği mutlaka bilinmelidir.
UZMAN PEDAGOG ADEM GÜNEŞ - FATİH ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ
Amerika'da duymaya alışkın olduğumuz "psikopatça" işlenmiş cinayetlere artık ülkemizde de sıkça şahit olmaya başladık. Kimi zaman bir bayram sabahı, masum çocukları pompalı tüfekle katletmiş seri katil haberini okuyor, kanımız donuyor; kimi zaman babasını namaz kılarken kesmiş bir kızın resmi ile gazete sayfalarında göz göze geliyor, derin bir ürperti hissediyoruz ruhumuzda.
Amerika'da duymaya alışkın olduğumuz "psikopatça" işlenmiş cinayetlere artık ülkemizde de sıkça şahit olmaya başladık.
Kimi zaman bir bayram sabahı, masum çocukları pompalı tüfekle katletmiş seri katil haberini okuyor; kanımız donuyor, kimi zaman babasını namaz kılarken kesmiş bir kızın resmi ile gazete sayfalarında göz göze geliyor; derin bir ürperti hissediyoruz ruhumuzda.
Peki ne oluyor da ülkemize son yıllarda hiç de duymaya alışkın olmadığımız türden cinayetlerle yüzleşiyoruz?
Evet, "alışık olmadığımız türden cinayetler" diyoruz, zira önceleri bir cinayet haberi duyduğumuzda, içimiz burkulsa da, kan dondurucu bir senaryo ile karşılaşmıyorduk. Öldürme ve yaralama olayları insanlık dışı bir şekilde işlenmiyordu. Şahit olduğumuz olaylar genelde; "Falanca yerde arazi anlaşmazlığı nedeni ile çıkan kavgada filanca kişi hayatını kaybetti" şeklinde başlayıp, "Kavga sırasında komşusunun ölmesine neden olan kişi çok pişman olduğunu söyleyerek karakola teslim oldu." şekilde devam ediyordu.
İşlenen suçlar derinlemesine incelendiğinde; "öfkeye hakim olamama", "hırsa yenik düşme", "nefse uyma" gibi insan olma zafiyetlerine ait verilerle karşılaşıyorduk.
Ancak son yıllarda gazete sayfalarında genişçe yer tutan olaylara baktığımızda "insan olma zafiyeti" ile işlenmiş suçlarla değil, aksine insanlık dışı suçlarla karşılaşıyoruz. Haberi duyan yada okuyan kişi; "Bunu yapan insan olamaz" diye ürpertisini dile getiriyor.
Vicdansız insanlar yetişiyor
Geçtiğimiz günlerde gazete sayfalarına yansıyan bir ablanın erkek kardeşini öldürme şekli de yine "bunu yapan insan olmaz" dedirttiren cinstendi. İstanbul Fatih'de gerçekleşen olayda, 17 yaşındaki genç kız, 11 yaşındaki erkek kardeşini bıçaklayarak öldürmüş, ardından da kardeşinin cesedini kendi çeyiz sandığında saklamıştı. Öldürdüğü kardeşi ile aynı odada otuz gün boyunca yalnız yatan genç kız, çeyiz sandığından sızan kanı da kimse fark etmesin diye her sabah temizlemeye çalışmıştı. Günlerce sandıkta kalan kardeşinin cesedinden yayılan kokuyu örtbas edebilmek için ise odasına parfüm sıkmayı ihmal etmemişti.
Böylesi bir cinayet, her ne kadar "öfke" ile veya "cinnet" geçirilerek işlenmiş olarak adlandırılsa da, cinayetten sonra kız kardeşin davranışları "insan olma" özelliğinin dışına taşmaktadır. İnsanı insan yapan en önemli mekanizma (Darwinist biyologların iddia ettiği gibi) "akıl" değil "vicdan" dır. Kendi kardeşini öldürdükten sonra aynı odada geceleri sabaha kadar yatabilen, gündüzleri de sandıktan sızan kanı temizlemeye çalışan ablada vicdan vardır diyemeyiz.
Peki ne oldu da böylesi vicdansız insanlar bizim ülkemizde de yetişir oldu?
Otizm şaka değil bir korkunç gerçektir
Vicdansız insanın pedagojideki bir karşılığı da "otistik" kişi demektir. Otistik kişi duygusuzdur, vicdani mekanizması normal insanlar gibi çalışmamaktadır. Otistik bir çocuk, karşısındaki ile düzgün iletişim kuramaz, göz teması kuramaz, ilişkileri hep yüzeyseldir, duygularının derinliklerine inemez...
Geçen yüzyıla kadar otizm doğuştan olan bir rahatsızlık olarak algılanıyordu. Ancak, otizm hakkında yapılan araştırmalar gösterdi ki, otizm sadece doğuştan değil sonradan da oluşabilen bir davranış bozukluğu idi. Televizyon ile çok baş başa kalana çocuklar üzerinde yapılan araştırmalar gösterdi ki, televizyon çocukların otistik özellik taşımasını tetikliyordu.
Zira yoğun bir şekilde televizyon izleyen çocuk, önce iletişim becerilerini kaybeder. Çocuk, televizyon seyrederken, ekranından gönderilen sinyalleri alır ama kendisi televizyon ile konuşamayacağı için, iletişimin en önemli unsuru olan aktif konuşma ve duygu ve hislerini ifade etme kabiliyetini yavaş yavaş kaybeder. Daha açık bir ifade, televizyon ekranına mahkum edilen çocuklar, "normal insan" olma özelliklerini adım adım terk ederler.
Televizyonun bu negatif tesirini daha da artırıcı olarak; çocukların aileler tarafından ilgisiz bırakılması, aile içinde hak ettikleri statüyü alamamaları, sosyal hayattan kopuk bir yaşantı içinde bulunuyor oluşları "ruhsuz insan" yetişmeyi tetikleyen diğer etkenler olarak ele alınabilir.
Sırf bu yüzden ve bu tehlikeden dolayı, otizm gerçeği Batılı ülkelerin gündemine son yıllarda daha net bir şekilde girmiş durumda. Otizm ile mücadele konusunda batılı ülkeler ciddi bütçeler ayırmaya başlamışlardır. Örneğin Hollanda'da 2008 yılı bütçesinden otizm ile mücadele için 1,5 milyar avro para ayrılmıştır.
Ülkemizde durum nasıl?
Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre 72 milyon dolayındaki ülkemiz nüfusunun, 26 milyonluk bölümü 0-19 yaş arasındaki çocuklardan oluşmakta ve bu çocukların televizyon izleme alışkanlığı ise günlük 3 saat civarındadır. Bir başka ifade ile, günlük hayatının 10 saatini uyku ile, 6 saatini okulda ve 3 saati eğitim dışı uğraşlarda geçiren çocuğun geri kalan 5 saatten 3 saati de televizyon karşısında geçmektedir. Çocukların televizyon karşısında iletişim yeteneklerini kaybetmelerinin ötesinde bir de ülkemizde çocukların ruh ve zihin sağlıklarını riske atan duygusal, psikolojik ve fiziksel şiddetle dolu görüntülerle baş başa kalarak yetişiyor olması, tehlike çanlarının korkunç bir sesle çalıyor olduğu anlamını taşımaktadır.
Batılı ülkelerin otistik çocuk sendromu ile mücadele için sarf ettiği çaba ülkemiz yetkililerinin de dikkatini çekmeli, sosyal pedagoglar bu sahada saha çalışmaları yaparak konuyu gündeme getirmelidir. Böylesi bir sorun kendi çocuğumuzda yok diye konuyu önemsenmezlikten gelinmemeli, sosyal hayat içinde böylesi çocukların saçacağı tehlikenin herkesi bir gün yakından ilgilendirebileceği mutlaka bilinmelidir.
UZMAN PEDAGOG ADEM GÜNEŞ - FATİH ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ