Gazi, çiftliğinde dolaşıp hava alırken oldukça yaslı bir kadına
rastladı.
Atatürk attan inerek bu ihtiyar kadının yanına sokuldu.
- merhaba nine.
kadın ata’nın yüzüne bakarak hafif bir sesle;
- merhaba dedi.
- nereden gelip nereye gidiyorsun?
kadın söyle bir duralayıp,
- neden sordun ki, dedi. buraların saabisi misin? yoksa bekçisi mi?
pasa gülümsedi.
- ne sahibiyim ne de bekçisiyim nine. bu topraklar Türk milletinin
malidir.
buranın bekçisi de Türk milletinin kendisidir. simdi nereden gelip
nereye gittiğini söyleyecek misin? kadın basını salladı.
- tabii söyleyeceğim, ben Sincan’ın köylerindenim bey, otun güç
bittiği,
atin geç yetiştiği, kavruk köylerinden birindeyim. bizim muhtar bana
bilet
aldı trene bindirdi, kodum Ankara’ya geldim.
- muhtar niçin Ankara’ya gönderdi seni?
- gazi paşamızı görmem için. basını pek ağrıttım da... benim iki
oğlum
gavur harbinde şehit düştü. memleketi gavurdan kurtaran kişiyi bir kez
görmeden ölmeyeyim diye hep dua ettim durdum. rüyalarıma girdi gazi
pasa.
bende gün demeyip muhtara anlatınca, o da bana bilet alıverip saldı
angaryaya, geceleyin geldimdi. yolu neyi de bilemediğimden iste aksamdan
belli böyle kendimi oradan oraya vurup duruyom bey.
- senin gazi paşa’dan başka bir isteğin var mi? kadını birden yüzü
sertleşti.
- tövbe de bey, tövbe de! daha ne isteyebilirim ki... o bizim
vatanimizi gurtardi. bizi düşmanın elinden kurtardı.
şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi daha ne isteyebilirim
ondan?
onun sayesinde simdi istediğimiz gibi yasıyoruz. sunun bunun gavur
dolunun köpeği olmaktan onun sayesinde kurtulmadık mi? buralara bir defa
yüzünü görmek, ona sagol paşam! demek için düştüm. onu görmeden ölürsem
gözlerim açık gidecek. sen efendi bir adama benziyon, bana bir yardim
ediver de gazi paşayı bulacağım yeri deyiver. Atatürk’ün gözleri dolu
dolu olmuştu, çok duygulandığı her halinden belliydi.
bana dönerek,
- görüyorsun ya gokcen, iste bu bizim insanimizdir. .. benim koylum,
benim vefalı Türk anamdır bu.
attan indim. yaslı kadının elini tuttum anacığım dedim, sen gökte
aradığını yerde buldun, rüyalarını süsleyen, seni buralara kadar
koşturan
gazi pasa yani Atatürk iste karsında duruyor.
koylu kadın bu sözleri duyunca şaşkına dondu. elindeki değneği yere
fırlatıp, Atatürk’ün ellerine sarıldı. görülecek bir manzaraydı bu.
ikisi de ağlıyordu. iki Türk insani biri kurtarıcı, biri kurtarılan,
ana
oğul gibi sarmaş dolaş ağlıyorlardı. yaslı kadın belki on defa öptü
atanın
ellerini. ata da onun ellerini öptü. sonra heybesinden küçük bir paket
çıkarttı. daha doğrusu beze sarılmış bir koy peyniri. bunu Atatürk’e
uzattı;
- tek ineğimin sütünden kendi ellerimle yaptım gazi pasa, bunu sana
hediye getirdim. seversen gene yapıp getiririm. pasa hemen orada bezi
açıp
peyniri yedi. çok beğendiğini söyledi. sonra birlikte köşke kadar
gittik.
oradakilere su emri verdi;
'bu anamızı alin burada iki gün konuk edin.
sonra köyüne götürün. giderken de kendisine üç inek verin benim
armağanım olsun.'
rastladı.
Atatürk attan inerek bu ihtiyar kadının yanına sokuldu.
- merhaba nine.
kadın ata’nın yüzüne bakarak hafif bir sesle;
- merhaba dedi.
- nereden gelip nereye gidiyorsun?
kadın söyle bir duralayıp,
- neden sordun ki, dedi. buraların saabisi misin? yoksa bekçisi mi?
pasa gülümsedi.
- ne sahibiyim ne de bekçisiyim nine. bu topraklar Türk milletinin
malidir.
buranın bekçisi de Türk milletinin kendisidir. simdi nereden gelip
nereye gittiğini söyleyecek misin? kadın basını salladı.
- tabii söyleyeceğim, ben Sincan’ın köylerindenim bey, otun güç
bittiği,
atin geç yetiştiği, kavruk köylerinden birindeyim. bizim muhtar bana
bilet
aldı trene bindirdi, kodum Ankara’ya geldim.
- muhtar niçin Ankara’ya gönderdi seni?
- gazi paşamızı görmem için. basını pek ağrıttım da... benim iki
oğlum
gavur harbinde şehit düştü. memleketi gavurdan kurtaran kişiyi bir kez
görmeden ölmeyeyim diye hep dua ettim durdum. rüyalarıma girdi gazi
pasa.
bende gün demeyip muhtara anlatınca, o da bana bilet alıverip saldı
angaryaya, geceleyin geldimdi. yolu neyi de bilemediğimden iste aksamdan
belli böyle kendimi oradan oraya vurup duruyom bey.
- senin gazi paşa’dan başka bir isteğin var mi? kadını birden yüzü
sertleşti.
- tövbe de bey, tövbe de! daha ne isteyebilirim ki... o bizim
vatanimizi gurtardi. bizi düşmanın elinden kurtardı.
şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi daha ne isteyebilirim
ondan?
onun sayesinde simdi istediğimiz gibi yasıyoruz. sunun bunun gavur
dolunun köpeği olmaktan onun sayesinde kurtulmadık mi? buralara bir defa
yüzünü görmek, ona sagol paşam! demek için düştüm. onu görmeden ölürsem
gözlerim açık gidecek. sen efendi bir adama benziyon, bana bir yardim
ediver de gazi paşayı bulacağım yeri deyiver. Atatürk’ün gözleri dolu
dolu olmuştu, çok duygulandığı her halinden belliydi.
bana dönerek,
- görüyorsun ya gokcen, iste bu bizim insanimizdir. .. benim koylum,
benim vefalı Türk anamdır bu.
attan indim. yaslı kadının elini tuttum anacığım dedim, sen gökte
aradığını yerde buldun, rüyalarını süsleyen, seni buralara kadar
koşturan
gazi pasa yani Atatürk iste karsında duruyor.
koylu kadın bu sözleri duyunca şaşkına dondu. elindeki değneği yere
fırlatıp, Atatürk’ün ellerine sarıldı. görülecek bir manzaraydı bu.
ikisi de ağlıyordu. iki Türk insani biri kurtarıcı, biri kurtarılan,
ana
oğul gibi sarmaş dolaş ağlıyorlardı. yaslı kadın belki on defa öptü
atanın
ellerini. ata da onun ellerini öptü. sonra heybesinden küçük bir paket
çıkarttı. daha doğrusu beze sarılmış bir koy peyniri. bunu Atatürk’e
uzattı;
- tek ineğimin sütünden kendi ellerimle yaptım gazi pasa, bunu sana
hediye getirdim. seversen gene yapıp getiririm. pasa hemen orada bezi
açıp
peyniri yedi. çok beğendiğini söyledi. sonra birlikte köşke kadar
gittik.
oradakilere su emri verdi;
'bu anamızı alin burada iki gün konuk edin.
sonra köyüne götürün. giderken de kendisine üç inek verin benim
armağanım olsun.'