Kadın yazarlar kadınlar için yazdı

Şahmaran.

Admin
Admin
Katılım
9 Temmuz 2008
Mesajlar
38.082
Tepki
50.396
Puan
113
Dünya Ekonomik Forumu’nun, geçtiğimiz günlerde açıklanan 2008 yılı cinsiyet ayrımcılığı raporuna göre Türkiye kadına yönelik şiddet, ekonomik güç ve fırsat eşitliği, eğitim düzeyi, sağlık, siyasi temsil konularında rapora konu 130 ülke arasında 123. sırayı aldı. Kadın-erkek eşitliğinin dünyadaki durumuna dair veriler yer alan The Global Gender Gap Report isimli raporun, Haklar ve Sosyal Kurumlar başlığında ülke olarak en düşük notu aldığımız konu ise, kadına yönelik şiddete karşı cezai yaptırımlar oldu. Raporda, şiddete maruz kalan kadınların korunabilecekleri bir yasaları ve sığınabilecekleri barınaklarının yok denecek kadar az olması da eleştiri konusu yapıldı.

Türkiye’de sekizi İstanbul’da olmak üzere 40 kadın sığınağı var. Bunların toplam kapasiteleri ise bini bulmuyor. Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı da bunlardan biri. Türkiye’deki ilk ve bağımsız kadın sığınağı olan Mor Çatı ’nın kapasitesi 18 kişi olmasına rağmen, ayda ortalama 50 kadın müracaat ediyor. Kadınların, yüzde 90’ı fiziksel şiddete maruz kalmış; yüzde 10’u ise cinsel taciz, sözlü şiddet gibi şikayetlerle başvurduğu Mor Çatı, mücadelelerine yeni bir boyut kazandıracak bir proje hazırlığı içinde. Seslerini duyurmak ve bu gidişata dur demek isteyen, şiddete maruz kalmış kadınları kadın yazarlarla buluşturan bir kitap projesiyle şiddetle içiçe yaşamak zorunda kalmış 11 kadının hikayesi kadın yazarlar tarafından kaleme alınacak. İnci Aral, Şebnem İşigüzel, Müge İplikçi, Karin Karakaşlı, Ayşe Düzkan, Pınar Öğünç, Nükhet Sirman, Handan Çağlayan, Yasemin Öz, Siren İdemen ve Handan Koç’un aktarımıyla okurlarla buluşmaya hazırlanan kitapta, şiddetin tüm kadınların başına gelebileceğinin, yalnızca şiddete direnme biçimlerinin farklılık gösterebildiğinin altı çizilmek isteniyor.

Yaklaşık 2 yıl önce, Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu ile Mor Çatı Kadın Sığınma Vakfı ile ortaklaşa başlatılan “Aile içi şiddete karşı, kadınların dayanışma merkezleri aracılığıyla güçlenmesi” projesinin bir ayağı olan kitabın, Aralık ayında piyasada olması hedefleniyor. Kitapta yer alan 11 kadın hikayesinin yazarları, kadından yana bakabilecek, şiddeti kendi dışında yaşanan bir sorunmuş gibi görmeyecek kadın yazarlardan seçildi. Mor Çatı Yayınları’ndan çıkacak olan kitabın basımını Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu üstlendi. Gelirinin ise Mor Çatı’ya aktarılması hedefleniyor. Kitapta, mağdur kadınların öykülerini anlatan kadın yazarlar, projede neden yer aldıklarını ve hikayelerinin neler olduğunu anlattı.

İnci Aral
Yüksek öğrenim gördüğü halde, babasının baskı ve zulmüne uzun yıllar boyun eğmek zorunda kalan genç bir kadının özgürleşme hikayesini anlattım.
Mor Çatı’nın girişimi ve yazar olarak desteğimi istemesi heyecan vericiydi. Bunu görev sayarak projeye katıldım. Kahramanın yaşadığı olumsuzluk ve haksızlıklar yazarken beni etkiledi, üzdü ve öfkelendirdi. Her zaman kadın dünyasının ve acılarının daha fazla yazılmasını arzu ettim ve yazmaya çalıştım çünkü baskılara boyun eğmemek, cesaretle karşı çıkmak için deneyimlerimizi paylaşmaya çok ihtiyacımız var.

Ayşe Düzkan
İlk kez sokağa çıktığında bir genç adama aşık olan ve kaçarak evlenen genç bir kadının kendi ağzından anlatılmış hikayesi bu. Bir süre sonra dayak başlıyor. Adam uyuşturucu kullanıyor. Bu gencecik kadın, beşinci çocuğuna hamileyken yediği dayaklara daha fazla dayanamıyor. Bir akrabasından tesadüf eseri Mor Çatı’yı duyuyor. Çocukları Çocuk Esirgeme Kurumu’na bırakıyor. Kendi de Mor Çatı’ya sığınıyor.
Bu kitabın aile içi şiddet konusunu güvenli bir şekilde anlatacak olması hassasiyeti arttıracak. Ben gazeteci olarak, şiddete maruz kalan kadının, kendi hikayesini kendi ağzından daha iyi anlatacağına inandığım için hikayeleştirmeden yer vermek istedim.

Siren İdemen
Dolaysız olarak kendini ifade etme imkânı verilmeyen kesimlerden biri de ezilen, şiddete maruz kalan kadınlar. Dolayısıyla, bu kitap kadınlara kendi tecrübelerini, arzularını, düşüncelerini kendi kelimeleriyle birbirlerine anlatma imkânı tanıdığı için çok önemli. Kitap için bir söyleşi yaptım. Söyleşi yapacağım kişi hakkında öncesinde çok az şey biliyordum. Söyleşiden muradım sadece çekilen sıkıntıları, acıları ortaya koymak değil, zihin ve ruh dünyasını mümkün olduğunca aktararak bütünlüklü bir portre yansıtmaktı. Söyleşi öncesi düşünme, tasarlama; söyleşinin kendisi ve sonrasında, döküm, kısaltma ve toparlamadan oluşan çalışma yaklaşık dört günümü aldı.

Şebnem İşigüzel
Şükran önce ailesinden şiddet görmüş. Yaşlı ve evli bir adamla zorla evlendirilmek istenmiş. Kaçmış kendisi evlenmiş, bu defa koca dayağı başlamış. Ciddi bir hastalığı var. Anne olmuş. Sonunda kocasından kaçıp çocuğuyla yeni bir hayat kurmayı başarmış. Ancak kederli hikayesi bitmiş değil. Buna rağmen Şükran yaşamak istiyor. Beyoğlu’ndaki küçücük bekar odasını boyayıp süsleyecek, oğluna mükemmel biçimde annelik edecek kadar hayata bağlı.
Benim için bu kitabın heyecan verici yanı, bu kadınların mücadelesinin diğerlerine “dayak evlerini” terkedip gitmek konusunda güç vereceğini bilmek. Ayrıca bu kadınlar için daha fazla şey yapmaya başlayabiliriz. Masamın başından kalkmamı gerektiren durumlarda gerçek hayatla yüzleşmekten korkar, ürkerim. Yine öyle oldu. Ağlaya ağlaya bir söyleşi yapmaya çalıştım. Hikayesini dinlediğim Şükran’ın çocuğunu ev sahibine emanet edip geldiğini öğrenince panikledim. Mor Çatı çalışanlarının çalışma ve yaratma becerilerine hayran oldum. Kadın ve çocuklarla ilgili pek çok çalışmaya destek verdim, yazı yazdım. Şimdilik kitaplarımın gelirlerini teker teker bu tür organizasyonlara aktarıyorum. Ancak ileride bütün kitaplarımın gelirleriyle kurmayı istediğim bir yapı var: Kadın, çocuk ve pek çok mağdur için. Bu çalışma bana, kuruluşu muhtemelen yıllar alacak bu oluşum için ilham verdi.

Müge İplikçi
Yetimhanedeki bir kız çocuğunun ilk aşkını anlatıyorum bu öyküde.Yaklaşık 1.5 saat süren bir görüşme yaptım öyküsünü anlatacağımı düşündüğüm arkadaşla. Kaseti çözdükten sonra anılarının onu hayli yormuş olduğunu farkettim ve daha kurguya dayalı bir öykü ortaya koymaya çalıştım. Bu da biraz zamanımı aldı.
Gerçek hayattan esinlenerek yazılmış metinlerin ortaya çıkıyor olması heyecan verici. Bu süreç sizin benim için şöyle bir deneyim oldu: Ezik bir heyecan duydum. Yaşama yetişememenin ezikliğiydi bu. Heyecanımın nedeniyse bunları öyle ya da böyle satırlara aktarabilmekti. Türkiye’de kadın sığınma evlerinin sayısının yetersizliğini, insanı insan kılmayı hedefleyen politikaların yetersizliğine bağlıyorum.

Karin Karakaşlı
Kahramanımın adını ****net koydum, çünkü onun katlanabildikleri ancak bu sözcükle karşılanır. Kendisine yaşatılan isyan ettirici acılara karşın koruduğu umut beni en çok çarpan unsurdu. O umudu da kızıyla birlikte ekin tarlalarının ortasında attıkları kahkahalarla vermek istedim. Kendisine yaşatılandan kızını esirgemeye çabaladığı bu sayılı dakikalar belki de hayata en çok hakkının verildiği zamandır. ****net, hayata hakkını teslim etmiş bir kadın. Onun çocuklarına kavuşacağı güne değin taşıdığı inanç benim de içimi ısıtıyor.
Esas meselesi kadının dili ve varlığı olan kadın yazarları doğrudan şiddetin kaynağından geçmiş hemcinsleriyle buluşturması açısından proje çok temiz ve sağlam bir temele sahip. Zaten ben bu teklifi bir proje gibi de değil de, hayatın sunduğu bir ek ders gibi gördüm. Ağır bir müfredattı, ama gördüğüm dersten ve verdiğim sınavdan pişman değilim. Dahil olunan yaşamın çarpıcılığından ziyade bunu, okuru çarpar hale getirmek esastı. Kimsenin inkâr edemeyeceği kadarıyla şiddet ve zulmü okur için de hissedilir kılmak için uğraştım, çünkü bu kadının yerinde hepimiz olabiliriz ve şu ya da bu biçimde oluyoruz zaten. Yazı bittikten çok sonra bile kimi sahneler film görüntüleri gibi benimle kalmaya devam etti. Çok sarsıcı bir deneyimdi, ama aynı zamanda şifalıydı, çünkü bütün hırpalanmışlıklardan geçen bir kadının ürettiği umuda tanık olmak sizi de kendi içinizde güçlü kılıyor. Birlikte ağladık ve güldük. Bir hayat olasılığı kadar daha zenginleştiğimi hissettim ve söz en azından bir seferliğine yerini buldu sanki. Elimden gelen yazmaksa onun hakkını verdim. Hayatta anlam buldum bu sayede.

Handan Koç
Bir babanın kızına cinsel tacizinin hikayesi.12 yaşından itibaren babasının cinsel tacizine uğruyor. Baba ve anne tüm yaşananları inkar ediyor hala. Tüm yaşadıklarıyla tek başına mücadele ediyor.
Uzun süredir kadınların üzerindeki baskılar ve çektikleri acılarla ilgilenen kadınlar bu durumun kaynağındaki kadınlarla bir araya geliyorlar. Bir tarafta aile içi şiddet konusunda politika yapan, örgütlenmeye çalışan, diğer tarafta şiddete maruz kalan kadınlar var. Yazdığım hikayenin kahramanı şu anda 32 yaşında ve 2 çocuk sahibi. Sorunuyla başa çıkma yöntemleri çok çarpıcı. O anlatırken ben örgütçü, dernekçi gibi sıfatlarla süslenmiş bakış açımın ne kadar yetersiz kaldığını gördüm. Bildiğimi zannettiklerimin ne kadar yetersiz olduğunu fark ettim. Bildiğimden çok daha yoğun, çok daha karmaşık. Görüşmelerimiz sonucunda aramızda bir yakınlık oluştu. Birbirimizi unutmamız mümkün değil.

Pınar Öğünç
Güldane Kaplan, Erzincan’da sevmediği bir adamla evlendirilmiş. Mutsuz bir evlilik olmasının ötesinde, ailenin bütün yükünü de yıllarca o üstlenmiş. Üzerine fiziki şiddet… Bu kadarı tipik bir hikaye olabilir, ama Güldane Hanım’ı benzerlerinden ayıran hem kendi ailesine hem de kocasına direnerek boşanmak istemesi. Bunu başarmış, fakat kendine kurduğu yeni hayatta da fiziki ve psikolojik şiddetten kurtulamamış. Kocasının sürekli tacizleri, onlarca karakol şikayetinden hiçbir netice alamaması yıldırmış onu. Bir yıl önce eski kocasının tecavüzüne uğrayan, Mor Çatı’nın desteğiyle ayakta duran Güldane Hanım’ın hukuki mücadelesi sürüyor.Yaşadıklarını anlatırken elleri titriyordu sinirden Güldane Hanım’ın. Ama bir yandan dirayeti çok etkileyiciydi. Gelirken yanında eski fotoğraflarından getirmesini rica etmiştim. Kendisini mutlu hissettiği zamanlardan da bahsedelim istiyordum. Aramış, seçmiş. Hepsi bir işi olduğu, kendine güvendiği, kendini güzel bulduğu zamanlardandı. Neticede ben çok mutlu oldum onunla tanıştığıma. Bir lokmacık da olsa ona bir faydam dokunsun çok istedim.
Gazeteci olarak da, okur olarak da birinci tekil şahısla kurulan cümlelerin gücüne çok inanırım. Aynı insanın hikâyesini, gerçeğe en yakın haliyle bile olsa başka bir anlatıcıdan dinlemenin gayriihtiyari bir mesafesi vardır. Kadın hakları ya da her nevi kadın mağduriyeti üzerine sayfalarca ve üstelik çok doğru şeyler yazabilirsiniz. Ancak o anlattığınızın içinden geçmiş, bizatihi kendisi olmuş bir insanın kendini tarif edişinde başka bir hakikat vardır. Bu kitabın değerli bir sözlü tarih çalışması olduğuna inanıyorum.

Yasemin Öz
Hikayem erkek egemen kalıpların zorlamasıyla evlenen, evliliğinde şiddet gören ama diğer kadınların desteği ile tek başına kendi yaşamını kurmayı ve kendini var etmeyi başaran bir kadının öyküsü. Ben bu hikayeyi yazma kısmını çok heyecanla karşıladığımdan, benim için özel bir deneyim oldu. Hikayesi yazılan kadın için de öyle. Bir arkadaşlık geliştirdik akabinde, birbirimizi merak edip arıyoruz.
Kitabı yazılan, dolayısı ile tarihe not düşülebilen hikayelere baktığımızda kahramanların genellikle erkek olduğunu ve sıradan bir hayatları olmadığını görürüz. Savaşların ötesinde insanların neler yarattığı, neler yaşadığı, ne giydikleri, yedikleri, yaşamı nasıl algıladıkları yani gündelik ilişkileridir asıl tarih. Tarihe baktığımızda kadınların deneyimlerine ilişkin hemen hemen hiç yazılı kaynak yok, kadın ağızlı türküler bile çok az. O kadınlar neler yaşadı bilemiyoruz. Kadınlık deneyiminin tarihi olmaması aslında tesadüf değil. Kadınlar üzerinde egemenlik kurmanın da bir yolu. Örneğin kadına yönelik şiddet binlerce yıldır var. Bunu nereden biliyoruz, en basitinden kutsal kitaplarda kadına yönelik şiddetin düzenlenmiş olmasından biliyoruz. Demek ki bu durum binlerce yıldır vardı ve o zaman da düzenlenmeye çalışıldı. Eğer kadınların bir tarihi olsaydı biz o kolektif bilgiden bugün faydalanabilecektik ve belki daha güçlü, daha örgütlü olacaktık. Belki binlerce yıldır aynı şiddet kıskacının içinde olmayacaktık. O yüzden bizim artık kadınların gündelik hayat deneyimlerini yazmamız ve onların deneyimlerini tarihe not düşmemiz, bugün yaşamakta olanlara ve geleceğe aktarmamız, bilgiyi yaygınlaştırmamız gerekiyor. Kitap beni bu nedenlerle heyecanlandırıyor. Kahraman olmaya aday olmayan sıradan kadının gündelik hikayesini resmettiği için ve kadına yönelik şiddet gibi kadim bir konuya dokunduğu için.

Nükhet Sirman
Benim en çok etkilendiğim şey görüştüğüm kadının sükuneti, ne yaptığını bilir hali ve hikayesine başlama biçimiydi. Kadınlara güvenmeyi bir kez daha öğrendim, onlara hayran oldum. En dipten nasıl da çocukları için de kendileri için çıkma güçleri çok etkileyiciydi.
Kadınların kendi hayatlarını nasıl anlamlandırdıklarını, kendi güçlerini nerelerde gördüklerini ve kendilerine bir başı, ortası, sonu olan öykü oluşturmalarını görmek çok heyecan verici. Genellikle bir öykü oluşturmak kontrolün kendinde olduğunun bir göstergesi. Mor Çatı’nın bugüne kadar uyguladığı feminist bakış açısının, kadınları nasıl güçlendirip, kendi ayakları üzerinde durup, kendi ve çocuklarının hayatı hakkında karar verebilecek duruma getirdiğini, bu konuda yalan yanlış fikirlerle iş yapanlara örnek oluşturabilmesi fikri heyecan verici. Kadınları yedirip içirip misafir etmenin yetmediğinin görülmesi lazım.
 

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst