Kâinatın içinde olup bitenleri nasıl değerlendirmeliyiz?
Bu sorunun kısa cevabı şöyle verilebilir: “Kâinat Allahın mülküdür, onda olup bitenler de yine Allahın ilahi icraatlarıdır. Bu bakış açısıyla neye baksak hem ilmimiz artar hem de tefekkür sevabı kazanırız.”
Sorunun cevabı, mahlukat alemini İlâhî sıfat ve isimlerin tecelligahı bilme idraki içinde yazılmış bütün ilmi eserlerdir.
Burada kısa bir değerlendirme yapmakla yetineceğiz:
Düşünüyorsunuz, zihniniz bir fikir üzerinde yoğunluk kazanıyor ve sonunda bir sonuca ulaşıyorsunuz. Fikir zihninizden doğmuştur ve onu bilen tek insan da sizsiniz. Elde ettiğiniz bu manevî mahsulünüzden başkalarının da faydalanmasını arzu ediyor ve onu yazıya döküyorsunuz. Böylece, ilim ve fikir, kâğıt ve mürekkeple kendini göstermiş oluyor. Ne kâğıtta, ne de mürekkepte ilim olmadığını çok iyi bilenler hükümlerini tereddütsüz veriyor ve bu kâğıt, diyorlar, ilme mazhar olmuş, onda ilim okunuyor, her cümlesi bilgi saçıyor. Bu hükümle birlikte nazarlar size dönüyor, teşekkür size ediliyor, tebrikleri siz alıyorsunuz.
Öteden kendini bilmez bir grup çıkageliyor. Yazıyı okur okumaz başlıyorlar kâğıda övgüler yağdırmaya. Bu da nasıl olur, demeyiniz. Her gün dergilerde, yahut ders kitaplarında bunun yüzlerce, binlerce misâlleriyle karşı karşıya değil miyiz?
Mahsûle bakarak tarlayı methedenler bundan farklı bir şey mi yapıyorlar. Anatomi kitapları insan bedenindeki ince hikmetleri ruhsuz bir üslûp ile anlatırken bunun bir benzerini sergilemiş olmuyor mu?
Burada masdar (sudur yeri, çıkış noktası, kaynak) ile mazhar (onun zahir olduğu, göründüğü mekan) birbirine karıştırılmaktadır.
Kitap ilimden çıkıyor; masdar ilimdir, kitaplar mazhar.
İbadet imandan çıkıyor; masdar imandır, ibadet mazhar.
Sadaka merhametten çıkıyor; masdar merhamettir, sadaka mazhar.
Şu uçsuz bucaksız feza âlemi kudretten çıkıyor; kudret masdardır, âlemler mazhar.
Hücreler, çekirdekler, genler, atomlar hikmetten haber veriyorlar; hikmet masdardır, bunlarsa mazhar.
Misâlleri çoğaltabilir ve bir cümlede özetleyebiliriz:
Mahlûkat mazhardır, ilâhî sıfatlar ve isimler ise masdar.
Bütün fen bilimcilerimiz varlık âleminin mazhar olduğu ilâhî ilim ve hikmetten anlayabildiklerini yazıya dökmekle şeref kazanıyor, bilim ödülleri alıyorlar. Ama bazıları, bu cansız ve şuursuz varlıklarda tecelli eden ilmin kaynağını, araştırmaksızın onları anlamaktan dem vuruyor ve alkış topluyorlar.
Halbuki, hikmetle yapılmış bir varlık olarak, bir başka varlığı anlamaya çalıştıklarını düşünseler, hem kendilerine hem de o varlığa bu mânâ deryasının nereden geldiğini düşünseler, gerçeği bulacak, hakka erecekler.
Alaaddin Başar (Prof.Dr.)
Bu sorunun kısa cevabı şöyle verilebilir: “Kâinat Allahın mülküdür, onda olup bitenler de yine Allahın ilahi icraatlarıdır. Bu bakış açısıyla neye baksak hem ilmimiz artar hem de tefekkür sevabı kazanırız.”
Sorunun cevabı, mahlukat alemini İlâhî sıfat ve isimlerin tecelligahı bilme idraki içinde yazılmış bütün ilmi eserlerdir.
Burada kısa bir değerlendirme yapmakla yetineceğiz:
Düşünüyorsunuz, zihniniz bir fikir üzerinde yoğunluk kazanıyor ve sonunda bir sonuca ulaşıyorsunuz. Fikir zihninizden doğmuştur ve onu bilen tek insan da sizsiniz. Elde ettiğiniz bu manevî mahsulünüzden başkalarının da faydalanmasını arzu ediyor ve onu yazıya döküyorsunuz. Böylece, ilim ve fikir, kâğıt ve mürekkeple kendini göstermiş oluyor. Ne kâğıtta, ne de mürekkepte ilim olmadığını çok iyi bilenler hükümlerini tereddütsüz veriyor ve bu kâğıt, diyorlar, ilme mazhar olmuş, onda ilim okunuyor, her cümlesi bilgi saçıyor. Bu hükümle birlikte nazarlar size dönüyor, teşekkür size ediliyor, tebrikleri siz alıyorsunuz.
Öteden kendini bilmez bir grup çıkageliyor. Yazıyı okur okumaz başlıyorlar kâğıda övgüler yağdırmaya. Bu da nasıl olur, demeyiniz. Her gün dergilerde, yahut ders kitaplarında bunun yüzlerce, binlerce misâlleriyle karşı karşıya değil miyiz?
Mahsûle bakarak tarlayı methedenler bundan farklı bir şey mi yapıyorlar. Anatomi kitapları insan bedenindeki ince hikmetleri ruhsuz bir üslûp ile anlatırken bunun bir benzerini sergilemiş olmuyor mu?
Burada masdar (sudur yeri, çıkış noktası, kaynak) ile mazhar (onun zahir olduğu, göründüğü mekan) birbirine karıştırılmaktadır.
Kitap ilimden çıkıyor; masdar ilimdir, kitaplar mazhar.
İbadet imandan çıkıyor; masdar imandır, ibadet mazhar.
Sadaka merhametten çıkıyor; masdar merhamettir, sadaka mazhar.
Şu uçsuz bucaksız feza âlemi kudretten çıkıyor; kudret masdardır, âlemler mazhar.
Hücreler, çekirdekler, genler, atomlar hikmetten haber veriyorlar; hikmet masdardır, bunlarsa mazhar.
Misâlleri çoğaltabilir ve bir cümlede özetleyebiliriz:
Mahlûkat mazhardır, ilâhî sıfatlar ve isimler ise masdar.
Bütün fen bilimcilerimiz varlık âleminin mazhar olduğu ilâhî ilim ve hikmetten anlayabildiklerini yazıya dökmekle şeref kazanıyor, bilim ödülleri alıyorlar. Ama bazıları, bu cansız ve şuursuz varlıklarda tecelli eden ilmin kaynağını, araştırmaksızın onları anlamaktan dem vuruyor ve alkış topluyorlar.
Halbuki, hikmetle yapılmış bir varlık olarak, bir başka varlığı anlamaya çalıştıklarını düşünseler, hem kendilerine hem de o varlığa bu mânâ deryasının nereden geldiğini düşünseler, gerçeği bulacak, hakka erecekler.
Alaaddin Başar (Prof.Dr.)