Herkes elinde bir bavul taşıyor, bir yük; içinde yaralar saklı o bavullarla yürüyoruz Kimimiz çocukluğumuzdan, kimimiz ilk aşkımızdan, kimimiz gençliğimizden, kimimiz olgunluğumuzdan kalan acıları biriktiriyoruz.
Elimizden bırakmadığımız o ağırlıklarla koşuşturuyoruz hayatın içinde. Yaralarımız kabuk bağlamış, ne zaman birisi kaşısa üstünü, kanıyoruz.
Hiç farkında olmadığımız veya artık bize normal gelen tuhaflıklarımız var. Sırtımızdaki yüklerle gidiyoruz her yeni ilişkiye, arkadaşlığa ve bu yüzden bir türlü teslim olamıyoruz aşka!
Korkular biriktirmişiz, acılar koleksiyonumuz var, sergilemesek de saklıyoruz. Oysa ne güzel olurdu bu acılardan sıyrılabilseydik
Kimseye kanmamak için bir daha, öyle eğitmişiz ki kendimizi, kaderin bile çizgisini döndürüyoruz. İçten içe mutsuz, içten içe umutsuzuz.
Dilimizde aşkın yok olduğu söylemleri, kimseye güvenmemek üzerine kurulu hayatlar ama dışarıdan bak, nasıl güçlüyüz!
Dünyanın sonunu bekliyor birileri, geldi ya! Kimse kendini gösteremeden, gerçek kimliğiyle yaşayamadan, hırs, intikam, nefret karmaşasına kapılmış gidiyorsa ve artık aşka inananlar elin parmaklarını geçmiyorsa; hala bir son beklemek ne safça bir eylemdir!
Acılarımızın sebebini anlamadan yaşıyorsak, kaderin döngüsüne itiraz ediyorsak, çekilen her eziyeti bela sanıyorsak, biz zaten sondayız demektir.
İçimizde birilerine karşı nefret ve öfke taşımaya devam ettikçe, kendi kıyametimizi yaşamış oluruz. Her ne olduysa, her ne yaşandıysa, mutlak bir sebebi olduğuna inanmadan, bu yüklerden kurtulmak mümkün değil. Sırtımızda taşıdığımız bu ağırlıkları atmadan da, hayatın anlamını kavramamız çok zor.
Aşk kendini ispat etmeye çalışırken, tüm gücümüzle ona inanmamaya devam ediyorsak; yaşadığımız ilişkilerin sorumlusu olarak hep karşımızdaki insanı suçluyorsak, değişmiyor ve inatla en iyi halimizin bu olduğunu savunuyorsak, daha ne kıyameti bekliyoruz? Geldi ya!
Candan Ünal