Kocasını sevmeyen mutsuz kadınlar!

Kristen Stewart

Daimi Üye
Katılım
3 Aralık 2009
Mesajlar
47.783
Tepki
49.269
Puan
113
Yaş
39
Konum
Çıkmaz Sokak

Kocasını sevmeyen Mutsuz Kadınlar!


Pek çok sağlık sorununa neden olan stres sadece biz insanları değil evlilikleri de etkiler. Eşler arası iletişimi ve sevgiyi tehdit eden problemler aşılamadığında
smilev.gif
tıpkı insanlar gibi evlilikler de strese girer. Bu ay eşlerin huzurunu kaçıran
smilev.gif
evliliklerde stres ve gerilim kaynağı olan durumları masaya yatırıyoruz.

Maddi imkansızlıklar

En büyük zenginlik kanaattir denir. Günümüz renkli yaşantısında insan tüketmek için tükeniyor
smilev.gif
hırslarının altında eziliyor adeta. Başkalarında görülen eşya
smilev.gif
kılık-kıyafetlere bütçesi elvermese de sahip olmak isteyenler çaresiz bir bunalım yoluna giriyor. Oysa ayağını yorganına göre uzatan eşler kanaat zenginliğine de sahipse stresli bir evlilik değil de rahat ve huzur dolu bir yuvada yaşamayı başarıyor.

Eleştiren eş

Eşlerin pek çoğu birbirlerini eleştirmeden edemez
smilev.gif
bu doğaldır da zaten. Ancak eleştiriyi karşısındakini inciterek
smilev.gif
onun kişiliğini rencide edici şekilde yapmak evlilik için tamiri en zor yaralara yol açabilir. Eleştirilen kişi kendini savunmaya geçer ve meselenin kendisine bakan yönünden çok eşinin incitici tutumuna odaklanır. “Eşim beni beğenmiyor olmalı” düşüncelerinin stresi içinde gerilir ve hatalarını kabul etmez. Savunmaya hatta karşı saldırıya geçebilir. Evlilikte önemli stres kaynağı olan bu durumdan korunmak için eşlerin birbirlerini eleştirirken doğru yaklaşımda bulunması ve nezaketli davranması gerekir.

Yüksek beklenti

Evlenmeden önce kimi beyaz atlı prens ummuştur kimi de pamuk prenses. Pek çok aday bu duygularla geçer evlilik kapısından. Ne var ki evlilik sonrası yaşananlar başlarda hayal edildiği gibi olmaz. “Eşim nişanlılıktaki gibi nezaketli
smilev.gif
romantik
smilev.gif
anlayışlı
smilev.gif
aşık değil” ya da “Eşim evlilik öncesindeki gibi bakımlı
smilev.gif
özenli
smilev.gif
tatlı dilli
smilev.gif
güler yüzlü değil; meğer ne de çok kusurlu yanı varmış” türünden serzenişler duyulur. Beklenti düzeyi çok yüksek eşler evlilik sonrasında bir türlü eşinin davranışlarını olduğu gibi kabul edemeyecektir. Bunun neticesinde ise ya onu değiştirme
smilev.gif
kendi beklentilerine uygun hale getirme gerginliği yaşayacak ya da eşinin yanlış kişilik yapısına sahip olduğu zannıyla bir türlü onu yanına yakıştıramayacaktır. Böyle durumlarda kişi
smilev.gif
hatasız insan olmayacağını düşünür
smilev.gif
eşini olduğu gibi kabullenmeye çalışırsa ve öncelikle kendini daha iyiye taşıma azminde bulunursa eşi de ona uyum sağlama gayretine girecektir. Fakat ekin bir anda olgunlaşmaz
smilev.gif
çiçek bir günde açmaz. Böyle konularda aceleci olunmamalı
smilev.gif
beklenti düzeyi makul seviyede tutulmalıdır.

Aşırı ve yersiz kıskançlık

Birbirini seven eşlerin kıskanma duygusu taşıması son derece normaldir. Sağlıklı düzeyde olduğu müddetçe eşlerin birbirlerini kıskanması onları birbirlerine daha sıkı bağlar. Fakat eşine güveni bulunmayan bir kimsenin her gün kendi kendini yemesi onun için tam bir stres kaynağıdır. Yaşanılan kıskançlık hayatın normal akışını engelleyecek aşamaya gelmişse yani patolojik boyut kazanmışsa ortada ciddi bir problem var demektir. Kişi böyle bir sıkıntı yaşıyorsa aşırı kıskançlığının sebebini iyi tayin etmelidir. Kendi davranışının temelindeki asıl körükleyiciyi bulamıyorsa uzman desteği alması yerinde olur.

Saygı eksikliği/ kötü söz söyleme eğilimi

Bazı beyler
smilev.gif
“Ben kılıbık değilim
smilev.gif
kazak erkeğiyim” sözleriyle yanlış davranışlarına geçerlilik payı katmaya çalışır. Fakat evliliğin hakikatte ne manaya geldiğini idrak edebilmiş
smilev.gif
Efendimiz’in (s.a.v) aile yaşantısını araştırıp öğrenmiş bir kimse erkeğin ne kadar ince düşünceli
smilev.gif
anlayışlı
smilev.gif
saygılı
smilev.gif
gönül alıcı davranışlarda bulunabileceğini iki cihan Serveri’nin (s.a.v) hayatının her alanında bu güzellikleri zirve noktada müşahede eder.

Babasına
smilev.gif
eşine
smilev.gif
büyüğüne saygıda ve edepte kusur etmemiş bir genç hanım da eşine karşı dırdırcı
smilev.gif
aşağılayıcı
smilev.gif
saygısız yaklaşmayacaktır. Saygı dolu
smilev.gif
nezaketli davranışlarla süslenmiş evliliklerde sertlik değil yumuşak ve hoş davranışlar Allah’ın bir lütfu olarak ailenin tüm fertlerinde gözlenir. Fakat hoyrat
smilev.gif
saygısız davranan
smilev.gif
birbirlerine sürekli kötü söz söyleyen eşlerin oluşturduğu aile
smilev.gif
bir fay hattı gibi şiddetli sallantılar geçirip ailedeki diğer fertlerin de çalkantılı
smilev.gif
kötü sözlü
smilev.gif
mutsuz bireyler olmalarına ortam oluşturur yalnızca. Saygı eksikliği ve kötü sözler evliliğin son bulması yönünde hızla ilerlemesine yol açabilir. Saygılı bir üslup
smilev.gif
tatlı dil ve gönül alıcı davranış
smilev.gif
eşleri birbirlerine ısındırır
smilev.gif
çocukların anne-babaya yaklaşımını güzelleştirir ve yuvada huzuru hakim kılar. Nitekim bu konuda Rabbimiz “Eğer kaba
smilev.gif
katı yürekli olsaydın
smilev.gif
onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi.” (Al-i İmrân
smilev.gif
159) buyurmuştur.


Ali Çankırılı

 
OP
Kristen Stewart

Kristen Stewart

Daimi Üye
Katılım
3 Aralık 2009
Mesajlar
47.783
Tepki
49.269
Puan
113
Yaş
39
Konum
Çıkmaz Sokak
İşkolik ilgisiz eş

Kişiler eş olduktan ve aynı evde yaşamaya başladıktan sonra birbirlerini nasılsa elde ettikleri duygusuyla ihmal edebilir. Oysa evlilikte çiftlerin ihtiyaçlarının başında ilgi gelir. İşkolik bir erkekle evlenmiş hanımlar ilgi eksikliği stresiyle uzun vadede depresyona girebilir sık sık evliliğini sorgulayabilir. Aynı şekilde ev işleri veya çocuk bakımı ile ilgili kendini çok meşgul edip eşine yeteri ilgi gösteremeyen hanımların eşleri karısının kendisini ihmal ettiği düşüncesine kapılabilir. Evlilik kapısından geçerken çok iyi bilinmesi gereken nokta: Evlendikten sonra eşlerin önceliklerini birbirleri ile iyi iletişime ilgili olmaya güzel duyguları daha sıkı bağlarla beslemeye ayırmaları gerektiğidir. İşi kendisi için her şeyden önce gelen işine aşırı düşkün işkolik hanımlar veya beyler evlenmeye hazır olup olmadığını güzelce sorgulamalıdır. Zira iki kişilik düşünmeye iki kişilik yaşantıya hazır olmayan bireylerin evliliği topluma faydadan ziyade yük getirecektir. Kişiler işleri ne kadar yoğun olursa olsun az da olsa etkili vakit geçirerek eşlerini tatmin edebilirler. Bir bey işinden eve ancak geç saatlerde ve yorgun geliyor da olsa eşine iltifat ettiğinde onunla ilgilendiğinde hanımı günboyu birlikte hoş vakit geçirmişlercesine mutlu olacaktır. Hanım da beyine takdir ve iltifat sözlerinde vefalı yaklaşıp hal ve hareketleri ile onu incitmediğinde yeterli ilgi ve anlayışı sunabildiğinde ilgi bunalımı yaşama ihtimali azalacaktır.

Kayınvalide-gelin stresi

Evlilikte hanımların yaşadığı en önemli gerginliklerdendir kayınvalide-gelin sorunları. Özellikle bir arada yaşama zorunluluğu olduğunda sorunların yaşanma sıklığı ve olasılığı artar. İki tarafın da çok anlayışlı temiz kalpli olduğu durumlarda dahi bazen evde stres yaşanması kaçınılmaz olur. Bu nedenle en doğrusu herkesin kendi evinde yaşamasıdır. Bazen de ayrı evde olunsa da büyüklerin eve müdahalesi söz konusu olur. Çoğunlukla anne-babasının isteklerini evinin iç işlerine kadar getirebilen beyler eşleriyle sorunlar yaşarlar. Büyüklerle istişare etmek büyük sözü dinlemek ne kadar aklı başında bir davranışsa; gerektiğinde evin iç işleri ile ilgili konuyu eve mahsus kılmak ve sadece eşi ile ortak karara varmak da eşlere gerçek anlamda aile oldukları duygusunu yaşatır. Evin reisi kendi yuvası ile anne-baba evi ve hakkı konusunda ince dengeyi yakalamalıdır. Bu konularda bir sorun yaşandığında ise çevrede aklıselim büyüklerin görüşüne başvurulmalıdır.

Gelin kayınvalideye haksızlık ettiğinde bu kez de evin beyi evlilik stresi yaşar. Annesine haksızlık yapılmasına razı olmaması en doğal hakkıdır. Fakat erkek akıllı davranarak iki tarafı da idare edebilir. Yeter ki amacı sevgiyi artırmak niyeti Allah rızası olsun.

Hassasiyetlerin farklılığı

Evlilikte mutluluk için olmazsa olmaz ilk unsur eşlerin birbirlerini iyice tanıması o doğrultuda davranış geliştirmesidir. Bu açıdan baktığımızda ilk yıllarda yaşanılan tartışmalar aslında tanışma ve anlaşma sürecine götürücüdür. Sabredildiğinde bir süre sonra eşlerin birbirlerini daha iyi tanıyıp ona göre daha uygun davrandığı ve daha az sorun yaşandığı gözlenir. Fakat hakkında birkaç kez sorun yaşanılmış bir konuda hala problem çıkıyorsa eşlerden biri eşinin hassasiyetlerini ciddiye almıyor demektir.

Örneğin hanımının giyim kuşamı konusunda son derece hassas bir bey eşi uygun giyinmediğinde bunu sorun olarak görür. İlk uyarıları belki tartışamaya kavgaya sebebiyet verir fakat zamanla hanımı kendisini beyine göre ayarladığında bu konuda sıkıntı yaşanmayacaktır. Beyinden güler yüz tatlı dil isteyen bir hanım yanlış davranış karşısında ilk zamanlar hırçın tepkiler verebilir. Beyefendi bu hassasiyeti fark edip hanımının alınganlığına göre ona hüsnü muamelede bulunursa sorunlardan biri halledilmiş olacaktır.

Unutulmamalıdır ki evliliğin en sevmediği düşünce bencilce düşünmedir. Diğergam davranıp eşinin mutluluğunu ön plana almadıkça evlilikte stres kaynaklarından birine ya da birkaçına mutlaka yakalanılacaktır.

Evde sorumluluk dağılımının net olmayışı

Her ne kadar evlilikler şirket ortaklığı gibi sorumluluk çizelgesiyle yürümese de insanın olduğu her yerde olduğu gibi yuvada da bir düzen gerekir. Hanım ve bey evde hangi konularda kesin sorumlu hangilerinde yardımcı durumunda olduklarını iyi bildiğinde karmaşa yaşanmayacaktır. Kadın evhanımı ise evle ilgili sorumlulukların çoğu kendisindedir. Beyi; bir işyerinde çalışmakla beraber tamir fatura gıda alışverişi gibi konulardan sorumlu olabilir. Buna birlikte iki taraf da gönüllü şekilde şikayetçi olmadan yuva için koşturur. Aksi takdirde herkes bir taraftan “Ben şunları yaptım sen bunları yaptın evde her iş bana bakıyor” şeklinde söylenir. Bir de hanım dışarıda çalışıyorsa evde iş paylaşımı konusu tam bir stres kaynağı olmaya müsaittir. Bu noktada ise önemli olan hanımın çalışması kararını çiftlerin birlikte vermiş bulunması ve ona göre eşler arası dayanışma planının çıkarılmasıdır.

Eşi çalışmasına olumsuz baktığı halde sadece kendi kararı ile çalışan bir hanım ev işleri konusunda beyinden yardım alamayabilir ve sorumlukları onun için büyük bir stres haline gelir.

Efendimiz’in (s.a.v) ev içerisinde her halükarda eşi ile gayet yakın ilişki geliştirdiği ve gerektiğinde her konuda hanımına destek verdiğini bilmeyenimiz yoktur. Her ne iş makam ve mevki olursa olsun bunlar kişiyi eşine destek olmaktan alıkoymamalıdır. Kadın hastalanabilir bebek sahibi olabilir gönüllü olarak çalışabilir. Bu durumlarda beyi ile mücadeleye girmeden sorumluluk paylaşımı yapması hanımın evine ve ev halkına daha iyi hizmet vermesine vesile olacaktır.

Birbirimize karşı iyi niyetimizi koruyup güzel muamelede bulunduktan sonra eşimizle aşamayacağımız sorun yoktur. Stres gelir gider önemli olan sorunlarımızın üstesinden iyi niyet ve nezaketle gelmemizdir.

Fikriye Arslan


Türkiye’de ‘evlilik okulu’ adı altında hizmet veren özel veya resmî bir eğitim kurumu biliyor musunuz? Ben bilmiyorum en azından duymadım. Bazı üniversite hocalarının özel çabalarıyla ‘ana baba okulu’ adı altında halka açık kurslar düzenlendiğini biliyorum ancak gençleri evliliğe hazırlayan bir ‘evlilik okulu’ bilmiyorum.

Amerika’da ve Avrupa ülkelerinin çoğunda değişik isimler altında hizmet veren evlilik ve ana baba okulları oldukça yaygın. Evlenmeye niyetli nişanlı veya sözlü gençler önce bir ‘evlilik okulu’nun kurslarına katılıyorlar. Burada evli çiftlere aile olmanın getireceği sorumluluklar karşı cinsin psikolojisi ‘ben’ kişiliği ile ‘biz’ kişiliğini ayıran sınırlar eşler arası uyum ailede iş bölümü ortaya çıkan anlaşmazlık problemlerinin çözümü arkadaş-akraba-komşu ve iş ilişkileri ev ekonomisi gibi temel konular anlatılıyor. Amerika’da master yaptığım yıllarda sık sık bu okulları ziyaret etme ve derslerine katılma fırsatı bulmuştum.

Bazı üniversiteler ise evlilik ve ana baba okullarından mezun olmuş evli çiftlerin altından kalkamadığı problemlere çözüm üreten ‘terapi dersleri’ veriyorlar. Terapiye katılan çiftler sıra ile problemlerini anlatıyorlar. Terapist problemi tartışmaya açıyor daha evvel aynı problemle karşılaşan ve birlikte çözüm bulan eşler söz alıyorlar. Sonra terapist bazı çözüm önerileri sıralıyor ve bunları tartışmaya açıyor. Problemi yaşayan çift sıralanan bu çözüm önerilerinden kendilerine uygun olanlarını not ediyorlar. Kendilerine doğrudan “Şunu yaparsanız problemi çözersiniz” şeklinde bir zorlama yapılmıyor.

Katıldığım terapi derslerinin birinde bir hanım kalkıp söz istedi. Evliliği yürütemediği için boşanmak üzere olduğunu yaşadığı problemi tartışmaya açmak istediğini söyledi. Terapist yaşadığı problemi tartışmaya açma cesareti gösterdiği için bayana teşekkür etti ve sordu:

— Size çözümsüz gibi görünen problem nedir hanımefendi?

Hanım gülümseyerek cevap verdi:

— Kocam çok mükemmel biri. Onun bu mükemmelliği beni rahatsız ediyor.

— Nasıl bir mükemmellik bu; biraz açar mısınız?

— Kocam çevirmen ve oyun yazarı. Çoğu gününü evde çalışarak geçirir. Ev işlerinde o kadar becerikli ki evi siler süpürür çamaşırları yıkar yemek yapar bana yapacak birşey kalmaz. Ben bankacıyım yani çalışan bir bayanım. Akşam eve döndüğümde yemek dahil herşey hazırdır. Bu belki çoğu çalışan bayanın hayal ettiği birşeydir ama benim için öyle değil. Kendimi evde işe yaramaz değersiz ve silik biri olarak görüyorum. Bu beni son derece rahatsız ediyor. Kocamla problemi görüşüp görüşmediğimi merak edeceksiniz evet hem de defalarca rahatsızlığımı dile getirmeye çalıştım. Ancak her defasında kocam ev işlerini yapmaktan zevk aldığını ve bana yardımcı olmaya çalıştığını; kendisine teşekkür edeceğime şikayette bulunmama bir anlam veremediğini söyledi.

Terapist bayanın dile getirdiği probleme evlilik psikolojisinde ‘ailede rol çatışması’ adı verildiğini ifade etti ve konuyu tartışmaya açtı. Bayanı dinlerken Türkiye’de çalışan hanımların sıklıkla dile getirdikleri “Kocalarımız ev işlerinde ve çocuk bakımında bizlere yardımcı olmuyor” şikayetleri aklıma geldi. Evdeki rol paylaşımı ancak eşlerin karşılıklı anlaşmalarıyla ve rollerine uygun sorumlulukları yerine getirmeleriyle gerçekleşebilir. Eğer evlilik aşamasında kadın ve erkeğe düşen roller belli edilmemiş ve sınırları çizilmemiş ise anlaşmazlıkların ortaya çıkması gayet normaldir. Eğer bir ailede annelik babalık kadınlık erkeklik rolleri belli değil ve birbirine karışmış ise orada aile düzeninden bahsedilemez.

Geniş ailelerde rol çatışmaları daha sık yaşanmaktadır. Aile büyükleri çoğu zaman anne ve babanın rollerini de üstlenir ev ekonomisinden çocuk eğitimine kadar her alanda söz sahibi ve karar verici olmak isterler. Bize ulaşan anne babanın söz geçiremediği şımartılmış problemli çocuk vak’aları genellikle büyükanne ve büyükbabanın eğitime doğrudan müdahale etmeleri sonucu ortaya çıkmaktadır.

Ailede çatışma alanları

Çatışma alanlarını incelerken anne baba çocuklar ve aile büyüklerinden oluşan geleneksel geniş aileyi ele alacağız. Aileyi teşkil eden üyelerin her birinin kişilik haklarını temsil eden bir ‘ben’ alanı vardır. Benim odam benim bisikletim benim masam benim cep telefonum benim arkadaşım benim annem derken bu alanı ifade etmiş oluruz. Bir aile üyesi kendi ‘ben’ alanını kullanırken diğer aile üyelerini rahatsız edecek ve onların ‘ben’ alanlarını çiğneyecek şekilde davranmamalıdır. Ben alanlarının sınırlarını ve nasıl kullanılacağını görgü kuralları ve gelenekler belirler. Meselâ bir aile üyesinin adına gelmiş mektubu başka bir aile üyesi açıp okumamalı; anne baba çocuğun odasına habersiz girip eşyalarını çantasını cüzdanını veya ceplerini karıştırmamalı; çocuğu uykuya gönderen baba yan odada yüksek sesle televizyon izlememelidir. Büyükbaba veya büyükannenin evin küçük çocuğu için ‘benim torunum’ demeye ve onu sevmeye hakkı vardır; ancak onun eğitimine doğrudan müdahale etmemelidir. Çocuğun eğitimi ve disiplini öncelikle anne ve babanın sorumluluğundadır ve onların ‘ben’ alanına girer.

Ailenin ortak malı olan eşyada ve ortak sorumluluk gerektiren konularda ‘biz’ alanı geçerlidir. Bizim evimiz bizim arabamız bizim komşularımız bizim çocuklarımız derken bu alanı kastederiz. Aile büyükleri anne baba ve çocuklar ailenin huzuru ve mutluluğu için ‘ben’ alanının bir kısmını isteyerek ve severek ‘biz’ alanına katar. Yeni evlenen genç bir kız veya erkek artık eskisi kadar anne babasına kardeşlerine akrabalarına ve arkadaşlarına zaman ayıramaz. Evliliğin ve aile olmanın getirdiği sorumluluklar yani ‘biz’ alanı devreye girmiştir. Kızı veya oğlu evlenen anne babalar bu yeni ‘biz’ alanını kabullenmek istemez “Oğlum evlenince bizden koptu el kızına bağlandı” diyerek serzenişte bulunurlar. Eşler birbirlerinin ‘ben’ alanlarına saygı duymalı bu alanı çiğneyecek davranışlarda ve isteklerde bulunmamalıdır. “Sen artık evli bir kadınsın eski arkadaşlarınla görüşmeni istemiyorum ana evine gitmeni yasaklıyorum gidip oradan akıl alıyorsun huzurumuz bozuluyor” diyen bir genç koca eşinin ‘ben’ alanına saldırarak kendi eliyle çatışma ortamı hazırlıyor demektir.

Eşlerden birinin tek yanlı olarak diğerinin ben alanına tamamen hâkim olma isteği beraberliği sıkıntılı ve çekilmez yapar. Anne baba ile çocuklar arası ilişkilerde de durum aynıdır. Aşırı sevgi aşırı ilgi aşırı koruma ve kıskançlık karşı tarafı rahatsız eder. Kayınvalide ile gelin arasında ortaya çıkan anlaşmazlıkların temelinde birinin oğlu öbürünün kocası üzerinde söz sahibi olma isteği vardır. Genelde diğer sebeplerin hepsi bahanedir ve savunma mekanizmalarının bir ürünüdür.

Savunma mekanizmaları

‘Ben’ alanı çiğnenen bir kadın kendisini değersiz hissetmeye başlar. “Kocam beni sevmiyor bana değer vermiyor” duygusuna kapılır. Kendisine olan güvenini kaybeder. Evlilikten beklediğini bulamayan mutsuz bir kadın veya erkek boşanmayı göze alamadığı zaman çektiği sıkıntıların altında ezilmemek için savunma mekanizmaları geliştirir. ‘Hayır’ dediğinde çatışma doğacağını hisseder ve ‘evet’ diyerek muhtemel bir kavgayı savuşturur. Bu ilk anda kişiyi sıkıntıdan kurtarmış görünse de uzun süre ‘hayır’ diyeceği şeylere ‘evet’ demek zorunda kalırsa kişi kendisine yabancılaşmaya başlar. İç çatışmaları artar ve nevrotik bir kişilik kazanır.

Psikologlar otuzdan fazla savunma mekanizmasından bahsederler. Ancak biz burada en sık kullanılanlardan söz edeceğiz.

Akla uydurma: Bazı insanlar yaşadıkları bir sıkıntıya veya probleme mantıklı açıklamalar sebepler ve özürler bularak rahatlamaya çalışırlar. Misafirlikte çocuğuna söz geçiremeyen bir anne etrafa mahcup olmamak için “Ne yapayım kardeş babasına çekmiş” der. Dolmuş parası vermemek için işe yürüyerek giden bir adam “Neden dolmuşla gitmiyorsun?” diye soran arkadaşına “Spor yapıyorum fazla kilolarımı atıyorum” cevabını verir.

Dışa yansıtma: İnsan bazen kendisine yakıştıramadığı eksikleri yanlışları beceriksizlikleri başkalarına yansıtır; bunun onlardan kaynaklandığına inanır. Uzun süre terfi edemeyen bir memur dürüst çalıştığı rüşvet almadığı ve müdüre yaltaklanmadığı için terfi edemediğini söyler. Ev işlerinden ve çocuk eğitiminden kaçmak isteyen bir baba akşam yemeğini yedikten sonra televizyonun karşısına oturur:

— Hanım bir yorgunluk kahvesi yap da içeyim bütün gün çalışmaktan canım çıktı der.

Kadın kahveyi yaparken mutfaktan sesi duyulur:

— Oğlun yine matematikten zayıf almış çocuğun dersleriyle biraz ilgilensen olmaz mı?

Adamın rahat koltuktan kalkmaya hiç niyeti yoktur. Başlar sistemden yakınmaya:

— Bu eğitim sistemini kökünden değiştireceksin. Elli-altmış kişilik sınıflarda ders mi yapılır? Boş zamanlarında işportacılık yapan bir öğretmenden ne beklenir? Öğretmenin de suçu yok o da geçim derdine düşmüş. Bütün suç sistemde.

Dışa yansıtma bazen saldırganlık şeklini alır kişiyi geçimsiz yapar aile düzenini bozar arkadaş ve dost kaybettirir. Alaycı gülümsemelerin ve abartılı övgülerin bile bir saldırganlık yanı vardır. Günlük konuşmada ‘aptal kaz kafalı beceriksiz enayi sersem’ gibi kelimeleri sık kullananlar saldırgan kişiliğe sahip kimselerdir.

Bazı insanlar gerçek duygu ve düşüncelerinin tam tersini kullanarak karşı tarafın saldırganlığını önlemeye çalışırlar. Kocasının şerrinden korkan bir kadın aşırı sevgi ve itaat gösterilerinde bulunur. “Allah seni başımızdan eksik etmesin sen olmasan biz ne yaparız” der. Tek taraflı aşırı sevgi ve ilgi gösterisi karşısında sağlıklı bir beraberlik kurulamaz.

Geçmişe sığınma: Gerçeklerle yüzleşme cesareti gösteremeyen karşılaştığı bir problemin üstesinden gelme becerisi kazanamamış kimseler çocuksu tavırlar sergilerler. Başkalarının yanında heyecanlanan konuşurken yüzü kızaran kekeleyen aşırı el kol hareketleri yapan isteği yerine gelmediği zaman bağırıp çağıran başkalarından devamlı yardım ve anlayış bekleyen kimseler çocukluk dönemine geri dönüş mekanizmasını kullanıyorlar demektir. Çatışma ve tartışmadan kaçmak için karşı görüş belirtmekten kaçınan; “Haklısınız size aynen katılıyorum çok doğru ben de öyle düşünüyorum siz ne derseniz öyle yaparım” diyerek itaat gösteren insanlar da çocuksu bir kişilik sergilemektedirler.

Geleceğe ait bir amacı ve beklentisi olmayan kimseler; özellikle emekliler eski sporcular artistler ses sanatçıları başkalarıyla iletişim kurabilmek ve ilgi çekmek için devamlı anılarını anlatır eski başarılarıyla övünürler. Böylece uyum sağlayamadıkları günlük hayatın sıkıntılarından kurtulup geçmişin mutluluğuna sığınırlar.

Yön değiştirme: İnsan kendisine sıkıntı ve kaygı veren olaylardan durumlardan veya konulardan kaçmak için sevinç ve neşe verecek bir başka alana kayar. İlgi alanına girmeyen bilgisinin yetersizliği sebebiyle anlamakta zorluk çektiği bir konudan bahsedilirken araya girerek bir fıkra veya tatlı bir hatırasını anlatan adam yön değiştirerek kendisine sıkıntı veren atmosferden kurtulmak istemektedir. Kocasının işinden müşterilerden ödenmeyen çek-senetlerden bahsetmesinden sıkılan kadın “Bugün ne oldu biliyor musun duysan şaşarsın…” diyerek çocuğuyla aralarında geçen sıradan bir olayı anlatmaya başlar.

Kişilik üzerinde geçmişin izleri

Bir anne evlenmeye razı edemediği kızı ile görüşmemizi ve onu evlenmeye ikna etmemizi istiyor ve şöyle diyordu: “Karşımıza çok iyi bir kısmet çıktı çocuk mühendis ailesi zengin ve köklü bir aile.”

Bir turizm şirketinde rehber olarak çalışan genç kızımızla konuştuğumuzda ortaya ailenin pek de hoş olmayan bir fotoğrafı çıktı. İşte evlenmeye razı edilemeyen genç kızın ağzından aile fotoğrafı:

“Çok parası olan erkeklerden nefret ederim. Para erkeği yoldan çıkarıyor. ‘İş görüşmesine gidiyorum’ diyerek sekreteriyle veya dostuyla Uludağ’da Antalya’da lüks otellerde gönül eğlendiren adamlar biliyorum. Karısına yalan söyleyen karısını aldatan çocuklarını ihmal eden adamlardan nefret ediyorum. Babam müteahhit onun da çok parası var o da annemi aldatıyor. Annem bile bile bu duruma katlanıyor. Ben olsam katlanmam. Bir gün olsun baba sevgisi baba şefkati görmedim. Annem gibi bir evlilik yapacağıma hiç evlenmem daha iyi.”

Konferanslarımda ve gelen elektronik postalarda anne babalardan çok sık duyduğum şu önemli sözleri sizlerle paylaşmak istiyorum: “Konuşmalarınızda ve yazılarınızda çok haklı ve doğru şeyler söylüyorsunuz. Sizi dinlerken ve okurken yaptığımız eğitim yanlışlarının farkına varıyoruz ancak eve gidince çocuklarımıza karşı aynı yanlışları işlemeye devam ediyoruz bir türlü doğru davranmayı başaramıyoruz. Neden böyle oluyor?”

Neden mi böyle oluyor? Çünkü siz çocukluğunuzda anne ve babalarınızdan böyle gördünüz. Anne babalarınızdan gördükleriniz kişiliğinize ve şuuraltınıza sindi. Siz de elinizde olmayarak onlar gibi davranıyorsunuz. Aile anne ve baba denince model olarak içinde yaşayıp büyüdüğünüz aileniz anneniz ve babanız aklınıza geliyor. Kadın olarak kocanızdan birşey istediğiniz zaman elinizde olmayarak sadece o isteğinizi dile getirmiyor aynı zamanda annenizin o istekte bulunurken babanıza karşı takındığı tavrı takınıyor yani aynı vücut dilini kullanıyorsunuz. Keza erkek olarak karınızdan bir istekte bulunurken sadece o isteği dile getirmiş olmuyorsunuz; babanızın kullandığı otoriter tavrı ve buyurgan ses tonunu kullanıyorsunuz.

Bir bayan okuyucum kocasının kendisine hiç değer vermediğini misafirlerin yanında bir istekte bulunurken bile kaba bir dille emrettiğini söylüyor ve devam ediyordu: “Kocam evde yokken oğlum da babası gibi davranıyor benden birşey isterken emredici bir dil kullanıyor ancak babası evde iken öyle davranmıyor kuzu gibi bir çocuk oluyor. Kocamla görüşmenizi rica ediyorum. Size çok saygısı var. Lütfen bana karşı daha kibar daha yumuşak davranmasını söyleyin.”

Bayan okuyucumun kocasını tanıyordum çok efendi bir adamdı. Görüşme isteğimi geri çevirmedi. Kendisine eşinin şikayetlerini aktarınca üzüldü. “Hocam” dedi “ben eşimi çok severim. Evlendiğimizin ilk aylarında eşime kibar davranmaya kalkınca babam benimle alay etti: ‘Benim yanımda karıya yalakalık yapmaya utanmıyor musun ne biçim erkeksin sen!’ dedi. Ben de bir daha kibar sözler kullanmadım.”

“Ben ne söylüyorum sen ne anlıyorsun?”

Kahvehanelerin ve birahanelerin önünden geçerken buraları dolduran evli çoluk çocuk sahibi erkeklerin psikolojisini hep merak etmişimdir: Güzel eşi ve sevimli yavruları ile oturup muhabbet edecekleri yerde bu sigara dumanı ve içki kokuları arasında nasıl rahat edebiliyorlar? Onları buraya çeken şey nedir? Bayan okuyucu ve dinleyicilerimden çok sık duymuşumdur: “Kocam beni anlamıyor.” Birbirlerinin anlayışsızlığından kabalığından saygısızlığından gevezeliğinden ilgisizliğinden yakınan eşlerin sayısı az değildir.

Aile hayatında inişler çıkışlar kayıplar kazançlar üzüntüler sevinçler bazen aşılması ve çözümü zor problemler yaşanır. Bunlar hayatı anlamlı kılan kaçınılmaz gerçeklerdir. Eğer bir problem belli bir süre içinde çözülemiyor çabalar sonuçsuz kalıyor aile mutluluğunu tehdit ediyorsa işte o zaman ciddi bir durum var demektir. Görmezden gelerek veya savunma mekanizmaları kullanarak bir problemi etkisiz hâle getiremezsiniz. Problem çözümsüz kaldığı sürece ailede huzursuzluk devam edecektir.

Aslında aşılamayacak zorluk çözülemeyecek problem yoktur. Beş ay önce makine mühendisi bir arkadaşım aradı. “Çok zor durumdayım moralim sıfır kafayı üşütmek üzereyim mutlaka görüşmemiz lâzım sana ihtiyacım var” dedi. Gittim görüştük. Çalıştığı fabrika ekonomik krizden dolayı kapanmış. Tazminatını bile alamamış. Çalışanlar patronu mahkemeye vermişler. Arkadaş bir aydır iş arıyormuş bulamamış.

— Ne yapacağımı bilemiyorum. Eşimin ve çocuklarımın yüzüne bakamıyorum bunalıma girdim dedi.

Sordum:

— Hiç birikmiş paran yok mu?”

— Var biraz ama hazıra dağ dayanmaz derler. Üç-beş ay ancak idare eder.

— Ne kadar paran var?

— Beş altı milyar kadar.

— Hiç üzülme işin hazır.

— Nasıl yani?

— Pazarcılık yapacaksın. Arabanı satıp bir kamyonet alacaksın. Elindeki parayı da sermaye yapacaksın. Sebze ve meyve halinde tanıdığım toptancılar var. Bir aya kalmaz işi öğrenirsin. Bir sürü kaba saba müşteriye nasıl davranacağını bilmeyen cahil adamlar bu işi yapıyor sen mi yapamayacaksın? Onlardan alacağıma senden alırım. Şimdiden bir müşterin hazır.

— Ağabey sen ciddi misin?

— Evet hem de çok ciddiyim. Yarından tezi yok harekete geçiyoruz.

Arkadaşım geçen hafta aradı “Ağabey Allah senden razı olsun” dedi. “İşler çok iyi yanımda üç kişi çalıştırıyorum.”

İki insan bir mekânda beraber iken hiç iletişimde bulunmamaları mümkün değildir. Hiçbir şey söylemeseniz hiçbir şey yapmasanız dahi bunun karşı taraf için bir anlamı vardır. Yolda giderken biri size selam verse ve siz hiçbir şey söylemeden yolunuza devam etseniz bu vücut diliyle karşı tarafa verilmiş bir mesajdır. Vapurda banliyö treninde veya belediye otobüsünde giderken biri yanınıza otursa ve “Nerelisin hemşerim?” dese siz biraz daha yana kayarak gazetenizi açıp okumaya başlasanız hiçbir söz söylemediğiniz halde bunun anlamı “Sana cevap vermek istemiyorum” demektir. Adamı duymamış olabilirsiniz gerçekten niyetiniz onun sorusunu cevapsız bırakmak değildir; ancak vücut diliniz adama “Seninle konuşmak istemiyorum” mesajı vermiştir. Demek ki önemli olan niyetiniz veya söz ve davranışlarımızla vermek istediğimiz mesaj değil; karşının mesajdan aldığı ve algıladığı sonuçtur. Karşımızdakini anlamanın yolu kendimizi onun yerine koymaktır. Buna psikolojide ‘empati’ diyoruz.

Empati yapmasını bilmeyen bir hanım okuyucum “Evde kavga çıkmasın diye kocam ne söylerse söylesin cevap vermiyorum sesimi çıkarmıyorum; ama adam bağırmaya bana hakaret etmeye devam ediyor” diyordu. Aslında adamı çileden çıkaran ve daha da saldırgan yapan kadının bu suskunluğudur. Belki adamın niyeti ezmek değildir. Ama kadının ezilmişlik rolüne razı oluşu adamın ezme içgüdüsünü tahrik etmektedir.

Aynı mekânı paylaşan iki kişi arasında iletişim kopukluğu veya bozukluğu varsa bu iki kişinin birbiri hakkında önceden gelen peşin hükümleri vardır.

Çok yaşanan tipik bir örnek:

Kadın: “Kocam akşam eve gelip yemeğini yedikten sonra geçer koltuğuna gazete okur. Gazete bitince televizyon izler elinde uzaktan kumanda olur olmaz saçma programlar seyreder. Ağzını açıp da benimle bir kelime konuşmaz çocukların dersiyle ilgilenmez. Uykusu gelince de yatar uyur. Ne bizi bir yerlere götürür ne de birileri bize gelir.”

Erkek: “Daha eve adımımı atar atmaz karım dırdıra başlar. Çocuklardan geçim sıkıntısından komşulardan benim ilgisizliğimden olup olmadık şeylerden şikayet eder durur. Hep beni suçluyor hiç kendisinde kabahat aramıyor. Zaten yorgun argın geliyorum bir de onun saçmalıklarını dinleyerek sıkıntıya girmek istemiyorum. Cevap versem işler daha da ters gidiyor kavga çıkıyor. En iyisi bir kenara çekilip susmak.”

Nasreddin Hoca misali hangisini dinlesen o haklı. Aslında ikisinin de farkında olmadığı gerçek şu: İnsanlar iletişimde bulunurken söz ve davranışlarıyla ilişkiye bir yön verirler. Burada erkeğin susması kadının dırdıra başlamasına kadının dırdırı da erkeğin susmasına yol açmaktadır. Bu kısır döngü içinde sağlıklı bir iletişim kurmak mümkün değildir. Peki bunun bir çözümü yok mu? Var. İki taraf da karşıdakinin değişmesini beklemeden kendini değiştirmeye çalışacak. Aslında çözümsüz gibi görünen ilişkilerin altında karşıdakinden değişmesini ve anlayış göstermesini beklemek yatıyor.

Ders çalışmayan çocuğuna anne ve baba ısrarla ders çalışmasını söyler ve onun tembelliğinden yakınır. Anne ve babaya sorsanız çocuk ders çalışmadığı için ısrar etmekte ve üzerine gitmektedirler. Çocuğa sorsanız anne ve babasının ısrarlarına ve suçlamalarına kızdığı için çalışmamaktadır. Taraflardan biri diğerinin değişmesini beklemeden kendi istek ve iradesi ile değişmedikçe çatışma alanı varlığını sürdürecek problem çözümsüz kalmaya devam edecektir.

Çatışma alanları

Dışarıdaki insan ilişkileri ile ailedeki karı koca ilişkilerinin birbirinden farklı olduğu muhakkak. Evdeki anlaşmazlık ve çatışma alanlarının çoğu bu farklılıklardan besleniyor. Çatışma alanlarından en belirgini cinsiyet farkıdır. Allah erkeği ve kadını ayrı fıtratlarda ve ayrı yeteneklerde yaratmış ki birbirlerini tamamlasınlar. İki kadının veya iki erkeğin evlenip yuva kurmalarını düşünebilir misiniz? Bu düşünce cinsel serbestinin en yaygın olduğu ülkelerde dahi tepki ile karşılanmaktadır. Davranış psikolojisi uzmanları kadınların erkek gibi erkeklerin kadın gibi davranmasını ‘kişilik bozukluğu’ olarak yorumluyor. Kadın kimliğine (yaratılışları gereği) naziklik zariflik uysallık duygusallık ve estetik daha çok yakışıyor. Güzel görünmeye ve güzel giyinmeye daha çok önem verirler. Erkeklerde güçlü olma yönetme hükmetme cesaret ve kahramanlık gösterme kavgadan kaçmama duyguları daha baskındır. Bu yüzden karı koca kavgalarında dayak yiyen ağır hakaret gören ve ezilen taraf hep kadın olmuştur. Eşler birbirlerinin yaratılıştan gelen özelliklerine saygı duymalı bu özelliklere uymayan isteklerde bulunmamalıdır.

Önemli bir çatışma alanı da ev ekonomisidir. Eve giren paranın nasıl ve nereye harcanacağı eşler arasında hep anlaşmazlık konusu olmuştur. Geleneksel aile modelimizde para kazanmak ve ailenin geçimini sağlamak erkeğin görevidir. Baba aile reisidir. Kadın hakları savunucuları erkeğe verilen bu rolü ‘erkek egemenliği’ olarak yorumlamakta ve itiraz etmektedir. Büyük şehirlerde bilhassa memur ailelerde kadın da çalışmak zorunda kalmaktadır. Çalışan kadının işi daha da zordur. Geleneksel kadının bütün rolleri çalışan kadından da istenmektedir.

Parayı kimin kazandığı fazla önemli değildir önemli olan nasıl harcandığıdır. Harcamada ‘biz’ alanı geçerli olmalıdır. Aile üyelerinin her biri ‘bizim evimiz bizim arabamız’ dedikleri kadar ‘bizim paramız’ diyebilmelidir. Para kazananın cüzdanında veya banka hesabında değil aile kasasında durmalıdır. Feministler görmezden gelse de çoğu evlerde aile kasasının anne olduğunu hepimiz biliyoruz. Faturalar ve taksitler ödendikten sonra artan paranın nereye ve nasıl harcanacağına anne baba ve çocuklar birlikte karar vermelidir.

Baba eşinin ve çocuklarının maddî ve manevî ihtiyaçlarını yerine getirmekle sorumludur. Bu sorumluluğunu baskı veya tehdit aracı olarak kullanmamalıdır. Çocuğuna kızdığı zaman “Yarın sana harçlık yok!” veya eşiyle tartışırken “Sana elbise almaktan vazgeçtim!” dememelidir. Kadın da kocasına kızarak evdeki rolünü aksatmamalı dişiliğini silah olarak kullanmamalıdır.

Çatışma alanlarından bir diğeri belki de en önemlisi eşlerin birbirinden mükemmel olmalarını beklemeleridir. Adam kendisi yalan söylediği ve eşine karşı dürüst olmadığı halde karısının yalan söylememesini ve dürüst davranmasını ister. Karısının kendisini eleştirmesine kızar ama onu eleştirmekten ve hatalarını yüzüne vurmaktan çekinmez. Kendisi arkadaşlarıyla kahveye maça balığa gider; ama karısının evden çıkmasına baba evini veya bir akrabasını ziyaret etmesine izin vermez. Kocası tarafından devamlı eleştirilen ve aşağılanan bir kadın evinden soğur iş yapma enerjisini kaybeder. “Böyle nankör adam görmedim ne yapsam yaranamıyorum” der. Ancak bunu sesli olarak dile getiremediği için aksayan işlere bahaneler uydurur. “Niçin yemek yapmadın niçin pantolonumu ütülemedin?” diye soran kocasına “Hastaydım bütün gün yattım” der.

Dedikodu da aile huzurunu bozan etkili bir çatışma alanıdır. Birbirine karşı dürüst olmayan sevincini ve üzüntüsünü doğrudan ifade edemeyen mutsuz ve uyumsuz eşler arasında dedikodu daha yaygındır. Beceriksiz kadın başkalarının yanında kocasından ve çocuklarından yakınır beceriksiz erkek de karısını çekiştirir. Aslında bu insanlar sadece eşleriyle değil başkalarıyla da geçimsizdirler. Akrabalarını komşularını ve arkadaşlarını da çekiştirmekten geri kalmazlar. Mutlu ve huzurlu aileleri kıskanır onların da kendileri gibi mutsuz olmasını arzu ederler.

Ruh sağlığının temel şartı aile huzurudur. Rahmetli babam aile huzurumu sorarken “Oğlum garp cephesinde durum nasıl?” derdi. Garp cephesi ile aile huzurunun ne ilgisi var diyeceksiniz. Aynı soruyu ben de babama sormuş ve şu cevabı almıştım: “Öyle deme oğul aile huzurunu sağlamak her babayiğidin harcı değildir. Hanımınla iyi geçinmek garp cephesini idare etmekten daha zordur. Askerde benim bir komutanım vardı. Çok sert ve disiplinli bir adamdı. Bizi öyle sıkı hazırlıyordu ki savaş tatbikatlarında hep bizim bölük birinci seçiliyordu. Bu komutan cephede başarılı olduğu kadar evinde başarılı değildi. Karısıyla ve çocuklarıyla geçinemez çoğu geceleri bölükte yatardı.”

Geleneksel aile modelimizde maalesef diyalog yerine monolog hâkimdir. Güçlü konuşur zayıf dinler. Zayıf konumunda olan kadının ve çocukların cevap vermesi saygısızlık olarak değerlendirilir. Baba mutlak güç ve mutlak otoritedir. Baba ne derse o olur. Aile adına baba düşünür herşeye baba karar verir. Baba yanlış yapmaz yapsa da eleştirilemez. Devlet modelimiz de aile yapımıza çok benziyor. Devlet mutlak güçtür vatandaşın devleti eleştirmesi suçtur bozgunculuktur. Vatandaş adına devlet düşünür neyin doğru neyin yanlış olduğuna devlet karar verir. Vatandaşın görevi devlete itaat etmektir.

Bu mantık ve bu gidişle ne ailede ne de devlette problemleri çözmek mümkün değildir. Kadın kocasından koca karısından değişmesini beklediği ve devlet vatandaşın vatandaş da devletin değişmesini istediği sürece bu kısır döngü devam edecektir.
 

ayser

Daimi Üye
Katılım
12 Aralık 2009
Mesajlar
6.699
Tepki
7.439
Puan
113
Yaş
69
Konum
Kartepe
Benim babam bana gelen mektupları okumazdı.Değil şiddet bağırmazdı .Biz babamızdan çekinirdik ama korkmazdık çünkü biliyoruzki babam asla bağırmayacak.Kızım ve oğlum benim kadar şanslı olamadı.Eşim her şeyi öğrenmek ister çocuklarla bağırıp çağırır şiddetle dediğini yaptırmak isterdi o yüzden çocuklar babalarından uzak dururlar.
Bunu niyemi yazdım ailede şiddet oldumu baştan kaybediliyor.
 

ilk_nur

Daimi Üye
Katılım
9 Aralık 2009
Mesajlar
32.413
Tepki
37.064
Puan
113
Konum
.....
Hassasiyetlerin farklılığı

Evlilikte mutluluk için olmazsa olmaz ilk unsur eşlerin birbirlerini iyice tanıması o doğrultuda davranış geliştirmesidir. Bu açıdan baktığımızda ilk yıllarda yaşanılan tartışmalar aslında tanışma ve anlaşma sürecine götürücüdür. Sabredildiğinde bir süre sonra eşlerin birbirlerini daha iyi tanıyıp ona göre daha uygun davrandığı ve daha az sorun yaşandığı gözlenir. Fakat hakkında birkaç kez sorun yaşanılmış bir konuda hala problem çıkıyorsa eşlerden biri eşinin hassasiyetlerini ciddiye almıyor demektir.

sanırım bide de bu var-kizgin
 
S

Saffarri

Misafir
oglum 2 yasinda. esim tum gun calisiyo ve aksam eve gelince ogluyla vakit geciriyo. her istedigini yapiyo,bagrmiyo cok sakin biri. Ben ise yeri geliyo yaramazlik yapinca bagriyorum bazende poposunu bi iki vuruyorum.Oyle herseyi yapmasina izin vermiyorum.Ve sonuc cok tuhaf oglum benden hic ama hic korkmuyo ama babasi sert bisekilde ona bakarsa oyle bi korkuyorki sasip kaliyorum. bu nasil oluyo anlamiyorum yahuuuuu
 

meltemim

Daimi Üye
Katılım
10 Haziran 2011
Mesajlar
451
Tepki
295
Puan
63
Yaş
48
Konum
istanbul
İşkolik ilgisiz eş

Kişiler eş olduktan ve aynı evde yaşamaya başladıktan sonra birbirlerini nasılsa elde ettikleri duygusuyla ihmal edebilir. Oysa evlilikte çiftlerin ihtiyaçlarının başında ilgi gelir. İşkolik bir erkekle evlenmiş hanımlar ilgi eksikliği stresiyle uzun vadede depresyona girebilir sık sık evliliğini sorgulayabilir. Aynı şekilde ev işleri veya çocuk bakımı ile ilgili kendini çok meşgul edip eşine yeteri ilgi gösteremeyen hanımların eşleri karısının kendisini ihmal ettiği düşüncesine kapılabilir. Evlilik kapısından geçerken çok iyi bilinmesi gereken nokta: Evlendikten sonra eşlerin önceliklerini birbirleri ile iyi iletişime ilgili olmaya güzel duyguları daha sıkı bağlarla beslemeye ayırmaları gerektiğidir. İşi kendisi için her şeyden önce gelen işine aşırı düşkün işkolik hanımlar veya beyler evlenmeye hazır olup olmadığını güzelce sorgulamalıdır. Zira iki kişilik düşünmeye iki kişilik yaşantıya hazır olmayan bireylerin evliliği topluma faydadan ziyade yük getirecektir. Kişiler işleri ne kadar yoğun olursa olsun az da olsa etkili vakit geçirerek eşlerini tatmin edebilirler. Bir bey işinden eve ancak geç saatlerde ve yorgun geliyor da olsa eşine iltifat ettiğinde onunla ilgilendiğinde hanımı günboyu birlikte hoş vakit geçirmişlercesine mutlu olacaktır. Hanım da beyine takdir ve iltifat sözlerinde vefalı yaklaşıp hal ve hareketleri ile onu incitmediğinde yeterli ilgi ve anlayışı sunabildiğinde ilgi bunalımı yaşama ihtimali azalacaktır.

Kayınvalide-gelin stresi

Evlilikte hanımların yaşadığı en önemli gerginliklerdendir kayınvalide-gelin sorunları. Özellikle bir arada yaşama zorunluluğu olduğunda sorunların yaşanma sıklığı ve olasılığı artar. İki tarafın da çok anlayışlı temiz kalpli olduğu durumlarda dahi bazen evde stres yaşanması kaçınılmaz olur. Bu nedenle en doğrusu herkesin kendi evinde yaşamasıdır. Bazen de ayrı evde olunsa da büyüklerin eve müdahalesi söz konusu olur. Çoğunlukla anne-babasının isteklerini evinin iç işlerine kadar getirebilen beyler eşleriyle sorunlar yaşarlar. Büyüklerle istişare etmek büyük sözü dinlemek ne kadar aklı başında bir davranışsa; gerektiğinde evin iç işleri ile ilgili konuyu eve mahsus kılmak ve sadece eşi ile ortak karara varmak da eşlere gerçek anlamda aile oldukları duygusunu yaşatır. Evin reisi kendi yuvası ile anne-baba evi ve hakkı konusunda ince dengeyi yakalamalıdır. Bu konularda bir sorun yaşandığında ise çevrede aklıselim büyüklerin görüşüne başvurulmalıdır.

Gelin kayınvalideye haksızlık ettiğinde bu kez de evin beyi evlilik stresi yaşar. Annesine haksızlık yapılmasına razı olmaması en doğal hakkıdır. Fakat erkek akıllı davranarak iki tarafı da idare edebilir. Yeter ki amacı sevgiyi artırmak niyeti Allah rızası olsun.

Hassasiyetlerin farklılığı

Evlilikte mutluluk için olmazsa olmaz ilk unsur eşlerin birbirlerini iyice tanıması o doğrultuda davranış geliştirmesidir. Bu açıdan baktığımızda ilk yıllarda yaşanılan tartışmalar aslında tanışma ve anlaşma sürecine götürücüdür. Sabredildiğinde bir süre sonra eşlerin birbirlerini daha iyi tanıyıp ona göre daha uygun davrandığı ve daha az sorun yaşandığı gözlenir. Fakat hakkında birkaç kez sorun yaşanılmış bir konuda hala problem çıkıyorsa eşlerden biri eşinin hassasiyetlerini ciddiye almıyor demektir.

Örneğin hanımının giyim kuşamı konusunda son derece hassas bir bey eşi uygun giyinmediğinde bunu sorun olarak görür. İlk uyarıları belki tartışamaya kavgaya sebebiyet verir fakat zamanla hanımı kendisini beyine göre ayarladığında bu konuda sıkıntı yaşanmayacaktır. Beyinden güler yüz tatlı dil isteyen bir hanım yanlış davranış karşısında ilk zamanlar hırçın tepkiler verebilir. Beyefendi bu hassasiyeti fark edip hanımının alınganlığına göre ona hüsnü muamelede bulunursa sorunlardan biri halledilmiş olacaktır.

Unutulmamalıdır ki evliliğin en sevmediği düşünce bencilce düşünmedir. Diğergam davranıp eşinin mutluluğunu ön plana almadıkça evlilikte stres kaynaklarından birine ya da birkaçına mutlaka yakalanılacaktır.

Evde sorumluluk dağılımının net olmayışı

Her ne kadar evlilikler şirket ortaklığı gibi sorumluluk çizelgesiyle yürümese de insanın olduğu her yerde olduğu gibi yuvada da bir düzen gerekir. Hanım ve bey evde hangi konularda kesin sorumlu hangilerinde yardımcı durumunda olduklarını iyi bildiğinde karmaşa yaşanmayacaktır. Kadın evhanımı ise evle ilgili sorumlulukların çoğu kendisindedir. Beyi; bir işyerinde çalışmakla beraber tamir fatura gıda alışverişi gibi konulardan sorumlu olabilir. Buna birlikte iki taraf da gönüllü şekilde şikayetçi olmadan yuva için koşturur. Aksi takdirde herkes bir taraftan “Ben şunları yaptım sen bunları yaptın evde her iş bana bakıyor” şeklinde söylenir. Bir de hanım dışarıda çalışıyorsa evde iş paylaşımı konusu tam bir stres kaynağı olmaya müsaittir. Bu noktada ise önemli olan hanımın çalışması kararını çiftlerin birlikte vermiş bulunması ve ona göre eşler arası dayanışma planının çıkarılmasıdır.

Eşi çalışmasına olumsuz baktığı halde sadece kendi kararı ile çalışan bir hanım ev işleri konusunda beyinden yardım alamayabilir ve sorumlukları onun için büyük bir stres haline gelir.

Efendimiz’in (s.a.v) ev içerisinde her halükarda eşi ile gayet yakın ilişki geliştirdiği ve gerektiğinde her konuda hanımına destek verdiğini bilmeyenimiz yoktur. Her ne iş makam ve mevki olursa olsun bunlar kişiyi eşine destek olmaktan alıkoymamalıdır. Kadın hastalanabilir bebek sahibi olabilir gönüllü olarak çalışabilir. Bu durumlarda beyi ile mücadeleye girmeden sorumluluk paylaşımı yapması hanımın evine ve ev halkına daha iyi hizmet vermesine vesile olacaktır.

Birbirimize karşı iyi niyetimizi koruyup güzel muamelede bulunduktan sonra eşimizle aşamayacağımız sorun yoktur. Stres gelir gider önemli olan sorunlarımızın üstesinden iyi niyet ve nezaketle gelmemizdir.

Fikriye Arslan


Türkiye’de ‘evlilik okulu’ adı altında hizmet veren özel veya resmî bir eğitim kurumu biliyor musunuz? Ben bilmiyorum en azından duymadım. Bazı üniversite hocalarının özel çabalarıyla ‘ana baba okulu’ adı altında halka açık kurslar düzenlendiğini biliyorum ancak gençleri evliliğe hazırlayan bir ‘evlilik okulu’ bilmiyorum.

Amerika’da ve Avrupa ülkelerinin çoğunda değişik isimler altında hizmet veren evlilik ve ana baba okulları oldukça yaygın. Evlenmeye niyetli nişanlı veya sözlü gençler önce bir ‘evlilik okulu’nun kurslarına katılıyorlar. Burada evli çiftlere aile olmanın getireceği sorumluluklar karşı cinsin psikolojisi ‘ben’ kişiliği ile ‘biz’ kişiliğini ayıran sınırlar eşler arası uyum ailede iş bölümü ortaya çıkan anlaşmazlık problemlerinin çözümü arkadaş-akraba-komşu ve iş ilişkileri ev ekonomisi gibi temel konular anlatılıyor. Amerika’da master yaptığım yıllarda sık sık bu okulları ziyaret etme ve derslerine katılma fırsatı bulmuştum.

Bazı üniversiteler ise evlilik ve ana baba okullarından mezun olmuş evli çiftlerin altından kalkamadığı problemlere çözüm üreten ‘terapi dersleri’ veriyorlar. Terapiye katılan çiftler sıra ile problemlerini anlatıyorlar. Terapist problemi tartışmaya açıyor daha evvel aynı problemle karşılaşan ve birlikte çözüm bulan eşler söz alıyorlar. Sonra terapist bazı çözüm önerileri sıralıyor ve bunları tartışmaya açıyor. Problemi yaşayan çift sıralanan bu çözüm önerilerinden kendilerine uygun olanlarını not ediyorlar. Kendilerine doğrudan “Şunu yaparsanız problemi çözersiniz” şeklinde bir zorlama yapılmıyor.

Katıldığım terapi derslerinin birinde bir hanım kalkıp söz istedi. Evliliği yürütemediği için boşanmak üzere olduğunu yaşadığı problemi tartışmaya açmak istediğini söyledi. Terapist yaşadığı problemi tartışmaya açma cesareti gösterdiği için bayana teşekkür etti ve sordu:

— Size çözümsüz gibi görünen problem nedir hanımefendi?

Hanım gülümseyerek cevap verdi:

— Kocam çok mükemmel biri. Onun bu mükemmelliği beni rahatsız ediyor.

— Nasıl bir mükemmellik bu; biraz açar mısınız?

— Kocam çevirmen ve oyun yazarı. Çoğu gününü evde çalışarak geçirir. Ev işlerinde o kadar becerikli ki evi siler süpürür çamaşırları yıkar yemek yapar bana yapacak birşey kalmaz. Ben bankacıyım yani çalışan bir bayanım. Akşam eve döndüğümde yemek dahil herşey hazırdır. Bu belki çoğu çalışan bayanın hayal ettiği birşeydir ama benim için öyle değil. Kendimi evde işe yaramaz değersiz ve silik biri olarak görüyorum. Bu beni son derece rahatsız ediyor. Kocamla problemi görüşüp görüşmediğimi merak edeceksiniz evet hem de defalarca rahatsızlığımı dile getirmeye çalıştım. Ancak her defasında kocam ev işlerini yapmaktan zevk aldığını ve bana yardımcı olmaya çalıştığını; kendisine teşekkür edeceğime şikayette bulunmama bir anlam veremediğini söyledi.

Terapist bayanın dile getirdiği probleme evlilik psikolojisinde ‘ailede rol çatışması’ adı verildiğini ifade etti ve konuyu tartışmaya açtı. Bayanı dinlerken Türkiye’de çalışan hanımların sıklıkla dile getirdikleri “Kocalarımız ev işlerinde ve çocuk bakımında bizlere yardımcı olmuyor” şikayetleri aklıma geldi. Evdeki rol paylaşımı ancak eşlerin karşılıklı anlaşmalarıyla ve rollerine uygun sorumlulukları yerine getirmeleriyle gerçekleşebilir. Eğer evlilik aşamasında kadın ve erkeğe düşen roller belli edilmemiş ve sınırları çizilmemiş ise anlaşmazlıkların ortaya çıkması gayet normaldir. Eğer bir ailede annelik babalık kadınlık erkeklik rolleri belli değil ve birbirine karışmış ise orada aile düzeninden bahsedilemez.

Geniş ailelerde rol çatışmaları daha sık yaşanmaktadır. Aile büyükleri çoğu zaman anne ve babanın rollerini de üstlenir ev ekonomisinden çocuk eğitimine kadar her alanda söz sahibi ve karar verici olmak isterler. Bize ulaşan anne babanın söz geçiremediği şımartılmış problemli çocuk vak’aları genellikle büyükanne ve büyükbabanın eğitime doğrudan müdahale etmeleri sonucu ortaya çıkmaktadır.

Ailede çatışma alanları

Çatışma alanlarını incelerken anne baba çocuklar ve aile büyüklerinden oluşan geleneksel geniş aileyi ele alacağız. Aileyi teşkil eden üyelerin her birinin kişilik haklarını temsil eden bir ‘ben’ alanı vardır. Benim odam benim bisikletim benim masam benim cep telefonum benim arkadaşım benim annem derken bu alanı ifade etmiş oluruz. Bir aile üyesi kendi ‘ben’ alanını kullanırken diğer aile üyelerini rahatsız edecek ve onların ‘ben’ alanlarını çiğneyecek şekilde davranmamalıdır. Ben alanlarının sınırlarını ve nasıl kullanılacağını görgü kuralları ve gelenekler belirler. Meselâ bir aile üyesinin adına gelmiş mektubu başka bir aile üyesi açıp okumamalı; anne baba çocuğun odasına habersiz girip eşyalarını çantasını cüzdanını veya ceplerini karıştırmamalı; çocuğu uykuya gönderen baba yan odada yüksek sesle televizyon izlememelidir. Büyükbaba veya büyükannenin evin küçük çocuğu için ‘benim torunum’ demeye ve onu sevmeye hakkı vardır; ancak onun eğitimine doğrudan müdahale etmemelidir. Çocuğun eğitimi ve disiplini öncelikle anne ve babanın sorumluluğundadır ve onların ‘ben’ alanına girer.

Ailenin ortak malı olan eşyada ve ortak sorumluluk gerektiren konularda ‘biz’ alanı geçerlidir. Bizim evimiz bizim arabamız bizim komşularımız bizim çocuklarımız derken bu alanı kastederiz. Aile büyükleri anne baba ve çocuklar ailenin huzuru ve mutluluğu için ‘ben’ alanının bir kısmını isteyerek ve severek ‘biz’ alanına katar. Yeni evlenen genç bir kız veya erkek artık eskisi kadar anne babasına kardeşlerine akrabalarına ve arkadaşlarına zaman ayıramaz. Evliliğin ve aile olmanın getirdiği sorumluluklar yani ‘biz’ alanı devreye girmiştir. Kızı veya oğlu evlenen anne babalar bu yeni ‘biz’ alanını kabullenmek istemez “Oğlum evlenince bizden koptu el kızına bağlandı” diyerek serzenişte bulunurlar. Eşler birbirlerinin ‘ben’ alanlarına saygı duymalı bu alanı çiğneyecek davranışlarda ve isteklerde bulunmamalıdır. “Sen artık evli bir kadınsın eski arkadaşlarınla görüşmeni istemiyorum ana evine gitmeni yasaklıyorum gidip oradan akıl alıyorsun huzurumuz bozuluyor” diyen bir genç koca eşinin ‘ben’ alanına saldırarak kendi eliyle çatışma ortamı hazırlıyor demektir.

Eşlerden birinin tek yanlı olarak diğerinin ben alanına tamamen hâkim olma isteği beraberliği sıkıntılı ve çekilmez yapar. Anne baba ile çocuklar arası ilişkilerde de durum aynıdır. Aşırı sevgi aşırı ilgi aşırı koruma ve kıskançlık karşı tarafı rahatsız eder. Kayınvalide ile gelin arasında ortaya çıkan anlaşmazlıkların temelinde birinin oğlu öbürünün kocası üzerinde söz sahibi olma isteği vardır. Genelde diğer sebeplerin hepsi bahanedir ve savunma mekanizmalarının bir ürünüdür.

Savunma mekanizmaları

‘Ben’ alanı çiğnenen bir kadın kendisini değersiz hissetmeye başlar. “Kocam beni sevmiyor bana değer vermiyor” duygusuna kapılır. Kendisine olan güvenini kaybeder. Evlilikten beklediğini bulamayan mutsuz bir kadın veya erkek boşanmayı göze alamadığı zaman çektiği sıkıntıların altında ezilmemek için savunma mekanizmaları geliştirir. ‘Hayır’ dediğinde çatışma doğacağını hisseder ve ‘evet’ diyerek muhtemel bir kavgayı savuşturur. Bu ilk anda kişiyi sıkıntıdan kurtarmış görünse de uzun süre ‘hayır’ diyeceği şeylere ‘evet’ demek zorunda kalırsa kişi kendisine yabancılaşmaya başlar. İç çatışmaları artar ve nevrotik bir kişilik kazanır.

Psikologlar otuzdan fazla savunma mekanizmasından bahsederler. Ancak biz burada en sık kullanılanlardan söz edeceğiz.

Akla uydurma: Bazı insanlar yaşadıkları bir sıkıntıya veya probleme mantıklı açıklamalar sebepler ve özürler bularak rahatlamaya çalışırlar. Misafirlikte çocuğuna söz geçiremeyen bir anne etrafa mahcup olmamak için “Ne yapayım kardeş babasına çekmiş” der. Dolmuş parası vermemek için işe yürüyerek giden bir adam “Neden dolmuşla gitmiyorsun?” diye soran arkadaşına “Spor yapıyorum fazla kilolarımı atıyorum” cevabını verir.

Dışa yansıtma: İnsan bazen kendisine yakıştıramadığı eksikleri yanlışları beceriksizlikleri başkalarına yansıtır; bunun onlardan kaynaklandığına inanır. Uzun süre terfi edemeyen bir memur dürüst çalıştığı rüşvet almadığı ve müdüre yaltaklanmadığı için terfi edemediğini söyler. Ev işlerinden ve çocuk eğitiminden kaçmak isteyen bir baba akşam yemeğini yedikten sonra televizyonun karşısına oturur:

— Hanım bir yorgunluk kahvesi yap da içeyim bütün gün çalışmaktan canım çıktı der.

Kadın kahveyi yaparken mutfaktan sesi duyulur:

— Oğlun yine matematikten zayıf almış çocuğun dersleriyle biraz ilgilensen olmaz mı?

Adamın rahat koltuktan kalkmaya hiç niyeti yoktur. Başlar sistemden yakınmaya:

— Bu eğitim sistemini kökünden değiştireceksin. Elli-altmış kişilik sınıflarda ders mi yapılır? Boş zamanlarında işportacılık yapan bir öğretmenden ne beklenir? Öğretmenin de suçu yok o da geçim derdine düşmüş. Bütün suç sistemde.

Dışa yansıtma bazen saldırganlık şeklini alır kişiyi geçimsiz yapar aile düzenini bozar arkadaş ve dost kaybettirir. Alaycı gülümsemelerin ve abartılı övgülerin bile bir saldırganlık yanı vardır. Günlük konuşmada ‘aptal kaz kafalı beceriksiz enayi sersem’ gibi kelimeleri sık kullananlar saldırgan kişiliğe sahip kimselerdir.

Bazı insanlar gerçek duygu ve düşüncelerinin tam tersini kullanarak karşı tarafın saldırganlığını önlemeye çalışırlar. Kocasının şerrinden korkan bir kadın aşırı sevgi ve itaat gösterilerinde bulunur. “Allah seni başımızdan eksik etmesin sen olmasan biz ne yaparız” der. Tek taraflı aşırı sevgi ve ilgi gösterisi karşısında sağlıklı bir beraberlik kurulamaz.

Geçmişe sığınma: Gerçeklerle yüzleşme cesareti gösteremeyen karşılaştığı bir problemin üstesinden gelme becerisi kazanamamış kimseler çocuksu tavırlar sergilerler. Başkalarının yanında heyecanlanan konuşurken yüzü kızaran kekeleyen aşırı el kol hareketleri yapan isteği yerine gelmediği zaman bağırıp çağıran başkalarından devamlı yardım ve anlayış bekleyen kimseler çocukluk dönemine geri dönüş mekanizmasını kullanıyorlar demektir. Çatışma ve tartışmadan kaçmak için karşı görüş belirtmekten kaçınan; “Haklısınız size aynen katılıyorum çok doğru ben de öyle düşünüyorum siz ne derseniz öyle yaparım” diyerek itaat gösteren insanlar da çocuksu bir kişilik sergilemektedirler.

Geleceğe ait bir amacı ve beklentisi olmayan kimseler; özellikle emekliler eski sporcular artistler ses sanatçıları başkalarıyla iletişim kurabilmek ve ilgi çekmek için devamlı anılarını anlatır eski başarılarıyla övünürler. Böylece uyum sağlayamadıkları günlük hayatın sıkıntılarından kurtulup geçmişin mutluluğuna sığınırlar.

Yön değiştirme: İnsan kendisine sıkıntı ve kaygı veren olaylardan durumlardan veya konulardan kaçmak için sevinç ve neşe verecek bir başka alana kayar. İlgi alanına girmeyen bilgisinin yetersizliği sebebiyle anlamakta zorluk çektiği bir konudan bahsedilirken araya girerek bir fıkra veya tatlı bir hatırasını anlatan adam yön değiştirerek kendisine sıkıntı veren atmosferden kurtulmak istemektedir. Kocasının işinden müşterilerden ödenmeyen çek-senetlerden bahsetmesinden sıkılan kadın “Bugün ne oldu biliyor musun duysan şaşarsın…” diyerek çocuğuyla aralarında geçen sıradan bir olayı anlatmaya başlar.

Kişilik üzerinde geçmişin izleri

Bir anne evlenmeye razı edemediği kızı ile görüşmemizi ve onu evlenmeye ikna etmemizi istiyor ve şöyle diyordu: “Karşımıza çok iyi bir kısmet çıktı çocuk mühendis ailesi zengin ve köklü bir aile.”

Bir turizm şirketinde rehber olarak çalışan genç kızımızla konuştuğumuzda ortaya ailenin pek de hoş olmayan bir fotoğrafı çıktı. İşte evlenmeye razı edilemeyen genç kızın ağzından aile fotoğrafı:

“Çok parası olan erkeklerden nefret ederim. Para erkeği yoldan çıkarıyor. ‘İş görüşmesine gidiyorum’ diyerek sekreteriyle veya dostuyla Uludağ’da Antalya’da lüks otellerde gönül eğlendiren adamlar biliyorum. Karısına yalan söyleyen karısını aldatan çocuklarını ihmal eden adamlardan nefret ediyorum. Babam müteahhit onun da çok parası var o da annemi aldatıyor. Annem bile bile bu duruma katlanıyor. Ben olsam katlanmam. Bir gün olsun baba sevgisi baba şefkati görmedim. Annem gibi bir evlilik yapacağıma hiç evlenmem daha iyi.”

Konferanslarımda ve gelen elektronik postalarda anne babalardan çok sık duyduğum şu önemli sözleri sizlerle paylaşmak istiyorum: “Konuşmalarınızda ve yazılarınızda çok haklı ve doğru şeyler söylüyorsunuz. Sizi dinlerken ve okurken yaptığımız eğitim yanlışlarının farkına varıyoruz ancak eve gidince çocuklarımıza karşı aynı yanlışları işlemeye devam ediyoruz bir türlü doğru davranmayı başaramıyoruz. Neden böyle oluyor?”

Neden mi böyle oluyor? Çünkü siz çocukluğunuzda anne ve babalarınızdan böyle gördünüz. Anne babalarınızdan gördükleriniz kişiliğinize ve şuuraltınıza sindi. Siz de elinizde olmayarak onlar gibi davranıyorsunuz. Aile anne ve baba denince model olarak içinde yaşayıp büyüdüğünüz aileniz anneniz ve babanız aklınıza geliyor. Kadın olarak kocanızdan birşey istediğiniz zaman elinizde olmayarak sadece o isteğinizi dile getirmiyor aynı zamanda annenizin o istekte bulunurken babanıza karşı takındığı tavrı takınıyor yani aynı vücut dilini kullanıyorsunuz. Keza erkek olarak karınızdan bir istekte bulunurken sadece o isteği dile getirmiş olmuyorsunuz; babanızın kullandığı otoriter tavrı ve buyurgan ses tonunu kullanıyorsunuz.

Bir bayan okuyucum kocasının kendisine hiç değer vermediğini misafirlerin yanında bir istekte bulunurken bile kaba bir dille emrettiğini söylüyor ve devam ediyordu: “Kocam evde yokken oğlum da babası gibi davranıyor benden birşey isterken emredici bir dil kullanıyor ancak babası evde iken öyle davranmıyor kuzu gibi bir çocuk oluyor. Kocamla görüşmenizi rica ediyorum. Size çok saygısı var. Lütfen bana karşı daha kibar daha yumuşak davranmasını söyleyin.”

Bayan okuyucumun kocasını tanıyordum çok efendi bir adamdı. Görüşme isteğimi geri çevirmedi. Kendisine eşinin şikayetlerini aktarınca üzüldü. “Hocam” dedi “ben eşimi çok severim. Evlendiğimizin ilk aylarında eşime kibar davranmaya kalkınca babam benimle alay etti: ‘Benim yanımda karıya yalakalık yapmaya utanmıyor musun ne biçim erkeksin sen!’ dedi. Ben de bir daha kibar sözler kullanmadım.”

“Ben ne söylüyorum sen ne anlıyorsun?”

Kahvehanelerin ve birahanelerin önünden geçerken buraları dolduran evli çoluk çocuk sahibi erkeklerin psikolojisini hep merak etmişimdir: Güzel eşi ve sevimli yavruları ile oturup muhabbet edecekleri yerde bu sigara dumanı ve içki kokuları arasında nasıl rahat edebiliyorlar? Onları buraya çeken şey nedir? Bayan okuyucu ve dinleyicilerimden çok sık duymuşumdur: “Kocam beni anlamıyor.” Birbirlerinin anlayışsızlığından kabalığından saygısızlığından gevezeliğinden ilgisizliğinden yakınan eşlerin sayısı az değildir.

Aile hayatında inişler çıkışlar kayıplar kazançlar üzüntüler sevinçler bazen aşılması ve çözümü zor problemler yaşanır. Bunlar hayatı anlamlı kılan kaçınılmaz gerçeklerdir. Eğer bir problem belli bir süre içinde çözülemiyor çabalar sonuçsuz kalıyor aile mutluluğunu tehdit ediyorsa işte o zaman ciddi bir durum var demektir. Görmezden gelerek veya savunma mekanizmaları kullanarak bir problemi etkisiz hâle getiremezsiniz. Problem çözümsüz kaldığı sürece ailede huzursuzluk devam edecektir.

Aslında aşılamayacak zorluk çözülemeyecek problem yoktur. Beş ay önce makine mühendisi bir arkadaşım aradı. “Çok zor durumdayım moralim sıfır kafayı üşütmek üzereyim mutlaka görüşmemiz lâzım sana ihtiyacım var” dedi. Gittim görüştük. Çalıştığı fabrika ekonomik krizden dolayı kapanmış. Tazminatını bile alamamış. Çalışanlar patronu mahkemeye vermişler. Arkadaş bir aydır iş arıyormuş bulamamış.

— Ne yapacağımı bilemiyorum. Eşimin ve çocuklarımın yüzüne bakamıyorum bunalıma girdim dedi.

Sordum:

— Hiç birikmiş paran yok mu?”

— Var biraz ama hazıra dağ dayanmaz derler. Üç-beş ay ancak idare eder.

— Ne kadar paran var?

— Beş altı milyar kadar.

— Hiç üzülme işin hazır.

— Nasıl yani?

— Pazarcılık yapacaksın. Arabanı satıp bir kamyonet alacaksın. Elindeki parayı da sermaye yapacaksın. Sebze ve meyve halinde tanıdığım toptancılar var. Bir aya kalmaz işi öğrenirsin. Bir sürü kaba saba müşteriye nasıl davranacağını bilmeyen cahil adamlar bu işi yapıyor sen mi yapamayacaksın? Onlardan alacağıma senden alırım. Şimdiden bir müşterin hazır.

— Ağabey sen ciddi misin?

— Evet hem de çok ciddiyim. Yarından tezi yok harekete geçiyoruz.

Arkadaşım geçen hafta aradı “Ağabey Allah senden razı olsun” dedi. “İşler çok iyi yanımda üç kişi çalıştırıyorum.”

İki insan bir mekânda beraber iken hiç iletişimde bulunmamaları mümkün değildir. Hiçbir şey söylemeseniz hiçbir şey yapmasanız dahi bunun karşı taraf için bir anlamı vardır. Yolda giderken biri size selam verse ve siz hiçbir şey söylemeden yolunuza devam etseniz bu vücut diliyle karşı tarafa verilmiş bir mesajdır. Vapurda banliyö treninde veya belediye otobüsünde giderken biri yanınıza otursa ve “Nerelisin hemşerim?” dese siz biraz daha yana kayarak gazetenizi açıp okumaya başlasanız hiçbir söz söylemediğiniz halde bunun anlamı “Sana cevap vermek istemiyorum” demektir. Adamı duymamış olabilirsiniz gerçekten niyetiniz onun sorusunu cevapsız bırakmak değildir; ancak vücut diliniz adama “Seninle konuşmak istemiyorum” mesajı vermiştir. Demek ki önemli olan niyetiniz veya söz ve davranışlarımızla vermek istediğimiz mesaj değil; karşının mesajdan aldığı ve algıladığı sonuçtur. Karşımızdakini anlamanın yolu kendimizi onun yerine koymaktır. Buna psikolojide ‘empati’ diyoruz.

Empati yapmasını bilmeyen bir hanım okuyucum “Evde kavga çıkmasın diye kocam ne söylerse söylesin cevap vermiyorum sesimi çıkarmıyorum; ama adam bağırmaya bana hakaret etmeye devam ediyor” diyordu. Aslında adamı çileden çıkaran ve daha da saldırgan yapan kadının bu suskunluğudur. Belki adamın niyeti ezmek değildir. Ama kadının ezilmişlik rolüne razı oluşu adamın ezme içgüdüsünü tahrik etmektedir.

Aynı mekânı paylaşan iki kişi arasında iletişim kopukluğu veya bozukluğu varsa bu iki kişinin birbiri hakkında önceden gelen peşin hükümleri vardır.

Çok yaşanan tipik bir örnek:

Kadın: “Kocam akşam eve gelip yemeğini yedikten sonra geçer koltuğuna gazete okur. Gazete bitince televizyon izler elinde uzaktan kumanda olur olmaz saçma programlar seyreder. Ağzını açıp da benimle bir kelime konuşmaz çocukların dersiyle ilgilenmez. Uykusu gelince de yatar uyur. Ne bizi bir yerlere götürür ne de birileri bize gelir.”

Erkek: “Daha eve adımımı atar atmaz karım dırdıra başlar. Çocuklardan geçim sıkıntısından komşulardan benim ilgisizliğimden olup olmadık şeylerden şikayet eder durur. Hep beni suçluyor hiç kendisinde kabahat aramıyor. Zaten yorgun argın geliyorum bir de onun saçmalıklarını dinleyerek sıkıntıya girmek istemiyorum. Cevap versem işler daha da ters gidiyor kavga çıkıyor. En iyisi bir kenara çekilip susmak.”

Nasreddin Hoca misali hangisini dinlesen o haklı. Aslında ikisinin de farkında olmadığı gerçek şu: İnsanlar iletişimde bulunurken söz ve davranışlarıyla ilişkiye bir yön verirler. Burada erkeğin susması kadının dırdıra başlamasına kadının dırdırı da erkeğin susmasına yol açmaktadır. Bu kısır döngü içinde sağlıklı bir iletişim kurmak mümkün değildir. Peki bunun bir çözümü yok mu? Var. İki taraf da karşıdakinin değişmesini beklemeden kendini değiştirmeye çalışacak. Aslında çözümsüz gibi görünen ilişkilerin altında karşıdakinden değişmesini ve anlayış göstermesini beklemek yatıyor.

Ders çalışmayan çocuğuna anne ve baba ısrarla ders çalışmasını söyler ve onun tembelliğinden yakınır. Anne ve babaya sorsanız çocuk ders çalışmadığı için ısrar etmekte ve üzerine gitmektedirler. Çocuğa sorsanız anne ve babasının ısrarlarına ve suçlamalarına kızdığı için çalışmamaktadır. Taraflardan biri diğerinin değişmesini beklemeden kendi istek ve iradesi ile değişmedikçe çatışma alanı varlığını sürdürecek problem çözümsüz kalmaya devam edecektir.

Çatışma alanları

Dışarıdaki insan ilişkileri ile ailedeki karı koca ilişkilerinin birbirinden farklı olduğu muhakkak. Evdeki anlaşmazlık ve çatışma alanlarının çoğu bu farklılıklardan besleniyor. Çatışma alanlarından en belirgini cinsiyet farkıdır. Allah erkeği ve kadını ayrı fıtratlarda ve ayrı yeteneklerde yaratmış ki birbirlerini tamamlasınlar. İki kadının veya iki erkeğin evlenip yuva kurmalarını düşünebilir misiniz? Bu düşünce cinsel serbestinin en yaygın olduğu ülkelerde dahi tepki ile karşılanmaktadır. Davranış psikolojisi uzmanları kadınların erkek gibi erkeklerin kadın gibi davranmasını ‘kişilik bozukluğu’ olarak yorumluyor. Kadın kimliğine (yaratılışları gereği) naziklik zariflik uysallık duygusallık ve estetik daha çok yakışıyor. Güzel görünmeye ve güzel giyinmeye daha çok önem verirler. Erkeklerde güçlü olma yönetme hükmetme cesaret ve kahramanlık gösterme kavgadan kaçmama duyguları daha baskındır. Bu yüzden karı koca kavgalarında dayak yiyen ağır hakaret gören ve ezilen taraf hep kadın olmuştur. Eşler birbirlerinin yaratılıştan gelen özelliklerine saygı duymalı bu özelliklere uymayan isteklerde bulunmamalıdır.

Önemli bir çatışma alanı da ev ekonomisidir. Eve giren paranın nasıl ve nereye harcanacağı eşler arasında hep anlaşmazlık konusu olmuştur. Geleneksel aile modelimizde para kazanmak ve ailenin geçimini sağlamak erkeğin görevidir. Baba aile reisidir. Kadın hakları savunucuları erkeğe verilen bu rolü ‘erkek egemenliği’ olarak yorumlamakta ve itiraz etmektedir. Büyük şehirlerde bilhassa memur ailelerde kadın da çalışmak zorunda kalmaktadır. Çalışan kadının işi daha da zordur. Geleneksel kadının bütün rolleri çalışan kadından da istenmektedir.

Parayı kimin kazandığı fazla önemli değildir önemli olan nasıl harcandığıdır. Harcamada ‘biz’ alanı geçerli olmalıdır. Aile üyelerinin her biri ‘bizim evimiz bizim arabamız’ dedikleri kadar ‘bizim paramız’ diyebilmelidir. Para kazananın cüzdanında veya banka hesabında değil aile kasasında durmalıdır. Feministler görmezden gelse de çoğu evlerde aile kasasının anne olduğunu hepimiz biliyoruz. Faturalar ve taksitler ödendikten sonra artan paranın nereye ve nasıl harcanacağına anne baba ve çocuklar birlikte karar vermelidir.

Baba eşinin ve çocuklarının maddî ve manevî ihtiyaçlarını yerine getirmekle sorumludur. Bu sorumluluğunu baskı veya tehdit aracı olarak kullanmamalıdır. Çocuğuna kızdığı zaman “Yarın sana harçlık yok!” veya eşiyle tartışırken “Sana elbise almaktan vazgeçtim!” dememelidir. Kadın da kocasına kızarak evdeki rolünü aksatmamalı dişiliğini silah olarak kullanmamalıdır.

Çatışma alanlarından bir diğeri belki de en önemlisi eşlerin birbirinden mükemmel olmalarını beklemeleridir. Adam kendisi yalan söylediği ve eşine karşı dürüst olmadığı halde karısının yalan söylememesini ve dürüst davranmasını ister. Karısının kendisini eleştirmesine kızar ama onu eleştirmekten ve hatalarını yüzüne vurmaktan çekinmez. Kendisi arkadaşlarıyla kahveye maça balığa gider; ama karısının evden çıkmasına baba evini veya bir akrabasını ziyaret etmesine izin vermez. Kocası tarafından devamlı eleştirilen ve aşağılanan bir kadın evinden soğur iş yapma enerjisini kaybeder. “Böyle nankör adam görmedim ne yapsam yaranamıyorum” der. Ancak bunu sesli olarak dile getiremediği için aksayan işlere bahaneler uydurur. “Niçin yemek yapmadın niçin pantolonumu ütülemedin?” diye soran kocasına “Hastaydım bütün gün yattım” der.

Dedikodu da aile huzurunu bozan etkili bir çatışma alanıdır. Birbirine karşı dürüst olmayan sevincini ve üzüntüsünü doğrudan ifade edemeyen mutsuz ve uyumsuz eşler arasında dedikodu daha yaygındır. Beceriksiz kadın başkalarının yanında kocasından ve çocuklarından yakınır beceriksiz erkek de karısını çekiştirir. Aslında bu insanlar sadece eşleriyle değil başkalarıyla da geçimsizdirler. Akrabalarını komşularını ve arkadaşlarını da çekiştirmekten geri kalmazlar. Mutlu ve huzurlu aileleri kıskanır onların da kendileri gibi mutsuz olmasını arzu ederler.

Ruh sağlığının temel şartı aile huzurudur. Rahmetli babam aile huzurumu sorarken “Oğlum garp cephesinde durum nasıl?” derdi. Garp cephesi ile aile huzurunun ne ilgisi var diyeceksiniz. Aynı soruyu ben de babama sormuş ve şu cevabı almıştım: “Öyle deme oğul aile huzurunu sağlamak her babayiğidin harcı değildir. Hanımınla iyi geçinmek garp cephesini idare etmekten daha zordur. Askerde benim bir komutanım vardı. Çok sert ve disiplinli bir adamdı. Bizi öyle sıkı hazırlıyordu ki savaş tatbikatlarında hep bizim bölük birinci seçiliyordu. Bu komutan cephede başarılı olduğu kadar evinde başarılı değildi. Karısıyla ve çocuklarıyla geçinemez çoğu geceleri bölükte yatardı.”

Geleneksel aile modelimizde maalesef diyalog yerine monolog hâkimdir. Güçlü konuşur zayıf dinler. Zayıf konumunda olan kadının ve çocukların cevap vermesi saygısızlık olarak değerlendirilir. Baba mutlak güç ve mutlak otoritedir. Baba ne derse o olur. Aile adına baba düşünür herşeye baba karar verir. Baba yanlış yapmaz yapsa da eleştirilemez. Devlet modelimiz de aile yapımıza çok benziyor. Devlet mutlak güçtür vatandaşın devleti eleştirmesi suçtur bozgunculuktur. Vatandaş adına devlet düşünür neyin doğru neyin yanlış olduğuna devlet karar verir. Vatandaşın görevi devlete itaat etmektir.

Bu mantık ve bu gidişle ne ailede ne de devlette problemleri çözmek mümkün değildir. Kadın kocasından koca karısından değişmesini beklediği ve devlet vatandaşın vatandaş da devletin değişmesini istediği sürece bu kısır döngü devam edecektir.


yazı çok uzundu ama ben bi solukta okudum bu yazyıı eşler de okumalı ama nerde evlilik 2 kişiyle kurulu değilmi neden her şeyi kadın yapmak ve uygulamak zorunda ben eşime bundan 2 yıl önce aile saadeti adlı bir kitap vardı ondan biraz okuyum dedim inanın sonu kavgayla bitti eşim bana benim bunlara ihtiyacım yok sen okuda kocana nasıl davranacağını öğren bende hiç suç ve hata yok her şeyi sen yapıyorsun ve daha neler neler ben evin beyiyim ben ne dersem o olur bana itaat etmeni ALLAH sana emrediyor ama sen çıkıpta ona peygamberin veda hutbesinde kadınlara iyi davranınız kadınlarını döven erkekler hayırlı erkek değillerdir ve kadın kürek kemiğinden yaratılmışdır eğridir düzeltmeye kalkarsan kırılır onlara nazik davranınız buyurmuştur söyleyin hangi erkek bunları biliyor yada okuyor ben evim eşim çocuklarım için kendimi nasıl geliştiririm yuvamı nasıl ayakta tutarım diyor ama biz onların darmadağan ettikleri yuvaları bu zayıf ve naif bedenimizle ayakta tutmaya çalışıyoruz onlar yıkıyor biz topluyoruz neden erkek yuvasının sorumluluğunu taşımıyor benim eşim her şeyi bana yüklar az sorun çıksa sen yapıyorsun bu evin huzurunu sen bozuyorsun ben yaşlandım daha çekicek halim yok ne haliniz varsa görün ben bıktım ölmeye 3 günüm var deyip saçmalar durur size göre bu sorumluluktan kaçış yolu değilmi yazıda diyor kadın susar erkek bağırıp hakaret eder sonucu neymiş kendini zayıf ve aciz gösteriyormuş da eşi ondan bağırıyormuş varsa cesaretin söyle de dünya başına yıkılsın her şey darmadağan olsun sen kalk topla etraftaki kırıkları yine evet modelde babası astsubaymış rahmetli tabur asker gibi yönetirmiş onları oda ne gördüyse annesine ve kendine nasıl davranıldıysa aynısı bize uyguluyor bizede acıya sabredip kanı kızılcık şerbeti gibi içmek kalıyor
 

Şekerpare

Daimi Üye
Katılım
28 Temmuz 2011
Mesajlar
14.495
Tepki
20.501
Puan
113
Konum
Mutluluklar Diyarından (:
Evlilik ; kumar gibi bir şans oyunu bence.

Aynı yatağa baş koymadan,aynı sofradan yemek yemeden eşini tanıyamazsın der büyükler.Gerçekten öyle.Allah herkeze bizim evliliğimiz kadar güzel,huzur dolu bir hayat versin.
 

pamukelf

Daimi Üye
Katılım
9 Haziran 2011
Mesajlar
626
Tepki
620
Puan
93
Yaş
40
Konum
Ankara(eskişehir)
Allah bozmasın canım inşallah benimde kızım evlenince senin gibi çok mutlu olur

İlk zamanlar sıkıntılar oluyor hatta hala sıkıntılar var ama insan zamanla alışıyor evliliğe ve kocasına olan sevgisi kocaman oluyor...
İnşallah kızın da doğru bir zamanda doğru bir adamla evlenince benden kat kat daha mutlu olur...
 
H

Hera

Misafir
Bende Kocamı çok seviyoruummm onu mutlu etmek için sevdiği her şeyi yapıyorum oda Benim sevdiğim beni mutlu eden herşeyi yapıyor gözümün içine Bakıyorrr 2 yılım 2 gün gibi geçti hiç anlamadıkkk dışarda görenler sevgili zannediyorlar :hihi:
 

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst