Mazlum, zulüm görmüş, zulme uğramış, hâlim, selim, sakin, sessiz kimse demektir. Zâlim ise, zulmeden kimseye denmektedir.
Dünya hayatında insan, ya zâlim veya mazlum olmaktadır. Malına, mülküne, canına, namusuna tecavüz edilen mazlumdur. Kalbi kırılan, mazlumdur. Hakları gasp edilen, mazlumdur. Dövülen, hakaret edilen, mazlumdur. İtilen, kakılan, hor görülen, ezilen, kıymet verilmeyen hep mazlumdur.
Dünyaya milyarlarca insan gelmiş. Bir müddet yaşamışlar. Sonra, ölüp gitmişler. Bunların bazıları zengin imiş, bazıları fakir. Kimi güzel imiş, kimi çirkin. Kimi zâlim imiş, kimi mazlum. Ama o hâllerinin hepsi de geçti ve unutuldu.
Ezilmenin, zulme uğramanın verdiği mahcubiyet, boyun büküklüğü, kalbin kırıklığı, mazlumun duasının kabulüne, zâlimin de felaketine sebep olmaktadır. Çünkü hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Mazlumun duası kabul olur)
(Üç kimsenin duası muhakkak kabul olur: Mazlumun, misafirin ve ana babanın)
(Kâfir olsa da, mazlumun bed duası red edilmez)
(İnsanlara zulmeden, Kıyamette bunun azabını çekecektir)
(Gayrı müslime zulmedenden, Kıyâmet günü, onun hakkını ben isteyeceğim)
Aklı olan kimse, zevklerini Allahü teâlânın gösterdiği yoldan temin eder. İslam’ın güzel ahlakı ile süslenir. Herkese iyilik eder. Kendisine kötülük yapanlara iyilikle karşılık verir. İyilik yapamazsa, hiç olmazsa sabreder. Bölücü olmaz. Yapıcı olur. Böylece, kendisi de hem zevklerine, hem de rahata, huzura kavuşur. Hem de, ahiretin sonsuz azaplarından kurtulur.
Bütün rahatlıkların, saadetlerin başı, iman etmekte, Müslüman olmaktadır. İman etmek de, çok kolaydır. İman etmek için, bir yere para vermek, mal vermek, zor bir iş yapmak, birisinden izin almak gibi, bir şey yapmak lazım değildir. Hatta, imanlı olduğunu kimseye bildirmek, belli etmek bile lazım değildir. İman, altı şeyi öğrenip, bunlara kalbinden inanmak demektir. İman eden, Allahü teâlânın emirlerine teslim olur. Yani seve seve yapar. Böylece, Müslüman olur.
Zâlimin biri, büyüklerden birine zulmederdi.
-Buna beddua et dediklerinde,
-O, bana değil, kendine düşmanlık etmektedir. Kendine yaptığı bu zarar ona yetişir. Ayrıca bir zarar ilave edemem buyurdu. Hadis-i şerifte buyuruldu ki,
(İnsan, kendine zulmedene beddua eder. Böylece, hakkını, dünyada almış olur. Belki, zâlimin hakkı da, kendine geçmiş olur.)
İbadetleri yaptığı halde, zulmeden ve tevbe etti ise de, mazlumu bulamayan, bununla dünyada helalleşmeyen bir kimse hakkında hikaye olundu ki:
Allahü teâlânın huzuruna götürülür. Dünyada helalleşemediği kul hakları varsa, meydana çıkarılır. Mazlum onun boynuna sarılır. Allahü teâlâ mazluma;
-Ey mazlum! Yukarıya bak buyurur. O mazlum baktığı vakit görür ki, bir köşk var. Gayet büyüktür. Ziyneti ve büyüklüğü akıllara hayret verir. O mazlum:
-Yâ Rabbi! Bu nedir? der. Allahü teâlâ:
-Bu satılıktır. Benden satın alır mısın? buyurur. O mazlum ise:
-Yâ Rabbi! Bunun kıymetini ödeyecek benim bir şeyim yoktur der. Allahü teâlâ buyurur ki:
-Kardeşini zulümden af edip halâs edersen, köşk senindir. O kul da:
-Yâ Rabbi! Emr-i ilâhin sebebiyle ondaki hakkımdan vazgeçtim der.
Allahü teâlâ tevbe eden zâlimlere böyle muamele eder. Nitekim İsrâ suresinin yirmi beşinci âyetinde mealen, (Ben azim-üş-şân, tevbe eden kimseleri mağfiret ederim) buyurur.
Tevbe eden, zulümden, günahtan ayrılıp da, ebediyen bir daha o günahı işlemeyendir.
Hazret-i Ömer Irak memleketlerinden birine cihad için ordu göndermişti. Bir gün Medine’de otururken, birdenbire;
-Efendim buradayım! buradayım! diye seslendi.
Hiç kimse neden böyle seslendiğini anlayamadı. Nihayet ordu zaferler kazanarak döndü. Kumandan hazret-i Ömer’e kazandıkları zaferleri anlatmaya başladı. Hazret-i Ömer;
-Bunları bırak, kendisine zorla suya gir dediğin kimsenin hâli ne oldu, diye sordu. Kumandan,
-Yâ Emir-el müminin! Bu işte benim kötü bir niyetim yoktu. Bir suya ulaştık. O sudan geçmek için derinliğini öğrenmek istedik. O kimseyi soyup, suya koyduk. Hava soğuk idi. Yâ Ömer, yâ Ömer diye feryat eyledi. Sonra şiddetli soğuk sebebiyle vefat etti, dedi.
Komutanın anlattıklarını dinleyenler, daha önce hazret-i Ömer’in Lebbeyk, Lebbeyk diye söylemesinin, “Ey Ömer, nerdesin” diye seslenmesine cevap olduğunu anladılar. Hazret-i Ömer, o kumandana
-Eğer bundan sonra usul olarak kalmayacağını bilseydim, senin boynunu vururdum, dedi. Haydi şimdi git, o mazlumun diyetini ailesine ver. Bir daha böyle bir şey yapma, dedi.
Mazlum, hakkımdır diyerek başkasına zulmedemez. Mecelle’de bir kaide var. Madde 921:
“Mazlum olanın, başkasına zulmetmeye hakkı yoktur. Her ikisi de öder. Mesela sahte para alan, bunu başkasına veremez.”
Bir zaman iftira sebebiyle Zünnun-i Mısri hazretlerini hapsettiler. Günlerce aç kaldı. Bir kadın iplik parası ile hazırladığı yemekten ona gönderdi.
Zünnun-i Mısri hazretleri o yemekten yemedi. Kadın bunu işitince, üzüldü.
“Helal para ile yaptığımı biliyorsun, niçin yemedin?” dedi.
“Evet yemek helaldi. Fakat zâlimin tabağı içinde getirdiler” buyurdu. Yemeği zindancıların tabağında getirmişlerdi.
İbn-i Vefâ hazretleri de buyurdu ki:
"Bir zâlime kalben meyleden kimseyi fitne ateşi sarar. Böyle kimse, ancak Allahü teâlânın yardımı ile kurtulur."
alıntı
Dünya hayatında insan, ya zâlim veya mazlum olmaktadır. Malına, mülküne, canına, namusuna tecavüz edilen mazlumdur. Kalbi kırılan, mazlumdur. Hakları gasp edilen, mazlumdur. Dövülen, hakaret edilen, mazlumdur. İtilen, kakılan, hor görülen, ezilen, kıymet verilmeyen hep mazlumdur.
Dünyaya milyarlarca insan gelmiş. Bir müddet yaşamışlar. Sonra, ölüp gitmişler. Bunların bazıları zengin imiş, bazıları fakir. Kimi güzel imiş, kimi çirkin. Kimi zâlim imiş, kimi mazlum. Ama o hâllerinin hepsi de geçti ve unutuldu.
Ezilmenin, zulme uğramanın verdiği mahcubiyet, boyun büküklüğü, kalbin kırıklığı, mazlumun duasının kabulüne, zâlimin de felaketine sebep olmaktadır. Çünkü hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Mazlumun duası kabul olur)
(Üç kimsenin duası muhakkak kabul olur: Mazlumun, misafirin ve ana babanın)
(Kâfir olsa da, mazlumun bed duası red edilmez)
(İnsanlara zulmeden, Kıyamette bunun azabını çekecektir)
(Gayrı müslime zulmedenden, Kıyâmet günü, onun hakkını ben isteyeceğim)
Aklı olan kimse, zevklerini Allahü teâlânın gösterdiği yoldan temin eder. İslam’ın güzel ahlakı ile süslenir. Herkese iyilik eder. Kendisine kötülük yapanlara iyilikle karşılık verir. İyilik yapamazsa, hiç olmazsa sabreder. Bölücü olmaz. Yapıcı olur. Böylece, kendisi de hem zevklerine, hem de rahata, huzura kavuşur. Hem de, ahiretin sonsuz azaplarından kurtulur.
Bütün rahatlıkların, saadetlerin başı, iman etmekte, Müslüman olmaktadır. İman etmek de, çok kolaydır. İman etmek için, bir yere para vermek, mal vermek, zor bir iş yapmak, birisinden izin almak gibi, bir şey yapmak lazım değildir. Hatta, imanlı olduğunu kimseye bildirmek, belli etmek bile lazım değildir. İman, altı şeyi öğrenip, bunlara kalbinden inanmak demektir. İman eden, Allahü teâlânın emirlerine teslim olur. Yani seve seve yapar. Böylece, Müslüman olur.
Zâlimin biri, büyüklerden birine zulmederdi.
-Buna beddua et dediklerinde,
-O, bana değil, kendine düşmanlık etmektedir. Kendine yaptığı bu zarar ona yetişir. Ayrıca bir zarar ilave edemem buyurdu. Hadis-i şerifte buyuruldu ki,
(İnsan, kendine zulmedene beddua eder. Böylece, hakkını, dünyada almış olur. Belki, zâlimin hakkı da, kendine geçmiş olur.)
İbadetleri yaptığı halde, zulmeden ve tevbe etti ise de, mazlumu bulamayan, bununla dünyada helalleşmeyen bir kimse hakkında hikaye olundu ki:
Allahü teâlânın huzuruna götürülür. Dünyada helalleşemediği kul hakları varsa, meydana çıkarılır. Mazlum onun boynuna sarılır. Allahü teâlâ mazluma;
-Ey mazlum! Yukarıya bak buyurur. O mazlum baktığı vakit görür ki, bir köşk var. Gayet büyüktür. Ziyneti ve büyüklüğü akıllara hayret verir. O mazlum:
-Yâ Rabbi! Bu nedir? der. Allahü teâlâ:
-Bu satılıktır. Benden satın alır mısın? buyurur. O mazlum ise:
-Yâ Rabbi! Bunun kıymetini ödeyecek benim bir şeyim yoktur der. Allahü teâlâ buyurur ki:
-Kardeşini zulümden af edip halâs edersen, köşk senindir. O kul da:
-Yâ Rabbi! Emr-i ilâhin sebebiyle ondaki hakkımdan vazgeçtim der.
Allahü teâlâ tevbe eden zâlimlere böyle muamele eder. Nitekim İsrâ suresinin yirmi beşinci âyetinde mealen, (Ben azim-üş-şân, tevbe eden kimseleri mağfiret ederim) buyurur.
Tevbe eden, zulümden, günahtan ayrılıp da, ebediyen bir daha o günahı işlemeyendir.
Hazret-i Ömer Irak memleketlerinden birine cihad için ordu göndermişti. Bir gün Medine’de otururken, birdenbire;
-Efendim buradayım! buradayım! diye seslendi.
Hiç kimse neden böyle seslendiğini anlayamadı. Nihayet ordu zaferler kazanarak döndü. Kumandan hazret-i Ömer’e kazandıkları zaferleri anlatmaya başladı. Hazret-i Ömer;
-Bunları bırak, kendisine zorla suya gir dediğin kimsenin hâli ne oldu, diye sordu. Kumandan,
-Yâ Emir-el müminin! Bu işte benim kötü bir niyetim yoktu. Bir suya ulaştık. O sudan geçmek için derinliğini öğrenmek istedik. O kimseyi soyup, suya koyduk. Hava soğuk idi. Yâ Ömer, yâ Ömer diye feryat eyledi. Sonra şiddetli soğuk sebebiyle vefat etti, dedi.
Komutanın anlattıklarını dinleyenler, daha önce hazret-i Ömer’in Lebbeyk, Lebbeyk diye söylemesinin, “Ey Ömer, nerdesin” diye seslenmesine cevap olduğunu anladılar. Hazret-i Ömer, o kumandana
-Eğer bundan sonra usul olarak kalmayacağını bilseydim, senin boynunu vururdum, dedi. Haydi şimdi git, o mazlumun diyetini ailesine ver. Bir daha böyle bir şey yapma, dedi.
Mazlum, hakkımdır diyerek başkasına zulmedemez. Mecelle’de bir kaide var. Madde 921:
“Mazlum olanın, başkasına zulmetmeye hakkı yoktur. Her ikisi de öder. Mesela sahte para alan, bunu başkasına veremez.”
Bir zaman iftira sebebiyle Zünnun-i Mısri hazretlerini hapsettiler. Günlerce aç kaldı. Bir kadın iplik parası ile hazırladığı yemekten ona gönderdi.
Zünnun-i Mısri hazretleri o yemekten yemedi. Kadın bunu işitince, üzüldü.
“Helal para ile yaptığımı biliyorsun, niçin yemedin?” dedi.
“Evet yemek helaldi. Fakat zâlimin tabağı içinde getirdiler” buyurdu. Yemeği zindancıların tabağında getirmişlerdi.
İbn-i Vefâ hazretleri de buyurdu ki:
"Bir zâlime kalben meyleden kimseyi fitne ateşi sarar. Böyle kimse, ancak Allahü teâlânın yardımı ile kurtulur."
alıntı