Aslı Oktay
Daimi Üye
Adımlarıyla yangın çıkartan gencin, kömürden pencerelerinin önünden ne zaman geçeceğini merak ediyor Mekkeli kızlar. Asaletin, ince hattıyla resmettiği yüzünü ne zaman çerçeveleyeceğini sokaklarının. Kokusunu taşıyan rüzgârın bölüşülemediği pazarlarda fiyatlar yükselip duruyor hep. Hep alışverişe gitmeye hazırlanıyor Musab. Hep alışverişten dönüyor. Sahip olduklarıyla sahip olmadıklarını satın alıyor hep. Üzerine titreyen zengin bir anne babaya sahip olmak, sahip olduğu şeyleri çoğaltıyor: Kervancılar en iyi kumaşlarını, en güzel kokularını, en nadir yemişlerini onun için taşıyorlar. Hadremut, onun ayaklarına bir çift ayakkabı yapabilmek için onlarca ceylanı çölden koparmaya hazır. Musaba yalnız ailesi değil kader de cömertliğini esirgemiyor: Güzel bir yüz, biçimli bir beden, gür ve kıvırcık saçlar, zekâ, akıl, hitabet ve bu harikulade harmanı koruyan soyluluk Aklı, taşlara tanrı rolü verilmesini yadırgıyor. Taşlar yerli yerine oturunca da bir boşluk çıkıyor ortaya; neyle dolduracağını bilmediği. Görün bana hakikat!dese de her gün, hakikat komutla ortaya çıkmıyor.
O günlerde arayanların yolu ise mutlaka Erkamın Evine çıkıyor. Zira Mekkenin bu esrarengiz evi bir mücevher mahfazası gibi saklıyor hakikati. Kapıyı bir kölenin açması doğal, peki köleyle efendinin birbirlerine sarılıp ağlaşmaları! Eski bir köle Habbab bin el-Eret, yeni bir kul Musab bin Umeyr! Çünkü açılan kapıdan girdi içeriye ve Ona götürüldü. Çünkü Onun yüzünü gördü ve dudaklarındaki her kelimenin, hakikatin nadide parçaları olduğunu fark etti birden. Musab hayatının en büyük alışverişini işte o gün gerçekleştirdi. Erkamın evinden çıkarken her şeyini bıraktı orada. Bütün elbiseleri eskimiş, bütün ayakkabıları delinmiş, bütün yemişleri çürümüştü. Bütün sevgililere sevgilerini, bütün çiçeklere kokularını geri vermişti. Erkamın evinden çıkarken yanında yalnız kalbi vardı. Bir bahar temizliğinin ardından Son Peygamberin kelimeleriyle boyanan kalbi.
Vücutta öyle bir parça vardı ki o değiştiğinde her şey değişirdi. Böyle diyordu Nebî. O değişti. Her şey değişti Musabın hayatında. Öncelikleri göz açıp kapayıncaya kadar yerlerini terk ettiler. Hz. Peygamberin(sas) yanında olma, namaz ve İslâma dâvet doldurdu boşalan yerleri. Osman bin Talha onu çarşılarda ararken namazda bulunca dehşetle koştu ailesine. Annesi Hamneye, Oğlun namaz kılıyor! dedi büyüyen gözlerle. Demek namaz kılıyor! dedi anne bir belaya uğramışçasına. Üzerine titrediği, kendi elleriyle giydirip, güzel kokular sürdüğü oğlu namaz kılıyordu ha! Sözle ikna edilemeyince dininden dönmeye, baba evinin mahzenine hapsedildi Musab. Annesinin ve babasının gardiyanlığında günlerce aç susuz kaldı. Habeşistan yolu görünmüştü kapı aralandığında. İki kez Habeşistana hicret etti; zira değişmemişti Mekke. Yumuşamamıştı siyah kayalar. Fakat güvende olmak da neydi Habeşistanda, Mekkedeyken Peygamber. Sonunda dayanamayıp döndü yurduna.
Burada sözü bırakalım Hz. Alinin dudaklarına: Rasûlullah ile oturuyorduk. Bu sırada Musab bin Umeyr geldi. Yamalı bir elbise vardı üzerinde. Bu manzara karşısında gözyaşları hücum etti mübarek gözlerine Rasûlullahın ve dilinden şu kelimeler döküldü: Kalbini yüce Allahın aydınlattığı şu adama bakın! Anne ve babası en iyi yiyecekleri ve içecekleri sunuyordu ona. O Allah için her şeyi terk etti. Allah ve Rasûlünün sevgisidir onu bu hale getiren!. Sevgi insana neler yaptırmaz ki! Bütün dünyayı karşısına almak pahasına Seni kendi nefsimizden üstün tutacağız! dedirtir insana. İlk Akabe Bîatında Medineden gelen on iki kişinin bağlılık yeminlerinin ilk cümlesidir bu. Bu bir avuç müslüman, inançlarını kesin sözlerle mühürledikten sonra Ensar yani Yardımcılar olma şerefini elde etmişler, bununla beraber İslâmı öğretecek bir Yardımcı daha istemişlerdir Son Peygamberden. İşte Allahın Elçisinin gönderdiği elçidir Musab bin Umeyr. Elçiler gönderildiği makamı temsil ederler.
Musab, güleryüzü, nezaketi, tatlı dili ve güzel ahlâkıyla efendisini temsil etmeye gider Medineye. Esad bin Zürârenin evini bir Kuran okuluna dönüştürür. Medinelilere tebessümüyle tatlandırarak anlatır İslâmı. Namaz kılacakları zaman imamları, ihtilaf ettikleri zaman hakemleri olur. Hz. Peygamberin izniyle İslâm tarihinin ilk Cuma namazını kıldırır Sad bin Haysemenin evinde. Ve sonunda Medinenin bütün evleri tek tek aydınlanmaya başlar. Bu durumdan endişelenenler de vardır; değişimle birlikte toplum içindeki yerlerini kaybedeceklerini düşünenler Kabile reislerinden Useyd bin Hudayr da onlardandır. Mızrağıyla dalar Musabın hitap ettiği topluluğun içine ve gürler: Buraya zayıf akıllıları aldatmak için mi geldiniz! Canınızdan olmak istemiyorsanız terk edin burayı! Musab savrulan tehdidi güler yüzüyle savuşturmuş, Biraz soluklanıp sözüme kulak verir misiniz? Hoşunuza gitmezse söylenenler, derhal ayrılırız yanınızdan, diyerek İslâmın ne anlama geldiğini tatlı tatlı anlatmış, Kurândan âyetler okumuştur. Useyd mızrağını yere saplamış ve Ne güzel! Ne güzel!diye haykırmıştır birden. Sonra sormuştur heyecanla Musaba: Bu dine nasıl girilir! Musab yalnız bu dine nasıl girileceğini değil, bu dinin nasıl yaşanacağını da göstermiştir insanlara. İkinci Akabe Bîatına Medineden katılan ve Son Peygamberin Kanınız kanımdır Affınız affımdır Ben sizdenim, siz benden! sözleriyle onurlanan yetmiş beş kişinin başındadır o. Medineyi efendisinin teşrifine hazırlayandır o, Bedirde sancağını yükselten Ve nihayet Uhudta bir kez daha taşıma şerefi bahşedilen mübarek sancağı. Son Peygamber sanılarak önce sağ kolu kesilen, sancağı sol eline alınca sol koluna kılıç indirilen. İki kesik kolla sancağı göğsüne bastırıp Muhammed ancak rasûldür. Ondan evvel daha nice peygamberler geçmiştir âyetini okuyarak Hz. Peygambere siper olmaya devam eden. Sonunda İbn Kâmianın mızrağıyla şehadet makamına yükselen Son Peygamberin şehit olduğundan habersiz İleri ey Musab! İleri! diye bağırdığı arkasından. Musab suretinde sancağı taşıyan meleğin, Ben Musab değilim! dediği an. İşte o an! Nebînin yine gözlerinin dolduğunu görüyor Hz. Ali. Ahzab Sûresinden okuduğu âyetlere kulak kesiliyor, nâşının başucunda: Müminlerden öyle yiğitler vardır ki, onlar Allaha verdikleri sözde sadakat gösterdiler. Onlardan bazıları şehit oluncaya kadar çarpışacağına dair yaptığı adağını yerine getirdi. Kimisi de şehit olmayı bekliyor. Onlar verdikleri sözü asla değiştirmediler. Ve işte o an. Şehidin defnedilme ânı. Bir zamanlar Mekkenin en zengin ve yakışıklı delikanlısı olan Musabın üzerini örtecek kefen bulunamıyor. Başı örtülse ayakları, ayakları örtülse başı açık kalıyor. Ve ıslak gözlerle hırkanın baş tarafa çekilmesine, ayakların otlarla örtülmesine işaret ediyor Son Peygamber. Son Peygamber Musabı işaret ediyor!