amazı terk etmenin azabı çok şiddetlidir
Namazı hiçbir mazeret olmadan kazaya bırakmanın cezası çok büyüktür. Namazı kılmamak Cehennem azabını hiçe saymak demektir. Bir kibriti yaksak sadece çöp sönünceye kadar elimizi ateşine tutmaya kalksak acısına dayanamıyoruz. Yüz derecede kaynayan suya elimizi sokamıyoruz. Allah’ın azabına karşı umursamaz olabilir miyiz? Şu ayet meali Allah’ın azabına karşı kendini güvende hissetmenin büyük bir hata olduğunu gösteriyor:
“Yoksa onlar nimetler içinde yüzerken Allah’ın azabının ansızın gelmeyeceğinden mi emin oldular? Hüsrana düşmüş bir topluluktan başkası ise Allah’ın azabından emin olmaz.” (A’raf Suresi: 99)
Hiç kimse Allah’ın azabına karşı korkusuz ve ilgisiz olamaz. Üstelik namaz gibi bir ibadet söz konusu olduğunda kendimizi rahat hissedemeyiz.
Bazı kimseler “Ben yanmayacağım ruhum yanacak” gibi gerçekle ilgisiz sözler sarf ediyorlar. Cehennem azabı bedene ve ruha uygulanacaktır. Hem ruha bile uygulansa ruh bizim değil mi? Üstelik Cennete gidip sonsuza dek mutlu olmak varken niye azaba talip olalım?
Namazı hiç kılmayan veya sık sık kaçıran insanlar birçok bahane uydururlar. Namaza engel gösterilen hiçbir şeye “mâzeret” gözüyle bile bakmadığım için ısrarla “bahane” kelimesini kullanıyorum. Çünkü namazın mazereti ancak ölüm riski koma hâli ve bayılma gibi aşılamayacak engeller olabilir. Bunun dışında bizim nefsimizin gösterdiği engeller çok basit ve kolayca aşılabilecek bahanelerden başka bir şey değildir.
Namazı hiç kılmayan veya sık sık kaçıran insanlar birçok bahane uydururlar. Namaza engel gösterilen hiçbir şeye “mâzeret” gözüyle bile bakmadığım için ısrarla “bahane” kelimesini kullanıyorum. Çünkü namazın mazereti ancak ölüm riski koma hâli ve bayılma gibi aşılamayacak engeller olabilir. Bunun dışında bizim nefsimizin gösterdiği engeller çok basit ve kolayca aşılabilecek bahanelerden başka bir şey değildir. Şimdi bu bahaneleri tek tek işleyerek çürüteceğiz.
Önemini bilmemek
Namaz kılmamanın en büyük sebebi önemini bilmemektir. Namazın ne büyük bir ehemmiyet ve kıymet taşıdığını bilmeyen nice Müslüman “İşin var sonra kılarsın” “Neyse sonra kaza edersin” gibi cümleler kullanırlar.
Oysa namaz o kadar önemlidir ki insanın yaratılış sebebinin en büyüğü budur.
Düşünün bir kere: Rabbimiz Kur’an’da meâlen “Ben cinleri ve insanları ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım” buyuruyor. (Zâriyât Sûresi: 56)
Daha ötesi var mı?
Hem Rabbimiz hem Peygamberimiz (a.s.m.) en büyük ibadetin namaz olduğunu belirtiyorlar. Bu kadar açık gerçek ortada iken farklı bir şey düşünmek mümkün mü?
Bizim ve her şeyin yaratıcısı bizi dirilten ve öldüren ahirette bizi hesaba çekerek sonsuz bir mükâfat veya azap verecek olan Allah çok açık ve net bir şekilde bizi ibadet ve namaz için yarattığını buyuruyor ısrarla namazı emrediyor. Bizim farklı bahanelerle namazı terk etmemiz kendi kendimizi aldatmak ve başımızı kuma sokmak olmuyor mu?
Evet içinde bulunduğumuz gafletten uyanalım. Namazı vaktinde hiç kaçırmadan ezan okunur okunmaz dosdoğru ve hakkını vererek kılalım. Eğer hemen uyanmazsak bilelim ki Cehennemde uyanmak çok geç olacaktır.
“Allah Gafûr ve Rahîm’dir affeder” düşüncesi
Namaz kılmayan insanlardan bazıları ve en başta nefsimiz “Canım ne olacak Allah affeder” der. Namazı terk eden nice insan Rabbimizin af ve mağfiretinin sonsuz olduğunu Onun her şeyi affedeceğini söyler. Oysa bu şeytanın bir tuzağıdır.
Elbette Rabbimiz şirkin dışında bütün günahları affeder. Ama nasıl?
Şu ayet meali bizi bu konuda daima uyanık tutmalıdır:
“Ey insanlar! Rabbinizin emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakının. Ve öyle bir günden korkun ki ne babanın evlâdına ne evlâdın babasına hiçbir faydası olmaz. Allah’ın vaadi şüphesiz haktır; sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. O çok aldatıcı şeytan da Allah’ın azabını unutturup sadece affına güvendirerek sizi isyana sürüklemesin.” (Lokman Suresi: 33)
Son cümle apaçık bir şekilde “Nasıl olsa Allah affeder” diyerek namaza karşı ilgisiz olmanın yanlışlığını ortaya koyuyor.
“Gafûr ve Rahîm” olduğu için namaz konusundaki ihmalimizden dolayı bizi affedeceğini umduğumuz Rabbimiz açıkça bu konuda bizi uyarıyoraldanmamızı istemiyor.
Biz şimdi Rabbimizi Kendisinden daha mı iyi tanıyoruz ki “Affeder affeder” diye namazı terk ediyoruz? Sanki “Allah her ne kadar Kur’an’da 70 defa namazı emrediyorsa da merak etmeyin O merhametlidir affeder” diyoruz.
Öncelikle şu gerçeği unutmayın: Rabbimizin merhametine ve affına güvenerek günah işlenmez. Ancak gafletle günah işlenmiş ama sonunda pişmanlık duyulup af dilenmişse o başka. Şu uyarıya dikkat edin:
“Allah katında makbul olan tevbe o kimsenin tevbesidir ki onlar bilmeyerek kötülük işlerler de çok geçmeden pişman olup tevbe ederler. İşte onların tevbesini Allah kabul eder. ” (Nisâ: 17)
Demek ki tevbenin kabul olabilmesi için günahın “bilmeyerek” işlenmesi ve çok geçmeden pişman olunması gerekir. Oysa namazını kılmayan nice insan hem bile bile bu günahı işliyor hem de hiç pişman olmadan her gün aynı günahı işlemeye devam ediyor.
Evet Rabbimizin güzel isimleri içinde en fazla olan “şefkat af ve merhamet” manasını taşıyanlardır. Rahmetinin gazabını geçtiğini belirten de Odur. Kendisine ortak koşmaktan başka her şeyi affedeceğini de belirtmiştir.
O kadar ki ömründe bir namaz bile kılmadan affettiği ve Cennete koyacağı insanlar vardır. Ama bütün ömrünü namazla geçirdiği halde ayağı kayıp Cehenneme yuvarlananlar da bulunmaktadır.
Gafletle günahı işleyip sonradan ayılan kendine gelen şuurlanan bir insan “Ben ne yaptım ne büyük hata işledim” diye sarsılır ciddi bir pişmanlık duyar ve affedilmesi için yalvarırsa Rabbimiz affedebilir.
Dikkat edin: “Affedebilir” diyoruz. Çünkü Allah’ın af ve mağfireti hiç kimsenin ipoteği altında değildir. Hiç kimse Ona ait bir yetki hakkında fikir yürütemez Onu etkileyemez.
Ve en büyük günahlardan birisi “Allah bana azap etmez” düşüncesi bir başkası “Ben nasıl olsa Cennetliğim” anlayışıdır.
Tabiî “Allah beni affetmez” “Allah beni Cennetine sokmaz” “Ben kesinlikle Cehennemliğim” gibi düşünceler de yanlıştır.Çünkü Allah’ın ikramıihsanı affı bağışı adaleti hiç kimsenin etkisi altında değildir. Rabbimiz her hususta olduğu gibi bütün fiillerinde de tek bağımsız ve sorumsuzdur.
Bunun için diyoruz ki bırakın günah işlemeden önce samimiyetten uzak ve çelişki içinde “Allah affeder” diye düşünmek; günahtan sonra içten ve yürekten tevbe ve istiğfar etsek bile neticeyi bilemeyiz. Ne “Affedildik” dememiz ne de “Affedilmedik” diye düşünmemiz doğrudur. Ölünceye kadar affını ümit eder azabından korkarız.
" Bu bakımdan namaz kılmayıp “Allah affeder” diye düşünmek büyük hatadır ve namaz için bir özür olamaz.
Daha gençsin yaşlanınca kılarsın
Namazın bahanelerinden birisi de henüz genç olmaktır. Gariptir ki ibadete ve namaza daha bir şevkle sarılmamızı sağlaması gereken gençlikbazen engelmiş gibi gösterilir. Hatta nefsimiz ve çevremiz “Daha gençsin yaşlanınca kılarsın” diyebilir.
Halbuki yaşlanıncaya kadar yaşayacağımıza dâir kimin garantisi var? Kim Azrail’le sözleşme yapmış ki? Ölüm genç ihtiyar dinliyor mu?Diyelim bize özel olarak garanti verildi 100 sene yaşayacağız. Namaza ne zaman başlayacağız? Ölçü nedir? 60 yaşında mı 80 mi 90 mı yoksa ölmeden bir gün önce mi? Peki ergenlik çağından itibâren yaptıklarımızın hesabı sorulmayacak mı bize? Allah “Ey yaşlılar namaz kılın” mı diyor yoksa “Ey iman edenler namaz kılın” mı diyor?İslâmı yaşamak yaşlıların işi mi? Peygamberimiz (a.s.m.) her insanın Allah huzurunda gençliğini nerede geçirdiğinden hesaba çekileceğini buyuruyor. Bu gerçekleri bildiğimiz halde nasıl olur da ezan okunurken ilgisiz kalabiliriz?
Evet genç olmak bizi namaza dört elle sarılmaya sevketmelidir. Çünkü gençlik hayırlı işler yapmaya en güzel vasıtadır. Gençlikteki enerji faaliyet gayret güç ve kudret yaşlanınca bulunamaz. Bu enerji ve heyecanı Allah yolunda değerlendirmek gerekir.
“Zamanım yok” iddiası
Kimi insanlar “Niçin namaz kılmıyorsun?” dendiğinde “Zamanım yok” gibi kargaları güldüren bir bahane uydururlar. Şu saçmalığa bakın: Her şeye zaman var ama yaratılış gayemiz olan namaz kılmak için zaman yok. Kim inanır buna?
Bir gün taksiyle gidiyorduk. On yaşındaki kardeşim öne oturmuş şoförle sohbete tutuşmuştu. Bir ara söz namazdan açıldı.
Şoför “Biz kılmıyoruz” dedi.
Kardeşim çocukluğun verdiği safiyetle “Vakit mi bulamıyorsunuz?” diye sordu.
Meğer adam çok mert birisiymiş “Ne vakit bulamaması oğlum” dedi. “Tembellik ve ihmalkârlık.”
Bunun üzerine ister istemez güldük. Şoför saf gerçeği çekinmeden eğip bükmeden söylemişti. Çünkü namaz kılmayı istedikten sonra zaman bulamamak gibi bir problem olamaz.
Hem söyler misiniz zaman dediğimiz şeyi yaratan bizim emrimize veren Allah değil mi? Allah bizi yaratıp her şeyi emrimize veriyor namazı emrediyor ve biz kalkıp diyoruz ki “Ya Rabbi kılacağım ama zamanım yok.” Ne kadar tuhaf değil mi?
Rabbimiz bize koskoca bir ömür bağışlamış. Günde 24 saatten birini namaza vermemizi istiyor. O kadar şefkatli ve merhametli ki 24 saatimizi ibâdetle geçirsek Onu hakkıyla takdir etmiş olamayacağımız belli olduğu halde O bizden bir saat istiyor.
Acaba kudretli bir zat size 24 altın bağışlasa sonra onun birini isteyip “Eğer bunu verirsen bir müddet sonra sana bir çuval altın vereceğim. Vermezsen hapse attıracağım” dese bu teklifi reddeder miyiz? Asla! Peki namaza nasıl sırt çevirebiliriz?
“Çalışmak da ibâdettir” gerçeğini yanlış anlamak
Kimi Müslümanlar namaz kılmamalarına bahane olarak “Çalışıyoruz ya çalışmak da bir ibadettir. Çocuğumuzun çoluğumuzun rızkını kazanıyoruz” diyorlar.
Şu bahanedeki mantıksızlık apaçık ortada değil mi?
Her şeyden önce “ibadet” kelimesi dinî bir kavram. Bir söz veya fiile “ibadet” diyebilmemiz için onun Allah ve Resulü (a.s.m.) tarafından emredilmesi gerekir.
Kur’an’ın neresinde “Namaza gerek yok çalışmanız da ibadettir” diyor? Hangi hadis kitabında “Çalışırken namaz kılmayın o da bir ibadettir” diyor?
Namazı emreden Rabbimiz bizim çalışacağımızı bilmiyor muydu? Evet çalışmak ibadettir. Sadece çalışmak değil yaptığımız her mübah iş ibadet olabilir. Ama bir şartla: Önce namazı kılacaksınız. Sonra güzel bir niyet taşıyacaksınız.
Yani “Asıl mal sahibi Rabbimdir. Rızkımızı O veriyor. Ancak bu rızkı kazanmak için bizim çalışmamızı emrediyor. Biz de Onun emri ve rızası dairesinde helâl bir surette rızkımızı kazanmaya çalışıyoruz” diyecek bu niyetle çalışacaksın. İşte bu niyet ve namazla her yaptığınız davranış ibadet olabilir.
Ama namaz kılmadan mübah işlerimiz ibadet olmaz.
Hem ibadet olsa bile bir ibadet bir başka ibadete bahane olamaz. Söz gelişi “Namaz kılamam oruç tutuyorum veya zekat veriyorum” demekyanlıştır çelişkidir. Çünkü namazı da orucu da emreden aynı zattır. Hiçbir ibadet bir başka ibadete engel değildir.
Her birinin yeri ve zamanı ayrıdır.
Hiç bitmiyor usanıyoruz
Belki nefsimiz şöyle diyebilir: "Bu namaz hiç bitmiyor. Sürekli kıldığımız için usanıyoruz." Bu sözler nefsimizin bir oyunudur. Çünkü her gün yemek yiyoruz su içiyoruz havayı teneffüs ediyoruz. Hiç bıkıyor muyuz? "Artık yemek yemekten bıktım" diyen bir adam gördünüz mü? Mümkün değil. Çünkü bunlardan lezzet alıyoruz. Namazdan da lezzet almıyor muyuz? Her şeyin yaratıcısının huzuruna çıkmak Ona derdini arzetmek Ondan yardım dilemek Onun ihsan ettiği kalp rahatlığına ruh sükûnetine kavuşmak en büyük lezzet değil midir?
Siz hiç namaz kılıp da şikâyetçi olan kimse gördünüz mü? "Aman ne kadar yoruldum içim sıkıldı namaz kıldım kötü yollara düştüm" diyen bir tek insan gösterebilir miyiz? Tam aksine kim namaz kılarsa rahat ve huzur içindedir. Çünkü namaz akıl kalp ve ruhumuzun gıdasıdır.
Bunun için namaz kılmaktan hiçbir zaman bıkılmaz. Akıl kalp ruh namazdan memnundur. Sadece şeytandan ders alan nefsimiz itiraz edebilir. Ona karşı mücadele etmek nefsimizi eğitmek hatta zorlayıp Allah'ın huzuruna getirmek gerekir.
Sihirli formül arayışı
Kimi Müslümanlar namazla ilgili birçok konuyu bilir. Fakat yine de şöyle demekten kendini alamaz:
“Bunları biliyoruz ama kahrolası nefsimizi ve şeytanımızı bir türlü yenemiyoruz. Ne kadar arzu etsek içimizde bir isteksizlik var. Hattâ bazen Ramazan’da falan başlıyoruz bayramdan sonra bırakıyoruz. Yılın birkaç ayında kılıyoruz sonra terk ediyoruz. Cuma ve bayram namazlarına gidiyoruz ama vakit namazları olunca başarılı olamıyoruz. Sen bize öyle bir şey söyle ki namaza bir başlayalım bir daha hiç bırakmayalım.”
Gerçekten beş vakit namaz kılamayan kardeşlerimizin bir kısmının durumu tıpkı söylediğiniz gibi. Hattâ adam dinî tahsil yapmış Kur’an’ı baştan sona okumuş yine de namaz kılmakta zorlanabiliyor.Bunun da çaresi var. Her derdimize devâ olan Kur’an bunun da yolunu bize göstermiş.
Yalnız şuna inanalım: Hiçbir derdin devâsı sihirli formüllerle bulunmaz. Hiçbir problem bir anda çözümlenmez.Diyelim bir hastalığa yakalandınız. Hemen bir iki hap yutup kurtulabiliyor muyuz? Bazen yıllarca süren tedâvi hattâ ameliyat gerekmiyor mu?
Âilemizin geçimini sağlamak için parayı nasıl kazanıyoruz? Hiç günde bir-iki saat çalışıp bir aylık geçimimizi sağlayabiliyor muyuz? Bir öğrenciyi düşünün: Sınıfı geçmesi için bir-iki dakika ders çalışması kâfi mi?
İşte bunlar gibi nefis ve şeytanımızı mağlûp etmek için de biraz uğraşmamız gerekecek. Önemli bir savaşı hiçbir şey yapmadan yattığımız yerde kazanabilir miyiz?
Namazı isteyerek kılabilmemiz için önce inancımızın çok güçlü olması gerekir. Çünkü inanç temeldir namaz ve diğer ibâdetler onun üzerine binâ edilir. Taklidî ve zayıf bir îmanı tahkîkî ve güçlü yapmanın yolu Kur’an’ın inançla ilgili âyetlerini çok iyi anlamaktır. Bunların tefsirini okuyup îmanımızı güçlendirmek gerekir.
İşte bu hususta Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin Risâle-i Nur Külliyâtını çok okumak gerekir. Çünkü bu eserlerde güçlü bir îman ve tefekkür dersi vardır. Ayrıca namazın önemini anlatan teşvik eden çok kıymetli bahisler bulunmaktadır.
Bunun için onun yazdığı Sözler isimli kitapta bulunan 4. 9. 11. ve 21. Sözü ayrıca Şualar’daki 6. ve 15. Şua’yı anlayarak okumak büyük fayda sağlar. Hatta bu bölümleri tekrar tekrar okuyarak müzakere etmek birkaç arkadaşımızla derin hakikatleri anlamaya çalışmak gerekir.
Namazı hiçbir mazeret olmadan kazaya bırakmanın cezası çok büyüktür. Namazı kılmamak Cehennem azabını hiçe saymak demektir. Bir kibriti yaksak sadece çöp sönünceye kadar elimizi ateşine tutmaya kalksak acısına dayanamıyoruz. Yüz derecede kaynayan suya elimizi sokamıyoruz. Allah’ın azabına karşı umursamaz olabilir miyiz? Şu ayet meali Allah’ın azabına karşı kendini güvende hissetmenin büyük bir hata olduğunu gösteriyor:
“Yoksa onlar nimetler içinde yüzerken Allah’ın azabının ansızın gelmeyeceğinden mi emin oldular? Hüsrana düşmüş bir topluluktan başkası ise Allah’ın azabından emin olmaz.” (A’raf Suresi: 99)
Hiç kimse Allah’ın azabına karşı korkusuz ve ilgisiz olamaz. Üstelik namaz gibi bir ibadet söz konusu olduğunda kendimizi rahat hissedemeyiz.
Bazı kimseler “Ben yanmayacağım ruhum yanacak” gibi gerçekle ilgisiz sözler sarf ediyorlar. Cehennem azabı bedene ve ruha uygulanacaktır. Hem ruha bile uygulansa ruh bizim değil mi? Üstelik Cennete gidip sonsuza dek mutlu olmak varken niye azaba talip olalım?
Namazı hiç kılmayan veya sık sık kaçıran insanlar birçok bahane uydururlar. Namaza engel gösterilen hiçbir şeye “mâzeret” gözüyle bile bakmadığım için ısrarla “bahane” kelimesini kullanıyorum. Çünkü namazın mazereti ancak ölüm riski koma hâli ve bayılma gibi aşılamayacak engeller olabilir. Bunun dışında bizim nefsimizin gösterdiği engeller çok basit ve kolayca aşılabilecek bahanelerden başka bir şey değildir.
Namazı hiç kılmayan veya sık sık kaçıran insanlar birçok bahane uydururlar. Namaza engel gösterilen hiçbir şeye “mâzeret” gözüyle bile bakmadığım için ısrarla “bahane” kelimesini kullanıyorum. Çünkü namazın mazereti ancak ölüm riski koma hâli ve bayılma gibi aşılamayacak engeller olabilir. Bunun dışında bizim nefsimizin gösterdiği engeller çok basit ve kolayca aşılabilecek bahanelerden başka bir şey değildir. Şimdi bu bahaneleri tek tek işleyerek çürüteceğiz.
Önemini bilmemek
Namaz kılmamanın en büyük sebebi önemini bilmemektir. Namazın ne büyük bir ehemmiyet ve kıymet taşıdığını bilmeyen nice Müslüman “İşin var sonra kılarsın” “Neyse sonra kaza edersin” gibi cümleler kullanırlar.
Oysa namaz o kadar önemlidir ki insanın yaratılış sebebinin en büyüğü budur.
Düşünün bir kere: Rabbimiz Kur’an’da meâlen “Ben cinleri ve insanları ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım” buyuruyor. (Zâriyât Sûresi: 56)
Daha ötesi var mı?
Hem Rabbimiz hem Peygamberimiz (a.s.m.) en büyük ibadetin namaz olduğunu belirtiyorlar. Bu kadar açık gerçek ortada iken farklı bir şey düşünmek mümkün mü?
Bizim ve her şeyin yaratıcısı bizi dirilten ve öldüren ahirette bizi hesaba çekerek sonsuz bir mükâfat veya azap verecek olan Allah çok açık ve net bir şekilde bizi ibadet ve namaz için yarattığını buyuruyor ısrarla namazı emrediyor. Bizim farklı bahanelerle namazı terk etmemiz kendi kendimizi aldatmak ve başımızı kuma sokmak olmuyor mu?
Evet içinde bulunduğumuz gafletten uyanalım. Namazı vaktinde hiç kaçırmadan ezan okunur okunmaz dosdoğru ve hakkını vererek kılalım. Eğer hemen uyanmazsak bilelim ki Cehennemde uyanmak çok geç olacaktır.
“Allah Gafûr ve Rahîm’dir affeder” düşüncesi
Namaz kılmayan insanlardan bazıları ve en başta nefsimiz “Canım ne olacak Allah affeder” der. Namazı terk eden nice insan Rabbimizin af ve mağfiretinin sonsuz olduğunu Onun her şeyi affedeceğini söyler. Oysa bu şeytanın bir tuzağıdır.
Elbette Rabbimiz şirkin dışında bütün günahları affeder. Ama nasıl?
Şu ayet meali bizi bu konuda daima uyanık tutmalıdır:
“Ey insanlar! Rabbinizin emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakının. Ve öyle bir günden korkun ki ne babanın evlâdına ne evlâdın babasına hiçbir faydası olmaz. Allah’ın vaadi şüphesiz haktır; sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. O çok aldatıcı şeytan da Allah’ın azabını unutturup sadece affına güvendirerek sizi isyana sürüklemesin.” (Lokman Suresi: 33)
Son cümle apaçık bir şekilde “Nasıl olsa Allah affeder” diyerek namaza karşı ilgisiz olmanın yanlışlığını ortaya koyuyor.
“Gafûr ve Rahîm” olduğu için namaz konusundaki ihmalimizden dolayı bizi affedeceğini umduğumuz Rabbimiz açıkça bu konuda bizi uyarıyoraldanmamızı istemiyor.
Biz şimdi Rabbimizi Kendisinden daha mı iyi tanıyoruz ki “Affeder affeder” diye namazı terk ediyoruz? Sanki “Allah her ne kadar Kur’an’da 70 defa namazı emrediyorsa da merak etmeyin O merhametlidir affeder” diyoruz.
Öncelikle şu gerçeği unutmayın: Rabbimizin merhametine ve affına güvenerek günah işlenmez. Ancak gafletle günah işlenmiş ama sonunda pişmanlık duyulup af dilenmişse o başka. Şu uyarıya dikkat edin:
“Allah katında makbul olan tevbe o kimsenin tevbesidir ki onlar bilmeyerek kötülük işlerler de çok geçmeden pişman olup tevbe ederler. İşte onların tevbesini Allah kabul eder. ” (Nisâ: 17)
Demek ki tevbenin kabul olabilmesi için günahın “bilmeyerek” işlenmesi ve çok geçmeden pişman olunması gerekir. Oysa namazını kılmayan nice insan hem bile bile bu günahı işliyor hem de hiç pişman olmadan her gün aynı günahı işlemeye devam ediyor.
Evet Rabbimizin güzel isimleri içinde en fazla olan “şefkat af ve merhamet” manasını taşıyanlardır. Rahmetinin gazabını geçtiğini belirten de Odur. Kendisine ortak koşmaktan başka her şeyi affedeceğini de belirtmiştir.
O kadar ki ömründe bir namaz bile kılmadan affettiği ve Cennete koyacağı insanlar vardır. Ama bütün ömrünü namazla geçirdiği halde ayağı kayıp Cehenneme yuvarlananlar da bulunmaktadır.
Gafletle günahı işleyip sonradan ayılan kendine gelen şuurlanan bir insan “Ben ne yaptım ne büyük hata işledim” diye sarsılır ciddi bir pişmanlık duyar ve affedilmesi için yalvarırsa Rabbimiz affedebilir.
Dikkat edin: “Affedebilir” diyoruz. Çünkü Allah’ın af ve mağfireti hiç kimsenin ipoteği altında değildir. Hiç kimse Ona ait bir yetki hakkında fikir yürütemez Onu etkileyemez.
Ve en büyük günahlardan birisi “Allah bana azap etmez” düşüncesi bir başkası “Ben nasıl olsa Cennetliğim” anlayışıdır.
Tabiî “Allah beni affetmez” “Allah beni Cennetine sokmaz” “Ben kesinlikle Cehennemliğim” gibi düşünceler de yanlıştır.Çünkü Allah’ın ikramıihsanı affı bağışı adaleti hiç kimsenin etkisi altında değildir. Rabbimiz her hususta olduğu gibi bütün fiillerinde de tek bağımsız ve sorumsuzdur.
Bunun için diyoruz ki bırakın günah işlemeden önce samimiyetten uzak ve çelişki içinde “Allah affeder” diye düşünmek; günahtan sonra içten ve yürekten tevbe ve istiğfar etsek bile neticeyi bilemeyiz. Ne “Affedildik” dememiz ne de “Affedilmedik” diye düşünmemiz doğrudur. Ölünceye kadar affını ümit eder azabından korkarız.
" Bu bakımdan namaz kılmayıp “Allah affeder” diye düşünmek büyük hatadır ve namaz için bir özür olamaz.
Daha gençsin yaşlanınca kılarsın
Namazın bahanelerinden birisi de henüz genç olmaktır. Gariptir ki ibadete ve namaza daha bir şevkle sarılmamızı sağlaması gereken gençlikbazen engelmiş gibi gösterilir. Hatta nefsimiz ve çevremiz “Daha gençsin yaşlanınca kılarsın” diyebilir.
Halbuki yaşlanıncaya kadar yaşayacağımıza dâir kimin garantisi var? Kim Azrail’le sözleşme yapmış ki? Ölüm genç ihtiyar dinliyor mu?Diyelim bize özel olarak garanti verildi 100 sene yaşayacağız. Namaza ne zaman başlayacağız? Ölçü nedir? 60 yaşında mı 80 mi 90 mı yoksa ölmeden bir gün önce mi? Peki ergenlik çağından itibâren yaptıklarımızın hesabı sorulmayacak mı bize? Allah “Ey yaşlılar namaz kılın” mı diyor yoksa “Ey iman edenler namaz kılın” mı diyor?İslâmı yaşamak yaşlıların işi mi? Peygamberimiz (a.s.m.) her insanın Allah huzurunda gençliğini nerede geçirdiğinden hesaba çekileceğini buyuruyor. Bu gerçekleri bildiğimiz halde nasıl olur da ezan okunurken ilgisiz kalabiliriz?
Evet genç olmak bizi namaza dört elle sarılmaya sevketmelidir. Çünkü gençlik hayırlı işler yapmaya en güzel vasıtadır. Gençlikteki enerji faaliyet gayret güç ve kudret yaşlanınca bulunamaz. Bu enerji ve heyecanı Allah yolunda değerlendirmek gerekir.
“Zamanım yok” iddiası
Kimi insanlar “Niçin namaz kılmıyorsun?” dendiğinde “Zamanım yok” gibi kargaları güldüren bir bahane uydururlar. Şu saçmalığa bakın: Her şeye zaman var ama yaratılış gayemiz olan namaz kılmak için zaman yok. Kim inanır buna?
Bir gün taksiyle gidiyorduk. On yaşındaki kardeşim öne oturmuş şoförle sohbete tutuşmuştu. Bir ara söz namazdan açıldı.
Şoför “Biz kılmıyoruz” dedi.
Kardeşim çocukluğun verdiği safiyetle “Vakit mi bulamıyorsunuz?” diye sordu.
Meğer adam çok mert birisiymiş “Ne vakit bulamaması oğlum” dedi. “Tembellik ve ihmalkârlık.”
Bunun üzerine ister istemez güldük. Şoför saf gerçeği çekinmeden eğip bükmeden söylemişti. Çünkü namaz kılmayı istedikten sonra zaman bulamamak gibi bir problem olamaz.
Hem söyler misiniz zaman dediğimiz şeyi yaratan bizim emrimize veren Allah değil mi? Allah bizi yaratıp her şeyi emrimize veriyor namazı emrediyor ve biz kalkıp diyoruz ki “Ya Rabbi kılacağım ama zamanım yok.” Ne kadar tuhaf değil mi?
Rabbimiz bize koskoca bir ömür bağışlamış. Günde 24 saatten birini namaza vermemizi istiyor. O kadar şefkatli ve merhametli ki 24 saatimizi ibâdetle geçirsek Onu hakkıyla takdir etmiş olamayacağımız belli olduğu halde O bizden bir saat istiyor.
Acaba kudretli bir zat size 24 altın bağışlasa sonra onun birini isteyip “Eğer bunu verirsen bir müddet sonra sana bir çuval altın vereceğim. Vermezsen hapse attıracağım” dese bu teklifi reddeder miyiz? Asla! Peki namaza nasıl sırt çevirebiliriz?
“Çalışmak da ibâdettir” gerçeğini yanlış anlamak
Kimi Müslümanlar namaz kılmamalarına bahane olarak “Çalışıyoruz ya çalışmak da bir ibadettir. Çocuğumuzun çoluğumuzun rızkını kazanıyoruz” diyorlar.
Şu bahanedeki mantıksızlık apaçık ortada değil mi?
Her şeyden önce “ibadet” kelimesi dinî bir kavram. Bir söz veya fiile “ibadet” diyebilmemiz için onun Allah ve Resulü (a.s.m.) tarafından emredilmesi gerekir.
Kur’an’ın neresinde “Namaza gerek yok çalışmanız da ibadettir” diyor? Hangi hadis kitabında “Çalışırken namaz kılmayın o da bir ibadettir” diyor?
Namazı emreden Rabbimiz bizim çalışacağımızı bilmiyor muydu? Evet çalışmak ibadettir. Sadece çalışmak değil yaptığımız her mübah iş ibadet olabilir. Ama bir şartla: Önce namazı kılacaksınız. Sonra güzel bir niyet taşıyacaksınız.
Yani “Asıl mal sahibi Rabbimdir. Rızkımızı O veriyor. Ancak bu rızkı kazanmak için bizim çalışmamızı emrediyor. Biz de Onun emri ve rızası dairesinde helâl bir surette rızkımızı kazanmaya çalışıyoruz” diyecek bu niyetle çalışacaksın. İşte bu niyet ve namazla her yaptığınız davranış ibadet olabilir.
Ama namaz kılmadan mübah işlerimiz ibadet olmaz.
Hem ibadet olsa bile bir ibadet bir başka ibadete bahane olamaz. Söz gelişi “Namaz kılamam oruç tutuyorum veya zekat veriyorum” demekyanlıştır çelişkidir. Çünkü namazı da orucu da emreden aynı zattır. Hiçbir ibadet bir başka ibadete engel değildir.
Her birinin yeri ve zamanı ayrıdır.
Hiç bitmiyor usanıyoruz
Belki nefsimiz şöyle diyebilir: "Bu namaz hiç bitmiyor. Sürekli kıldığımız için usanıyoruz." Bu sözler nefsimizin bir oyunudur. Çünkü her gün yemek yiyoruz su içiyoruz havayı teneffüs ediyoruz. Hiç bıkıyor muyuz? "Artık yemek yemekten bıktım" diyen bir adam gördünüz mü? Mümkün değil. Çünkü bunlardan lezzet alıyoruz. Namazdan da lezzet almıyor muyuz? Her şeyin yaratıcısının huzuruna çıkmak Ona derdini arzetmek Ondan yardım dilemek Onun ihsan ettiği kalp rahatlığına ruh sükûnetine kavuşmak en büyük lezzet değil midir?
Siz hiç namaz kılıp da şikâyetçi olan kimse gördünüz mü? "Aman ne kadar yoruldum içim sıkıldı namaz kıldım kötü yollara düştüm" diyen bir tek insan gösterebilir miyiz? Tam aksine kim namaz kılarsa rahat ve huzur içindedir. Çünkü namaz akıl kalp ve ruhumuzun gıdasıdır.
Bunun için namaz kılmaktan hiçbir zaman bıkılmaz. Akıl kalp ruh namazdan memnundur. Sadece şeytandan ders alan nefsimiz itiraz edebilir. Ona karşı mücadele etmek nefsimizi eğitmek hatta zorlayıp Allah'ın huzuruna getirmek gerekir.
Sihirli formül arayışı
Kimi Müslümanlar namazla ilgili birçok konuyu bilir. Fakat yine de şöyle demekten kendini alamaz:
“Bunları biliyoruz ama kahrolası nefsimizi ve şeytanımızı bir türlü yenemiyoruz. Ne kadar arzu etsek içimizde bir isteksizlik var. Hattâ bazen Ramazan’da falan başlıyoruz bayramdan sonra bırakıyoruz. Yılın birkaç ayında kılıyoruz sonra terk ediyoruz. Cuma ve bayram namazlarına gidiyoruz ama vakit namazları olunca başarılı olamıyoruz. Sen bize öyle bir şey söyle ki namaza bir başlayalım bir daha hiç bırakmayalım.”
Gerçekten beş vakit namaz kılamayan kardeşlerimizin bir kısmının durumu tıpkı söylediğiniz gibi. Hattâ adam dinî tahsil yapmış Kur’an’ı baştan sona okumuş yine de namaz kılmakta zorlanabiliyor.Bunun da çaresi var. Her derdimize devâ olan Kur’an bunun da yolunu bize göstermiş.
Yalnız şuna inanalım: Hiçbir derdin devâsı sihirli formüllerle bulunmaz. Hiçbir problem bir anda çözümlenmez.Diyelim bir hastalığa yakalandınız. Hemen bir iki hap yutup kurtulabiliyor muyuz? Bazen yıllarca süren tedâvi hattâ ameliyat gerekmiyor mu?
Âilemizin geçimini sağlamak için parayı nasıl kazanıyoruz? Hiç günde bir-iki saat çalışıp bir aylık geçimimizi sağlayabiliyor muyuz? Bir öğrenciyi düşünün: Sınıfı geçmesi için bir-iki dakika ders çalışması kâfi mi?
İşte bunlar gibi nefis ve şeytanımızı mağlûp etmek için de biraz uğraşmamız gerekecek. Önemli bir savaşı hiçbir şey yapmadan yattığımız yerde kazanabilir miyiz?
Namazı isteyerek kılabilmemiz için önce inancımızın çok güçlü olması gerekir. Çünkü inanç temeldir namaz ve diğer ibâdetler onun üzerine binâ edilir. Taklidî ve zayıf bir îmanı tahkîkî ve güçlü yapmanın yolu Kur’an’ın inançla ilgili âyetlerini çok iyi anlamaktır. Bunların tefsirini okuyup îmanımızı güçlendirmek gerekir.
İşte bu hususta Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin Risâle-i Nur Külliyâtını çok okumak gerekir. Çünkü bu eserlerde güçlü bir îman ve tefekkür dersi vardır. Ayrıca namazın önemini anlatan teşvik eden çok kıymetli bahisler bulunmaktadır.
Bunun için onun yazdığı Sözler isimli kitapta bulunan 4. 9. 11. ve 21. Sözü ayrıca Şualar’daki 6. ve 15. Şua’yı anlayarak okumak büyük fayda sağlar. Hatta bu bölümleri tekrar tekrar okuyarak müzakere etmek birkaç arkadaşımızla derin hakikatleri anlamaya çalışmak gerekir.