Nasıl Olsa Tavrımı Düzeltirim Mantığı
O gün tartı haktır. Kimin tartıları ağır basarsa, işte kurtulanlar onlardır. Kimin tartıları hafif kalırsa, bunlar da ayetlerimize zulmedegeldiklerinden dolayı nefislerini hüsrana uğratanlardır. (A’raf Suresi, 8-9)
Yukarıdaki ayetlerde bildirdiği gibi, Allah kıyamet günü herkesi hesaba çekecek ve işledikleri amellere göre insanlara cennet ya da cehennemle karşılık verecektir. Dünyada salih amellerde bulunanlar, ‘tartıları ağır geldiği için’ cennetle mükafatlandırılacaklardır. Allah'ın rızasını kazanmak için salih amellerde bulunmayan kişilerin ise tartıları hafif kalacak ve cehennemle karşılık göreceklerdir. Bu nedenle cehennem azabından sakınmak isteyen ve bunun için çaba harcayan insanların, ‘nasıl olsa daha sonra telafi ederim’ diyerek üzerinde durmadıkları hatalarını bir kez daha düşünmeleri; Kuran’a uygun olmayan her tavırdan süratle vazgeçmeleri gerekir.
Bu, zaten Allah'ın Kuran'da bildirilen müminlerin yaşamaları gereken bir ahlaktır. “... Bir de onlar yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmeyenlerdir.” (Al-i İmran Suresi, 135) ayeti, müminin bir hatasını fark ettiği anda, süratle bu durumu telafi edecek bir ahlak gösterdiğini ortaya koymaktadır. Ancak buna rağmen kimi zaman insanlar hata yaptıklarını anladıklarında da, vicdanlarını gereği gibi kullanmaz, bu durumu değiştirmekte acele etmezler. Nefislerinin ve şeytanın da etkisiyle, bu hata içerisinde bir süre oyalanmayı kendilerine hak görürler. Kimi zaman gurur ve enaniyet sebebiyle kimi zaman insanların ne diyeceğinden çekinerek kimi zaman da duygusallık, karamsarlık gibi Kuran'da yeri olmayan ruh halleri içerisinde bu hatalarını sürdürmeye devam ederler.
Oysa ki bu cahiliye insanlarının ahlakında görülen bir durumdur. Allah'ı ve ahireti düşünmeyen bu kimseler bir hata yaptıklarında, bunu yine cahiliye yöntemleriyle çözmeye çalıştıkları için işin içinden çıkamazlar. Ayrıca hatayı hemen kabullenmek ya da süratle telafi etmek gibi güzel davranışlar bu kimselerin çirkin gördükleri özelliklerdir. Müminlerin farkı ise, cahiliyenin bu bakış açısından sıyrılmış olmalarıdır. İnanan bir kimse için, bunların tam tersine, bir hatayı farkeder farketmez hemen onun aksi bir tavra geçmek; doğru olana çağrıldığı zaman yanlış olanı hemen keskin bir tavırla terk etmek önemli bir iman alametidir. Bu inşaAllah, o kişinin Allah'tan korktuğunun, iman ettiğinin ve ahirete inandığının açık alametleridir.
Bu nedenle müminin hata yaptığında, bunu Müslüman ahlakı göstermek için bir fırsat bilip, Rabbimiz'e olan sevgisinin ve bağlılığının bir tecellisi olarak hatasından hemen vazgeçmesi gerekir. “Nasıl olsa sonra telafi ederim” diyerek hatayı sürdürme mantığı ise, mümin ahlakına ve kişinin yaşaması gereken Allah korkusuna uygun bir tavır değildir.
Bunun yanı sıra insanın, Kuran ahlakına uygun olmayan davranışlarının her birinin Allah Katında saklı kalacağını ve sorguya çekildiğinde karşısına çıkacağını da unutmaması gerekir. Ortalama 60 yıllık ömrünün bir gününü Kuran‘a uygun olmayan bir tavırla geçiren bir insanı düşünelim. Bu insan ömründen bir günü Allah’ı hoşnut edemeden geçirmiş olacaktır. Bundan sonra elbette tevbe edip Kuran’a uygun davranabilir ve Allah'ın hoşnutluğunu kazanabilir. Çünkü her insan için elbetteki her zaman tevbe edip hatalarını telafi etme, peygamberlerin ahlaklarına ulaşabilme ve cennetin en üst makamlarına layık olabilecek bir ahlak elde edebilme imkanı vardır. Ama yine de bile bile hatasını düzeltmediği o ‘bir gün’, o kişinin ahirette alacağı ecirlerden eksik kalmış olacaktır. Bunun gibi birçok gününü gafil olarak yaşayan bir insan ise, o kadar günlük salih amel işleme imkanını bir kenara bırakmış ve o kadar günlük bir kayba girmiş olacaktır.
Oysa insanın dünya hayatındaki her anı son derece kıymetlidir. İnsan ömrü çok hızlı bir şekilde geçmektedir. Her an beklenmedik bir hastalık, kaza ya da hiçbir sebebi olmaksızın gelen ölüm, insanın bir sonraki gün salih amellerde bulunmasına, önceki günün hatasını telafi etmesine imkan bırakmayabilir. Hiç kimsenin “sonra telafi ederim” diyebileceği, güvende olduğu, kesin yaşayacağından emin olduğu bir sonrası yoktur. İnsan bu aczini de göz önünde bulundurarak hatalarından vazgeçmede, Allah'ın rızasını kazanacağı amellerde bulunmada acele etmelidir.
Yapılması gereken her anı Allah’a ve kadere tam teslimiyetle tevekkül ederek yaşamak, her şartta asıl olarak Allah’ın hoşnutluğunu hedeflemek; vesveseden, üzüntüden, boş işlerden yüz çevirmektir. Gurur, kibir, enaniyet, inat ve umursuzluk gibi kötü ahlak özelliklerini terk etmek; yapılan hatayı cahileyi ahlakıyla değil, Kuran ahlakıyla değerlendirmektir.
Şeytan her fırsatta insanı boş kuruntularla oyamaya çalışır. Mümine, Allah’ı, Kuran’ı, ahireti düşünmeyi unutturmaya çabalar. İşte ‘bir şey olmaz; nasıl olsa hatamı daha sonra düzeltirim’ mantığı da, şeytanın bu oyunlarından biridir. Mümin, şeytanın bu oyununa karşı son derece dikkatli olmalı; Allah'ın rızasını kazanabilmek için, vicdanının söylediği her söze uymalı, Kuran’ı tam anlamıyla hayatına geçirerek yaşamalıdır.
O gün tartı haktır. Kimin tartıları ağır basarsa, işte kurtulanlar onlardır. Kimin tartıları hafif kalırsa, bunlar da ayetlerimize zulmedegeldiklerinden dolayı nefislerini hüsrana uğratanlardır. (A’raf Suresi, 8-9)
Yukarıdaki ayetlerde bildirdiği gibi, Allah kıyamet günü herkesi hesaba çekecek ve işledikleri amellere göre insanlara cennet ya da cehennemle karşılık verecektir. Dünyada salih amellerde bulunanlar, ‘tartıları ağır geldiği için’ cennetle mükafatlandırılacaklardır. Allah'ın rızasını kazanmak için salih amellerde bulunmayan kişilerin ise tartıları hafif kalacak ve cehennemle karşılık göreceklerdir. Bu nedenle cehennem azabından sakınmak isteyen ve bunun için çaba harcayan insanların, ‘nasıl olsa daha sonra telafi ederim’ diyerek üzerinde durmadıkları hatalarını bir kez daha düşünmeleri; Kuran’a uygun olmayan her tavırdan süratle vazgeçmeleri gerekir.
Bu, zaten Allah'ın Kuran'da bildirilen müminlerin yaşamaları gereken bir ahlaktır. “... Bir de onlar yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmeyenlerdir.” (Al-i İmran Suresi, 135) ayeti, müminin bir hatasını fark ettiği anda, süratle bu durumu telafi edecek bir ahlak gösterdiğini ortaya koymaktadır. Ancak buna rağmen kimi zaman insanlar hata yaptıklarını anladıklarında da, vicdanlarını gereği gibi kullanmaz, bu durumu değiştirmekte acele etmezler. Nefislerinin ve şeytanın da etkisiyle, bu hata içerisinde bir süre oyalanmayı kendilerine hak görürler. Kimi zaman gurur ve enaniyet sebebiyle kimi zaman insanların ne diyeceğinden çekinerek kimi zaman da duygusallık, karamsarlık gibi Kuran'da yeri olmayan ruh halleri içerisinde bu hatalarını sürdürmeye devam ederler.
Oysa ki bu cahiliye insanlarının ahlakında görülen bir durumdur. Allah'ı ve ahireti düşünmeyen bu kimseler bir hata yaptıklarında, bunu yine cahiliye yöntemleriyle çözmeye çalıştıkları için işin içinden çıkamazlar. Ayrıca hatayı hemen kabullenmek ya da süratle telafi etmek gibi güzel davranışlar bu kimselerin çirkin gördükleri özelliklerdir. Müminlerin farkı ise, cahiliyenin bu bakış açısından sıyrılmış olmalarıdır. İnanan bir kimse için, bunların tam tersine, bir hatayı farkeder farketmez hemen onun aksi bir tavra geçmek; doğru olana çağrıldığı zaman yanlış olanı hemen keskin bir tavırla terk etmek önemli bir iman alametidir. Bu inşaAllah, o kişinin Allah'tan korktuğunun, iman ettiğinin ve ahirete inandığının açık alametleridir.
Bu nedenle müminin hata yaptığında, bunu Müslüman ahlakı göstermek için bir fırsat bilip, Rabbimiz'e olan sevgisinin ve bağlılığının bir tecellisi olarak hatasından hemen vazgeçmesi gerekir. “Nasıl olsa sonra telafi ederim” diyerek hatayı sürdürme mantığı ise, mümin ahlakına ve kişinin yaşaması gereken Allah korkusuna uygun bir tavır değildir.
Bunun yanı sıra insanın, Kuran ahlakına uygun olmayan davranışlarının her birinin Allah Katında saklı kalacağını ve sorguya çekildiğinde karşısına çıkacağını da unutmaması gerekir. Ortalama 60 yıllık ömrünün bir gününü Kuran‘a uygun olmayan bir tavırla geçiren bir insanı düşünelim. Bu insan ömründen bir günü Allah’ı hoşnut edemeden geçirmiş olacaktır. Bundan sonra elbette tevbe edip Kuran’a uygun davranabilir ve Allah'ın hoşnutluğunu kazanabilir. Çünkü her insan için elbetteki her zaman tevbe edip hatalarını telafi etme, peygamberlerin ahlaklarına ulaşabilme ve cennetin en üst makamlarına layık olabilecek bir ahlak elde edebilme imkanı vardır. Ama yine de bile bile hatasını düzeltmediği o ‘bir gün’, o kişinin ahirette alacağı ecirlerden eksik kalmış olacaktır. Bunun gibi birçok gününü gafil olarak yaşayan bir insan ise, o kadar günlük salih amel işleme imkanını bir kenara bırakmış ve o kadar günlük bir kayba girmiş olacaktır.
Oysa insanın dünya hayatındaki her anı son derece kıymetlidir. İnsan ömrü çok hızlı bir şekilde geçmektedir. Her an beklenmedik bir hastalık, kaza ya da hiçbir sebebi olmaksızın gelen ölüm, insanın bir sonraki gün salih amellerde bulunmasına, önceki günün hatasını telafi etmesine imkan bırakmayabilir. Hiç kimsenin “sonra telafi ederim” diyebileceği, güvende olduğu, kesin yaşayacağından emin olduğu bir sonrası yoktur. İnsan bu aczini de göz önünde bulundurarak hatalarından vazgeçmede, Allah'ın rızasını kazanacağı amellerde bulunmada acele etmelidir.
Yapılması gereken her anı Allah’a ve kadere tam teslimiyetle tevekkül ederek yaşamak, her şartta asıl olarak Allah’ın hoşnutluğunu hedeflemek; vesveseden, üzüntüden, boş işlerden yüz çevirmektir. Gurur, kibir, enaniyet, inat ve umursuzluk gibi kötü ahlak özelliklerini terk etmek; yapılan hatayı cahileyi ahlakıyla değil, Kuran ahlakıyla değerlendirmektir.
Şeytan her fırsatta insanı boş kuruntularla oyamaya çalışır. Mümine, Allah’ı, Kuran’ı, ahireti düşünmeyi unutturmaya çabalar. İşte ‘bir şey olmaz; nasıl olsa hatamı daha sonra düzeltirim’ mantığı da, şeytanın bu oyunlarından biridir. Mümin, şeytanın bu oyununa karşı son derece dikkatli olmalı; Allah'ın rızasını kazanabilmek için, vicdanının söylediği her söze uymalı, Kuran’ı tam anlamıyla hayatına geçirerek yaşamalıdır.