Nefsini Allah'a Satan Genç

Oruc

Daimi Üye
Katılım
17 Temmuz 2008
Mesajlar
2.598
Tepki
2.380
Puan
113
Yaş
49
Konum
izmir
Nefsini Allah'a Satan Genç

Babam, Abdulvahid b. Zeyd'in şöyle dediğini anlattı:

- Bir gün ben alışılmış toplantılarımızdan birinde idim. Gazaya çıkmak için hazırlığımızı yapıyorduk. Arkadaşlarıma pazartesi sabahına hazırlanmaları emrini verdim. Bu sırada biri, şu âyet-i kerimeyi okudu:

- "Allahu Teâlâ, kendilerine verilecek cennet karşılığı, mü'minlerden mallarını ve nefislerini satın almıştır..." (Tebve süresi, âyet:111)

Sonunda onbeş yaşında bir genç ayağa kalktı. Babası ölmüştü. Babasından kendisine çok mal kalmıştı. Bana şöyle dedi:

- Ey Abdulvahid! Allahu Teâlâ , kendilerine cennet verilmek üzere, mü'minlerden mallarını ve nefislerini satın almışmıdır?

- Evet, dedim. Şöyle devam etti:

- Ay Abdulvahid! Bana cennet verileceği vaadine inanarak nefsimi Yüce Allah'a satıyorum.

Şöyle anlattım:

-Kılıç darbesi, du sözden çok ağır ve zordur. Halbuki sen bir çocuksun. Korkarım ki, sabredemezsin. Bu satıştan aciz kalırsın.

Şöyle dedi:

-Ben Allah ile alış veriş edeceğim; sonra da âciz kalacağım öyle mi?.

Sonrada nefsimiz bize kusur yolu gösterdi, dedik ki:

- Bu çocuktur; yapar, ama biz yapamayız.

Bundan sonra, malını Allah yolunda sadaka olarak dağıttı. Yalnız geçimine yetecek miktar ile atı ve silahı kaldı. Gazaya çıkış günü, bize ilk gelen o oldu.

- Sana selâm ey Abdulvahid, deyince:

- Sana da selâm, Allah'ın rahmeti ve bereketi üzerine olsun. Satış kazancın bol olsun, dedim.

Bundan sonra, yola koyulduk. O da bizimle beraber idi. Gündüzleri oruç tutyordu. Geceleri namaz kılıyordu. Hizmetimizide görüyordu. Hayvanlarımızı yayıyor, Uyuduğumuz zamanda bizi bekliyordu. Böylece biz, Rum beldelerine vardık. Biz bu hâl içindeyken, bize çıkageldi. Şöyle diyordu:

- Ah AYNA-İ MARDİYE'ye bir kavuşsam.

Arkadaşlarım, onun bu hâline dedilerki:

- Galiba çocuğa vesvese geldi; yahut aklı bozuldu.

O yine bize öyle diyerek yaklaştı:

- Ey Abdulvahid! Artık sabrım kalmadı. AYNA-İ MARDİYE'ye bir kavuşsam.

Dedim ki:

- Ey habibim, bu AYNA-İ MARDİYE dediğin nedir?

Şöyle anlattı:

- Ben uykuya daldım. Bana biri geldi şöyle dedi:

-Seni AYNA-İ MARDİYE'ye götüreceğim. Beni bir bahçeye götürdü. Orada suyu gâyet tatlı bir ırmak akıyordu. Birde baktık ki, o ırmağın kenarında bir çok cariyeler var. Üzerlerinde tarifini yapamayacağım süsler ve elbiseler vardı. Beni görünce sevindiler ve şöyle dediler:

- İşte AYNA-İ MARDİYE'nin zevci.

Yanlarına vardım. Selam verdim.

- AYNA-İ MARDİYE aranızda mı? Dedim.

Şöyle anlattılar:

- Hayır, biz onunhizmetçileriyiz, cariyeleriyiz. öne doğru ilerle...

İlerledim; bir nehişr gördüm. Bu bir bahçede idi. İçi süt doluydu: Hemde tadı bozulmayan bir süt...

Oarada da birtakım cariyeler vardı. Onları görünce güzelliklerine hayran kaldım. Onlar beni görünce sevindiler.

-İşte bu; Vallahi AYNA-İ MARDİYE'nin zevci, dediler.

Onlara yaklaştım:

-Size selam. AYNA-İ MARDİYE içinizdemi? Dedim, şöyle anlattılar:

-Sana da selâm, ey Allah'ın velisi! içimizde değil; biz onun hizmetçileriyiz;cariyeleriyiz. ileri geç.

İleri geçtim. Şerbetten bir vadi gördüm. Bu şerbet, vadinin kenar kısmında akıyor, Yanında bir takım cariyeler varki, öncekilerini güzellikte bana unutturdular. Yanlarına vardım:

- Size selâm. AYNA-İ MARDİYE içinizde mi? Diye sordum, şöyle dediler.

- Hayır biz onun hizmetçileriyiz;cariyeleriyiz. İleri geç.

İleriye geçince, süzülmüş baldan bir nehir gördüm. Kenarında birtakım cariyelar oturuyor, Hem nurlu, hem de çok güzellerdi. O kadar ki, öncekileri bana unutturdular. Bunlara da:

- Size selâm. AYNA-İ MARDİYE aranızda mı? Dedim, şöyle söylediler.

- Hayır, ey Rahman'ın velisié Bizler onun hizmetçileriyiz; cariyeleriyiz. ileri git.

İleri gittim. Bir çadır gözüme ilişti. Bu çadırın kapısı inci işlemeliydi. Önünde bir cariye duruyordu. Süsler takınmış, güzel elbiseler giymişti. Beni görünce sevindi ve içeriye seslendi:

-Ey AYNA-İ MARDİYE, işte zevcin geldi.

Bunun üzerine çadıra yaklaştım, içeri girdim. Baktım ki o, tahtında oturuyor. Tahtı, incilerle yakutlarla süslenmişti. Onu görür görmez çarpıldım; beni şöyle diyerek karşıladı:

-Merhaba, ey Rahman'ın velisi! Bize gelme zamanın yaklaştı.

Gidip boynuna sarılmak istedim; bana şöyle dedi:

- Hele dur; boynuma sarılma zamanın gelmedi. Henüz sende hayat ruhu var. İnşallah bu akşam iftarı yanımızda yaparsın.

İşte , bundan sonra uyandım. Ey Abdulvahid, artık ayrılığına dayanamayacağım.

Abdulvahid diyor ki:

- Sözümüz yani bitmişti; karşıdan bir düşman güruhu çıktı. Onlara karşı çıktık. O genç de çarpıştı. Onlardan dokuzunu bu genç öldürdü. Onuncusu kendisi idi. Yanına vardım, kanlar içindeydi. Gülünce , ağzına kan doldu; dünyadan ayrıldı.
 

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst