O geldi…
Ansızın geldi. Uzundu boyu ve teni beyaz. Gözlerinde bal damlalarıyla çıkageldi. Kumdan bir kale sandığı, emeğimle kurduğum, gözyaşlarımla suladığım yepyeni ve paylaşılmaz dünyamı alt üst etmek için geldi. İstemediğim halde, gelmesin diye dualar ettiğim halde o geldi.
O geldi…
Güneşin bulutlara sarındığı bir akşamüzeri çıkageldi. Beni çepeçevre sardı o doyumsuz ruh çekimi. Ve anlayamadım hangi girdabın içine çekildiğimi. Karman çormanlıklarımı dağıttım dört bir yere. O geldi gömdüğüm anılarımı bir bir çıkarmak için toprağın derinliklerinden. Geldi ve dağladı hayatımı. Geldi ve akıttı bir süredir buzuldamış göz yaşlarımı.
O geldi…
O kadar karşı konulmazdı ki gelişi. Hamurunu bir zamanlar ellerimle yoğurduğum sevgimizin katili o değilmiş gibi fütursuz, onursuz çıkageldi. Bal damlasıydı gözleri. Ve ellerinde papatyaların kokusu. Gülüşlerinde alaycı bir mertlik. Ve o geldi. Şerefsiz bir namludan çıkacak son kurşunu sıkmak için kalbimin orta yerine. Geldi ve gökten bir bir inmeye başladı yağmur damlaları…
O geldi…
Ben ne kadar istemiyorsam o kadar çok geldi. Pencerelerimi açtı, perdelerimi araladı. Kilitlediğim kapılarımı açtı elinde tuttuğu paslanmaz bir tükenmez kalemle. Ve sancıttı içimde çoktandır küllenmiş bir yanardağ ağzını. Bir anlık sarmaşık çiçeği olmaya özendim. Sarılmak istedim sımsıkı, sarılmak istedim ne kadar üzdüyse beni. Sarılmak istedim bu gelişinden ne kadar mut(lu)suz olduğumu bilsin diye, anlasın diye…
O geldi…
Ve bir anda soldurdu bütün renklerimi. Tepe taklak etti yine düşlerimi, gülüşlerimi. Gelmesini istemediğimi söylediğimde yüzünde solmuş bir gül goncası takılı kaldı. Kıyamadım. Gözlerimi kapadım, bal damlası gözlere bakamadım. Bir zamanlar o gözlere ne şiirler yazardım. Ben ve geçmişim, ben ve kapalı kapılar ardı, ben ve oynadığımız saklambaç. Ah güneş yüzlü adam, ben sobelendim sense hep saklandın oynadığımız sevgi kılığına girmiş bu saklambaç oyunu boyunca.
O geldi…
Gitsin diye gözlerimi kapatıp dualar ettim, sadece bir rüya olsun diye adaklar adadım ama o bütün somutluğuyla çıkageldi. Gözlerinde bal damlaları, elinde papatyaların kokusu, karşımda duruverdi. Yıkmak için yepyeni, emeğimle kurduğum , gözyaşlarımla suladığım hayatımı. Geldi… Bir kez daha sobelendim o yağmurlu akşamüzeri. Yosun kokusuydu kırgın bakışları, ve ben çaresizliğin o an en anlamlı tanımıydım. Bir şeyler kaçtı, bir şeyler kovaladı. Tarifsiz bir sokağın 8283 numaralı binasında kalakaldım. Şifrelerim bana saklandı, ben şifrelerimi sakladım. Bir tane sekiz bir tane iki bir tane daha sekiz ve bir tane üç… Asılı kaldım rakamlar arasında. O geldi… Yıkıverdi onsuz geçirdiğim dört koca yılı… Gitsin diye dilekler diledim, gitmedi… O geldi. Yapılacak bir şey yoktu, çaresizliğimi alıp ben düştüm bu kez yollara. O ne kadar geldiyse, ben o kadar gittim ondan… O geldikçe ben uzaklaştım korkularımla…
O geldi, ama artık ben yoktum!...