Öyle insanlar vardır ki; cennetlik amel işlerler, cehenneme gideceklerdir.

E

esmanur

Misafir
Günümüzde yaşanan dîn tatbikatı, ağırlıklı olarak Peygamber (S.A.V)’in hadîslerine dayanmaktadır. Birçok dîn adamı: “Biz Kurân-ı Kerîm’i açıklayamayız. Biz ancak Resûlullah (S.A.V) Efendimiz’in öğrettiği hadîslerle dînimizi öğrenebiliriz. Size de hadîslerle dîn öğretiyoruz.” demektedirler.

Hadîslerle dînin anlaşılması elbette güzel bir şeydir. Ama asıl tatbik edilmesi gereken hadîsi gözden kaçırıyorlar. Çünkü Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz bir hadîsinde: “Bir zamanlar gelecek, Benim hadîslerim tartışması konusu olacak. Tartışma konusu olduğu günlerde Kur’ân-ı Kerim’e bakınız. Kur’ân’a aykırı bir hadîsim olamaz.” buyurmaktadır.

Peygamber Efendimiz (S.A.V), bu sözüyle hadîslerin arasına Peygamber Efendimiz’e ait olmayan birçok mevzu hadîslerin de karışabileceğine işaret etmişir. Hangi konuda hadîs veriliyorsa, evvelâ o hadîsin Kurân-ı Kerîm’le karşılaştırılması lâzımdır.


AÇIKLAMADA GEÇEN ÂYET-İ KERİMELER

21/ENBİYÂ-7
3/ÂLİ İMRÂN-119
18/KEHF-103, 104, 105
39/ZUMER-65
15/HİCR-29
91/ŞEMS-7
32/SECDE-9
10/YÛNUS-100
39/ZUMER-53, 54
8/ENFAL-29
23/MU'MİNUN-102, 103
39/ZUMER-65
6/EN'AM-48
39/ZUMER-71
17/İSRA-15
67/MULK-8, 9, 10
AÇIKLAMADA GEÇEN HADÎS-İ ŞERİFLER

“Artık ümmetim için açık şirkten korkmuyorum. Ümmetim için en çok korktuğum şey, karıncanın ayak sesinden daha sinsi olan, gizli şirktir.”
“Riya gizli şirktir.
Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Hiç kimse kendi ameliyle cennete gidemez.” buyuruyor. “Sen de mi yâ Resûlullah?” diye sorulunca: “Ben de. Ama Rabbim beni rahmetine garketmiştir.”
“Mescitleri dışardan mâmur, ama içinde hidayetten eser olmayacak.”


ÖYLE İNSANLAR VARDIR Kİ, CEHENNEMLİK AMEL İŞLERLER, CENNETE GİDECEKLER.

ÖYLE İNSANLAR VARDIR Kİ, CENNETLİK AMEL İŞLERLER AMA CEHENNEME GİDECEKLERDİR.

Hadîslerle Kur’ân-ı Kerim’i karşılaştırabilmek için de evvelâ, Kurân-ı Kerîm’i bilmek gerekir. İhtilaflı konularda başvurulması gereken ölçü, Kur’ân’dır. Hiçkimsenin Kurân-ı Kerîm’i bilmeden bu karşılaştırmayı yapması mümkün değildir. Allahû Tealâ, Enbiyâ Suresinin 7. âyet-i kerimesinde: “Eğer bilmiyorsanız zikir ehline (daimî zikrin sahiplerine) sorun.” buyurmaktadır.

21/ENBİYÂ-7: Ve mâ erselnâ kableke illâ ricâlen nûhî ileyhim fes’elû ehlez zikri in kuntum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Ve senden önce, vahyettiğimiz rical (erkekler)den başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline (daimî zikrin sahiplerine) sorun.

Ehli zikir, Allahû Tealâ’nın kendisine Kurân-ı Kerîm’i öğrettiği kişidir. Ehli zikir, Kurân-ı Kerîm’in hangi âyetine bakarsa, o âyetin hangi seviyeye ait olduğunu bilir; bilmiyorsa -ehli zikir olması hasebiyle- Allah’a sorarak öğrenir. Bu açıdan tartışma konusu olan bir hadîsin mutlaka Kurân-ı Kerîm’le karşılaştırılması gerekir. Kurân-ı Kerîm’e uyuyorsa Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in hadîsidir, Kurân-ı Kerîm’e uymuyorsa mevzû bir hadîstir. Bu sebeple hadîsin Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e ait olup olmadığı; Kur’ân-ı Kerime uyup uymadığının tesbiti için ehli zikre sormak gerekir.
14 asır evvel bizim için en güzel örnek olan Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbe, sadece İslâm’ın 5 şartına tâbî olmadılar, Kurân-ı Kerîm’in bütününe tâbî oldular. Âli İmrân Suresinin 119. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:

3/ÂLİ İMRÂN-119: Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve tû’minûne bil kitâbi kullih(kullihi), ve izâ lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykumul enâmile minel gayz(gayzi), kul mûtû bi gayzikum, innallâhe alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
(Ey mü'minler)! Siz öyle kimselersiniz ki; onlar, sizi sevmedikleri halde siz, onları seversiniz ve siz Kitab'ın bütününe îmân edersiniz. Onlar, sizinle karşılaştıkları zaman: “Îmân ettik.” derler. Ama tenhada, kendi başlarına kaldıkları zaman size olan öfkelerinden (dolayı), parmak uçlarını ısırırlar. De ki: “Öfkenizle ölün.” Hiç şüphesiz Allah, sinelerde olanı bilir.

Günümüz İslâm tatbikatında dîni hadîslerle öğretenler İslâm’ı 5 şarta bağlamaktadırlar. Kurtuluşun İslâm’ın 5 şartında olduğunu ifade ediyorlar. “Onun ötesi bizi ilgilendirmez” diyorlar.

İslâm’ın 5 şartı hadîse dayandırılan bir öğretidir. Kur’ân-ı Kerim’e bakıldığında İslâm’ın 5 şartıyla hiç kimsenin kurtuluşa ulaşamayacağı anlaşılmaktadır. Çünkü kurtuluşun şartı, Allah’a ulaşmayı dilemektir. Hidayet (Allah’a ulaşmayı dilemek) ve nefs tezkiyesinin yegâne vasıtası olan zikir, tatbikattaki İslâm’ın 5 şartının içerisinde yoktur. Bu aslî kavramlar olmadığında geri kalan fizik vücuda ait vasıta emirler ile hiç kimsenin kurtuluşa ulaşması mümkün değildir. Şeytan, İslâm âlemini bu tuzağa düşürmüştur.

Eğer her hadîsin Kur’ân-ı Kerim ile karşılaştırması yapılsaydı, hiç kimse bu şeytani tuzağa düşmezdi.

Dîn öğreticilerine, “Allah’ın bize üfürdüğü bir ruh emaneti var. Allahû Tealâ hayattayken bu emaneti kendisine ulaştırmamızı, teslim etmemizi emrediyor. Bu konuda siz ne diyorsunuz?” diye sorulduğunda diyorlar ki: “Ruh bize hayat verir. Ruh vücuttan çıkınca kişi ölür. Ancak ölümle insan ruhu Allah’a ulaşır. Hayattayken insan ruhunun Allah’a ulaşması yoktur.”

“Emanete riayet etmeyenin îmânı yoktur.” Emanet ruhtur, ş Ona tâbî olmadığınız taktirde îmânın sahibi olmanız mümkün değildir. Kur’ân’da Allah’a ulaşmayı dilemek farz olduğu halde, eğer insan ruhunu hayatteyken Allah’a ulaşmayı dilemiyorsa, emanete riayet etmiyordur, onun îmânı yoktur.

Bu dersimizde, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in vaaz ettiği ölçüye uyarak: “Öyle insanlar vardır ki cennetlik amel işlerler, ama cehenneme gideceklerdir; öyle insanlar vardır ki cehennemlik amel işlerler, ama cennete gideceklerdir.” hadîs-i şerifini Kur’ân âyetleri ve Kur’ân’a uyan diğer hadîslerin ışığında açıklayacağız.

İBLİSİN KURDUĞU BÜYÜK TUZAK; İSLÂM’IN YALNIZCA 5 ŞARTINI UYGULAYAN İNSANLARI CENNET ÜMİDİ VE HAYALİYLE ALDATMAK!

14 asır evvel Peygamber Efendimiz (S.A.V) İslâm âleminin şu an içine düştüğü bu tuzağı, konumuz olan hadîsi ile açıklamaktadır.

İslâm’ın 5 şartı (Namaz, oruç, zekat, hac, kelime-i şehadet) cennetlik amellerdir, vasıta emirlerdir.

Günümüzde insanlar, İslam’ın 5 şartının içindeki cennetlik amelleri yapıyorlar ama “Allah’a ulaşmayı” dilemek ve nefsi tezkiye eden “zikir” bunların arasında yer almıyor.
Allahû Tealâ Kehf Suresinin 103, 104 ve 105. âyetlerinde bu durumu açıklamaktadır:

18/KEHF-103: Kul hel nunebbiukum bil ahserîne a’mâlâ(a’mâlen).
De ki: “Ameller açısından en çok hüsrana uğrayanları size haber vereyim mi?”

18/KEHF-104: Ellezîne dalle sa’yuhum fîl hayâtid dunyâ ve hum yahsebûne ennehum yuhsinûne sun’â(sun’an).
Onlar, dünya hayatında amelleri (çalışmaları) sapmış (kaybettikleri dereceler, kazandıkları derecelerden daha fazla) olanlardır. Ve onlar, güzel ameller işlediklerini zannediyorlar.

18/KEHF-105: Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).
İşte onlar, Rab'lerinin âyetlerini ve O'na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah'a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.

Kişi, Allah’a ulaşmayı dilemezse, Kehf-105’e göre kendi iradesiyle işlediği cennetlik amellerin hepsi boşa gitmektedir. Bu durumda geriye sadece kişinin kendi iradesiyle işlediği şerr amellerin neticesinde kazandığı negatif dereceleri kalır ve bu negatif derecelerin başkalarının kendisine yaptığı zulüm sebebiyle kazandığı pozitif derecelerden fazla olması sebebiyle kişi cehennemi hak eder.

Allahû Tealâ, kişinin kurtuluşunu, Allah’a ulaşma dileği ve akabinde gelecek olan salih amellere özellikle de bu amellerden zikire bağlamaktadır. Şeytan (iblis), insanın ezelî ve ebedî düşmanıdır. Şeytan, insanlar ibadet yapsınlar, bu ibadetlerle kurtuluşa ulaşacaklarını zannetsinler ama hiç birisi kurtuluşa ulaşamasın hedefiyle sinsi bir tuzak kurmuştur. Şeytan, kurtuluşa ulaştıran unsurları devreden çıkarıp geri kalan vasıta emirler ile insanları oyalıyarak hedefine ulaşmaktadır.

Bir insanı, îmân sahibi kılan unsur, ruhun talebine uyarak, Allah’a ulaşmayı dilemektir. Nefs tezkiyesini gerçekleştirmek de ıslâh edici amelle yani zikirle mümkündür. İblis, insanı kurtuluşa ulaştıran bu iki unsuru tatbikattan çıkarmayı başarmıştır. Geri kalan İslâm’ın 5 şartıyla insanları da kendisiyle birlikte cehenneme mahkum etmektedir.

Allahû Tealâ Zumer Suresinin 65. âyet-i kerimesinde: “Ey Resûlüm, sana da ve senden öncekilere de vahyettik. Eğer şirk koşarsan, amelin boşa gider ve hüsrana düşenlerden olursun.” buyurmaktadır.

39/ZUMER-65: Ve lekad ûhıye ileyke ve ilellezîne min kablik(kablike), le in eşrekte le yahbetanne ameluke ve le tekûnenne minel hâsirîn(hâsirîne).
Ve andolsun ki, sana ve senden öncekilere: "Gerçekten eğer sen şirk koşarsan (Allah'a ulaşmayı dilemezsen), amellerin mutlaka heba olur. Ve mutlaka hüsrana düşenlerden olursun." diye vahyolundu.

Peygamber Efendimiz (S.A.V) bir hadîsinde: “Artık ümmetim için açık şirkten korkmuyorum. Ümmetim için en çok korktuğum şey, karıncanın ayak sesinden daha sinsi olan, gizli şirktir.” buyurmaktadır. İslâm âlemi için artık açık şirk söz konusu değildir. Ama Kehf-105’te ifade edilen ve Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in de buyurduğu gibi asıl tehlike gizli şirktedir. Peygamber Efendimiz (S.A.V), bi başka hadîsinde buyuruyor ki: “Riya gizli şirktir.”

Nefsin 19 tane afetinden bir tanesi riyadır. Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Riya, gizli şirktir.” buyuruyorsa, o zaman nefsin hangi afetine (hevasına) tâbî olursanız olun, bu da gizli şirktir. Peki, kurtuluşu ne iledir?

Kur’ân-ı Kerim’e bakıldığında, insanı gizli şirkten kurtaracak olan şey sadece kalben Allah’a ulaşmayı dilemektir! Çünkü Allahû Tealâ insanı 3 tane vücutla yaratmıştır:

15/HİCR-29: Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fekaû lehu sâcidîn(sâcidîne).
Artık onu dizayn edip, içine ruhumdan üflediğim zaman, hemen ona secde ederek yere kapanın!
91/ŞEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde) sevva edene (dizayn edene) (andolsun).
32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsârevel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.

Allah’a ulaşma dileği ruhun talebidir. Bu 3 vücuttan; ruh dünya hayatında Allah’a ulaşabilir. Berzah âlemine ait olan nefs Allah’a ulaşamaz. Zâhiri âleme ait olan fizik beden de Allah’a ulaşamaz. Allah’a ulaşabilen sadece ve sadece Allah’ın üfürdüğü ruhtur.

Eğer kişi Allah’a ulaşmayı dilemiyorsa, ruhun talebine uymuyorsa otomatik olarak kişi nefsin talebi olan dünya hayatını seçmiştir. Hevâsına tâbî olmuştur. Gizli şirktedir. Gizli şirkten kurtulabilmesi için ruhun talebine uyarak, kalben Allah’a ulaşmayı dilemesi gerekir.

Allahû Tealâ herkesi hanif fıtratıyla yaratmıştır. Allah’ın, herkes için vaazettiği dîn, hanif dînidir. Hanif dîninin muhtevasında 7 safha ve 4 teslim vardır. Yani Rabbimiz 4 teslimle Allah’a teslim olmamızı emretmektedir.

1. Teslim: Ruhun teslimi
2. Teslim: Fizik vücudun teslimi
3. Teslim: Nefsin teslimi
4. Teslim: İradenin teslimidir.

Her olayda akıl, beyin vasıtasıyla fizik bedene kumanda eder. Aklın kararı önemlidir. Ruhun talebine uymak farzdır. Ama nefs de yapısındaki âfetlerden kaynaklanan taleplerle akla ulaşır. Nefsin âfetleri, nefsimizin manevi kalbindedir. Nefsin afetlerine karşı koyan pozitif gücün adı iradedir. Kalben Allah’a ulaşmayı dilemek, bizzat o âfetlere karşı koyan gücün; iradenin Allah’a ulaşmayı dilemesi demektir. İradenin beyanı, kalben o talebin sahibi olmaktır. Ruh zaten Allahû Tealâ’nın emanetidir, o talebin sahibidir. Akıl da kararı verirse, ruh, irade ve akıl üçlüsü beraber olunca şeytan ve nefse karşı galibiyet sağlanmış olur.

Allahû Tealâ’nın da Rahmân esmasıyla tecelli etmesi, ona 7 tane furkan vermesi ve akabinde de ihsanlarla bunu 12’ye çıkarması ve huşû sahibi kılması, ona mürşidini göstermesi, sonrasında kişinin mürşidine tâbî olması halinde ıslâh edici amelle zikre başlaması söz konusudur.

İnsanın kurtuluşu ruhun talebine bağlıdır. Ancak ruhun talebine uyan kişi kurtuluşa ulaşabilir. Başlangıç noktasında olan, Nefs-i Emmare standartları içerisindeki bir insan için fizik bedeninin kumandanı akıl, her olayda, ya nefsin veya ruhun talebine uyar. Nefs-i Emmare’de olan bir insanda akıl hangi ortamda şuurlanmışsa, o istikamette karar verir. Kişinin aklı negatif ortamda şuurlanmışsa nefsin talebine uyar ve şerr işler. Ama pozitif ortamda şuurlanan bir akıl, ruhun talebine uyar.

Göz bir uzuvdur. Göz uzvu için ışık neyse, akıl için de vahiy kesinlikle odur. Aklın akledebilmesi için, kendisine düşeni yapabilmesi için mutlaka âyetlerin kendisine tilâvet edilmesi lâzımdır. Ve oradan aldığı bilgiyle, şuurlanan aklın pozitif kararı vermesi gerekir ki, o kişi akledenlerden olsun ve Allahû Tealâ’nın fizik bedene yaptığı azaptan kurtulsun.

10/YUNUS-100: Ve mâ kâne li nefsin en tu’mine illâ bi iznillâh(iznillâhi), ve yec’alur ricse alellezîne lâ ya’kılûn(ya’kılûne).
Ve Allah'ın izni olmaksızın, bir kimsenin (bir nefsin) mü'min olması (mümkün) olamaz. Ve (Allah), akıl etmeyen kimselerin üzerine ceza (azap, pislik) verir.

Âyet-i kerime gayet açık: “Aklını kullanmayanlara azap ederiz.” Aklını kullanmayan kişi, Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişidir. Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir insanın aklı her olayda nefsin talebine uyar ve o kişi kendisine zulmeden birisidir. Aklın kendisine düşeni yapabilmesi için kişinin resûlün sohbetini dinlemesi, işitmesi ve de ondan almış olduğu talebi, kararı hayatına tatbik etmesi; Allah’a ulaşmayı dilemesi gerekir. İrade pozitif güçtür, ruh da Allah’ın ruhudur, her ikisi de aynı talebin sahibidir. Aklın da onlarla birlikte hareket etmesi önemlidir.

Her olayda aklın iki müşavirinden bir tanesi ruh diğeri nefstir. Allah’ın bizden istediği, devamlı ruhun talebine uymak, nefsin taleplerini dinlememektir. Fizik vücudu Allah’a teslim ettiğimiz an nefsin 19 afeti yine vardır. Ama akıl, şuurlanarak Kur’ân-ı Kerim’in 4 ruhunu elde ettiği için, kendisine ulaşan, nefsin afetlerinden kaynaklanan talepleri asla tatbik etmeyecektir. Akıl, pozitif şuurlanmanın neticesinde devamlı olarak ruhun talebine uyar, Allahû Tealâ’nın bütün emirlerini vücut ülkesinde tatbik eder, nefsin negatif taleplerini devre dışı bırakır. Bu sebeple fizik vücudun teslimi “Allahû Tealâ’nın bütün emirlerine %100 itaat; yasak ettiği fiilleri işlememek” anlamına gelir.
Kur’ân-ı Kerim’de Allahû Tealâ’nın insanlar için vaazettiği yegâne şey, âhiret ve dünya saadetidir. Âhiret saadeti cenneti, dünya saadeti de bu dünyada huzur ve mutluluğu yaşamayı ifade eder.

Allahû Tealâ Mu’minûn Suresinin 102. âyet-i kerîmesinde şöyle buyuruyor:

23/MU'MİNÛN-102: Fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).
O zaman kimin mizanı (sevap tartıları) ağır gelirse işte onlar, felâha erenlerdir.

Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in buyurduğu: “Öyle insanlar vardır, cennetlik amel işlerler ama cehenneme gideceklerdir.” hadîs-i şerifi bütünüyle Kur’ân-ı Kerim’e uymaktadır. Cennetlik amel işleyenler, kazandıkları pozitif derecelerin boşa gitmesi halinde cehennemlik olurlar.

Gizli şirkte olanların (Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin) amelleri boşa gitmektedir. Yıllarca İslâm’ın 5 şartını yerine getiren insanların, Allah’ın emirlerine olan itaatlerinden dolayı kazandıkları pozitif dereceler vardır. Allahû Tealâ o dereceleri hanelerine yazar. Eğer kişi ölümüne kadar Allah’a ulaşmayı dilemezse, ameli boşa gider. Amelleri boşa gittiği zaman geride kalan sadece negatif dereceleridir. Ve kişi negatif dereceleri sebebiyle cehenneme gider.

Öyle insanlar vardır ki cehennemlik amel işlerler; hiçbir zaman namaz kılmamış, oruç tutmamış, zekat vermemiş, hacca gitmemiştir. Aksine çok günah işlemiştir. Ama Zumer-54’e göre Allah’a ulaşmayı dilemiş ve Allahû Tealâ Enfâl Suresinin 29. âyet-i kerimesine göre onun günahlarını örtmüştür:


39/ZUMER-53: Kul yâ ıbâdiyellezîne esrefû alâ enfusihim lâ taknetû min rahmetillâh(rahmetillâhi), innallâhe yagfiruz zunûbe cemîâ(cemîan), innehu huvel gafûrur rahîm(rahîmu).
De ki: "Ey nefsleri üzerine israf yüklemiş (haddi aşmış) kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Muhakkak ki Allah, günahların üzerine hepsini mağfiret eder (sevaba çevirir). O, muhakkak ki O; Gafûr'dur (mağfiret eden), Rahîm'dir (rahmet nuru gönderen)."

39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah'a) yönelin (ruhunuzu Allah'a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O'na (Allah'a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah'a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.

8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar, Allah'a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.

Bir tek dileğin karşılığında günahları örtülen bu kişi bu dileğin kendisine kazandırdığı pozitif derecat sebebiyle mutlaka cennete gidecektir.

İnsan sosyal bir varlık olarak diğer insanlarla birlikte yaşar. Mutlaka çevresindeki kişilerin ona zulmü söz konusudur. Dolayısıyla hiç cennetlik amel işlemeyen bir insanın amel defterinde mutlaka başkalarının kendisine yaptığı zulüm sebebiyle hayırları vardır.

Allah’a ulaşmayı dileme ahiret ve dünya saadetinin anahtarıdır. Eğer kişi dilerse; Allah, onun günahlarını örter, onu mutlaka cennetine alır. Eğer kişi dilemezse; Allahû Tealâ onun bütün sevaplarını boşa çıkartır, kişiyi cehenneme gönderir.

Bunu Kur’ân-ı Kerim’le karşılaştırdığımız zaman aynı sonuca ulaşıyoruz.

Mu’minûn Suresinin 102. ve 103. âyet-i kerimelerini buna göre değerlendirmeye tâbî tuttuğumuz zaman neyle karşılaşıyoruz? Allahû Tealâ, Enfâl Suresinin 29. âyet-i kerimesine göre, Allah’a ulaşmayı dileyen kişinin bütün günahlarını örter. Bütün günahlarını örttüğü için geriye kalan sevapları sebebiyle, sevapları günahlarından fazla olan biri olur ve Mu’minûn-102’ye göre gideceği yer cennet olur.

23/MU'MİNÛN-102: Fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).
O zaman kimin mizanı (sevap tartıları) ağır gelirse işte onlar, felâha erenlerdir.

Allahû Tealâ Mu’minûn Suresinin103. âyet-i kerimesinde ise şöyle buyuruyor:

23/MU'MİNÛN-103: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(hâlidûne).
Ve kimin mizanı (sevap tartıları), hafif gelirse işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.

Allahû Tealâ Zumer Suresinin 65. âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor:

39/ZUMER-65: Ve lekad ûhıye ileyke ve ilellezîne min kablik(kablike), le in eşrekte le yahbetanne ameluke ve le tekûnenne minel hâsirîn(hâsirîne).
Ve andolsun ki, sana ve senden öncekilere: "Gerçekten eğer sen şirk koşarsan (Allah'a ulaşmayı dilemezsen), amellerin mutlaka heba olur. Ve mutlaka hüsrana düşenlerden olursun." diye vahyolundu.

Öyleyse insanı cehenneme götüren sebep, o kişinin Allah’a ulaşmayı dilememesidir. Cennete götüren sebep de, o kişinin Allah ulaşmayı dilemesidir. Allahû Tealâ’nın her kavimde o kavmin ana lisanıyla vazifeli kıldığı resûllerin gönderiliş sebebine baktığınız zaman, En’âm Suresinin 48. âyet-i kerimesi evrensel bir mesaj vermektedir:

6/EN'ÂM-48: Ve mâ nursilul murselîne illâ mubeşşirîne ve munzirîn(munzirîne), fe men âmene ve asleha fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Biz resûlleri “uyarıcılar ve müjdeleyiciler” olmaktan başka (bir şey için) göndermeyiz. Artık kim âmenû olur (Allah'a ulaşmayı dilerse) ve ıslâh olursa (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparsa) artık onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar.

Resûl kavmine: “Allah’a ulaşmayı dilersen bu senin için cennet müjdesidir. Dilemediğin taktirde gideceğin yer cehennemdir.” diyerek tebliğ etmektedir.

Resûllerin bu dünya hayatındaki asıl görevi tebliğdir. Eğer kişi Allah’a ulaşmayı dilerse, Allahû Tealâ mutlaka onu üçüncü kat cennet ve dünya saadetinin yarısına ulaştıracaktır; ondan sonrası kişinin kendi gayretine, zikir artışına ve dik yokuşu aşmasına bağlıdır.

Zumer Suresinin 71. ve Mulk Suresinin 8, 9 ve 10. âyet-i kerimeleri, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in hadîsini bir kere daha doğrulamaktadır. Allahû Tealâ Zumer Suresinin 71.âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor:

39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne).
Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın? (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.

Resûl: “Allah’a ulaşmayı dilersen cennete gideceksin. Dilemezsen gideceğin yer cehennemdir.” diyerek âyetleri tilavet etmektedir. Ama insanlar: “Eski köye yeni âdet mi getiriyorsun? Ruh vücuttan çıkınca kişi ölür. Ancak ölümle insan ruhu Allah’a ulaşır.” diyerek, resûle karşı çıkmışlar ve azap sözü kâfirlere hak olmuştur.

Cehennemlikler cehennemin kapılarından girdikleri vakit cehennem bekçilerinin herkese sorduğu sual: “Siz dünya hayatını yaşarken, âyetleri tilâvet ederek, ‘Allah’a ulaşmayı dilediğiniz taktirde gideceğiniz yer cennet; dilemediğiniz taktirde gideceğiniz yer cehennemdir’ diye uyarmadılar mı?” Onlar da itiraf ediyorlar: “Evet uyardılar. Ama biz onları yalanladık.”

Allahû Tealâ İsrâ Suresinin 15. âyet-i kerimesinde “Biz, bir resûl göndermedikçe azap edici olmadık.” buyurmaktadır.

17/İSRÂ-15: Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsih(nefsihî), ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziretun vizre uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ(resûlen).
Kim hidayete erdiyse, sadece kendi nefsi için (nefsini tezkiye ettiği için) hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan (günahı yüklenen) bir kimse, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez. Ve Biz, bir resûl göndermedikçe azap edici olmadık.

Allahû Tealâ insanoğluna, amellerinin karşılığında mükâfat veya ceza verir. Kişi cezalandırılan biri olmak istemiyorsa tebliğe muhatap olduğunda hemen Allaha ulaşmayı dilemesi lâzımdır. Allahû Tealâ, tebliğ yapmak üzere resûller göndermektedir. Resûl kânunu tebliğ ettiğinde, kânuna aykırı hareket eden kişi, cehennemi hak eder. Kânuna uyan kişi ise mükâfatı hak eder.

Allahû Tealâ, Mulk Suresinin 8, 9 ve 10. âyetlerinde şöyle buyuruyor:

67/MULK-8: Tekâdu temeyyezu minel gayz(gayzi), kullemâ ulkıye fîhâ fevcun seelehum hazenetuhâ e lem ye’tikum nezîr(nezîrun).
(Cehennem) nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur. Oraya herbir grup atılışında onun (cehennemin) bekçileri onlara: “Size nezir (uyarıcı) gelmedi mi?” diye sordu.

67/MULK-9: Kâlû belâ kad câenâ nezîrun fe kezzebnâ ve kulnâ mâ nezzelallâhu min şey'in entum illâ fî dalâlin kebîr(kebîrin).
Onlar (cehenneme atılanlar) dediler ki: “Evet, bize nezir gelmişti. Fakat biz onu yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmemiştir, siz ancak büyük bir dalâlet içindesiniz, dedik.”

67/MULK-10: Ve kâlû lev kunnâ nesmeu ev na'kılu mâ kunnâ fî ashâbis saîr(saîri).
Ve: “Eğer biz işitmiş veya akıl etmiş olsaydık, alevli ateş halkı arasında olmazdık.” dediler.

Günümüzde de dîn adamlarının durumu budur. Allah’ın hidayetçisi, hidayet çağının imamı Allah’tan aldığı öğretiyi insanlara açıklamaktadır. Dinleyen kişiler bu öğretiyi Kur’ân-ı Kerim’le karşılaştırıp sağlamasını yapacaklarına gidip dîn adamlarına soruyorlar. Dîn adamları da dîni Kur’ân-ı Kerim’den öğrenmedikleri için: “İslâm’ın 5 şartını tatbik edin, kurtuluşa ulaşırsınız” diyorlar. Hem kendilerini, hem de o insanları cehenneme mahkûm ediyorlar. Yazık değil mi!

Devrin İmamı, herkes için Allah’ın bir ni’metidir. Bu ni’metten faydalanabilmesi için kişinin Allahû Tealâ’nın Kur’ân-ı Kerim’deki hükmüne tâbî olması, itaat etmesi gerekir. Eğer o kişi Allah’ın resûlünün sözlerine itaat etmezse hiçbir zaman hedefine ulaşamayacaktır.

Peygamber Efendimiz (S.A.V) de buyuruyor ki: “Hiç kimse kendi ameliyle cennete gidemez. Sende mi Yâ Resûlullah? Ben de. Ama Rabbim beni rahmetine gark etmiştir.” İnsanlar bunu bilmelerin rağmen, “Allah’ın rahmetine nasıl mazhar olacağım” diye ne kendileri öğreniyorlar, ne başka insanlara öğretiyorlar. Sadece amellere sığınmış vaziyetteler. Ama Peygamber Efendimiz (S.A.V), amellerle ilgili beyanında: “Hiç kimse kendi ameliyle cennete gidemez.” buyurmaktadır. “Sen de mi yâ Resûlullah? Ben de ama Rabbim beni rahmetine gark etmiştir.”

Kurtuluşa ulaşmak isteyen herkesin, amelden önce Allah’ın rahmetini elde etmesi gerekir. İslâm’ın 5 şartı sadece amellerden ve vasıta emirlerden ibarettir. Amelden önce rahmeti ulaştıracak olan; Allah’a ulaşma dileği ve zikirdir.

İblis kurnaz bir mahluktur. Bu sinsi düşman, kurtuluşa müteallik olan iki esası devreden çıkarmış, geri kalanını insanlara teslim etmiştir. İstiyor ki: “İslâm âlemi ibâdet yapsın, ama esasları unutsun.” Şu anda İslâm âlemi hep ibadet yapmaktadır.

Peygamber Efendimiz (S.A.V) bir hadîste şöyle buyuruyor: “Mescitleri dışardan mâmur, ama içinde hidayetten eser olmayacak.” İblis, insanları kendisiyle birlikte cehenneme götürmek için hidayeti unuturmuş; tatbikattan çıkartmıştır. Hidayet, insan ruhunun Allah’a ulaşmasıdır. Hidayet yoksa, tâbiiyet de, zikir de, teslim de olmaz. Hidayet yoksa hiçbir şey olmaz. Hidayet dînin omurgası, hidayet dînin âsâsı, hidayet dînin giriş kapısıdır. Bu döneme Allahû Tealâ’nın “hidayet çağı” demesinin sebebi; Allahû Tealâ’nın hidayetle vazifeli kıldığı, Mehdi Resûl’ü bu dönemde vazifeli kılmasıdır.
 

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst