Aslı Oktay
Daimi Üye
Oyunumu İstiyorum
“Kaç yaşında kızınız?”
“5 yaşında. Ama inanın çok zeki. Piyano çalıyor, kafasından matematik problemleri çözüyor, tenis oynuyor…”
“Nasıl kafasından matematik problemi çözüyor?”
“Erken yaşta matematik öğreten bir yere yolladık…”
“Peki bu yaşta bir çocuğun bunları yapabilmek ne işine yarayacak?
“Zekâsını arttırır dediler.”
“Arttırdı mı?”
“Sanırım. Okulda arkadaşlarından daha ileri.”
…Sessizlik
“Ama sıkılıyor.”
Bugün ofisime gelen birçok ebeveyn çocuğunun sıkılmasından; oyun oynarken kaybettiğinde öfke nöbeti geçirmesinden; bir şey istediği gibi olmadığında bununla başa çıkamaması gibi konulardan şikâyetçi. Ve ben bugün bu yazıda sizlere bunun sebebinin çocukların yeterince oyun oynamamasından kaynaklandığını söyleyeceğim. Ve siz diyeceksiniz ki; “Yapma Allah aşkına! Yine mi oyun? Oynuyoruz ya!” Yine de bu yazıyı okuyup bitirenlerden bazıları artık bu cevabı vermeyecek. Ve bu bazılarında bir merak oluşacak. Ve ben bu aşamada bir adım daha ileri gidip sizden bunun sorumluluğunu almanızı isteyeceğim. Nasıl mı? Hadi devam edelim.
Başkaları ile oynayan çocuk kendini nasıl kontrol edeceğinden, başkaları ile nasıl iletişime gireceğine; dil becerisine; problem çözme potansiyelini keşfetmeye; güçlerini ve sınırlarını anlamaya; matematik becerisi, dinleme becerisi, empati, sosyal beceriye dek oyunun kompleks formları içinde binlerce şey öğreniyor. Daha az agresiflik, daha fazla öz disiplin, yüksek seviyeli bilişsel beceri de yine oyunla geliyor.
Peki biz ne yapıyoruz?
Oyunu zaman kaybı görüp çocuğa gelişim seviyeleri üzerinde materyal verip stresi arttırıp, sonra da stresle baş edeceği yaratıcı oyunu elinden alıyoruz.
2005 Educational Leadership dergisinde Deborah Leong ve Elena Bodrova şöyle diyor: “Kaotik sınıflar ve öğretmen tarafından yönetilen ortamlar çocuğun stres regülasyon sistemiyle diğer becerileri için uygun değildir.”
Neden? Bir büyük tarafından organize edilen oyun ya da spor aktivitesi çocukta bağımlılık yaratıyor. Öğretmek ile oyun ve yönlendirmek ile oyun aynı şey değil. Küçücük bir zorlukta aileden yardım isteyen çocuklar kendilerini yönetmeye dair hiçbir şey öğrenmiyorlar. Spor koçu söylüyor ne yapacağını ya da öğretmen. Ebeveyn sabahtan akşama çocuğun her anını planlayarak iç motivasyonunun gelişmesinin önünü tıkıyor. Üstelik otoritenin isteklerine uygun cevaplar vermesini “başarı” olarak görme eğilimindeyiz. Oysa tek yaptığımız tarih hocasından iyi not almak için sadece onun istediği cevapları yazan; kısaca kutunun dışında düşünemeyen bir nesil yetiştirmek. Oyunla bunun ilgisi mi?
İşte oyun bütün bunların esas öğrenildiği yer. Oyun özgürce seçilmiş davranışlar seti. Oyunu çocuk yönetir. Motivasyon içten gelir. Oyun bir süreç. Çocuk iç bilgeliğine güvenir. Oyun o anın içinde olmak. Oyun çocuğun potansiyeline ulaşması için gerekli beyin gelişimini kendi doğallığında yapar. Beş yaşındaki çocuğun, kafasından matematik problemi çözmesi onun o yaş seviyesi için gerekli değil. Gerekli olsa idi gelişim seviyesi bu ihtiyaç ile paralel olurdu. Çocuk başka bir çocukla ya da babasıyla güreşirken alan kavramının; bir bloğu araba yerine koyarak bir şeyin başka şeyi ifade ettiği sayı, harf kavramının ön hazırlığını yapar. Ve bu aktivite kendi seçtiği bir aktivitedir. Bunu keyifle yapar. Kendi merakıdır.
Oyunda başka bir çocuğun onu itmesi, dizinin kanaması, düşmenin şoku, ona hayatla ilgili başka bir gerçeği gösterir. Ebeveyn olarak işim onu bir balonda tutmak değil; oyunun doğallığı içinde ağaca çıkmasına, koşmasına, düşmesine, terlemesine izin vermek. Dizi acıyacak, tartışıp üzülecek diye oyununu engelleyerek onu “korumak” değil. Bu tavır, sadece bir sürü insan olma tecrübesinden mahrum bırakmak onları. Evet, çocuklarımızın risk aldıklarını izlemek çocuklarımızdan daha çok bize zor. Bu ebeveyn olma işi zaten cesaret istiyor.
Cesaret ister kendi iç korkularımıza yenilmeyip onları tırmanırken izlemek. Cesaret ister başka ebeveynler, “Seninki 100’e kadar saymayı bilmiyor” dediğinde, bunu kulak ardı edip özgürce oyun oynamasına izin vermek. Cesaret ister ellerine boş sayfa verip üzerine istediği gibi tuttuğu kalemlerle özgürce çizmelerine izin vermek. Ve cesaret ister dilinin ucuna kadar gelen “Bunu böyle koysan daha iyi olur” sözcüklerini yutup o hayal kırıklıklarını aşmalarına zaman tanımak. Onları ekranın önünde hipnotize olmuş halde bırakmayıp beraber bütün mutfağı un içinde bırakarak kek yapmak, evet cesaret ister.
Bugün oyun terapisi için bana gelen birçok çocuk en ufak bir kaybetme anıyla baş edemiyor. Kötü not almayı, yanlış yapmayı sindiremiyor. Oysa çocuk düştüğünde kalkıp yoluna devam etmeyi oynarken öğrenir; o ağaca önce öyle sonra böyle tırmanarak düşmeyi ve sonra da kalkmayı öğrenir. Oyun ile hayal kırıklığını tolere etmeyi tecrübe eder.
Neden iç motivasyonu “Oyna!” diye bas bas bağıran çocuğa bunun tam tersi olan “Otur” sözcüğünü kullanıyoruz? Koşmak isteyen çocuğa “Aman dur düşeceksin” diyoruz. Ebeveyn olmak, onun yaptığı her şeye yanlış deyip terbiye etmek, onun özgür iradesini aslan terbiyecisi gibi elinden almak mı? Neden onun kendisi için doğru olanı kendi gelişim seviyesi içersinde yapacağına bu kadar güvenemiyoruz? Acelemiz ne? Neden gözlemleyemiyor ve neden dinleyemiyoruz? Onlar bize söylüyorlar zaten ihtiyaçlarını: “Anne benimle oyna”, “Arkadaşımla oynamaya gidebilir miyim?”, “Parka gidelim mi?” Ve sonra bir zaman geçiyor ve biz sorguluyoruz kendimizi, neden bu çocuk bu kadar bilgisayar oyunu oynuyor? Niye zamanımız hep alışveriş merkezinde “onu isterim bunu isterimle” geçiyor? Neden ben demeden derse oturmuyor? Neden içine kapanık, neden bu kadar şişman, neden….
Oyun oynamayan çocuk ile agresif, depresif ve ilişki kuramayan çocuk arasında bağlantı var. Sağlıklı bir gelişim için motor aktiviteleri, sol ve sağ beyin arasında denge kurulması önemli. Zıplamak, tırmanmak, sallanmak sadece kaba motor aktivitelerinin gelişimi için değil aynı zamanda beynin sağ sol bölümünün dengelenmesi için de önemli. Uyku ve yemek sorunları ile fiziksel aktivite eksikliği arasında ilişki var. Bebeklerle çocuklar bütün bedenleri ile öğreniyorlar. Çocuk doğada olmalı, fiziksel olarak aktif oyun oynamalı, büyükler ile iletişim içeren oyun ilişkisine girmeli. Ve dünyayı keşfedecekleri fırsatları yakalamalı oyun ile.
Bugün beyin gelişimi ile ilgili birçok şey biliyoruz. Beyindeki nöronların hangi nöronlar ile birleşeceği neleri tecrübe ettiğimizle ilgili. Tekrarlanan tecrübeler bu bağlantıları kuvvetlendiriyor, çocuğun davranışlarını şekillendiriyor, hatta alışkanlıklarını ve değerlerini de. Çocuğun tecrübe etmedikleri ise yani kullanılmayan nöronlar budanıyor. Çocukların zamanlarını ne ile geçirdikleri tüm hayatlarını etkileyen sonuçlar doğuruyor. Peki ya tekrarlanan davranışlar; TV seyretmek, bilgisayar oyunu oynamak, internette dolanmak… Bugün dopamin denen keyif hormonunun bilgisayar oyunları ile de salındığını düşünürsek buna toplu uyuşturucu dememiz yanlış mı olur?
Ekranda geçirilen zaman çocuğun oyununu elinden alıyor. Başkaları ile oynama zamanını, ebeveyn ile olan etkileşim fırsatını çalıyor. Artık yaratıcı oyun oynayamayan ve her sıkıldığında ebeveyn tarafından kurtarılan çocuklar var etrafımızda. Sıkılmak da bir insan tecrübesi. Sıkılmaktan doğuyor birçok yeni oyun. Onların hayal kırıklıklarına, kanayan dizlerine, itişip kakışmalarına, sıkılmalarına izin vermeyip ellerine iPad, Play Station, Nintendo vs verdikçe sadece zekâlarına değil risk almalarına da sekte vuruyoruz. Risk almayı öğrenmeyen çocuk ise yetişkin hallerinde risk almak için yaptığı her hamlede tökezliyor.
Nesil olarak kendi ihtiyaçlarını bilemeyen, sorgulayamayan, kutunun dışında düşünemeyen çocuklar yetiştiriyoruz. Toplum olarak bir şey yapmanın, sorumluluk almanın zamanının çoktan geldiğini düşünüyorum. Oyunun yararlarından gerçekten haberdar mıyız? Yönlendirmeden oyun oynamayı biliyor muyuz? Oynuyor muyuz? Oynamaya izin veriyor muyuz? Bunlar benim hepimizin kendimize sormamızı istediğim sorular…
Ben diyorum ki “oyunumu istiyorum.”
Ya siz?
Nilüfer Devecigil
“Kaç yaşında kızınız?”
“5 yaşında. Ama inanın çok zeki. Piyano çalıyor, kafasından matematik problemleri çözüyor, tenis oynuyor…”
“Nasıl kafasından matematik problemi çözüyor?”
“Erken yaşta matematik öğreten bir yere yolladık…”
“Peki bu yaşta bir çocuğun bunları yapabilmek ne işine yarayacak?
“Zekâsını arttırır dediler.”
“Arttırdı mı?”
“Sanırım. Okulda arkadaşlarından daha ileri.”
…Sessizlik
“Ama sıkılıyor.”
Bugün ofisime gelen birçok ebeveyn çocuğunun sıkılmasından; oyun oynarken kaybettiğinde öfke nöbeti geçirmesinden; bir şey istediği gibi olmadığında bununla başa çıkamaması gibi konulardan şikâyetçi. Ve ben bugün bu yazıda sizlere bunun sebebinin çocukların yeterince oyun oynamamasından kaynaklandığını söyleyeceğim. Ve siz diyeceksiniz ki; “Yapma Allah aşkına! Yine mi oyun? Oynuyoruz ya!” Yine de bu yazıyı okuyup bitirenlerden bazıları artık bu cevabı vermeyecek. Ve bu bazılarında bir merak oluşacak. Ve ben bu aşamada bir adım daha ileri gidip sizden bunun sorumluluğunu almanızı isteyeceğim. Nasıl mı? Hadi devam edelim.
Başkaları ile oynayan çocuk kendini nasıl kontrol edeceğinden, başkaları ile nasıl iletişime gireceğine; dil becerisine; problem çözme potansiyelini keşfetmeye; güçlerini ve sınırlarını anlamaya; matematik becerisi, dinleme becerisi, empati, sosyal beceriye dek oyunun kompleks formları içinde binlerce şey öğreniyor. Daha az agresiflik, daha fazla öz disiplin, yüksek seviyeli bilişsel beceri de yine oyunla geliyor.
Peki biz ne yapıyoruz?
Oyunu zaman kaybı görüp çocuğa gelişim seviyeleri üzerinde materyal verip stresi arttırıp, sonra da stresle baş edeceği yaratıcı oyunu elinden alıyoruz.
2005 Educational Leadership dergisinde Deborah Leong ve Elena Bodrova şöyle diyor: “Kaotik sınıflar ve öğretmen tarafından yönetilen ortamlar çocuğun stres regülasyon sistemiyle diğer becerileri için uygun değildir.”
Neden? Bir büyük tarafından organize edilen oyun ya da spor aktivitesi çocukta bağımlılık yaratıyor. Öğretmek ile oyun ve yönlendirmek ile oyun aynı şey değil. Küçücük bir zorlukta aileden yardım isteyen çocuklar kendilerini yönetmeye dair hiçbir şey öğrenmiyorlar. Spor koçu söylüyor ne yapacağını ya da öğretmen. Ebeveyn sabahtan akşama çocuğun her anını planlayarak iç motivasyonunun gelişmesinin önünü tıkıyor. Üstelik otoritenin isteklerine uygun cevaplar vermesini “başarı” olarak görme eğilimindeyiz. Oysa tek yaptığımız tarih hocasından iyi not almak için sadece onun istediği cevapları yazan; kısaca kutunun dışında düşünemeyen bir nesil yetiştirmek. Oyunla bunun ilgisi mi?
İşte oyun bütün bunların esas öğrenildiği yer. Oyun özgürce seçilmiş davranışlar seti. Oyunu çocuk yönetir. Motivasyon içten gelir. Oyun bir süreç. Çocuk iç bilgeliğine güvenir. Oyun o anın içinde olmak. Oyun çocuğun potansiyeline ulaşması için gerekli beyin gelişimini kendi doğallığında yapar. Beş yaşındaki çocuğun, kafasından matematik problemi çözmesi onun o yaş seviyesi için gerekli değil. Gerekli olsa idi gelişim seviyesi bu ihtiyaç ile paralel olurdu. Çocuk başka bir çocukla ya da babasıyla güreşirken alan kavramının; bir bloğu araba yerine koyarak bir şeyin başka şeyi ifade ettiği sayı, harf kavramının ön hazırlığını yapar. Ve bu aktivite kendi seçtiği bir aktivitedir. Bunu keyifle yapar. Kendi merakıdır.
Oyunda başka bir çocuğun onu itmesi, dizinin kanaması, düşmenin şoku, ona hayatla ilgili başka bir gerçeği gösterir. Ebeveyn olarak işim onu bir balonda tutmak değil; oyunun doğallığı içinde ağaca çıkmasına, koşmasına, düşmesine, terlemesine izin vermek. Dizi acıyacak, tartışıp üzülecek diye oyununu engelleyerek onu “korumak” değil. Bu tavır, sadece bir sürü insan olma tecrübesinden mahrum bırakmak onları. Evet, çocuklarımızın risk aldıklarını izlemek çocuklarımızdan daha çok bize zor. Bu ebeveyn olma işi zaten cesaret istiyor.
Cesaret ister kendi iç korkularımıza yenilmeyip onları tırmanırken izlemek. Cesaret ister başka ebeveynler, “Seninki 100’e kadar saymayı bilmiyor” dediğinde, bunu kulak ardı edip özgürce oyun oynamasına izin vermek. Cesaret ister ellerine boş sayfa verip üzerine istediği gibi tuttuğu kalemlerle özgürce çizmelerine izin vermek. Ve cesaret ister dilinin ucuna kadar gelen “Bunu böyle koysan daha iyi olur” sözcüklerini yutup o hayal kırıklıklarını aşmalarına zaman tanımak. Onları ekranın önünde hipnotize olmuş halde bırakmayıp beraber bütün mutfağı un içinde bırakarak kek yapmak, evet cesaret ister.
Bugün oyun terapisi için bana gelen birçok çocuk en ufak bir kaybetme anıyla baş edemiyor. Kötü not almayı, yanlış yapmayı sindiremiyor. Oysa çocuk düştüğünde kalkıp yoluna devam etmeyi oynarken öğrenir; o ağaca önce öyle sonra böyle tırmanarak düşmeyi ve sonra da kalkmayı öğrenir. Oyun ile hayal kırıklığını tolere etmeyi tecrübe eder.
Neden iç motivasyonu “Oyna!” diye bas bas bağıran çocuğa bunun tam tersi olan “Otur” sözcüğünü kullanıyoruz? Koşmak isteyen çocuğa “Aman dur düşeceksin” diyoruz. Ebeveyn olmak, onun yaptığı her şeye yanlış deyip terbiye etmek, onun özgür iradesini aslan terbiyecisi gibi elinden almak mı? Neden onun kendisi için doğru olanı kendi gelişim seviyesi içersinde yapacağına bu kadar güvenemiyoruz? Acelemiz ne? Neden gözlemleyemiyor ve neden dinleyemiyoruz? Onlar bize söylüyorlar zaten ihtiyaçlarını: “Anne benimle oyna”, “Arkadaşımla oynamaya gidebilir miyim?”, “Parka gidelim mi?” Ve sonra bir zaman geçiyor ve biz sorguluyoruz kendimizi, neden bu çocuk bu kadar bilgisayar oyunu oynuyor? Niye zamanımız hep alışveriş merkezinde “onu isterim bunu isterimle” geçiyor? Neden ben demeden derse oturmuyor? Neden içine kapanık, neden bu kadar şişman, neden….
Oyun oynamayan çocuk ile agresif, depresif ve ilişki kuramayan çocuk arasında bağlantı var. Sağlıklı bir gelişim için motor aktiviteleri, sol ve sağ beyin arasında denge kurulması önemli. Zıplamak, tırmanmak, sallanmak sadece kaba motor aktivitelerinin gelişimi için değil aynı zamanda beynin sağ sol bölümünün dengelenmesi için de önemli. Uyku ve yemek sorunları ile fiziksel aktivite eksikliği arasında ilişki var. Bebeklerle çocuklar bütün bedenleri ile öğreniyorlar. Çocuk doğada olmalı, fiziksel olarak aktif oyun oynamalı, büyükler ile iletişim içeren oyun ilişkisine girmeli. Ve dünyayı keşfedecekleri fırsatları yakalamalı oyun ile.
Bugün beyin gelişimi ile ilgili birçok şey biliyoruz. Beyindeki nöronların hangi nöronlar ile birleşeceği neleri tecrübe ettiğimizle ilgili. Tekrarlanan tecrübeler bu bağlantıları kuvvetlendiriyor, çocuğun davranışlarını şekillendiriyor, hatta alışkanlıklarını ve değerlerini de. Çocuğun tecrübe etmedikleri ise yani kullanılmayan nöronlar budanıyor. Çocukların zamanlarını ne ile geçirdikleri tüm hayatlarını etkileyen sonuçlar doğuruyor. Peki ya tekrarlanan davranışlar; TV seyretmek, bilgisayar oyunu oynamak, internette dolanmak… Bugün dopamin denen keyif hormonunun bilgisayar oyunları ile de salındığını düşünürsek buna toplu uyuşturucu dememiz yanlış mı olur?
Ekranda geçirilen zaman çocuğun oyununu elinden alıyor. Başkaları ile oynama zamanını, ebeveyn ile olan etkileşim fırsatını çalıyor. Artık yaratıcı oyun oynayamayan ve her sıkıldığında ebeveyn tarafından kurtarılan çocuklar var etrafımızda. Sıkılmak da bir insan tecrübesi. Sıkılmaktan doğuyor birçok yeni oyun. Onların hayal kırıklıklarına, kanayan dizlerine, itişip kakışmalarına, sıkılmalarına izin vermeyip ellerine iPad, Play Station, Nintendo vs verdikçe sadece zekâlarına değil risk almalarına da sekte vuruyoruz. Risk almayı öğrenmeyen çocuk ise yetişkin hallerinde risk almak için yaptığı her hamlede tökezliyor.
Nesil olarak kendi ihtiyaçlarını bilemeyen, sorgulayamayan, kutunun dışında düşünemeyen çocuklar yetiştiriyoruz. Toplum olarak bir şey yapmanın, sorumluluk almanın zamanının çoktan geldiğini düşünüyorum. Oyunun yararlarından gerçekten haberdar mıyız? Yönlendirmeden oyun oynamayı biliyor muyuz? Oynuyor muyuz? Oynamaya izin veriyor muyuz? Bunlar benim hepimizin kendimize sormamızı istediğim sorular…
Ben diyorum ki “oyunumu istiyorum.”
Ya siz?
Nilüfer Devecigil