Parmağını Ateşe Tutan Genç
Harikzedeler sokağı…İstanbul’da,Şehzade Camii’nden Laleli Camii’ne doğru inerken karşılaştığım sokaklardan birinin adı bu.Harikzedeler…Yani, yangından kurtulanlar..İstanbul’un ahşap binalarının kim bilir kaçıncı yangınını teşkil ediyordu buradaki son(1700)yangını.Kışın soğuğunun bile ateş gibi yaktığı bir geceydi.Sonraları ismini sokağa verecek olan müthiş yangın da işte böyle bir gecenin yarısından sonra iki katlı ahşap bir evde başlamıştı.Kısa zamanda etrafı saran ateşlerin içinden sokağa fırlayan gen kızcağız da canını zor kurtaranlardan biriydi.Ne yapıp nereye gideceğini şaşırınca,Şehzade Camii’ nin medreselerinden birinin camlarından görünen bir ışık ümit vermişti.Dişlerini şakırdatan bu soğuğa daha fazla dayanamayıp medresenin kapısına kadar geldi,can havliyle kapıyı itip içeri girdi.Diz çökmüş vaziyette rahle üzerinde Kur’an tefsiri mütalaa eden dalgın talebe başını kaldırınca,bir mana veremedi.Şaşırmış vaziyette sordu;
_İns misin ,cin misin ? Gecenin bu saatinde ne işin var burada?
_Ben cin, min değilim.Din kardeşlerinden biriyim.Mahallemizde çıkan yangın bizi de alevleri içine aldı,canımı zor kurtarıp,ışığını gördüğüm medresenize sığındım!
_Olmaz !Ben şu anda tefsir okuyan bir talebeyim.Şaibeli hareketlerden uzak kalmam lazım.Seni burada görürlerse dedikodunun önü alınmaz.Hem de mahremiyet ölçülerine aykırıdır burada tek başına iki ikiye bulunman.Burasını hemen terk et!
_Gecenin bu saatinde nereye çıksam donarım!...
Tefsir talebesi düşünmeye başlar;
_Hayırdır inşaALLAH!Her halde bir imtihana tabi tutuluyorum?...Öyleyse,der !Duvarın dibindeki kilime sarıl ve orada kendini korumaya bak!..
Gözlerini tekrar kitabına dikip,Beyzavi tefsirini mütalaaya devam eden talebe,dakikalar ilerledikçe şeytanı ile mücadeleye başlar.
Bir ara;
_Hayır!hayır!diye haykırarak parmağını lambanın isli alevine tutar,derisi büzülünceye kadar ateşten çekmemekte de ısrar eder..Mücadele sabaha kadar sürer.Birkaç defa ateşe tutulan parmak iyice yanar ve ucunda bir yara bile meydana gelir.
Şafak sökmek üzeredir.Sabah ezanıyla birlikte medreseyi terk edip camiye gider.Dönüşte odasında kimsenin kalmadığını görünce rahat bir nefes alır.
Ortalık aydınlanınca yangın yerine koşan kızcağız ise,babası ile anasının feryatlar içerisinde kendisini aradıklarını görünce,onlara seslenir;
_Babacığım,anneciğim benim için asla üzülmeyin.İşte şurada,medresenin odasında,bir talebenin yanındaydıım.
Ve kızcağız olanları aynen anlatır…Bu defa Osmanlı paşası baba,kızını yanına alarak Şehzade Camii’nde tefsir dersi veren hoca efendinin huzuruna çıkar ve talebelerini toplamasını rica eder.
Hoca üzgün,mollalar hayrette.Bir talebenin kızcağıza iffete aykırı davranışta bulunduğu endişesi içindeler.Toplanan mollaları bir bir gözden geçiren kızcağız,nihayet birini işaret eder;
_İşte babacığım,parmağının ucu sarılı olan genç! Der.Tefsir hocası hayretler içerisinde sorar;
_Abdurrahman!Senden hiç beklemezdim,nasıl oldu da böyle bir şikayete sebebiyet verdin?
Abdurrahman başını önüne eğer ve hocasından utancından tek kelime bile söylemeye muktedir olamazken,kızın babası müdahale eder;
_Muhterem hocam,değerli talebenizi hırpalamayın lütfen!..Biz onu şikayet için değil,takdir ve tebrik için aramaktayız.Siz,parmağının ucunu niçin sardığını bir sorun ona!..Ve mahcup talebe ısrara dayanamaz anlatır;
_Şeytan bana vesvese verdikçe ben de parmağımı lambanın ateşine tutuyor,’Buna tahammül etmeyi göze alıyor musun ?’ diye soruyordum.İşte bu sırada parmağım yandı,sarmak zorunda kaldım!
Bu açıklama karşısında bir Osmanlı paşası olan baba,hemen orada kararını herkese duyurur;
_Muhterem Hocam,der,bu öğrencinin mezun oluncaya kadar bütün masraflarını üstlenmekle kalmıyor,ayrıca kabul ederse kızımı kendisine verip onu damat edinme şerefine de talip bulunuyorum!..
Artık Osmanlı Paşasının ilgisiyle okuyrak büyük bir fıkıh alimi olan yaralı parmağın sahibi genç Abdurrahman,(1700)lerde İstanbul ‘da yazılmış bulunan Osmanlı ‘nın meşhur fıkıh kitabı Mülteka’ ya iki ciltlik çok kıymetli şerh yazar.Ancak kitabın ismini değil de yazarın vasfını öne çıkaranlar,kitaba Damat adını koyarlar.Damat hoca diye de yad etmeyi daha değerli bulurlar.özellikle okuyan gençlerimize örnek olan bu olay karşısında,bugün dilimizden dökülen cümle hep aynı olmuştur..
AHMED ŞAHİN
Harikzedeler sokağı…İstanbul’da,Şehzade Camii’nden Laleli Camii’ne doğru inerken karşılaştığım sokaklardan birinin adı bu.Harikzedeler…Yani, yangından kurtulanlar..İstanbul’un ahşap binalarının kim bilir kaçıncı yangınını teşkil ediyordu buradaki son(1700)yangını.Kışın soğuğunun bile ateş gibi yaktığı bir geceydi.Sonraları ismini sokağa verecek olan müthiş yangın da işte böyle bir gecenin yarısından sonra iki katlı ahşap bir evde başlamıştı.Kısa zamanda etrafı saran ateşlerin içinden sokağa fırlayan gen kızcağız da canını zor kurtaranlardan biriydi.Ne yapıp nereye gideceğini şaşırınca,Şehzade Camii’ nin medreselerinden birinin camlarından görünen bir ışık ümit vermişti.Dişlerini şakırdatan bu soğuğa daha fazla dayanamayıp medresenin kapısına kadar geldi,can havliyle kapıyı itip içeri girdi.Diz çökmüş vaziyette rahle üzerinde Kur’an tefsiri mütalaa eden dalgın talebe başını kaldırınca,bir mana veremedi.Şaşırmış vaziyette sordu;
_İns misin ,cin misin ? Gecenin bu saatinde ne işin var burada?
_Ben cin, min değilim.Din kardeşlerinden biriyim.Mahallemizde çıkan yangın bizi de alevleri içine aldı,canımı zor kurtarıp,ışığını gördüğüm medresenize sığındım!
_Olmaz !Ben şu anda tefsir okuyan bir talebeyim.Şaibeli hareketlerden uzak kalmam lazım.Seni burada görürlerse dedikodunun önü alınmaz.Hem de mahremiyet ölçülerine aykırıdır burada tek başına iki ikiye bulunman.Burasını hemen terk et!
_Gecenin bu saatinde nereye çıksam donarım!...
Tefsir talebesi düşünmeye başlar;
_Hayırdır inşaALLAH!Her halde bir imtihana tabi tutuluyorum?...Öyleyse,der !Duvarın dibindeki kilime sarıl ve orada kendini korumaya bak!..
Gözlerini tekrar kitabına dikip,Beyzavi tefsirini mütalaaya devam eden talebe,dakikalar ilerledikçe şeytanı ile mücadeleye başlar.
Bir ara;
_Hayır!hayır!diye haykırarak parmağını lambanın isli alevine tutar,derisi büzülünceye kadar ateşten çekmemekte de ısrar eder..Mücadele sabaha kadar sürer.Birkaç defa ateşe tutulan parmak iyice yanar ve ucunda bir yara bile meydana gelir.
Şafak sökmek üzeredir.Sabah ezanıyla birlikte medreseyi terk edip camiye gider.Dönüşte odasında kimsenin kalmadığını görünce rahat bir nefes alır.
Ortalık aydınlanınca yangın yerine koşan kızcağız ise,babası ile anasının feryatlar içerisinde kendisini aradıklarını görünce,onlara seslenir;
_Babacığım,anneciğim benim için asla üzülmeyin.İşte şurada,medresenin odasında,bir talebenin yanındaydıım.
Ve kızcağız olanları aynen anlatır…Bu defa Osmanlı paşası baba,kızını yanına alarak Şehzade Camii’nde tefsir dersi veren hoca efendinin huzuruna çıkar ve talebelerini toplamasını rica eder.
Hoca üzgün,mollalar hayrette.Bir talebenin kızcağıza iffete aykırı davranışta bulunduğu endişesi içindeler.Toplanan mollaları bir bir gözden geçiren kızcağız,nihayet birini işaret eder;
_İşte babacığım,parmağının ucu sarılı olan genç! Der.Tefsir hocası hayretler içerisinde sorar;
_Abdurrahman!Senden hiç beklemezdim,nasıl oldu da böyle bir şikayete sebebiyet verdin?
Abdurrahman başını önüne eğer ve hocasından utancından tek kelime bile söylemeye muktedir olamazken,kızın babası müdahale eder;
_Muhterem hocam,değerli talebenizi hırpalamayın lütfen!..Biz onu şikayet için değil,takdir ve tebrik için aramaktayız.Siz,parmağının ucunu niçin sardığını bir sorun ona!..Ve mahcup talebe ısrara dayanamaz anlatır;
_Şeytan bana vesvese verdikçe ben de parmağımı lambanın ateşine tutuyor,’Buna tahammül etmeyi göze alıyor musun ?’ diye soruyordum.İşte bu sırada parmağım yandı,sarmak zorunda kaldım!
Bu açıklama karşısında bir Osmanlı paşası olan baba,hemen orada kararını herkese duyurur;
_Muhterem Hocam,der,bu öğrencinin mezun oluncaya kadar bütün masraflarını üstlenmekle kalmıyor,ayrıca kabul ederse kızımı kendisine verip onu damat edinme şerefine de talip bulunuyorum!..
Artık Osmanlı Paşasının ilgisiyle okuyrak büyük bir fıkıh alimi olan yaralı parmağın sahibi genç Abdurrahman,(1700)lerde İstanbul ‘da yazılmış bulunan Osmanlı ‘nın meşhur fıkıh kitabı Mülteka’ ya iki ciltlik çok kıymetli şerh yazar.Ancak kitabın ismini değil de yazarın vasfını öne çıkaranlar,kitaba Damat adını koyarlar.Damat hoca diye de yad etmeyi daha değerli bulurlar.özellikle okuyan gençlerimize örnek olan bu olay karşısında,bugün dilimizden dökülen cümle hep aynı olmuştur..
AHMED ŞAHİN