Peygamber efendimiz (s.a.v)in çok evliliği ve evinin ezvac-ı tahirat okulu olması?

-sumeyye

Daimi Üye
Katılım
3 Aralık 2009
Mesajlar
5.596
Tepki
4.990
Puan
113
Yaş
45
Konum
İstanbul
Peygamberimizin eşleri şunlardır.

Hz. Hatice (r); Hz. Sevde binti Zem’a (r); Hz. Aişe (r); Hz. Hafsa binti Ömer (r); Hz. Zeynep binti Huzeyme (r); Hz. Zeyneb binti Cahş (r); Hz. Ümmü Seleme (r); Hz. Ümmü Habîbe (Remle binti Ebî Süfyan) (r); Hz. Cüveyriye binti Hâris (r); Hz. Safiyye binti Huyey (r); Hz. Mâriyetü’l-Kıbtiyye (Ümmü İbrahim) (r); Meymûne binti Hâris (r)

Peygamberimizin evliliklerini nefsanî ve şehevanî telâkki eden, eski zaman münafıkları gibi, yeni zamanın ehl-i dalaletine verilen kesin ve susturucu cevap, Üstad Bediüzzaman'ın izahıyla özetle şudur:

Evliliğin iki ana gayesi vardır.. Biri neslin çoğalması, diğeri şehevanî duyguların meşru dairede tatmin edilmesidir.. Neslin çoğalması evliliğin illeti, yani en öncelikli gayesidir. Nefsanî arzuların tatmini ise o vazifeyi gördürmek için yaratıcı tarafından verilmiş cüzi bir ücrettir. Tıpkı şahsi hayatın devamı için yemeğin içine konulan lezzet gibi.

Gerek tarihî açıdan, gerekse insan yaratılışı açısından Peygamberimizin evliliklerini incelediğimizde karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor.

25 yaşına kadar, gençliğinin en heyecanlı çağında kavmi içinde bekar yaşamış ve hiçbir kadınla ilişkiye girmemiş, iffet sahibi olduğu, dost ve düşmanın ittifakıyla sabit olmuştur. Hatta kavmi ona her yönüyle güvenilen biri olarak "Muhammedül-Emîn" unvanını vermişlerdi.

Oysa içinde bulunduğu toplum, çok kadınla münasebeti normal addediyordu; Buna rağmen o, gerek 25 yaşına kadar ve gerekse daha sonraki hayatında pek çok hem de bakire kızla hayatını birleştirebilirdi. Ancak o, böyle yapmayıp kendisinden 15 yaş büyük, 40 yaşında dul bir kadınla evlenmiştir. Hem de bu evliliği eşi vefat edene kadar tam 25 yıl sürmüştür. Yani elli yaşına kadar tek ve dul bir hanımla yetinmiştir.

Onun evliliklerinde nefsaniyet olmadığının bir delili de, müşriklerin davasından vazgeçmesi için yaptıkları teklife verdiği cevapta saklıdır.

Müşrikler, amcası Ebu Talip'e gelip, "yeğenin eğer başımıza reis olmak istiyorsa onu reis yapalım veya en güzel kız ve kadınlarımızı ona verelim. Ta ki, bu davadan vazgeçsin." dediler.

Amcası bu teklifi ilettiğinde Efendimiz (a.s.m) şu karşılığı verdi:

"Ey amca! Eğer sağ elime güneşi, sol elime de ayı koysalar 'vallahi ben bu davadan yine vazgeçmem."

Bu cevap onun neyin peşinde olduğunu, kadın gibi, reislik gibi insanların değerli addettikleri şeylerin onun nazarında ne kadar değersiz olduğunu ispata yeter.

İkinci evliliği ise Hz. Hatice'nin vefatından sonra yine yaşlı ve dul bir kadınla, Hz. Sevde ile olmuştur.

Hz. Sevde ile de üç yıl yaşadıktan sonra, yaklaşık 54 yaşına kadar hep tek kadınla yaşamıştır. İlginçtir ki, onun çok kadınla evliliği hayatının bundan sonraki son on yılı içinde gerçekleşmiştir Bu gerçekler karşısında evliliklerinde şehvani ve nefsanî arzuların tatmin gayesini aramak insan tabiatını ve tarihî gerçekleri inkar etmekle mümkündür. Ve bu yaklaşım asla insaflı ve mantıklı bir yaklaşım sayılamaz. Olsa olsa kasıtlı bir karalama maksadı taşır.

Hayatının son yıllarına rastlayan evliliklerinde yukarda zikredilen evliliğin dayandığı her iki gayenin, Neslin çoğalması ve nefsanî arzuların tatmininin bulunmadığını görürüz. Zira nesli, ilk eşi Hz. Hatice'den devam etmiştir. Daha sonraki evliliklerinde çocuğu olmamıştır. Sadece Mısır'lı Mariye'den İbrahim dünyaya gelmişse de bir buçuk yaşında vefat etmiştir.

Görüldüğü gibi evliliklerin ana gayesi olan neslin çoğalması, tarihî bir gerçek olarak Hz. Hatice'nin dışındaki evliliklerinde yoktur.

Geriye evliliğin ikinci derecedeki gayesi kalıyor, Yani nefsanî ve şehevanî duyguların tatmini. Peygamberimizin çok kadınla evliliğinde gerek fıtrat ve gerekse tarihî gerçekler açısından bu gayenin aranamayacağını gördük. Zira bir insanın nefsanî ve şehevanî arzularının en ateşli ve uyanık bulunduğu şüphesiz 15-45 yaş dönemidir.

Şayet Hz. Peygamber, bu dönemde birçok güzel kadınla evlenmiş, sonradan onları terkedip daha başka genç güzel kadınlar almış olsaydı, şehvanî hisleri tatmin yolunda ileri sürülen iddialar bir dereceye kadar haklılık kazanmış olurdu. Oysa o böyle yapmamış, tam tersine hayatının son on yılı içinde (53-63) aralarında Ümmü Seleme gibi yaşça ilerlemiş, ve birçok çocuğu olanlar da dahil, aldığı hanımları ileri yaşlarda ve dul olarak almıştır. Meselâ, Hz. Sevde 53 yaşında ve dul. Hz. Zeyneb binti Huzeyme, 5O yaşında ve dul. Ümmü Seleme 4 çocuklu ve 65 yaşında bir dul. Ümmü Habibe dul ve 55 yaşında, Meymune 2 çocuklu ve dul.

Bir başka tarihî gerçek de şudur. Bu hanımlardan eceli gelip ölenlerin dışında hiçbirisinden de ayrılmayı düşünmemiştir.

Gençlik çağı geçtikten sonra nefsanî ve şehvani arzularda gerileme olduğu inkar edilemez bir fıtrat kanunu ve yaratılış gerçeğidir.

İşte Peygamber Efendimizin çok evliliklerini tahlil ettiğimizde karşımıza bu ibretli tablo çıkmaktadır.

Özetle ifade edecek olursak, 15-45 yaş dönemindeki evliliklerde nefsanî ve şehevanî gaye aranabilir. Oysa Efendimiz, bu dönemde genç ve bakire kızlar ve kadınlarla evlenmemiştir. Tam tersine 40 yaşında, üstelik dul bir kadın olan, Hz. Hatice ile evlenmiştir. Ve bu evliliği Hz. Hatice'nin vefatına kadar sürmüştür.

Çok evlilikleri, nefsanî duyguların büsbütün gerilemeye yüz tuttuğu 53 yaşından sonraki dönemde gerçekleşmiş olduklarına göre, bu evliliklerde mantığın gereği olarak başka gayeler aramak zaruridir. Bu sadece aklın ve mantığın değil, insan tabiatının ve insaflı bir değerlendirmenin de zorunlu bir gereğidir.
EZVAC-I TAHİRAT OKULU

Medine dönemi, İslâmî hükümlerin yoğun biçimde geldiği ve Resulullah tarafından ümmete öğretildiği dönemdir. Erkek sahabeler Mescid-i Nebevi'de her zaman Resulullah'ı görüp, müşkillerini sorup cevaplarını alabiliyorlardı. Neyi niçin ve nasıl yapacaklarını kolaylıkla öğrenebiliyorlardı. Hanımlar için bu konu o kadar kolay olmuyordu. Onların da soracakları öğrenecekleri vardı. Bu maksatla hanımlar durumu Resulullah'a arzederek, kendileri için Hane-i saadettte haftanın bir gününü ayırmasını istediler. Resulullah, onların bu teklifini kabul etti. Ve hanımlar haftanın bir günü Efendimizle bir araya gelip, sorularını sorup dini ahkama dair cevaplarını alıyorlardı. Böyle bir ders sırasında hanımlar Efendimizle bir arada iken, enteresan bir hadise cereyan etti. Bir ara hanımlar kendi aralarında konuşmaya başladılar. Sesleri normalden fazla yükselmişlerdi. Birbirlerine cevap yetiştiriyorlardı. O sırada kapının önünden geçmekte olan Hz. Ömer, Resulullah'ın huzurunda gürültülü konuşulmasından rahatsız olup, kapıyı çaldı. Kapıyı aralar aralamaz, onu gören hanımlar hemen sesi soluğu kesip, kendilerine çekidüzen verdiler. Hz. Ömer, bu durumdan da rahatsız oldu ve:

"Hanımlar, bu nasıl iş, benden çekiniyorsunuz, ama Resulullah'ın huzurunda gürültülü konuşmaktan sakınmıyorsunuz" diye kadınları ikaz etmekten kendini alamadı. Bunun üzerine hanımlar, içten gelen bir itirafta bulundular:

"Ya Ömer sen çok sertsin. Resulullah öyle değil." diye karşılık verdiler.

Her şeyini Resulullah uğruna feda eden Hz. Ömer, onunla ters düşmüş olmaktan hoşnut olmadı. Bunu farkeden Gönüller Sultanı araya girerek:

"Ya Ömer, sen geniş bir caddede yürüsen şeytan da karşıdan gelse seni görüp yolunu değiştirir." diyerek gönlünü aldı. İşte hane-i Saadet, bir nevi hanımlar okulu olmuştu. Özellikle Efendimizin hanımları bu okulun devamlı öğrencileri, bir manada öğretmenleri idi. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Doç. Raşit Küçük bu hususu şöyle dile getirir :

"İslâmın hükümleri hem erkek, hem de kadın cinsini kapsayıcı niteliktedir. Fakat sadece erkeklere ve sadece kadınlara yönelik hükümler de vardır. Hz. Peygamber genel hükümlerin veya erkeklerle ilgili hükümlerin öğretilmesi hususunda fazla sıkıntı çekmiyordu. Çünkü onlar kendi cinsleriydi. Kadınlarla ilgili ahkamın öğretilmesinde, yaşanmasında ve yaşatılmasında müşküllerin halli ve soruların cevaplandırılmasında kadınlardan faydalanmak mecburiyetindeydi. Peygamber Efendimizin değişik yaş ve kabiliyetteki hanımları mümin hanımlar için bir eğitim-öğretim kadrosu niteliği taşıyordu. Âdeta, evleri bir mektep, onlar da bu mektebin eğitimcileriydiler. Peygamber Efendimizin vefatından sonra da bu durum canlılığını koruyarak, hatta artarak devam etmiştir." (1993, İzmir, Ebedî Risalet Sempozyumu Tebliği)

Aslında Resulullah'ın Medine'de Mescid-i Nebevinin civarında bulunan okulu iki bölümden oluşuyordu. Biri, erkek sahabelerden oluşan "Ashab-ı Suffe Okulu" Diğeri, hanımlardan oluşan, "Ezvac-ı Tahirat Okulu"

Gerçekten, İslâmî hükümlerin doğrudan doğruya Resulullah'tan öğrenilip, ümmete ders verilmesinde Ezvac-ı Tahirat'ın haneleri bir okul, kendileri de o okulun hem daimî öğrencileri hem de öğretmenleri idiler. Bu görev, yukarda da belirtildiği gibi, Efendimizin ahirete intikalinden sonra da devam etmiştir. Suffe Okulunun önde gelen "Demirbaş bir talebesi" ve bütün hayatını hadislerin muhafazasına vakfeden, bu hizmeti yerine getirirken hafızasının kuvvetlenmesi için Resulullah'ın duasına mazhar olan Ebu Hureyre olduğu gibi, Ezvac-ı Tahirat okulunun önde gelen birinci talebesi de zeka, hafıza ve kavrayış gibi üstün kabiliyetlere sahib olan Efendimizin biricik eşi, Hz. Aişe'dir. Nitekim, "Muksirun" diye anılan en çok hadis rivayet eden sahabelerin başında 5374 hadisle Suffe okulunun baş öğrencisi Ebu Hureyre geldiği gibi, dördüncü sırada 2210 hadisle de "Ezvac-ı Tahirat Okulu"nun öncüsü Hz. Aişe gelir.

Evet, İslâm, en son ve en mükemmel din olarak, insan hayatının bütün safhalarına ait, değişik derecede öneme haiz hükümler getirmiştir. Bu hükümlerin tesbiti, tâlimi ve hayata intikali Asr-ı Saadetin en öncelikli ve önemli hizmeti idi. Çünkü hayatın her anında ve her safhasında Allah'ın razı olacağı tarz ve şekil , yani dinin kendisi tesbit ediliyordu.

Bu gerçeğin idraki için kaynaklara eğildiğimizde, karşımıza, bu müminlerin anneleri ile bu "Ezvac-ı Tahirat" eliyle muhteşem bir hükümler ve sırlar hazinesi çıkıyor. Ve bu hazinenin ümmete açılması gibi kutsal bir görev, bu evliliklerin şaşmaz gayesi olarak beliriyor.

Diyebiliriz ki, bu hanımları, özellikle bunlar arasında çok özel bir yeri olan Hz. Aişeyi devreden çıkaracak olsak, İslâm dininin neredeyse yarısı kadar olan bir hükümler manzumesini de yok farzedecektik!.
 

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst