Radikal Gazetesi'nin pazar günleri yayımlanan İKİ Eki'nde; Türkiye Psikiyatri Derneği’nin psikiyatri uzmanı olmayanların yetki ve hizmetlerini kısıtlamaya yönelik girişimlerinin sorun çözmekten uzak olduğu ve bu girişimin “pastadan” pay almak isteme amacına yönelik olduğu ayrıca bunun ruh sağlığı ile ilgili sorunlara çözüm üretemeyeceği ifade edildi.
Ruh sağlığı uzmanlarının "Ruh Sağlığı Yasası" talep etme girişimlerinin yoğunluk kazandığı bu dönemde, Radikal gazetesinde yayımlanan çalışmada; Psikiyatri Derneklerinin Ruh sağlığı ile ilgili hizmetleri Psikiyatri hekimlerinin tekeline alma arzusu içinde olduklarına vurgu yapıldı. Psikolog ve Psikolojik danışmanların çoğu zaman Psikiyatri hekimleri ve dernekleri tarafından dışlandıkları ifade edildi. Radikal Gazetesi İKİ Eki'nde yer alan değerlendirmenin ayrıntıları şöyle:
Geçtiğimiz 10 yıl içerisinde psikiyatri ve klinik psikoloji literatüründen pek çok kavram büyük bir hızla günlük hayatımızın bir parçası haline geldi. Öyle ki artık pek çok insan kendinin ya da çevresindekilerin depresif, manik depresif, şizofren, çok kişilikli, antisosyal veya en nihayetinde “deli” olduğuna ilişkin, kimi zaman şakayla karışık, çıkarımlarda bulunabiliyor. Terapiye gitmek ya da antidepresan kullanmak ise popüler kültürün bir parçası haline geldi ve nerdeyse bir tür kendini ifade etme biçimine dönüştü. Madalyonun diğer yüzünde ise akıl hastaneleri olarak adlandırılan yerlerde aileleri tarafından terk edilen, yatak sayısının azlığı dolayısıyla kimi zaman koridorlarda uyumak zorunda kalan ya da toplum içinde var olmaya çalışırken “nasıl olsa bir şey yapamaz” diye düşünüldüğünden cinsel ve fiziksel istismara uğrayan ve sayıları binleri bulan insanlar var. Kaba hatlarıyla böyle bir tabloyla karşı karşıya olduğumuz şu günlerde Türkiye Psikiyatri Derneği’nin kamuoyunu bilgilendirme iddiasıyla başta psikologlar olmak üzere bu alanda çalışan çeşitli meslek gruplarının hizmet vermelerine yönelik açık bir karşıt tutum sergilediğini görüyoruz. Derneğin yayınladığı bir raporda, psikiyatri dışından olan çalışanların psikolojik-psikiyatrik destek arayanları maddi kaygılar güderek suistimal ettiği iddia ediliyor. Biz ise asıl suistimalin mevcut sağlık sistemi tarafından yapıldığını düşünüyor ve psikiyatri uzmanları, psikologlar, psikiyatri hemşireleri, sosyal hizmet uzmanları, hizmet alanlar ve onların yakınları olarak hepimizin mağdur konumunda olduğuna dikkat çekmek istiyoruz.
Sistemin mağdurları
Türkiye’de her 100 bin kişiye ortalama 2 uzman (1 psikiyatri uzmanı ve 1 psikolog) düşüyor. Avrupa’da ise bu ortalama 9’a yükseliyor. Ülkemizde, psikiyatri uzmanları şu an yasa gereği tanı ve tedavi yetkisine sahip tek meslek grubu olduğundan özellikle hastanelerdeki yük büyük ölçüde onların üzerinde. Kapalı serviste çalışan bir psikiyatri asistanı sıklıkla 20-25 kişinin sorumluluğunu üstlenmek zorunda kalabiliyor. Her gün yüzlerce başvurunun alındığı polikliniklerde ise durum çok daha vahim. Değerlendirme yapmak ve müdahale kararı vermek için genellikle 10 dakika civarında bir vakit ayrılabiliniyor. Bu koşullar altında yalnızca başvuranlar ve yakınları değil, ağır çalışma koşulları sebebiyle psikiyatri uzmanları da mağdur konumunu alıyor. Sistemin bir diğer mağduru ise psikologlar. Psikologlar, devlet bünyesinde çalışabildiği halde meslek yasası hâlâ çıkmamış olduğu için emeklerinin resmiyeti olmayan ve sınırları belirsiz bir meslek grubu. Hastanelerde, sosyal hizmetlerde, adli kurumlarda veya belediyelerin açmış olduğu merkezlerde çalışan psikologlardan beklenenler kurum yöneticilerine göre sıklıkla değiştiği için, psikologlar kimi zaman psikoterapi uyguluyor, kimi zaman ön görüşme yapıyor, kimi zaman ise seri halde test uyguluyor. İş tanımlarına ilişkin bu tür belirsizliklere, epey büyük bir yüzdesi sözleşmeli olarak çalışan psikologların iş güvencelerine yönelik kaygıları ekleniyor. Benzer bir belirsizlik, sağlık sisteminde son dönemde yapılan değişikliklerle birlikte psikiyatri uzmanları için de geçerli hale geldi.
Devlet kurumlarının herkesi mağdur eden bu keşmekeşinin sonucu olarak özel sektörde verilen psikolojik-psikiyatrik hizmetler önplana çıkıyor. Danışmanlık ya da psikoterapi merkezlerinde sağlanan hizmet, bir lükse dönüşüyor. Bugün bir psikiyatri uzmanı veya psikologun seans ücreti yaklaşık 150 ila 300 lira arasındayken yeterince medyatikse bu rakam 600’e kadar çıkabiliyor. Hal böyle olunca “pastadan” pay almak isteyen de çok oluyor. Zaten tüm kıyamet de buradan kopuyor. Kimse “müşterisi”ni kaptırmak istemediğinden, alanda çalışan uzmanların birbirlerini giderek ötekileştirdiğine tanık oluyoruz. Psikologlar psikiyatri uzmanlarını “ilaç yazıp gönderiyorlar” diye yaftalarken, psikiyatri uzmanları da “bir kere onlar hekim değil, o yüzden müdahalelerde bulunmaları çok tehlikeli” gibi beyanatlarla içimize korku salıyorlar. Bu çekişmeden ise en çok psikososyal destek arayan kişiler zararlı çıkıyor. Özel alanda çalışan bu uzmanlara başvuracak maddi şansa sahip olsalar dahi, alanda süregelen bu durum dolayısıyla çoğunlukla onlar için doğru olan kişidense argümanını en inandırıcı şekilde ortaya koyan ya da televizyonda en sık görünene başvuruyorlar. Akabinde ise kaçınılmaz olarak “psikoloğa/psikiyatri uzmanına kaç ay gittim hiçbir işe yaramadı” sözünü sıkça duyuyoruz. Nihayetinde hizmet verenler birbirleriyle uğraşırken, vermeleri gereken hizmetin amacından uzaklaşıp faydadan çok zarara neden oluyorlar.
Tüm bunlar göze alındığında, Türkiye Psikiyatri Derneği’nin psikiyatri uzmanı olmayanların yetki ve hizmetlerini kısıtlamaya yönelik girişimlerinin mevcut duruma hiçbir şekilde çözüm olamayacağını savunuyoruz. Psikososyal destek hizmetinin milyonlarca insan için ulaşılamaz hale gelmekte olduğunun bir kez daha altını çizerek bu alanda yer alan meslek gruplarının çözüme yönelik işbirliği yapmasının aciliyetine dikkat çekmek istiyoruz. Bu doğrultuda, öncelikle başlı başına bir sorun haline gelmiş olan psikoterapi hizmeti verme yarışının önünün bir an önce kesilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Psikoterapinin ne olduğuna ve nasıl bir eğitim gerektirdiğine ilişkin soruları sormadan varılmış olan bu noktadan kısa ya da uzun vadede herkesin zararlı çıkacağına inanıyoruz. Zira bize göre, “normal-anormal” ayrımının bu derece muğlak olduğu bir alanın mensubu olmak, sunulan hizmetin amaçlarını ve sınırlarını kendine ve kamuoyuna sormaktan vazgeçmemeyi gerektiriyor. İkincil olarak, psikiyatri uzmanları ve psikologlar arasında giderek arttığını gördüğümüz iktidar mücadelesini oldukça endişe verici buluyor, her iki tarafın da sistem dolayısıyla mağdur konumda olduğunun fark edilmesini ve bu süreçte hizmet alanların yaşayacağı kayıpların engellenmesini umuyoruz. Bunun için de her iki meslek grubunun mensuplarına psikososyal destek hizmetinin kaliteli ve yaygın olarak sağlanmasına ilişkin sorumluluklarını bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. Son olarak, sağlık alanında hizmet veren tüm meslek gruplarının yanı sıra hasta ve hasta yakını derneklerini sağlık sistemimizin bizi getirmiş olduğu bu noktaya karşı toplumdan yana bir psikososyal destek hizmeti alternatifi üretebilmek için biraraya gelmeye davet ediyoruz.