E
esmanur
Misafir
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“(Ey Rasûlüm!) Biz Sen’in yüzünün (yücelerden haber bekleyerek) göğe doğru çevrilmekte olduğunu görüyoruz. İşte şimdi Sen’i, memnûn olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Harâm tarafına çevir! (Ey müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzlerinizi o tarafa çevirin! Şüphe yok ki ehl-i kitâb, onun Rablerinden gelen bir hakîkat olduğunu çok iyi bilirler. Allâh onların yapmakta olduklarından habersiz değildir.” (Bakara, 144)
Rasûlullah (sav) buyuruyor:
"Kim, kıblesi ile kendi arasına bir başkasının girmemesine muktedir olursa, bunu sağlasın." (Ebu Davud, Salat 108)
Kıblenin Değişmesi
Hicretten sonra müslümanlar Mescid-i Aksâ’ya doğru namaz kılıyorlardı. Bu hâl, hicretin on altı veya on yedinci ayına kadar böyle devâm etti. Ancak yahûdîler, bu durumdan kendilerine bir pay çıkararak üstünlük iddiâ ediyorlar, bu da Allâh Rasûlü (sav)’in mübârek gönlünü mahzûn ediyordu. Zîrâ O’nun gönlündeki kıble, Kâbe idi. Bu gerçekleştiği takdirde, aynı zamanda Mekke’nin fethi için ilk adım atılmış olacaktı. Bunun için ilâhî müsâadenin gelmesini hasretle bekliyorlardı. Henüz bu müsâade gelmediği için Allâh Rasûlü (sav)’in arzusu da düşünceden ileri gitmiyor, sabredip bekliyordu. Nihâyet Receb ayı ortalarında bir pazartesi günü Rasûlullâh (sav), Selimeoğulları’nın mescidinde öğle namazını kıldırırken Cenâb-ı Hak vahyini gönderdi.
Bu esnâda ikinci rekâtın sonuna gelmiş olan Rasûl-i Ekrem Efendimiz, derhâl yönünü Kâbe’ye doğru çevirdi. Cemaat de saflarıyla berâber döndüler. Hep birlikte yeni kıbleye yöneldiler. Böylece namazın diğer iki rekâtı, Kâbe’ye doğru kılındı. Bu sebeple o mescide, iki kıbleli mescid mânâsına gelen “Mescidü’l-Kıbleteyn” denildi. (Osman Nûri Topbaş, Hazret-i Muhammed Mustafâ-sav-2)
“(Ey Rasûlüm!) Biz Sen’in yüzünün (yücelerden haber bekleyerek) göğe doğru çevrilmekte olduğunu görüyoruz. İşte şimdi Sen’i, memnûn olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Harâm tarafına çevir! (Ey müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzlerinizi o tarafa çevirin! Şüphe yok ki ehl-i kitâb, onun Rablerinden gelen bir hakîkat olduğunu çok iyi bilirler. Allâh onların yapmakta olduklarından habersiz değildir.” (Bakara, 144)
Rasûlullah (sav) buyuruyor:
"Kim, kıblesi ile kendi arasına bir başkasının girmemesine muktedir olursa, bunu sağlasın." (Ebu Davud, Salat 108)
Kıblenin Değişmesi
Hicretten sonra müslümanlar Mescid-i Aksâ’ya doğru namaz kılıyorlardı. Bu hâl, hicretin on altı veya on yedinci ayına kadar böyle devâm etti. Ancak yahûdîler, bu durumdan kendilerine bir pay çıkararak üstünlük iddiâ ediyorlar, bu da Allâh Rasûlü (sav)’in mübârek gönlünü mahzûn ediyordu. Zîrâ O’nun gönlündeki kıble, Kâbe idi. Bu gerçekleştiği takdirde, aynı zamanda Mekke’nin fethi için ilk adım atılmış olacaktı. Bunun için ilâhî müsâadenin gelmesini hasretle bekliyorlardı. Henüz bu müsâade gelmediği için Allâh Rasûlü (sav)’in arzusu da düşünceden ileri gitmiyor, sabredip bekliyordu. Nihâyet Receb ayı ortalarında bir pazartesi günü Rasûlullâh (sav), Selimeoğulları’nın mescidinde öğle namazını kıldırırken Cenâb-ı Hak vahyini gönderdi.
Bu esnâda ikinci rekâtın sonuna gelmiş olan Rasûl-i Ekrem Efendimiz, derhâl yönünü Kâbe’ye doğru çevirdi. Cemaat de saflarıyla berâber döndüler. Hep birlikte yeni kıbleye yöneldiler. Böylece namazın diğer iki rekâtı, Kâbe’ye doğru kılındı. Bu sebeple o mescide, iki kıbleli mescid mânâsına gelen “Mescidü’l-Kıbleteyn” denildi. (Osman Nûri Topbaş, Hazret-i Muhammed Mustafâ-sav-2)