Salâvat, Salâvat-ı Şerife, Salât u Selam, Peygambere Salâvatın Önemi, Faziletleri
Salâvat, Salâvat-ı Şerife, Salât u Selam, Peygambere Salâvatın Önemi, Faziletleri
Bu dünyadaki bütün Müslümanlar doğal olarak peygamberimiz (s.a.s) ile görüşmek, konuşmak isterler. Hatta onun yaşadığı devirde de hayatlarını birlikte yaşamak gönüllerinden geçebilir. İşte salâvat bu işlevi bir dereceye kadar karşılamak için vardır. Kim peygambere (s.a.s) salâvat getirirse onunla iletişime geçmiş olur. Zira peygamberimiz (s.a.s) hadis-i şeriflerinde, salâvatları kendisine getirmekle görevli meleklerin bulunduğunu, ümmetinin her bir ferdinin salâvatını alıp ona karşılık verdiğini belirtmektedir.
Salâvatın binlerce değişik çeşidi vardır. Bunların her birinin faziletleri farklıdır. Ortak olan noktaları peygambere dua ve selam temennilerinde bulunmaktır. Nitekim salâvatlarda Arapça değişik çekimlerde bulunan salât dua, selam ise esenlik demektir.
Dua, ibadetin özüdür. Gayesidir. İbadette insan riyaya düşebilir. Bu taktirde, Allah göstermesin, yapılan ibadetler insanın aleyhinde olur. Ama kabul gören bir dua dünya ve ahret hayırlarına vesile olur. Onun için bir dua çeşidi olan salâvatların önemi çok büyüktür.
Peygamberimize dua ve esenlik temennisinde bulunmak ne demektir? Peygamberimizin (s.a.s) buna ihtiyacı var mıdır? Peygamberimize (s.a.s) yüce Allah (c.c.) Makam-ı Mahmudu vaat etmiştir (bk. İsra suresi, 9). Allah (c.c.), sözünde durur. Caymaz. Ondan öte bir makam ve derece de bulunmamaktadır. Bu nedenle peygamberimizin (s.a.s), ümmetinin duasına ihtiyacı yoktur. Zaten bir kişi bu düşünce ile salâvat getiriyorsa, yani ben getirdiğim bu salâvatlarla peygamberin manevi yükselmesini sağlıyorum, ona makam ve derece kazandırıyorum, diye aklından geçiriyorsa yanlış bir itikat içerisindedir. Büyük bir edepsizlikte bulunmaktadır. Bunu İmam-ı Rabbani (k.s.) Mektubatında da bu şekilde açıklamaktadır. Peygambere (s.a.s) karşı bu büyük edepsizlik mutlaka bir gün itikatta yanlış yollara sapmayı doğuracaktır. Kişi kendisini peygamberden üstün görürse, ki kalbinde bu duygu bir an geçse bile, Allah göstermesin, imanında büyük yıkımlar yaşayabilir. Dinin temelinde peygambere iman, özellikle peygambere karşı edep önemli bir rükündür. Hucurat suresi bunun üzerine inmiş, müminleri bu konuda değişik hususlarda uyarmıştır.
Salâvatta görünüşte peygamberimize (s.a.s) dua ve selam temennilerinde bulunulur, hakikatte ise peygamberimizin dua ve selam temennileri salâvat getirenin üzerine gelir. Yani peygamberimiz (s.a.s) salâvata muhtaç değildir ama bizler onun dua ve selamlarına çok muhtacızdır. Çünkü peygamberimize (s.a.s) salâvatı Allah ve melekleri yapmaktadır. Biz salâvatı Allahın (c.c.) emri olduğu, peygamberimizin (s.a.s) hadis-i şeriflerde çokça tavsiye ettiği ve bizzat salâvatın bizim yararımıza olduğu için getirmek isteriz.
Salâvat ile bir Müslümana şu itikat kazandırılmaya çalışılır: Hz. İsa (a.s) taraftarları zamanla onu ilahlaştırdılar. Allahın oğlu olarak yücelttiler. Hâlbuki o ancak Allahın bir kulu ve peygamberiydi. Bu tehlike bütün peygamberler için de söz konusu olabilirdi. Yüce Allah (c.c.), insanların peygambere imanda sağlam bir itikada sahip olmaları için peygambere salâvat getirmeyi emretmiştir: Şüphesiz Allah ve melekleri peygambere salât ediyorlar. Ey iman edenler, sizler de ona salât ve selam edin! (Ahzab suresi, 56)
Bir insanın hayatında en az bir kere peygambere salât getirmesi bu farzı yerine getirmesini sağlayacaktır. Tabii bir Müslümana yakışan edep ölçüsü onun adının geçtiği her yerde ve zamanda salâvat getirmektir. Peygamberimizin adının geçtiği halde ona salâvat getirmeyenleri hadisi şerifler çeşitli şekillerde uyarmıştır. Hadis-i şeriflerde bu gibi kişilerin burunlarının sürtüneceği belirtilmiştir. Ayrıca bu tür kişiler insanların en cimrisi diye de vasıflandırılmıştır.
Peygamberimizin (s.a.s) dua ve selam temennilerine şefaat de denir. Yani şefaatin aslı ve hakikati dua ve selam temennisidir. Sanıldığı gibi şefaat sadece ahret ve günahkârlar için geçerli değildir. Peygamberimiz (s.a.s) türbelerinde cennet bahçelerinden bir bahçe içerisinde bulunmaktadır. Ümmetinden kendisine salât u selam getiren her fertten gerçek manasıyla haberdar olmaktadır. Onlara dünya yaşamında karşı karşıya bulundukları sıkıntıların, problemlerin ortadan kalkması veya hafiflemesi için dua ve selam temennileri ile yüce Allah (c.c.) katında şefaatte bulunmaktadır. Ahrette günahkâr müminlerin Allah tarafından affedilmesi yanında diğer müminlerin Allah katında yüksek makamlara ulaşması, cennetteki derecelerinin artması da peygamberin (s.a.s) şefaati ile mümkün olmaktadır.
Peygamberimizin (s.a.s) şefaatinin üzerimizde her daim bulunması için belli bir sayıdaki salâvatı her zaman virt edinmek akıl karıdır.
Peygamberimiz (s.a.s) şu anda ahret hayatındaki yaşamı sırasında ümmetinden, ümmetinin fertlerinden uzak değildir. Levh-i mahfuz bir kitap gibi peygamberimizin (s.a.s) önünde durmaktadır. İstediği an kendisine salâvat getiren her bir kişinin geçmişteki, şimdiki, gelecekteki her şeyini bilmektedir. Bu nedenle salât ve selamla kendisiyle iletişimde bulunan her bir kişi ondan maddi ve manevi sıkıntıları, problemleri için dua almakta, Allahın izni ve yaratmasıyla büyük maddi ve manevi ikramlara nail olmaktadır. Bu pek çok hadis-i şerifle müjdelenen bir husustur.
Ne zaman bir sıkıntıyla, problemle karşılaşsam hemen salâvat çekmeye başlarım. O sıkıntının veya problemin ortadan kalktığını veya hafiflediğini mutlaka müşahede ederim. Bunu kendi özel hayatımda binlerce kez tecrübe ettim. Peygamberimizin (s.a.s) çektiğim salâvatlarla bana dua ettiğini düşündüğüm için onunla bu zaman zarfında kalbi bir rabıta da kurmuş olurum. Bu durum peygambere imanımı daha yakinleştirdiği gibi onunla aramdaki ilişkiyi her geçen gün daha da güçlendirmektedir. Salâvat peygamberin (s.a.s) aramızda yaşayan samimi bir dost; her sıkıntımızda, problemimizde yardıma koşan bir büyüğümüz gibi kabul edilmesini sağlamaktadır.
Salâvat öyle bir özellik taşımaktadır ki, ona hayran olmamak elde değildir. Şöyle ki: Salâvat şeklen peygambere dua cümlesi mahiyetindedir. Salâvatta duaya muhtaç bir kul olarak peygamber (s.a.s) konumlandırılmaktadır. Bu sayede peygamberin ilahlaştırılması önlenmektedir. Kendisinden önce peygamber olan Hz. İsanın başına gelen şeyden peygamberimiz bu sayede korunmaktadır. Salâvat manevi yönü ile yani hakikatte ise peygamberimizin salâvat getirene dua ve şefaatte bulunmasıdır ki, bu yönü ile gizlenmiştir. Kişinin peygambere imanına bırakılmıştır. Kişi inancı ve itikadı oranında getirdiği salâvatla manevi olarak destek gördüğünü düşünmektedir. Peygamber (s.a.s) salâvat getirene dua ve şefaatte bulunmakta, bu sayede yüce Allah da o kişiye yardım etmekte, içerisinde bulunduğu sıkıntıyı, problemi ya ortadan kaldırmakta ya da hafifletmektedir. Bu sayede salâvat ile bir insan hiçbir zaman peygamberini ilah konumuna yükseltememekte, fakat manevi olarak onunla olan bağını güçlendirmekte, Allah ile olan ilişkisinde peygambere (s.a.s) yakışan ve yaraşan konumu verebilmektedir. Kişi salâvat sayesinde yüce Allahın (c.c.) istediği ve razı olduğu bir şekilde peygamber inancını, peygambere imanı muhafaza edebilmektedir. Geliştirmektedir.
Çağımızda Vahhabilik, Selefilik gibi mezhebi akımların etkisi ile salâvatın manevi, yani hakiki yönü pek dikkate alınmamaktadır. Yok sayılmaktadır. Peygamberi ilahlaştırmamak için böyle bir gayretin içerisinde bulunulmuştur. O zaman da salâvatın bir anlamı olmamaktadır. İnsanlar salâvat getirmekten uzaklaşmaktadırlar. Salâvatın önemi ve faziletlerinden habersiz olmaktadırlar. Peygamber tıpkı her insan gibi ölümle aramızdan ayrılmış ve bu dünya ile insanlarla ilişkisi olmayan biri konumuna getirilmiş bulunmaktadır. Hâlbuki binlerce evliya şahittir ki, peygamberimiz ölümünden sonra da diridir. Ümmetinin içerisindedir. Bu dünyadaki insanların diriliğindeki dirilikten daha üstün bir dirilikle diri olarak türbesinde cennet bahçelerinden bir bahçe içerisinde yaşamaktadır. Ümmetinden her bir fertle de yakından ilgilidirler, ilgilenmektedirler. Salâvat getiren her kişinin salâvatını almakta ve ona salâvatta ve şefaatte bulunmaktadır. Zaten bu durum onlarca hadis-i şerifle de doğrulanmaktadır. Ehl-i sünnet inancı da bu düşünceyi, inancı gerektirmektedir.
Peygamberimize (s.a.s) imanı sadece tarihi bir şahsiyete iman olarak algılamak doğru değildir. O taktirde bu iman çok sığ olur. Derinlikten, anlamdan yoksun kalır. Her an ufak bir şüphe ile toza ve dumana karışabilir. Onun ruhaniyetinin aramızda olduğuna inanmak, özellikle salâvat getirdiğimizde onun bunu aldığını ve buna karşılık verdiğini kabul etmek peygambere imanın yakinleşmesini ve derinleşmesini sağlar. Bu iman ve itikat sayesinde onu rüyada görmek mümkün olur.
Ölen insanların ruhları Berzah âlemine intikal eder. Genellikle onların bu dünya ile bir ilgileri olmaz. Ama peygamberlerin ve velilerin ruhları böyle değildir. Onlar ölseler bile istedikleri anda istedikleri yerde ruhları ile bulunabilirler. Bu yüce Allahın (c.c.) onlara ve bizlere verdiği bir nimettir, rahmettir. İsimleri hürmetle anıldıkları anda o yerde hazır ve nazır olurlar. Nakşibendiyye tarikatında hatme-i haceganda zikirden sonra sadat-ı kiramın isim ve unvanlarının uzun uzun anılıp dua buyrulmasının bir nedeni de onların ruhaniyetlerinin zikir meclisine teşrif etmelerini sağlamak, bu sayede himmetlerini almaktır.
Tabii burada yeri gelmişken şunu belirtelim ki, ruh çağırma seanslarına gelenler cinlerdir, genellikle onların en azgınları bulunan şeytanlardır. Bu, başka bir konudur. ******lar ruhlarla ilişki kuracak kabiliyette değildirler. Onlar ancak cinlerle konuşabilirler. İlahi nurları müşahede edecek seviyeye ulaşmadan peygamberlerin ve velilerin ruhlarını görmek, onlarla görüşmek kimseye müyesser olmaz.
Ruh, Allahtan ilahi bir nefhadır. Rüyada peygamberi gördüğünde onu tanır. Kim olduğunu bilir. Eğer gördüğü kişi hakkında peygamber mi, değil mi diye bir kuşku duyulsa, o zaman o görülen kişi peygamber varisi bir velidir. Onun için peygamberimiz (s.a.s) şöyle ifade buyurmuşlardır: Rüyada beni gören beni görmüştür. Zira şeytan benim suretime giremez.
Çoğu kişi ömürlerinde bir defa da olsa peygamberimizi rüyalarında görmek isterler. Bunun yolu da ona çokça salâvat getirmekle olur. Çokça salâvat kişinin ruhunu peygamberimizin (s.a.s) ruhaniyetiyle karşı karşıya getirir. Onu bir gün de olsa rüyada görme saadetini sağlayabilir. Peygamberi rüyalarında çokça görenlerin ortak vasıfları ona çokça salâvat getirmeleri ve ehl-i beytine, hususiyle peygamberimizin soyundan gelen dini açıdan doğru ve güzel insanlara, peygamber yolunda yürüyen kişilere, yani sadat-ı kiramlara hürmet etmeleridir.
Salâvat ruha bir rahmet duygusu tattırır. Bir müddet salâvat getirdikten sonra ruhun rahatladığını, yakıcı bir susuzluktan sonra suya kanan bir insanın yaşadığı serinlik hali gibi bir duyguyu yaşattığını herkes tadabilir.
Salâvat getirme dünya ve ahret hayatında üzerimizde bulunan sıkıntıların ve problemlerin ortadan kalkmasını veya hafiflemesini sağlarken günahlarımızın affedilmesini ve peygamberimizin (s.a.s) şefaatlerinin üzerimizde bulunmasını da gerçekleştirir. Bunlar hadis-i şeriflerde belirtilen hususlardır. Hiçbir kimse ameli ile cennete giremez. Herkes ancak Allahın rahmeti ile kurtuluşa erebilecektir. Bunun için her insan peygamberin (s.a.s) şefaatine muhtaçtır. Çünkü Allahın (c.c.) rahmeti, peygamberin duası ve şefaati ile iner.
Yüce Allah (c.c.) peygamberimizi övme sadetinde onu kendi güzel isimleri ile tavsif buyurmuşlardır: And olsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O size çok düşkün, müminlere karşı da çok şefkatli (rauf), ve merhametlidir (rahim). (Tövbe suresi, 128)
Ne zaman mevlit törenlerinde bulunsam peygamberimizin (s.a.s) ruhaniyetinin de mutlaka oraya geldiğine sadat-ı kiramın himmetiyle şahit olmuşumdur. Öyle ki peygamber adına düzenlenen konferanslarda, törenlerde de bu keşif bana hep ayan olmuştur. Şimdi şöyle düşünmekteyim ki, böyle ilgili törenlere bizzat peygamberimiz (s.a.s) ev sahipliği yapmakta, gelenlere de manevi hediyeler vermektedir. Müminlere sarılmakta, onlarla musafaha etmektedir. Peygamberimiz (s.a.s), adına düzenlenen hiçbir törenden habersiz olmamaktadır. Ruhaniyetiyle ve dostlarının da ruhaniyetleriyle bizzat oraya teşrif etmekte ve orayı şenlendirmektedir.
Salâvatın anlamını, önemini şu hadis-i şerif bana ziyadesiyle hissettirmiş ve düşündürmüştür: Bir sahabi peygamberimize (s.a.s) gelerek, ya Rasulallah ben sana çok salâvat getiriyorum. Acaba bunu ne kadar yapmam gerekir, dedi. Peygamberimiz (s.a.s) dilediğin kadar yap, buyurdular. O zaman sahabi dualarımın dörtte birini sana salâvata ayırsam uygun olur mu, dedi. Peygamberimiz (s.a.s) dilediğin kadarını ayır. Ama daha fazla yaparsan senin için hayırlı olur, buyurdu. Sahabe o halde üçte ikisi yeter mi, dedi. Peygamberimiz (s.a.s) yine aynı karşılığı verdi. Bunun üzerine sahabe dualarına ayırdığı bütün zamanı salâvat getirmeye ayıracağını söyledi. Peygamberimiz (s.a.s) o zaman o sahabeye şöyle buyurdular: Böyle yaparsan Allah bütün sıkıntılarını giderir ve günahlarını bağışlar.
İnsan dualarında farkına varmadan şer de isteyebilir. Nefis cihetiyle Allahtan zenginlik isteyen pek çok Müslüman vardır. Hâlbuki zenginlik, içerisinde büyük fitnelerin olduğu bir dünya nimetidir. Her insan için hayırlı olmaz. Örneğin zekâtla imtihanda herkes başarılı olamayabilir. Yüce Allah (c.c.) engin rahmetiyle çoğu Müslümanlara bu türden fitne kapılarını açmamaktadır. Dünya yaşamında bizim için neyin hayırlı neyin hayırsız olduğunu bilememekteyiz. Salâvatla peygamberimizin (s.a.s) dualarını üzerimize düşürdüğümüzde bilerek veya bilmeyerek bizim için hayırlı olan şeylere dua etmiş oluruz. Hususiyle dualarda Allaha hamd u sena ettikten sonra salâvatlara daha bir önem verirsek kurtuluşa, dünya ve ahret hayatında mutluluğa erebiliriz.
Yüce Allah (c.c.), bizlere peygamberimize (s.a.s) salâvat getirme nimetini nasip eylesin. Peygamberimizin dualarını ve şefaatlerini her daim üzerimizde bulundursun. Âmin.
Salâvat, Salâvat-ı Şerife, Salât u Selam, Peygambere Salâvatın Önemi, Faziletleri
Bu dünyadaki bütün Müslümanlar doğal olarak peygamberimiz (s.a.s) ile görüşmek, konuşmak isterler. Hatta onun yaşadığı devirde de hayatlarını birlikte yaşamak gönüllerinden geçebilir. İşte salâvat bu işlevi bir dereceye kadar karşılamak için vardır. Kim peygambere (s.a.s) salâvat getirirse onunla iletişime geçmiş olur. Zira peygamberimiz (s.a.s) hadis-i şeriflerinde, salâvatları kendisine getirmekle görevli meleklerin bulunduğunu, ümmetinin her bir ferdinin salâvatını alıp ona karşılık verdiğini belirtmektedir.
Salâvatın binlerce değişik çeşidi vardır. Bunların her birinin faziletleri farklıdır. Ortak olan noktaları peygambere dua ve selam temennilerinde bulunmaktır. Nitekim salâvatlarda Arapça değişik çekimlerde bulunan salât dua, selam ise esenlik demektir.
Dua, ibadetin özüdür. Gayesidir. İbadette insan riyaya düşebilir. Bu taktirde, Allah göstermesin, yapılan ibadetler insanın aleyhinde olur. Ama kabul gören bir dua dünya ve ahret hayırlarına vesile olur. Onun için bir dua çeşidi olan salâvatların önemi çok büyüktür.
Peygamberimize dua ve esenlik temennisinde bulunmak ne demektir? Peygamberimizin (s.a.s) buna ihtiyacı var mıdır? Peygamberimize (s.a.s) yüce Allah (c.c.) Makam-ı Mahmudu vaat etmiştir (bk. İsra suresi, 9). Allah (c.c.), sözünde durur. Caymaz. Ondan öte bir makam ve derece de bulunmamaktadır. Bu nedenle peygamberimizin (s.a.s), ümmetinin duasına ihtiyacı yoktur. Zaten bir kişi bu düşünce ile salâvat getiriyorsa, yani ben getirdiğim bu salâvatlarla peygamberin manevi yükselmesini sağlıyorum, ona makam ve derece kazandırıyorum, diye aklından geçiriyorsa yanlış bir itikat içerisindedir. Büyük bir edepsizlikte bulunmaktadır. Bunu İmam-ı Rabbani (k.s.) Mektubatında da bu şekilde açıklamaktadır. Peygambere (s.a.s) karşı bu büyük edepsizlik mutlaka bir gün itikatta yanlış yollara sapmayı doğuracaktır. Kişi kendisini peygamberden üstün görürse, ki kalbinde bu duygu bir an geçse bile, Allah göstermesin, imanında büyük yıkımlar yaşayabilir. Dinin temelinde peygambere iman, özellikle peygambere karşı edep önemli bir rükündür. Hucurat suresi bunun üzerine inmiş, müminleri bu konuda değişik hususlarda uyarmıştır.
Salâvatta görünüşte peygamberimize (s.a.s) dua ve selam temennilerinde bulunulur, hakikatte ise peygamberimizin dua ve selam temennileri salâvat getirenin üzerine gelir. Yani peygamberimiz (s.a.s) salâvata muhtaç değildir ama bizler onun dua ve selamlarına çok muhtacızdır. Çünkü peygamberimize (s.a.s) salâvatı Allah ve melekleri yapmaktadır. Biz salâvatı Allahın (c.c.) emri olduğu, peygamberimizin (s.a.s) hadis-i şeriflerde çokça tavsiye ettiği ve bizzat salâvatın bizim yararımıza olduğu için getirmek isteriz.
Salâvat ile bir Müslümana şu itikat kazandırılmaya çalışılır: Hz. İsa (a.s) taraftarları zamanla onu ilahlaştırdılar. Allahın oğlu olarak yücelttiler. Hâlbuki o ancak Allahın bir kulu ve peygamberiydi. Bu tehlike bütün peygamberler için de söz konusu olabilirdi. Yüce Allah (c.c.), insanların peygambere imanda sağlam bir itikada sahip olmaları için peygambere salâvat getirmeyi emretmiştir: Şüphesiz Allah ve melekleri peygambere salât ediyorlar. Ey iman edenler, sizler de ona salât ve selam edin! (Ahzab suresi, 56)
Bir insanın hayatında en az bir kere peygambere salât getirmesi bu farzı yerine getirmesini sağlayacaktır. Tabii bir Müslümana yakışan edep ölçüsü onun adının geçtiği her yerde ve zamanda salâvat getirmektir. Peygamberimizin adının geçtiği halde ona salâvat getirmeyenleri hadisi şerifler çeşitli şekillerde uyarmıştır. Hadis-i şeriflerde bu gibi kişilerin burunlarının sürtüneceği belirtilmiştir. Ayrıca bu tür kişiler insanların en cimrisi diye de vasıflandırılmıştır.
Peygamberimizin (s.a.s) dua ve selam temennilerine şefaat de denir. Yani şefaatin aslı ve hakikati dua ve selam temennisidir. Sanıldığı gibi şefaat sadece ahret ve günahkârlar için geçerli değildir. Peygamberimiz (s.a.s) türbelerinde cennet bahçelerinden bir bahçe içerisinde bulunmaktadır. Ümmetinden kendisine salât u selam getiren her fertten gerçek manasıyla haberdar olmaktadır. Onlara dünya yaşamında karşı karşıya bulundukları sıkıntıların, problemlerin ortadan kalkması veya hafiflemesi için dua ve selam temennileri ile yüce Allah (c.c.) katında şefaatte bulunmaktadır. Ahrette günahkâr müminlerin Allah tarafından affedilmesi yanında diğer müminlerin Allah katında yüksek makamlara ulaşması, cennetteki derecelerinin artması da peygamberin (s.a.s) şefaati ile mümkün olmaktadır.
Peygamberimizin (s.a.s) şefaatinin üzerimizde her daim bulunması için belli bir sayıdaki salâvatı her zaman virt edinmek akıl karıdır.
Peygamberimiz (s.a.s) şu anda ahret hayatındaki yaşamı sırasında ümmetinden, ümmetinin fertlerinden uzak değildir. Levh-i mahfuz bir kitap gibi peygamberimizin (s.a.s) önünde durmaktadır. İstediği an kendisine salâvat getiren her bir kişinin geçmişteki, şimdiki, gelecekteki her şeyini bilmektedir. Bu nedenle salât ve selamla kendisiyle iletişimde bulunan her bir kişi ondan maddi ve manevi sıkıntıları, problemleri için dua almakta, Allahın izni ve yaratmasıyla büyük maddi ve manevi ikramlara nail olmaktadır. Bu pek çok hadis-i şerifle müjdelenen bir husustur.
Ne zaman bir sıkıntıyla, problemle karşılaşsam hemen salâvat çekmeye başlarım. O sıkıntının veya problemin ortadan kalktığını veya hafiflediğini mutlaka müşahede ederim. Bunu kendi özel hayatımda binlerce kez tecrübe ettim. Peygamberimizin (s.a.s) çektiğim salâvatlarla bana dua ettiğini düşündüğüm için onunla bu zaman zarfında kalbi bir rabıta da kurmuş olurum. Bu durum peygambere imanımı daha yakinleştirdiği gibi onunla aramdaki ilişkiyi her geçen gün daha da güçlendirmektedir. Salâvat peygamberin (s.a.s) aramızda yaşayan samimi bir dost; her sıkıntımızda, problemimizde yardıma koşan bir büyüğümüz gibi kabul edilmesini sağlamaktadır.
Salâvat öyle bir özellik taşımaktadır ki, ona hayran olmamak elde değildir. Şöyle ki: Salâvat şeklen peygambere dua cümlesi mahiyetindedir. Salâvatta duaya muhtaç bir kul olarak peygamber (s.a.s) konumlandırılmaktadır. Bu sayede peygamberin ilahlaştırılması önlenmektedir. Kendisinden önce peygamber olan Hz. İsanın başına gelen şeyden peygamberimiz bu sayede korunmaktadır. Salâvat manevi yönü ile yani hakikatte ise peygamberimizin salâvat getirene dua ve şefaatte bulunmasıdır ki, bu yönü ile gizlenmiştir. Kişinin peygambere imanına bırakılmıştır. Kişi inancı ve itikadı oranında getirdiği salâvatla manevi olarak destek gördüğünü düşünmektedir. Peygamber (s.a.s) salâvat getirene dua ve şefaatte bulunmakta, bu sayede yüce Allah da o kişiye yardım etmekte, içerisinde bulunduğu sıkıntıyı, problemi ya ortadan kaldırmakta ya da hafifletmektedir. Bu sayede salâvat ile bir insan hiçbir zaman peygamberini ilah konumuna yükseltememekte, fakat manevi olarak onunla olan bağını güçlendirmekte, Allah ile olan ilişkisinde peygambere (s.a.s) yakışan ve yaraşan konumu verebilmektedir. Kişi salâvat sayesinde yüce Allahın (c.c.) istediği ve razı olduğu bir şekilde peygamber inancını, peygambere imanı muhafaza edebilmektedir. Geliştirmektedir.
Çağımızda Vahhabilik, Selefilik gibi mezhebi akımların etkisi ile salâvatın manevi, yani hakiki yönü pek dikkate alınmamaktadır. Yok sayılmaktadır. Peygamberi ilahlaştırmamak için böyle bir gayretin içerisinde bulunulmuştur. O zaman da salâvatın bir anlamı olmamaktadır. İnsanlar salâvat getirmekten uzaklaşmaktadırlar. Salâvatın önemi ve faziletlerinden habersiz olmaktadırlar. Peygamber tıpkı her insan gibi ölümle aramızdan ayrılmış ve bu dünya ile insanlarla ilişkisi olmayan biri konumuna getirilmiş bulunmaktadır. Hâlbuki binlerce evliya şahittir ki, peygamberimiz ölümünden sonra da diridir. Ümmetinin içerisindedir. Bu dünyadaki insanların diriliğindeki dirilikten daha üstün bir dirilikle diri olarak türbesinde cennet bahçelerinden bir bahçe içerisinde yaşamaktadır. Ümmetinden her bir fertle de yakından ilgilidirler, ilgilenmektedirler. Salâvat getiren her kişinin salâvatını almakta ve ona salâvatta ve şefaatte bulunmaktadır. Zaten bu durum onlarca hadis-i şerifle de doğrulanmaktadır. Ehl-i sünnet inancı da bu düşünceyi, inancı gerektirmektedir.
Peygamberimize (s.a.s) imanı sadece tarihi bir şahsiyete iman olarak algılamak doğru değildir. O taktirde bu iman çok sığ olur. Derinlikten, anlamdan yoksun kalır. Her an ufak bir şüphe ile toza ve dumana karışabilir. Onun ruhaniyetinin aramızda olduğuna inanmak, özellikle salâvat getirdiğimizde onun bunu aldığını ve buna karşılık verdiğini kabul etmek peygambere imanın yakinleşmesini ve derinleşmesini sağlar. Bu iman ve itikat sayesinde onu rüyada görmek mümkün olur.
Ölen insanların ruhları Berzah âlemine intikal eder. Genellikle onların bu dünya ile bir ilgileri olmaz. Ama peygamberlerin ve velilerin ruhları böyle değildir. Onlar ölseler bile istedikleri anda istedikleri yerde ruhları ile bulunabilirler. Bu yüce Allahın (c.c.) onlara ve bizlere verdiği bir nimettir, rahmettir. İsimleri hürmetle anıldıkları anda o yerde hazır ve nazır olurlar. Nakşibendiyye tarikatında hatme-i haceganda zikirden sonra sadat-ı kiramın isim ve unvanlarının uzun uzun anılıp dua buyrulmasının bir nedeni de onların ruhaniyetlerinin zikir meclisine teşrif etmelerini sağlamak, bu sayede himmetlerini almaktır.
Tabii burada yeri gelmişken şunu belirtelim ki, ruh çağırma seanslarına gelenler cinlerdir, genellikle onların en azgınları bulunan şeytanlardır. Bu, başka bir konudur. ******lar ruhlarla ilişki kuracak kabiliyette değildirler. Onlar ancak cinlerle konuşabilirler. İlahi nurları müşahede edecek seviyeye ulaşmadan peygamberlerin ve velilerin ruhlarını görmek, onlarla görüşmek kimseye müyesser olmaz.
Ruh, Allahtan ilahi bir nefhadır. Rüyada peygamberi gördüğünde onu tanır. Kim olduğunu bilir. Eğer gördüğü kişi hakkında peygamber mi, değil mi diye bir kuşku duyulsa, o zaman o görülen kişi peygamber varisi bir velidir. Onun için peygamberimiz (s.a.s) şöyle ifade buyurmuşlardır: Rüyada beni gören beni görmüştür. Zira şeytan benim suretime giremez.
Çoğu kişi ömürlerinde bir defa da olsa peygamberimizi rüyalarında görmek isterler. Bunun yolu da ona çokça salâvat getirmekle olur. Çokça salâvat kişinin ruhunu peygamberimizin (s.a.s) ruhaniyetiyle karşı karşıya getirir. Onu bir gün de olsa rüyada görme saadetini sağlayabilir. Peygamberi rüyalarında çokça görenlerin ortak vasıfları ona çokça salâvat getirmeleri ve ehl-i beytine, hususiyle peygamberimizin soyundan gelen dini açıdan doğru ve güzel insanlara, peygamber yolunda yürüyen kişilere, yani sadat-ı kiramlara hürmet etmeleridir.
Salâvat ruha bir rahmet duygusu tattırır. Bir müddet salâvat getirdikten sonra ruhun rahatladığını, yakıcı bir susuzluktan sonra suya kanan bir insanın yaşadığı serinlik hali gibi bir duyguyu yaşattığını herkes tadabilir.
Salâvat getirme dünya ve ahret hayatında üzerimizde bulunan sıkıntıların ve problemlerin ortadan kalkmasını veya hafiflemesini sağlarken günahlarımızın affedilmesini ve peygamberimizin (s.a.s) şefaatlerinin üzerimizde bulunmasını da gerçekleştirir. Bunlar hadis-i şeriflerde belirtilen hususlardır. Hiçbir kimse ameli ile cennete giremez. Herkes ancak Allahın rahmeti ile kurtuluşa erebilecektir. Bunun için her insan peygamberin (s.a.s) şefaatine muhtaçtır. Çünkü Allahın (c.c.) rahmeti, peygamberin duası ve şefaati ile iner.
Yüce Allah (c.c.) peygamberimizi övme sadetinde onu kendi güzel isimleri ile tavsif buyurmuşlardır: And olsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O size çok düşkün, müminlere karşı da çok şefkatli (rauf), ve merhametlidir (rahim). (Tövbe suresi, 128)
Ne zaman mevlit törenlerinde bulunsam peygamberimizin (s.a.s) ruhaniyetinin de mutlaka oraya geldiğine sadat-ı kiramın himmetiyle şahit olmuşumdur. Öyle ki peygamber adına düzenlenen konferanslarda, törenlerde de bu keşif bana hep ayan olmuştur. Şimdi şöyle düşünmekteyim ki, böyle ilgili törenlere bizzat peygamberimiz (s.a.s) ev sahipliği yapmakta, gelenlere de manevi hediyeler vermektedir. Müminlere sarılmakta, onlarla musafaha etmektedir. Peygamberimiz (s.a.s), adına düzenlenen hiçbir törenden habersiz olmamaktadır. Ruhaniyetiyle ve dostlarının da ruhaniyetleriyle bizzat oraya teşrif etmekte ve orayı şenlendirmektedir.
Salâvatın anlamını, önemini şu hadis-i şerif bana ziyadesiyle hissettirmiş ve düşündürmüştür: Bir sahabi peygamberimize (s.a.s) gelerek, ya Rasulallah ben sana çok salâvat getiriyorum. Acaba bunu ne kadar yapmam gerekir, dedi. Peygamberimiz (s.a.s) dilediğin kadar yap, buyurdular. O zaman sahabi dualarımın dörtte birini sana salâvata ayırsam uygun olur mu, dedi. Peygamberimiz (s.a.s) dilediğin kadarını ayır. Ama daha fazla yaparsan senin için hayırlı olur, buyurdu. Sahabe o halde üçte ikisi yeter mi, dedi. Peygamberimiz (s.a.s) yine aynı karşılığı verdi. Bunun üzerine sahabe dualarına ayırdığı bütün zamanı salâvat getirmeye ayıracağını söyledi. Peygamberimiz (s.a.s) o zaman o sahabeye şöyle buyurdular: Böyle yaparsan Allah bütün sıkıntılarını giderir ve günahlarını bağışlar.
İnsan dualarında farkına varmadan şer de isteyebilir. Nefis cihetiyle Allahtan zenginlik isteyen pek çok Müslüman vardır. Hâlbuki zenginlik, içerisinde büyük fitnelerin olduğu bir dünya nimetidir. Her insan için hayırlı olmaz. Örneğin zekâtla imtihanda herkes başarılı olamayabilir. Yüce Allah (c.c.) engin rahmetiyle çoğu Müslümanlara bu türden fitne kapılarını açmamaktadır. Dünya yaşamında bizim için neyin hayırlı neyin hayırsız olduğunu bilememekteyiz. Salâvatla peygamberimizin (s.a.s) dualarını üzerimize düşürdüğümüzde bilerek veya bilmeyerek bizim için hayırlı olan şeylere dua etmiş oluruz. Hususiyle dualarda Allaha hamd u sena ettikten sonra salâvatlara daha bir önem verirsek kurtuluşa, dünya ve ahret hayatında mutluluğa erebiliriz.
Yüce Allah (c.c.), bizlere peygamberimize (s.a.s) salâvat getirme nimetini nasip eylesin. Peygamberimizin dualarını ve şefaatlerini her daim üzerimizde bulundursun. Âmin.