Şalvar Güreşi
Genellikle Kahraman Maraş İl merkezi ve ilçelerinde icra edilen bu Güreş çeşidi yıllardır yapıla gelmektedir.Şalvar güreşi çok eski geleneklere dayanan ve Türkmenler tarafından yapılan bir güreş türüdür.Kısa şalvar adından da anlaşılacağı gibi keçi yününden yapılır.Şalvarın ağız kısmına kösele deri dikilir.Bağı ise kalın örme ipten yapılır.Kısa şalvar diz üstünde baldırın orta yerine gelecek uzunlukta dizayn edilir.Kahraman Maraş yöresinde yapılan tüm güreşlerde bu tür şalvar kullanılagelmiştir.Yapılışı çok eskilere dayanan bu güzelim Güreş şimdi sadece Kahramanmaraş'ın Bertiz , Baydemirli ve çevresinde yılda bir defaya mahsus olmak üzere Festival şeklinde tanzim edilerek bu ananenin yaşatılmasına çalışılmaktadır.
ŞALVAR GÜREŞİNDE TEKNİK UYGULAMA
1-Kısa şalvar güreşinde tüm teknikler ayakta yapılır
2-Rakip alta düştüğü anda bir tek hamle şansı verilir.Bu hamlede sonuç olmaz ise genelde ayağa kaldırılır.
3-Dengenin son derece önemli olduğu güreş sporunda Ayakta muazzam bir denge unsuru oluşturan kısa şalvar güreşleri ata sporumuza bir çok şampiyonunun kazandırılmasında bir hayli büyük yararları olmuştur
KAHRAMANMARAŞ'TA YAPILAN KISA ŞALVAR GÜREŞLERİNDE UYGULANAN TEKNİKLER
1-YANBAŞI
2-İÇ ÇANGAL
3-DIŞ ÇANGAL
4-BAĞDA
5-TIRPAN
6-DOMUZ TOPU
7-DÖŞ ÇANGALI
8-ALDANGAÇ
9-KÜNDE (ŞARK VE BEL KÜNDESİ)
10-DİLKİDEN ATMA
11-YAN BAĞDA
12-DİLKİ ÇANĞALI
Yöresel şive ile adlandırılan bu teknikler hala daha yapılagelmektedir.Bilhassa Ayakta yapılan güreşlerde çangal fonksiyonunun ne kadar sonuca gidici bir hadise olduğu bilinmektedir.Türk güreş tarihinde Çangalın yaygınlaşmasında Bilhassa Bekir Büke ismi ön plana çıkmaktadır.Türk güreşinde
Maraş çangalı diye bilinen çangalın mücitlerindendir.İzlemiş olduğumuz bir çok güreşlerde bir güreşçi çangal attığı zaman "AHADA MARAŞ" DİYE ESPRÜTEL bir şekilde güreşimize yerleşmesine sebebiyet vermiştir.
KISA ŞALVAR GÜREŞİNİN YAPILDIĞI ZEMİN
1-YUMUŞAK ELENMİŞ KUM ZEMİN
2-ÇELTİK KABUĞU YERE SERİLEREK ÜZERİNDE YAPILIR
3-ÇİM ZEMİN
4-KAR ÜSTÜNDE
5-Genelde açık alanda yapılan bu önemli güreşlerimiz için 1970-2001 dönemini hatırlamaktayım.Genelde Kahraman Maraş Merkez -İlçelerden
Afşin-Elbistan-Türkoğlu-Pazarcık-Göksun-Andırın-Çağlayancediü
Kasabalardan İse :Çardak-Arıtaş Altın elma ve ismini sayamadığımız birçok köyünde yıllarca kısa şalvar güreşleri yapılagelmiştir.Kısa şalvar güreşinden uzun pırpıt güreşine geçiş intibakı bir hayli zor olmuştur.Halk yüksek risk içeren teknikleri ve bilhassa güreşte heyecanlı sahneleri sevdiğinden karakucak güreşlerine geçilip rakip alta düştüğü zaman çok tepki göstermişlerdir.Seyirciler hep bir ağızdan kaldır diyerek hakeme tepki göstermişlerdir.Fakat zamanla bu güzel anane kaybolmaya yüz tutmuş ve şimdilerde ise sadece K.Maraş merkez Bertiz ve baydemirli dışında hiç bir yerde malesef yapılmamaktadır.Tarihi miras olan ve güreşimizin alt yapısına büyük fayda sağlayan böylesine önemli bu güreşlerin yaşatılması için mutlaka yetkililerin çaba sarfetmeleri teşvik unsurları ortaya koymaları ve en azından ananenin kaybolmaması için girişimlerde bulunmaları şarttır diye düşünüyorum.
KISA ŞALVAR GÜREŞLERİNDE ÖDÜL
1-Çocukluğumdan hatırlarım filan pehlivan şu köyde yapılan güreşlerde şalvarı aldı.Bu yapılan güreşin bir hatırası ve herkesi yenerek şampiyon olması nedeni ile sembolik olarak verilen bir ödüldür.Şalvar güreşlerinde eskiden : 1-Koyun 2-Koç 3-Boğa 4-Tay 5-Para Ödülü , ALTIN ÖDÜLÜ gibi mütevazi ödüller verilirdi.
KAHRAMANMARAŞTAKİ GEÇMİŞ UYGULAMA
1-Kısa şalvar güreşi KahramanMaraş ilimizde geçmiş yıllarda 1-KÜMBET 2-DEVECİLİ 3-KUYUCAK , TEKKE, iTTEPESİ (ABARABAŞI) , ESKİ KIŞLA ,batı park sahası semtlerinde hemen hemen her pazar yapılırdı.Halk güreşlere büyük bir rağbet ederdi.Eski güreş sever büyüklerimiz yıllarca yapılan bu güzelim geleneği bazen duygusal kelimelerle heyecanla daha dün yapılmış gibi anlatırlar.
GÜREŞLERDEKİ FOLKLOR
1-Kahraman Maraş yöresinde yapılan bütün güreşler genelde davul zurna eşliğinde yapılır.Davul çalan müzisyenler en az bir güreş hakemi kadar bu güreşlerin usulunü bilir rakip yenildiği zaman hakemle beraber oda davulu anında durdurur.Bu kahramanMaraş ilimizde çok görülmüştür.
Şalvar güreşleri tür olarak karakucak güreş türündendir.Yine kısa şalvar güreşi gibi kahramanMaraş yöresinde düğünlerde Bayrak Güreşleri yapılırdı.Gelin gelecek evin Damına bir bayrak dikilir.Bayrakta gömlek ,kumaş , çeşitli hediyelik eşyalar takılır.Gelin eve indikten sonra davul zurna eşliğinde kalabalık samen grubu güreş yapılacak alana giderler ve burada dostça kıran kırana güreşler olurdu.Genelde bu güreşlerde tartı yapılmaz hakemler tarafından
KATEGORİ
1NCİ KATEGORİ (BAŞ)
2 NCİ KATEGORİ
3 NCÜ KATEGORİ.
4NCÜ KATEGORİ 4 Kategori üzerinden yapılır.Temennimiz atalarımızdan kalan bu güzelim tarihi mirasın nesiller boyu yaşatılması ve devam etmesidir.Bu uygulama genelde köy yerlerinde düğün güreşlerinde uygulanırdı.İlk zamanlar İl merkezinde ve ilçelerdede genelde 3 boy üzerinden yapılırdı.Daha sonra düzenli sıklet üzerinden yapılmaya başlandı.
KATEGORİ ;
TARTI İLE YAPILIRDI
60 KG DESTE
65 KG ORTA
70 KG BÜYÜK ORTA
80 KG BAŞ ALTI
80 KG YUKARI baş olurdu.Genelde kısa şalvar güreşleri 5 boy üzeninden yapılırdı.
TARİHTEN BİR YAPRAK
KATEGORİ
TARTI İLE YAPILIRDI
60 KG DESTE
65 KG ORTA
70 KG BÜYÜK ORTA
80 KG BAŞ ALTI
80 KG YUKARI baş olurdu.
Genelde kısa şalvar güreşleri
5 boy üzerinden yapılırdı.
Kısa Şalvar Güreşleri : Yıl 1961-K.Maraş
İsmet Alpaslan- Ejder Gürsoy 60 kg Finali
Müsabakayı Yöneten yöre güreşine çok katkısı olan rahmetli Ahmet Duran Karagülle
Resim:İsmet Alpaslan arşivinden temin edilmiştir,
GÜREŞ
Yrd Doç Dr Mehmet TÜRKMEN
Türk spor tarihinde engin, Türk spor geleneğinde zengin bir yere sahip olan güreş sporu, insanlık tarihi kadar eski bir geçmişe sahiptir. Bütün sporların prototiplerinde olduğu gibi, güreşte eski devirlerde savaşa hazırlık amacıyla yapılmaktaydı. Eski Türklerde de bu amaç var olmakla birlikte özel ve genel toylarda (şenlikler/ merasimler), yuğ (yas) merasimlerinde, pazar ve panayır yerlerinde, yaylada konup göçüşlerde ve her türlü buluşma ve kaynaşma yerlerinde yapılmıştır.
Diğer bir bakışla güreş, Türkler de siyasi ve askeri, dini, sosyal ve kültürel bir çok fonksiyonların yerine getirilmesinde en önemli aksiyonlardan biri olmuştur. Ayrıca, sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik yapı ve yaşayışında ayrılmaz bir parçası görünümünü almıştır. Dolayısıyla sosyal bütünleşmeye ve sosyalleşme sürecine de büyük katkılar sağlamıştır. Böylece eski medeniyetlerin hemen hepsinde görülen güreş sporu, hiçbir zaman Türklerde ki kadar çok yönlü fonksiyonları icra etmemiştir (Balgambayev,1981).
IXX. asrın ortalarından itibaren çağın değişmesine ve gelişmesine paralel olarak, Türk Güreşi de bünyesinde bulundurduğu bu çok yönlü fonksiyonların bir çoğunu, belki de tamamına yakınını kaybetmiştir.
Ancak, spora olan ilgi bütün dünyada gün geçtikçe daha da artmıştır. Milli düzeyden milletlerarası düzeye çıkan ve uluslar arası spor halkasına eklenen branş sayısı her gün biraz daha artmıştır. Bunun en bariz örneği; İlk modern olimpiyatta (1886) yapılan spor branşları ile son olimpiyatta (2000) yapılan spor branşları sayılarında ki artışla görülebilmektedir. Olimpiyatlara katılan ulus sayısı da buna paralel olarak artmıştır.
Fakat, milli düzeyden milletlerarası düzeylere çıkan sporlarda daha ziyade gelişmiş ülkelerin ağırlıkları görülmektedir. Bu durum sporun milletlerarası kültürel temaslarının yanı sıra, milletlerin birbirlerine siyasi ve kültürel propaganda yaptıklarını da göstermektedir. Milletlerarası spor halkasına yeni bir spor ekleyen uluslardan daha fazla, geçmişte bünyesinde bir çok sporu barındıran Türkler, bırakın bu sporları milletlerarası spor halkasına eklemeyi; milli kültür halkası için de bile yeterince barındıramamışlardır.
Zamanla bir takım gelenekler ortadan kalkmış veya orijinalliğini yitirmiştir. Bu durum telafisi mümkün olmayan kayıplara yol açmıştır. Türk kültür hayatında büyük öneme haiz olan geleneksel güreşlerde, bu durumdan kendisine düşen payı almıştır. Kahramanmaraş yöresinde yakın tarihe kadar çok yaygın olan Şalvar Güreşi vardı ki, bu güreş her bakımdan günümüz minder güreşi ( özellikle serbest güreş) için çok önemli bir altyapı potansiyeliydi. Fakat, senede bir kez çok zorluklar altında ancak yapılabilmektedir.
Yine Geleneksel Spor Dalları Federasyonu’na (GSDF) bağlı olarak Gaziantep ve Hatay yörelerinde yapılan Aba Güreşleri bulunmaktadır. Günümüzde az da olsa hala yapılmakta olan bu güreşlerden özellikle Hatay yöresinde yapılanı; günümüz Orta ve Kuzey Asya ile Kafkasya da hala çok yaygın olarak yapılan ( Abbotov, 1991; Bektenov ve Musim, 1978) aba güreşleriyle her bakımdan aynilik ve orijinallik taşımaktadır. Bu güreşlerin çok önemli bir yanı da, eski Türk geleneğinde olduğu gibi hala Orta ve özellikle Kuzey Asya Türk halklarının bayanlarının da yapmış olmalarıdır. Hatay usulü aba güreşlerinin diğer bir önemli yanı da, minder güreşiyle teknik ve fizyolojik açıdan benzer oluşudur. Bu bağlamda aba güreşi; hem alt yapı ve potansiyel açıdan hem de Türk bayan güreşini kalkındırmak bakımından önem arz ettiği görülebilmektedir.
Güreş Federasyonu (TGF)’na bağlı olarak organize olan Karakucak ve yağlı Güreşlerde bulunmaktadır. Bunlardan karakucak güreşleri eskisi kadar yoğun yapılmamakla birlikte; eskiden beri serbest güreşin bölgesel potansiyelliği ve başarı grafiği ile paralel bir seyir izlediği bilinmektedir. Bu durum, karakucak güreşlerinin nazari-dikkate alınmasını gerektirmektedir.
Yağlı Güreş
yukarıda adı geçen aba, şalvar ve karakucak güreşleri kadar geleneksel Türk unsurlarını, rituel sujeleri vs. bütün proto özellikleri üzerinde taşımamaktadır. Aynı zamanda minder güreşlerine de bir alt yapı görünümünde değildir. Çünkü yağlı güreş fizyolojik açıdan minder güreşleriyle farklılık göstermektedir. Ancak, yağlı güreşin günümüzde dahi bazı bölgelerde birinci lig futbol derbi maçları kadar bir sektörü bulunmaktadır. Bu açıdan göz ardı edilmemesi kanaati hasıl olmaktadır.
Minder güreşi (serbest ve Greko-Romen), Türkiye ye ilk geldiği yıllarda klasik (geleneksel) güreşlerin gölgesinde kalsa da, kısa sürede kendisini toparlamıştır. 1970’li yıllara kadar ülkenin en popüler ve sektörel bir sporu olan güreş, ondan sonraki yıllarda bu popülaritesini yavaş-yavaş yitirmiştir. Günümüzde çok şeyde olduğu gibi sporun popülaritesi de kitle iletişim araçlarına bağlıdır. Medya diye tabir edilen bu araçların Türk güreşine yeterli düzeyde yer vermediği açıktır. Buna sebep olarak Türk güreş camiası veya FILA gösterilebilir.
Ancak, şöyle bir geriye dönüp bakıldığında; Türkiye’yi yurt dışında en iyi temsil etmiş branşın güreş sporu olduğu açıkça görülecektir. Dünyanın en büyük organizasyonu olan Olimpiyat oyunlarında şimdiye kadar Türkiye’nin aldığı toplam altın madalya sayısı 33’dür. Bunun 27’si güreşten gelmiştir. Dünya ve Avrupa Şampiyonalarında güreşin getirdiği altın madalya sayısı ise, yaklaşık bunun altı katıdır. Güreş camiasının bütün sporlara çok iyi gözle baktığı; güreşçilerin komple sporcu oluşlarıyla da ortadadır. Fakat, uluslararası düzeyde Türkiye ye hiç şampiyonluk yaşatmamış branşları saatlerce, günlerce, aylarca ve hatta yıllarca medyadan seyrederken; bu denli başarı kazandırmış güreşi, hiç denecek kadar az görmek veya hiç görememek; hem Türk güreş severleri üzmekte hem de Türk güreşinin bu ilgisizliği hakketmediği kanaati hasıl olmaktadır.
Bazı yabancı uzmanların güreşe en yetenekli ve istekli insanların başında Türklerin geldiğini hem teoride (Sımakov,1984) hem de pratikte (Sapunov, 2001) belirtmektedirler. Türkiye de güreş sporunu yapacak çağda insanların çokluğu ve bu spora istekli pilot bölgelerin sıklığı herkes tarafından bilinmektedir. Bura da yetkili ve ilgililere, Türk güreşini dünyada hak ettiği yere getirebilmek için, maddi manevi imkanları en iyi şekilde değerlendirmek kalmaktadır. Elbette ki bu işte kolay değildir. Güreş alanıyla ilgili akademisyen ya da uzman kişilerin samimi veya özverili olmalarının da yeterli olmadığı anlaşılmaktadır.
Part-Time çalışmalarla Türk güreşinin bir yerlere gelemeyeceği özellikle son beş yılda yeterince anlaşılmıştır. Bütün olumsuzlukları olumlu yöne çevirmek; mevcut potansiyelleri en verimli veya başarılı hale getirmek; aynı zamanda profesyonellik gerektirdiği açıktır. Alanında uzmanlaşmış kişi veya akademisyenlerin zamanlarının tamamını veya bir çoğunu Türk güreşine ayırmalarının gerekli olduğu anlaşılmaktadır.
Güreş Ve Pehlivan Sözcüğünün
Tarihi Tasviri ve Açıklaması
Güreş ;
Kaşgarlı XI. Asır DLT’de “Çalış” ve “Çelme” kelimesinin karşılığı olarak “Güreş” (küreş) diye tanımlanmıştır. Aynı sayfada “çalışçı” kelimesi “Güreşçi” olarak açıklanmıştır (Kaşgarlı, 1985). Bu büyük yazar eserinin bir başka yerinde “Kız ila küreşme kısrak ile yarışma” (Kaşgarlı, 1985) diye bir deyişle örnekleme yapmaktadır.
Aynı dönemlere (XI. Asır) tekabül eden ve temel eserlerden biri olan KB’de Yusuf Has Hacip; “Güreş” sözcüğünün karşılığı olarak “Küreşmek = Boğuşmak” olarak vurgulamaktadır (Yusuf Has Hacip, 1979).
Bu iki temel eserlerden yarım asır sonra (1127 - 1144) yazılmış olan ME.’de de El-Havarizmi güreşe “küreş” derken bu sporun bu isim altında Oğuz, Kıpçak ve diğer Karahanlı Türk’lerinin severek yaptıklarını vurgulamaktadır (El-Havarizmi, 1993).
Günümüz Orta ve diğer Asya Türk toplumlarından Azeriler “gülaş”, Başkurtlar “köraş”; Kazaklar “küres”; Kırgızlar “küröş”; Özbekler “kuraş”; Tatarlar “köraş /küreş; Türkmenler “göreş”; Uygurlar’ın “küraş/küreş” (KTLS., 1992) dedikleri görülmektedir. Diğer Türk’lerden Gagouzlar “küreş”; Yakutlar, Sakalar, Tuvalar ve Hakaslar ise “küraş” demektedirler (BRSMSTS., 1988)
Yukarıda da görüleceği gibi güreş sözcüğü bütün Türk toplumlarında birbirine benzer ya da aynı şekilde telaffuz ediliyor. Bilindiği gibi Anadolu’da da güreş sözcüğü halk arasında “güleş” ya da “küleş” (Afşin, 1988) diye telaffuz edilmektedir. Görülen o ki, eski ve yeni bütün Türk toplumlarında bu sözcüğün kökeninin “kür” olduğudur.
“Kür” sözcüğü eski Türk yazıtlarında (Orhun ve Yenisey) da sık sık geçmektedir ve manası “güçlü”, “sarsılmaz”, “kuvvetli” anlamına gelmektedir (Orhun, 1987). “Eş” ise eski ve yeni Türkçe’de ”arkadaş” anlamına gelmektedir. “Kür-eş-mek” ME:’de kendisine denk başka biriyle aynı mücadeleyi paylaşmak ve yarışmak anlamına gelmektedir (El-Havarizmi, 1993; Kahraman, 1989). Sımakov, bu konuyu daha sade şekilde şöyle yorumlar. “Türkler de 7. ve 8. Asırlarda güçlü kuvvetli kişilerin karşılıklı eşleşerek at üzerinde ve yerde saatlerce kür-eş yaparlardı” (Sımakov, 1984) demektedir.
Her toplumun kültür hayatında farklı boyutlarda görülen güreş sporu, Türk spor geleneğinde çok zengin bir yere sahiptir. Buna rağmen eski Türk toplumları daha ziyade göçebe hayatı yaşadıklarından, konuyla ilgili MÖ. Somut belgelere ulaşmak oldukça zordur. Belli bir coğrafyada değil üç kıtaya yayılmış olan Türkler hakkında tarihi vesikalar daha ziyade yabancı müelliflerden faydalanılarak aydınlatılmaya çalışılmaktadır (Safran, 1993).
Güreş ve türleriyle ilgili ilk vesikalar da, Çin kaynaklarından tasvir edilebilmektedir. Hanname, Can Çiyan Teskeresi’nde Türkistan’ın güreşini açıklamakta olup, “güreş” kelimesini “jiao Çu” şeklinde iki karakter ile ifade etmektedir. Aynı eser güreşlerin yapıldığı esnada güreşçilerin başlarında ve üzerlerinde giysilerin olduğunu ve halk arasında sevilerek yapıldığını vurgulamaktadır (Almas, 1986).
M.Ö. Türk güreşleriyle ilgili ilk belgeler yeni Çin kaynaklarında ve vesikalarında görülmektedir. 1983 yılında Barçuk (Maralbaşı)’un Cona Tim harabelerinde; Çin Fen Bilimleri Akademisi, Arkeoloji Araştırmaları Bölümü’nün 1955 - 1957 yıllarında Şien (Congen) şehri civarındaki Şonglinten isimli bölgede Han sülalesi dönemine ait 140 numaralı özel bir mezarda bulunan kap ve heykellerde Türk güreşlerinin ilk figürleri tasvir edilmektedir (Şinjan Daşü, 1982; Rahman, 1996).
İlk Türk güreşlerini, ilk Batı medeniyeti güreşlerinden ayıran birçok özellik bulunmaktadır. Bunlardan birisi Türkler de namahrem yerlerinin her zaman giyimli ve kapalı olmasına rağmen Batılıların çırılçıplak güreştikleri net olarak görülmektedir (Umminger, 1990; Minkowski, 1963 ). Diğer bir ayırıcı özellik ise geleneksel tarzda yapılan Türk güreşlerinin hepsinde müzik bulunmaktadır. Diğer toplumlarda bu gelenek sadece İranlılarda vardır ki bu da bunlara IX. Asırlarda Türklerden geçmiş olduğu bildirilir (Lvov, 1989).
Ancak şu ana kadar tespit edilen belge ve bulguların hiç birisi, Türk güreş geleneğinin zengin boyutlarını yansıtmamaktadır. Çünkü güreş, atlı (binicilik) sporlarından sonra Türk’lerin sosyal yapı ve yaşayışlarının her safhasında görülebilen diğer bir spordur (Türkmen, 1996; Rahman , 1996; Almas, 1986; BRSMSTS, 1988).
Pehlivan;
Bu sözcüğün aslı Farsça olup “Pehlevan”dır. Pehlivan “güreşçi, yiğit ve bahadır” anlamına gelmektedir (Develioğlu, 1993). “Pehlevan - ane” (Pehlivanlıkla = pehlivancasına = yiğitlikle = yiğitçesine) “Pehlivani” (pehlivanlık = güreşme = yiğitlik) ile ifade edilmektedir (Develioğlu, 1993).
XI (11). Asrın sonlarına kadar Türk dilinde olmayan pehlivan sözcüğü, İranlılarla savaş ve barış anındaki münasebetlerle Türklere geçmiştir. Önceleri sadece sıfat olarak kullanılan bu sözcük, sonradan özel isim olarak da kullanıldığı olmuştur (Kahraman, 1989).
Aslında mitolojiden genellikle uzak, sosyal yapı ve yaşayışı yansıtan Türk destanlarındaki “Alp” tipi, İran destanlarında “Pehlevan” olarak geçmektedir. Diğer yabancı destanlarda olduğu gibi İran destanlarının da mitolojik yönü çok ağır basmaktadır. Buna rağmen “Şahname”’de Turanlılardan (Türklerden) Peşeng, Efransiyab ve Ercasb hem hükümdar hem de pehlivan olarak sıkça geçer. Yine Şahname’de adı İranlıların efsane güreşçisi Rüstem’inki kadar çok geçen Turanlı (Türk) güreşçi Efransiyab; güçlü-kuvvetli ve kolay yenilmeyen bir yiğittir. İranlılara göre düşman pehlivanlarının en ünlüsü Efransiyab’tır. Diğer düşman saydıkları Arap, Rum vb... kavimlerin pehlivanları, İranlılara göre çok kolay yenilenleridir ve bunları fazlaca ciddiye almazlar (Demirel, 1995).
Türk destanlarında ve gerçek hayatta eskiden ve günümüz Orta Asya Türk toplumlarında güreşte galip gelene “Baatır” (Bahtiyar - Kahraman) denir ve o gözle bakılırdı (Savalayev - Bukayev ve Membetkaliyev, 1995). Türk destanlarında pehlivan sözcüğü “alp” sıfatıyla geçmemektedir. Fakat, savaşlarda güreş (küreş) geçmektedir. Örneğin, iki düşman ordusu karşılaştığı zaman çoğunlukla iki tarafın alp’i veya savaşçısı güreşir, kim yenerse zafer o tarafın sayılır. Manas’ta Türk güreşçici Koşay Han’ın Çinli Coloy Han’la güreşip yenmesi gibi (Demirel, 1995; Saralayev-Bukayev ve Membetkaliyev, 1995).
XII. Asırdan itibaren özellikle Selçuklularda pehlivan hem isim hem de sıfat olarak geçmeye başlar. Bunda önemli sebep de Tuğrul beyin resmi dil olarak Farsça’yı kabullenmesi de gösterilebilir. Selçuklu emiri Şemsettin İldeniz’in oğlunun adı “Nusret üd din Muhammed Pehlivan” idi (Kahraman, 1989). Konya Selçukluları döneminde şimdiki Niğde ilinin adı “Dar ül Pehlivaniye” olarak geçmektedir (Taneri, 1977).
Daha sonraları Şecere-i Terakime/Türk’lerin Soy Kütüğü (Ebülgazi Bahadır Han, 1663/1972) ve diğer eserlerde pehlivan adı ve sıfatının geçtiği görülebilmektedir (BRSMSTS, 1988; Ciley, 1986; Liu, 1987).
Bilindiği gibi bugün Türkiye’de pehlivan sözcüğü güreşçi manasına gelmektedir. Hatta güreşçiler arasında “sen güreşçi olabilirsin ama pehlivan olamazsın” esprisi yaygındır. Bunu demekle pehlivanlığın çok iyi bir güreşçilik gerektirdiği ya da daha iyi meziyetlere sahip olunduğu vurgulanmaktadır.
Bugün Azeriler’in “pahlavan”, Kazaklar’ın “baluvan” Kırgızlar’ın “balban”, Uygurlar’ın “palvan” (KTLS, 1992) dedikleri ve güreşçiyi, hatta iyi güreşçiyi kastettikleri anlaşılmaktadır. Aynı terimi güreşçi için kullandıkları gibi güreş içinde kullanmaktadırlar (Balgambayev, 1985; Bahtiyavov, 1993; Kılıçov, 1995).
Orta Asya Türk halklarının ata sözleri ve deyimlerinde pehlivan sözcüğü sık sık geçmektedir. Örneğin, Kazaklar “palwağa on tersi birdey” (Pehlivana ters-doğru birdir); “Balwandıgtı al al biledi, mırzalıgtı mal biledi” (Pehlivanlık güçtendir, efendilik maldandır) vb artırılabilir (İsmail ve Gümüş, 1995). Trükmenler de buna benzer sözler sarfederler. “Gaharını yuwdan-, palwan” (Kahrını gizleyen pehlivandır) vb. söylemektedirler (Kürenov ve Gümüş, 1995).*
Genellikle Kahraman Maraş İl merkezi ve ilçelerinde icra edilen bu Güreş çeşidi yıllardır yapıla gelmektedir.Şalvar güreşi çok eski geleneklere dayanan ve Türkmenler tarafından yapılan bir güreş türüdür.Kısa şalvar adından da anlaşılacağı gibi keçi yününden yapılır.Şalvarın ağız kısmına kösele deri dikilir.Bağı ise kalın örme ipten yapılır.Kısa şalvar diz üstünde baldırın orta yerine gelecek uzunlukta dizayn edilir.Kahraman Maraş yöresinde yapılan tüm güreşlerde bu tür şalvar kullanılagelmiştir.Yapılışı çok eskilere dayanan bu güzelim Güreş şimdi sadece Kahramanmaraş'ın Bertiz , Baydemirli ve çevresinde yılda bir defaya mahsus olmak üzere Festival şeklinde tanzim edilerek bu ananenin yaşatılmasına çalışılmaktadır.
ŞALVAR GÜREŞİNDE TEKNİK UYGULAMA
1-Kısa şalvar güreşinde tüm teknikler ayakta yapılır
2-Rakip alta düştüğü anda bir tek hamle şansı verilir.Bu hamlede sonuç olmaz ise genelde ayağa kaldırılır.
3-Dengenin son derece önemli olduğu güreş sporunda Ayakta muazzam bir denge unsuru oluşturan kısa şalvar güreşleri ata sporumuza bir çok şampiyonunun kazandırılmasında bir hayli büyük yararları olmuştur
KAHRAMANMARAŞ'TA YAPILAN KISA ŞALVAR GÜREŞLERİNDE UYGULANAN TEKNİKLER
1-YANBAŞI
2-İÇ ÇANGAL
3-DIŞ ÇANGAL
4-BAĞDA
5-TIRPAN
6-DOMUZ TOPU
7-DÖŞ ÇANGALI
8-ALDANGAÇ
9-KÜNDE (ŞARK VE BEL KÜNDESİ)
10-DİLKİDEN ATMA
11-YAN BAĞDA
12-DİLKİ ÇANĞALI
Yöresel şive ile adlandırılan bu teknikler hala daha yapılagelmektedir.Bilhassa Ayakta yapılan güreşlerde çangal fonksiyonunun ne kadar sonuca gidici bir hadise olduğu bilinmektedir.Türk güreş tarihinde Çangalın yaygınlaşmasında Bilhassa Bekir Büke ismi ön plana çıkmaktadır.Türk güreşinde
Maraş çangalı diye bilinen çangalın mücitlerindendir.İzlemiş olduğumuz bir çok güreşlerde bir güreşçi çangal attığı zaman "AHADA MARAŞ" DİYE ESPRÜTEL bir şekilde güreşimize yerleşmesine sebebiyet vermiştir.
KISA ŞALVAR GÜREŞİNİN YAPILDIĞI ZEMİN
1-YUMUŞAK ELENMİŞ KUM ZEMİN
2-ÇELTİK KABUĞU YERE SERİLEREK ÜZERİNDE YAPILIR
3-ÇİM ZEMİN
4-KAR ÜSTÜNDE
5-Genelde açık alanda yapılan bu önemli güreşlerimiz için 1970-2001 dönemini hatırlamaktayım.Genelde Kahraman Maraş Merkez -İlçelerden
Afşin-Elbistan-Türkoğlu-Pazarcık-Göksun-Andırın-Çağlayancediü
Kasabalardan İse :Çardak-Arıtaş Altın elma ve ismini sayamadığımız birçok köyünde yıllarca kısa şalvar güreşleri yapılagelmiştir.Kısa şalvar güreşinden uzun pırpıt güreşine geçiş intibakı bir hayli zor olmuştur.Halk yüksek risk içeren teknikleri ve bilhassa güreşte heyecanlı sahneleri sevdiğinden karakucak güreşlerine geçilip rakip alta düştüğü zaman çok tepki göstermişlerdir.Seyirciler hep bir ağızdan kaldır diyerek hakeme tepki göstermişlerdir.Fakat zamanla bu güzel anane kaybolmaya yüz tutmuş ve şimdilerde ise sadece K.Maraş merkez Bertiz ve baydemirli dışında hiç bir yerde malesef yapılmamaktadır.Tarihi miras olan ve güreşimizin alt yapısına büyük fayda sağlayan böylesine önemli bu güreşlerin yaşatılması için mutlaka yetkililerin çaba sarfetmeleri teşvik unsurları ortaya koymaları ve en azından ananenin kaybolmaması için girişimlerde bulunmaları şarttır diye düşünüyorum.
KISA ŞALVAR GÜREŞLERİNDE ÖDÜL
1-Çocukluğumdan hatırlarım filan pehlivan şu köyde yapılan güreşlerde şalvarı aldı.Bu yapılan güreşin bir hatırası ve herkesi yenerek şampiyon olması nedeni ile sembolik olarak verilen bir ödüldür.Şalvar güreşlerinde eskiden : 1-Koyun 2-Koç 3-Boğa 4-Tay 5-Para Ödülü , ALTIN ÖDÜLÜ gibi mütevazi ödüller verilirdi.
KAHRAMANMARAŞTAKİ GEÇMİŞ UYGULAMA
1-Kısa şalvar güreşi KahramanMaraş ilimizde geçmiş yıllarda 1-KÜMBET 2-DEVECİLİ 3-KUYUCAK , TEKKE, iTTEPESİ (ABARABAŞI) , ESKİ KIŞLA ,batı park sahası semtlerinde hemen hemen her pazar yapılırdı.Halk güreşlere büyük bir rağbet ederdi.Eski güreş sever büyüklerimiz yıllarca yapılan bu güzelim geleneği bazen duygusal kelimelerle heyecanla daha dün yapılmış gibi anlatırlar.
GÜREŞLERDEKİ FOLKLOR
1-Kahraman Maraş yöresinde yapılan bütün güreşler genelde davul zurna eşliğinde yapılır.Davul çalan müzisyenler en az bir güreş hakemi kadar bu güreşlerin usulunü bilir rakip yenildiği zaman hakemle beraber oda davulu anında durdurur.Bu kahramanMaraş ilimizde çok görülmüştür.
Şalvar güreşleri tür olarak karakucak güreş türündendir.Yine kısa şalvar güreşi gibi kahramanMaraş yöresinde düğünlerde Bayrak Güreşleri yapılırdı.Gelin gelecek evin Damına bir bayrak dikilir.Bayrakta gömlek ,kumaş , çeşitli hediyelik eşyalar takılır.Gelin eve indikten sonra davul zurna eşliğinde kalabalık samen grubu güreş yapılacak alana giderler ve burada dostça kıran kırana güreşler olurdu.Genelde bu güreşlerde tartı yapılmaz hakemler tarafından
KATEGORİ
1NCİ KATEGORİ (BAŞ)
2 NCİ KATEGORİ
3 NCÜ KATEGORİ.
4NCÜ KATEGORİ 4 Kategori üzerinden yapılır.Temennimiz atalarımızdan kalan bu güzelim tarihi mirasın nesiller boyu yaşatılması ve devam etmesidir.Bu uygulama genelde köy yerlerinde düğün güreşlerinde uygulanırdı.İlk zamanlar İl merkezinde ve ilçelerdede genelde 3 boy üzerinden yapılırdı.Daha sonra düzenli sıklet üzerinden yapılmaya başlandı.
KATEGORİ ;
TARTI İLE YAPILIRDI
60 KG DESTE
65 KG ORTA
70 KG BÜYÜK ORTA
80 KG BAŞ ALTI
80 KG YUKARI baş olurdu.Genelde kısa şalvar güreşleri 5 boy üzeninden yapılırdı.
TARİHTEN BİR YAPRAK
KATEGORİ
TARTI İLE YAPILIRDI
60 KG DESTE
65 KG ORTA
70 KG BÜYÜK ORTA
80 KG BAŞ ALTI
80 KG YUKARI baş olurdu.
Genelde kısa şalvar güreşleri
5 boy üzerinden yapılırdı.
Kısa Şalvar Güreşleri : Yıl 1961-K.Maraş
İsmet Alpaslan- Ejder Gürsoy 60 kg Finali
Müsabakayı Yöneten yöre güreşine çok katkısı olan rahmetli Ahmet Duran Karagülle
Resim:İsmet Alpaslan arşivinden temin edilmiştir,
GÜREŞ
Yrd Doç Dr Mehmet TÜRKMEN
Türk spor tarihinde engin, Türk spor geleneğinde zengin bir yere sahip olan güreş sporu, insanlık tarihi kadar eski bir geçmişe sahiptir. Bütün sporların prototiplerinde olduğu gibi, güreşte eski devirlerde savaşa hazırlık amacıyla yapılmaktaydı. Eski Türklerde de bu amaç var olmakla birlikte özel ve genel toylarda (şenlikler/ merasimler), yuğ (yas) merasimlerinde, pazar ve panayır yerlerinde, yaylada konup göçüşlerde ve her türlü buluşma ve kaynaşma yerlerinde yapılmıştır.
Diğer bir bakışla güreş, Türkler de siyasi ve askeri, dini, sosyal ve kültürel bir çok fonksiyonların yerine getirilmesinde en önemli aksiyonlardan biri olmuştur. Ayrıca, sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik yapı ve yaşayışında ayrılmaz bir parçası görünümünü almıştır. Dolayısıyla sosyal bütünleşmeye ve sosyalleşme sürecine de büyük katkılar sağlamıştır. Böylece eski medeniyetlerin hemen hepsinde görülen güreş sporu, hiçbir zaman Türklerde ki kadar çok yönlü fonksiyonları icra etmemiştir (Balgambayev,1981).
IXX. asrın ortalarından itibaren çağın değişmesine ve gelişmesine paralel olarak, Türk Güreşi de bünyesinde bulundurduğu bu çok yönlü fonksiyonların bir çoğunu, belki de tamamına yakınını kaybetmiştir.
Ancak, spora olan ilgi bütün dünyada gün geçtikçe daha da artmıştır. Milli düzeyden milletlerarası düzeye çıkan ve uluslar arası spor halkasına eklenen branş sayısı her gün biraz daha artmıştır. Bunun en bariz örneği; İlk modern olimpiyatta (1886) yapılan spor branşları ile son olimpiyatta (2000) yapılan spor branşları sayılarında ki artışla görülebilmektedir. Olimpiyatlara katılan ulus sayısı da buna paralel olarak artmıştır.
Fakat, milli düzeyden milletlerarası düzeylere çıkan sporlarda daha ziyade gelişmiş ülkelerin ağırlıkları görülmektedir. Bu durum sporun milletlerarası kültürel temaslarının yanı sıra, milletlerin birbirlerine siyasi ve kültürel propaganda yaptıklarını da göstermektedir. Milletlerarası spor halkasına yeni bir spor ekleyen uluslardan daha fazla, geçmişte bünyesinde bir çok sporu barındıran Türkler, bırakın bu sporları milletlerarası spor halkasına eklemeyi; milli kültür halkası için de bile yeterince barındıramamışlardır.
Zamanla bir takım gelenekler ortadan kalkmış veya orijinalliğini yitirmiştir. Bu durum telafisi mümkün olmayan kayıplara yol açmıştır. Türk kültür hayatında büyük öneme haiz olan geleneksel güreşlerde, bu durumdan kendisine düşen payı almıştır. Kahramanmaraş yöresinde yakın tarihe kadar çok yaygın olan Şalvar Güreşi vardı ki, bu güreş her bakımdan günümüz minder güreşi ( özellikle serbest güreş) için çok önemli bir altyapı potansiyeliydi. Fakat, senede bir kez çok zorluklar altında ancak yapılabilmektedir.
Yine Geleneksel Spor Dalları Federasyonu’na (GSDF) bağlı olarak Gaziantep ve Hatay yörelerinde yapılan Aba Güreşleri bulunmaktadır. Günümüzde az da olsa hala yapılmakta olan bu güreşlerden özellikle Hatay yöresinde yapılanı; günümüz Orta ve Kuzey Asya ile Kafkasya da hala çok yaygın olarak yapılan ( Abbotov, 1991; Bektenov ve Musim, 1978) aba güreşleriyle her bakımdan aynilik ve orijinallik taşımaktadır. Bu güreşlerin çok önemli bir yanı da, eski Türk geleneğinde olduğu gibi hala Orta ve özellikle Kuzey Asya Türk halklarının bayanlarının da yapmış olmalarıdır. Hatay usulü aba güreşlerinin diğer bir önemli yanı da, minder güreşiyle teknik ve fizyolojik açıdan benzer oluşudur. Bu bağlamda aba güreşi; hem alt yapı ve potansiyel açıdan hem de Türk bayan güreşini kalkındırmak bakımından önem arz ettiği görülebilmektedir.
Güreş Federasyonu (TGF)’na bağlı olarak organize olan Karakucak ve yağlı Güreşlerde bulunmaktadır. Bunlardan karakucak güreşleri eskisi kadar yoğun yapılmamakla birlikte; eskiden beri serbest güreşin bölgesel potansiyelliği ve başarı grafiği ile paralel bir seyir izlediği bilinmektedir. Bu durum, karakucak güreşlerinin nazari-dikkate alınmasını gerektirmektedir.
Yağlı Güreş
yukarıda adı geçen aba, şalvar ve karakucak güreşleri kadar geleneksel Türk unsurlarını, rituel sujeleri vs. bütün proto özellikleri üzerinde taşımamaktadır. Aynı zamanda minder güreşlerine de bir alt yapı görünümünde değildir. Çünkü yağlı güreş fizyolojik açıdan minder güreşleriyle farklılık göstermektedir. Ancak, yağlı güreşin günümüzde dahi bazı bölgelerde birinci lig futbol derbi maçları kadar bir sektörü bulunmaktadır. Bu açıdan göz ardı edilmemesi kanaati hasıl olmaktadır.
Minder güreşi (serbest ve Greko-Romen), Türkiye ye ilk geldiği yıllarda klasik (geleneksel) güreşlerin gölgesinde kalsa da, kısa sürede kendisini toparlamıştır. 1970’li yıllara kadar ülkenin en popüler ve sektörel bir sporu olan güreş, ondan sonraki yıllarda bu popülaritesini yavaş-yavaş yitirmiştir. Günümüzde çok şeyde olduğu gibi sporun popülaritesi de kitle iletişim araçlarına bağlıdır. Medya diye tabir edilen bu araçların Türk güreşine yeterli düzeyde yer vermediği açıktır. Buna sebep olarak Türk güreş camiası veya FILA gösterilebilir.
Ancak, şöyle bir geriye dönüp bakıldığında; Türkiye’yi yurt dışında en iyi temsil etmiş branşın güreş sporu olduğu açıkça görülecektir. Dünyanın en büyük organizasyonu olan Olimpiyat oyunlarında şimdiye kadar Türkiye’nin aldığı toplam altın madalya sayısı 33’dür. Bunun 27’si güreşten gelmiştir. Dünya ve Avrupa Şampiyonalarında güreşin getirdiği altın madalya sayısı ise, yaklaşık bunun altı katıdır. Güreş camiasının bütün sporlara çok iyi gözle baktığı; güreşçilerin komple sporcu oluşlarıyla da ortadadır. Fakat, uluslararası düzeyde Türkiye ye hiç şampiyonluk yaşatmamış branşları saatlerce, günlerce, aylarca ve hatta yıllarca medyadan seyrederken; bu denli başarı kazandırmış güreşi, hiç denecek kadar az görmek veya hiç görememek; hem Türk güreş severleri üzmekte hem de Türk güreşinin bu ilgisizliği hakketmediği kanaati hasıl olmaktadır.
Bazı yabancı uzmanların güreşe en yetenekli ve istekli insanların başında Türklerin geldiğini hem teoride (Sımakov,1984) hem de pratikte (Sapunov, 2001) belirtmektedirler. Türkiye de güreş sporunu yapacak çağda insanların çokluğu ve bu spora istekli pilot bölgelerin sıklığı herkes tarafından bilinmektedir. Bura da yetkili ve ilgililere, Türk güreşini dünyada hak ettiği yere getirebilmek için, maddi manevi imkanları en iyi şekilde değerlendirmek kalmaktadır. Elbette ki bu işte kolay değildir. Güreş alanıyla ilgili akademisyen ya da uzman kişilerin samimi veya özverili olmalarının da yeterli olmadığı anlaşılmaktadır.
Part-Time çalışmalarla Türk güreşinin bir yerlere gelemeyeceği özellikle son beş yılda yeterince anlaşılmıştır. Bütün olumsuzlukları olumlu yöne çevirmek; mevcut potansiyelleri en verimli veya başarılı hale getirmek; aynı zamanda profesyonellik gerektirdiği açıktır. Alanında uzmanlaşmış kişi veya akademisyenlerin zamanlarının tamamını veya bir çoğunu Türk güreşine ayırmalarının gerekli olduğu anlaşılmaktadır.
Güreş Ve Pehlivan Sözcüğünün
Tarihi Tasviri ve Açıklaması
Güreş ;
Kaşgarlı XI. Asır DLT’de “Çalış” ve “Çelme” kelimesinin karşılığı olarak “Güreş” (küreş) diye tanımlanmıştır. Aynı sayfada “çalışçı” kelimesi “Güreşçi” olarak açıklanmıştır (Kaşgarlı, 1985). Bu büyük yazar eserinin bir başka yerinde “Kız ila küreşme kısrak ile yarışma” (Kaşgarlı, 1985) diye bir deyişle örnekleme yapmaktadır.
Aynı dönemlere (XI. Asır) tekabül eden ve temel eserlerden biri olan KB’de Yusuf Has Hacip; “Güreş” sözcüğünün karşılığı olarak “Küreşmek = Boğuşmak” olarak vurgulamaktadır (Yusuf Has Hacip, 1979).
Bu iki temel eserlerden yarım asır sonra (1127 - 1144) yazılmış olan ME.’de de El-Havarizmi güreşe “küreş” derken bu sporun bu isim altında Oğuz, Kıpçak ve diğer Karahanlı Türk’lerinin severek yaptıklarını vurgulamaktadır (El-Havarizmi, 1993).
Günümüz Orta ve diğer Asya Türk toplumlarından Azeriler “gülaş”, Başkurtlar “köraş”; Kazaklar “küres”; Kırgızlar “küröş”; Özbekler “kuraş”; Tatarlar “köraş /küreş; Türkmenler “göreş”; Uygurlar’ın “küraş/küreş” (KTLS., 1992) dedikleri görülmektedir. Diğer Türk’lerden Gagouzlar “küreş”; Yakutlar, Sakalar, Tuvalar ve Hakaslar ise “küraş” demektedirler (BRSMSTS., 1988)
Yukarıda da görüleceği gibi güreş sözcüğü bütün Türk toplumlarında birbirine benzer ya da aynı şekilde telaffuz ediliyor. Bilindiği gibi Anadolu’da da güreş sözcüğü halk arasında “güleş” ya da “küleş” (Afşin, 1988) diye telaffuz edilmektedir. Görülen o ki, eski ve yeni bütün Türk toplumlarında bu sözcüğün kökeninin “kür” olduğudur.
“Kür” sözcüğü eski Türk yazıtlarında (Orhun ve Yenisey) da sık sık geçmektedir ve manası “güçlü”, “sarsılmaz”, “kuvvetli” anlamına gelmektedir (Orhun, 1987). “Eş” ise eski ve yeni Türkçe’de ”arkadaş” anlamına gelmektedir. “Kür-eş-mek” ME:’de kendisine denk başka biriyle aynı mücadeleyi paylaşmak ve yarışmak anlamına gelmektedir (El-Havarizmi, 1993; Kahraman, 1989). Sımakov, bu konuyu daha sade şekilde şöyle yorumlar. “Türkler de 7. ve 8. Asırlarda güçlü kuvvetli kişilerin karşılıklı eşleşerek at üzerinde ve yerde saatlerce kür-eş yaparlardı” (Sımakov, 1984) demektedir.
Her toplumun kültür hayatında farklı boyutlarda görülen güreş sporu, Türk spor geleneğinde çok zengin bir yere sahiptir. Buna rağmen eski Türk toplumları daha ziyade göçebe hayatı yaşadıklarından, konuyla ilgili MÖ. Somut belgelere ulaşmak oldukça zordur. Belli bir coğrafyada değil üç kıtaya yayılmış olan Türkler hakkında tarihi vesikalar daha ziyade yabancı müelliflerden faydalanılarak aydınlatılmaya çalışılmaktadır (Safran, 1993).
Güreş ve türleriyle ilgili ilk vesikalar da, Çin kaynaklarından tasvir edilebilmektedir. Hanname, Can Çiyan Teskeresi’nde Türkistan’ın güreşini açıklamakta olup, “güreş” kelimesini “jiao Çu” şeklinde iki karakter ile ifade etmektedir. Aynı eser güreşlerin yapıldığı esnada güreşçilerin başlarında ve üzerlerinde giysilerin olduğunu ve halk arasında sevilerek yapıldığını vurgulamaktadır (Almas, 1986).
M.Ö. Türk güreşleriyle ilgili ilk belgeler yeni Çin kaynaklarında ve vesikalarında görülmektedir. 1983 yılında Barçuk (Maralbaşı)’un Cona Tim harabelerinde; Çin Fen Bilimleri Akademisi, Arkeoloji Araştırmaları Bölümü’nün 1955 - 1957 yıllarında Şien (Congen) şehri civarındaki Şonglinten isimli bölgede Han sülalesi dönemine ait 140 numaralı özel bir mezarda bulunan kap ve heykellerde Türk güreşlerinin ilk figürleri tasvir edilmektedir (Şinjan Daşü, 1982; Rahman, 1996).
İlk Türk güreşlerini, ilk Batı medeniyeti güreşlerinden ayıran birçok özellik bulunmaktadır. Bunlardan birisi Türkler de namahrem yerlerinin her zaman giyimli ve kapalı olmasına rağmen Batılıların çırılçıplak güreştikleri net olarak görülmektedir (Umminger, 1990; Minkowski, 1963 ). Diğer bir ayırıcı özellik ise geleneksel tarzda yapılan Türk güreşlerinin hepsinde müzik bulunmaktadır. Diğer toplumlarda bu gelenek sadece İranlılarda vardır ki bu da bunlara IX. Asırlarda Türklerden geçmiş olduğu bildirilir (Lvov, 1989).
Ancak şu ana kadar tespit edilen belge ve bulguların hiç birisi, Türk güreş geleneğinin zengin boyutlarını yansıtmamaktadır. Çünkü güreş, atlı (binicilik) sporlarından sonra Türk’lerin sosyal yapı ve yaşayışlarının her safhasında görülebilen diğer bir spordur (Türkmen, 1996; Rahman , 1996; Almas, 1986; BRSMSTS, 1988).
Pehlivan;
Bu sözcüğün aslı Farsça olup “Pehlevan”dır. Pehlivan “güreşçi, yiğit ve bahadır” anlamına gelmektedir (Develioğlu, 1993). “Pehlevan - ane” (Pehlivanlıkla = pehlivancasına = yiğitlikle = yiğitçesine) “Pehlivani” (pehlivanlık = güreşme = yiğitlik) ile ifade edilmektedir (Develioğlu, 1993).
XI (11). Asrın sonlarına kadar Türk dilinde olmayan pehlivan sözcüğü, İranlılarla savaş ve barış anındaki münasebetlerle Türklere geçmiştir. Önceleri sadece sıfat olarak kullanılan bu sözcük, sonradan özel isim olarak da kullanıldığı olmuştur (Kahraman, 1989).
Aslında mitolojiden genellikle uzak, sosyal yapı ve yaşayışı yansıtan Türk destanlarındaki “Alp” tipi, İran destanlarında “Pehlevan” olarak geçmektedir. Diğer yabancı destanlarda olduğu gibi İran destanlarının da mitolojik yönü çok ağır basmaktadır. Buna rağmen “Şahname”’de Turanlılardan (Türklerden) Peşeng, Efransiyab ve Ercasb hem hükümdar hem de pehlivan olarak sıkça geçer. Yine Şahname’de adı İranlıların efsane güreşçisi Rüstem’inki kadar çok geçen Turanlı (Türk) güreşçi Efransiyab; güçlü-kuvvetli ve kolay yenilmeyen bir yiğittir. İranlılara göre düşman pehlivanlarının en ünlüsü Efransiyab’tır. Diğer düşman saydıkları Arap, Rum vb... kavimlerin pehlivanları, İranlılara göre çok kolay yenilenleridir ve bunları fazlaca ciddiye almazlar (Demirel, 1995).
Türk destanlarında ve gerçek hayatta eskiden ve günümüz Orta Asya Türk toplumlarında güreşte galip gelene “Baatır” (Bahtiyar - Kahraman) denir ve o gözle bakılırdı (Savalayev - Bukayev ve Membetkaliyev, 1995). Türk destanlarında pehlivan sözcüğü “alp” sıfatıyla geçmemektedir. Fakat, savaşlarda güreş (küreş) geçmektedir. Örneğin, iki düşman ordusu karşılaştığı zaman çoğunlukla iki tarafın alp’i veya savaşçısı güreşir, kim yenerse zafer o tarafın sayılır. Manas’ta Türk güreşçici Koşay Han’ın Çinli Coloy Han’la güreşip yenmesi gibi (Demirel, 1995; Saralayev-Bukayev ve Membetkaliyev, 1995).
XII. Asırdan itibaren özellikle Selçuklularda pehlivan hem isim hem de sıfat olarak geçmeye başlar. Bunda önemli sebep de Tuğrul beyin resmi dil olarak Farsça’yı kabullenmesi de gösterilebilir. Selçuklu emiri Şemsettin İldeniz’in oğlunun adı “Nusret üd din Muhammed Pehlivan” idi (Kahraman, 1989). Konya Selçukluları döneminde şimdiki Niğde ilinin adı “Dar ül Pehlivaniye” olarak geçmektedir (Taneri, 1977).
Daha sonraları Şecere-i Terakime/Türk’lerin Soy Kütüğü (Ebülgazi Bahadır Han, 1663/1972) ve diğer eserlerde pehlivan adı ve sıfatının geçtiği görülebilmektedir (BRSMSTS, 1988; Ciley, 1986; Liu, 1987).
Bilindiği gibi bugün Türkiye’de pehlivan sözcüğü güreşçi manasına gelmektedir. Hatta güreşçiler arasında “sen güreşçi olabilirsin ama pehlivan olamazsın” esprisi yaygındır. Bunu demekle pehlivanlığın çok iyi bir güreşçilik gerektirdiği ya da daha iyi meziyetlere sahip olunduğu vurgulanmaktadır.
Bugün Azeriler’in “pahlavan”, Kazaklar’ın “baluvan” Kırgızlar’ın “balban”, Uygurlar’ın “palvan” (KTLS, 1992) dedikleri ve güreşçiyi, hatta iyi güreşçiyi kastettikleri anlaşılmaktadır. Aynı terimi güreşçi için kullandıkları gibi güreş içinde kullanmaktadırlar (Balgambayev, 1985; Bahtiyavov, 1993; Kılıçov, 1995).
Orta Asya Türk halklarının ata sözleri ve deyimlerinde pehlivan sözcüğü sık sık geçmektedir. Örneğin, Kazaklar “palwağa on tersi birdey” (Pehlivana ters-doğru birdir); “Balwandıgtı al al biledi, mırzalıgtı mal biledi” (Pehlivanlık güçtendir, efendilik maldandır) vb artırılabilir (İsmail ve Gümüş, 1995). Trükmenler de buna benzer sözler sarfederler. “Gaharını yuwdan-, palwan” (Kahrını gizleyen pehlivandır) vb. söylemektedirler (Kürenov ve Gümüş, 1995).*