Sanki Bir Kız İmdat İstiyordu!..
Tatlı bir bahar günüydü. Çetin geçen bir kış mevsiminin ardından güneş sıcak yüzünü göstermiş, tabiat güzelliklerini sunmak için harekete geçmişti.
Suriye sınırına bakan bu yamaç da her bahar böyle çiçeklenir, manzaranın hakimi olan papatyalar, rüzgârda dalgalanan bir gelin duvağını andırırdı.
Otların arasına sırtüstü uzanmış olan Ali bir yandan dişleri arasına kıstırdığı bir ot sapını gayri ihtiyari geveliyor, bir yandan da türlü düşünceler içinde, pamuk yığını gibi aheste aheste yürüyen beyaz bulutları izliyordu. Tabiat ile baş başa olmak en sevdiği şeydi. Bu yüzden lise mezunu olmasına rağmen evin geçimini temin etmek için çobanlık işini seçmişti. Köyün en zengini olan Hamit Ağa’nın koyun sürüsünü güdüyor, kazandığı para, hayattaki tek varlığı olan annesiyle beraber geçinmesine rahat rahat yetiyordu. Eğer üniversite imtihanını kazansaydı gidebildiği yere kadar okuyacaktı ama kazanmamış olmaktan da üzüntü duymuyordu. Kasabaya her gidişinde aldığı kitaplarla evde mini bir kütüphane oluşturmuştu. Onları okurken aldığı keyif ruhunu yeterince doyuruyordu...
Yatarak epey dinlenmiş, vakit geçirmişti. Yerinden kalkarak otlamakta olan sürüye göz gezdirdi. Sürü biraz ilerlemişti. Çalının dibinde otlarla örttüğü heybesini alıp omzuna atarak sürüye doğru yürümeye koyuldu. Biraz ilerideki kır çeşmesinde konaklayıp öğle yemeğini yiyecekti.
Henüz birkaç adım atmıştı ki, alışık olmadığı bir ses duyar gibi oldu, durup kulak kabarttı. Sanki bir kız bağırıyordu. Bu dağ başında duyabileceği en son ses bu olsa gerekti. Aynı sesi tekrar duyunca, heyecan içinde etrafı kolaçan etmeye başladı. Ses, aşağıdaki dikenli tellerin ötesinden, Suriye tarafından geliyordu. Az sonra yanılmadığını gördü. Sınırın ötesindeki düzlükten genç bir kız can havliyle koşuyor, peşinden ise üstü açık bir cip onu kovalıyordu. Cipteki iki gençten birinin elinde tüfek vardı. Koşmaktan yorulduğu her halinden belli olan kızın yere düşmesi an meselesiydi.
Ali, olayı gören başka kimse var mı diye etrafına bakındı, ancak etrafta kimsecikler yoktu. Ani bir kararla, çalılıkların arasından aşağı doğru hızlı hızlı inmeye başladı. Yüreği korku ve heyecan içinde çarpıyordu. Bağrışma sesleri gitgide yaklaşıyordu. Nefes nefese aşağıdaki düzlüğe inince, bir çalıyı kendine siper ederek olanları daha yakından izlemeye koyuldu. Bulunduğu yer sınırın en dar bölgesiydi. Dikenli tellere mesafesi yirmi metre var veya yoktu. Cip kıza iyice sokulmuştu. Elindeki tüfeği cipe bırakan genç, kızı yakalamak üzere aşağı atlayınca, genç kız aniden yoldan saparak dikenli tellere doğru seğirtti. Bu çok tehlikeliydi, zira mayınlı bölgede her an bir mayına basarak havaya uçabilirdi.
Kendi dilinde bir şeyler söyleyerek aç bir kurt gibi saldıran adam, ne yana kaçacağını şaşıran kızı dar alanda kıstırmıştı. Kız şans eseri bir mayına basmadan dikenli tellere kadar gelmişti ancak orası da yolun sonuydu. Şimdi mayından daha büyük bir tehlike ensesine binmek üzereydi. Nitekim, aniden uzun saçlarını kavrayan güçlü bir el, bütün kuvvetiyle bastırarak kızın yüzünü dikenli tellere yapıştırmıştı. İşte o an, çaresiz ve ağlamaklı bir halde Türkiye tarafına bakan kız, Ali ile göz göze geldi!..
Devamı Yarın
Tatlı bir bahar günüydü. Çetin geçen bir kış mevsiminin ardından güneş sıcak yüzünü göstermiş, tabiat güzelliklerini sunmak için harekete geçmişti.
Suriye sınırına bakan bu yamaç da her bahar böyle çiçeklenir, manzaranın hakimi olan papatyalar, rüzgârda dalgalanan bir gelin duvağını andırırdı.
Otların arasına sırtüstü uzanmış olan Ali bir yandan dişleri arasına kıstırdığı bir ot sapını gayri ihtiyari geveliyor, bir yandan da türlü düşünceler içinde, pamuk yığını gibi aheste aheste yürüyen beyaz bulutları izliyordu. Tabiat ile baş başa olmak en sevdiği şeydi. Bu yüzden lise mezunu olmasına rağmen evin geçimini temin etmek için çobanlık işini seçmişti. Köyün en zengini olan Hamit Ağa’nın koyun sürüsünü güdüyor, kazandığı para, hayattaki tek varlığı olan annesiyle beraber geçinmesine rahat rahat yetiyordu. Eğer üniversite imtihanını kazansaydı gidebildiği yere kadar okuyacaktı ama kazanmamış olmaktan da üzüntü duymuyordu. Kasabaya her gidişinde aldığı kitaplarla evde mini bir kütüphane oluşturmuştu. Onları okurken aldığı keyif ruhunu yeterince doyuruyordu...
Yatarak epey dinlenmiş, vakit geçirmişti. Yerinden kalkarak otlamakta olan sürüye göz gezdirdi. Sürü biraz ilerlemişti. Çalının dibinde otlarla örttüğü heybesini alıp omzuna atarak sürüye doğru yürümeye koyuldu. Biraz ilerideki kır çeşmesinde konaklayıp öğle yemeğini yiyecekti.
Henüz birkaç adım atmıştı ki, alışık olmadığı bir ses duyar gibi oldu, durup kulak kabarttı. Sanki bir kız bağırıyordu. Bu dağ başında duyabileceği en son ses bu olsa gerekti. Aynı sesi tekrar duyunca, heyecan içinde etrafı kolaçan etmeye başladı. Ses, aşağıdaki dikenli tellerin ötesinden, Suriye tarafından geliyordu. Az sonra yanılmadığını gördü. Sınırın ötesindeki düzlükten genç bir kız can havliyle koşuyor, peşinden ise üstü açık bir cip onu kovalıyordu. Cipteki iki gençten birinin elinde tüfek vardı. Koşmaktan yorulduğu her halinden belli olan kızın yere düşmesi an meselesiydi.
Ali, olayı gören başka kimse var mı diye etrafına bakındı, ancak etrafta kimsecikler yoktu. Ani bir kararla, çalılıkların arasından aşağı doğru hızlı hızlı inmeye başladı. Yüreği korku ve heyecan içinde çarpıyordu. Bağrışma sesleri gitgide yaklaşıyordu. Nefes nefese aşağıdaki düzlüğe inince, bir çalıyı kendine siper ederek olanları daha yakından izlemeye koyuldu. Bulunduğu yer sınırın en dar bölgesiydi. Dikenli tellere mesafesi yirmi metre var veya yoktu. Cip kıza iyice sokulmuştu. Elindeki tüfeği cipe bırakan genç, kızı yakalamak üzere aşağı atlayınca, genç kız aniden yoldan saparak dikenli tellere doğru seğirtti. Bu çok tehlikeliydi, zira mayınlı bölgede her an bir mayına basarak havaya uçabilirdi.
Kendi dilinde bir şeyler söyleyerek aç bir kurt gibi saldıran adam, ne yana kaçacağını şaşıran kızı dar alanda kıstırmıştı. Kız şans eseri bir mayına basmadan dikenli tellere kadar gelmişti ancak orası da yolun sonuydu. Şimdi mayından daha büyük bir tehlike ensesine binmek üzereydi. Nitekim, aniden uzun saçlarını kavrayan güçlü bir el, bütün kuvvetiyle bastırarak kızın yüzünü dikenli tellere yapıştırmıştı. İşte o an, çaresiz ve ağlamaklı bir halde Türkiye tarafına bakan kız, Ali ile göz göze geldi!..
Devamı Yarın