rüzgar gülü
Daimi Üye
Sevgi bir kabul ve saygı tutumuna dayanır… Kişi bu tutumunu başka bir insan veya başka bir canlıya gösteremiyorsa onun sevgisi hiç mi hiç yoktur. Onun içindir ki sevgide bencillik yoktur ve günah her şeyden önce Tanrı’ya karşı değil kendimize karşı işlenir.
--------------------------------------------------------------------------------
İnsan sevgiyi yitirince amaçsızca dolaşan bir gezgine dönüştü âlemi cihanda… Ne sevginin anlamına dair sorular soruyor kendine ne de yazgısına cevap bulacak bir hayatı kurguluyor zihninde…
Kalbinin ritmi boşluğun hissiyatına bir nebze de olsa yakınlaşırken, âlem-i kadimatı/kalbi agnostik bir tecrübenin maneviyatıyla anlamaya çalışıyor. Oysa bilinmez yollar, çelişkili hayatlar ve sevgisiz yürekler çıkmaz sokaktır onun için…
Her yanılgı bir boşluğa sürüklerken insanoğlunu, boşluktan çıkışın yolunu yine sevgiye tutunmakta buluyor ahsenü’l beşer… Cennet sevginin bulunuşu olarak görülürken, cehennem ise sevgiden yoksunluk gibi algılanıyor. Günahtan kurtuluş ise sevginin bad-ı saba esintisiyle her gönül tarafından hissediliyor; bir nebze rahat nefes almak, bir nebze de huzurun cennet vadeden esintisine kendini kaptırmak için… Onun içindir belki de; “Sevgisiz yaşamak günah içinde yaşamak demektir” diyor Erich Fromm…
Ve devam ediyor biteviye günahkâr yürekleri analiz etmeye: Sevgi doğası gereği tek bir insanla sınırlanamaz. Bir tek kişiyi seven ve başkalarını mesela eşini, çocuğunu, arkadaşını, komşusunu veya bir başkasını sevmeyen birinin tek kişilik sevgisi, teslimiyete ya da egemenliğe bağımlılıktır ama sevgi değildir.
Sevgi bir kabul ve saygı tutumuna dayanır… Kişi bu tutumunu başka bir insan veya başka bir canlıya gösteremiyorsa onun sevgisi hiç mi hiç yoktur. Onun içindir ki sevgide bencillik yoktur ve günah her şeyden önce Tanrı’ya karşı değil kendimize karşı işlenir.
Kendisini ihmal eden sevgiyi ihmal etmiştir… Kendisini yok sayan sevgiyi yok saymıştır… Kendisine yabancılaşan sevgiye yabancılaşmıştır…
Sevgide iki varlığın bir olması, yine de iki kalması gibi bir paradoks ortaya çıkar aslında… Bu paradokstur sizi yakınlaştıran hayatın sevgi duyumsayan kalbine ve bu paradokstur belki de sizi yakın kılan sevginin huzur var eden diline…
Sevgi, insanın yalıtım ve ayrılık duygusunun üstesinden gelmesini ama buna karşılık kişinin kendisi olmasını ve kendi bütünlüğünü korumasını da mümkün kılar. Bunun için sevgi pasif bir duygu değil, bir etkinliktir/aktivitedir… Bir şeye “kapılmak” değil, bir şeyin “içinde olmak”tır. Bir hakikati kalbinde bulmaktır… Kalpte olan ise hayat verendir.
Sevgi insanın içindeki aktif bir güçtür… Hangi yöne dönseniz bu güç sizi etkisi altına alır ve bu etkiden kendinizi/kalbinizi kurtaramazsınız. Hangi kişiye tutulursanız tutulun bu gücü yanınızda hissedersiniz. En geniş anlamıyla sevginin aktif özelliği sevginin temelde almak değil vermek olduğunu söyleyerek tanımlanabilir. Çünkü veren kalp alan kalpten üstündür.
İnsanlar sadece sahip olduğu şeyleri verebilir. Kendisinde olan şeylerden haberdar olabilir. Kendisinde olanı hissedebilir. Kendisini sevmeyen, kendisini tanımayan; sevgiden nasibi olmayan ve dahası kendisinden nefret eden insanlar için sevgiden söz edilebilir mi? Sevgi verebilirler mi insanlığın sevgi dilenen gönüllerine? Sevgi tohumlarını serpebilirler mi başka kalplere? Hayatı kalp gözüyle görebilirler mi?
İnsanlar sevmenin kolay olduğuna, sevilmenin ise çok zor olduğuna inanıyorlar. Bazıları hayatlarını bir pazarlamacı gibi yaşadıkları için sevilmediklerini; çünkü yeterince “çekici” olmadıklarını düşünüyorlar. Çekiciliği ise görünüşe, giyim-kuşama, zekâya, paraya, toplumsal konum ve saygınlığa dayalı olarak tanımlıyorlar. Onun için belki de insanlar kendilerini boşlukta hissediyor ve hayatlarına bir anlam katamıyorlar. Her daim bir boşluğun serzenişiyle kendi hayatlarına serenat yakıyor ve sürekli bir günahta diğerine savruluyorlar.
Kalp boşluk kabul etmez. Eğer bir kalpte boşluk oluşmuşsa o kalbe rahmet ve merhametin tecellisi olan sevgi uğramamış demektir. Sevginin uğramadığı bir kalpte de hayatın anlam vadeden dili kaybedilir ve günahlar da kendi boşluğunuzdaki hüzün gibi hayatınızı ve kalbinizi karartır.
İnsanlar asıl sorunun sevilmenin zorluğunda değil de sevmenin zorluğunda olduğunu bilmiyorlar. Oysa insanlar ancak sevebilirlerse, sevme yeterliliğine sahip olabilirler. Sevebilirlerse bir kalpte sevgi tomurcuklarını oluşturabilirler. Sevebilirlerse bir kalbe hayat bahşedebilirler. Sevebilirlerse bir kalbin nurlaşmasına/beyazlaşmasına yardımcı olabilirler. Sevebilirlerse kendi kalpleri aydınlandığı için diğer kalpleri aydınlatabilirler.
Hangi kapıya giderseniz gidin sevginiz o kapıyı açacaktır. Hangi gönlü kendiniz için durak edinirseniz edinin sevginiz kendi kaynağını bulacaktır ve hangi şiiri söylerseniz söyleyin sevginiz Yunus’un şiirinde sükûnete erecektir:
“Ben gelmedim dava için
Benim işim sevgi için
Dostun evi gönüllerdir
Gönüller yapmaya geldim.”