Sevmek Allah'ın Adıdır..
Günah Bana Yakışmıyor; Ama Af Sana Öyle Yakışıyor ki!
Dua, Rabb’imize karşı yapılan çok sırlı, gizli ve kudsi bir ubudiyettir. Evet o, en halis bir kulluk tavrıdır. Dua, insanın ihlas ve samimiyetle Rabb’isine yönelip O’ndan bir şeyler dilemesi halidir.
Kur’an-ı Kerim, ‘Kullarım Beni Senden soracak olurlarsa, bilsinler ki Ben pek yakınım. Bana dua edenin duasına icabet ederim.’ (Bakara Sûresi, 2/186) ‘Bana dua edin ki size icabet edeyim.’ (Mü’min Sûresi, 40/60), ‘Duanız olmazsa Allah indinde ne ifade edersiniz ki!’ (Furkan Sûresi, 25/77)… gibi ayet-i kerimelerle duanın ehemmiyetini dile getirmektedir. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) de ümmetine dua etmeleri mevzuunda sık sık tavsiyelerde bulunur ve kendisi de hayatı boyunca yaptığı mübarek dualarla, ondan hiç dûr olmaz. Hatta Peygamber Efendimiz’in yaptığı dualara bakıldığında O’na ‘O, bir dua adamıdır’ demek de mümkündür.
Bu kadar tahşidatla anlatılan dua, müminin hayatında çok önemli bir yere sahiptir. Dua ile Rabb’ine ellerini kaldıran bir kul, adeta O’na şöyle demektedir: ‘Esbab bütün bütün sukut edebilir. Tabiattaki hadiselerin hiçbir tesiri olmayabilir.. ve kimse bana el uzatıp, dertlerime derman olmayabilir. Ben her zaman sesimi duyan, soluklarımı işiten ve bana şah damarından daha yakın olduğunu ihtarla bana yakınlığını hatırlatan, sonra da duama icabet edeceğini vaat eden ve vaat ettiği şeyleri yapmaya gücü yeten, söz verip de ne yapayım gücüm yetmedi demeyen, o Yüceler Yücesi Zat’a ellerimi kaldırdım ve O’na dua ediyorum.’
Kul, duasında, gözüyle görmese bile, âsârıyla gördüğü Allah’a O’na hitap edecek kadar bir kurbet hissiyle yönelir. Biz, güneşe uzak olduğumuz gibi O’ndan da uzak olabiliriz. Ancak O, tıpkı güneş gibi rahmetinin şualarıyla her zaman başımızı okşamakta, her halimize nigehbân bulunmakta ve kendisine açılan elleri boş çevirmemektedir. Evet O, kuluna kendi anne ve babasından daha şefkatlidir.
Allah Resûlü bu hakikati etrafındaki sahabilerine şöyle bir tabloyu göstererek anlatmaktadır:
Bir savaş sonrası esirler arasında çocuğunu arayan bir kadın, çocuğunu bulmak için sağa sola koşuşturup durmaktadır; koşturup durmakta ve kendi çocuğu diye bazı çocukları alıp bağrına basmaktadır. Kendi çocuğu olmadığını görünce de onu da bırakıp aramasını sürdürmektedir.
Arayan bulur fehvasınca nihayet o da çocuğunu bulur, onu bağrına basar ve koklamaya durur. İşte o esnada Allah Resûlü, arkadaşlarına bu tabloyu gösterir ve ‘Şu anneyi görüyor musunuz? O, bağrına bastığı bu çocuğunu hiç cehenneme atar mı?’
diye sorunca ashabın cevabı bellidir: ‘ Hayır ya Resûlallah, atmaz!’ Bunun üzerine Allah Resûlü, ‘Allah kullarına karşı o anneden daha merhametlidir’ buyurur.
‘Rabb’imize nasıl dua etmeliyiz?’ meselesine gelince özetle şunları söyleyebiliriz:
Dua ederken, evvela Cenab-ı Hakk’ın kabul edeceğine gönülden inanarak ve ciddi bir itminan içinde dua edilmelidir. ‘Olsa da olur, olmasa da olur’ veya ‘Falan şeyi bana verir misin ya Rabbî?’ şeklinde dua edilmemelidir. Çünkü Allah ‘ın hazinesi çok geniştir ve O’nun her şeye gücü yeter. İsterse bir an ve bir lahzada gedayı sultan eder. Onun için dua ederken himmetler âlî tutulmalı ve O’ndan yüce şeyler talep edilmelidir.
Mesela, Allah ‘tan Cennet yerine Firdevs istenmelidir. İşte bu şekilde dua etmeyi bize Allah Resûlü öğretmektedir.
İkincisi biz, istediğimiz şeyleri yerine getirir diye Allah ‘ın kudret ve kuvvetini kabul ediyoruz. Yine biz, ‘cennet gibi bir âlemi hazırlamasına O’nun gücü yeter’ diyor ve O’ndan cenneti istiyoruz. Bu, sadece dua etmek ve birine halimizi arz etmek değildir, bu derin bir arz-ı hal ve bu arz-ı hal içinde Cenab-ı Hakk’ın bütün evsaf-ı kemaliyesi ve esma-i hünsasıyla ifade edilmesi demektir. İşte böyle bir dua, hâlis bir ubudiyettir ve katiyen reddedilmez.
Ayrıca dua ederken insan gevşek durmamalı, özenerek dua etmelidir. Hani camilerin önünde dilencilik yapan insanlar vardır; onlar, bazen öyle içli laflar ederler, öyle gönülden isterler ki, insan mutlaka onlara bir şey verme zaruretini hisseder. İşte bizler de kul olarak Rabb’imize öyle yalvarmalıyız ki, bu yalvarışlar Rabb’in rahmetini ihtizaza getirsin.
Bazı insanlar, yapmış oldukları bu içli yalvarışlarla kurtulmuşlardır.
Mesela birisi aşkla coşunca, ‘Ya Rabbî! Kendimi biliyorum. Ben bu amelimle cennete zor girerim ama Sen lütfedersen olur. Beni cehenneme de koysan, Sana öyle tutkunum ki, ben oradakilere de hep Seni anlatırım.’
Bir başka Hak âşığı ise şöyle der: ‘Ya Rabbî! Ben Sana baktım, bir de kendime baktım. Bana günahlar yakışmıyor; ama Sana af öyle yakışıyor ki.’ Evet bu tür yürekten ifadeler rahmeti ihtizaza getirir ve Cenab-ı Hak da kendine yakışanı yaparak bu duaları onların afvına vesile kılar.
Günah Bana Yakışmıyor; Ama Af Sana Öyle Yakışıyor ki!
Dua, Rabb’imize karşı yapılan çok sırlı, gizli ve kudsi bir ubudiyettir. Evet o, en halis bir kulluk tavrıdır. Dua, insanın ihlas ve samimiyetle Rabb’isine yönelip O’ndan bir şeyler dilemesi halidir.
Kur’an-ı Kerim, ‘Kullarım Beni Senden soracak olurlarsa, bilsinler ki Ben pek yakınım. Bana dua edenin duasına icabet ederim.’ (Bakara Sûresi, 2/186) ‘Bana dua edin ki size icabet edeyim.’ (Mü’min Sûresi, 40/60), ‘Duanız olmazsa Allah indinde ne ifade edersiniz ki!’ (Furkan Sûresi, 25/77)… gibi ayet-i kerimelerle duanın ehemmiyetini dile getirmektedir. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) de ümmetine dua etmeleri mevzuunda sık sık tavsiyelerde bulunur ve kendisi de hayatı boyunca yaptığı mübarek dualarla, ondan hiç dûr olmaz. Hatta Peygamber Efendimiz’in yaptığı dualara bakıldığında O’na ‘O, bir dua adamıdır’ demek de mümkündür.
Bu kadar tahşidatla anlatılan dua, müminin hayatında çok önemli bir yere sahiptir. Dua ile Rabb’ine ellerini kaldıran bir kul, adeta O’na şöyle demektedir: ‘Esbab bütün bütün sukut edebilir. Tabiattaki hadiselerin hiçbir tesiri olmayabilir.. ve kimse bana el uzatıp, dertlerime derman olmayabilir. Ben her zaman sesimi duyan, soluklarımı işiten ve bana şah damarından daha yakın olduğunu ihtarla bana yakınlığını hatırlatan, sonra da duama icabet edeceğini vaat eden ve vaat ettiği şeyleri yapmaya gücü yeten, söz verip de ne yapayım gücüm yetmedi demeyen, o Yüceler Yücesi Zat’a ellerimi kaldırdım ve O’na dua ediyorum.’
Kul, duasında, gözüyle görmese bile, âsârıyla gördüğü Allah’a O’na hitap edecek kadar bir kurbet hissiyle yönelir. Biz, güneşe uzak olduğumuz gibi O’ndan da uzak olabiliriz. Ancak O, tıpkı güneş gibi rahmetinin şualarıyla her zaman başımızı okşamakta, her halimize nigehbân bulunmakta ve kendisine açılan elleri boş çevirmemektedir. Evet O, kuluna kendi anne ve babasından daha şefkatlidir.
Allah Resûlü bu hakikati etrafındaki sahabilerine şöyle bir tabloyu göstererek anlatmaktadır:
Bir savaş sonrası esirler arasında çocuğunu arayan bir kadın, çocuğunu bulmak için sağa sola koşuşturup durmaktadır; koşturup durmakta ve kendi çocuğu diye bazı çocukları alıp bağrına basmaktadır. Kendi çocuğu olmadığını görünce de onu da bırakıp aramasını sürdürmektedir.
Arayan bulur fehvasınca nihayet o da çocuğunu bulur, onu bağrına basar ve koklamaya durur. İşte o esnada Allah Resûlü, arkadaşlarına bu tabloyu gösterir ve ‘Şu anneyi görüyor musunuz? O, bağrına bastığı bu çocuğunu hiç cehenneme atar mı?’
diye sorunca ashabın cevabı bellidir: ‘ Hayır ya Resûlallah, atmaz!’ Bunun üzerine Allah Resûlü, ‘Allah kullarına karşı o anneden daha merhametlidir’ buyurur.
‘Rabb’imize nasıl dua etmeliyiz?’ meselesine gelince özetle şunları söyleyebiliriz:
Dua ederken, evvela Cenab-ı Hakk’ın kabul edeceğine gönülden inanarak ve ciddi bir itminan içinde dua edilmelidir. ‘Olsa da olur, olmasa da olur’ veya ‘Falan şeyi bana verir misin ya Rabbî?’ şeklinde dua edilmemelidir. Çünkü Allah ‘ın hazinesi çok geniştir ve O’nun her şeye gücü yeter. İsterse bir an ve bir lahzada gedayı sultan eder. Onun için dua ederken himmetler âlî tutulmalı ve O’ndan yüce şeyler talep edilmelidir.
Mesela, Allah ‘tan Cennet yerine Firdevs istenmelidir. İşte bu şekilde dua etmeyi bize Allah Resûlü öğretmektedir.
İkincisi biz, istediğimiz şeyleri yerine getirir diye Allah ‘ın kudret ve kuvvetini kabul ediyoruz. Yine biz, ‘cennet gibi bir âlemi hazırlamasına O’nun gücü yeter’ diyor ve O’ndan cenneti istiyoruz. Bu, sadece dua etmek ve birine halimizi arz etmek değildir, bu derin bir arz-ı hal ve bu arz-ı hal içinde Cenab-ı Hakk’ın bütün evsaf-ı kemaliyesi ve esma-i hünsasıyla ifade edilmesi demektir. İşte böyle bir dua, hâlis bir ubudiyettir ve katiyen reddedilmez.
Ayrıca dua ederken insan gevşek durmamalı, özenerek dua etmelidir. Hani camilerin önünde dilencilik yapan insanlar vardır; onlar, bazen öyle içli laflar ederler, öyle gönülden isterler ki, insan mutlaka onlara bir şey verme zaruretini hisseder. İşte bizler de kul olarak Rabb’imize öyle yalvarmalıyız ki, bu yalvarışlar Rabb’in rahmetini ihtizaza getirsin.
Bazı insanlar, yapmış oldukları bu içli yalvarışlarla kurtulmuşlardır.
Mesela birisi aşkla coşunca, ‘Ya Rabbî! Kendimi biliyorum. Ben bu amelimle cennete zor girerim ama Sen lütfedersen olur. Beni cehenneme de koysan, Sana öyle tutkunum ki, ben oradakilere de hep Seni anlatırım.’
Bir başka Hak âşığı ise şöyle der: ‘Ya Rabbî! Ben Sana baktım, bir de kendime baktım. Bana günahlar yakışmıyor; ama Sana af öyle yakışıyor ki.’ Evet bu tür yürekten ifadeler rahmeti ihtizaza getirir ve Cenab-ı Hak da kendine yakışanı yaparak bu duaları onların afvına vesile kılar.